10 Aralık 2019 Salı

Ölümünün 15.Yılında Şefika Necla Kaya Yoldaşı Anarken..!


Şefika Necla yoldaşı bundan 15 Aralık  2004 yılında  kahrolası kanser hastalığında kaybettik. Komünist kadın savaşçı olarak 49 yıllık yaşamının ezici çoğunluğunu devrim ve sosyalizm savaşımının başarısını adadı.
Biliyoruz ki yaşamın bir başka anlam kazandığı alanlarda durdurmaz yaşamı ölüm. O sadece derinleşen özgürlük çığlığında ince bir kavşaktır. Yaşamı anlamlı yaşamaktır, ölümü anlamsızlaştıran derin bir anlam yükleyen özgürlük mücadelesine. İşte bundandır ki kavga erlerimizin yaşamları, yaşamın resmedildiği özenle hazırlanan en güzel kır çiçekleriyle süslenen deftere aktarılır, yaşamın kutsal ve zorlu gerçeği.
Dahası en büyük değerlerden biridir yoldaşların anılarını yaşatmak. En yalın onlara yansız özgürlük hissetmelerimiz. Onlar, oralara yaşamımızın gizemli perdesini ve onlar bir daha anlatır yaşam gerçeğimizin vazgeçilmez güzelliklerini. Çünkü bizim özlemlerimiz sayfaların satır aralarında gizlidir yaşam gerçeğimiz gibi
Necla yoldaşı kadının özgürleşmesi yürüyüşünde bir öykünün adı olarak 15 yıl oldu. Ama o hala dün gibi bizimle yaşıyor. Onurlu bir yaşamın ardından sonsuzluğun yolunu tutan bir yolcu olan Necla yoldaş, Erzurum’dan İstanbul’a oradan yurt-dışına kadar uzanan uzun yolculuğundan, O, bir ülkenin sınırlarına sığmayan enternasyonalist bir devrimci olarak bir kıtayı boydan boya arşınlayan bir kadın özgürlük savaşçısıdır.
Yüreğini halkının kimsesizliğine adayan bir sevda çığlığı olan Necla yoldaş, coşkunun ve sevincin ağız dolu gülüşüydü. Ne kadar sevsek onuru Necla yoldaşı o kadar sevmiş oluruz. Onurluca yaşadı her özgürlük savaşçısı gibi, doyasıya ve ağız dolusu özgürce bir gülüşle yaşadı O 49 yıl. Dopdolu bir yaşama sevinci ve mücadele aşkı bıraktı ardından bizlere. Ne zaman düşsek yalnızlığa ve acıya, biliriz ki Şefika Necla yoldaş, yine bize moral veren bir sevgidir yanı başımızda. O, yüreğimizin sırra erdiği bir zamanın tek konuğudur. Özgür kadının örneğidir derdik Şefika Necla yoldaşa, çünkü her bakımdan köleleştirilmiş kadının konumunun zorlu mücadelelerle aşılacağına inan komünist bir kadın militan, bir özgürlük savaşçısıydı.
Biliyoruz ki, Şefika Necla yoldaş nice zorlukları ve ihanetleri yaşadı. Bir dönemler ekmeğini paylaştığı yoldaş olan MLKP tarafından kaçırılıp her türlü kirli yöntemlere maruz kaldı. Faşizmin devrimcilere dayattığı “bizim söylediklerimiz kabul et kurtul” ihanet dayatması ve ailesini, çocuğunu kullanması, ölüm senaryosu düzenlenmesi, kontracı yöntemler en yakını ablasının aşağılık dayatmalarını yaşadı. Kısacası devrimcilik adına ihanetin ve kontracılığın  en aşağılığını yaşadı. Necla yoldaş tüm bunları, farklı düşünüp ve farklı bir örgütsel oluşuma gittiği için yaşadı.  Bu derin kontracı ihaneti ve acıları yüreğine açılan derin yarayı kendi ellerinle kapatmaya çalışan Şefika Necla yoldaş, umudunu asla yitirmedi.  Biliyordu ki  umut yolcuları dinmeden ve durmadan acıları ve yoksunlukları aşarak hedefe yürüyeceklerdir. Nere de ve nasıl olursa olsun umut yolculuğumuzdan asla vazgeçmek yok. Ta ki özgürlük bayrağını zafer burçlarına dikene dek sürecek.
Nitekim Necla yoldaşa kontracılığı dayatan MLKP yöneticileri birer birer mücadeleyi terk ederek düzene döndüler yada ellerindeki devrimci kanı ve kontracılığı unutarak yaptıkları ve sorumlu oldukları kirlilikleri unutturmaya çalıştılar.  
Dün Necla yoldaş ve bir çok yoldaşa silah sıkıp bıçak vuran, çivili sopalarla pusu kurup saldırılarına ve  devletin gözaltı kayıplarında kullandığı kaçırma yöntemlerini kullanan MLKP bugün lanetle anılmaktadır.
Necla yoldaşın kişiliğini şekillendiren temel olgu kadının özgürlük mücadelesinin kendini yaratma eylemine dönüşmüş olmasıdır. Yoksa bu ihaneti aşması olanaksız olurdu.  Sınırsız, sürekli anlam kazanarak büyüyen, ütopyalarla yoğrulduğu kadar yeni yaşamın hayallerini bunları gerçekleştirme mücadelesiyle birleştiren, bulduğu kadar yeniye yönelen, sonsuz anlama ve yaratma merakıyla arayışlarını sürekli canlı tutan, salt arayışların rüzgarında kalmayıp ulaştığı özgür yaşam damlalarını derinliğine yaşayan, yaşattıran ve soluduğu havaya yayan, bunu günlük yaşamında sürekli bir akışa dönüştüren bir yaşam tablosudur Şefika Necla yoldaş.
Şefika Necla yoldaş “ Özgür Kadın Mücadele eden kadındır ” şiarını kendi yürüyüşünün pusulası yapan özgür kadın kişiliğidir. Tarihte ender görülen kişilikler olduğu gibi bizim mücadele tarihimizde de örnek kişilikler vardır. Acılarla örülen tarihi, halkın umutlarını ve acı çeken kadınları unutmayan mücadelecilerdir onlar. Gerçek özgürlüğü küçük hazlara değiştirmezler. Sıradan gözler yetişmez onların görüş açılarına. Çelişkileri derinden yaşadıklarından acıları da derinden yaşarlar.
 Yok oluşun eşiğine getirilen halkın ve kimliksizleştirilen kadının hakikatini çağırırlar. Hakikat ve ikiyüzlülük, karanlık ve aydınlık, güzellik ve çirkinlik, barış ve savaş, özgürlük ve kölelik olguları damla damla onların içinde yaşanır ve süzülerek onların öz kişiliğini oluşturur. Onlar her güne yeni bir doğumu sığdırırlar ve duruşlarıyla yeni bir mücadele ilanı yaparlar tüm egemenlik kuşatmalarına karşı. Güzelliklerin nöbetçisi olma kararlılıklarını ne kar ne fırtına ne de hiçbir tufan engelleyemez.
Yaşamak için yaşamayı öğrenmek, öğrendiklerini anlamak, anladığını uygulamak, uyguladıklarının sonuçlarını değerlendirmek ve bu değerlendirme ışığında yaşamayı ne kadar hak edip etmediğinin muhasebesini yapmak gerekmektedir. Necla yoldaş bu mücadeleyi kendi bedenini bu terazide tartmış, ruhunu buradan çıkan sonuçlarla anı anına muhakeme etmiş ve kendini, kendisiyle bu zorlu mücadelenin sonucunda yaratmıştır.
Yarattığı bu kişilik, yarattığını yaşamın akışına katan, kendini kuşatmakla, oluşanla yetinmeden, kendini hiçbir şeyin üstünde görmeden, öğrendiklerine rağmen öğrenme ve öğretme eylemini günlük yaşamın ayrıntılarına yerleştiren, aynı yolu paylaştığı yoldaşlarıyla yaratmak istediklerini gerçekleştirmenin çabasını veren, bunu yaparken bireyi reddetmeden, yıldırmadan, mütevazı bir yürek ve beyinle, değişimin gerekliliğine inanarak, değişimin kazanımlarıyla onurlandırarak ve bireyi bunun iç sorgulaması kadar kutsal çabasına yönelten sürekli bir esintiyi kendine kabul etmiş ve devrimin gerektirdiği fırtınalı kişiliğe bir örnek olmuştur. Çünkü Şefika Necla yoldaşın insanı algılayışı ve insan yaklaşımı, hümanizmin yorumlanması, duygu ve akılla yoğrulan özelliklerin onurlu yaşamaya yönelen insan uğruna davranışa dönüştürülmesi, insanlığın bugün yaşadığı olgunluğun kocamış dünyada duygulanımlarla bütünleştirilerek bir yaşam tanımının oluşturulması hedefine kilitlenmiştir.
  Şefika Necla yoldaşın tüm yazıları, değerlendirmeleri, konuşmaları, mektupları ve yaşamının tamamına yaydığı düşünceleri; sosyalist sevgi ve sosyalist öğretiyi yaşama esası üzerine kuruludur. Bu sevgi O’nda aşk düzeyindedir ki onsuz yaşamayı düşünemez. Bu sevgi, gerekliliklerini her şeye rağmen yerine getirmenin, zorluklara hazır olmanın ve bunu yapabildikçe yaşamını anlamlandırmanın kendini dayattığı bir sevgidir.
Şefika Necla yoldaşın kişiliği, kendine örnek aldığı komünist önder kadınları miras olarak aldığını, neleri tarihten bugüne taşıdığını, hangi aşamalardan damıtarak kendini bugüne getirdiğini bilmek, bizleri O’nun şahsında gerçekleşen özgür kadın kişiliği hakkında aydınlatacaktır. Bu somut örnekle ortaya çıkan özgür kadın gerçekleşmesi bizler için yaşamın her anında, her türlü yaşamsal olguda ve hayallerimizde dahi kendimiz için örnek alacağımız bir özgür kadının portresidir.
Dahası sınıf savaşımı dur durak bilmeden sürüyor. Şehitlerimizin yaşamı ve mücadelelerinden öğrenmek ve onların erdemleriyle donanmak için daha çok çaba göstermeliyiz. Başka türlü mücadeleyi ileriye taşımak olanaksızdır. Eşitlik ve özgürlük yüklü güzel günleri yakalamak için kavgaya sıkıca sarılırken, Şefika Necla yoldaşı, ölümünün 15.yılında sevgi ve saygıyla anıyor ve yoldaşların olarak ideallerini bayraklaştıracağımıza söz veriyoruz.
Özgür Kadın Şefika Necla Yoldaş Ölümsüzdür!
 Özgür Kadın Özgür Toplumda Olur…!
Aralık-2019
HALKIN BİRLİĞİ

