14 Aralık 2018 Cuma

Ölümünün 14.Yılında Kadın Özgürlük Düşlerinin Savaşçısı Necla Kaya Yoldaş Ölümsüzdür..!


Devrim ve sosyalizm için çarpan büyük kadın yüreği Şefika Necla Kaya yoldaşın yüreği 15 aralık 2004 yılında durdu. Yürek durdu diyorlar. Olabilir mi böyle bir şey? Dünyada inanmak zordur.. Aslında Necla yoldaşın kahrolası hastalıktan dolayı kalbi durmuştur. Çünkü hastaydı
Bu büyük kadın yüreği durmaz belki de şeyle bir emekçileri şöyle dinlemek için durmuştur. Ya da bir çeşmeden kana kana su içmek için.
Durmaz o. Denilen anlamda hiç durmadı ve durmayacak da. Büyük eşitlik ve özgürlük dövüşen kadın yüreği. Yazılamayacak, okunamayacak,
anılamayacak, unutulamayacak, hatta bütünü çıplak gözle algılanamayacak kadar kavga yüklüydü ve yaşamı anlamlıydı. Öylesine ki, size açar
kapılarını, alır içine sarmalar şefkatle, sevgiyle, yoldaşça fark ettirmeksizin. Ama kapamaz kapılarını yeniden. Özgürlüğünüzü almaktan korkar.
Açık bırakır kapısını, ne zaman isterseniz gidebilesiniz diye.
Öyle büyüktür ki, hüsrana bile asla küsmezdi. Hatta hüsran onun yol arkadaşıydı. defalarca ihanet yaşadı. Belki de hiç kimsenin altında
kalkamayacağı ihanet, hep yalnızlık eşlik etti ona. kimi zaman gamlı görürdünüz onu kimi zaman buruk sevinçli.
Dayanışmayı ve paylaşımı özler büyük kadın yüreği. Oysa dayanışma ve paylaşım bencilliğin egemen olduğu yerde pek uğramazdı yanına.
Dayanışma ve paylaşım unutsa da onu o unutmazdı devrimci değerleri . İnatla çağırır onu. Nesi var nesi yoksa verir yoldaşlara, hiç bir karşılık
beklemeden. Kendisi için hiçbir şey istemeden,
yavaşça kimselerden duymadan yapardı
devrimci görevlerini.
Biliyoruz ki sevgidir bü yük kadın yüreğini yüreklendiren. Sevgi ve tutkuyla kucaklar dünyayı. İnsanı ve dava- yı sevmeyi düşler
hep Sevgiyle ihanetlerde burkulur, acı çeker, kanar bazen ve bazen içine kapanırdı .
Sevgi onu terk etse de o hiç terk etmezdi sevgi ve yoldaşlığı Sevgi ve yalan yoldaşlık ona tökezlediği zaman asla ona kızmaz, çatık kaşla bakmazdı. Başarısız sevgi ve sahte yoldaşlık,
onun sınıfta kalmış çocuğu gibidir. Alır onu bağrına basar yine de devrim ve sosyalizme ah çekmezdi..
Büyük kadın yüreğ’i, bire- yin ağıtını söylerken görebilirsiniz bir yerlerde. Onun saygınlığına, onun isyan ruhuna, gerici dayatmaları tanımazlığına sonsuz güvenir. Her seferinde birey büyük kadın yüreğini kanatsa da, acıyla sızlatsa da ona
olan tutkusu hiç zayıflamadı. Bir gün der, bir gün insanlar gerçekle- ri görecek sahteliğe gerçekle tutum alacak diyerek umuda sıkıca tutunurdu. Umudu sever ve asla onu yenilgilere
terk etmezdi.
Büyük kadın yürek, 78. kuşağındandır faşist çiti geçmeye cesaret eden küçük devrimci azınlığın. Ama bunu hep gösterişten uzak
yapardı. Yaptıkları ve başardıklarını asla gösteriş için yapmazdı. Büyük kadın yüreği Necla yoldaş , işin tuhafı bu ya, büyük olmayı
da hiç sevmezdi ve hep gizler kendini, geriye çekerdi.
Necla yoldaş bütün ırmaklar gibi, genelde çok sakin akar ve olumsuzlukların tesadüfi olmadığını düşlerdi. Olumsuzluklara ve
sorun çıkaranlara hep gülümseyerek bakardı. Kendi eksik ve yetmezliklerine, dünyanın her yerinde dışlananların, kovalananların, ezilen ve sömürülen emekçilerin yenilgilerine. Yenilgi, bir okuldur öğrenmek isteyenler diye düşünene
Necla yoldaş, eleştiri ve öz-eleştiriyi vücuda verilmiş taze kan olarak görürdü. Onunla soluklanır, onunla yaraları iyileştirirdi. . Bilir bir gün yenilenlerin biriktirdiği yüce devrimci değerlerin dünyayı fethedeceğini. En azından bunu umut eder. ve umudu hep sıcak tutardı.
Necla yoldaşın sosyalizm ve kadın özgürleşmesi büyük olmasına büyüktür ama büyük mekanizmaları, silahları, örgütleri, panzerleri, füzeleri,
işkencehaneleri, demir parmaklıkları, koltukları, kelepçeleri, yalanı, gösterişi, emekçilere zulüm kusan kurumları hiç sevmez. Üstelik onlarda
korkmazdı da . Çünkü her insanda bilmediklerine dair korku ve tereddüt vardır. Necla yoldaşın korkuyla arası pek iyi değildi. Ama o korkuyla
arası iyi olanları ayıplamaz, ama korkuyu ruhunu teslim etmezdi. Dahası, korkunun kol gezdiği bir dünyaya, sükunetle, telaşsız, aynı tempoda
insanların en güzel değerlerini, bu taze cesaret ve inancı göndermeyi sürdürdü.
Necla yoldaşın yüreği bundan tam 14.yıl önce durdur. Belki de, kendisi gibi büyük yüreklerin gümbürtüsünü işitmek için durmuştur bir an
için. Kalbi durduysa onu bilemem. İkisi aynı şey değil. Sevgi,paylaşım, dayanışma, bağımsızlık, burjuva feodal kurların darbelenmesi, özgürlük,
özgüven, kadınca duyarlılık, cesaret ne zaman yok olursa bu dünyadan, Büyük Yürek’in durduğuna o zaman mümkün olabilir.
Dünyaya ve canlılara ilişkin her şeyi, kedileri, sardunyaları, iklimleri çok seven Büyük kadın yüreği Necla yoldaş devrim ve sosyalizm savaşımımız
da daima bizimle yaşayacak ve kavganın bilinçli yüreği olarak çarpmaya devam edecektir.
Şefika Necla Kaya Yoldaş Ölümsüzdür..!
Aralık-2018

STALİN VE KİŞİ KÜLTÜ YALANI..!


