24 Ocak 2019 Perşembe

Faşizmi İninde Yenen Ser Ver Sır Vermemenin Adı Meral Yakar..!



12 Mart faşist cuntasına karşı devrimci mücadeleyi omuzlayan TKP/ML Hareketi'nin kurucu militanlarından Meral Yakar Türkiye'nin işkence ilk olarak katledilen komünist kadın savaşçılarındandı
Meral Yakar; İbrahim Kaypakkaya, Ahmet Muharrem Çiçek, Ali Haydar Yıldız, İrfan Çelik yoldaşların yoldaşıydı. PDA da İbrahim Yoldaşla birlikte koparak TKP/ML Hareketi'ni kurmuşlardı. Yakar, kendini; devrim ve sosyalizm için, işçi sınıfı ve emekçilerin, ezilenlerin kurtuluşu için mücadeleye adayan bir ' bir komünist devrimciydi.
Türkiye devrimci hareketinin ilk militan kadın şehitleri arasında olan Meral Yakar, Antep'in Kilis ilçesi 1950-ki ailesinin iddiasına göre Meral 1952 doğumlu. O dönemde geç yazdırılması nedeniyle nüfusa 2 yıl yaşı büyük yazdırılmış-doğumlu. İstanbul Çapa Tıp Fakültesi'nde öğrenci gençliğin mücadelesine katılır. 12 Mart darbesinden sonra TKP/ML Hareketi'nin saflarında illegal devrimci mücadeleyi seçer. Profesyonel devrimci yaşamı seçmesi nedeniyle okulunu bırakır. Meral Yakar, Gülsuyu Mahallesi'nin kuruluşunda da yer alır.
Meral Yakar, 1973 yılının Ocak ayının 22'sinde İstanbul Ümraniye'de kaldığı evde yoldaşının kaza kuşunu ile yaralanır. Yoldaşı Meral'i hastaneye götürür. Hastanede işkenceciler, tedavisi karşılığı yoldaşları hakkında bilgi vermeyi dayatırlar. Ama o direnişi seçer. Meral üç gün yaşar. İşkenceci polislerin baskı ve tehditleri altında ağzından tek söz çıkmaz. Meral Yakar işkenceler sonucu, ölüm tutanağına göre 25 Ocak 1973 günü katledilir.
 Önderi Kaypakkaya’nın geleneğini sürdüren Meral Yakar yoldaş ser verdi ama sır vermedi. Katledilişinin 36. yılında Meral yoldaşı saygıyla anıyor yarım bıraktıklarını tamamlayacağımıza söz veriyoruz.
ALİ TAŞYAPANIN ANILARINDA MERAL YAKAR..!
Meral Yakar Gaziantep'in Nizip ilçesindendi. Yargılandığımız dönemde Meral'ın babasının hayatta olmadığı söylenmiş, aile fertlerinin anneyle birlikte iki kız ve bir erkek evlattan oluştuğu kulağıma çalınmıştı. Evlat sayısı konusunda yanılmış olabilirim. Verdiğim sayıya göre Meral kardeşlerin ortancası, erkek kardeşi büyüğü, kız kardeşi ise küçüğüydü. Duruşmanın birinde Meral'ın abisi mahkemede tanık olarak dinlendi. Duruşma yargıcının sorularını özenle yanıtladı, Meral'ın devrimci kişiliğine olan saygısını çok ince bir üslupla vermeye çalıştı. Bu olumlu tutum hem bizleri onurlandırmıştı, hem de gönlümüzde Meral'ın ailesi için sevgi ve saygıyı yeşertmişti. Örgüt tezlerinin İstanbul'da yazıya dökülüşü sırasında Meral Yakar, örgüt önderi İbrahim Kaypakkaya ile yoğun bir birliktelik yaşamıştı. İbrahim düşüncelerini el yazısıyla kağıda dökmüş, Meral bunları daktiloya çekmişti. Tezlerimizin bu ilk daktilolu yazımına Meral'ın el emeği, göz nuru geçmişti. İkisi aramızdan hemencecik ayrıldı, ama tezler onbinlerce ilerici insanın düşün aleminde gezindi durdu, akış günümüze dek sürdü. Aynı devinim bundan böyle de sürüp gidecek.
Meral'i tanıyan arkadaşların anlatılarından edindiğim izlenim, onun, yeni doğmuş TKP(ML)'nin en bilinçli bayan elemanı olduğu doğrultusundadır. Örgütümüzün çöküş öncesi kısa faaliyet döneminde Meral Yakar, üst düzeyli örgüt elemanlarıyla birliktelik yaşamış, özellikle hareketin düşünsel boyutlu yoğun etkinliğinin tanığı, cereyan eden teorik tartışmaların katılımcısı olmuştur. Yine Meral'ın de içinde bulunduğu bazı pratik etkinliklerin aktarımından onun kararlı ve atılımcı bir kişilik taşıdığı sonucu çıkmaktadır.
Meral Yakar ilk ve ortaokulu bitirdikten sonra üç yıllık kız öğretmen okuluna girdi. Burada iki yıl okudu, başarılı öğrenciliği nedeniyle İzmir Yüksek Öğretmen Okulu Hazırlık Lisesi'ne gönderildi. Aynı yıl İrfan Çelik de başka bir öğretmen okulundan buraya gönderilmişti. İkisi tanıştı, aralarında devrimci dostluk oluştu. Yüksek öğrenim için ikisinin seyir istikameti İstanbul'a yöneldi. İrfan, İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu yatılısı olarak Fen Fakültesi'ne kaydoldu. Meral yatılı hakkından feragat etti, Çapa Tıp Fakültesi'ne girdi. Bu ikiliden Meral 12 Mart'ta, İrfan 12 Eylül'de yaşama veda etti.
Meral Yakar, Arslan Kılıç, üçüncü bir şahıs aynı örgüt evini paylaşıyorlardı. Tarih Ocak 73. Meral ve Arslan evdeydi, örgütsel uğraşla günün bir kısmı akıp gitmişti. Meral daktiloyla birşeyler yazıyordu. Aslan ise tabancasını kurcalayıp duruyordu. Şarjör çıkarılmıştı, ama dikkatsizlik sonucu namluda bir mermi kalmıştı. Silah boştur diye Aslan namluyu rastgele istikamete çevirip duruyordu. Namlunun Meral'a yönelik olduğu bir anda tetik düştü, silah patladı, Meral kanlar içinde yana devrildi. İliği kurutucu bir şokun içine girdi Arslan. Kazaya neden olan arkadaşını Meral metanetle teskin etti.