1 Kasım 2019 Cuma

MİLİTAN KADRO TİPİNİN ÖRNEĞİ ZÜLFİKAR URALÇİN


z zülfikar uralçin ile ilgili görsel sonucu
Zül­fi­kar yol­daş Göz­te­pe Ak­şam Ti­ca­ret Li­se­si 7/C sı­nı­fı öğ­ren­ci­siy­di. O ak­şam oku­lun da­ğıl­dı­ğı sa­at­ler­de, Ül­kü Ocak­la­rı ad­lı ci­na­yet şe­be­ke­si­ne bağ­lı ki­ra­lık ka­til­ler öğ­ren­ci­ler üze­ri­ne yay­lım ate­şi aç­tı­lar. Ağır ya­ra­la­nan Zül­fi­kar yol­daş kur­ta­rı­la­ma­ya­rak 1976 20 Ka­sım sa­ba­hı şe­hit­ler or­du­su­na ka­tıl­dı.
Fa­şistlerin dev­rim­ci de­mok­rat öğ­ren­ci­le­ri kur­şun­la­yıp ka­çar­lar­ken cep­le­rin­den dü­şür­dükleri ve bir yurt­se­ve­rin dev­rim­ci der­gi­le­re ilet­me­siy­le ka­mu­oyu­na ya­yın­lan­an bel­ge­de fa­şist­le­rin he­def seç­tik­le­ri dev­rim­ci­le­rin lis­te­si bu­lu­nu­yor­du. Ve bu kat­le­di­le­cek ki­şi­ler lis­te­sin­de Zül­fi­kar yol­da­şın adı­da var­dı. Fa­şist­ler Zül­fi­kar yol­da­şın adı­nın kar­şı­sı­na “aşı­rı mi­li­tan” şek­lin­de not düş­müş­ler­di. Yok­sul bir Kürt ai­le­si­nin ço­cu­ğu olan Zül­fi­kar Ural­çin 15.6.1953 yı­lın­da Kars’ın Su­suz il­çe­si­nin Du­rum­lu köyün­de dün­ya­ya gel­di. Yok­sul­luk Ural­çin’­le­ri göçe zor­la­dı. İş bu­la­bil­mek ama­cıy­la ön­ce ‹z­mit’e da­ha son­ra­da ‹s­tan­bul’a yer­leş­ti­ler.
1971 yı­lın­da Ka­dı­köy Ak­şam Ti­ca­ret Li­se­si’ne ka­yıt yap­tı­ran Zülfi­kar yol­daş hem öğ­re­nim ha­ya­tı­nı sür­dür­mek ve hem­de ai­le­si­ne mad­di yön­den kat­kı­da bu­lun­mak için ça­lı­şı­yor­du. Fa­kat o yıl ağır has­ta­la­ğı ne­de­niy­le oku­la de­vam ede­me­miş­ti. Zül­fi­kar yol­da­şın 1969 yı­lın­da ye­şe­ren ve git­tik­çe ge­li­şen dev­rim­ci fi­kir­le­ri 1 yıl­lık has­ta­lı­ğı döne­min­de da­ha da ge­liş­me im­ka­nı­nı ya­ka­la­dı. 1972 yı­lın­da oku­lun ge­ce bölümüne ye­ni­den ka­yıt ol­muş ve yi­ne gün­düz bir iş ye­rin­de iş­çi ola­rak ça­lış­ma­ya baş­la­mış­tı. Hem okul­da ve hem­de iş­ye­rin­de dev­rim­ci mü­ca­de­le­nin ge­liş­me­si için büyük bir ça­ba için­de ol­du. Bütün sı­nıf ki­ni ile 12 Mart 1972 cun­ta­sı­na kar­şı sa­va­şı­mı­nı yi­ğit­çe sür­dür­dü. Onun bu dev­rim­ci ça­lış­ma­la­rın­dan te­dir­gin ol­ma­ya baş­la­yan fa­işist dik­ta­tör­lü­ğün tas­ma­lı köpek­le­ri si­vil fa­şist­le­rin bas­kı ve teh­dit­le­ri Zül­fi­kar yol­da­şın sı­nıf ki­ni­ni bi­le­yen bir bi­le­ği ta­şı ol­mak­tan öte gi­de­me­miş­tir. 1973 yı­lın­da İb­ra­him Kay­pak­ka­ya yol­da­şın ön­der­li­ğin­de ku­ru­lan TKP/ML ha­re­ke­ti­nin gö­rüş­le­ri­ni be­nim­se­miş ve bu doğ­rul­tu­da sa­va­şı­mı­nı sür­dür­müş­tür.
Zül­fi­kar yol­daş ener­jik bir ça­bay­la çev­re­sin­de­ki kit­le­le­ri bi­linçlen­dir­me­ye ça­lış­mış, on­la­rı fa­şist dik­ta­tör­lüğe kar­şı müca­de­le­ye ça­ğır­mış ve kur­tu­luş­la­rı­nın dev­rim ve sos­ya­liz­min za­fe­re ta­şınma­sın­dan geçti­ği­ni an­lat­mış­tır. Ça­lış­tı­ğı fab­ri­ka­da iş­çi­le­ri ör­güt­le­yip on­la­rı ko­mü­nist ha­re­ke­tin çiz­gi­sin­de ha­re­ke­te ge­çir­me­ye ça­lış­mış­tır. Ça­lış­tı­ğı fab­ri­ka­ya Yah­ya De­mi­rel pi­ya­sa de­ğe­ri­nin çok üs­tün­de fi­yat­lar­la ken­di tom­ruk­la­rı­nı sat­mak­tay­dı. Bu­nun üze­ri­ne Yah­ya De­mi­rel’in fab­ri­ka­ya gel­di­ği bir an hem bu soy­gun­cu­nun teş­hir ve pro­tes­to edil­me­si ve hem­de bir iş­çi ar­ka­da­şı­nın müdür tara­fın­dan to­kat­lanma­sı­nın pro­tes­to edil­me­si için bü­tün iş­çi­le­ri bi­ra­ra­ya top­la­ya­rak De­mi­rel’le­rin ve soy­gun­cu pat­ron­la­rın hal­kı na­sıl soy­duk­la­rı­nı teş­hir et­ti. Ça­lış­tı­ğı fab­ri­ka­da iş­çi­le­rin her so­ru­nuy­la ilgi­le­nen Zül­fi­kar yol­daş on­la­rın sen­di­kal müca­de­le­le­ri­nin de ön­de­ri ol­muş­tur. 1974 yı­lın­da (Tes-İş) sen­di­ka se­çi­min­de AP’li iş­ve­ren adam­la­rı­nın ka­zan­ma­ma­sı için müca­de­le yürüt­müş, de­mok­rat ve ile­ri­ci ni­te­lik­li ki­şi­le­rin sen­di­ka yöne­ti­mi­ne se­çil­me­le­rin­de et­kin rol oy­na­mış­tır.
Zül­fi­kar yol­daş si­vil fa­şist te­rörün yük­sel­di­ği ko­şul­lar­da Göz­te­pe Ak­şam Ti­ca­ret Li­se­si’ne Dev­rim­ci-de­mok­rat öğ­ren­ci­le­rin ör­güt­lü ola­rak git­me­le­ri­ne ön­der­lik eden­ler­den­di. O ne­re­de grev var­sa hep ora­da ol­du. Fab­ri­ka­lar­da bil­di­ri da­ğı­tı­mı, du­var­la­ra ya­zı yaz­mak ve fa­şist sal­dı­rı­la­ra kar­şı si­lah­la kar­şı dur­mak gö­rev­le­rin­de hep Zül­fikar’ın atak­lı­ğı, dev­rim­ci coş­ku­su­nun izi var­dı. O tam bir gö­rev ada­mıy­dı. Bu­gün­kü işi ya­rı­na bı­rak­ma­yan ve bir pro­le­ter dev­rim­ci ola­rak di­sip­lin­li ya­şa­ma ve ha­re­ket et­me­ye büyük özen gös­te­ren yol­daş­lar­dan­dı. Si­vil fa­şist sal­dı­rı­la­rın yo­ğun­laş­tı­ğı dönem­de, yol­daş­la­rı­na bir çok öne­ri ge­ti­re­rek, fa­şist sal­dı­rı­la­ra on­la­rın an­la­dı­ğı dil­den ce­vap ver­me­nin dev­rim­ci ha­re­ke­tin ge­li­şip, iler­le­me­si ba­kı­mın­dan büyük önem ta­şı­dı­ğı­nı kav­ra­ya­rak, dev­rim­ci mi­li­tan çiz­gi­nin hem sa­vu­nu­cu­su ve hem­de pra­tik­çi­si ol­du. O oku­la sürek­li ola­rak si­la­hıy­la gel­di. Fa­kat fa­şist­le­rin öğ­ren­ci­le­ri ta­radı­ğı gün di­rek iş­ten oku­la gel­di­ğin­den si­la­hı­nı ya­nı­na al­ma­mış­tı.
Bu­gün­de si­vil fa­şist sal­dı­rı­la­rı püs­kürt­mek Zül­fi­kar yol­daş gi­bi, on­la­ra on­la­rın an­la­ya­ca­ğı dil­de, ya­nıt ver­mek dev­rim­ci mi­li­tan bir çiz­gi­de iler­lemek­ten ge­çi­yor. Okul­lar­da, so­kak­lar­da, fab­ri­ka­lar­da si­vil fa­şist te­rörü ez­mek, da­ğıt­mak için, Zül­fi­kar yol­da­şın sa­vaş­çı hat­tın­da yürüye­cek, uğ­runa ölümü ku­cak­la­dı­ğı, dev­rim ve sos­ya­lizm da­va­sı­nı za­fe­re ta­şı­ya­ca­ğız.

17 Ekim 2019 Perşembe

18.YIL ÖNCE ÖLÜM ORUCUNDA KAYBETTİĞİMİZ ALİ EKBER BARIŞ YOLDAŞI ANARKEN …!


