19 Eylül 2019 Perşembe

Kürdistan’ın Özgürlüğüne Adanmış Bir Yaşam Musa Anter..!



Kontr-gerilla tarafında hunharca katledilen Kürt halkının Apesi(amcası) Musa Anter, 1920 yılında Mardin'e bağlı Nusaybin ilçesinin Eski mağara köyünde doğdu. İlkokulu Mardin'de, ortaokul ve liseyi Adana'da okudu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. Annesi Fesla Hanım, Türkiye'nin ilk kadın muhtarlarından biridir.
1944'te Abdurrahim Rahmi Zapsu'nun kızı Ayşe Hale ile evlendi. Ayşe Hanım ile evliliğinden 1945'te büyük oğlu Anter, 1948'de kızı Rahşan ve 1950'de küçük oğlu Dicle dünyaya geldi.
İlk gözaltına alınması öğrencilik yıllarında Dersim İsyanı sırasında oldu. Mustafa Kemal'in annesi Zübeyde Hanım'a hakaret ettiği gerekçesiyle için 45 gün gözaltında kaldı.
Canip Yıldırım ve Yusuf Azizoğlu ile birlikte İleri Yurt gazetesini çıkaran Anter, yayımladığı Kürtçe şiiri "Qimil / Kımıl" sebebiyle 1959 yılında 49’lar Davası ile idamla yargılandı. 27 Mayıs Darbesi'nde aftan yararlanarak serbest kalan Anter, cezaevinden çıktıktan sonra Deng, Barış Dünyası ve Yön dergilerinde yazdı. 1963'te 23'ler davası ile tekrar cezaevine girdi. Mamak, Sultan Ahmet, Balmumcu, Seyrantepe ve Nusaybin cezaevlerinde yattı. 12 Eylül Darbesi'nde "Kürtçülük propagandası " yapmaktan tutuklandı. Yaşamı boyunca toplam 11,5 yıl hapis yattı.
Devrimci Doğu Kültür Ocakları, Halkın Emek Partisi, Mezopotamya Kültür Merkezi ve İstanbul Kürt Enstitüsü'nün kurucularındandı.
Bir çeşit otobiyografi olan iki ciltlik Hatıralarım adlı eseri için kendisi aşağıdaki yorumu yapmıştır:
« Denilebilir ki Musa sen kim, bu anılarında geçen zatlar kim! Amma bence bu soru yerinde değildir. Çok kere fakir bir adam bir define bulur veya  loto-toto'dan para kazanır ve aniden zengin olur. İşte ben de Zıvıng'ın mağaralarından aleme çıkınca o fakir gibi tesadüfen ve de şans mahsulü değerli şahsiyetlerle tanıştım. İşte bu anılarım, bulduğum bu definelerin mahsülüdür. »
Ölümü
Anter, 20 Eylül 1992'de Diyarbakır'ın Seyrantepe mahallesinde itirafçı olup kont-gerilla tarafından tetikçi olarak kullanılan PKK itirafçısı olan Hamit Yıldırımın silahlı saldırısı sonucu sol bacağına iki, kalbi ve kafasına birer kurşun sıkılarak öldürüldü. Eski JİTEM elemanı Abdülkadir Aygan; Anter'in, kendisinin de içinde bulunduğu tim tarafından JİTEM için öldürüldüğünü söylemiştir. Dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz'ın isteği üzerine Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Kutlu Savaş'ın hazırladığı Susurluk Raporu'nda, Anter cinayetinin Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım tarafından planlanıp uygulandığı yer almıştır.
27.yıl önce Kont-gerilla tarafında katledilen Ape Musa’yı saygıyla anıyoruz.


KABESİ İNSAN OLAN RUHİ SU'NUN TÜRKÜLERİ HİÇ SUSMAYACAKTIR..!


Benim Kabem insandır
Hele nenni nenni dost nenni
Kuran da kurtaran da
Hele nenni nenni dost nenni
İnsanoğlu insandır
Hele nenni nenni dost neni.”
Ruhi Su, 1912 yılında Van da doğdu, 20 Eylül 1985 yılında kanser hastalığında faşist cuntacıların tedavi olmasını engellemesi nedeniyle yaşama gözlerini yumdu.
Yaşamı boyunca hep zorluklarla karşılaşmıştır. Çektiği tüm acılara rağmen “direnç ve kararlılıkla” mücadele edenlerden birisiydi. Yılmadan sazı eşliğinde türküleri dile getirdi. Nereden seslenirse seslensin o yer bir sanat merkezi oldu.
Bin bir güçlüğü aşarak derlemeler yapmış bir Anadolu çınarıdır O. Yunus Emre’nin Pir Sultan’ın, Karacaoğlan’ın ve daha nice anonim sözler onun sesiyle ölümsüzleşti. Nazım Hikmet’in şiirlerini de ilk besteleyen o dur.