Ev Anadolu yakasında olup semt epeyce sapaydı. Bir taksi bulmak için Arslan dışarı fırladı, maalesef... Yolda bulunur ümidiyle Arslan eve döndü, Meral'i kucakta bir süre taşıdı, taksi değil nihayet bir minibüs tedarik etti. Şoför Meral'ın doğum sancısı çektiğini sandı, Zeynep Kamil Doğum Hastahanesi'ne yöneldi. Arslan'ın uyarısı üzerine istikamet Haydarpaşa Numune Hastahanesi'ne çevrildi. Daha ev çıkışında Meral, kesinlikle araçla gelmemesini, tedarik edilen araç şoförüne kendisini tanımadığını, yaralı halde yolda bulup yardımcı olduğunu söylemesini Arslan'a yineleyip durdu. Yoğun suçluluk duygusu içinde çırpınan Arslan bu uyarılara kulak tıkadı. Meral son ısrarlı uyarısını Haydarpaşa Numune Hastahanesi önünde yaptı. Görevli kılığında sivil polisin hastanelerde denetim kurduğunu, kendisini kapının girişinde bırakıp uzaklaşması gerektiğini söyledi. Arslan bunu da dinlemedi, Meral'i kucaklayıp hastaneye taşıdı. Teslim işlemi yapılırken sivil polis bitiverdi. Aslan seyirtti, ama geç kalmıştı. Önce koridorlarda, sonra bahçede kovalamaca oldu, karşılıklı silah sıkıldı ve Arslan yakalandı. Doğru Gayrettepe'ye işkence tezgahına. Arslan için zor günlerdi. Kaza ile yoldaşını ağır yaralamanın kahredici üzüntüsünü yüreğinde taşıyarak işkence zulmüne göğüs gerdi, devrimci onuru işkencecilere çiğnetmemek için bütün gücüyle direndi. Öbür işkencelerin neden olduğu tahribatın yanı sıra ayak parmağı kırıldı, burulan hayası mosmor olup şişti. Ama Arslan baş eğmedi. Tüm İstanbul örgütünü biliyordu. Tahribata yolaçmayan bazı açıklamalarla sorgu dönemini savuşturdu.
Beri yanda ağır yaralı haliyle Meral de hastanede sorgulandı. Bunu şurdan biliyoruz: 12 Martın başında Maltepe çatışması olmuş, ağır yaralı olarak yakalanan Mahir Çayan hastanede günlerce sorgulanmıştı. işkence dahil her türlü yöntem denenmişti. Devlet ideolojisinin şarlatanlığına kapılan bazı doktorlar, insanlığın yüzkarası bu uygulamaya maalesef alet olmuşlardı. Meral hastanede ifade vermedi. Kan kaybı, kasti bakımsızlık, sorgu gibi üç yıkıcı etkiye Meral üç gün direnebildi, gencecik onurlu yaşamı karanlık hiçlikle noktalandı.
KAPAKKAYA İLE BİRLİKTE (Anılar) Ali Taşyapan) [ I. Bölüm ]

PROLETARYANIN YİĞİT MİLİTANI ALİ HAYDAR YILDIZ..!


Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi ve yazı
1953 Dersim doğumlu. Yoksul bir Kürt ailesinin çocuğu. Öğrencilik yılları, devrimciliğinin başladığı yıllar oldu. 1972'de Kaypakkaya önderliğindeki TKP/ML Hareketi'nin kuruluşunu omuzlayan az sayıdaki militanlardan biridir Ali Haydar Yıldız yoldaş.
12 Mart'ın azgın terörü, O'nu mücadeleden alıkoymadı. inandığı düşünceleri uğruna, baskına uğradıkları 24 Ocak 1973'e kadar militanca dövüştü. Yoldaşlarıyla beraber kaldıkları Vartinik'teki komün faşist üsteğmen Fehmi Altınbilek komutasında baskına uğraması sırasında kurulan tuzaktan yoldaşlarını haberdar etmek için tereddütsüzce düşmanın üzerine hücuma kalktı. Yiğitçe çatıştı. Kendisi ve can yoldaşları, önderi İbrahim Kaypakkaya dışında diğer yoldaşları kurtulmayı başardı. İbrahim Kaypakkaya yaralı olarak kaçmasına karşın, 5 gün sonra 29 Ocak 73'te yeniden yakalanmıştı. Ve 3.5 ay süren ağır işkenceler sonucu ser verdi sır vermedi ve 18 Mayıs 1973 yılında hunharca işkencede katledildi.
Ali Haydar Yıldız yakalandığında yaralı olmasına karşın, yaşıyordu. Ancak, cellatları yaşatmamakta kararlıydı. O'nu yaralı olarak bir Jeep'in arkasına bağlayarak yollarda ve karlar içinde sürüdüler. Faşist caniler böyle katlettiler Yıldız'ımızı.
Ali Haydar yoldaş, hakim sınıflara karşı Dersim isyancılarının savaşçılığıyla karşı dururken, halka karşı sonsuz bir güven ve büyük bir inanç besliyordu. Yoldaşları için gözünü kırpmadan ölüme atılması, ondaki ''yoldaşlık'' kavramının yerini gösterirç
Katledilmesinin 36.yılında Ali haydar Yıldız yolda Erdemleri, zorlukları aşmada rehberimiz olsun.
Ali Taşyapan'ın Anılarında ALİ HAYDAR YILDIZ..!
Kayıp listesinde hareketin en genç elemanı Ali Haydar Yıldız'dır. Ailesi Dersim kökenli olup Elazığ'da ikamet ediyordu. ilk ve orta öğrenim basamağından geçen Ali Haydar narin endamlı, çevik bedenli, kıvırcık saçlıydı. Musa Eroğlu'nun “Halil İbrahim” kasetinin aynı isimli türküsündeki “kıvırcık saçlarına aklar düşmüş uçlarına” dizelerini dinledikçe Ali Haydar Yıldız'ı anımsıyorum. Benim anısal çağrışımlarıma göre sanki Ali Haydar için yakılmış bir türkü.