Ne yapsam ne söylesem ve ne düşünsem, nereye gitsem hayat, Yine de çözüm bekleyen yanların olduğunu biliyorum. Seni köhnemiş bir zindanda tanıdım. hiç yüzünü görmedim, sesini duymadım ama yazılarını, resimli duygu yüklü mektuplarını fakslarını okudum ve birde ben gidiyorum ama beni ailemi unutmayın diyen vasiyetini. 18 Ekim 2001 yılında KP-İÖ'nün 2. grup Ölüm Orucu savaşçısı olarak zindanlarda dayatılan teslimiyet ve ihaneti parçalamak için, tam 6 ay bedenini açlığa yatırarak ölümsüzler ordusuna katılan Ali Ekber Barış yoldaşı anmak, onu anlamak ve genç kuşaklara taşımak, bir yerde silkinip yenilenmek büyük önem taşıyor.
Bunun içindir ki, her bir yoldaş öncelikle Ali Ekber Barış yoldaşın yaşamını ve devrimci kavgasını okumalı-ders çıkarmaları ve öncelikle aynayı kendisine tutmalı, ben ne kadar şehit yoldaşlara sahip çıktım ve Onlara verdiğim sözlere ne kadar bağlı kaldım sorularını sorup ve yanıt vermelidir Ne kadar devrimci vicdanımıza dokunduk, ne kadar vefa duygusu içinde olduk.
Hiç yorulmadan dönen bir değirmen taşı olarak gördüm güneşi. Aynı yerde dönüyordu taşları. Onu çeviren zaman, su olmuştu 24 saatlik dilimlere bölünüp. Siyah ve beyaz renkli elleriyle hızlı vuruyordu ki taşlara, hızına yetişmek mümkün değildi. Gecenin gündüzün düşleri arasında, un ufak olan ömür, uçsa da, kaçsa da toprağa düşüyordu sonuçta.
Yer açmak için yenilerine, yeşillerine süzülerek uçtular. Bazen sulara, bazen, bazen taşlara, bazen çimenler üstüne. Uzaklaşıp gitti zaman dönmemek üzere, Onları da katarak önüne…
Ve ben geç kalmıştım, bazı gerçeklerin olduğu gibi nitelenmesinde: kuşlara, arılara, çocuklara, otlara, deliğinden takırdayan farelere, yavru kediye, yılana.
Ah yıldızlar. Ne zaman başımı kaldırıp baksam gök yüzüne, yerinizdesiniz. Attığınız demirlerimi gözlerimize değen ışıklarınız . Öyle ise sakın toplamayınız halatlarınızı, kendiniz gibi beni de yerime çivilediniz ve ben geç kalmışım, özlemim durak bilmez yollarında, ihanetin ihanet olduğunu anlamadan, safça yalanları gerçek olarak algılamaktan, hazırlıksız yakalanıp yürüdüğümü anlamak için.
İkilerde mi düğümleniyordu yaşam.? Ateş ile su, yer ile gök, sevgi ile nefret, kadın ile erkek iyi ve kötü hep yan yanamıydı ?.Ben ile ruhun iç içeliğin de yok muydu bir tersliklerimiz, garipliklerimiz.
Hem cenneti, hem cehennemi mi yaşıyorduk aynı anda. Tutunan yanımıza kimler egemen olmuştu böyle? Ve tutulamayan yanımızla hangi uzak ellerde çiçek topluyorduk? Hangi gözlerle sevgi buluyor, hangi yüreklerde aşk arıyorduk . Uçan böceklere ne zaman boyun eğmişlik böyle?
Hep uzaklarda filizlenen duygular değimliydi bizi kendine çeken? Ne olduğunu bilemediğimiz düşler, rengini, soluğunu, biçimini öğremediğimiz yüzler değimliydi.?
Yüreğimizde ona dokuna bilme umudu taşıdık hep. Pusulasız yollarda, adresiz şehirlerde sokaklar ve evler tanıdık gibi geldi de, parmağımızı uzatamadık bir kapının ziline.
Dimdik bekledik hep, bize bir ses ‘gel’ desin diye. Ama hiç yitirmedik içimizdeki özlemi, devrime olan umudu. Şimdinin nasıl dünü varsa, yarınında bugününü yönelttik özgürlüğe yaşamamız bunun içindir. Mavi bir çiçeğin kokusunu koklar gibi, pınar başlarında yudumlanan bir avuç soğuk su gibi, açlığı bastıran bir lokma ekmek gibi, türkü gibi, marş gibi, şiir gibi, özgürlüğe kanat çarpan kuşlar gibi, hücrede direniş türküsü söyleyen ıslık gibi, ölüm orucunda milim milim ölüme koşan Ali Ekber Barış yoldaş gibi..
Ey sevgili yoldaş, sen gideli kocaman 18.yıl oldu ama hasretin bir türlü dinmedi. Nice acılar ve ihanetler yaşadık sensiz. İhanetler zoru görünce kaçanlar, düzene dönenler . Ama ben seni bir adım gizemime sarıp doldurdum hep yüreğime. Savaşa ve yıkıma karşı mücadelenin etkisi ve emekçilerin sokakları canlandıran sonbaharın kasveti ama devrime dönecek olan devrimci rüzgarın esintisinde, senin umudunu buluyorum yoldaşım. Daha sıkı sarıp sarmalamakta.
Sevgili Ali Ekber yoldaşım: seni anmak tüm güzellikler için dövüşmekti. Seni anlamak halkın acılarını ve yoksunluklarını dindirmek için daha sıkıca sarılmaktı mücadeleye. Seni sevmek daldan kalan sonbahara direnen son yapraktı, gönülden açan özgürlük kuşuydu.
Adeta trenin köprüden son geçişi, nehrin denize son ulaşmasıydı. Ellerini üstümden, sesini sesimden, duygunu gözlerinden ve sözlerimden esirgeme. Seninle yıkılıyım toprak üsten, kar altına, yağmur sularına karışayım. Kavga olup çıkar başını karın altında, inadına filiz veren kardelenler gibi. Başını baharda papatyalarla, çiğdemlerle, nergizlerle açtır. Itır kokayım hep yanında yeniden yeniden. Ama sakın ola bana geç kalma deme. Bak kara bulutlar dağılıyor, kavga sesleri geliyor her yerde, vasiyetine bağlı kalıp İnşamız daha da büyütmek için atıyoruz yüreğimizi kavganın kızgın ateşine.…
Vasiyetini yerine getirmek için bıçağı daha sıkı bileyliyor ve yarım bıraktıklarını tamamlamak için anılarımızı tazeliyoruz.
Yoldaşın Kemal Çelik

19 Eylül 2019 Perşembe

Kürdistan’ın Özgürlüğüne Adanmış Bir Yaşam Musa Anter..!



Kontr-gerilla tarafında hunharca katledilen Kürt halkının Apesi(amcası) Musa Anter, 1920 yılında Mardin'e bağlı Nusaybin ilçesinin Eski mağara köyünde doğdu. İlkokulu Mardin'de, ortaokul ve liseyi Adana'da okudu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. Annesi Fesla Hanım, Türkiye'nin ilk kadın muhtarlarından biridir.
1944'te Abdurrahim Rahmi Zapsu'nun kızı Ayşe Hale ile evlendi. Ayşe Hanım ile evliliğinden 1945'te büyük oğlu Anter, 1948'de kızı Rahşan ve 1950'de küçük oğlu Dicle dünyaya geldi.
İlk gözaltına alınması öğrencilik yıllarında Dersim İsyanı sırasında oldu. Mustafa Kemal'in annesi Zübeyde Hanım'a hakaret ettiği gerekçesiyle için 45 gün gözaltında kaldı.
Canip Yıldırım ve Yusuf Azizoğlu ile birlikte İleri Yurt gazetesini çıkaran Anter, yayımladığı Kürtçe şiiri "Qimil / Kımıl" sebebiyle 1959 yılında 49’lar Davası ile idamla yargılandı. 27 Mayıs Darbesi'nde aftan yararlanarak serbest kalan Anter, cezaevinden çıktıktan sonra Deng, Barış Dünyası ve Yön dergilerinde yazdı. 1963'te 23'ler davası ile tekrar cezaevine girdi. Mamak, Sultan Ahmet, Balmumcu, Seyrantepe ve Nusaybin cezaevlerinde yattı. 12 Eylül Darbesi'nde "Kürtçülük propagandası " yapmaktan tutuklandı. Yaşamı boyunca toplam 11,5 yıl hapis yattı.
Devrimci Doğu Kültür Ocakları, Halkın Emek Partisi, Mezopotamya Kültür Merkezi ve İstanbul Kürt Enstitüsü'nün kurucularındandı.
Bir çeşit otobiyografi olan iki ciltlik Hatıralarım adlı eseri için kendisi aşağıdaki yorumu yapmıştır:
« Denilebilir ki Musa sen kim, bu anılarında geçen zatlar kim! Amma bence bu soru yerinde değildir. Çok kere fakir bir adam bir define bulur veya  loto-toto'dan para kazanır ve aniden zengin olur. İşte ben de Zıvıng'ın mağaralarından aleme çıkınca o fakir gibi tesadüfen ve de şans mahsulü değerli şahsiyetlerle tanıştım. İşte bu anılarım, bulduğum bu definelerin mahsülüdür. »
Ölümü
Anter, 20 Eylül 1992'de Diyarbakır'ın Seyrantepe mahallesinde itirafçı olup kont-gerilla tarafından tetikçi olarak kullanılan PKK itirafçısı olan Hamit Yıldırımın silahlı saldırısı sonucu sol bacağına iki, kalbi ve kafasına birer kurşun sıkılarak öldürüldü. Eski JİTEM elemanı Abdülkadir Aygan; Anter'in, kendisinin de içinde bulunduğu tim tarafından JİTEM için öldürüldüğünü söylemiştir. Dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz'ın isteği üzerine Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Kutlu Savaş'ın hazırladığı Susurluk Raporu'nda, Anter cinayetinin Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım tarafından planlanıp uygulandığı yer almıştır.
27.yıl önce Kont-gerilla tarafında katledilen Ape Musa’yı saygıyla anıyoruz.


KABESİ İNSAN OLAN RUHİ SU'NUN TÜRKÜLERİ HİÇ SUSMAYACAKTIR..!