Onun türküleri dinlendiğinde adam öldürmeyi oyun sanan mezar taşlarını koyun sananların hikâyeleri, Burçak tarlasında çalışan kızların öyküleri yayladan inen kızların anaların ağıtları, öğrenilir. Kişi onu dikkatli dinlerse bu toprakların öyküsünü de anlar, ülkesinden çok uzaklarda olsa bile insanı memleketine sıkı sıkı bağlar.
Ruhi Su yaşadığı zaman diliminde ülkesinde hak ettiği değeri göremedi. Ömrü cezaevlerinde demir parmaklar arkasında geçti. Konservatuardan, çıkarıldıktan sonra radyo programına da son verildi. Ardından albümlerini ve tedavisini önlemek için yurt-dışına çıkışını yasakladılar. Bu faşist zihniyet vatanı kurtardığını sandı! Onun suçu devrimci olmak ve gerçekleri halka taşımaktı. neydi?
Emekçi halkların binlerce yıllık birikimini araştırarak derlediği türküleri biriktirerek çoğaltıp sözüyle sazıyla aklıyla yüreğiyle halkına vermekti tüm gayesi.
O faşist kafatasçı zihniyetin uzantısı Ruhi Su’nun mezar taşını da kırmıştı. Kırdı ne oldu? O güzel sesi kulaklardan nasıl silebilirlerdi.
Bu olay yaşamını kabul edemeyenlerin mezarına da tahammül edemediğinin resmiydi. Demek ki Ruhi Su, öyle bir derin geçmiş bırakmıştı ki kendisi bu dünyadan ayrılsa da mezar taşı bile faşist gerici halk düşmanlarını korkutmuştu.
Ruhi Su halkını ta gönülden seven bir kişilikti. Halkının yarattığı değerlerden biri olan türküleri işkenceler ve zindanlar pahasına söylemekten çekinmeyen ozandı. Her platformda hiçbir müzik aletinin insan sesini anlatma gücüne sahip olmadığını da savunuyordu.
Yaşamında her an umudunu kaybetmeyerek, mücadeleci insan yönüyle ve aydın duruşuyla da iz bırakan büyük ozan olmuştur. Onun albümleri; Aman Of - Ankara'nın Taşına Bak - Barabar - Beydağı'nın  Başı - Dadaloğlu ve Çevresi Dostlar Tiyatrosu Konseri - Ekin İdim Oldum Harman - El Kapıları - Sabahın Sahibi Var Huma Kuşu ve Taslamalar - Kadıköy Tiyatrosu Konseri - Karacaoğlan - Pir Sultan Abdal - Pir Sultan'dan Levni'ye - Seferberlik Türküleri - Yunus Emre - Semahlar - Çocuklar Göçler Balıklar - Sultan Suyu - Şiirler Türküler - Köroğlu - Uyur İken Uyardılar – Zeybekler hala dillerde ve gönüllerde. Kitabına adını verdiği gibi O bir “Ezgili Yürek”ti.
Evren ve Özal faşist rejimi tarafından yurtdışında tedavisi engellenerek ölümüne davetiye çıkarılan değerli Ozanımız Ruhi Su’yu , geride bıraktıklarıyla anıyor ve devrim ve sosyalizm savaşımımızda yaşatacağımıza söz veriyoruz.
Kürdistan’ın Özgürlüğüne Adanmış Bir Yaşam Musa Anter..!
Kontr-gerilla tarafında hunharca katledilen Kürt halkının Apesi(amcası) Musa Anter, 1920 yılında Mardin'e bağlı Nusaybin ilçesinin Eski mağara köyünde doğdu. İlkokulu Mardin'de, ortaokul ve liseyi Adana'da okudu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. Annesi Fesla Hanım, Türkiye'nin ilk kadın muhtarlarından biridir.
1944'te Abdurrahim Rahmi Zapsu'nun kızı Ayşe Hale ile evlendi. Ayşe Hanım ile evliliğinden 1945'te büyük oğlu Anter, 1948'de kızı Rahşan ve 1950'de küçük oğlu Dicle dünyaya geldi.
İlk gözaltına alınması öğrencilik yıllarında Dersim İsyanı sırasında oldu. Mustafa Kemal'in annesi Zübeyde Hanım'a hakaret ettiği gerekçesiyle için 45 gün gözaltında kaldı.