Biliyoruz ki dünyada Jozef Stalin kadar karalanmış, yanlış tanıtılmış ve haksız eleştirilere maruz olmuş başka bir ünlü kişilik bulunmadığını söylemek hiçte abartıcı olmayacaktır. Ölümünün üzerinden 63.yıl geçtiği, inşası ve savunmasında büyük rol oynadığı sosyalist Sovyetler Birliği önce Kruşçevçiler eliyle bozulup-dejenere edildiği ve daha sonra biçimsel olarak da yıkıldığı, yıllardır gerek emperyalist kapitalist ülkelerde ve gerekse dünyanın diğer bölgelerinde güçlü bir işçi sınıfı hareketi ve komünist hareket yaratılamdığı halde dünya emperyalist kapitalist burjuvazisinin Jozef Stalin’e karşı onyıllardır sürdürdüğü nefret, karalama ve saldırı kampanyası bugün de bütün hızıyla sürüyor.,
“Avrupa'da bir hayalet dolaşıyor —Komünizm hayaleti. Eski Avrupa’nın bütün güçleri bu hayaleti defetmek üzere kutsal bir ittifak içine girdiler: Papa ile Çar, Metternich ile Guizot, Fransız radikalleri ile Alman polis ajanları” diyorlardı. Aradan geçen 161 yıl bu gerçeği değiştirmemiş gibidir. Bugün de burjuvazinin ve sömürücü sınıfların anti-Stalinizm biçimini almış olan anti-komünizm kampanyası; her tür ve renkten küçük-burjuva milliyetçileri, sosyal-demokratlar, revizyonistler, pasifistler, Trotskistler, dinsel gericiler, sol liberaller, devrim dönekleri, burjuva aydınları, reformistlerin yanısıra küçük-burjuva devrimcilerinin bir bölümü tarafından destekleniyor. 
Dolayısıyla, başını emperyalist burjuvazinin çektiği anti-Stalinizmin; sömürücü ve mülk sahibi sınıfların farklı katmanlarını temsil eden farklı siyasal eğilimlerin üzerinde birleştiği bir platform olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Görünen o ki “Stalin hayaleti”, dünya burjuvazisini korkutmaya devam etmektedir ve edecektir. Bu bağlamda, devrim ve sosyalizm davasına sırt çeviren örgüt, çevre ve kişilerin işe bir “Stalin eleştirisi”yle başlamalarının adeta evrensel bir gelenek haline gelmiş olmasının hiç de şaşırtıcı olmadığını belirtmek gerekir. Bu ritüel, burjuvaziye güven vermenin en şaşmaz ve kestirme formülü olarak yerleşmiştir.
Bu yalan ve çarpıtmalarından ve Sosyalizmin başarısına gölge düşürme saldırlarından biriside Stalinin kişi kültü yaratıp , partide diktatör olduğu, demokrasiyi işletmediği vb. iddiaları.
Neki pratik uygulamalara ve verilere baktığımızda,burjuvazi ve onun ideolojik pınarında beslenen bilumum oportünist-revizyonist. Troçkist kesimlerin savlarının yalan olduğu görülmektedir.
Stalin’in kendi kişi kültünün oluşturulmasına yıllarca karşı çıktığını gösteren sayısız kanıt var. İşte Stalin’in bu bakış açısını dile getirdiği mektuplardan, konuşmalardan ve sohbetlerden seçme parçalar aktararak, tüm bu iddiaların kara propaganda olduğunu ortaya koyalım:
Haziran 1926:
''Doğrusunu isterseniz yoldaşlar, bana yapılan övgülerden yarısını bile hak etmiyorum. Beni hem Ekim Devrimi’nin kahramanı, hem Sovyetler Birliği Komünist Partisinin lideri, hem Komintern’in lideri, mucizevi bir kişi olarak gösteriyorlar. Bunların hepsi saçmalık yoldaşlar, gereksiz abartmalar. Genelde ölmüş devrimcilerin tabutunun başında böyle konuşulur. Ama benim ölmeye niyetim yok...
Ben aslında Tiflis’teki demiryolu atölyelerinin önde gelen işçilerinin öğrencilerinden biriydim, hâlâ da öyleyim.'' ( J.V. Stalin. 8 Haziran 1926 tarihinde Tiflis’teki başlıca demiryolu atölyelerinin işçilerinin selamlamalarına cevap olarak. // J.V. Stalin. "Toplu Eserler". Cilt 8. - Yay: OGİZ; Gospolitizdat, 1948, s. 173.)
Ekim 1927:
“Stalin kimdir, Stalin küçük bir insandır.'' ( J.V. Stalin. “Geçmişte ve Bugün Trotskist Muhalefet”. MK ve SBKP(B) MYK’nin 27 Ekim 1927 tarihli ortak Genel Toplantısında yaptığı konuşma. Aynı eser. Cilt 10, s.172.)
Aralık 1929:
''Kutlamalarınızı ve iltifatlarınızı beni bugünlere getiren işçi sınıfının büyük partisi adına kabul ediyorum. Leninist parti adına kabul ederek size bir Bolşevik’in minnettarlığıyla cevap veriyorum.'' ( J.V. Stalin. Stalin yoldaşın 50. doğum günü için kutlamalar gönderen tüm örgütlere ve yoldaşlara. // Aynı eser. Cilt:12, s.140.)
Nisan 1930:
'''Başarı sarhoşluğu' yazısının Stalin’in kendi girişimleriyle yazıldığını düşünüyorlar. Bu, kesinlikle saçmalık. MK’da kişisel inisiyatif kullanıp böyle bir şey yapacak kimse yok. '' (J.V. Stalin. Kolhozdaki yoldaşlara cevap. // Aynı eser. s. 213.)
Ağustos 1930:
''Bana 'sadık' olduğunuzu söylüyorsunuz. Belki de kazayla ağzınızdan çıktı. Belki de... Ama kazayla çıkmadıysa, kişilere sadakat 'ilkesinden' vazgeçmenizi tavsiye ederim. Bolşevikçe bir tavır değil. İşçi sınıfına, onun partisine, devletine sadık olun. Bu gerekli ve iyi bir şeydir. Ama bunu kişilere sadakatle, bu anlamsız ve gereksiz, ne olduğu belli olmayan zırvalarla karıştırmayın.'' ( J.V. Stalin. Şatunovskiy yoldaşa mektup. // Aynı eser, cilt: 13, s.19. )
Aralık 1931:
''Bana gelince, ben sadece Lenin’in öğrencisiyim ve hayatımın amacı, ona layık bir öğrenci olabilmek...
Marksizm, ön plana çıkmış ya da tarihi değiştirmiş kişilerin rolünü tamamen reddetmez... Büyük insanlar sadece şartları doğru bir şekilde anlamakla kalmazlar, onları nasıl değiştireceklerini de bilirler. Eğer bu şartları anlamazlar ve düşüncelerini hayata geçirecek bir biçimde değiştirmek istemezlerse, Don Kişot konumuna düşerler...
Hayır, kararlar tek başına alınamaz. Tek başına alınan kararlar her zaman ya da neredeyse her zaman, tek taraflı kararlardır. Her kurulda, her kolektif yapıda fikirlerinin dikkate alınması gereken insanlar vardır. Her kurulda, her kolektif yapıda yanlış da olsa görüşlerini dile getirebilecek insanlar vardır. Üç devrim tecrübesi bize, kolektif olarak gözden geçirilip düzeltilmemiş 100 karardan 90’ının tek taraflı olduğunu gösterdi...
Emekçilerimiz hiçbir zaman, hiçbir koşul altında tek kişinin yönetimine maruz kalmadı. Oldukça önemli yetkililer, emekçi kitleler onlara olan güvenini kaybeder kaybetmez, emekçi kitlelerle bağları kopar kopmaz gözden düşerler ve bir hiçe dönüşürler.'' (J.V. Stalin. Alman yazar Emil Ludwig’le görüşme. // Aynı eser. s. 105-107 ve 110.)
Şubat 1933:
''Yaptıklarım için bana ikinci bir madalya verilmesi öneriniz hakkındaki mektubu aldım.
Samimi ifadeleriniz ve yoldaşça sözleriniz için teşekkür ederim. Benim için fedakârlık yaptığınızı biliyorum ve bu duygularınıza değer veriyorum.
Yine de vereceğiniz ikinci madalyayı kabul edemem. Sadece bu madalyayı siz hak ettiğiniz için değil yoldaşlarımın ilgisini ve saygısını yeterince aldığım için ve sizin hak ettiğiniz bu madalyayı elinizden almaya hakkım olmadığı için kabul edemem. 
Madalyalar zaten tanınan insanlar için değil yeterince tanınmayan ve herkesin tanıması gereken kahraman insanlar içindir. 
Ayrıca benim zaten iki madalyam olduğunu da belirtmeliyim. Ve bunlar bile benim için fazla - sizi temin ederim.'' (J.V. Stalin. İ.N. Bajanov yoldaşa mektup. // Aynı eser, s. 235.)
Mayıs 1933:
''Robins: Sizi ziyaret edebilme imkânının bulabilmiş olmak benim için büyük bir onur.
Stalin: Çok önemli bir şey değil. Abartıyorsunuz.
Robins: (gülerek) Benim için en ilginç olan Rusya’nın her yerinde Lenin-Stalin, Lenin-Stalin, Lenin-Stalin isimlerine birlikte rastlamış olmak.
Stalin: Bu konuda da abartıyorsunuz. Ben Lenin’le nasıl aynı seviyede olabilirim?'' ( V.İ. Stalin. Albay Robins'le 13 Mayıs 1933 tarihinde yaptığı görüşme. (Kısa kayıt) // Aynı eser, s. 260)
Şubat 1938:
''Stalin’in çocukluğu hakkında öyküler' isimli kitabın basılmasına kesinlikle karşıyım.
Kitapta fazlasıyla gerçekle tutarsızlıklar, çarpıtmalar, abartmalar ve gereksiz övgü var. Yazar ancak masallarda, saçma öykülerde rastlanabilecek gereksiz abartmalara başvurmuş (bunları iyi niyetinden yapmış olabilir). Yazar için üzgünüm ama gerçekler değiştirilemez.
Ama ana mesele bu değil. Ana mesele Sovyet çocuklarının (ve genel olarak insanlarının) bilincinde kişi, önder, kusursuz kahraman kültü yaratma eğiliminin olması. Bu çok tehlikeli ve zararlı. 'Kahraman' ve 'kitle' kuramı Bolşeviklerin kuramında değil Sosyalist Devrimci (SR) kuramda vardır. 'Kahramanlar halkı yaratır, onu kitleden halka dönüştürür' der SR’liler. 'Halk kahramanları yaratır' diye karşılık verir Bolşevikler, SR’lilere. Kitap SR’lilerin değirmenine su taşıyor. Sosyalist devrimci partililerin değirmenine su taşıyan her kitap Bolşevizme zarar verir.
Bu kitabın yakılmasını tavsiye ediyorum.'' ( J.V. Stalin. Komsomol MK’ya Detizdat hakkında mektup)

29 Ekim 2018 Pazartesi

Emekçiler Burjuva Cumhuriyetine Mahkum Değildir: Emekçilerin Kurtuluşu Devrimci İşçi ve Emekçi Halk Cumhuriyetini Kurmaktan Geçiyor .!