Benim Kabem insandır
Hele nenni nenni dost nenni
Kuran da kurtaran da
Hele nenni nenni dost nenni
İnsanoğlu insandır
Hele nenni nenni dost neni.”
Ruhi Su, 1912 yılında Van da doğdu, 20 Eylül 1985 yılında kanser hastalığında faşist cuntacıların tedavi olmasını engellemesi nedeniyle yaşama gözlerini yumdu.
Yaşamı boyunca hep zorluklarla karşılaşmıştır. Çektiği tüm acılara rağmen “direnç ve kararlılıkla” mücadele edenlerden birisiydi. Yılmadan sazı eşliğinde türküleri dile getirdi. Nereden seslenirse seslensin o yer bir sanat merkezi oldu.
Bin bir güçlüğü aşarak derlemeler yapmış bir Anadolu çınarıdır O. Yunus Emre’nin Pir Sultan’ın, Karacaoğlan’ın ve daha nice anonim sözler onun sesiyle ölümsüzleşti. Nazım Hikmet’in şiirlerini de ilk besteleyen o dur.
Onun türküleri dinlendiğinde adam öldürmeyi oyun sanan mezar taşlarını koyun sananların hikâyeleri, Burçak tarlasında çalışan kızların öyküleri yayladan inen kızların anaların ağıtları, öğrenilir. Kişi onu dikkatli dinlerse bu toprakların öyküsünü de anlar, ülkesinden çok uzaklarda olsa bile insanı memleketine sıkı sıkı bağlar.
Ruhi Su yaşadığı zaman diliminde ülkesinde hak ettiği değeri göremedi. Ömrü cezaevlerinde demir parmaklar arkasında geçti. Konservatuardan, çıkarıldıktan sonra radyo programına da son verildi. Ardından albümlerini ve tedavisini önlemek için yurt-dışına çıkışını yasakladılar. Bu faşist zihniyet vatanı kurtardığını sandı! Onun suçu devrimci olmak ve gerçekleri halka taşımaktı. neydi?
Emekçi halkların binlerce yıllık birikimini araştırarak derlediği türküleri biriktirerek çoğaltıp sözüyle sazıyla aklıyla yüreğiyle halkına vermekti tüm gayesi.
O faşist kafatasçı zihniyetin uzantısı Ruhi Su’nun mezar taşını da kırmıştı. Kırdı ne oldu? O güzel sesi kulaklardan nasıl silebilirlerdi.
Bu olay yaşamını kabul edemeyenlerin mezarına da tahammül edemediğinin resmiydi. Demek ki Ruhi Su, öyle bir derin geçmiş bırakmıştı ki kendisi bu dünyadan ayrılsa da mezar taşı bile faşist gerici halk düşmanlarını korkutmuştu.
Ruhi Su halkını ta gönülden seven bir kişilikti. Halkının yarattığı değerlerden biri olan türküleri işkenceler ve zindanlar pahasına söylemekten çekinmeyen ozandı. Her platformda hiçbir müzik aletinin insan sesini anlatma gücüne sahip olmadığını da savunuyordu.
Yaşamında her an umudunu kaybetmeyerek, mücadeleci insan yönüyle ve aydın duruşuyla da iz bırakan büyük ozan olmuştur. Onun albümleri; Aman Of - Ankara'nın Taşına Bak - Barabar - Beydağı'nın  Başı - Dadaloğlu ve Çevresi Dostlar Tiyatrosu Konseri - Ekin İdim Oldum Harman - El Kapıları - Sabahın Sahibi Var Huma Kuşu ve Taslamalar - Kadıköy Tiyatrosu Konseri - Karacaoğlan - Pir Sultan Abdal - Pir Sultan'dan Levni'ye - Seferberlik Türküleri - Yunus Emre - Semahlar - Çocuklar Göçler Balıklar - Sultan Suyu - Şiirler Türküler - Köroğlu - Uyur İken Uyardılar – Zeybekler hala dillerde ve gönüllerde. Kitabına adını verdiği gibi O bir “Ezgili Yürek”ti.
Evren ve Özal faşist rejimi tarafından yurtdışında tedavisi engellenerek ölümüne davetiye çıkarılan değerli Ozanımız Ruhi Su’yu , geride bıraktıklarıyla anıyor ve devrim ve sosyalizm savaşımımızda yaşatacağımıza söz veriyoruz.
Kürdistan’ın Özgürlüğüne Adanmış Bir Yaşam Musa Anter..!
Kontr-gerilla tarafında hunharca katledilen Kürt halkının Apesi(amcası) Musa Anter, 1920 yılında Mardin'e bağlı Nusaybin ilçesinin Eski mağara köyünde doğdu. İlkokulu Mardin'de, ortaokul ve liseyi Adana'da okudu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. Annesi Fesla Hanım, Türkiye'nin ilk kadın muhtarlarından biridir.
1944'te Abdurrahim Rahmi Zapsu'nun kızı Ayşe Hale ile evlendi. Ayşe Hanım ile evliliğinden 1945'te büyük oğlu Anter, 1948'de kızı Rahşan ve 1950'de küçük oğlu Dicle dünyaya geldi.
İlk gözaltına alınması öğrencilik yıllarında Dersim İsyanı sırasında oldu. Mustafa Kemal'in annesi Zübeyde Hanım'a hakaret ettiği gerekçesiyle için 45 gün gözaltında kaldı.
Canip Yıldırım ve Yusuf Azizoğlu ile birlikte İleri Yurt gazetesini çıkaran Anter, yayımladığı Kürtçe şiiri "Qimil / Kımıl" sebebiyle 1959 yılında 49’lar Davası ile idamla yargılandı. 27 Mayıs Darbesi'nde aftan yararlanarak serbest kalan Anter, cezaevinden çıktıktan sonra Deng, Barış Dünyası ve Yön dergilerinde yazdı. 1963'te 23'ler davası ile tekrar cezaevine girdi. Mamak, Sultan Ahmet, Balmumcu, Seyrantepe ve Nusaybin cezaevlerinde yattı. 12 Eylül Darbesi'nde "Kürtçülük propagandası " yapmaktan tutuklandı. Yaşamı boyunca toplam 11,5 yıl hapis yattı.
Devrimci Doğu Kültür Ocakları, Halkın Emek Partisi, Mezopotamya Kültür Merkezi ve İstanbul Kürt Enstitüsü'nün kurucularındandı.
Bir çeşit otobiyografi olan iki ciltlik Hatıralarım adlı eseri için kendisi aşağıdaki yorumu yapmıştır:
« Denilebilir ki Musa sen kim, bu anılarında geçen zatlar kim! Amma bence bu soru yerinde değildir. Çok kere fakir bir adam bir define bulur veya  loto-toto'dan para kazanır ve aniden zengin olur. İşte ben de Zıvıng'ın mağaralarından aleme çıkınca o fakir gibi tesadüfen ve de şans mahsulü değerli şahsiyetlerle tanıştım. İşte bu anılarım, bulduğum bu definelerin mahsülüdür. »
Ölümü
Anter, 20 Eylül 1992'de Diyarbakır'ın Seyrantepe mahallesinde itirafçı olup kont-gerilla tarafından tetikçi olarak kullanılan PKK itirafçısı olan Hamit Yıldırımın silahlı saldırısı sonucu sol bacağına iki, kalbi ve kafasına birer kurşun sıkılarak öldürüldü. Eski JİTEM elemanı Abdülkadir Aygan; Anter'in, kendisinin de içinde bulunduğu tim tarafından JİTEM için öldürüldüğünü söylemiştir. Dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz'ın isteği üzerine Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Kutlu Savaş'ın hazırladığı Susurluk Raporu'nda, Anter cinayetinin Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım tarafından planlanıp uygulandığı yer almıştır.
27.yıl önce Kont-gerilla tarafında katledilen Ape Musa’yı saygıyla anıyoruz.

13 Eylül 2019 Cuma

14 Eylül 1980 yılında Davutpaşa Zindanında Ve Çeliğe Su Veren Komünist Önder İrfan Çelik..!


   Görüntünün olası içeriÄŸi: 1 kiÅŸi, yazı
Kızgın bir demir parçası gibi yapıştı celladın suratına, bir yürek daha durdu,
14 Eylül 1980 yılında Davutpaşa zindanında,. Bir not daha, düşürdüler tarihin direniş destanları yazan defterine.
TKP-ML Hareketinin kurucu ve toparlayıcı önderlerinden, ser verip sır vermeyenlerin Bolşevik ordusunun komutanıydı İrfan Çelik yoldaş.
İrfan Çelik yoldaş 25 Haziran 1980 yılında polis tarafından gözaltına alındı. Üzerinde her türlü işkenceyi denediler ama o önderi Kaypakkaya yoldaşın ser verip ser vermeyen kızıl direniş geleneğinin ileri taşıyıcısı olarak İstanbul 1. Şube işkencehanelerin de destansı direnişiyle birlikte gözaltına alınan yoldaşlarıyla geçilmez barikat kurdu düşmanın ininde. Özel ilaç işkencesi belki de ilk defa İrfan Çelik yoldaş üzerinde denendi. Ama tüm işkence metotları gibi bu vücuda ilaç zerk ederek irade kırıp konuşturma metodu da  komünist irade karşısında tuzla buz oldu.  Ama boşuna uğraştılar!
 O, soylu bir direniş destanı yazdı hem 1. Şubedeki işkencede hem de Davutpaşa zindanında yeniden işkenceye alınıp karanlık dehlizler içinde ölüm senaryoları içinde  işkenceye çekildiğinde. İrfan Çelik yoldaş gerçekten de Kaypakkaya yoldaşın çizgisini en iyi özümleyenlerdendi. Önderi Kaypakkaya yoldaşa derinden bağlıydı kuşku yok ki  dogmatikçe değil Marksistçe. Bu durum  İrfan yoldaşı, 1973 yenilgisi ve nedenlerini tartışıp hataları aşmada önderlik rolünü üstelenmesinde netçe ortaya çıktı. Faşist işkenceci cellatlar karşısında “parçalasanız da konuşmayacağım” açık meydan okuması, Kaypakkaya yoldaşın komünist çizgisinin nasıl derinden özümlendiğini ve ser verip sır vermeme geleneğinin sıradan bir direniş değil, devrime, sosyalizme ve örgüte bağlılığın somut bir ifadesiydi. Zaten İrfan yoldaşı işkencede direndikçe yücelten bu gerçeklikti. İrfan yoldaşın işkence c ve zindanda boyun eğmez komünist tutumu örgüt TKP-ML Hareketinin, örgüt olarak kolektif direniş raylarının döşenmesiydi. Nitekim İrfan yoldaşın her yerde “düşmana karşı her alanda uzlaşmaz ve ilkeli davran çağrısı ve pratiği”  ki  yoldaşlara ilham kaynağı olmuştur. 12 eylül faşist darbesinin merkezi önderliğini açığa çıkartamadığı tek örgütün TKP-ML Hareketi olması da bunu doğrulamaktadır.  
İbrahim yoldaşın  “Türkiye’nin geleceği çelikten yoğruluyor. Belki biz olmayacağız, ama bu çelik aldığı suyu unutmayacak”tır sözleriyle  tamda İrfan Çelik yoldaşı anlatıyordu. Bir çok özellikleri ortak olan İbrahim yoldaş ile İrfan yoldaş aslında bir madalyonun iki yüzü gibiydiler. Onların önderlik özellikleri örtüşüyor ve her bakımdan yaşamlarını devrim ve sosyalizmin büyütülmesine ve örgütün gelişip güçlenmesine göre konumlamış olmalarıydı. Yarın devrim olacak coşkusu içinde çalışmak ve yoldaşlarını buna göre motive etmek oldukça önem taşıyor.  
 Nitekim ideolojik-politik örgütsel sorunların çözümünde olduğu gibi, aynı zamandan  faşizmin işkenceleri karşısındaki tutumu da ortaklaşıyordu.  İrfan yoldaş yoğun işkencelere karşın asla yılmadı, asla teslim olmadı, sonuna kadar direndi ve diretti. Faşist işkenceci katillerinden çok şey alacaklarını umuyorlardı. Ama onların bu paslı silahı geri tepti. Komünist yoldaşımız tıpkı önderi Kaypakkaya yoldaş gibi işkencecilerin karşısında granitten örülü direnişi ile karşı durarak,  onları yenilgiye uğrattı.  
 Çünkü işkence ona kar etmiyordu. Cellatlar işkence yaptıkça, o, onların iğrenç suratlarına tükürerek " KONUŞMAYACAĞIM, PARÇALASANIZDA HİÇ BİR ŞEY KONUŞMAYACAĞIM " diye haykırdı. Bu kızıl direniş ruhu karşısında yenik düşen işkenceci cellatlar, yoldaşı " FİİLİ İŞKENCEYLE KONUŞTURAMAYACAKLARI KANAATİNE VARDIKLARINI " gizlemeden söyleyerek, ona "SEN KAZANDIN" demek zorunda kaldılar. Ve' böylece bir kez daha proletaryanın direniş ruhu işkenceci zalimler karşısında, kan ve ter içinde başarıyla sınavdan geçerek ZAFER KAZANDl ! ..
Önder yoldaşın bu baş eğmez direnişi karşısında çaresiz kalan işkenceci faşistler O'nu cezaevine göndermek zorunda kaldılar. Davutpaşa kışlasına nakledildiğinde işkence burada da bütün şiddetiyle devam etti. O'nun kararlılığı ve yenilmez direnişi karşısında acizleşen eli kanlı faşist katiller, O'nu 13 Eylül'ü 14 Eylül'e bağlayan gece sabaha doğru, bizzat faşist cuntanın emriyle, ağır işkencelerin ardında hücresinde asarak canice katlettiler. Saygıyla anıyoruz.
Komünist Önder İrfan Çelik Yoldaş Ölümsüzdür..!