Canip Yıldırım ve Yusuf Azizoğlu ile birlikte İleri Yurt gazetesini çıkaran Anter, yayımladığı Kürtçe şiiri "Qimil / Kımıl" sebebiyle 1959 yılında 49’lar Davası ile idamla yargılandı. 27 Mayıs Darbesi'nde aftan yararlanarak serbest kalan Anter, cezaevinden çıktıktan sonra Deng, Barış Dünyası ve Yön dergilerinde yazdı. 1963'te 23'ler davası ile tekrar cezaevine girdi. Mamak, Sultan Ahmet, Balmumcu, Seyrantepe ve Nusaybin cezaevlerinde yattı. 12 Eylül Darbesi'nde "Kürtçülük propagandası " yapmaktan tutuklandı. Yaşamı boyunca toplam 11,5 yıl hapis yattı.
Devrimci Doğu Kültür Ocakları, Halkın Emek Partisi, Mezopotamya Kültür Merkezi ve İstanbul Kürt Enstitüsü'nün kurucularındandı.
Bir çeşit otobiyografi olan iki ciltlik Hatıralarım adlı eseri için kendisi aşağıdaki yorumu yapmıştır:
« Denilebilir ki Musa sen kim, bu anılarında geçen zatlar kim! Amma bence bu soru yerinde değildir. Çok kere fakir bir adam bir define bulur veya  loto-toto'dan para kazanır ve aniden zengin olur. İşte ben de Zıvıng'ın mağaralarından aleme çıkınca o fakir gibi tesadüfen ve de şans mahsulü değerli şahsiyetlerle tanıştım. İşte bu anılarım, bulduğum bu definelerin mahsülüdür. »
Ölümü
Anter, 20 Eylül 1992'de Diyarbakır'ın Seyrantepe mahallesinde itirafçı olup kont-gerilla tarafından tetikçi olarak kullanılan PKK itirafçısı olan Hamit Yıldırımın silahlı saldırısı sonucu sol bacağına iki, kalbi ve kafasına birer kurşun sıkılarak öldürüldü. Eski JİTEM elemanı Abdülkadir Aygan; Anter'in, kendisinin de içinde bulunduğu tim tarafından JİTEM için öldürüldüğünü söylemiştir. Dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz'ın isteği üzerine Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Kutlu Savaş'ın hazırladığı Susurluk Raporu'nda, Anter cinayetinin Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım tarafından planlanıp uygulandığı yer almıştır.
27.yıl önce Kont-gerilla tarafında katledilen Ape Musa’yı saygıyla anıyoruz.

13 Eylül 2019 Cuma

14 Eylül 1980 yılında Davutpaşa Zindanında Ve Çeliğe Su Veren Komünist Önder İrfan Çelik..!


   Görüntünün olası içeriÄŸi: 1 kiÅŸi, yazı
Kızgın bir demir parçası gibi yapıştı celladın suratına, bir yürek daha durdu,
14 Eylül 1980 yılında Davutpaşa zindanında,. Bir not daha, düşürdüler tarihin direniş destanları yazan defterine.
TKP-ML Hareketinin kurucu ve toparlayıcı önderlerinden, ser verip sır vermeyenlerin Bolşevik ordusunun komutanıydı İrfan Çelik yoldaş.
İrfan Çelik yoldaş 25 Haziran 1980 yılında polis tarafından gözaltına alındı. Üzerinde her türlü işkenceyi denediler ama o önderi Kaypakkaya yoldaşın ser verip ser vermeyen kızıl direniş geleneğinin ileri taşıyıcısı olarak İstanbul 1. Şube işkencehanelerin de destansı direnişiyle birlikte gözaltına alınan yoldaşlarıyla geçilmez barikat kurdu düşmanın ininde. Özel ilaç işkencesi belki de ilk defa İrfan Çelik yoldaş üzerinde denendi. Ama tüm işkence metotları gibi bu vücuda ilaç zerk ederek irade kırıp konuşturma metodu da  komünist irade karşısında tuzla buz oldu.  Ama boşuna uğraştılar!
 O, soylu bir direniş destanı yazdı hem 1. Şubedeki işkencede hem de Davutpaşa zindanında yeniden işkenceye alınıp karanlık dehlizler içinde ölüm senaryoları içinde  işkenceye çekildiğinde. İrfan Çelik yoldaş gerçekten de Kaypakkaya yoldaşın çizgisini en iyi özümleyenlerdendi. Önderi Kaypakkaya yoldaşa derinden bağlıydı kuşku yok ki  dogmatikçe değil Marksistçe. Bu durum  İrfan yoldaşı, 1973 yenilgisi ve nedenlerini tartışıp hataları aşmada önderlik rolünü üstelenmesinde netçe ortaya çıktı. Faşist işkenceci cellatlar karşısında “parçalasanız da konuşmayacağım” açık meydan okuması, Kaypakkaya yoldaşın komünist çizgisinin nasıl derinden özümlendiğini ve ser verip sır vermeme geleneğinin sıradan bir direniş değil, devrime, sosyalizme ve örgüte bağlılığın somut bir ifadesiydi. Zaten İrfan yoldaşı işkencede direndikçe yücelten bu gerçeklikti. İrfan yoldaşın işkence c ve zindanda boyun eğmez komünist tutumu örgüt TKP-ML Hareketinin, örgüt olarak kolektif direniş raylarının döşenmesiydi. Nitekim İrfan yoldaşın her yerde “düşmana karşı her alanda uzlaşmaz ve ilkeli davran çağrısı ve pratiği”  ki  yoldaşlara ilham kaynağı olmuştur. 12 eylül faşist darbesinin merkezi önderliğini açığa çıkartamadığı tek örgütün TKP-ML Hareketi olması da bunu doğrulamaktadır.  
