29 Temmuz 2019 Pazartesi
Devrim ve Sosyalizm Savaşımının Dinmeyen ve Sönmeyen Direniş Ateşi Münir Dışkaya..!
Devrim ve sosyalizm için yaşamlarını ortaya koyan şehitler emekçi halklarımız ve yoldaşlar için, en kutsal değerler bütünü ve ifadesi düzeyinde, yaşamın en anlamlı ve onurlu ifadesi, devrimci adanmışlık örneğidirler. Dahası yaşanmışlıklara dair anı ve özlem olup, geleceği yaratan kaynaktır şehitlerimiz. Anı, özlem ve saygınlıklarıyla şimdiki dünden bugüne zaman içinde yaşananları, geleceğe dair dinmeyen bir özgürlük aşkı ve isyan çığlığıdırlar. Onlar için geçmiş yoktu.
Çekinmeden yaşamlarını ortaya koyan şehitlerimiz, geçmişi, bugünü ve geleceği aynı hatta buluşturan biz ardıllarına yürünmesi gereken devrimci yolu gösteren köprüdür onlar. Emekçilerin kurtuluşunun yüreği, kurtuluş isteyenlerin dili olup, ezilen ve sömürülen halkların acı ve isyan duygularını silinmez bir imge gibi anılarında taşırlar. Yeni yaşamlarla çoğalan toplumun anlam gücü eşitlik ve özgürlük savaşımının silinmez ifadesi, abidesidirler. Çünkü onların yaşadığı ve yaşatıldığı yerde faşist baskı ve zulme boyun eğme, aldatılma yoktur. Tarihsel toplum ve devrimci gerçekliğimize aykırı anlayış, tarz ve biçimlerde ‘kendini yaşama ve yaşatma’ arayışı asla yoktur.
Biliyoruz ki, halkın özgürlüğü için yola çıkan ve yaşamlarını ikircimsizce devrime adayan şehitlerimiz, erdemleri ve yürekleriyle bu coğrafyaya nakşolmuş onur belgeleridir. Öncelikle halklarımıza yol gösterici öncü olmanın bilinci, kolektif belleğimizin ruhudurlar. Kısacası onlar devrim ve sosyalizm savaşımının izi ve komünizm amaçlarımızın sözüdürler.
Bunun için; çeşitli ulus ve ulusal azınlıklardan Türkiye halklarının, eskiyi yıkıp yeniyi kurma savaşımında her ölümsüzler ordusuna katılanın insanlığa dair sınırsız sevgi, bağlılık ve özlem, faşist baskı, zulüm ve sömürüye karşı büyük bir öfke ve başkaldırıdır.
Tıpkı 30 Temmuz da Adana da kaybetmiş olduğumuz Münir Dışkaya yoldaş gibi dinmeyen ve sönmeyecek olan direniş ateşi gibi. Daha dün gibi gülen yüzün karşımızda duruyor. Yıl 78.Aylarda yazdı. Ayakkabının altı delinmişti. Ekonomik durumumuz pek iyide değildi. 78.Ağustos hizbi İstanbul çalışmalarını tarumar etmişti. Dur durak bilmeden örgütün yeniden toparlanarak hizbin tahribatlarının hızla aşılması için çalışıyordun. Çoğu zaman günde bir simit bir kaç bardak çay ve üç-beş saatlik uykuyla idare ediyordun. Ayakkabı alma konusunda çokça tartıştık. Sen inat ediyorsun. “Örgütün ihtiyaçları varken ayakkabı almak doğru değil “diyordun. Ama tartışmaların ardından yumuşadın ve ayakkabı alma konusunda Gedikpaşa da onlarca ayakkabıyı dolaşmış ama sana 46 numaralı ayakkabıyı bulamamıştık. "Nasıl olsa üst tarafı sağlam yoldaş, şimdilik idare ederiz" diyerek yeni bir ayakkabıya para vermemek için yine gerekçe üretmeye kalkışırken Çemberlitaş’a varmadan ayakkabıcılar çarşısında bez bir 46 numara ayakkabı bulduk. Ayağına giydin ama ayakkabı beyazdı ve dikkat çekiciydi. O dönemde gecekondular, adeta çamur deryasıydı. Kısa bir yağmur yağmasının ardından, her taraf çamur deryası oluyor ve yürümek bile sorun haline geliyordu. Münir yoldaşla her buluşmamızda ayakkabılarının çamur olduğunu ve silmesine rağmen giderilemediği üzerine tartışırdık. Ayakkabı yaz bitmeden yırtıldı da beyaz bez ayakkabı macerası sona ermişti .
Camlı kahvenin bitişiğinde pencereleri kapatan perde ve iki ranza ve yatak birkaç battaniye dışında her şeyiyle fakirhane olan, farelerin bile birşey bulamadığı için uğramadığı gecekondu da yalnızca gerekli olduğunda kullanılacak silahlar ve örgüt dökümanları ve birde her hangi durumda belgelerin hızla yakılacağı benzin bidonu ve küçük tüp vardı.
Küçük tüpte aradan belki de çay demleyip, bir kaç yumurta kırıp menemenle sabah kahvaltısı yapacaktık. Neki ne tüpü yakıp ne çay demledik ve ne de menemen yapıp sabah kahvaltısı yapabildik. Buna hiç zaman bulamadık. Devrimci görevler dur durak bilmeden çalışmamızı gerektiriyordu. Gece saat 11.00'de dışarıda bir yerde buluşup gizlice girdiğimiz gecekonduda elbiselerimiz bile çıkarmadan uyuyup sabahın 6.00 işe gidiyormuş gibi kalkarak devrimci görevlerimizin başına koşuyorduk.