Görüntünün olası içeriği: yazı
29 Ekim 1923'den bu yana tam olarak 95 yıl geçti. Egemen sınıflar ve yalaka takımı, halka karşı, kan, zulüm üzerinde oturan T.C. devletinin kuruluşunu "Ulusal seferberlik" ilanıyla kutlamaya ve emekçilere burjuva cumhuriyetini kurtuluş olarak sunulmaya çalışılıyor. Burjuvazinin değişik klikleri arasında süren kemalist Cumhuriyete sahip çıkma yarışı artarak sürüyor. Kemalistler ve burjuva aydınların bazıları, 29 1923 de ilan edilen burjuva cumhuriyetini, faşist dinci Saray iktidarına karşı can siperhane savunarak Kemalist Cumhuriyetin halkın üzerinde egemenlik kuran halk düşmanı bir burjuva cumhuriyeti olduğu gerçekliği gizlenmeye çalışılıyor. İşin daha da ilginci olanı işçi ve emekçileri iktidara taşıyan, burjuvazi ve büyük toprak sahiplerinin tasfiyesini hedefleyerek işçi ve emekçilerin devrimci iktidarını kuran 1917 Ekim devrimini örnek alma yerine batı emperyalizmini kendisine düstur alan Türk Cumhuriyeti devleti halkı ve halkın çıkarlarını yok sayan , bir avuç Türk burjuvazisi ve büyük toprak sahiplerinin cumhuriyeti olmuştur. Kurtuluş savaşımında kanını döküp canını veren çeşitli ulus ve ve ulusal azınlıklardan emekçiler bırakalım devletin yönetiminde söz sahibi olmak, sürekli ve sistemli baskı ve zulüm altında tutulmuş, demokrasi ve özgürlük istemleri kan ve zulümle bastırılmış, Türk ve Müslüman olmayanlar, devlete boyun eğmenler devletin demir yumruğuyla ezilmeye çalışılmıştır.
Bir yanda açlık, işsizlik, yokluk, baskı, zulüm, işkence, gözaltı zindan terörü, Kürtlerin kırımdan geçirilmesi, özelleştirme-taşeronlaştırmayla işçi kıyım terörünün artarak sürdüğü Türkiye, öte yandan bütün bunlar yokmuş gibi şişirilen bir eli yağda bir eli balda devletin kanatları ve koruması altında burjuvazinin önderliğinde emperyalizmle işbirliği içinde büyüyerek devlet erkanını elinde bulunduran şatafatlı yaşamlarıyla, sömürüde sınır tanımaz, vurgunculuk, çeteleşme ve yayılmacı politikalarıyla işbirlikçi tekelci burjuvazi ve büyük toprak sahiplerinin Türkiye'si. İşte bugün AKP-MHP ittifakına dayanan, Türk İslam sentezci faşist diktatörlük iki Türkiye gerçekliğini gizlemek ve toplumsal savaşın üzerini kapatarak egemen sınıflara soluk aldırmak için devlet eliyle içeriği her bakımdan daha fazla boşaltılmış burjuvazinin egemenliğini pekiştiren toplantılar,-kutlamalar düzenlenerek, burjuva klikleri "Cumhuriyete ve Atatürk'e ulusça ne kadar sıkıca bağlı" oldukları yarışına girecekler. Bizzat Kemalist cumhuriyetin sağını-solunu törpüleyen AKP diktatörlüğü Cumhuriyetin 95. yıl kutlamalarını herkesin "demokratik ve muasır medeniyet yolunda Türkiye'de yaşadığı için şükretmesi" yönlü demeçlerle, daha çok cumhuriyetin temel değerlerine bağlı kaldırdıklarını dillendiren takiye yüklü açıklamalarla yığınlar aldatılmaya ve burjuva cumhuriyeti kutsanıyor ve yığınların bilinci bulandırılıyor.
Bilindiği üzere T.C. devleti, 1919 yılında emperyalist işgale karşı verilen ve el altında emperyalizmle uzlaşarak 29 Ekim 1923'de sonuçlanan M.Kemal ve arkadaşlarının önderliğinde kuruldu. Burjuva cumhuriyeti 95. yıldır egemen sınıfların elinde halk kitlelerine karşı, burjuvazi ve toprak ağalarının sınıf egemenliğinin pekiştirilmesi ve burjuva çıkarları yararına kitleleri aldatma ve yönlendirmenin bir aracı olarak kullanıldı. Egemen sınıflar "ulusal hak çıkarları ve ortaklığı" sloganını kültürel, psikolojik ve kitle duygusu oluşturmanın etkin araçlarından birisi olarak kullandı. Burjuva-feodal güçler emperyalizme daha sıkıca bağlandıkça ve palazlandıkça "ulusun ve ülkemizin bölünmez bütünlüğü" ve "sınıfsız, sömürüsüz, kaynaşmış kitle" propagandasıyla yığınların gözüne sürekli olarak kül serpildi.
" Demokratik, özgür ve modern bir Türkiye'de yaşıyorduk" ve Cumhuriyet hepimizin dir yalanı ortalığı kapladı. Her ne kadar işbirlikçi tekelci burjuvazi ve büyük toprak sahipleri ve sözcüleri koro halinde hep bir ağızdan Kemalist cumhuriyetin "demokrat, laik ve sosyal devlet" olmasından dem vursalar da, ortada duran gerçekler bunun hiçte böyle olmadığını kanıtlayan örneklerle doludur. Kuruluşundan bu yana T.C. devleti hiç bir dönem gerçekten de "demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti" olmadı. Bu sözler T.C. anayasasına yazıldı. Ama bunlar yalnızca kağıt üzerinde kalan sözler olmaktan öteye gitmedi. İşçiler, emekçi ve Kürtler 95. yılın hiç bir döneminde ne özgür oldular, ne demokratik haklarını engelsiz olarak kullanabildiler ve ne de gerçek anlamda laikliği yaşadılar. 1925'ler de ilan edilen azgın faşist diktatörlük ve faşist tedbirlerle sürdü ve 1930'lar da tas tamam faşist diktatörlük pekiştirildi..
Her ne kadar 1923'lerden itibaren parlamento ilan edilmiş olsa da, burjuva parlamentosu Kemalist diktatörlüğün anti-demokratik ve bir dönem sonrada faşist yüzünü gizlemenin asma yaprağı rolünü oynamıştır. 1935'lerden bu yana bazı ara dönemleri bir yana bıraktığımızda, T.C. devleti işçi ve emekçi yığınlar için faşist terörün fütursuzca sürdüğü bir azgın diktatörlük olmuştur. Egemen sınıflar ve hizmetindeki emir eri yazar-çizer takımı T.C. devletinin 29 Ekim 1923'den bu yana önemli gelişmeler kat ettiğini söyleyerek, olayın gerçek özünü gizlemeye çalışıyorlar.
Yollar, fabrikalar, enerji santralleri, şehirleşme, iletişim vb. alanlarda 1923'den bu yana önemli gelişmeler olduğu bir gerçektir. Ama bütün bunlar hangi sınıfın ihtiyaçlarına yanıt verecek bir şekilde geliştirildi. İşbirlikçi tekelci burjuvazi ve büyük toprak sahipleri ve emperyalistler ürünlerini pazarlara sunmak ve emekçileri iliğine dek sömürmek için üretim teknikleri ve yeni buluşları devreye soktular. Ürünlerden yararlanmak ve hammadde kaynaklarını sömürmek, ucuz iş gücü, ucuz toprağı daha fazla kar amacıyla kullanabilmek için ulaşım, haberleşme ve modern teknik araçlar tarıma ve sanayiye sokulup kullanıldı. Bütün bunlar emperyalist ve uşakları egemen sınıflar daha fazla kar etsin amacıyla yapmak zorundaydı. Şimdi bunları egemen sınıfların "halk için" yapıldığını söylemesi emekçilerin bilincini bulandırma amaçlı kocaman bir kuyruklu yalandır.
Çok uzağa gitmeden, TC devletinin politik ve askeri temsilcilerince reklam edilen siyasal rejimin emekçiler için neyi ifade ettiğini anlamak bakımından, bugünün Türkiye'sine bakmak yeterlidir. Türkiye'de demokrasinin en güçlü göstergesi olarak sunulan parlamentonun halkın iradesiyle herhangi bir ilişkisi yoktur. Burjuva düzen partileri ve milletvekilleri halk yığınlarına karşı değil, uluslararası emperyalist devletlere ve işbirlikçi tekelci burjuvazi ve büyük toprak sahiplerine karşı kendilerini sorumlu saymaktan, politik ve ekonomik kararların uygulanması sürecine katıldığı -göstermelikte olsa- bu doğrultuda parmak kaldırmaktadırlar. Bütün emekçilerin toplumsal yaşamını düzenlemeye yönelik bir organizma olarak lanse edilen devlet, tastamam işbirlikçi tekelci burjuva ve büyük toprak sahiplerinin çıkarlarının tüm topluma kabullendirilmesini ve emekçilerin bu sınıflara yönelik hareketini bastırmayı temel işler olarak benimsemiştir.
Nüfusun %44'ünü oluşturan tarımsal Çok Uluslu Tekeller-Dünya Bankası vb. gibi emperyalist mali kuruluşların emperyalist politikaları doğrultusunda yıkıma uğratılmasıyla, etten buğdaya kadar bir çok gıda maddesi dışarıdan ithal edilir duruma gelmiştir. Kürtlerin varlığı ve meşru hakları yok sayılmakta, çözüm adına Kürtlerin direnişi "bekle gör" tutumuyla tasfiye edilmeye, inceltilmiş haliyle inkarcılık devam etmekte, her yıl bütçenin büyük bir bölümü emekçi yığınlar ve Kürt özgürlük mücadelesinin ezilmesi için savaşa akıtılmaktadır. Yine bütçenin yarıya yakın bölümü emperyalist ve yerli tekellerden alınan borçlara faiz olarak ayrılmakta ve geriye kalan önemli bölümde savunma adına silahlanmaya yatırılmaktadır.
Son onaltı yıldır sürekli artan silahlanmayla, işçi ve emekçilerin yoksulluğu ve artan işsizlik el ele gitmektedir. 16 milyon civarın insan yani yaklaşık her beş kişiden birisi açlıkla koyun koyuna yaşamaktadır. Koç ve Sabancı'nın yalnızca bir işletmesi 80-90 trilyon kar ederken, işçi ve kamu çalışanı emekçiler, üretici köylüler ve işsizler açlık ve yoksullukla hizaya getirilmeye çalışılmaktadır. Ücret ve maaş artışı %4-5'le sınırlanırken, rantiyeci vurguncu takımına milyonlar faiz geliri olarak aktarılmış. Ülkenin her yanı zindana dönüştürülmüş. İlerici, devrimci, aydınlar, sendikacılar konuşmamaları için hiç bir meşrutiyeti olmayan ağır ceza mahkemelerince yargılanıp, hapis cezasına çarptırılarak politika yapmaları engelleniyor. Polis her tarafta devletin kanatları altında ölüm kusuyor. Sivil faşist çeteler sokaklara salınarak faşist terör estiriyorlar ve Kürtlere ve devrimcilere yönelik linç kampanyaları yürütülüyor. Dahası genç olmak "şüpheli şahıs ve potansiyel suçlu gerekçesiyle" gözaltına alınarak zindana kapatılmak için yeterli bir neden oluyor. İşte bunun için burjuvazinin sınıf egemenliğini sağlayan ve onu pekiştiren 29 Ekim 1923'de ilan edilen Kemalist burjuva cumhuriyeti burjuvazi kutluyor ve kutlayacaktır. Her sınıf öncelikle kendi sınıf çıkarları ve hakları için mücadele yürüteceklerdir. İşçi sınıfı, emekçi yığınlar, işbirlikçi tekelci burjuvazi ve büyük toprak sahiplerinin egemenlik örgütü olan TC devletine karşın, birleşik bir güç olarak ayağa kalkıp, devrimci ve sosyalist iktidar için dövüşmeden kendi kurtuluşunu sağlayamaz.
T.C. devletinin bir avuç egemen sınıfların ve emperyalizmin baskı, sömürü ve egemenliklerini sağlayan, halka yabancılaşmış ve onun sırtında ayakta durmaya çalışan bir burjuva diktatörlüğü olduğunu bilince çıkararak, burjuvazinin yalanlarına aldanmayalım. Her sınıfın bir cumhuriyeti vardır. İşçi ve emekçilerin cumhuriyeti demokratik ve sosyalist halk cumhuriyetidir.
O halde, Kemalist cumhuriyetin bazı reformcu kazanımlarını adım adım gasp ederek cumhuriyeti kendi sınıf egemenliğine göre dizayn etmeye çalışan AKP faşizminin T.C. devletini daha fazla İslamcılaştırma tutumuna bakarak, Kemalist cumhuriyeti savunmaya kalkışmak, işçi ve emekçi yığınları devrimci halk cumhuriyetinden uzaklaştırmak ve sınıf perspektifinden vazgeçmek anlamına gelir. Haliyle, burjuvazinin değişik klik ve kesimlerinin-Ki burjuvazinin bir kesimi toplumsal sorunların derinleşmesini Kemalizmden sapmaktan ve yeniden Kemalizme dönmekten ararken, burjuvazinin bir kesimi ise-AKP-MHP Cumhur ittifakı- Cumhuriyeti kendi ılımlı İslamcı çizgisine göre düzenlemeye çalışmaktadır.- İktidarı ve egemenliğini arasında tercih yapmak değil, işçi ve emekçi yığınları kendi bağımsız sınıf tutumu içinde hareket ederek, eşitlik, özgürlük ve kurtuluşunu ifade eden devrimci bir halk cumhuriyeti için dövüşmekten geçtiğini unutmayalım.


8 Ekim 2018 Pazartesi

Teslim Demir(Sinan) Almanya'nın Oberhausen Kentinde Yüzlerce Devrimci ve Emekçinin Omuzdaşlığıyla Ölümsüzlüğe Uğurlandı....!