İbrahim yoldaşın  “Türkiye’nin geleceği çelikten yoğruluyor. Belki biz olmayacağız, ama bu çelik aldığı suyu unutmayacak”tır sözleriyle  tamda İrfan Çelik yoldaşı anlatıyordu. Bir çok özellikleri ortak olan İbrahim yoldaş ile İrfan yoldaş aslında bir madalyonun iki yüzü gibiydiler. Onların önderlik özellikleri örtüşüyor ve her bakımdan yaşamlarını devrim ve sosyalizmin büyütülmesine ve örgütün gelişip güçlenmesine göre konumlamış olmalarıydı. Yarın devrim olacak coşkusu içinde çalışmak ve yoldaşlarını buna göre motive etmek oldukça önem taşıyor.  
 Nitekim ideolojik-politik örgütsel sorunların çözümünde olduğu gibi, aynı zamandan  faşizmin işkenceleri karşısındaki tutumu da ortaklaşıyordu.  İrfan yoldaş yoğun işkencelere karşın asla yılmadı, asla teslim olmadı, sonuna kadar direndi ve diretti. Faşist işkenceci katillerinden çok şey alacaklarını umuyorlardı. Ama onların bu paslı silahı geri tepti. Komünist yoldaşımız tıpkı önderi Kaypakkaya yoldaş gibi işkencecilerin karşısında granitten örülü direnişi ile karşı durarak,  onları yenilgiye uğrattı.  
 Çünkü işkence ona kar etmiyordu. Cellatlar işkence yaptıkça, o, onların iğrenç suratlarına tükürerek " KONUŞMAYACAĞIM, PARÇALASANIZDA HİÇ BİR ŞEY KONUŞMAYACAĞIM " diye haykırdı. Bu kızıl direniş ruhu karşısında yenik düşen işkenceci cellatlar, yoldaşı " FİİLİ İŞKENCEYLE KONUŞTURAMAYACAKLARI KANAATİNE VARDIKLARINI " gizlemeden söyleyerek, ona "SEN KAZANDIN" demek zorunda kaldılar. Ve' böylece bir kez daha proletaryanın direniş ruhu işkenceci zalimler karşısında, kan ve ter içinde başarıyla sınavdan geçerek ZAFER KAZANDl ! ..
Önder yoldaşın bu baş eğmez direnişi karşısında çaresiz kalan işkenceci faşistler O'nu cezaevine göndermek zorunda kaldılar. Davutpaşa kışlasına nakledildiğinde işkence burada da bütün şiddetiyle devam etti. O'nun kararlılığı ve yenilmez direnişi karşısında acizleşen eli kanlı faşist katiller, O'nu 13 Eylül'ü 14 Eylül'e bağlayan gece sabaha doğru, bizzat faşist cuntanın emriyle, ağır işkencelerin ardında hücresinde asarak canice katlettiler. Saygıyla anıyoruz.
Komünist Önder İrfan Çelik Yoldaş Ölümsüzdür..!

PİR AHMET SOLMAZIN ANISI: EMPERYALİZME FAŞİZME VE HER TÜRDEN GERİCİLİĞE KARŞI MÜCADELE BAYRAĞIDIR..!


Proletarya hareketinin yiğit neferi Pir Ahmet Solmaz 13 Eylül 1977 yılında kaybettik. Pir Ahmet yoldaş, M-L hareketin bir militanı olarak devrimci çalışma yaptığı Elazığ'da faşist polislerce 2 Eylül 1977'de gözaltına alındı. 1 Eylülde 1977 yılında mezarı başında yapılan Ali Haydar Yıldız yoldaşı ama töreninin dağılmasından sonra polis, dağılanlara gözdağı vermek amacıyla, toplayıp işkenceye çekiyordu. Polisin bu baskıları törenden bir kaç gün sonraya dek aralıksız mahalle mahalle dolaşarak, şüphelendiğini gözaltına alıyor ve işkenceye çekiyordu.
İşte Pir Ahmet bu baskıların sürdüğü koşullarda 2 eylül 1977 yılında polisçe gözaltına alındı.