PİR AHMET SOLMAZIN ANISI: EMPERYALİZME FAŞİZME VE HER TÜRDEN GERİCİLİĞE KARŞI MÜCADELE BAYRAĞIDIR..!


Proletarya hareketinin yiğit neferi Pir Ahmet Solmaz 13 Eylül 1977 yılında kaybettik. Pir Ahmet yoldaş, M-L hareketin bir militanı olarak devrimci çalışma yaptığı Elazığ'da faşist polislerce 2 Eylül 1977'de gözaltına alındı. 1 Eylülde 1977 yılında mezarı başında yapılan Ali Haydar Yıldız yoldaşı ama töreninin dağılmasından sonra polis, dağılanlara gözdağı vermek amacıyla, toplayıp işkenceye çekiyordu. Polisin bu baskıları törenden bir kaç gün sonraya dek aralıksız mahalle mahalle dolaşarak, şüphelendiğini gözaltına alıyor ve işkenceye çekiyordu.
İşte Pir Ahmet bu baskıların sürdüğü koşullarda 2 eylül 1977 yılında polisçe gözaltına alındı.
Pir Ahmet yoldaş polis tarafından yakalandıktan hemen sonra işkence altına alındı. 5 gün 5 gece ağır işkenceler komünist kararlığın örneğini vererek ser verdi sır vermedi. Yapan işkencelerin etkisiyle işkenceden çıkarıldıktan üç sonra 13 Eylül'de şerefle taşıdığı Marksist-Leninist bayrağı yoldaşlarına devrederek ölümsüzler ordusuna katıldı.
BİR DEVRİMCİNİN KISA FAKAT HALKA ADANMIŞ YAŞAMI
Pir Ahmet yoldaş 1956 yılında Dersime bağlı Ovacık ilçesinin Kozluca köyünde dünyaya geldi. Tunceli'nin çoğu köyleri gibi Kozluca da tarıma elverişli arazinin pek olmadığı dağlık ve ormanlık bir köydür. Pir Ahmet'in ailesi yoksul ve az topraklı bir köylü ailesiydi, Bu nedenle Pir Ahmet yoldaş daha küçük yaşından itibaren bir yanda köyde çalışırken diğer yanda şehirlerde inşaatlarda, lokanta vb. yerler de ücretli işçi olarak çalışmak zorunda kaldı.
Pir Ahmet yoldaş, çocukluğundan ölümüne kadar yoksulluk içerisinde geçen yaşamı, devrimci ve M-L fikirleri kolaylıkla benimsemesine yol açan önemli bir etken oldu, 1973 yıllarında ortaokulu henüz yeni bitirmişken, devrimci mücadeleye ve M-L’e ezme sempati duymaya başladı. Daha sonraki yıllarda henüz örgütlü mücadeleye başlamadan evvel, kendi inisiyatifiyle bir yandan M-L eserleri okuyor, öte yandan okumakta olduğu Ovacık Lisesi öğrencilerini bilinçlendirmeye çalışıyordu. Bu bu 1972’lerdeki mücadelenin etkisiyle dönemde Kaypakkaya yoldaşın önderliğinde kurulan TKP-ML Hareketine sempati duyuyor ve henüz komünist hareketle bağ kuramamasına rağmen, komünist hareketin propagandasını yapıyordu. 1975 yılında komünist hareketle bağ kurdu ve çalışmalarını artık komünist harekete bağlı olarak yürüttüğü Ovacık Lisesi öğrencilerini bilinçlendirme, örgütleme ve köylerde devrimci mücadeledeki propaganda çalışmalarını yürütme çabası içerisinde oldu. Okul içinde ve köylerde çalışkanlığı ve kararlılığıyla yoldaşları ve halk arasında sevilen, güven duyulan bir militan ve , mücadelenin bir önderi durumuna geldi
1976 Mayısında Ovacıkta ilk miting olan, ” Siyasi cinayetleri ve Mili Zulmü Protesto Mitingine “ önderlik edenlerdendi. Tertip Komitesinden olması nedeniyle Mitingin ardında polisçe aranır duruma düştü.
Egemen sınıflar faşist baskı ve zulmü karşısında mücadeleden yılmadı. Son sınıfında okuduğu Ovacık Lisesini terk ederek, devrimci mücadeleye profesyonel bir devrimci olarak devam etti . Faşist işkenceci katiller tarafında katledilinceye kadar bir yıl boyunca Elazığ'da fabrikalarda, okullarda mahallelerde, gecekondularda, köylerde devrimci mücadeleyi örgütlemeye ve yürütmeye , başarıyla önderlik etmeye çalıştı. Faşistlerin bütün baskı ve zorbalıklarına karşı asla yılmadı ve bütün bu zorlukların açılması için canla-başla çalıştı. İşçi ve emekçi köylü kitleleri ile bağ kurmada, kaynaşma da Onlara devrimci propaganda yapma da başarılıydı. Onun emekçi yaşamı, emekçi kitleler ile kaynaşma da kendisine engin deneyimler kazandırmıştı.
Pir Ahmet yoldaş kendi deyimiyle çocukluğunda “hep hastalık geçirdiği için” zayıf bir bünyeye sahip olmasına rağmen, bıkmak bilmeyen bir çalışma yaşamı içerisinde oldu. Halkın Birliği dergisinin Usta bir dağıtımcısıydı, Mahalleler de, derneklerde ve köylerde ideolojik politik tartışmaların başarı ile yürütüyor, seminerler veriyor, halkın gecekondu yapımında onların yanında bizzat çalışarak katılıyordu. Emekçi ve işçi bir yaşamın ustalaştırdığı ellerini , devrim ve sosyalizm mücadelenin gelişmesi için başarıyla kullanıyordu Pir Ahmet yoldaş içinde yetiştiği emekçi halka derin bir bağlılık , başta emperyalizm, faşizme ve her türden gericiliğe karşı derin bir sınıf dini duyuyordu. Bu özelliği PirAhmet yoldaşı devrimci mücadelede kararlı olmasını sağlıyordu. Politik bilgi ve tecrübesi arttıkça kararlılığı, daha da pekişiyor ve verimli çalışmalarını yılmaz bir nefer olarak sürdürüyordu. En son 1973'te katledilen yoldaşı Ali Haydar Yıldız'ın mezarının yapılmasında faal olarak çalıştı ve düzenlenen törende önderlik yapanlar arasında yer aldı.
Pir Ahmet yoldaşım önemli i özelliklerinden biri de daha ilk sempati duymaya başladığı andan itibaren Marksist-Leninist eserleri büyük bir dikkat ve heyecanla okumasaydı. Onun bu özelliği kısa zamanda politik bakımından kendisini geliştirmiş, ideolojik-politik meselelerde inisiyatifli kılmıştı . O pratik çalışmaların yoğunluğuna rağmen, her zaman Marksist-Leninist eserleri okumaya , mutlaka zaman bulur ve eğitimini yapardı . Bu eğitim onun M-L aleyhtarı her türden reformist-revizyonist satmaya karşı , karanlıkla karşı durmasını sağlıyordu,
Pir Ahmet Yoldaş Her Türden Sapamaya Karşı Duruşun Adıydı
Pirahmet yoldaş emekçi yaşamının verdiği sezgi ve kararlılıkla politik eğitime verdiği önem ve gelişmenin elverişli yeteneği ile daima M-L yanında saf tuttu. Devrimci olduğu ilk zamanlar M-L hareketin görüşlerine sempati duydu . Bir müddet sonra komünist harekete katıldı. Onun halkına ve devrime duyduğu derin bağlılığı, modern revizyonizmi baştan itibaren uzlaşmaz bir mücadele de rahatlıkla girmesine yol açtı. Ovacık'ta ve Elazığ'da sürekli modern revizyonizme karşı, ideolojik ve politik mücadele yürüttü. Elazığ'daki Dev-Genç taraftarlarının bu meselede ki orta yolculuğuna karşı, tavizsiz bir savaşın içerisinde oldu. 1976 yılında M-L hareketin saflarında çıkan dogmatik Partizanın,” Sovyet Sosyal Emperyalistleri ve revizyonistlerle ittifak kurma uzlaşmacı politikalarına karanlıkla karşı durdu. Bu aynı uzlaşmacılığı aslında aynı özelliğiyle başka türden revizyonizmi temsil eden 3. dünya karşı devrimci teorisine karşı da gösterdi. Ölmeden kısa bir süre önce hareketin saflarında, 3. dünya teorisine karşı mücadele bayrağı açılmıştı . Pir Ahmet Solmaz yoldaş bu konu ile ilgili çeşitli yazıları bazı M-L eserleri okuyarak, yoldaşları ile tartışarak duraksamadan 3. dünya teorisinin revizyonist niteliğini tespit ederek, kararlılıkla reddetmişti.
Pir Ahmet yoldaşın örnek alınacak yanlarından bir diğeri ise, hizipçi ve yıkıcılara karşı hareketin birliğini korumadaki kararlılığıdır .
Elazığ'da profesyonel çalışmaya başladıktan bir müddet sonra, M-L hareketi bölmeye çalışan dogmatik Partizan hizipçiler Elazığ ve Dersimde etkili olmuşlardı. Politik kirlilikten, duygusallıktan, akrabalık ve Ahbap çavuş ilişkilerden faydalanarak hareketi parçalamaya çalışıyorlardı. Pir Ahmet yoldaş dogmatik hizipçilerin yıkıcı çalışmasının başını çekenlerle, kişisel arkadaşlığına ve onları daha çok tanıyor olmasına rağmen, Onlardan hiçbir biçimde etkilenmedi. M-L harekete ve devrimi bağlılığın kararlı bir örneğini gösterdi. Onların “ sol oportünist” çizgisini mahkum etti . ve Onları hizipçi-yıkıcı olarak ilan ederek, M-L hareketin birliği ve zafer için kararlılıkla mücadele yürüttü. Memleketi olan Ovacık'ta komünist hareketin çalışmaları bütünüyle dogmatizm Partizanın etkisi altında kalmıştı. Bunu oldukça içerliyor ve müsait olsam da oraya gidip dogmatizmle kıyasıya mücadele etsem diyordu . Nitekim Halkın Birliği dergisinin ilk sayısının çıktığı 1977'nin kış aylarında aranmasına rağmen dergileri alarak Ovacığa gitti . Metrelerce karın olduğu ve kendisinin arandığı şartlardan ilçe içinde ve köylerde yüzlerce gazete satarak, devrimci çalışmasını sürdürdü ve dogmatizmin etkisindeki sempatizanları M-L harekete tekrar kazanmaya çalıştı. Dogmatiklerin bütün saldırı ve kara çalmalarına boyun eğmeden, birkaç gün içinde hem gazetenin dağıtım imkanı sağladı ve hem de birkaç sempatizan kazandı dönüşünde gülümseyen yüzü kararlı bakışlarıyla. “Eğer çalışma yapabilirsek doğmatik hizipçilerin etkisini zayıflatırız “ diyordu . Ondan sonra Ovacığa gidemedi. Ama O dogmatik hizibin tahribatlarını giderme mücadelesini Elazığ ve Karakoçan'da kararlılıkla yürüttü. Pir Ahmet' yoldaşın her türden revizyonist oportünist sapmaya karşı ilkeli mücadelesi bugün de revizyonist-reformist sapmalara karşı bir pan-zehiri olaraktan saflarımız da yaşamaktadır. Devrim ve sosyalizm mücadelesine daha fazla hizmet edeceği bir dönemde çok genç yaşında Pir Ahmet yoldaşı kaybettik. Bugün Pirahmet Yoldaşı anmak demek onun yaptığı gibi M-L sıkıca sarılmak ve her türden sınıf dışı akıma karşı inatla ve ısrarla mücadele etmek, feda ruhu için devrimci kavgayı her alanda örmek için öne atılmak demektir. Söz veriyoruz ki faşizmin işkencehanelerin de boyun eğmez direngenliğiyle Piro yoldaş yol göstermeye devam edecektir.
Pir Ahmet yoldaş işçi sınıfı ve emekçi haklarımızın düşmanı egemen sınıflara ve onların ağababaları emperyalizme karşı mücadeledeki kararlılığını biz devrimcilere - komünistlere ve emekçilere örnek olmaya devam edecektir. İşçi sınıfına emekçi haklara ve M-L’e duyduğu derin bağlılık onu işkenceci i faşist katiller sürüsü karşısında dimdik ayakta tutan bir kaya haline getirdi. işkence altına alındığı 2 Eylül Akşamında itibaren 5 gün 5 gece boyunca yapılan her türlü insanlık dışı işkenceye karşı , kararlılıkla direnen Piro yoldaş, Elazığ Emniyeti'ndeki faşist polisler ve MİT ajanları tarafından 5 gün boyunca en ağır işkencelere maruz kaldı. Faşist Katiller sürüsü ondan devrimci faaliyetleri ve yoldaşları hakkında hareketinin üyesi olup olmadığı hakkında ve bildiği devrimcilerin isim ve adreslerini almak için her türlü işkenceyi yapmaktan geri durmuyorlardı. Demir Çubuk ve sopalarla defalarca falakaya yatırdılar, elektrik işkencesine çektiler, tırnaklarını söktüler, psikolojik işkence metotlarının her türünü, uyguladılar. Ama sonuçta işkencede ayakları patlamış, yerinden kımıldayamayan hale getirilmesine rağmen o işçi sınıfına, TKP-ML Hareketine ve emekçi halkların davasına sıkıca sarılmasını bildi. Önderi Kaypakkaya’nın “ser ve ama sır verme” geleneğini Elazığ zindanlarda kızıl bayrak olarak dalgalandırdı.
Piro yoldaşın İşkencede katledilmesinin üzerinde 42 yıl geçti. Onun emekçi yığınları devrim için örgütleyip seferber etmedeki kararlılığı, çalışkanlığı, direngenliği ve inancı geride kalan devrimci ve komünistlere örnek olmuştur.
Bugün devrimci saflarda emekçi ve komünist fedakarlığın, militan duruşun ve feda ruhu içinde öne atılmanın zayıfladığı koşullarda, Pir Ahmet yoldaşta öğrenecek ve Onun devrimci erdemleriyle donanarak, emekçi halklarımızı sömürü, ve zulümden kurtuluş savaşımını büyüterek halk düşmanlarından hesap soracağız.