Görüntünün olası içeriği: 1 kişi, kalabalık ve iç mekan
29 Eylül 2018 tarihinde Almanya’nın Wuppertal kentinde kahrolası kanser hastalığı nedeniyle 66.yaşında yaşama veda eden TKİP'in önder kadrolarından Tahsin Demir bir çok devrimci-demokrat akım ve emekçilerin katılımıyla, 06-10-2018 tarihinde Almanya’nın Oberhausen Cemevinde devrimci konuşmalar, şiirler ve devrimci dayanışma sloganlarıyla ülkeye uğurlandı.
Salonda değişik ülke ve kentlerde gelen, yoldaşlarının yanında hemen hemen tüm devrimci ve demokrat akımların rengi vardı. Normal koşullarda bir araya gelmede sorun yaşayan devrimciler-demokratlar Tahsin Demir’e son yolculuk görevinde bir araya gelmişlerdi.
Salon Tahsin Demirin resimleriyle ve çiçeklerle donatılmıştı. saygı duruşu, şiirler, yaşamı ve mücadelesi hakkında yapılana konuşmalarla salon duyguların dışa çıktığı, emperyalizme, kapitalizm ve faşizme karşı devrim ve sosyalizme bağlılık ve örgütlü savaşımın ne kadar önemli olduğunun birkez daha dillendirildiği, başlanana işin Tahsin Demir şahsında sonn nefesine kadar nasıl cesaret ve umutla, inanç ve irade ile ileriye taşınabileceğinin, grupçuluğa ve ben merkezciliğe karşı mütevazi ve aynı kulvarda birleştirici devrimciliğin ne kadar emekçi haklarımızın devrim ve sosyalizm savaşımını ileriye taşımak bakımdan önemli olduğunu ortaya koydu.
Tahsin Demirin istikrarlı, kararlı ve her dönemin birleştirici devrimcisi olmasının pratiği salonu dolduranların önemli bölümünü değişik örgüt ve kesimlerden gelen devrimciler olması, konuşma larda buna özenle vurgu yapılması bunu gösteriyordu.
Tahsin Demir en zor dönemlerde devrimci geçitten başarıyla geçmiş, devrim ve sosyalizm çıkarlarını herşeyin üzerinde tutmuş ve bundan dolayı da örgütünden daha fazla devrimci ve emekçileri olumlu yönde etkileşmiş bir devrimci önderdi.
Dahası Tahsin Demiri anma ve ülkeye son yolculuğa veda etme etkinliğinde, bir araya gelmede sorun yaşayan değişik ideolojik-politik eğilimde olan tüm devrimci ve demokrat akımları ve emekçileri aynı kulvarda buluşturmasıyla da, yaşarken gösterdiği birleştirici ve düşmana karşı ortak dik duruşunun aciliyetini bir kez de ölümünde naaşı başında herkesi buluşturmasıyla pratikleştirerek örnek oldu.
Halkın Birliği okurları olarak Tahsin Demir'i son kez ölümsüzlüğe uğurlama anma etkinliğine katılarak, yoldaşlarının acısını paylaştık ve devrimciliğin başladığı işi sonuna kadar götürme kararlığında olunması gerektiğini gördük ve yaşadık. Tahsin Demir'i anma etkinliğinde okunan Halkın Birliği’nin mesajını yayınlıyor ve Tahsin Demir'i birkez daha saygıyla anıyoruz.
Tahsin Demir Kavgamızda Yaşayacaktır…!
Devrim İçin Dövüşerek Toprağa düşenler Ölümsüzdür..!
Halkın Birliğinin Anam ekinliğinde Okunan Mesajı:
“Örgütleme Komitesine:
Değerli Göçmen emekçiler, devrimciler, yoldaşlar:
40. yılını devrim ve sosyalizmin başarısına adamış olan Teslim Demir ( Sinan hocaya) son görevimiz yerine getirmek için toplanmış bulunuyoruz.
Aracığınızla Halkın Birliği okurları olarak, yaşamlarını ücretli kölelik düzeninin yıkılarak, insanlığın kurtuluşuna armağan edip ölümsüzler ordusuna katılan Teslim Demir şahsında tüm devrim ve sosyalizm için toprağa düşen şehitleri saygıyla anıyor ve yoldaşlarına tüm devrimci ve emekçilere baş sağlığı diliyoruz.
Biliyoruz ki, zor dönemlerde başladığı işi sonuna kadar götüren ve devrim bayrağını lekesizce yoldaşlarına devreden insanların sayısı oldukça azaldı. İşte başladığı işi sonuna kadar inatla ve ısrarla taşıyanlardan ve devrimci yürüyüşümüzün yüz aklarından birisiydi Teslim Demir.
Teslim Demir ve on binleri bulan devrim ve sosyalizm şehitleri bizim geleceğe doğru başlatmış olduğumuz insanlığı özgürlüğe ve eşitliğe taşıma mücadelemizde; gülen gözümüz, susmayan dilimiz, duyan kulağımız ve karanlığa ışık olan ölümsüz kılavuzlarımızdır.
Yaşamını devrimin başarısına adamış şehitleri unutmak insanlığı ve onun geleceği için sürdürülen mücadeleyi unutmak, onuru, ahlaki, unutmakla eş anlamlıdır,.
Değerli Göçmen emekçiler, devrimciler, yoldaşlar:
Devrim ve sosyalizme daha fazla hizmet edeceği bir dönemde kahrolası kanser hastalığı nedeniyle ölümsüzler ordusu saflarına uğurladığımız Teslim Demir, mütevazi, kararlı ve devrimci çizgide ısrarlı duruşuyla devrimcilere örnek olmuştur. Devrim ve sosyalizme saldırıların yoğunlaştığı ve tasfiyeci dalganın devrimci safları kemirdiği koşullarda, var olanla yetinmeyen ve devrimci iradi müdahalelerle yol açmaya ve inadına devrim ve sosyalizm sıkıca tutunmaya çalışan , tüm enerjisini devrimin örgütlü savaşımına hasreden Teslim Demiri anarken, arkasında çok laf etmek yerine onun gibi sessiz ve gösterişten uzak ama başladığı işi sonuna kadar götürme ve başarma kararlılığı içinde olan devrimciler olmalıyız.
Emperyalist kapitalist sistemin her bakımından devrimci örgütlü savaşıma saldırdığı ve tasfiyeciliği geçer akçe kılmaya yöneldiği, çürümenin, yozlaşmanın umutsuzluk eğilimi olarak kışkırtıldığı ortamda, iğneyle kuyu kazarcasına devrimci çalışma içinde olarak kitleleri devrimcileştirip, kavgaya katmaya çalışan Sinan hocanın yaşamı ve mücadelesinde öğrenecek çok şey olduğunu unutmamalıyız.
Halkın Birliği okurları olarak Sinan hocayı ebedi istirahatine uğurlarken, iddialı ve zorluklardan yılmayan kararlı devrimciliğini kendimize örnek alacak ve yarım kalmış ideallerini zafere taşıma savaşımında olacağımıza söz veriyoruz.
Teslim Demir Ölümsüzdür..!
Yaşasın devrim ve Sosyalizm Mücadelemiz..!
Yaşasın Devrimci Dayanışma..!
Almanya da Halkın Birliği Okurları

Enternasyonalist Devrimciliğin Timsali Ernesto Che Guevara Kavgamızda Yaşıyor..!