Dersim faaliyetinin başlarında Ali Haydar yoktu, sanırım İstanbul'daydı. TKP(ML)'li dönemle birlikte Ali Haydar'a tanık oluyoruz. Öylesine bir istekle devrimci uğraşa sarı ldı ki, aylar önce faaliyete katılan öbür yerel gençleri aştı, Muzaffer Oruçoğlu'nun sağ kolu haline geldi. Ali Haydar Yıldız'ın Dersim devrimci aktivitesi, katıldığı andan Vartinik'teki ölümüne kadar tam bir istikrarlı hat izledi. Öte yandan Ali Haydar henüz gencecik biriydi, okul hayatı yoğun bilgi akışlı üniversite sürecine ulaşmamıştı. Devrimci pratiği yeni yeni şekillenip düzgün bir kalıba dökülmüştü. Teorik ve pratik yönden belli bir birikim edinmiş örgütün ileri kadrolarına göre geriydi. Ama militan ruha, atılımcı azme, öğrenme isteğine sahipti, bu olumlu özelliklerinden ötürü hızlı bir gelişme temposu yakaladı.
Tarihsel ilericiliğe adanan bu gencecik ömrün akışı, `73 yılının 27 Ocak şafağında duruverdi. Faşist teğmen Fehmi Altınbilek komutasındaki jandarma timi Vartinik Komü'nü kuşattı. Çıkan çatışmada Ali Haydar Yıldız olay yerinde öldü, İbrahim Kaypakkaya yaralanıp bir kaç gün sonra ele geçti, Muzaffer Oruçoğlu, Süleyman Yeşil ve Hüseyin kurtulmayı başardı. Bir odun parçasına sımsıkı sarmalanan Ali Haydar'ın cesedi cemsenin ardına bağlandı, saatlerce yol alan aracın peşinde o yana bu yana savruldu, kışın kavurucu soğuğunda kaskatı hale geldi. Cesedin bu şekilde taşınması emrini Fehmi Altınbilek vermişti. Birbirine hasım iki askeri güç çarpışırken, onurlu bir asker, ölen hasmına saygı duyar, savaşın kıyıcı arenasında bile bazı insani davranışları elden bırakmamaya özen gösterir, toplumun vicdanında ve tarihin hükmünde lanetlenmekten kaçınır. Bu sakınımı vicdanlarında duymayanlar, çirkefe batmış insan kılıklı yaratıklardır. Ali Haydar'ın cesedine reva gördüğü işlemle Fehmi Altınbilek, insanlığın yüz karası ve de nefretlik biri olduğunu kanıtladı. Fehmi Altınbilek yarın çöplük olup gidecek, tarihsel ilericiliği temsil eden evrensel değerlerin nezdinde lanetlenecektjr. Ali Haydar Yıldız ise bu değerlerin sevgisine gömülüp anılacaktır. İşte iki tipin farklılığını görüntüleyen tablonun tarihsel yorumu...
KAPAKKAYA İLE BİRLİKTE (Anılar) Ali Taşyapan)

ÖNDERİ KAYPAKKAYA YOLDAŞIN SER VERİP SIR VERME DİRENİŞİNİ İŞKENCEHANELERDE BAYRAKLAŞTIRAN VE İDAM SEHPASINDA IŞIK OLUP ETRAFI AYDINLATAN ALİ AKTAŞ ÖLÜMSÜZDÜR.!

Görüntünün olası içeriği: 1 kişi, gülümsüyor, yazı
23 Ocak 1983 yılında Adana zindanında ipe çekilirken ölümü taydağından daha yüce kılan Ali Aktaş yoldaşının idam edilişinin 36.yıl dönümü :
“Aman ha…
Aman Mavişim, karamsarlık yok…
Her karanlığın bir aydınlığı,
her zorluğun çıkacağı bir düzlük vardır, kuşkusuz…
Haydi hoş çakal, gözlerinden öperim. Mavişim.” diyerek her daima umudu ve geleceğe olan inancını taze tutan Ali Aktaş yoldaş 12 Eylül faşist darbesinin ardından zindanlarının soğuk duvarlarına devrimci çığlık, zulümlere ve teslimiyete geçilmez barikat oldu
.Biliyoruz ki kimi insanlar aramızdan gitti, sustu, arkasına bakmadan kaçtı. Bazıları ise ve çelik’in suyunu alması gibi yeniden doğdu Hatay’ın İskenderun kazası Höyük köyünde.Arap milliyetinden yoksul bir ailenin çocuğu olarak kavganın içinde direnişin tam ortasında yaşama merhaba diyen Ali Aktaş yoldaş gibileri.
Ali Aktaş yoldaş, işkencede, zindanda, zulmün ve baskının olduğu her yerde yeniden doğanlarında başında gelen yoldaşlar arasındaydı.
TKP-M-L Hareketin ilk idam şehidi olan Ali Aktaş yoldaş, Arap milliyetinden bir komünistti. 1976'dan sonra İskenderun'da gençlik mücadelesinin öne çıkardığı bir gençlik önderiydi. 1978'den itibaren profesyonel devrimcilik yapan Ali yoldaş, bölgesinde gelişen tüm eylemlerin örgütlenmesine ve yürütülmesine aktif katıldı. 16 Eylül'de Erdener yoldaşın şehit düştüğü faşist Türkeş'i İskenderun'a sokmayan emekçi halk direnişinin de önderiydi. 9 Haziran 1980'de Ali Kaya Yıldız yoldaşın şehit olduğu faşistlerle girişilen çatışmada da O vardı. Çatışma sonrası Kocatepe'de kendisini pusuya düşüren faşist saldırganlardan birini öldürüp, bir diğerini de ağır yaralayarak gereken cezayı vermiştir. O, direnişlerin, çatışmaların, eylemliliklerin hep önündeydi. Korkusuz, kızıl bir kartaldı.
Komünist militanlığı , cesareti Çukurova'da hala dilden dile dolaşan Aktaş yoldaş, düşmanın eline geçtiğinde de soylu direniş geleneğinin sürdürücüsü oldu, sır vermedi; cellatlara hiç bir zaman boyun eğmedi. Bu büyük direnişi faşist diktatörlüğü korkutuyordu. O'nun için ellerinde hiç bir kanıt olmamasına rağmen, paşalar ferman buyurdu. Ali yok edilmeliydi.