Münir yoldaş bu hummalı devrimci çalışmada asla rahatsızlık duymadı. Çünkü o devrimciliğin feda ruhu içinde öne atılmak ve her hangi bir çıkar-menfaat gözetmeden tüm yeteneklerini emekçilerin kurtuluşu davasına adamaktan geçtiğinin bilinciydeydi.
Daha çocuk yaşlarında tanışmıştı komünist hareketle. Bir yerde komünist hareketle büyümüş ve kavgada olgunlaşmış ve 79 Nisan konferansında 21 yaşında TKP-ML Hareketi Merkez Komitesine seçilmişti. Bu sürecin gelişimi kolay olmamıştı. Malatya-Kürecikte dünyaya gözünü açan Münir yoldaş, babasının devrimci olması nedeniyle çocuk yaşında devrimlerle tanışmış. İlk okul derken liseye Malatya Turan Emeksiz Lisesinde devam etmişti.76-77 yıllar Malatya da devrimci mücadelenin gelişip güçlendiği yıllardı. Bu süreçte anti-faşist mücadele Malatya'da da gelişip güçleniyor ve geniş kitleleri sarıp sarılıyordu. Faşistler Malatya da yükselen devrim halk muhalefeti ezip dağıtmak için her yolu deniyordu. Özellikle liselerin düşürülmesi için yoğun çaba gösteriyorlardı. Turan Emeksiz lisesi de bunlardan birisiydi. Neki içinde Münir yoldaşın bulunduğu anti-faşist gençlik, Turan Emeksiz lisesinde faşistlere geçit vermedi.
Yoldaş Malatya’dan Antep çalışmalarına ve oradan da İstanbul merkezli Marmara bölge çalışmalarına geçti. Kısacası nerede bir devrimci görev varsa ikircimsizce o çalışmalara koşmaktan tereddüt duymadı. Asla görev ayrımı yapmadı, Onun için emekçi halkların kurtuluşu her şeyden değerliydi. Bunu örgütleyip bir araya getirip savaş mevzilerine sürecek olan çizgiye uygun yetişmiş kadrolar yapacaktı.
Örgütün içinde Münir yoldaşın kısa zamanda öne çıkması tesadüfü değildi. O dur durak bilmeden çalışan ve devrim için 24 saati yetersiz bulan ele avuca sığmaz bir mütevazi, cesaretli, özgüvenli, başladığı işi sonuna kadar götürme kararlılığında olan doğal önderliğinin yanında, yoldaşlarına karşı değiştirici ve dönüştürücü yaklaşan bilinçli bir yoldaş olması Onu yoldaşları nezdinde kabul gören, genç yaşında önderlik kurumuna seçilmeye götürdü
Konferansın yapılacağı alana yoldaşla birlikte yolculuk yaptık. Uzun yolculuk döneminde zorlukların aşılmasında göstermiş olduğu kararlı ve iradeci tutum aslında Münir yoldaş hesapsızca devrim ve sosyalizm davasına kendisini nasıl bağladığını ve örgüt için yapamayacak hiçbir fedakarlığın olmadığını ortaya koyuyordu.
Konferans sürecinde sıklıkla fikir alışverişinde bulunduk. Hemen her konuda teorik-politik olarak ortak düşünüyorduk. Pratik çalışmaların vermiş olduğu güven yoldaşlık ilişkilerimizi daha da pekiştiriyordu. Konferansın dinlenme aralarında durum değerlendirmeler yapıyorduk. Konferans platformunda KK'nın bileşkesini gördüğünde "bu kadarını da beklemiyordum" yönlü değerlendirmeler yapmış olsa da, Konferans tartışmalarının ileri safhasında bu durumu abartan ve kendi gerçekliğinden kopuk bir önderlik beklentisinin hatalı olduğunu görerek, bu olumsuz düşünceleri aştı. Uzun ikna tartışmalarının ardında, var olan durumu aşmak ve uyumluk bir önderlik yaratmak için önderliğe aday olması üzerine tartıştık.
İlk dönemler önderliğin ağır görevler üstlenmek anlamına geldiğini ve örgütün önünde hem iç ve hem de dışta kitle savaşımını müdahale etmek için yüklü görevlerin örgütün önünde durduğu ve ancak bu görevleri güçlü bir önderliğin başaracağını düşünen Münir yoldaş, deney tecrübe sahibi ve teorik-politik olarak gelişkin yoldaşların görev almasını istiyordu.
Ama bu bakış açısı, önderliğe yeni kadrolar alarak geliştirme ve totalde önderliğin düzeyini yükseltme perspektifine uygun değildi. Zaten 1976'dan sonra, örgütün büyüyüp gelişmesine karşın, KK'nın doğru düzgün alttan gelişme gösteren yoldaşlarla güçlendirmemesi, bir yerde örgütün gelişip güçlenmesini olumsuz yönde etkilemiş ve kendiliğindenci önderlik örgütte egemen kılınmıştı. 1.Nisan Konferansımız en başta bu önderlik sorunu aşmakla yükümlüydü. Haliyle buda konferansa katılan delegeler arasında en uygun ve gelişmeye açık olanlarda oluşacak bir önderlikle aşılacaktı.
Nitekim eski kadrolarla yeni kadroların bileşiminde yeni bir önderlik oluşturuldu ve önderliğe yeni katılan yoldaşlardan biriside Münir Dışkaya yoldaştı.