"Ateşten bir at
taşıyor gerilla heykelini
Sierralar'ın rüzgarı ve bulutu içinde"
Enternasyonalist devrimci Ernesto Che Guevara Arjantin'in önemli şehirlerinden 14 Haziran 1928’de Valle Grande’de dünyaya geldi. Bir mimarın oğlu olan Guevera,1953’te Buenos Aires’te tıp doktoru oldu. Bolivya’daki tarım reformu konusunda incelemelerde bulunan Guevera, 1954’te Guatemala’da Arbenz devrimci hükümetinin yanında yer aldı. Arbenz’in askeri bir darbeyle devrilmesinin ardından Meksika’ya geçen ‘Che’, burada Küba devriminin önderi Fidel ve kardeşi Raul Castro ile tanıştı. Daha sonra Granma gemisiyle Küba'ya hareket etti ve savaşın sonuna kadar en ön safta yerini aldı..
Kasım 1956’da Küba’daki devrimci mücadeleye Arjantinli enternasyonalist bir devrimci olarak katılan Che Guevera, Kasım 1959’da zaferi kazanan devrimci Küba birliklerin başında başkent Havana’ya girdi. Devrim sonrasında Binbaşı Ernesto Che Guevara Havana'nın la Cabana Kalesi'nin komutanlığına getirildi.1959 yılında Küba vatandaşı ilan edildi. Bir süre sonra silah arkadaşı Aleida March ile evlendi. 7 Ekim 1959'da Milli Tarım Reformu Enstitüsü başkanlığına atandı. 26 Kasım'da da Küba Milli Bankası başkanlığına getirildi. Böylece Che ülkenin mali işlerini yüklenmiş oluyordu.
23 Şubat 1961'de Küba Devrim Hükümeti bir sanayi bakanlığı kurarak Che'yi bunun başına getirdi. Ancak Playa Giran çatışması sırasında, tekrar kale komutanlığı görevine getirildi. Daha sonra az gelişmiş ülkelere çeşitli seyahatlar yapan Che, sömürülen halkları ve emperyalistleri daha yakından tanıma fırsatı buldu. Bu durum Che'nin savaşçı yanının tekrar canlanmasına yol açtı.
Artık başka Latin Amerika ülkelerine gidip halkları örgütlemesi gerektiği kararını vermişti.1965 Eylül'ünde Afrikanın yoksul ülkesi Kongoya doğru yola çıktı. 3 Ekim 1965'de Fidel Castro, Che'nin ünlü veda mektubunu Küba Halkı'na okudu.  Kongo da beklediği devrimci gelişmeyi bulamayan Che yönünü Bolivya dağlarına çvirdi.Ve ölüm Che'yi Bolivya'da Higueras yakınlarında yakaladı. Barrientos'un askerleri O'nu 7 Ekim 1967 gecesi Hieguras yakınlarında kıstırdılar. Bacağından ağır bir yara aldı ve Hieguras'da bir okula hapsedildi. Kimsenin karşısında eğilmedi. Ve 9 Ekim günü Barrientos'un kiralık katillerinden Mario Turan'ın dokuz kurşunuyla can verdi.
Che guevera,9 Ekim 1967'de Bolivya dağlarında öldürüldüğünde henüz 39 yaşındaydı. Ama Che Guevera enternasyonal bir devrimci olarak emperyalizme, faşizme ve her türden gericiliğe karşı direnen ,bağımsızlık ve özgürlük için dövüşen işçilerin, emekçilerin ve devrimcilerin örnek aldığı ve mücadeleciğiyle de efsaneleşen devrimci bir önder olarak hep güncel mücadelenin bileşkesi oldu. Onun içindir ki emperyalizm ve burjuvazi bu yürekli devrimci önderi devrimci kimliğinden soyutlayarak aziz derekesine düşürmek için her türlü kirli yöntemi devreye sokmaktan geri durmadı. Onun ölümü üzerinde kendi zaferini şekillendirmek isteyenler, sadece fiziki imhayla o efsanenin yok olamayacağını biliyorlardı. Bu yüzden gerekli tedbirleri almakta gecikmemişlerdi. Vietnam'da, Küba'da aldıkları büyük yenilginin dersleriyle Bolivya dağlarına yürüdükleri gibi, sonrasını da ince hesaplayıp, kendilerine kök söktüren devrimci gerilla liderinin ve onun öngördüğü özgürlük olgusunun üzerine her şeyden fazla yönelmişlerdi. Che'nin temsil ettiği ve imgelediği ruh, tüm devrimcilerin, emekçi kesimlerin, gençliğin ve ezilenlerin bayrağı olurken, ABD güdümlü emperyalist stratejilerin özel aygıtları Che'nin temsil ettiği gerçeğin karşıtını piyasaya sürüyorlardı. Che'yi sıradanlaştırarak karşıt bir anlama dönüştürmek için, özellikle Latin Amerika'dan başlayarak toplumsal çerçevede bir ahlaksal çöküntüsünün temellerini atıyorlardı. Che'yi taparcasına sembolleştirenler, '68 kuşağı biçiminde dünyaya yayılan devrimci dalganın yürütücüleri, emperyalist bir denetim altında çeşitli alışkanlıklara; uyuşturucu, alkol bağımlılığına, düşkünlüklere mahkum oluyor ve emperyalist kültürün egemenliğine alınıyorlardı. Bugün dünya gençliğinin en genel çerçevede içinde bulunduğu olumsuzluğun temelleri böyle atılıyor, köşe taşları bu biçimde döşeniyordu. Bütün devrimci, özgürlükçü eğilimler, karşı devrimin egemenliğine alınıyordu. Aynı yıllarda popüler sanat, post-modernizm vb. ABD merkezli bir kültür olarak ( Disneyland, Marilyn Monroe ve daha sonraları Madonna örneği ) ortaya çıkıyordu. Bir gelişim tarihi olsa da, bunların aynı yıllara tekabül etmesi, elbette sadece tesadüf olarak değerlendirilemez. Çünkü Che'nin Bolivya dağlarında yaralı olarak ele geçirilip kurşuna dizilmesinden sonra, daha şiddetli biçimde Che'nin öngördüğü düşüncelerin, düşlediği geleceğin üzerine saldırmada asıl amaçlanan; toplumsal bir çürümenin yaratılmasıydı. Böyle bir zemin olmadan emperyalist kapitalizmin kendini yaşatması mümkün değildi. Bunun için Che'nin düşlediği gelecek düşüncesine ve temsil ettiği devrimci değerlere yönelirken, emperyalist bir kültür yaratıp, bunu diğer uluslara, halklara dayatmak ve giydirmek gerekliydi. Bu da kendini biraz popüler sanat, biraz post-modernizmde ifade ediyordu.
Sanatı sanat olmaktan, bireylerin yaratıcı gelişimine hizmet etmekten çıkarıp, en basit, en sıradan, en ilkel estetik gereksinimlerini giderecek ve kitleleri egemenlere hizmet edecek tarzda motive edecek bir içerik taşıyan bu yaklaşımlarla birlikte, reklam kültürü de alabildiğine gelişiyordu. Toplumu edilgen "kültür tüketicileri" ya da "neşeli robot" konumuna sürükleyerek kendine göre biçimlendiriyordu. Müzikten sinemaya, resimden kentsel mimariye, televizyondan moda seferberliğine kadar günlük hayatın köklerinde bugün de egemen olan olgu buydu.
Popüler kültür ve post-modernizm, bu yönüyle, dengesiz iktidar ilişkileriyle dolu bir dünyada, ezilen ve sömürülenleri güçten yoksun kılar biçiminde ifade ediliyordu. Zaten post-modernizmin amaç yerine oyun, hiyerarşi yerine anarşi, mevcudiyet yerine yokluk, yaratma yerine yapı bozum, derinlik yerine yüzeysellik, belirlenmişlik yerine belirsizlik, kişisel dil, yazar vari, dağılma, rastlantı ve eklektizmi esas alışı, vb. postmodern kültür için "dışkı kültürü" tanımını tüm haklılığıyla dışa vuruyordu. Tüm bunlar, kapitalist tüketiciliğin beyinsiz hazcılığının kitlelere yansıtılışıydı.
Che Guevera'nın vuruluşu ardından yükselişe geçen bu olgular, Brezilya'da ve diğer Latin ülkelerinde ABD'nin başlattığı yeni toplumsal stratejilere paraleldi. Vietnam yenilgisi ve Che'nin ölümü ardından, resimlerinin dağlardan şehir ve ovalara inip sarmasıyla, emperyalizm yüzüne maskesini yüzüne geçirerek,yeni temel taktiğini yürürlüğe koymaya başlamıştı. Bu anlamda Che'nin ölümü, kendisi için bir dönemin kapanıp,özel savaş döneminin açılışını simgeliyordu.
Nerede bir devrim hareketi varsa, orada Che'nin o ünlü portresi duruyordu. Che'nin, Alberto Diaz Guiterrez tarafından çekilen o portresinin olduğu her yerde,ABD odaklı bir özel savaş yürürlüğe sokuluyordu artık. Popler kültür ve ABD odaklı özgürlük anlayışının binbir çeşit uygulamaları, yarattığı uyuşturucu, alkol bağımlılıkları, hip-hop,rap ve bu tarzların bir çeşidi olan gangsta rap'ın içerdiği sadizm, şovenizm, hapçılık, her türlü şiddet eğilimi, lümpenizm vb. ile genel olarak toplumsal çürüme alanına dönüşüyordu buralar.
Dünyanın en fazla çoğaltılan fotoğrafında hülyalı gözleriyle geleceğe bakan, kızıl beresinin altında dağınık saçları ve yüzündeki ciddiyetle Che, tüm Amerika'ya, Avrupa ve Asya'ya yayılan haşmetiyle, devrimci ruhun ve romantizmin cisimleşmesini temsil ediyordu; özgürlük, eşitlik, direniş ve devrim bu karede odaklanıyordu. Emperyalizm ve gericilik bu bilinçli yüzüne geçirdiği devrim önderleri metaya dönüştürerek azizleştirme, sıradanlaştırma ve sistemle uzlaştırmaya çalışma çabalarıyla, devrimi vurmanın en etkili aracı haline getirmek istiyordu. Efsaneleşen Che portresi, böylelikle Batı'nın neredeyse bütün diskolarını süslemeye başlıyordu. En son Bosna'ya giden mücahitlerin de, İstanbul-Beyoğlu'ndaki ora-bura barlarda eğlenenlerin de tişört deseni oluyordu.Ve ardında bir votka şişesinin etiketine konu olarak gündeme gelen Che portresini, emperyalizm kirletiyordu.
Che'nin ünlü portresi de artık bu reklamcılık stratejilerinin bir parçası olarak öne sürülüyor. Baharatlı votka üreten bir firmanın reklamında kullanılıyor. Onun, o büyük devrimcinin anısına saldırı, hayaline karşı savaş şimdi böyle yürütülüyor. Hemen hemen dünyanın her yerinde afişleri, tişörtleri, odaları, hediyelik eşyaları ve akla hayale gelmeyecek şeyleri süsleyen o ünlü portrenin imgelediği özgürlük, eşitlik, direniş ve yeniyi iade eden devrimci istemleri bir votka şişesiyle manipülasyona uğratılmaya, Che'nin hayali silinmeye ve içerdiği devrimci gerçeklik unutturulmaya çalışılıyor. Oysa, ölümünden birkaç gün sonra Havana Devrim Alanı'nda yaptığı bir değerlendirmede Fidel Castro'nun dediği gibi," sanatçı ölebilir, hele devrimci mücadele kadar tehlikeli bir sanatın sanatçılığıysa; ama hiçbir zaman ölmeyecek olan şey, bütün zekasını emrine verdiği, hayatını feda ettiği sanattır."
Ölümünün ardından 41. yıl geçmesine rağmen, hala bu gibi örneklerle gündeme getirilen ve hemen hemen tüm toplumsal kesimlerce tartışma konusu yapılan Ernesto Che Guevera; hem yaşam tarzı, hem enternasyonalist devrimci pratiğiyle ve hem de eleştirel yaklaşımlarıyla çok yönlü tartışmaların üzerinde yürütüldüğü bir isim olarak, emperyalist kapitalizmin reklam malzemesi haline getirdiği resminin ötesinde bir anlam içeriyor. İşçi sınıfı ve emekçi halklar, devrimci pratiklerinde bunu gösterdiler. Ama yine de emperyalist kapitalizmin bu anlamı bozma girişimi, Che'yi, popüler sanatın reklamcılığının bir malzemesi olarak kullanma girişimi halen sürüyor. Belli ki daha da sürecek. Fakat emperyalizmin Che'yi Che ile vurma, post-modern sanat üretiminin bir nesnesi konumuna getirme oyunları, Che'nin hep devrimci duruşuna takılı kalacak. Ölümsüzlük orada aranacak emperyalizme,faşizme ve her türden gericiliğe karşı mücadelede, devrimcilere, işçilere ve emekçilere savaş çağrısı olan Che Guevera, sol memenin altındaki cevahir olarak mücadelemizde hep yaşıyor ve yaşayacaktır.

13 Eylül 2018 Perşembe

SATIRI CELLADIN BOYNUNA VURAN ÖNDERİ KAYPAKKAYANIN İZİNDE YÜRÜYEN İŞKENCECİLERİ İNİNDE YENEN BOLŞEVİK ORDUSUNUN SER VERİP SIR VERMEYEN KAHRAMANI PİR AHMET SOLMAZ YOLDAŞI KATLEDİLMESİNİN 41. YILINDA ANARKEN..!