23 Ocak 1983'te Adana zindanında avlu sarı ve ölgün ampul ışıklarının altında karanlıktı. Oysa yukarı ki gökyüzü, üzerine bir giysi gibi giydirdiği karlarıyla Torosların başına oturmuş parlak ve çıplak bir ayazdı. Ayağında bot, üzerinde uzun boyunun içinde kısa kalmış zindan elbisesi vardı. Beyaz önlüğünün altında elleri kelepçeliydi. Öylece yürüdü. Asker ve gardiyanların arasından geçerek sandalyeye çıktı ve gür sesiyle başı dik özgürlük savaşçılarının gururuyla slogan atarak sessizliği parçaladı Adana zindanında ve haykırdı:
"Ben insanların mutluluğu için çalıştım ve mutluluğu için de ölüyorum!.."
"Kahrolsun Askeri Faşist Diktatörlük!.."
"Yaşasın Devrim/Yaşasın Sosyalizm!.."
Bütün söyleyecekleri bu kadar açık ve netti. Sonra bir kuğu gibi başını uzattı ipe. Devlet koca Adana'da yine, Alinin direnişi karşısında birkez daha yenildi.
Ve işte bir komünist savaşçının en yürekli ve en bilinçli bir anıydı. Daha onlar yönelmemişken ayağı ile vurdu altındaki sandalyeye. ip sarktı. Darağacı gıcırdadı. 23 Ocak 1983 yılında Adana zindanındaki avludaki sessizlik ortamında bir bu ses vardı. Çukurova, Adana, İskenderun susmuştu. Höyük Köyü susmuştu. Ali ipin ucundaki bir kolye gibi gidip geliyordu. Zindanın duvarları, Toroslar, gökyüzü bakışa kaldılar öylece...
Katledilişinin 36. yılında Ali Aktaş yoldaş yine aramızda yaşıyor, savaşıyor:
“İster kızsın
İsterse hırsından köpürsün düşmanlarımız
Ve şafak sökerken Çukurova'da
Bizim için hazırladıkları darağaçlarında
Onları sallandıracağız
Onları!
Ateş olup göğe çıkanlar ölümsüzdür.
Ali Aktaş yoldaşın anısı mücadelemize ışık olmaya devam ediyor.
25 yıl sonra ortaya çıkan Ali Aktaş yoldaşın ın son mektubunu:
"Sevgili anacığım, sevgili babacığım
Bu satırları yazıp bitirdikten sonra hayata veda etmiş olacağım ve belki bu mektubu yazıp bitirdikten sonra sizlere ya ulaşır ya ulaşmaz bu hususta da pek bir güvencim de yoktur. Çünkü, yazıp da size yollayacağım bu veda mektubumun içeriği çok geniş veya kendilerince yasak olacaktır. Ulaşacaksa dahi yine kendilerince politika icabı olacaktır.
Sevgili babacığım ve anacığım, ben bir inanç uğrunda gidiyorum. Evet doğruluğuna inandığım bir inanç uğruna fakat bu inancım mevcut düzene karşı olmak sömürü soygun düzenine karşı olmaktır. Ben bir davadan yakalanmış ve yargılanmış isem de bu işin yalnızca formalitesidir. Çünkü benim asılmam için koyulması gereken hukuki bir delil olması gerekir ki durum delil yetersizliğiyle de olmasına rağmen ve karar kanaat üzerine olmasına rağmen ben idama götürülüyorum. Evet ben söz konusu adamı öldürdüğüm için değil, Emperyalizme, Faşizme, Sosyal-Emperyalizme, Sosyal-Faşizme karşı yılmaz usanmak tavizsiz mücadelemden dolayı asılmaktayım. Evet onlar bizim nefes alışımızdan dahi korkmaktadırlar. Oysaki ben maddi olarak yok olsam da manevi olarak yok olmayacağımı da biliyorlar. Evet ben ve benim gibiler inandıkları davaları uğrunda madden ölsek de manevi yaşarız yaşayacağız buna inancım tamdır. Ben ölüme gideceğimi delil yetersizliği olmasa da dahi baştan beri biliyordum.
Çünkü, onlar kendilerinin yaka mahfa götürecekleri halka ve devrime ihanet etmeyenlerin yüreklerinde derin bir korkudur. Ben yakalanabilirim ama halkımın mücadelesi hiçbir zaman ölmez öldürülemez. Halk bağrında nice tohumu, tohumları türetmiş ve türetecektir. Evet ben ölüme giderken hayata erken veda etmekte olmama yanmaktayım. Yoksa öleceğime değil. Her gün her zaman ölümden korkmadım. Korkmayacağım da. Çünkü, ben anamadan babamdan ben, halkımdan korkusuzluğu acı içinde ızdırap içinde yokluk ve kıtlık içinde sabrı, sabretmeyi inançlarımla düşmana …. yaşamayı hem de başı dik ve gururluca yaşamayı ama bir saat daha bir saniye daha.
Size çok şey yazmak istiyordum zaman zaman, ama yazamadım. Nice yazacaklarımdan, nice söyleyeceklerimden ancak söyleyebilip yazabileceklerimden başka bir şey ne söyleyebildim, ne de yazabildimse de bunu anlarsınız inancındayım.
Babacığım benim için çok uğraştın. Farkındayım. Belki kar etti, belki etmedi ben baştan bilmeme rağmen yine de seni yanlış düşüncelere kapılmamanız için bir şey demedim. Yine de uğraşılarının borcunu ödeyemedimse de, en azından şerefimle düşmana teslim olmaksızın gitmem, hayata veda etmem dahi umarım sizin için yüzü kara olmaktan da iyidir.
Anacığım beni bizi ne sancılar içinde var ettiğini, ama yeniden var edebilmeminde ne kadar güç olduğunu biliyorum ve senin acının derinliğini şimdiden anlayamıyor değilim. Onun için şimdiden acını paylaşmak istersem de elimden gelen Bir şey yok. Fakat sana birtek şeyim varsa oda oğlunun senden aldığı senin gibilerden aldığı ilhamı ve kuvvetin inancıyla halka ihanet etmeyen biri olarak gitmemdir.