Biliyoruz ki önderlik dendiğinde, genellikle insanları yöneten, onların başına geçerek, onları bir yerden diğerine taşıyan kişi yada kişiler anlaşılır. Halbuki önderlik bunu kapsamakla birlikte, bundan daha geniş bir kavramdır. Önderlik, insanları yönetmek kadar, onlara ilham verme, onları motive etme, onların gönüllü katılımlarını sağlama, kendi içlerindeki önder ortaya çıkarma işidir.
Önderlik zamanın koşullarına göre içeriği değişen bir kavramdır. 1900’lerin başında önderlik, insanın doğuştan sahip olduğu bazı kişilik özelliklerine bağlanıyordu. Bugün hala, bu görüş çok yaygındır. İnsanların çoğu, önder dendiği zaman, enerjik, coşkulu, iyi hitabet kabiliyeti olan, insanları etkileyen, sosyal ilişkileri güçlü, karizmatik bir profil getirirler akıllarına. Artık önderliğin, kişilik özelliklerden ibaret olmadığını hepimiz biliyoruz. Kendisini hiç ortaya koymadan, sessiz hatta utangaç insanların, devasa kurumları başarıdan başarıya taşımaları, bunun en önemli kanıtı.
Bazıları önderliği, güç kavramıyla açıklarlar. Devrimci önderliğin, bir insanın sahip olduğu kişilik özelliklerden değil, elinde tuttuğu güçten kaynaklandığını ileri sürerler. Bu teorilere göre bir insanın sahip olduğu güç, atanarak ya da seçilerek bir makama gelmesiyle de olabilir. Nasıl elde ederse etsin, her güç sahibi olan, aynı zamanda ödül ve ceza verme yetkisine sahip olur ve insanları, bu yetkisini kullanarak yönetir. Bugün pek çok insanın zihninde, lider denen kişi, güç sahibi olan, ödül ve ceza dağıtan bir insandır. Bu liderlik anlayışı, değiş-tokuş temeli üzerine kurulu bir liderlik anlayışıdır: Lider bir hedef gösterir, takipçiler bu hedefi yerine getirmek için çalışırlar. Başarılı sonuç getiren ödülü alır; getiremeyen cezasını çeker. Başarıyla ödül değiş tokuş edilir.
Bu teorinin tam tersi olan, “dönüştürücü liderlik” teorisi ise, insanın içindeki iyiyi ortaya çıkarma anlayışı üzerine kuruludur. Dönüştürücü liderler, iddialı ama alçak gönüllü, kendilerini ön plana çıkarmak yerine, takipçilerini daha güçlü ve başarılı kılmak için çaba gösteren insanlardır. Onlar için liderlik, ödül ve cezaya dayanan bir değiş-tokuş değil, insanların içindeki gücü ortaya çıkarmak için üstlendikleri bir misyondur.
Liderlik teorilerinden bazıları zaman içinde değer kaybetti, bazıları değer kazandı. Mesela bugün liderliği, bir insanın sahip olduğu fiziksel ya da kişilik özelliklerine dayanarak açıklayan teorilere pek itibar edilmiyor. Artık liderlik, doğuştan gelen bir yetenek değil, insanların edinebilecekleri bir yetkinlik olarak tarif ediliyor.
Bu kadar farklı teoriye, bu kadar farklı anlayışa rağmen, liderliğin özünde bazı değişmez özellikler olduğu da bir gerçek. Bunları dört ana noktada toparlamak mümkündür:
Önder sorunlara etkili çözüm bulan insandır:
Karar sürecindeki, bilgi toplama ve değerlendirme aşaması, sorunun kendisini çözmek kadar zor ve karmaşık bir aşamadır. Etkili liderler, bilgi toplama ve değerlendirme sürecini önemser, bu alanda da liderlik yaparlar. Doğru çözümün, doğru bilgi toplama ve doğru değerlendirmeyle mümkün olacağını bildiklerinden, bu süreci titizlikle yönetirler.
Önder sonuç odaklıdır:
Önderlik sadece bir yön belirleme, hedef koyma işi değildir. Etkili liderler işi sonuna, sonuç alana kadar takip ederler. Sonuç alabilmek için, sadece vizyon çizmekle kalmazlar, etkin çalışma, verimlilik ve disiplin gibi konulara da liderlik ederler.
Önder, farklı bir bakış açısına sahiptir.
Etkili liderler, herkesin alışık olduğu bakış açılarıyla yetinmez yeni eğilimleri ve gelişmeleri takip ederler. Çalışanları yeni fikirler ve çözümler bulmaya teşvik ederler. Önemli her konuda farklı bakış açılarına sahiptirler. İnsanlara yeni bakış açılarıyla ilham verirler.
Önder insanlara destek olur, onları geliştirir:
Önderlik, tek başına değil insanlarla birlikte başarılı olma işidir. Münir yoldaş tamda böyle bir önderdi. Etkili Önderler, insanlarla empati kurarlar, insanları anlayarak onlarla işbirliği yaparlar, fikir üretirler, çözüm için fikir üretirler, kadrolara görev verirler ve verilen görevlerin başarılı olup olmadığını denetlerler. Yani kadroları geliştirmek, onların yeni yetkinlikler kazanmalarını sağlamak için çalışırlar. Birlikte çalıştıkları insanların enerjilerini doğru yönlendirip, kaynakların en etkin şekilde kullanılmasını sağlarlar.
Önderlik sadece, hedef ve strateji belirlemekten ibaret değildir. Önderlik, gücü ele geçirip, insanlara ödül ve ceza vermek de değildir.