"Boyun Eğmedi Beş beş gece
işkence altında PirAhmet yoldaş
Devrim Bayrağını kaldırdı
İşkence Altında PirAhmet Yoldaş"  diyordu ozan Vicdani.
Komünist hareketin yiğit savaşçılarından Pir Ahmet Solmaz yoldaşın Elazığ işkencehanelerinden hunharca katledildiğinin 41 yıldönümü. Pir Ahmet yoldaş komünist hareketin bir militanı olarak Elazığ da devrimci faaliyet yürütürken 2 Eylül 1977 yılında faşist polislerce gözaltına alındı. 1 Eylülde Ali haydar Yıldız yoldaşın mezar başında yapılan  etkinliğin dağılmasının ardından, polis dağılanlara gözdağı vermek için, gözaltı operasyonu yürütüyordu. Polisin bu gözaltı terörü, eylemin ardında da  devam etti. Mahalle mahalle, sokak sokak dolaşan işkenceci polisler bir çok devrimci ve emekçiyi gözaltına alıp işkenceye çektiği süreçte, 2 eylül 1977’di gecesi Pir Ahmet yoldaşı da gözaltına aldı.
Pir Ahmet yoldaş polislerce gözaltına alındığından itibaren hemen işkenceye alındı. 5 gün 5 gece en işkencelere maruz kalan Pir Ahmet yoldaş, komünist kararlılığın örneğini vererek önderi Kaypakkaya yoldaşın izinde yürüyerek ser verdi s ama sır vermeyen militan direniş hattında yürüdü. Vücudu ağır işkencelere dayanamayarak, işkencede çıkarılıp tutuklamasının ardından tutuklanarak kapatıldığı zindanda fenalaştı ve kaldırıldığı hastanede 13 eylül 1977 yılında ölümsüzler ordunsa katılarak, devrim bayrağını yoldaşlarına devretti.
Elazığ işkencehanelerin de düşmanı yenen ve ölümü gülerek kucaklayan Pir Ahmet yoldaş 1956 yılında Dersimin Ovacık ilçesi Kozluca köyünde yoksul bir aile çocuğu olarak dünya geldi. Dersimin diğer köyleri gibi Piro yoldaşın köyü de tarıma elverişiz arazi ile dağlık ve ormanlık bir köydü. Yoksul ve az topraklı bir ailenin çocuğu olan Pir Ahmet yoldaş daha küçük yaşlarından itibaren bir yandan köyde ailesine yardımcı olurken diğer yandan şehirde inşat ve lokantalarda çalışmak zorundaydı. Öğrencilik yıllarında yaz ayları boyunca işçilik yaparak ailesinin ve kendinin geçimine katkıda bulunuyordu.
Piro yoldaşın çocukluğundan ölümüne kadar ki yoksul emekçi yaşamı devrimci ve ML fikirleri kolaylıkla benimsemesine yol açan en önemli etmenlerdendi. 1973 yılında daha ortaokul yıllarında devime ve M-L sempati duymaya başlayan Piro yoldaş, daha örgütlü mücadeleye başlamadan önce hem M-L erleri okuyup inceliyor, öte yandan ise devam ettiği Ovacık lisesinde öğrenci gençliği devrimci doğrultuda örgütleyip mücadeleye seferber etmeye çalışıyordu. Bu dönemde M-L harekete 1972’lerdeki mücadelenin de etkisiyle sempati duyuyor ve henüz M-L hareketle bağ kuramamasına rağmen. M-L hareketin propagandasını yapıyordu.
1975 yılında M-L hareketle organik bağ kurdu ve bu andan itibaren çalışmalarını M-L harekete bağlı olarak yürüttü. Ovacık lisesinde başlayarak köylerde M-L hareketin propagandasını yaparak, gençleri ve emekçileri devrim için örgütleyip mücadeleye seferber etmeye yöneldi. Gençlik içinde ve kırsal alandaki devrimci çalışmalarda kararlığı ve gözü pekliği militanlığıyla, emekçiler ve yoldaşları arasında sevilen ve güven duyulan bir devrimci olarak öne çıktı.
1976 Mayısında Ovacık’ta yapılan ilk miting olan “ Faşizmi, siyasi cinayetleri ve milli zulmü” protesto mitingine önderlik etti. Tertip komitesinde yer alması nedeniyle polisin hedefi haline geldi. Polisin baskı ve saldırılarına karşı cephede tutum alan Pir Ahmet yoldaş son sınıfında okuduğu Ovacık lisesinde bağlarını keserek profesyonel olarak devrimci mücadeleye atıldı. Faşist işkencecilerce 2 Eylül 1977 yılında katledilene kadar Piro yoldaş bir yıl boyunca Elazığ da fabrikalarda, mahallelerde, gecekondularda, köylerde devrimci mücadeleyi örgütlemeye ve yürütmeye başarıyla önderlik etti.
Pir Ahmet yoldaş kendisinin deyimiyle, “çocukluğundan hep hastalık geçirdiği” için zayıf bir bünyeye sahip olmasına rağmen bıkmak bilmeyen bir çalışma yapardı. Halkın Birliği’ dergisinin yığınlara ulaştırılmasında iyi bir dağıtıcıydı. Derneklerde ve köy toplantılarında ideolojik-politik tartışmaları başarıyla yürütür, seminerler verirdi. Halkın gecekondu yapımında propaganda örgütlemenin yanında bizzat çalışarak katılırdır. İşçi ve emekçi bir yaşamın ustalaştırdığı ellerini devrimci mücadelenin geliştirilmesi için başarıyla kullanırdı.
Pir Ahmet yoldaş, içinde yetişip geldiği emekçi halka derin bir bağlılık başta faşizm ve emperyalizm gelmek üzere derin bir sınıf kini duyardı. Bu özelliği Pir Ahmet yoldaşın devrimci mücadele daha kararlı olmasını koşulluyor du. Torik-politik bilinci ve örgütsel pratik deneyimi arttıkça kararlılığı ve güveni daha da artıyor ve devrimci çalışmalar daha sıkı bir şekilde sürdürüyordu.
En son 24 ocak 1973 yılında Vartinik’te katledilen Ali Haydar Yıldız yoldaşın mezarının yapılmasında aktif olarak çalıştı, düzenlenen törende önderlik yapanların arasında ye aldı. Pir Ahmet yoldaşın önemli devrimci özelliklerinden biriside teoriye olan ilgisiydi. Piro yoldaş M-L eserleri dikkatle inceleyen- okuyan özelliğiyle kısa zamanda teorik-politik olarak kendisini geliştirdi. Bu özelliği Piro yoldaşı akranlarında daha hızla öne çıkarıcı oldu. O pratik çalışmaların yoğunluğuna rağmen her zaman M-L eserleri okumaya zaman bulur ve eğitimini yapardı. Bu eğitimin Onun revizyonizme ve oportünizme sapmalara karşı kararlılıkla karşı durmasını sağlıyordu.
Piro yoldaş M-L’i kendisine her daimi temel aldı ve teorik-politik eğitime verdiği önem, Onu erkence komünist harekete katılmaya götürdüğü gibi aynı zamanda o donemde modern revizyonizme ve oportünizm karşı mücadeleye de ustalaşmış olarak girmesini sağladı. Ovacıkta ve Elazığ da modern revizyonizm ve oportünizme karşı sürekli bir mücadele içinde oldu. Nitekim 1976 ağustosunda M_L hareketin saflarında çıkan ve sonra Partizan olarak örgütlenen dogmatik hizbe karşı komünist hareketin birliği için, inatla ve ısrarla mücadele yürüttü. Dönemin gerici ve işbirlikçi teori ve politikalarına karşı, araştırma, incelemeci özelliğiyle karşı çıkan Piro yoldaş Kaypakkaya yoldaşın görüşlerinin derinleştirilmesi çabasına aktif destek veren yoldaşlar içinde yer aldı.
Nitekim Elazığ’da profesyonel faaliyete katıldığı sürecin ardından M-L hareketin saflarında ortaya çıkan dogmatik hizbe karşı anında kararlı tutum alıp, hizbin etkisini kırmaya çalışan yoldaşların başında gelen Piro yoldaş, bölgede dogmatik hizbin başını çekenlerden bazıları yakın arkadaşı ve tanıdığı olmasına rağmen bunlardan etkilenmeyerek. M-L hareketin örgütsel birliği için savaşım yürüttü. Ovacık bölgesinin dogmatiklerin etkisinde kalması ve M-L harekete yönelik dogmatik hizbin düşmanca engelleme ve provokatif tutumlara rağmen Piro yoldaş Halkın  Birliği dergisi Ovacıkta kitlelere ulaştırmaya ve M-L hareketin düşüncelerini yaymada ısrarlı oldu ve dogmatiklerin tüm engelleme çabalarını boşa çıkartarak, polisçe arandığı ve soğuk hava koşullarına rağmen yüzlerce gazeteyi kitlerle taşımaktan geri kalmadı. İlk gittiği alanlarda Halkın Birliği’ne yeni ilişkiler yarattı. Ama esas çalışma alanı olan Elazığ ve Karakoçan’a dönerek, burada yıkıcı Partizan hizbine karşı inatlı bir savaşım yürüttü ve alanda önemli rol oynadı.
Pir Ahmet yoldaş işçi sınıfı ve emekçi yığınların düşmanı egemen sınıflara ve onların politik temsilcileri faşizme, emperyalizme ve her türden gericiliğe karşı mücadeledeki kararlılığını, faşizmin işkencehanelerin de de gösterdi. İşçi sınıfına, emekçi halklara, M-L ve örgütüne olan derin bağlılık Onu işkenceci faşist katiller karşısında dimdik kaya gibi durmaya ve ser verip sır vermeye getirdi. Polislerce işkence altına alındığı 2 Eylül akşamından itibaren 5 gün boyunca yapılan her türlü işkenceye karşı, önderi Kaypakkaya yoldaşın kızıl direniş hattını kendisine örnek alarak hattında yürüyerek direndi. Elazığ emniyetindeki faşist polisler ve MİT ajanları tarafından 5 gün boyunca en ağır işkenceler maruz kaldı. Faşist katiller Onda yoldaşları, örgütü ve faaliyetleri hakkında, bildiği devrimci ve yoldaşlarının isim ve adreslerini almak için en ağır işkenceler yaptılar. Demir çubuk ve copla defalarca falakaya yatırıldı. Elektrik işkencesine çektiler, tırnaklarını söktüler. Psikolojik işkence metotları uyguladılar. Sonuçta ağır işkenceler sonucu Piro yoldaşın ayakları patlamış ve yerinden kıpırdayamaz hale getirilmesine rağmen O işçi sınıfı, emekçi yığınlar ve örgütüne bağlılığını işkencecilere 13 eylül 1977de sır vermeyerek, ölümü gülerek kucaklayarak yanıt oluyordu.
Pir Ahmet yoldaşın kısa ama kavga yüklü yaşamı her türden revizyonizme, oportünizme ve örgüt yıkıcılığına karşılığına karşı M-L çizgide yürüttüğü mücadele devrimci ve komünistlere örnek olmuştur. Bu yönüyle de Pir Ahmet yoldaşın kararlı mücadelesi ve anısı yol gösterici bir mücadeledir. Pir Ahmet yoldaşı anmak demek, yığınları devrim için seferber etmek ve feda ruhunda ileri atılmak demektir. Onu anmak demek, M-L sıkıca sarılıp, her türden revizyonizme –oportünizmin kara bayrağını yırtarak devrim ve sosyalizm bayrağının daha yukarı kaldırılması demekti. Biz komünistler sevgili yoldaşımız Pir Ahmet solmazı işkence katledilmesinin 41. Yıldönümünde anarken yoldaşımıza, işçi ve emekçi yığınlara, emperyalizme, faşizme ve her türden gericiliğe karşı inatla ve ısrarla mücadele ederek düşlerini gerçekleştireceğimize bir kez daha ant içiyor ve söz veriyoruz
HALKIN BİRLİĞİ

11 Eylül 2018 Salı

Yoldaşlara Yol Açan ve O Yolu Onlarla, Omuz Omuza Yürüyen Önder İrfan Çelik Yoldaştan Öğrenmek..!