Ben şuan yazdığım ve yazamadığım nice dost ve akranlarımın tümünü yüreğimde taşıyarak, bilincimde taşıyarak gidiyorum. Evet Ganime analar, Hatun analar, Hüsne nineler Zehra nineler Hamit amcalar. Abbas babalar, Nursel bacılar, Yusuf kardaşlar ve daha bilmem kimler kimler. Ben sizden gelmiş, ben bağrınızdan türemeş biri olarak sizleri düşünmeksizin nasıl giderim hiç mümkün mü?
Evet sevgili analarım, babalarım. Ben gidiyorum. Giderken serefimle gidiyorum. Ama onlar sömürücüler sömürü soygun düzeninin sahipleri komprador patron ağa devletinin savucuları şerefsizlikleriyle her gün ölecekler. Biz halkımız uğrunda girdiğimiz mücadelede inanarak elimden gelen mücadeleyi yaptım ben D.H.B. örgütüne mensup olarak yargılandım ve D.H.B/TKP- ML Hareketi örgütü davasına dahil edildim. Ben hiçbir şey kabul etmedimse de yapmadığımı kabul etmedim. Ama evet ben bu örgüte inandım ve hala inanıyorum. Ona her şeyimle, içten inanıyorum. Benim verdiğim mücadele sizce, halkça takdirini yapacak ve değerini biçeceksiniz. Sizlere bunları dahi yazdımsa da inanın pek de içten geçerek de yazdırtabilirdim.
Beni bağışlayın sizleri, halkımı unutmayacak olan ben oğlunuz
Ali Aktaş

17 Ocak 2019 Perşembe

ÖLÜMÜNÜN 8. YILINDA DOĞAN SOYSÜREN YOLDAŞI ANIYORUZ…!


“Bir yürek var bende
İçerisinde acılar
Bir yürek var bende
İçinde bitmek, tükenmez sevdalar
Bir yürek var bende
Meydan okur ölüme...!
Sende çıkar
Göğsünün kafesinde yüreğini
Şu güneş düşen ateşe fırlat
Yüreğini,yüreğimizin yanına at...!
Kendisiyle barışık Ne çok öldük hem de devrime ve halkların özgürlük savaşımına daha fazla hizmet edeceğimiz bir zamanda. erkence aramızda ayrılanlardan biriside Doğan Soysüren yoldaştı. 1961 yılında K.Maraş’ın Elbistan İlçesi Kantarma köyünde Kürt Alevi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Doğan Soysüren yoldaş 16 Ocak 2011 tarihinde kahrolası kanser hastalığı sonucu kaybettik.
Doğan yoldaş daha küçük yaşlardan itibaren bölgede etkin olan TKP-ML Hareketinin çalışmalarından etkilenerek devrimci oldu. Liseyi Antep devam eden doğan yoldaş,hem okuluna devam etti ve hem de devrimci çalışmalara aktif olarak katıldı. sorgulayıcı ve eleştirel özellikleri, fedakar ve cesaretli duruşuyla öne çıkan Doğan yoldaş 12 eylül faşist darbesi döneminde Antepte gözaltına alındı ve K.Maraş işkencehanelerin de ağır işkencelere maruz kalarak tutuklanarak zindana atıldı. uzun zindan yaşamının ardından tahliye oldu. Evlilik nedeniyle 90'lı yıllarda yurt-dışına çıktı. Yurt-dışına adım attığından itibaren yoldaşlarıyla bağlantı sağladı ve gece gündüz demeden evini devrimci çalışmalara açarak Berlin de komünist hareketin toparlanması için yoğun çaba içinde oldu. Bir yandan çalışı öte yandan sıkı bir devrimci çalışma içine girişti. Güleç yüzü espirütel özellikleri, ve fedakar tutumlarıyla yoldaşları arasında öne çıktı. Mücadele düz bir hatta ilerlemiyor.
Yurt-dışında sağlam bir ideolojik-örgütsel duruş ve dur durak bilmez bir devrimci pratik,,planlı ve hedefe bağlanmış disiplinli bir devrimci çalışma içinde olmadan devrimci olarak ayakta kalmak oldukça zordur. Yurtdışı bir yerde tasfiyeciliğin ve savrulmanın binlerce devrimciyi adeta değirmen gibi öğüterek düzen çarklarının içine yeniden çekmenin alanı olmuştur. Doğan yoldaş bir dönem tasfiyeci örgütlü yaşamda koparak yalnızlık anaforuna kapıldı.. Biliyoruz ki yalnızlık yığınlar kalabalığı içerisinde diğerlerine benzememe bir yandan idealler öte yandan ondan uzaklaşma gelgitleri yaşamaktır. Özünde yalnızlık tek başına yaşanılmaz, en acı yalnızlık kalabalık içerisinde öteki olarak yaşamaktır. Yaşam, doğasına aykırı bir biçimde farklılıkları sindiremeyen monoton bir akış içerisinde sürdürülmeye çalışılıyor. Diğerlerine yani burjuva düzen kişiliğine benzeşirsen ilkesizleşir ve kendin olmaktan uzaklaşırsın. Diğerlerine benzemezsen yalnızlaşırsın. Yüreğini güzelliklere ve gerçeklere açmışsan bir o kadar da acıya ve yalnızlığa açmışsın demektir.. Doğan yoldaş bir dönem düştüğü boşluktan kendi olma kavgasını verdiğinden yüreğini acıya da yalnızlığa da açmıştı. Tüm zorluklarına, acılarına rağmen kendi olmayı ve kendi kalmayı başardı. Kendi olma savaşımını sürekli olarak yürüttü ve hastalık süreci Doğan yoldaşı silkeleyip yeniden kendisine gelmesinin yolunu döşedi. Örgütlü savaşımın dışına düşmenin bir devrimci için adeta ölüm olduğunu bilince çıkarak Doğan yoldaş, kahrolası kanser hastalığını yenerek yeniden kendisini toparlanmasına yöneldiği bir zamanda hastalık yeniden nüksetti ve Onu erkence aramızda koparıp almasına neden oldu.