Etkili bir önder tıpkı Münir yoldaş gibi, fikir üretmenin yanında, aynı zamanda gündelik sorunları doğru ve etkin yollarla çözen, sonuç odaklı insandır. Doğru değerlendirme yapan, birlikte çalıştığı insanları motive eden, onları geliştiren; yeni bakış açılarıyla herkesin ufkunu açan insandır.
Münir yoldaş önderlik organında görev aldığı kısa zaman içinde komünist bir önder olarak işlere sıkıca koyuldu. Çünkü Münir yoldaş bir önder olarak kısa zaman içinde örgütün toparlanıp ayağa kalkması için canla başla çalıştı. Aslında MK uygun bir yoldaş olduğunu kanıtladı, önderlik çalışmasına uyum sağlamada zorluk çekmedi. Önderliğin yarattığı kadrolara üstten bakan, burnu büyükçü, bencil ve bireyci, herşeyi ben bilirim küçük burjuva önderlik tipinden uzak aksine kadrolara yol açan, onlara inisiyatif veren, ve sonra o yolu onlarla, omuz omuza yürüyen ve sonuç almasını bilen komünist bir önder olarak, örgüte ve devrimci-sosyalizm mücadelemize daha fazla katkı yapacağı bir zamanda 30 Temmuz 1979 yılında Adana da kaybettik. Ölümsüzler ordusuna uğurladığımızın 40.yılında komünist önder Münir Dışkaya yoldaş erdemleri ve özellikleriyle yoldaşlarına yol göstermeye devam ediyor.
11 Temmuz 2019 Perşembe
İHD Adana Şube Başkanı Elif Tuncer ve İHD yöneticileri Hasan Üzüm, Yusuf Üzüm, Cemal Ölçmez ile İmam Turan Beşler Kavgamızda Yaşıyorlar ..!
Diyarbakır'da JİTEM tarafından
katledilen HEP Diyarbakır İl Başkanı Vedat Aydın'ın cenazesine giderken
geçirdikleri trafik kazasında, dönemin İHD Adana Şube Başkanı Elif Tuncer ve İHD
yöneticileri Hasan Üzüm, Yusuf Üzüm, Cemal Ölçmez ile İmam Turan yaşamlarını
kaybetmişlerdi.
zor süreçlerde demokrasi ve
özgürlük savaşımını omuzlamaktan geri kalmayan beşler, Adana da mücadeleyi
yeniden örmek ve ileriye taşımak için canla başla çalıştılar. Onlar her dönem
haksızlığa karşı haksızlığa karşı adaleti, tekçiliğe karşı demokrasi ve özgürlüğü,
kutuplaşmaya karşı kardeşliği savunmaya devam ediyorlardı.
Beşler'i faşist baskı ve
katliamların arttı dönemde bir adım öne çıkarak kara bulutları dağıtmaya çalıştılar.
Tuncerler bu mücadelede yolumuzu aydınlatmaya devam ediyor "dedi.
Diyarbakır da JİTEM tarafından
hunharca katledilen HEP'in Diyarbakır İl başkanı Vedat Aydının cenaze törenine
enternasyonalist bir ruh içinde katılmak amacıyla Adana da yola çıktılar. Ama
onlar cenaze törenine ulaşamadan nasıl olduğu bilinmeyen bir biçimde trafik
kazasında katledildiler. Olay bir türlü aydınlatılmadı. Neki o dönemde her
yerde konumlanmış olan kontrgerilla gerçeği düşünülünce gerçek katillerin
devlet olduğu görülecektir. .
10 Temmuz 1991 yılında yaşamlarını
kaybeden beşler, Türkiye'de işçi sınıfı ve emekçilerin devrim ve sosyalizm
mücadelesinin önemli isimleriydi. Avukat Elif Tuncer Evrensel okuru iken, Hasan
Üzün, İmam Turan, Yusuf Üzüm ve Celal Ölçmez Emeğin Bayrağı okurlarıydı. Onların
açmış olduğu enternasyonalist direniş bayrağı, ölümlerinin 28.yılında emekçilerin
ve yoldaşlarının ellerinde kale burçlarına dikilmek için elde ele taşınıyor.
İşkencecileri İninde Yenen Mustafa Tunç Yoldaşı Anarken..!
Mustafa Tunç yoldaş tam bir dava
adamıydı. Yoksul bir Kürt çocuğu olarak Elbistan da dünyaya gözlerini açtı,12
eylül faşizminin ünlü işkence merkezlerinden Üsküdar karakolunda günleri bulan
ağır işkencelerden önderi Kaypakkaya’nın ser ver sır verme geleneğini bayraklaştırarak
tutuklanıp Sultanahmet zindanına atıldı. İşkencelerin vücudunda açmış olduğu ağır
tahribat nedeniyle kanser hastalığına yakalandı. Faşist cuntacıların
devrimcilerden intikam almak için Mustafa Tunç yoldaşı bir an önce ölmesi için
aylarca hastaneye sevk etmedi. Devrimcilerin kararlı tutumu sonucu hastaneye
sevk edilen Mustafa Tunç yoldaş 8 Temmuz 1982 yılında ölümsüzler ordusuna katıldı.
Mustafa yoldaş, TKP-ML
Hareketinin emekçi militanlardan önde gelenlerdendi. Devrim için herşeyini
ortaya koyan dur durak bilmeden işin küçüğü büyüğü demden karınca gibi çalışan
devrim hamalı yoldaşlar olur ya işte tamda kendisiydi Mustafa Tunç yoldaş. İllegal
yayınların basımı ve dağıtımı işlerinde sorumluydu. Bir gecekonduda boya,
teksir kağıtları arasında bir an önce bildiri ve yayınların basılıp, paketlenip
gizlilik koşullarına uygun bağlantı yerlerine ulaştırma görevini titizlikle
yapan yoldaşlardandı.