4 Eylül 2019 Çarşamba

Turan Dursun Tabulara Vurduğu İçin Şeriatçılarca Katledildi..!



Turan Dursun'un şeriatçılarca hedef alınıp 4 Eylülde 1990 yılında hunharca katledilmesi tesadüfü bir olay değildir. Bizzat din bilgini olarak işin içinde gelen birisinin İslam dininin gerçeklerini ortaya koyması şeriatçıları oldukça rahatsız etmiştir. Çünkü Turan Dursun tabulara vuran bir aydındı.
Onun yazıları ve kitaplarında "peygamberin cinsel yaşamından" tutun da, insana uygulanan şiddetten, kamu oyunu uzu süre meşgul eden şu ünlü 'şeytan ayetleri' konusunu tartışmasına dek pek çok ilginç bölümü var. Yer ye kadın konusu üstüne İslam’ın neler dediğine de değinilmiş.
Şöyle diyor Turan Dursun kitabında konuya ilişkin: "Muhammed için kadın, erkeği her zaman bastan çıkaran bir 'şehvet kabartandı'."
Muhammedin gözünde "kadın" her zaman: "şeytan" görünümundeydi.
Turan Dursun'u okuyunca görüyoruz ki, Kur'a da pek çok ayet peygamberin cinsel yaşamına; ayrılmış. Sanırız tanrının oldukça fazla "boş vakti” varmış. Hiç üşenmeden peygamber efendimizin tüm seks yaşamını düzenlemiş. İslam’ın dikkate değer yönlerinden biri de kadının aşağılanması. Peygamberin pek çok hadisi ve Kurandaki bir çok ayet kadını aşağılamaya yönelik, Türkiye'de bugün pek çok genç. kadının militanca destekliyor olması ilginç. bir paradoks olsa gerek. Kitaptan dikkate değer bulduğumuz bir aktarma yapalım; Peygamber arkadaşlarına şunları söylüyor. "Kadın şeytan biçiminde çıkar karşıya. Ve yine şeytan biçiminde dönüp gider. Bu nedenle sizden herhangi biriniz bir kadın gördü mü, hemen gidip onunla yatsın. Çünkü bu (cinsel ilişki), o kişinin içindekini (kabaran şehvetini) söndürür" Görülüyor ki, ulu peygamber için kadın bir 'seks objesi' yalnızca. İslam’ın inanan kadınlara tüm açıklığıyla anlaşılması gerek, tüm ciddiyetiyle ve İslam kaynaklarına dayanarak. Evet, söz konusu olan "bizim' inancımız değil, ama 'Mümin'lerin inancı...
Gelelim İslam da şiddet konusuna; ki, Turan Dursun'un öldürülmesiyle yeniden somutlandı. Yine kitaptan ilginç bir bölüm:
"Maide suresinin 33. ayetinde şu buyruk verilmiştir: "Allah ve resulüyle savaşanların ve yeryüzünde bozgunculuk yapmaya çalışanların cezası, ya boyunları vurularak öldürülmeleri, ya asılmaları ya ellerinin ve ayaklarının çapraz kesilmeleri, ya da bulundukları yerden sürülmeleridir. Bu, onların dünyada çekecekleri rezilliktir. Ahirette ise, onlara daha büyük cezalar hazırlanmıştır."
Ne dersiniz yüce tanrı işkence yöntemleri konusunda deneyimli galiba?.. Yine kitaptan son bir aktarma yapalım konuyla ilgili olarak; "Müşriklere yeryüzünde dolaşabilmeleri için dört ay süre 'verilmişti. Bu süre dolduktan sonra müminlerin onlara ne yapacakları bildirilmişti: Nerede bulursanız öldürün, yakalayın, hapsedin, her gözetleme yerinde yakalamak için bekleyin. Tövbe ederler, namaz kılarlar ve zekat verirlerse serbest bırakın. Allah esirgeyen ve bağışlayandır.»
"Ve Allah uğruna verilen bu savaş kıyamete kadar sürecekti" diyor Turan Dursun. "Müminler Allah'ın ve İslam’ın hakimiyeti için canla malla" savaşmaya çağrılıyordu. Şeriat hükümlerini bütün düşüince inanç ve dinlerin üstüne çıkarmak ve kayıtsız şartsız hakim kılmak için kutsal savaş" deccal öldürülünceye kadar" son bulmayacaktı. (Ebü Davut, Kitb'ul-Cihad Babunu şu devamlı-Cihad, hadis 2484, c3,s.I)
Ve devam ediyor Turan Dursun:,"Şubat 1989, Camilerde günlerdir cihad namazları kılınıyor. Komünistlerin kanını dökme çağrısı yapılıyor. 16 Şubat 1969 günü Beyazıt, Dolmabahçe ve Fındıklı camilerinde Cihad namazları kılındıktan sonra topluluklar halinde Taksim'e gidiliyor. O gün, meydana Amerikan 6. Filosuna karşı anti-emperyalist yürüyüş yapanlar gelecek. Amerika Müslümanın dostu mu ne? Yerde iki ölü yatıyor. Turgut Aytaç ve Duran Erdoğan. Yüzlerce yaralı ve gazeteler manşet atıyor. "Kanlı Pazar..."
Kitaptan bu kadar aktarma yeter. Turan Dursun'un kitabını hem bir materyalist ve ateistin gözüyle hem de bir müminin gözüyle okumalıyız,
Şeriatçılar gerçeğin açığa çıkmasının engellenmesi için bir yandan yasakları dayatırken, öte yandan faşist baskı ve süikastlarla dinin yarattığı karanlık ortamın devam etmesini sağlamayı hedefledirler. Nitekim aydınlanma savaşçısı Turan Dursun!da bunun için hedef alınarak katledildi. Dini gericiliğe karşı aydınlanma savaşımımızda Turan Dursun yaşıyor.

24 Ağustos 2019 Cumartesi

 Katledilmesinin 23.Yılında Kemal Yazar Yoldaşta Öğrenerek İlerlemek ..!