Doğan yoldaş politik olarak sorunlara egemen olan ve analatik yaklaşıma sahip ,halk fıkralarıyla politik konuları aktarma başarısı içinde olan bireydeki bilinç ve duygu birliğinin yürek ve beyin ortaklaşmasının anlamlı ve güzel bir örneğiydi. Komünist harekete katılımının temelinde de hareketimizin yoldaşlık ilişkilerindeki sadeliği ve paylaşımlarda yaşanan derinliği vardı. İnsana verdiği değer, ilişkilerinde somut ifadesini buluyordu. Onun için insanların insan olma savaşımını yürütmeleri sevilmeye değer kılardı onları. Bireylerin yaşadıkları ne olursa olsun anlatmaya ve anlamaya yürek ortağı olmaya çalışırdı. Bunu yaparken hem iyi bir dinleyiciydi hem de iyi bir gözlemciydi. Doğan yoldaşın yaşamıyla, sohbetleriyle hatta duruşuyla insanları etkilemeyi ve karşısındakine yön vermeyi başarıyordu. Bunu yaparken karşısındakine de hissettirmeden, iradesine ve yaşadıklarına saygı göstererek bunu yapıyordu. Sevmek Onun için emek harcamak ve birbirinin iradesini kırmadan paylaşmaktı. İlişkilerinde karşısındakinin kendisine benzemesini istemez, herkesin özsel gerçekliğiyle yaşama katılması gerektiğine inanırdı. Kendisiyle yürüttüğü en büyük savaşım ise hatalara ve zaaflara karşı mücadelede iyiniyetli olmasıydı.
Mücadelenin zorlu ve çetrefilli süreçlerini yeni olmasına rağmen tek başına ayakta kalarak aşmaya çalışan beyniyle ve yüreğiyle etrafını aydınlatmaya çalışan bir yoldaştı. Doğan yoldaş da sahtelik ve kabalık yoktu. Her şeyi sadelik içinde ya pardı. Mücadele ederken de, emek harcarken de, birini eleştirirken de bunu hep çaktırmadan yapardı. Göstermelik olan, herkesin göreceği şeyleri yapmayı sevmezdi. Doğan yoldaş hemen herşeye limon olmazdı ve mücadelesini anlık değil zamana yayarak yürütürdü. Yaşama ve insanlara ucuz yaklaşmazdı. Emek harcarken de bunun karşılığını beklemez ve değişimin kolay olmadığını bilirdi. Onun için önemli olan karşısındaki insanın eşitlik ve özgürlük arayışlarını güçlendirmek ve kafasında kişinin kendisine ilişkin soru işaretleri oluşturabilmekti. Bu nedenledir ki birçok kişi onu olumlu özellikleriyle tanıdı.
Güzel düşünceli temiz yürekli özgürleşmeye yakın bir insandı
Bir dönem sonra onu hastalığa yakalandığının ardında ilk kez görüştük. Bu görüşmemizin son görüşmemiz olacağını düşünemedik Bir gece sabah kadar hemen herşeyi tartıştık ve kendi zaaf ve yetmezliklerinin özeleştirisini yaptı. Bu konuşmamız onu oldukça rahatlaştırmış ve tartışma yüreğimizde yıllardan sonra birbirimizi görmenin sıcaklığı vardı. Bu tartışmadan Onun devrimci özünü yitirmediğini görmekten mutluydum. O ise kendini anlatmanın ve yürek ortağı olmaya çalışmanın iç huzurunu yaşıyordu. Bir daha birbirimizi hiç görmedik. Uzaktan da olsa haberlerini alıyordum. Kendini aşarak devrimci kavgaya yeniden aktif olarak omuz vereceğini düşünürken karanlık zindan hücresinde ölümsüzlüğe el salladığı haberini aldım. Doğan yoldaş aslında teorik-politik birikimi, deney ve tecrübesiyle devrimci savaşma önemli katkı yapacak, bir yoldaştı. . Sade, çıkarsız, sakin ve insanı derinden tanımak isteyen bakışları, pırıltılı gözleri artık saçlarına düşmüş aklarla ve kendi kimliğine ait olgun duruşuyla görmüş geçirmiş kişilere ait yaşam bilgesi edası çevresindekileri etkilemesine yetiyordu. Yoldaşları etrafında toplamak için özel bir çaba içerisine girmesine gerek yoktu. Gerçek bir devrimci olduğunu öncelikle kendi yaşamıyla insanlara kanıtladığından çekiciydi.
Doğan yoldaş devrimci savaşıma büyük emek vermiş bir devrimciydi. Gidişi bu kadar erken olmamalıydı . Ölüm adres tanır bu yüzden hep en iyileri, en güzelleri seçer. Ölüm sana hiç yakışmadı Doğan yoldaş. Utangaç ama muzır gülüşünle karşımızda hep var oldun.. Biliyor musun Doğan yoldaş, hani derler ya kendim özüyle sözü bir insanlara daha çok ihtiyaç duyuyoruz. Bu tür zorlu süreçlerde senin gibi düşünen ve yaşayan insanlara ihtiyacımız var. İçinde yaşadığımız süreç senin gibi güçlü çalışkan, fedakar ve arkasına bakmadan mücadeleye sıkıca bağlanmış devrimcilerle yürütülebilecek bir süreç Daha yapacağımız çok şey varken erkence aramıza ayrılan Doğan yoldaşı ölümünün 8. yılında saygıyla anıyor ve ideallerini yaşatacağımıza söz veriyoruz.

ELDE SİLAH DİLDE DİRENİŞ ŞİARININ TEMSİLCİSİ VE İŞÇİ SINIFININ KAVGA ÖNDERİ ATİLLA ÖZKAN.!

Atil­la Öz­kan, ba­ba­sı Koçgi­ri’li ana­sı Der­sim­li olan emek­çi bir ai­le­nin ço­cu­ğu olarak 1957 yılında Kayserinin Sarız ilçesinde dünyaya geldi. Da­ha küçük ya­şın­da ai­le­ce sömürüyü, bas­kı­yı, zul­mü ta­nı­dı.