12 Eylül faşizminin gemi azıya
aldığı 1980 faşist darbesinin ardında uzun dönemdir görüşemediğim Mustafa yoldaşla
Beyoğlu'nda tesadüfen karşılaştık. Başka bir randevum olması nedeniyle hızlı hızlı
yürürken kafamı kaldırdığımda uzakta Mustafa yoldaşın geldiğini gördüğüm.
Mustafa yoldaşta beni gördü ve sarılıp merhabalaştı ve birlikte yürümeye başladık.
20-30 metre ilerlemiştik ki etrafımızı tomsonlu sivil polisler sardı." Kıpırdamayın
diyerek "sokakta ortasında üzerimize çullanarak ikimizi de sürekli silah
dipçiğiyle işkence yaparak polis otosuna bindirdiler. Beni polis otosunun arasına
yüzün kuyu yatırıp üzerime oturdular ve ağzımı kapattılar. Mustafa yoldaşı ön
tarafa aldılar ve polisler habire silah kabzasıyla yoldaşa işkence yaparak,
" benim kim olduğumu" ve örgütsel ilişkileri sormaya başladılar. .Ben
polisin baskısında kurtularak "ben kimseyi tanımıyorum, beni neden aldınız"
diyerek bağırarak Mustafa yoldaşa bir birimizi tanımadığımız sinyali verdim.
Polisler hızla bizi hemen yakında olan Dolmabahçe stadyumunu götürdüler.
Dolmabahçe stadyumu boştu. Sanırız polis stadı işkence amaçlı kullanıyordu.
Bizi stadyumdu ayrı ayrı indirip sorular sorup yanıt alamayınca işkence yapmaya
başladılar. Ben Mustafa yoldaşın tartışmasında, ben tanımıyorum, siz yanlış
gördüğünüz vb. sözleriyle beni tanımadığını ve örgütsel bir ilişki içinde olmadığını
polisler söylüyordu. Polisler durmadan yoldaşa işkence yapıyorlardı. Ben başta
tavrımız netçe ortaya koyduğum için başıma silahı dayamış halde bir polis
"sesimi çıkarmamı" belirterek ardında " aslında sizi burada
öldürmek gerekir " sözleriyle infazla tehdit etmeye devam ediyordu.
Yarım saati geçkin bir sorgulamanın
ardında birşey elde etmeyen polisler Mustafa yoldaş ve beni polis otosuna geri
bindirdiler. Mustafa yoldaşa baktığımda kararlı ve direngen güleç yüzünde kan
akıyordu. Polisin istediği yanıtları alamayınca silah Kabzasıyla Mustafa yoldaşın
yüzünü parçalamıştı ve kan akıyordu. Polis otosu ikimizi de bir ana önce işkence
tezgahına çekmek için 2.Şubeye götürürdü ve ikimizde ayrı ayrı işkenceye aldılar.
2.Şubede yolu düşenler bilir, burada işkence 1.Şubedeki işkenceye göre daha
kaba ve hoyratçaydı. Genelde adli tutuklarının sorgulandığı 2.Şubede işkencede
sınır yoktu. falaka, elektrik, askı yanında askıda ellere yada ayaklara bir an
önce sonuç almak için 20 kiloluk tüp bağlanıyor, eller mengeneye sıkıştırılıyor,
tırnaklar çekiliyor. koltuk altı kılları yakılıyor, bolca vücutta sigara
söndürülüyor, uykusuz bırakılıyor ve açık meydanda başkalarının korkutulup
sindirilmesi için işkence yapılıyordu. 2.Şube her gün yüzlerce kişiyle doluyor ,
sabahleyin boşalıyordu. Mustafa yoldaşla bir birimizi tanımadığımız ifademizden
dolayı işkenceden sonra atılmış olduğumu yüzlerce kişinin kaldığı kocaman
gözaltı yerinde bir birimize yaklaşmıyor ve yalnızca uzakta selamlaşıyor ve
gözlerimizle bir birimize moral veriyorduk. Ağır işkenceler sonucu ayaklarımız
parçalanmış ve vücudumuz morarmış şişmişti. İlk 3-4 yoğun işkencelerden
geçirildik ama işkenceciler umdukları sonucu alamayınca ve vücutlarımız işkencede
tanınmaz hal gelince işkenceye ara verdiler. Aradan bir alıp dayak atıp tehdit
edip gözaltı hücresine atılıyorduk. Sonradan anladık ki gözaltı hücresinde
takip edilmişiz ve ilişki içinde olmadığımızı kanaat getirince Mustafa yoldaş
bir süre sonra bırakmak zorunda kaldılar. Ben ise tutuklamam olması nedeniyle
Sağmalcılar cezaevine gönderildim. Mustafa yoldaşla yeniden yolumuz 1982 yılında
Sultanahmet zindanında kesişti.
Mustafa yoldaş Sultanahmet zindanında
kısa bir dönem sonra kanser hastalığına yakalandığı öğrendi. Metanetini hep
korudu ve acılarla kararlı bir savaşım içinde oldu. Faşizmin devrimci
tutsaklara zindan içinde zindan dayanılmaz acılara rağmen Mustafa yoldaş diğer
devrimci tutsalar gibi bedenini çelik bir yay gibi faşizmin karşısına dikti.