Proletarya devriminin zafere taşınması ve kurumuş toprakların suyla yeniden canlanması için, özel hamurdan yoğrulmuş özel iplikte dokunmuş yaşamlarını örgütlü savaşıma adayan önderlerden özel yetenek ister, MLKP önderliğinin ihanet yüklü suikasti sonucu, 21 Ağustos 1996 yılında Almanyanın Duisburg kentinde bedenine sıkılan onlarca kurşunla katledilen Kemal Yazar yoldaş gibi önderlere ancak proletaryanın saflarında rastlanır. O proletaryanın en iyi özelliklerini kendi bünyesinde toplamıştır. Böyle olduğu içindir ki, “Kapitalizmin karşı inatla ve ısrarla isyan eden ” görünümündedir.
Elbette insanların yeteneklerini öldüren ve tek yanlı gelişmeyi dayatan kapitalist toplumda, komünist önderler kolay yetişmez. Hele Kemal gibileri daha zor yetişir. Son 40 yıllık süreç, devrimimizin neden ileri atılamadığı sorularına yanıt aramaya çalışıldığında hep karşımıza, devrimci sosyalist önderlik sorununun çıktığı görülmektedir.
Hiç şüphe yok ki komünist önderleri biçimlendirende koşullardır, mücadeledir; ama bütün bunların aynı kulvarda buluşması i gerekiyor. Kemal Yazar yoldaşın devrimci yaşamına kısa bir göz atmak bile, onun devrimci teori ile devrimci pratiği birleştirmedeki çabası ve titizliği, bu alanda göstermiş olduğu devrimci irade net olarak görülür. Kemal Yazar yoldaş 1958 yılında Erzurum’un Tekman ilçesinde Kürt yoksul bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Yoksulluk Kemal’i ailesiyle birlikte daha küçük yaşında İstanbul varoşlarına taşıdı. Kemal yoldaş devrimci hareketle 1970’li yıllarda tanıştı ve bu yıllardan itibaren, teori ile pratiğin kaynaştırılmasına özel bir önem vererek, devrimci mücadelenin ortasında buldu kendisini. Devrimci teoriyi mücadele içinde kavramaya ve kavradığını pratiğe sürerek devrimin örgütlenmesini ileri taşımaya çalıştı. O genç yaşında, devrimci görevlerin ağırlığının altına girmekten ve sorumluluk omuzlamaktan geri durmadı. Her zaman en ön saflarda sorumluluk omuzladı, bu görevlere içtenlikle sarıldı, grevlerde, gecekondu direnişlerinde, kitle gösterilerinde ve yasa-dışı eylemlerde ve askeri pratiklerde hep Kemal ön saflarda; ya sorumluluk üstlendi ya da eylemin yönlendiricisi oldu.
O bir yandan gelişen kitle mücadeleleri içinde yer aldı, diğer yandan hareketin görüşlerini daha derinden kavrayarak, yeni ilişkileri örgüte taşımaya çalıştı. Genç ve tecrübesiz olmasına karşın, Kemal Alibeyköy ve çevresindeki devrimci çalışmalara sıkıca sarılarak , alanda örgütün etkinliğini yaymak için gecesini gündüzüne katarak didinip durdu. Küçük-büyük görev ayrımı yapmadan kendisini ortaya koyan yoldaş, militan mücadeleci hattıyla alanda devrimci mücadelenin ileri taşınmasına büyük katkıda bulundu. Gecekondu direnişlerinin geliştiği bir dönemde bir çok alanda emekçilerin gecekondu taleplerini kolektif bir mücadele hattıyla karşılamak için alınan kararları pratiğe sürdü, devletin saldırılarına karşı, emekçilerin gecekondu direnişini örgütlemeye çalıştı. Gazi mahallesinin kuruluşu sürecinde emekçilerin direnişinin ileri taşınması amacıyla örgütlenen hemen her eylemde mutlaka Kemal yoldaşın eli ve teri vardı. O bitmez tükenmez enerjisiyle devrimci görevlere sıkıca sarılıyor ve devrimin zafere taşınması için daha çok çalışmak gerektiğine dikkat çekiyordu.
Bir kere Kemal yoldaşta öğrenirken şunun altı özenle çizilmelidir. Komünist bir örgütün önderliği her zaman ateş hattında olan savaşçı kurmayı olmak zorundadır. Bunun için önderler, en dinamik, en cesur, en bilinçli ögelerden oluşmalıdır. Devrim ve sosyalizm savaşımında uzaktan durularak başarılı bir önderlik yapılamaz ya da başarılı bir önderlik yaratılamaz. Komünist hareketin önderliği de örgüt kitlesiyle birlikte, ama örgütün kitlesinin ön safında olmalı, görevlerinin başında yer almalıdır. Kitlelerin kendiliğindenci mücadelesi ne kadar büyümüş, hareket ne kadar yaygınlık kazanmışsa, dinamik, atılgan ve iktidarı alma savaşçılığıyla yüklü komünist bir önderliğin gerekliliği kendisini bir o kadar dayatıcı olur. Kemal yoldaş tamda böyle bir önderlik özelliklerine sahip bir yoldaştı. Çok konuşan ama buna uygun hareket etmeyen önder müsvettelerinin caka attığı bir ortamda Kemal yoldaş söylediğine uygun davranan, pratik mücadelelerin ihtiyaçlarına yanıt vermeye çalışan örgütün ilerletilmesi için, sorunlara kuş bakışı bakan, büyük bir devrimci dinamizm ve inisiyatif gösteren yırtıcı bir önderdi.
Kemal yoldaş bir teorisyen değildi ama teorinin sorunlarına egemen olmasını yakalamıştı. Onu eleştiride cesur ve korkusuzluğa, kendi gücüne güvene, davaya yüksek bir bağlılığa, şaşılacak düzeyde sabıra, büyük direngenlik, uzak görüşlülük, ilkelere sıkıca bağlı kalarak, en zor alanlarda dahi yolunu şaşırmadan yürüyebilme başarısına iten şey davaya olan yüksek bağlılığı ve devrimin zaferine olan tam inancıydı. Onda hilekarlık ve düzenbazlık, devrimin ağalığını başkalarının sırtından yapmak ve emek hırsızlığı yoktu.
Bilindiği üzere iyi bir önderlik için yalnız başına inanç, yalnız başına teorisyenlik, yalnız başına profesyonel ustalık yetmez, bunların dünyayı değiştirme çizgisinde birleştirilmesi gerekir. Kemal yoldaş bir önder olarak bütün bunları kendi şahsında birleştirmiş bir yoldaştı. Elbette bütün bunların kazanılması bir süreç sorunudur. Önderlik mücadele içinde kazanılır. Masa başında oturarak, mücadeleden kopuk, uzaktan maval okunarak devrimci önderliğin kazanıldığı görülmemiştir. Bu türlü önderliğe yeltenenlerin sonu hep hüsran olmuştur.
Örgütsel alanda hareketi yönetecek etkinliğe ulaşmak için, iyi bir hazırlık ve donanım şarttır. Uyumlu ve istikrarlı bir önderlik içinde bu gereklidir. Başarılı, uyumlu ve yetenekli bir önderlik, daha çok bilgiye, daha çok etkileme, inandırma ve sürükleme gücüne, örgüt kitlesiyle daha çok diyaloğa, daha çok dinamizm ve inisiyatife, bir önder gibi devrimci görevler karşısında daha çok kararlı olmaya dayanır. Buradan olarak önderlik yetkilerle verilmez, ancak mücadele içinde, yorulmak bilmez bir çabayla kazanılır. Aynı zamanda önderlik her günkü bir iştir. Başarılı bir önderliğin olmazsa olmaz koşulu, önderliğin gerektirdiği yoğunlaşmayı gösterebilmektir.
Önderlik işi biryerde bir sanat işidir. Hem de oldukça büyük incelikleri olan, taşı taş üstüne koymayı gerektiren bir sanat. Sorunlara kuş bakışı bakmayanlar iyi önderler olamazlar, iyi bir önder her şeyden önce yolunu bulur, başkalarına yol gösterir. Kuramı genellemeye çevirmez, aksine onu toplumsal düzeyin, ekonominin ve politikanın verili, zamansal ve mekansal koşullarına uyarlar. Yani o dogmatizme çakılıp kalmaz ve somut durumun somut tahlilini yaparak mücadeleyi bu hattan ileri taşımaya çalışır. Yine başarılı bir önderlik karar verirken üzerine sorumluluk alma yeteneğini gerektirir. Sorumluluktan korkan ve taşın altına elini sokmaktan çekinen bir insan önder olamaz. Önder odur ki, en ağır sorumluluk üstlenmekten bir an bile tereddüte düşmemeli, zorluklardan yılmamalı, en zor anda dahi yolunu şaşırmadan dimdik ayakta durabilmeli, her zaman mücadelenin gerektirdiği özveriyi gösterebilmelidir. Komünist bir önder yenilgilerde ne yapacağını şaşıran, başarılarda başı dönen insan olamaz. Kemal yoldaş hem başarıları ve hem de yenilgi ve ihanetleri tatmış bir önderdi. O ne yenilgilerden yolunu şaşırdı ve ne de başarılardan başı dönerek ne oldum delisi oldu. Yaşananların devrimci mücadelenin gerekleri olduğu bilincinde olarak hareket etti. Kendisine bir dönemler yoldaş dedikleri MLKP’lilerce ihanet namluları çevrildiğinde de aynı devrimci tutumunu sürdürdü.
Kemal yoldaş devrimin zafere taşınması mücadelesinde tam bir enerji küpüydü. Bitmez tükenmez enerjisiyle mücadelenin her alanında görevlere koştu. Kah yayın dağıtıp, afiş asıp, bildiri dağıtmada, kah yasa-dışı eylem örgütleme ve güvenliğini sağlamada, kah gecekondu direnişlerine önderlik etmede, grev ve direnişler örgütlemeye, kah istihbarat çalışmasında askeri eylemler düzenlemeye, kah düşmanla göğüs gögüse çarpışmalarda, işkence, zindanda ve mahkemelere kadar her alanda büyük-küçük hiç bir görev ayrımı yapmadan, enerjisini son damlasına kadar davanın emrine sunmaktan ve yeni enerjiler yaratarak, 24 saati daha da ileri taşımaya çalıştı. Başarılı bir önderlik için geniş ve cesur planlar yapmak da vazgeçilmez bir görevdir. Ama çalışmaların gerektirdiği dinamizm, girişkenlik ve ataklık olmadan bu olmaz, uyuşukluk ve gevşeklik içinde olanlar, var olanla yetinenler iyi önderler olamazlar.