Atil­la yol­daş, bu bas­kı ve yok­sul­luk or­ta­mın­da ile­ri­ci düşün­ce­ler­le ta­nış­tı. Öğ­ren­ci­lik yıl­la­rı Atil­la’nın dev­rim­ci ge­li­şi­mi­ni ko­şul­la­dı, okul­da öğ­ren­ci ar­ka­daş­la­rıy­la omuz omu­za ge­ri­ci ted­bir ve uy­gu­la­ma­la­ra kar­şı çı­ka­rak, öğ­ren­ci­le­rin, de­mok­ra­tik, aka­de­mik, hak ve öz­gür­lük­le­ri­ni sa­vun­du. Da­ha o dö­nem­de Hüse­yin Ce­va­hir’in fa­şist dik­ta­tör­lük­çe kat­le­dil­me­si­ne al­kış tu­tan ge­ri­ci ve fa­şist öğ­ren­ci­ler­le çı­kan bir kav­ga­da dev­rim­ci ar­ka­daş­la­rı­nın en önün­de ye­ral­mış­tı. 12 Mart fa­şist dik­ta­tör­lüğün emek­çi hal­kı­mız üze­rinde­ki vah­şi zul­mü ve sömürüsü Atil­la’nın yok­sul ai­le­si­ni ­de de­rin­den et­ki­len­miş­tir. Da­ha son­ra yok­sul­luk ne­de­niy­le oku­la de­vam ede­me­yen Atil­la bun­dan son­ra bir do­ku­ma fab­ri­ka­sın­da ça­lış­ma­ya baş­la­ya­rak, öz­gür­lük ve sos­ya­lizm müca­de­le­si­ne da­ha ak­tif ve ka­rar­lı bir şe­kil­de ka­tıl­dı.
Atil­la’nın ça­lış­tı­ğı do­ku­ma fab­ri­ka­sın­da az­gın bir sömürü ve bas­kı var­dı. Fab­ri­ka­da ça­lı­şan­la­rın ço­ğu, ka­dın ve ço­cuk iş­çi­ler­di. Pat­ron ve sa­rı sen­di­ka, maf­ya ile iş­bir­li­ği, ha­lin­de iş­çi­le­rin her tür­lü mücade­le­si­ni bas­tır­ma­ya ça­lı­şı­yor, en küçük bir hak is­te­ğin­de ve­ya en küçük bir kı­pır­da­nış­ta iş­çi­ler top­lu hal­de iş­ten atı­lı­yor­du. Ka­dın ve iş­çi­ler dövülüyor­du. İş­te bu zor şartlar­da Atil­la her za­man­ki gi­bi ka­rar­lı, her za­man­ ki gi­bi en ön­de, bi­linç­li­ce hak­sız­lı­ğa, sömürüye ve zul­me kar­şı çı­ka­rak pat­ron ve maf­ya sa­rı sen­di­ka­cı­la­rın iş­bir­li­ği­ni teş­hir ede­rek iş­çi­le­ri ger­çek düş­man­la­rı­na kar­şı bir­leş­tir­me­ye ça­lış­mış­tır.
Atil­la yol­da­şın bu müca­de­le­si­nin ken­di­le­ri için teh­li­ke­li ol­du­ğu­nu gö­ren pat­ron ve maf­yay­la sa­rı sen­di­ka iş­bir­li­ği, Atil­la’nın işi­ne son ver­di. Atil­la do­ku­ma fab­ri­ka­sın­dan atıl­dık­tan son­ra yıl­ma­dan dev­rim­ci müca­de­le­si­ni sür­dür­dü. Kaz­lı­çeş­me’­de bir de­ri fab­ri­ka­sı­na iş­çi ola­rak gir­di. De­ri fab­ri­ka­la­rın­da iş­çi­le­ri il­kel şart­lar­da, leş­ler ve ça­mur­lar için­de, ma­ğa­ra gi­bi iş­ye­rin­de ça­lış­tı­rı­yor­lar­dı. Atil­la yol­daş bu­ra­da ça­lı­şır­ken, bir yan­dan iş­çi­le­re dev­rim ve sos­ya­lizm bi­lin­ci ver­me­ye ça­lı­şır­ken, bir yan­dan da iş­çi­le­rin sen­di­kal mü­ca­de­le­si­ne bütün ça­ba­sıy­la ön­der­lik ede­rek, sen­di­ka­sız ve her tür­lü sos­yal hak­tan yok­sun iş­çi­le­ri, sen­di­ka­lar­da ör­güt­le­ye­rek pat­ron­la­ra kar­şı bir­leş­ti­ri­yor­du. Bu­nu gören pat­ron Atil­la’nın işi­ne son ve­re­rek onu döv­meye kalk­tı. Atil­la’nın iş­ten atıl­ma­sı­na kar­şı çı­kan iş­çi­ler, Atil­la’yla bir­lik­te omuz omu­za ve­re­rek pat­ro­na kar­şı koy­du­lar. Ve bu­nun so­nu­cu ola­rak Atil­la’yla be­ra­ber 7-8 iş­çi de iş­te atıl­dı. Atil­la iş­ten atı­lan ar­ka­daş­la­rıy­la bir­lik­te hak­la­rın­dan vaz­geçme­ye­rek, pat­ro­nun bas­kı ve hak­sız­lık­la­rı­nı teşhir et­mek için müca­de­le et­ti­ler.
18 Ocak 1976 günü 12 Mart döne­mi­nin iş­ken­ce­ci­le­ri ve dev­rim­ci kat­let­me­le­riy­le ün­lü Mit ve 1. Şu­be Tim­le­ri ta­ra­fın­dan Atil­la yol­da­şın Zey­tin­bur­nu’nda kal­dı­ğı ev sa­rıl­dı. Atil­la ev­de iki ar­ka­da­şıy­la otu­ru­yor­du. Vu­ru­cu tim­den, iş­ken­ce­ci ka­til­ler­den Me­te Al­tan ve Muh­sin Bo­dur ka­pı­yı çal­dı. Ka­pı Atil­la ta­ra­fın­dan açıl­dı ve ka­pı açı­lır açıl­maz içe­ri­ye do­lan vu­ru­cu tim­ler oto­mo­tik si­lah­la­rı­nı Atil­la’ya ve ar­ka­daş­la­rı­na da­ya­dı­lar. Atil­la da­ha bun­la­ra kim ol­duk­la­rı­nı sor­ma­ya fır­sat bu­la­ma­dan po­lis Muh­sin Bo­dur ateş açtı. Atil­la po­li­sin ate­şi kar­şı­sın­da ye­re yı­kıl­dı ve po­lis di­ğer ar­ka­daş­la­ra­da ateş açtı. Ağır ya­ra­lı olan Atil­la yol­da­şın vücu­du­nu tek­me­le­yen iş­ken­ce­ci­ler ölümünü ça­buk­laş­tır­ma­ya ça­lış­tı­lar.