TKP-ML Hareketinin önderlerinden İrfan Çelik yoldaş, 14 Eylül 1980 yılında Davutpaşa zindanında örgüt hakkında bilgi almak amacıyla ağır işkencelerle maruz kaldı ve “ser verip sır verme” geleneğine bağlı kalarak ölümü gülerek kucakladı.
12 Eylül 1980 yılında devrimci halk hareketini ezip dağıtmak amacıyla işbaşına gelen faşist generaller çetesi genelde tüm toplumsal muhalefete ve özelde zindanlara yönelik a görülmemiş bir faşist baskı, terör ve zulüm uygulamaya soktu. Bunda amaç zindanları teslim alarak, buralarda yükselen devrimci sesleri boğmak ve buraları ihanet yuvaları haline getirmek ve dışarıda olduğu gibi içeride de devrimci iradeyi kırarak, topluma umutsuzluğu ve geleceksizliği dayatmaktı.
TKP-ML Hareketinin 1973 yenilgisinden sonra önce zindanlarda ardından 1974 yılında çıkarılan affın ardında 1975 yılının Temmuz ayında özgürlüğe adım attığı dışarıda komünist hareketin yeniden toparlanıp ayağa dikilmesinde, birincil derecede sorumluluk üstelendi. Hem işkence ve zindanda gösterdiği kararlı, mücadeleci ve kendini yenileyen tutumu ve hem de yoldaşlarına vermiş olduğu güven, sözüyle pratiği uyumlu bir önder olarak öne çıktı.
İrfan Çelik yoldaş komünist hareketin kuruluşu sürecinde hareketin kuruluşuna katılan yoldaşlar arasında yer aldı. Filistin de askeri eğitim gören İrfan yoldaş, hem askeri alanda hem de örgütsel pratik alanda kendisini geliştirmiş ve bu alanda sorumluluklar üstelenmiş yoldaşlardandı. PDA-Aydınlık saflarında askeri alanda sorumluluk üstlenmesi nedeniyle 1972 yılında Kaypakkaya yoldaşın önderliğinde gerçekleştirilen ayrılık sürecinde Ankara da PDA yöneticileri ile Muzaffer Oruçoğluyla birlikte görüşmeye gelen İbrahim Kaypakkaya yoldaşa komplo hazırlayan PDA’nın önder kadrolarından Halil Berktayın Doğu Perinçek'e gönderdiği mektupta  Kaypakkaya'nın zor kullanılarak Söke'ye getirilmesi ve orada idam edilmesine dair bir öneri sunuyor. Tarihe "Avşar Görüşmesi" olarak geçen Söke-Avşar'da İbrahim Kaypakkaya ve Doğu Perinçek arasında yapılan görüşme öncesinde Berktay'ın yazdığı mektubun ilgili kısmı şu şekildedir;
“Yoldaşım,
Musa (İbrahim Kaypakkaya) ve Seyit (Muzaffer Oruçoğlu) bayrak açmışlar... Rüstem (Bora Gözen) oraya varınca hiç bir şey olmamış gibi Merkezin fikir ve eleştirilerini dinlemek için kendilerini çağırdığını söyleyecek, allem kallem edip, bunları Ankara'ya yollamayı başaracak. Biz onları Ankara'dan buraya kılavuz ile getireceğiz. Burada tevkif edip gerekeni yapacağız. ...Ankara'ya gelipte orada su koyarlarsa Hulisi Bey (Nuri Çolakoğlu) orada tevkif edip minübüsü istetecek, silahlı adamlar yollayıp buraya aldıracağız. ...Kemal (Ercan Enç) idam edilmeleri gerektiğini belirtti. Şahsen bu fikre çok sempati duyuyorum... “
Nitekim Ankara’ya görüşmeye gelen “ parti yıkıcı hain” olarak gösterilen Kaypakkaya yoldaşın derdest edilerek, Söke’ye getirilmesi görevi, o dönem de askeri komitenin başında olan İrfan Çelik yoldaşa verilir. İrfan yoldaşın Kaypakkaya yoldaşı yakınen tanıdığı bilmeyen PDA yöneticileri yanlış yaptıklarını “parti yıkıcısı haini” etkisiz hale getirmek için görevini evde bekleyen İrfan yoldaş birden karşısında uzun dönemdir görüşmediği İbrahim Kaypakkaya yoldaşı karşısında görünce sevinçle bir birlerine sarılıp derin sohbete dallarla. Komplocular bu tabloyu görünce İrfan yoldaşın” hani nerde kaldı parti yıkıcısı hain” sözlerine geçiştirici yanıt verilerek, olayın üstü kapatılmaya çalışılır. İşin ilginç olanı ise, İbrahim yoldaşı yakınen tanıyan İrfan yoldaş değil de bir başkası olmuş olması komplo pratiğe geçirilecek ve silahla etkisiz hale getirilemeye çalışma anında bu komploya direnmeye kalkışması halinde Kaypakkaya yoldaş katledilecekti.
Kuşku yok ki İrfan Çelik yoldaşın sağlam komünist çizgisi rastlantısal değildi. 0, 1968'ler üniversite gençliğinin anti-emperyalist ve faşist çakal sürülerine karşı devrimci kavgasında ilk sınavını verdi, Ardından 12 Mart faşizminin kara günlerinde, KAYPAKKAYA yoldaşın yaktı komünist devrimci ateş ışığında savaşım verdi ve 12 Mart döneminde, zindan ve mahkemelerde hareketimizin onuru oldu. 0, 12 Mart zindanlarında örgütümüzü yeniden toparlayan öncü yoldaşlar arasındaydı. 0, 1975-76'larda hareketimizin hatalarını giderme savaşımının önündeki yoldaşlardandı, yoldaştı. 1978'de sağcı hatalarımıza karşı savaşımda, örgütümüzü militan komünist bir örgüt halinde geliştirme savaşımında yine en önde ve yine önderdi. Bu savaşımın ileri platformu olan Nisan 1979 Konferansı'na önderlik eden yoldaştı.
Örgütümüzün, doğuşundan itibaren görüşleri üzerinde güçlü etkilerde bulunmuş ve komünist hareketle işçi sınıfı hareketinin birleşmesini engelleyen etkenlerden biri olan Mao Zedung Düşüncesini ret kampanyasında da en önde yer alan yoldaşlardandı. İrfan yoldaşın pratik savaşımının belirgin çizgileri; en ağır görevleri eşsiz bir alçak gönüllülükle omuzlama sorumluluğu, örgütümüzün en kritik dönemlerinden geçtiği koşullarda daha fazla duyarlı davranıp, sorumluluk üstlenme özverililiği, proletaryanın savaşımının zor koşullarına dayanıklılık, eşsiz bir yoldaşlık ilişkisi, -gösterişsiz gözü pekliği işkencelerdeki direnişçiliğiydi. Bu özellikleri nedeniyle, 0, hep en önde sorumluluklar yüklendiği halde, komünizm davasının bir sıra neferi gibi yaşadı. O'nun tutumu, proletaryanın devrimci çizgisinin, komünizm davasının çizgisiydi.
TKP/ML Hareketini Merkez Komite Sekreteri olan İrfan ÇELİK yoldaşın, siyasal yaşamında TKP/ML Hareketi'nin de izlenebileceği, bu bakımdan TKP/ML Hareketi'nin tarihini kavrama ve onun gelişimini anlamada, siyasal biyografisinin öğrenilmesi önemli olan bir tarihsel kişiliktir .
TKP/ML Hareketi'nin kuruluş dönemindeki temel politik karakterinin 1974-80 devrimci mücadele dönemine taşınmasında, komünist genel hattın bu dönemde özgülleştirilmesinde ve geliştirilmesi sürecinde ifadesini bulacak başta gelen insansal somutluk İrfan ÇELİK'tir.
Onun yaşamı, bir bakıma Türkiye devrimci hareketinde 68 kuşağından '80'e kadarki kadro tipinin bir anlatımıdır.
İrfan yoldaş, devrimci fikirlerle 68'de İzmir Yüksek Öğretmen Okulu öğrencisi iken tanışıyor. '69'da İstanbul Üniversitesi'ne girdiğinde, gençliğin anti-faşist anti-emperyalist mücadelesine ve özerk üniversite mücadelesinin içine giriyor. Çizdiği tip mücadelenin doğal bir militan devrimcisi. İşgallerden boykotlara, boykotlardan yürüyüşlere koşuyor. Bilimsel araştırma kitapları okuma incelemeden teorik- siyasal, güncel mücadele sorunlarının tartışıldığı toplantılara dalıyor. Sonuç; teorik bilgisini, siyasal perspektiflerini o günün ortamında bulduğu devrim ve sosyalizm adına kitap, dergi ve yazılardan öğrenmek, bir bakıma aydınlanma, ilk bilinçlenme ile pratik mücadelenin ortasında, ilk deneylerin edinilmesi bir arada.
1970 yazı 15-16 Haziran, sıkıyönetim, 1971 yılı, ve 12 Mart geliyor. Yarı-legal çalışmalar ortamında İ.Çelik fiilen profesyonelce süren militan devrimcilikten, PDA- TİİKP saflarında resmi olarak da profesyonel kadro. Teknik konularda ve teori alanında eğitim ve Filistin'de askeri eğitim, bu dönemdeki yeni kazanımları, teorik ve pratik donanımına yeni ögeler olarak katılıyor. Ve silahlı kuvvetler içinde sorumlu kadro olarak atanıyor.
Bu sırada, PDA-TİİKP- TKP/ML Hareketi ayrılığından haberdar oluşla birlikte, TKP/ML Hareketinin saflarına katılıyor. Var olan bütün çalışmalara, TKP/ML Hareketi'nin ilk inşasının hemen tüm siyasi, teknik, askeri işlerinde görev alıyor. Kuruluşu omuzlayan ilk kadrolardan oluyor. 1973 yılı başında bölge çalışmasına katılmak için Kürdistan'a gittiğinde yakalanıyor.
Mardin ve Diyarbakır'da düşmanın  işkencehanelerin de, direniş çizgisinin ilk neferlerinden. Kaypakkaya'nın kanıyla yazdığı, düşmana ''ser verip sır vermeme'' geleneğinin ilk uygulayıcılarından olmak, sonraki işkence deneylerinde de sürdürdüğü çizgisi.
1973 ilk yazından '75 ortasına kadar süren zindan yaşamında, yenilgi almış Marksist-Leninist Hareketi yeniden toparlama; işkencede olumsuzu yargılama, olumludan olumsuzluğu arındırmaya önderlik eden; eğitim, araştırma çalışmalarında, askeri eğitimde öğretmen gelişen ve geliştiren yönetici kadro.
Mahkemede de süren militanlığı, örnek bir tutumdur. 12 Mart'ın döneklik, yılgınlık, pasifizm teori ve pratiklerine verilmiş bir yanıt olarak komünist devrimci tavrın yaratılmasına en önlerde katılmak bu devrede misyonu.
1975 Temmuzunda yeniden dolaysız mücadele içinde yer alma olanağına kavuşuyor. 0, artık örgütlü mücadelenin başında. Koordinasyon Komitesi üyesi. Yani, ideolojik, politik ve örgütsel-pratik mücadelenin en önünde, önderi konumundadır.
Bir yıllık süreçte KK üyesi ve bir bölge komitesi Sekreteri olarak daha çok örgütsel pratik çalışmaların başında yer alıyor. 1976 dogmatik Partizan bölünmesiyle biten iç mücadele dönemi içinde sivrilerek önderlik içinde de öne çıkıyor.