Hep yumrukları sıkılıydı, devrimci kavganın zindanlarda yalnız gümbür gümbür
kalp atışlarından duyulan, örgüt ve devrimin eşsiz nabız atışıydı... Şehitlerimize
verdiğimiz sözlerin anısına ayağa kalktığımız zamandı savaşı. Zirvede yaşayan
ruh ve bütün gelecek zamanların özü, zapt edilmez nehirler gibi çağlardı Mustafa
yoldaş. Biliriz ki, bir süreklilik düğümü atılır zamana. Tarih olur o an. Zamanın
adanmış zaman düzlemine geçişidir bu. O'nları O'nlar için yaşadığımız katıksız
bir an'dır, adanmış zamandır... Düşüncelerde, duygularda, yalnızca İbonun,
Ahmet Muharremin Alinin, İrfanın, Meralin, Munir’in, Kemalin, Aliekberin,
Fahri’nin, Toroman’ın, Mustafaların, yani ölümü hiçe sayan şehitlerimizin
eserleri ve kendilerini adadıkları değerler vardır.. Bir de Mustafa gibi güneşe
merdiven kuranların . Bir film şeridi gibi bir gözlerimizin önünden geçer
suretleri. Yüzüne bakarız en sıcak, en ışıklı bakışlarımızla, ama ille de
gözlerine! Göz göze geldiğinde gözlerimiz, yıldırımlar düşürür bakışlarımızın
buluşması.
Öyle güçlü, öyle içten, öyle açık
bakarız ki, bu çelik aynada Mustafa da kendi süretimizdir gördüğümüz. Volkanik
bir potadır buluşma... Abı hayat iksirinin mayalandığı yer ateşle atarız
devrimci varoluş gerçeğimizi... Bütün yabancı maddeleri kavuran, en küçük
sahteliğin sızamadığı, katıksız yüzleşme anıdır, arınma zamanıdır bu. Ancak
güneşe merdiven dayayanların tırmanabileceği bir yükseklik yani. Mustafa da o. İçimizden
kendinde kavgaya taşıyan biri, eşsiz bir yaz günü. Örgütümüzün zindanlar da
kavga bayrağını gönlere çektiğinde 8 Temmuz 1982 de ölümsüzleşti Mustafa Tunç
Nasıl da gençti, nasıl da yürekli. Komünist hareketin militanlığını ve devlete
cephede kafa tutmayı muştuluyordu ölümü... Uğruna kendini adayanlar oldukça nasıl
önlenebilir ki, haklı bir sosyalizm davasının zaferi.
Şimdi fabrikalarda, atölyelerde,
okullarda ve sokaklarda Mustafaların kaldırdığı devrim bayrağı yükseliş
günlerini bekliyor. İşçilere ve emekçilere , kadınlara ve gençlere umudu taşıyan.
Ölülerimiz, vasiyetini anlatıyor zindanda Mustafa'nın bakışları. “Yoldaşlar!
Sahip çıkın ve hep yüksekte tutun, kavga bayrağını". Boran gibi birikip
patlamak ister, derinleşmek ister devrimcilik... Derinleşmenin çelik ifadesidir
adanmış zamanların ateşten potasında arınmak. Devrimcilikte derinleşme arayışı
ve devrimciliğimizi büyütme iddiasıdır, kendimizle yüzleşme hesaplaşma
randevuları. Kararlı ve ısrarlı devrimci duruşu ve İşkencede direnişiyle biz
yoldaşlarına yoldaşlarına örnek olan Mustafa Tunç yoldaşı ölümünün 37.yılında
saygıyla anıyor ve ideallerini zafere taşıyacağımıza söz veriyoruz.
Beyaz Torosların yerini siyah Transporterlar aldı: Üç yılda 29 kişi kaçırıldı!
OHAL boyunca sorulan 'Türkiye yeniden 90’lara mı dönüyor?' sorusu yeniden gündemde: İnsan kaçırmalar, siyah transporterlar, kafalara çuval geçirmeler, gizli gözaltı merkezleri, sistematik işkenceler.
Türkiye’de gözaltı
merkezlerinde ve sokakta işkence iddiaları, öldürmeler, kayıp vakaları 1990'lı
yıllar boyunca hep sürdü. Yakın tarihte bu iddialar hiçbir zaman son bulmasa da
en azından artık zorla kaybetmeler yaşanmıyordu.
Ta ki 2016’ya kadar.
15 Temmuz darbe girişiminin
ardından ilan edilen OHAL, insan hakları adına yıllarca büyük bedellerle
kazanılan tüm hakları bir gecede yok etti. Zira, hükümetin OHAL’de aldığı ilk
karar Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni askıya almak oldu.
Önce gözaltı merkezlerinde
sistematik işkence haberleri gelmeye başladı. Ardından sokaklarda siyah
transporter araçlar görüldü. Dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun 7 Haziran
seçimlerinden sonra tehdit unsuru olarak kullandığı 90’lardaki beyaz torosların
yerini artık siyah transporterlar almıştı.
İHD Genel Sekreteri Osman
İşçi, beyaz toroslar ve siyah transporter araçlar arasında doğrudan bir bağ
kuruyor:
“Şekli bir değişiklik ama mantalite aynı. O dönemdeki
beyaz toroslar için bir yetkili şöyle diyordu; ‘köylerde rahat dolaşabilen bir
araç, dikkat çekmiyor.’ Şimdi de bu tür olayların çoğunlukla geceleri yaşandığını
düşündüğümüzde siyah olması karanlığa denk gelen bir durum. Buradaki sembolün
siyah transporter olması, elimizde doğrudan bir veri olmasa da bize bir fikir
veriyor; bu vakaları yapanlar aşağı yukarı aynı yolu izliyor ve aynı grup
profilinden geliyorlar.”