Fa­şist­ler bu al­çak­ça iş­len­miş si­ya­sal ci­na­ye­ti hal­kın gö­zün­de hak­lı çı­kar­mak için, emir­le­rin­de­ki ba­sın-ya­yın or­gan­la­rı­nı kul­lan­dı­lar. Ci­na­ye­ti giz­le­mek için bir si­lah­lı ça­tış­ma süsü ver­me­ye ve Atil­la yol­da­şı’da soy­gun­cu ola­rak gös­ter­me­ye ça­lış­tı­lar. Ama kit­le­le­rin nez­din­de ger­çek­le­rin açı­ğa çık­ma­sı­na en­gel ola­ma­dı­lar. Atil­la yol­da­şın ger­çek ka­til­le­ri Muh­sin Bo­dur ve Me­te Al­tan ca­ni­ler gös­ter­me­lik yar­gı­la­na­rak be­ra­at et­ti­ler. Ama on­lar dev­rim­ci­le­rin ada­le­tin­de be­ra­at et­me­miş­ler­di. Muh­sin Bo­dur TKP/ML ta­ra­fın­dan ölüm­le ce­za­lan­dı­rı­la­rak hal­kın ada­le­ti­ni ye­ri­ne ge­tir­di. Me­te Al­tan ise bu­gün yi­ne zulm sa­çıp, kan dök­me­ye de­vam edi­yor. Ama hiç bir halk düş­ma­nı ce­za­sız kal­ma­ya­cak hal­kı­mız er geç Me­te Al­tan’dan  da he­sap so­ra­cak­tır.
Atil­la yol­daş genç ve yü­rek­li bir dev­rim­ci ola­rak TKP/ML Ha­re­ke­ti­nin bir sa­vaş­çı eriy­di. O tam bir görev ada­mıy­dı. Hem fab­ri­ka­lar­da ça­lı­şı­yor, iş­çi­le­ri ör­güt­lüyor ve hem de mi­li­tan bir çiz­gi­de as­ke­ri ey­lem­le­re ko­şu­yor­du. İs­tan­bul’da bir çok as­ke­ri ey­le­min ör­güt­len­me­si ve pra­ti­ğe ge­çi­ril­me­sin­de Atilla’nın dev­rim­ci ira­de­si ve ener­ji­si var­dır. O ey­lem için doğ­muş ve yok­sul­lu­ğun an­cak dev­rim­le son bu­la­ca­ğı­nı bi­len inançlı bir dev­rim­ciy­di.
Ya­şam ko­şul­la­rı­nın çok ağır ol­ma­sı­na ve büyük ola­nak­sız­lık­lar­la sa­vaş­ma­sı­na rağ­men, on­da hiç­bir za­man of-puf çek­me ya da köşe­yi er­ken­den dön­me gi­bi za­yıf­lık­lar görül­me­miş­tir. Kav­ga­ya gir­din­mi her­şe­yin­le gi­recek­sin di­yen­ler­den olan Atil­la yol­daş, söz­le­ri­ne uy­gun bir pra­tik ser­gi­le­di. Ölümü güle­rek ku­cak­la­dı. Müte­va­zi, baş­la­dı­ğı işi so­nu­na ka­dar gö­tür­me­de­ki ka­rar­lı­lı­ğı, güç­lü inan­cı ve ör­güt­çü ye­te­ne­ğiy­le Atil­la yol­daş, TKP/ML Ha­re­ke­ti­nin iş­çi sı­nı­fı için­de ge­li­şip güç­len­le­me­si için can­la baş­la ça­lış­tı ve kı­sa za­man­da Kaz­lı­çeş­me de­ri iş­çi­le­ri ara­sın­da önem­li bir iliş­ki ağı ya­rat­tı. TKP/ML Ha­re­ke­ti­nin iş­çi sı­nı­fı için­de ça­lış­ma­dı­ğı ya da sı­nıf ça­lış­ma­la­rı­na önem ver­me­di­ği­ni id­dia eden in­kar­cı opor­tünist­le­re en iyi yanıt Atil­la Öz­kan yol­da­şın ya­şa­mı ve pra­ti­ği­dir.
O, ön­cü iş­çi ko­münist mi­li­tan ola­rak kav­ga­ya ka­tıl­dı ve fa­şist dik­ta­tör­lüğün si­lah­lı sa­va­şım­la par­ça­la­na­rak halk­la­rın öz­gür­lüğe ka­vu­şa­ca­ğı inan­cıy­la sa­vaş­tı. Bu­gün fab­ri­ka ça­lış­ma­la­rı­nı ge­liş­ti­rip, ile­ri çek­mek ve ger­çek bir ko­münist iş­çi par­ti­si ya­rat­mak için, Atil­la Öz­kan yol­daş gi­bi ön­cü komünist iş­çi mi­li­tan­la­rın ye­tiş­ti­ri­lip sa­va­şa sürül­me­si­ne da­ha faz­la ih­ti­yaç var­dır. Bu zen­gin top­rak­lar, va­roş­lar ve fab­ri­ka­lar, ör­güt­çü mi­li­tan­la­rın, iş­çi yol­daş­la­rın öne atıl­ma­sı­nı ve kav­ga­yı da­ha sağ­lam ze­min ve emin el­ler­de yük­sel­til­mesini em­re­di­yor.
Mi­li­tan  iş­çi önderi  Atil­la Öz­kan yol­da­şı anar­ken, “fab­ri­ka­lar ka­le­le­ri­miz ol­ma­lı­dır” şi­arı­na da­ha sı­kı sa­rıl­mak, iş­ken­ce­ci cel­lat­la­rın­dan he­sap sor­mak için saf­la­rı da­ha bir sık­laş­tır­ma­nın ge­rek­ti­ği­ne ina­nı­yo­ruz. Kav­ga ye­ni iş­çi mi­li­tan Atil­la­la­rın omuz­la­rın­da za­fe­re ta­şı­na­cak­tır. Atil­la Öz­kan, zul­me ve sömürüye son ver­me kav­ga­mız­da hep bi­zim­le ol­du ve bun­dan son­ra­da kav­ga­mı­zın ile­ri ta­şın­ma­sın­da hep bi­zim­le ola­cak­tır.