Geçmişin dogmatizmine, sübjektivizmine karşı savaşımda ayak direyen eğilimle hesaplaşmanın, cereyana göğüs germenin öncüsü, önderi oldu. Cereyana göğüs geremeyerek pasifleşenlere karşı mücadeleyi de başarıyla gerçekleştiriyor. "Sol''culuğa karşı savaş, "sağ"a kaymanın olanaklarını artırınca, 0, bu alanda da savaşı aksatmadan kararlılıkla götürmede önder ve örnek oldu. Dogmatik Partizan hizbin cereyanı etkisine girenleri kazanmak; dağılan örgütleri yeniden kurup geliştirmek, O'nun inisiyatif ve kararlı önderliği altında gerçekleşti. İdeolojik-politik görüşlerin hatalarından arındırılması çalışmalarında yer alıp ilerletici, örgüt kitlesinin kazanılmasında tayin edici bir yeri oldu.
1977 örgütsel düzeltme kampanyasının doğrudan sorumluluğu altındaki bölge örgütlerinde, tek tek kadro ve sempatizanların şahsında gerçekleştirilmesinde, eğitici, ikna edici dönüştürücü; perspektifler vererek ön açıcı; pratik kararlılık, olmazı olur kılma, azim verici birinci önder kadro oldu.
1978 Ağustosunda iç mücadelenin parti ve geçmiş sorununda bir bölünmeye varması, yeni bir durum, yeni bir tahribat dönemi. İ.Çelik burada da, çok kesin bir mücadelecilikle ayrılığın ideolojik özünde, örgütsel önder. Bölünmeyi yaratan hizbin yenilgiye uğratılmasında, tahribatın giderilmesi ve bölgelerde örgütlerin toparlanmasında birinci derecede yer aldı. Örgüt iç mücadelesinin kurallarının yaşama geçirilmesinde kararlılık ışığı O oldu.
1979 Nisan Konferansı TKP/ML Hareketi için bir dönüm noktası oldu. İrfan Çelik, '73 yenilgisinden bu tarihe kadar her dönemde, en badireli anlarda yılmaz bir militan, güçlü bir örgütçü, kararlı bir önder olarak bu sürece damgasını basmıştır. Bu dönemin başarıları kadar hatalarının da birinci derecede sorumlu birisidir. Örgüt ve önderlik organında otoritenin somutlaştığı komünisttir. İçinden geçilen iç mücadelelerde de otorite olarak oy birliğiyle MK’ya seçilmesi, sekreterliğe gelmesi bu durumun doğal bir sonucudur.
Nitekim, yeniden düşman eline düşene kadar siyasi ve pratik çalışmaların en önünde, önderi oldu Çok geniş çerçeveye yayılan pratik-örgütsel çalışmalarından teorik-siyasal çalışmaya ancak bir yıllık zamanda geçebilmiş olması bir talihsizlik. Zira bu devre, teorik önderlikte güç ve kapasitesini mücadele yeteneğini ortaya net bir şekilde Mao Zedung tartışmaları içinde örgütte çıkan çok önemli düşünce ayrılıklarının giderilmesinde tayin edici bir rol oynadı.
25 Haziran 1980'de yeniden yakalandığında, komünist bir önderin görkemli, düşmana yenilgiyi tattıran direnişine ve daha sonra faşizme karşı zindan direnişinin kararlı önderinin pratiğine tanık oldu.
İrfan Çelik yoldaş 12 Eylül faşist darbeciler tarafından Davutpaşa zindanında yeniden işkenceye alınarak ağır işkencelere maruz kaldı. Faşist işkenceciler İrfan yoldaşta örgütü ve yoldaşları hakkında bilgi istiyordu. Örgütü ve yoldaşları hakkında bilgi isteyen düşmanı ser verip sır vermeyen direnişiyle geri püskürttü. Ne ki düşman onu 14 eylül 1980 gününde katletti.
İrfan yoldaşın kaybı örgütümüz açısında yeri kısa zaman içinde doldurulması çok zor bir kayıptı.
Çünkü İrfan yoldaş hem deney ve tecrübesi, hem ikna edici ve güven kazanması ve hem de ideolojik-politik oturmuşluğu, hem de düşmanı çok yönlü tanımasıyla örgütün önderliği için çimentoydu. Neki düşmanın bunu bilerek İrfan yoldaşı zindanda katletmesi, örgütün gelişimi ve 12 eylül faşist darbesi sürecinde yönünü-yolunu kaybetmesinde ve bir döne tasfiyeciliğin girdabına kapılmasında tayin edici bir etki yaptı. İrfan yoldaş her dönemeç anlarında ön açıcı duruşu ve kararlığıyla örgüt kadroları ve kitlesini kucaklamasını ve onların güvenini pekiştirmeyi bildi.
Biliyoruz ki önderlik dendiğinde, genellikle insanları yöneten, onların başına geçerek, onları bir yerden diğerine götüren kişi yada kişiler anlaşılır. Halbuki önderlik bunu kapsamakla birlikte, bundan daha geniş bir kavramdır. Önderlik, insanları yönetmek kadar, onlara ilham verme, onları motive etme, onların gönüllü katılımlarını sağlama, kendi içlerindeki önderi ortaya çıkarma işidir.
İnsanların çoğu, devrimci önder dendiği zaman, enerjik, coşkulu, iyi hitabet kabiliyeti olan, insanları etkileyen, sosyal ilişkileri güçlü, karizmatik vb. bir profil getirirler akıllarına. Artık önderliğin, kişilik özelliklerinden ibaret olmadığını hepimiz biliyoruz.
Aslında İrfan yoldaş, yoldaşlarına yol açan ve onlarla bu yolla da omuz omuza yürüyen değiştirici ve dönüştürücü önderdi. Değiştirici ve dönüştürücü önderlik, somut gelişmelere bağlı olarak, hem kendisini değiştiren ve hem de örgüt ve yoldaşlarının değişimine önderlik eden, iddialı ama alçakgönüllü, kendilerini ön plana çıkarmak yerine, yoldaşlarını daha güçlü ve başarılı kılmak için çaba gösteren önderliktir. Onlar için önderlik, ödül ve cezaya dayanan bir değiş-tokuş değil, insanların içindeki gücü-yeteneği ortaya çıkarmak için üstlendikleri bir misyondur.
Dahası önderlik fiziksel özellik yada , doğuştan gelen bir yetenek değil, insanların edinebilecekleri bir yetkinlik olarak görülmesi gerekiyor.
Bu kadar farklı teoriye, bu kadar farklı anlayışa rağmen, komünist önderliğin özünde İrfan yoldaşta gördüğümüz bazı özellikler ortaklaştığını söylemeliyiz.
Bir kere önder gerek örgütün gerekse de kadroların sorunlara etkili çözüm bulan insandır.İrfan yoldaş bunu en iyi pratiğe uygulayan yoldaşlardan dı. Örneğin karar sürecindeki, bilgi toplama ve değerlendirme aşaması, sorunun kendisini çözmek kadar zor ve karmaşık bir aşamadır. Haliyle gerçek bir komünist önder , bilgi toplama ve değerlendirme sürecini önemser, bu alanda da örgüte yoldaşlara önderlik yapar. Doğru çözümün, doğru bilgi toplama ve doğru değerlendirmeyle mümkün olacağını bilen irfan yoldaş örgütün zor süreçlerde hep bu yolda yürüdü ve örgütü arkasında sürüklemesini ve her defasında güvenin pekişmesini sağladı. , bu süreci titizlikle yönetirler.
Yine önderlik sadece bir yön belirleme, hedef koyma yani fikir üretme işi değildir. Kararlı ve mücadeleci bir önder işi sonuna, sonuç alana kadar takip etmektir. Sonuç alabilmek için, sadece vizyon çizmekle kalmazlar, etkin çalışma, verimlilik ve disiplin gibi konulara da önderlik ederler. Yani görevlerin belirlenmesi ve bu görevleri kimlerin yada hangi örgütlerin, hangi araç ve güçle yerine getireceğinin somutlanması ve bu görevlerinin pratiğe geçirilmesi için sıkı bir disiplin içinde hareket edilmesi bir kişiyi gerçekten önder yapar. Tıpkı İrfan çelik yoldaş gibi.
Komünist önder var olanla yetinen değil tersine var olanı ileriye taşıyan ve tabulara vurandır. Önderler, herkesin alışık olduğu bakış açılarıyla yetinmez, tersini toplumsal gelişme ve politik değişimlere bağlı olarak yeni eğilimleri ve gelişmeleri takip ederler. Örgüt kadro ve kitlesini yeni fikirler ve çözümler bulmaya teşvik eder. Yani İfan yoldaş gibi bir önder öngörülü ve politik gelişmeleri doğru olarak okuyup, dogmatizm ve sübjektif düşünce tarzından uzak durarak, örgütü bu alanda devrimci bir çizgiye çekerek her önemli konuda farklı bakış açısını ve devrimci çözümü ortaya koyarak sahiptir ve haliyle de örgüte-yoldaşlara, yeni bakış açısıyla ilham verdi.
İrfan yoldaş öne çıkan önder bir yoldaş olarak yalnızca kendisini geliştirip yenileme di, aynı zamanda yakınındaki ve aynı organ içindeki yoldaşlara destek olup, onların gelişimine öndelik etti.
Önderlik, tek başına değil insanlarla birlikte kolektif bir görev bölüşüm, denetim, planlı ve disiplin içinde başarılı olma işidir. Etkili liderler, insanlarla empati kurarlar, insanları anlayarak onlarla işbirliği yaparlar. İnsanları geliştirmek, onların yeni yetkinlikler kazanmalarını sağlamak için çalışırlar. Birlikte çalıştıkları insanların enerjilerini doğru yönlendirip, kaynakların en etkin şekilde kullanılmasını sağlarlar.
Önderlik sadece perspektif koymak, hedef ve strateji belirlemekten ibaret değildir. Önderlik, aynı zamanda gücü ele geçirip, insanlara ödül ve ceza vermek de değildir.
Etkili bir komünist önder İrfan yoldaş gibi, teorik-politik alanda çözümcü olduğu kadar, örgütsel-pratik alanda ortaya çıkan engellere ve zorluklara takılıp kalmayan, aynı zamanda gündelik sorunları doğru ve etkin yolarla çözen, sonuca hızla yürüyen bir önder olmalıdır. Doğru değerlendirme yapan, birlikte çalıştığı insanları motive eden, onları geliştiren; yeni bakış açılarıyla herkesin ufkunu açan, mütevazi ama ilkelerinde ödün vermeyen insandır.
Kısacası İrfan yoldaşta öğrenir ve Onun erdemleriyle donanırken: insanlara yol açan ve sonra o yolu onlarla, omuz omuza yürüyen ve sonuç almasını bilen yeni önderler yetiştirmek için görev başına koşmalıyız.