Kayıplar konusunda yakın
zamanda bir rapor hazırlayan Hak İnisiyatifi’nden Fatma Bostan Ünsal da “aynı
gruplara” işaret ediyor. 2016’dan bu yana kaçırılan kişilerin kimler tarafından
kaçırıldığı sorusuna şu yanıtı veriyor:
“Onu bilmiyoruz, çeşitli spekülasyonlar var. Ancak bu kadar
ipucu olduğu halde polis tarafından bulunamaması nedeniyle artık spekülasyonun
ötesine geçiyor. Daha önce kaçırılmış, sonrasında gözaltına alınmış veya
tutuklanmış insanların ifadelerinden anlıyoruz ki, bir şekilde devlet güçleri
yer almış. 90’lardaki JİTEM’e benzer bir gruptan şüpheleniyoruz.”
İHD'nin verilerine göre,
2017 ve 2018 yıllarında toplam 291 kişi tehdit ve ajanlık teklifine maruz
kaldı. Farklı siyasi görüşlere sahip bu kişilerden 35'i belirli süreler
kaçırılarak bu dayatmalara maruz kaldı.
Artı Gerçek'te yer alan
Derya Okatan'ın haberine göre, yine söz konusu yıllarda kaçırılan
dört kişinin akıbeti hâlâ bilinmiyor. İHD yetkilileri, bu kişiler bulunmuş
olsalar da veriler güncellenemediği için hâlâ kayıtlarda kayıp olarak geçtiğini
belirtiyor. Bu kaçırma ve tehdit vakalarının bir kısmında siyah transporter
araçların kullanıldığı kayıtlara geçen bir diğer bilgi.
Siyah transporterlara
bindirilen kişiler şehir merkezleri dışında ıssız yerlere götürülerek darp ve
tehdit ediliyor, ajanlık dayatmasında bulunuluyor. Büyük çoğunluğu gözleri
bağlı olarak dolaştırılan bu kişiler daha sonra bir yerlere bırakıldı.
Ancak bırakılmayanlar da
oldu.
Zorla kaybetme,
uluslararası sözleşmelerde şöyle tanımlanıyor:
“Devlet görevlilerinin ya da devletin yetkilendirmesi,
desteği veya göz yummasıyla hareket eden kişilerin ya da kişi gruplarının
gözaltına alma, tutuklama, kaçırma ya da diğer herhangi bir biçimde özgürlükten
yoksun bırakması ve bu durumdaki bir kimseyi özgürlükten yoksun bıraktığını
reddederek veya kaybedilen kişinin akıbetini ya da nerede olduğunu gizleyerek
hukukun koruması dışına çıkarmasıdır.”
Hak İnisiyatifi’nin
raporuna göre, 2016’dan bu yana 28 kişi kaçırıldı. HDP Kocaeli Milletvekili ve
TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu üyesi Ömer Faruk Gergerlioğlu’na
göre ise bu sayı, 29. Gergerlioğlu, yakın zamanda kendisine ulaşan bir kişinin
yaşadıklarının Ayten Öztürk, Zabit Kişi ve Mustafa Özgür Gültekin’in
anlatımları ile benzerlik taşıdığını belirtiyor.
Rapora göre, 2016 yılında
toplamda üç kişi kaçırıldı. Sunay Elmas dışında eski MİT mensubu Ayhan
Oran 1 Kasım 2016'da, Mustafa Özgür Gültekin 21 Aralık 2016'da kaçırıldı.
Hak İnisiyatifi’nin
raporuna göre, 2016 yılında üç, 2017 yılında 14, 2018 yılında beş ve 2019
yılında altı kişi kaçırıldı. Toplam 28 kaçırma vakasından 16'sı Ankara’da
yaşandı. Dokuz kişinin siyah Transporter ile kaçırıldığı biliniyor. 26
kişi Gülen cemaati ile ilişkilendirilirken, Ayten Öztürk DHKP-C’yle,
Diyarbakır’ın Hazro ilçesinde kaybolan Hıdır Çelik ise PKK ile
ilişkilendiriliyor.
2016-2018 yıllarında
kaçırılan kişilerin tamamının ortaya çıktıkları tahmin edilirken, 2019 yılı
Şubat ayında kaçırılan altı kişiden hâlâ haber yok. Yakın tarihlerde
kaçırılan kişilerle ilgili ailelerinin yaptığı tüm başvurular sonuçsuz kaldı.
Aileleri, şimdi kapı kapı gezerek eşlerini arıyor.
Emniyet-Adliye-Meclis arasında mekik dokuyan aileler, geçtiğimiz günlerde İHD
Genel Merkezi’nde basın toplantısı düzenleyerek, kamuoyuna duyarlılık çağrısı
yaptı.
İŞKENCE VE ZULME SESSİZ KALMAYALIM..!
İşkenceye
“sıfır tolerans yalanıyla” ortalıkta çaka atan Saray iktidarı, 15 Temmuz darbe
girişiminin ardından hemen her karakolda, gözaltında ve kaçırılarak
kont-gerilla merkezlerinde sistemli işkence uygulamaları haberlere düştü.