Mücadelenin en çeşitli ve değişen koşullarına uyma yeteneği göstermeyenler örnek tipler olamazlar. Kemal yoldaş mücadelenin önümüze sürdüğü görevleri yakalama ve bu görevlerin gereklerine uygun olarak mücadele ve örgüt biçimleri ileri sürmede hep önde durmuş, olaylara ve gelişmelere enerjik bir müdahalede bulunmada yenilikçi olmuştur. 1990 yılında kitle mücadelesinin gelişim seyri ve egemen sınıfların devrimci ve komünist hareketi ezip dağıtma planlarını görerek ve devrimci hareketin hem kendisini koruma ve hem de daha bugünden silahlı savaşım gereklerine uygun askeri bir cephe açmak bakımından Mayıs 18 (M18) askeri örgütünün kurulmasını ve bu görevin başına kendisinin getirilmesini önermiştir. Tabanın ve kadroların zorlaması ve askeri alanda sorumluluk üstlenen yoldaşların çabasıyla 1990 yılında M18 kurulmuş ve örgütün başına Kemal yoldaş getirilmiştir. Kısa zamanda M18 bir çok eylem gerçekleştirmiş ve örgütün önünü açıcı olmuştur.
Örgütte militan dinamizmin açığa çıkması ve taze güçlerin örgüte akmasında M18’in kuruluşu ve eylemlerinin önemli etkisi olmuştur. Fakat silahlı mücadele ve bunun gerekleri konusunda kafası revizyonizmle dolu olan sağ pasifist eğilim kitle mücadelesine bağlanmış askeri eylemlerin örgütlenmesi ve geliştirilmesinin önüne hep engel olarak dikilmiştir. Kemal yoldaş bu sağ pasifist ve militan mücadeleden uzak statükocu çizgiyi eleştirmiş ve önderliğin aldığı kararların iddialı savunucusu olmadığını ortaya koymuştur. Kemal yoldaşın komutanlığında M18 bir çok kamulaştırma, bombalama ve aynı zamanda silahlı eylemler gerçekleştirmiş ve örgüt bu dönemde önemli ölçüde silahlandırılmıştır.
Neki bu militan çizginin gittikçe örgütte egemenlik kurması sağ pasifist ve silahlı mücadelenin gereklerine göre konumlanmadan uzak duran ve böyle bir sorumluluğu taşımaktan fersah fersah kaçan önder müsvetteleri örgütün kendisine daha fazla ihtiyaç duyduğu koşullarda -o dönemde kampa gidişlerde önemli yakalanmalar olmuş ve Kürdistan çalışması ve askeri çalışmalarda boşluk doğmasına karşın- Kemal yoldaşın bir an önce alanda uzaklaştırılması için yurtdışına gönderilme kararı çıkarılmıştır. Kemal yoldaş bu karara şiddetle karşı çıkmasına karşın, disiplin gereği kabul etmiş, 93 yılında yurtdışına çıkarken İzmir’de yakalanmış. Defalarca işkence çemberinden geçerek önderi ibrahim Kaypakkaya’nın kızıl direniş ruhunu yaşatan Kemal yoldaş yine düşmanı işkencehanelerinde yenilgiye uğratarak direniş geleneğini ileri taşıyarak çıkmıştır.
Sınıf düşmanlarına karşı olduğu gibi, M-L’den sapmaya karşı mücadelede de o büyük bir dava adamıydı. O bir dava adamı olarak akıntıya karşı yüzmekten asla korkmazdı. M-L canlı ve devrimci ilkelerini ölü, boş formüller haline getirilmesine her zaman karşı durdu. İlkeler uğruna gerektiğinde tek başına kalmaktan korkmayacak denli korkusuzdur. 1994 yılında hareketi açıktan TKİH’e peşkeş çekerek M-L ilkeleri ayaklar altına alarak örgütte gizli dümenler çevirerek, örgütü kendi kariyerist amaçları için pazarlayan kariyeristler güruhunun gerçek komplocu yüzünü gördüğünde bunlara karşı tereddütsüzce tutum alarak MLKP-K sürecine katılmadığı gibi aynı zamanda yalan ve dolan üzerine kurulu, ilkesiz bir zemin üzerinde yükselen bir oluşumun figüranı olmayacağını açıklayarak ilişkisini kesmede tereddüt etmemesi onun M-L ilkelere ne kadar sıkıca bağlı olduğunu göstermektedir. Onun kitabında kariyer uğruna mücadele etme ya da evet efendimci olarak sırt sıvazlama yoktu.
O her zaman devrimci eleştiri silahını sağlamca elinde tuttu, değiştirip dönüştürecek bir ortam kalmadığını gördüğünde devrimci ilkelerinden ve yaşamında taviz verme yerine bağlarını bir bıçak gibi keserek temiz bir devrimci olarak hareket etmekten geri kalmadı. O sürekli ileri bakıyordu. MLKP-K’nın sağlam ilkeler zemini üzerinde yükselmediğini gördüğü gibi aynı zamanda, önderlerinin devrimci mücadeleyi militan bir çizgide ileri taşıma başarısını gösteremeyeceğini de biliyordu. Nitekim, birliğin hemen ardında keskin birlikçi kesilenler ve önderlikte yer alan 3 kişi mücadeleden toz oldular ve köşelerine çekildiler. Birlik sürecinde ideolojik birliktelik sağlanamamıştı. Tam bir çorba görünümü vardı. Kemal yoldaş uzak görüşlü yaklaşımıyla bu oluşumun fazla uzun süre gitmeyeceğini görerek, önemli gelişmelerin olacağını bekliyordu. Nitekim yaklaşık bir yıl sonra Kemal’in öngörüleri doğrulandı ve oportünist uzlaşmacılık la yürünemeyeceği açığa çıktı. Bir grup TKP-ML Hareketinin düşünlerini ve değerlerine bağlı olan yoldaş 21Ağutos 1995 yılında MLKP-K ile yollarına ayırarak Komünist Parti-İnşa Örgütü’nü kurdu.
Kemal yoldaş gelişmeyi duyunca sevindi ama KP-İÖ’ye katılması yaklaşık Şubat ayını buldu. Kemal yoldaş örgüte katılmasının ardında KPİÖ GMK’sin atandı ve işlere sıkıca sarılarak örgütü geliştirip güçlendirmek için işe koyuldu. Bir çok yeni genç insanı örgütlü savaşıma seferber etti ve başka akımlardan aradıklarını bulamayan devrimcileri KP-İÖ saflarında örgütlemeye çalıştı. Bir dönemde legal alanı toparlamak için yoğun çaba içinde oldu ve MLKP'nin bitmek bilmeyen karşı devrimci saldırılarına karşı önlem olarak illegal çalışmaya çekildi. Yurt-dışı çalışmalarında doğan boşluğu gidermek amacıyla örgütün kararıyla yurt-dışı çalışmalarının başına atandı. İnsaya katıldığından itibaren saflarda görülen çekingenlik ve militanlıktan uzak tutumlara karşı savaş açtı. Bir çok yoldaş yeniden aktif hale geldi ve kendilerine olan güvenleri arttı. Kemal yoldaşın yurt-dışı çalışmalarının başına atanması en çok MLKP önderliğini paniğe itti. Ve derneklerini basıp yoldaşlarını katleden MHPli faşist çetelere sesini çıkarmayan-çıkaramayan MLKP önderliği kendi iktidarlarının devamı için Kemal yoldaşı suikastler katletmekte beis görmedi. Faşist karşı devrimin başaramadığını MLKP başardı: devrime ve sosyalizme daha fazla yararlı olacağı bir zamanda Kemal yoldaşı katlederek nereden durduğunu ortaya koydu.
Bir yaz sana ihanetçiler acımasızca kurşun sıktılar. Ve O yazda daha sıkı tanımıştı tarihin içinde yaşanmış olup şu an hala yaşanan insanların yaşayış biçimlerini. Yaz birçok farklılığın olduğu mevsimdi o gün. Yaz mevsimdir ki, yoksullara soluk aldıran güneşin daha özgürce salındığı coşkulu haykırışlarıyla yaşama fitilim sağlayan dı. Bu mevsimdir yeniden diriliş ve direnişleridir süre gelen zamanlarda. Sevilmez mi bu mevsim. En güzel ve coşkulu duygularla sevilir. Evet yaşamımda akıp giden cümleler ve beyaz sayfaları karalayan kalemler ilklerin çoğunu o yaz mevsimde yaşadı ve tanıdı. Burada yaşananların bazıları unutmuş ya da uzun bir zamandı yalnızlığıyla baş başa bırakılmıştı. Ama anıları hiç unutulmayacak ve hep hissedilecektir. Kemal yoldaşın bizlere bıraktıkları büyüyen ve olgunlaşıp güçlenen umut ve fikirleridir.
Unutulmayan toprağa dökülen kızıl kanının yarattığı süsleyişlerdir ve yaralarının kavgaya işlenmesidir. Onun içindir ki devrimci arayışlarının temelini oluşturan tarih olmuştur. Zaten yaşamak istediğimizin anlamı geçmişte yitip giden savaşçıların geçmişi ve bizlere bu geleceği yaratan iradenin ifade bütünlüğü olmuştur.
Yolcu edilen yolda ve inadına, devrim ve sosyalizm diye dönmeyenlerin yolunda yazın yarı hüzünlü coşkusuyla izlerinizin üzerinde yol alıyoruz. Sizleri yolcu ederken yol ve izleri güneşin şavkıyla parlıyordu.
Ama bugün güneşin sıcaklığı ve toprağın kokusu karışıyor nefeslerimize. Topraktan onların kokusu karışıyor nefeslerimize ve kalp atışımızı sağlayan onların gerçekliği oluyor. İşte yazda duygu yeniden can bulur toprak kokan kokularıyla. Hepsi onların olmadığı bir zamanda oluyor ama hep toprak gerçekliği gibi olacak. İzler patikada kaybolmuş. Yol alırken patikada o zaman yaşanan bütün zorlukları ve herşeye rağmen yaşatmak istedikleri umudu hissedebiliyoruz. Uzak bir seyirci gibi canlanıyordu kavganın örülmesi gözlerimizin önünde. Bu yazda, her yazda olan değişiklik vardı. Ama içinde bir yaşam, bir fikir ve yarıda kalan umutları vardı. O ölümsüz Kemal yoldaşın anılarıydı bize bu devrimci patikada yürüme gücü veren.
 Yüreğimizde Kemal yoldaşın anılarıyla ilerliyoruz. Bıkıp usanmazcasına genç kuşaklara ve yeni yoldaşlara anlatacağız sizleri. Bir tebessüm belirlenir yüreğimizde ve seni gördüğümiz yerde hoşça kal demeden tekrardan buluşmak umuduyla. Devrim ve sosyalizm yürüyüşçüleri dönmediğiniz yolda inatla ve ısrarla yol alıyor. Acı veren ne varsa bu yolda aşılmak üzere hüküm sürüyor bu siz ölümsüz şehitlerimizsiniz Kemal yoldaş. Katledilmesinin 23.yılında Kemal Yazar yoldaşı bir kez daha saygıyla anıyoruz.