Pir Ahmet yoldaş polis tarafından yakalandıktan hemen sonra işkence altına alındı. 5 gün 5 gece ağır işkenceler komünist kararlığın örneğini vererek ser verdi sır vermedi. Yapan işkencelerin etkisiyle işkenceden çıkarıldıktan üç sonra 13 Eylül'de şerefle taşıdığı Marksist-Leninist bayrağı yoldaşlarına devrederek ölümsüzler ordusuna katıldı.
BİR DEVRİMCİNİN KISA FAKAT HALKA ADANMIŞ YAŞAMI
Pir Ahmet yoldaş 1956 yılında Dersime bağlı Ovacık ilçesinin Kozluca köyünde dünyaya geldi. Tunceli'nin çoğu köyleri gibi Kozluca da tarıma elverişli arazinin pek olmadığı dağlık ve ormanlık bir köydür. Pir Ahmet'in ailesi yoksul ve az topraklı bir köylü ailesiydi, Bu nedenle Pir Ahmet yoldaş daha küçük yaşından itibaren bir yanda köyde çalışırken diğer yanda şehirlerde inşaatlarda, lokanta vb. yerler de ücretli işçi olarak çalışmak zorunda kaldı.
Pir Ahmet yoldaş, çocukluğundan ölümüne kadar yoksulluk içerisinde geçen yaşamı, devrimci ve M-L fikirleri kolaylıkla benimsemesine yol açan önemli bir etken oldu, 1973 yıllarında ortaokulu henüz yeni bitirmişken, devrimci mücadeleye ve M-L’e ezme sempati duymaya başladı. Daha sonraki yıllarda henüz örgütlü mücadeleye başlamadan evvel, kendi inisiyatifiyle bir yandan M-L eserleri okuyor, öte yandan okumakta olduğu Ovacık Lisesi öğrencilerini bilinçlendirmeye çalışıyordu. Bu bu 1972’lerdeki mücadelenin etkisiyle dönemde Kaypakkaya yoldaşın önderliğinde kurulan TKP-ML Hareketine sempati duyuyor ve henüz komünist hareketle bağ kuramamasına rağmen, komünist hareketin propagandasını yapıyordu. 1975 yılında komünist hareketle bağ kurdu ve çalışmalarını artık komünist harekete bağlı olarak yürüttüğü Ovacık Lisesi öğrencilerini bilinçlendirme, örgütleme ve köylerde devrimci mücadeledeki propaganda çalışmalarını yürütme çabası içerisinde oldu. Okul içinde ve köylerde çalışkanlığı ve kararlılığıyla yoldaşları ve halk arasında sevilen, güven duyulan bir militan ve , mücadelenin bir önderi durumuna geldi
1976 Mayısında Ovacıkta ilk miting olan, ” Siyasi cinayetleri ve Mili Zulmü Protesto Mitingine “ önderlik edenlerdendi. Tertip Komitesinden olması nedeniyle Mitingin ardında polisçe aranır duruma düştü.
Egemen sınıflar faşist baskı ve zulmü karşısında mücadeleden yılmadı. Son sınıfında okuduğu Ovacık Lisesini terk ederek, devrimci mücadeleye profesyonel bir devrimci olarak devam etti . Faşist işkenceci katiller tarafında katledilinceye kadar bir yıl boyunca Elazığ'da fabrikalarda, okullarda mahallelerde, gecekondularda, köylerde devrimci mücadeleyi örgütlemeye ve yürütmeye , başarıyla önderlik etmeye çalıştı. Faşistlerin bütün baskı ve zorbalıklarına karşı asla yılmadı ve bütün bu zorlukların açılması için canla-başla çalıştı. İşçi ve emekçi köylü kitleleri ile bağ kurmada, kaynaşma da Onlara devrimci propaganda yapma da başarılıydı. Onun emekçi yaşamı, emekçi kitleler ile kaynaşma da kendisine engin deneyimler kazandırmıştı.
Pir Ahmet yoldaş kendi deyimiyle çocukluğunda “hep hastalık geçirdiği için” zayıf bir bünyeye sahip olmasına rağmen, bıkmak bilmeyen bir çalışma yaşamı içerisinde oldu. Halkın Birliği dergisinin Usta bir dağıtımcısıydı, Mahalleler de, derneklerde ve köylerde ideolojik politik tartışmaların başarı ile yürütüyor, seminerler veriyor, halkın gecekondu yapımında onların yanında bizzat çalışarak katılıyordu. Emekçi ve işçi bir yaşamın ustalaştırdığı ellerini , devrim ve sosyalizm mücadelenin gelişmesi için başarıyla kullanıyordu Pir Ahmet yoldaş içinde yetiştiği emekçi halka derin bir bağlılık , başta emperyalizm, faşizme ve her türden gericiliğe karşı derin bir sınıf dini duyuyordu. Bu özelliği PirAhmet yoldaşı devrimci mücadelede kararlı olmasını sağlıyordu. Politik bilgi ve tecrübesi arttıkça kararlılığı, daha da pekişiyor ve verimli çalışmalarını yılmaz bir nefer olarak sürdürüyordu. En son 1973'te katledilen yoldaşı Ali Haydar Yıldız'ın mezarının yapılmasında faal olarak çalıştı ve düzenlenen törende önderlik yapanlar arasında yer aldı.