Yalnızca 29 kişi kont-gerilla tarafından kaçırılarak günlerce işkence
merkezlerinde tutularak her türlü işkencelere maruz kaldıkları raporlandı. Yine
son birkaç yıllık dönemde onlarca işkence olayı kamuoyuna yansıdı. Urfa’nın
Halfeti ilçesinde gerillalarla
güvenlik güçleri arasında yaşanan çatışma gerekçe gösterilerek 51 kişi
gözaltına alınanlara Halfeti’de evlerinden gözaltına alınan insanlar, kızgın
güneşin altında ters kelepçeli şekilde saatlerce yerde bekletilmiş, manzara 12
Eylül’le karşılaştırılmıştı. Gözaltına alınanların verdikleri ifadelerde ise;
kadınların cinsel organlarına elektrik verilmesinden, kaba dayak ve aç bırakmaya
kadar çeşitli işkence yöntemlerinin uygulandığı ortaya çıkmıştı ve cinsel taciz
dahil ağır işkencelere maruz kalmışlardı. Keza Van’ın Erciş
ilçesinde 5 Nisan 2019 tarihinde 3 kişi
Van Gölü kıyısında fotoğraf çektikleri sırada yanlarına gelen polislerce, “ Özel Harekat’ın alanında fotoğraf çektiniz “ denilerek gözaltına alınmış ve .
üç gencin elbiseleri
çıkarılarak üzerlerine su dökülerek sistemli işkence yapılmış.
Yukarıya aktarmış olduğumuz
birkaç olayı bile muhalefeti susturmak ve emekçi kitle hareketinin önünü almak
için işkencenin devlet politikası olarak pratiğe sürdüğünü gösteriyor.
Bilindiği üzere işkence
tarihin çeşitli dönemlerinde egemen sınıflar tarafından muhaliflerini ezmek ve
etkisiz kılmak amacıyla uygulanmış zor metotlarından birisi olmuştur. İşkenceye
başvuranlar tarihin her döneminde çökmekte olan ve yükselen sınıf yada
sınıflara karşı zor uygulayarak ayakta kalmaya çalışan sömürücü egemen sınıflar
olmuştur.
Burjuva egemen sınıflar çöküşlerini biraz daha
geciktirebilmek umuduyla, işçi ve emekçi sınıflara, devrimci ve sosyalistlere
karşı işkenceye başvurmuşlar, akıl almaz alçaklıklarda bulunmuşlar, iğrenç
metotlar geliştirmişlerdir. Bugünde bu işkence ve zulüm dünyanın dört bir
yanında emperyalistler ve uşakları tarafından kah artarak kah azalarak
sürmektedir. Buradan olarak, işkence çağdışı değil aksine tamda çağın. Günümüzde
başta ABD emperyalizmi olmak üzere emperyalist devletler ve uşakları dünyanın
dört bir yanında emekçi halklarımıza saldırıyorlar. Dünyanın her yerinde
işkence tezgahları kuruluyor, devrimcilere, komünistlere ve yurtseverlere vahşice
işkenceler uygulanıyor.
Türk ve Kürt ulusları ve
ulusal azınlıklardan Türkiye emekçi halklarının emperyalizme, faşizme ve her türden
gericiliğe karşı yürüttüğü devrim ve sosyalizm mücadelesi elbette engelsiz
gelişmeyecektir. Geçmişten bu yana egemen sınıflar, diğer araç ve metotların
yanında, işkenceye sıklıkla başvurdular ve halada başvurmaktadırlar. Osmanlı
feodal sultanlığının ve cumhuriyet Türkiye’sinin tarihi işkence olaylarıyla
doludur. Özellikle devrimciler ve sosyalistler işkencenin en ağır ve en
vahşisine maruz kalmışlardır.
Öncekiler bir yana 1970lerden bu yana
işkenceler aşır ve sistemli bir şekilde devlet politikası olarak
uygulanmaktadır. Emekçi halklarımızın kurtuluşu için mücadele yürüten birçok
devrimci ve komünist işkence tezgahlarında can vermiş, sakat kalmışlardır.
Türkiye ve dünyada
işkencenin ortadan kalkması, işkenceye başvuran, zulüm ve zorbalıkla ayakta kalabilmeyi
uman faşist dinci gericilerle yıkılmasına bağlıdır. İşkenceyi tarihin çöplüğüne
atmak için emperyalist zinciri kırıp, işbirlikçi tekelci sermaye ve büyük
toprak beylerinin faşist iktidarını tasfiye etmeliyiz, zulüm ve işkenceye
rağmen durdurulamayacak olan halkların demokrasi ve özgürlük mücadelesine daha
kararlı sarılmalı, anti-emperyalist işçi-emekçi halk iktidarını
gerçekleştirerek, zulmü ve işkenceyi tarihin derinliklerine gömmeliyiz.
Kuşkusuz ki bütün bunlar,
işkencelere karşı yürütülen mücadeleyi küçümsememize ve bir yana bırakmamıza
neden olamaz. Tam tersine işkence olaylarını ve işkenceleri geniş emekçi
yığınlara açıklayıp teşhir etmeliyiz. İşkencelere karşı yürütülen mücadeleye
kararlılıkla katılmalı ve mücadeleyi geniş emekçi yığınlara yaymalıyız. Böylece
işkenceleri teşhir ve tecrit edebilir, onları geriletebiliriz.
Daha da önemlisi işkencelere
karşı mücadeleyi faşist dinci saray iktidarına karşı mücadelemizin bir parçası
haline getirmeliyiz. İşkencecileri ve işkence olaylarını teşhir edelim ve
emekçi yığınları işkenceye karşı mücadeleye seferbere edelim.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)