Pir Ahmet yoldaşım önemli i özelliklerinden biri de daha ilk sempati duymaya başladığı andan itibaren Marksist-Leninist eserleri büyük bir dikkat ve heyecanla okumasaydı. Onun bu özelliği kısa zamanda politik bakımından kendisini geliştirmiş, ideolojik-politik meselelerde inisiyatifli kılmıştı . O pratik çalışmaların yoğunluğuna rağmen, her zaman Marksist-Leninist eserleri okumaya , mutlaka zaman bulur ve eğitimini yapardı . Bu eğitim onun M-L aleyhtarı her türden reformist-revizyonist satmaya karşı , karanlıkla karşı durmasını sağlıyordu,
Pir Ahmet Yoldaş Her Türden Sapamaya Karşı Duruşun Adıydı
Pirahmet yoldaş emekçi yaşamının verdiği sezgi ve kararlılıkla politik eğitime verdiği önem ve gelişmenin elverişli yeteneği ile daima M-L yanında saf tuttu. Devrimci olduğu ilk zamanlar M-L hareketin görüşlerine sempati duydu . Bir müddet sonra komünist harekete katıldı. Onun halkına ve devrime duyduğu derin bağlılığı, modern revizyonizmi baştan itibaren uzlaşmaz bir mücadele de rahatlıkla girmesine yol açtı. Ovacık'ta ve Elazığ'da sürekli modern revizyonizme karşı, ideolojik ve politik mücadele yürüttü. Elazığ'daki Dev-Genç taraftarlarının bu meselede ki orta yolculuğuna karşı, tavizsiz bir savaşın içerisinde oldu. 1976 yılında M-L hareketin saflarında çıkan dogmatik Partizanın,” Sovyet Sosyal Emperyalistleri ve revizyonistlerle ittifak kurma uzlaşmacı politikalarına karanlıkla karşı durdu. Bu aynı uzlaşmacılığı aslında aynı özelliğiyle başka türden revizyonizmi temsil eden 3. dünya karşı devrimci teorisine karşı da gösterdi. Ölmeden kısa bir süre önce hareketin saflarında, 3. dünya teorisine karşı mücadele bayrağı açılmıştı . Pir Ahmet Solmaz yoldaş bu konu ile ilgili çeşitli yazıları bazı M-L eserleri okuyarak, yoldaşları ile tartışarak duraksamadan 3. dünya teorisinin revizyonist niteliğini tespit ederek, kararlılıkla reddetmişti.
Pir Ahmet yoldaşın örnek alınacak yanlarından bir diğeri ise, hizipçi ve yıkıcılara karşı hareketin birliğini korumadaki kararlılığıdır .
Elazığ'da profesyonel çalışmaya başladıktan bir müddet sonra, M-L hareketi bölmeye çalışan dogmatik Partizan hizipçiler Elazığ ve Dersimde etkili olmuşlardı. Politik kirlilikten, duygusallıktan, akrabalık ve Ahbap çavuş ilişkilerden faydalanarak hareketi parçalamaya çalışıyorlardı. Pir Ahmet yoldaş dogmatik hizipçilerin yıkıcı çalışmasının başını çekenlerle, kişisel arkadaşlığına ve onları daha çok tanıyor olmasına rağmen, Onlardan hiçbir biçimde etkilenmedi. M-L harekete ve devrimi bağlılığın kararlı bir örneğini gösterdi. Onların “ sol oportünist” çizgisini mahkum etti . ve Onları hizipçi-yıkıcı olarak ilan ederek, M-L hareketin birliği ve zafer için kararlılıkla mücadele yürüttü. Memleketi olan Ovacık'ta komünist hareketin çalışmaları bütünüyle dogmatizm Partizanın etkisi altında kalmıştı. Bunu oldukça içerliyor ve müsait olsam da oraya gidip dogmatizmle kıyasıya mücadele etsem diyordu . Nitekim Halkın Birliği dergisinin ilk sayısının çıktığı 1977'nin kış aylarında aranmasına rağmen dergileri alarak Ovacığa gitti . Metrelerce karın olduğu ve kendisinin arandığı şartlardan ilçe içinde ve köylerde yüzlerce gazete satarak, devrimci çalışmasını sürdürdü ve dogmatizmin etkisindeki sempatizanları M-L harekete tekrar kazanmaya çalıştı. Dogmatiklerin bütün saldırı ve kara çalmalarına boyun eğmeden, birkaç gün içinde hem gazetenin dağıtım imkanı sağladı ve hem de birkaç sempatizan kazandı dönüşünde gülümseyen yüzü kararlı bakışlarıyla. “Eğer çalışma yapabilirsek doğmatik hizipçilerin etkisini zayıflatırız “ diyordu . Ondan sonra Ovacığa gidemedi. Ama O dogmatik hizibin tahribatlarını giderme mücadelesini Elazığ ve Karakoçan'da kararlılıkla yürüttü. Pir Ahmet' yoldaşın her türden revizyonist oportünist sapmaya karşı ilkeli mücadelesi bugün de revizyonist-reformist sapmalara karşı bir pan-zehiri olaraktan saflarımız da yaşamaktadır. Devrim ve sosyalizm mücadelesine daha fazla hizmet edeceği bir dönemde çok genç yaşında Pir Ahmet yoldaşı kaybettik. Bugün Pirahmet Yoldaşı anmak demek onun yaptığı gibi M-L sıkıca sarılmak ve her türden sınıf dışı akıma karşı inatla ve ısrarla mücadele etmek, feda ruhu için devrimci kavgayı her alanda örmek için öne atılmak demektir. Söz veriyoruz ki faşizmin işkencehanelerin de boyun eğmez direngenliğiyle Piro yoldaş yol göstermeye devam edecektir.
Pir Ahmet yoldaş işçi sınıfı ve emekçi haklarımızın düşmanı egemen sınıflara ve onların ağababaları emperyalizme karşı mücadeledeki kararlılığını biz devrimcilere - komünistlere ve emekçilere örnek olmaya devam edecektir. İşçi sınıfına emekçi haklara ve M-L’e duyduğu derin bağlılık onu işkenceci i faşist katiller sürüsü karşısında dimdik ayakta tutan bir kaya haline getirdi. işkence altına alındığı 2 Eylül Akşamında itibaren 5 gün 5 gece boyunca yapılan her türlü insanlık dışı işkenceye karşı , kararlılıkla direnen Piro yoldaş, Elazığ Emniyeti'ndeki faşist polisler ve MİT ajanları tarafından 5 gün boyunca en ağır işkencelere maruz kaldı. Faşist Katiller sürüsü ondan devrimci faaliyetleri ve yoldaşları hakkında hareketinin üyesi olup olmadığı hakkında ve bildiği devrimcilerin isim ve adreslerini almak için her türlü işkenceyi yapmaktan geri durmuyorlardı. Demir Çubuk ve sopalarla defalarca falakaya yatırdılar, elektrik işkencesine çektiler, tırnaklarını söktüler, psikolojik işkence metotlarının her türünü, uyguladılar. Ama sonuçta işkencede ayakları patlamış, yerinden kımıldayamayan hale getirilmesine rağmen o işçi sınıfına, TKP-ML Hareketine ve emekçi halkların davasına sıkıca sarılmasını bildi. Önderi Kaypakkaya’nın “ser ve ama sır verme” geleneğini Elazığ zindanlarda kızıl bayrak olarak dalgalandırdı.
Piro yoldaşın İşkencede katledilmesinin üzerinde 42 yıl geçti. Onun emekçi yığınları devrim için örgütleyip seferber etmedeki kararlılığı, çalışkanlığı, direngenliği ve inancı geride kalan devrimci ve komünistlere örnek olmuştur.
Bugün devrimci saflarda emekçi ve komünist fedakarlığın, militan duruşun ve feda ruhu içinde öne atılmanın zayıfladığı koşullarda, Pir Ahmet yoldaşta öğrenecek ve Onun devrimci erdemleriyle donanarak, emekçi halklarımızı sömürü, ve zulümden kurtuluş savaşımını büyüterek halk düşmanlarından hesap soracağız.

4 Eylül 2019 Çarşamba

Turan Dursun Tabulara Vurduğu İçin Şeriatçılarca Katledildi..!



Turan Dursun'un şeriatçılarca hedef alınıp 4 Eylülde 1990 yılında hunharca katledilmesi tesadüfü bir olay değildir. Bizzat din bilgini olarak işin içinde gelen birisinin İslam dininin gerçeklerini ortaya koyması şeriatçıları oldukça rahatsız etmiştir. Çünkü Turan Dursun tabulara vuran bir aydındı.
Onun yazıları ve kitaplarında "peygamberin cinsel yaşamından" tutun da, insana uygulanan şiddetten, kamu oyunu uzu süre meşgul eden şu ünlü 'şeytan ayetleri' konusunu tartışmasına dek pek çok ilginç bölümü var. Yer ye kadın konusu üstüne İslam’ın neler dediğine de değinilmiş.
Şöyle diyor Turan Dursun kitabında konuya ilişkin: "Muhammed için kadın, erkeği her zaman bastan çıkaran bir 'şehvet kabartandı'."
Muhammedin gözünde "kadın" her zaman: "şeytan" görünümundeydi.
Turan Dursun'u okuyunca görüyoruz ki, Kur'a da pek çok ayet peygamberin cinsel yaşamına; ayrılmış. Sanırız tanrının oldukça fazla "boş vakti” varmış. Hiç üşenmeden peygamber efendimizin tüm seks yaşamını düzenlemiş. İslam’ın dikkate değer yönlerinden biri de kadının aşağılanması. Peygamberin pek çok hadisi ve Kurandaki bir çok ayet kadını aşağılamaya yönelik, Türkiye'de bugün pek çok genç. kadının militanca destekliyor olması ilginç. bir paradoks olsa gerek. Kitaptan dikkate değer bulduğumuz bir aktarma yapalım; Peygamber arkadaşlarına şunları söylüyor. "Kadın şeytan biçiminde çıkar karşıya. Ve yine şeytan biçiminde dönüp gider. Bu nedenle sizden herhangi biriniz bir kadın gördü mü, hemen gidip onunla yatsın. Çünkü bu (cinsel ilişki), o kişinin içindekini (kabaran şehvetini) söndürür" Görülüyor ki, ulu peygamber için kadın bir 'seks objesi' yalnızca. İslam’ın inanan kadınlara tüm açıklığıyla anlaşılması gerek, tüm ciddiyetiyle ve İslam kaynaklarına dayanarak. Evet, söz konusu olan "bizim' inancımız değil, ama 'Mümin'lerin inancı...
Gelelim İslam da şiddet konusuna; ki, Turan Dursun'un öldürülmesiyle yeniden somutlandı. Yine kitaptan ilginç bir bölüm:
"Maide suresinin 33. ayetinde şu buyruk verilmiştir: "Allah ve resulüyle savaşanların ve yeryüzünde bozgunculuk yapmaya çalışanların cezası, ya boyunları vurularak öldürülmeleri, ya asılmaları ya ellerinin ve ayaklarının çapraz kesilmeleri, ya da bulundukları yerden sürülmeleridir. Bu, onların dünyada çekecekleri rezilliktir. Ahirette ise, onlara daha büyük cezalar hazırlanmıştır."
Ne dersiniz yüce tanrı işkence yöntemleri konusunda deneyimli galiba?.. Yine kitaptan son bir aktarma yapalım konuyla ilgili olarak; "Müşriklere yeryüzünde dolaşabilmeleri için dört ay süre 'verilmişti. Bu süre dolduktan sonra müminlerin onlara ne yapacakları bildirilmişti: Nerede bulursanız öldürün, yakalayın, hapsedin, her gözetleme yerinde yakalamak için bekleyin. Tövbe ederler, namaz kılarlar ve zekat verirlerse serbest bırakın. Allah esirgeyen ve bağışlayandır.»
"Ve Allah uğruna verilen bu savaş kıyamete kadar sürecekti" diyor Turan Dursun. "Müminler Allah'ın ve İslam’ın hakimiyeti için canla malla" savaşmaya çağrılıyordu. Şeriat hükümlerini bütün düşüince inanç ve dinlerin üstüne çıkarmak ve kayıtsız şartsız hakim kılmak için kutsal savaş" deccal öldürülünceye kadar" son bulmayacaktı. (Ebü Davut, Kitb'ul-Cihad Babunu şu devamlı-Cihad, hadis 2484, c3,s.I)
Ve devam ediyor Turan Dursun:,"Şubat 1989, Camilerde günlerdir cihad namazları kılınıyor. Komünistlerin kanını dökme çağrısı yapılıyor. 16 Şubat 1969 günü Beyazıt, Dolmabahçe ve Fındıklı camilerinde Cihad namazları kılındıktan sonra topluluklar halinde Taksim'e gidiliyor. O gün, meydana Amerikan 6. Filosuna karşı anti-emperyalist yürüyüş yapanlar gelecek. Amerika Müslümanın dostu mu ne? Yerde iki ölü yatıyor. Turgut Aytaç ve Duran Erdoğan. Yüzlerce yaralı ve gazeteler manşet atıyor. "Kanlı Pazar..."
Kitaptan bu kadar aktarma yeter. Turan Dursun'un kitabını hem bir materyalist ve ateistin gözüyle hem de bir müminin gözüyle okumalıyız,
Şeriatçılar gerçeğin açığa çıkmasının engellenmesi için bir yandan yasakları dayatırken, öte yandan faşist baskı ve süikastlarla dinin yarattığı karanlık ortamın devam etmesini sağlamayı hedefledirler. Nitekim aydınlanma savaşçısı Turan Dursun!da bunun için hedef alınarak katledildi. Dini gericiliğe karşı aydınlanma savaşımımızda Turan Dursun yaşıyor.