24 Nisan 2020 Cuma

Kuruluşunun 48.Yılında TKP-ML Hareketini Diğer Devrimci Akımlardan Temelde Farklı Kılan M-L Temel Almasıydı..!

Görüntünün olası içeriği: 1 kişi, şunu diyen bir yazı 'ÖZGÜRLÜK İÇİN İSYAN ETME ZAMANIDIR DEVRİM KİTLERİN ESERİDİR...! HALKIN BİRLİĞI'
Öncelikle şunun altının özenle çizilmesi gerekiyor: TKP-ML Hareketi hem İbrahim Kaypakkaya yoldaşın önderliğinde kuruluş sürecinde ve hem de 1976 yılında yeniden ayağa kalkma döneminde yenilikçi ve tabuları yıkıcı önderlik rolüyle de devrimci ve komünist hareketin buz kıran rolünü oynadığı başta bilinmelidir.
Nitekim Hareketimiz Kaypakkaya yoldaş önderliğinde, resmi tarih yazımına ve teorik-politik yakın döneme ilişkin olarak burjuva küçük burjuva tutum ve yaklaşımlara cepheden tutum alarak köklü kopuş gerçekleştirerek başta Kemalizm olmak üzere Kürt sorunundan Ermeni sorununa, yakın politik tarihe ayna tutmanın yanında revizyonist-reformist hareketle bağları koparıp atmaya kadar, nasıl bir parti, nasıl bir devrim, nasıl sosyalizm ve nasıl bir proletarya diktatörlüğü, nasıl bir enternasyonalist devrimcilik vb. dünya ve Türkiye devriminin sorunlarına karşı ilk olarak güçlü dogmatizm ve sübjektif düşünce tarzının egemenliğine karşı herşeyi göze alan Kaypakkaya önderliğindeki TKP-ML Hareketi komünist kopuşu ilan etmesiyle, M.Suphi TKP’sinden sonra komünist hareketi yeniden ayakları üzerine dikmiştir. Kaypakkaya yoldaşın küçük burjuva devrimciliğiyle-TİP’ten Mihri Belliye,-PDAdan Kıvılcımcılığa, THKO’dan THKP-C’ye yani sağ ve sol revizyonist ve oportünist akımlarla arasında net çizgi çekmiş- arasına kesin ve kati olarak arasına net ayrım çizgisi çekmesi, bir yerde burjuva kapitalist sistemde her alanda ideolojik-teorik ve politik kopuşun ilanıydı. 1970’li yıllarda hemen herkesin Kemalist devrimcilikten dem vurduğu dönemde, Kaypakkaya yoldaş Kemalist iktidarının halka karşı sömürü ve zulüm uygulayan, Kürt ulusunu inkar eden ve tekçi bir üniter Türk devletinin kurucu önderi olduğunu tahlil ederek, komünistlerin bu faşist gerici halk düşmanı cumhuriyeti yıkıp yerine, işçi ve emekçilerin devrimci halk cumhuriyetini kurup buradan durmadan sosyalizme geçmeyi ve komünizme yürümeyi programının esas amacı olarak ilan ediyordu.
Türkiye devrimci hareketi yıllardan bu yana ülke gerçekliğine inme ve kitlelerin objektif durumunu değerlendirmede çoğu durumda gerçekler yerine kendi eğilim ve düşüncelerini esas alarak hareket etmeye çalışmıştır. Bu yaklaşım devrimci hareketin saflarında sübjektif- dogmatik düşünme ve sübjektif dogmatik politik durum tahlilleri üzerinde yükselen taktikler don kişot vari yel değirmenlerine saldırma yönlü olumsuz değerlendirmeleri koşullamış ve abartılı değerlendirmeler yapmaktan, erken devrim hayalini körükleyerek, kitleleri ve kadroları yanlış beklenti içine sokmaktan geri kalmamıştır. Devrimci ve komünist hareketin ilk doğuş ve delikanlılık koşullarında teoriye hakimiyet, politikada olgunlaşamama ve örgütsel, pratik alanda deney- tecrübe eksikliği vb. nedenlerden dolayı sübjektif düşünme tarzında etkilenmesi bir yerde doğal karşılanabilir.
Neki her birinin yaşının 30-40 yılı aşan devrimci hareketin saflarında bu aynı düşünce tarzı, derinleşerek çizgi haline yükselip, hala devrimci örgütlerin hareket tarzını belirleyen bir duruma gelmişse ve hala bu aynı düşünce tarzı devam ediyorsa demek ki yaşanmış pratiklerde yeterli sonuç elde çıkarılamamış demektir. Tamda burada durarak olayı doğru olarak algılamak dogmatik ve sübjektif düşünce tarzını eleştiri hedefine koymak gerekiyor. 10 yıldır Genel Grev şiarını pratik eylem şiarı olarak atmak, 1 Mayıslarda kitlesel katılımdan hareketle barikat savaşı çığlıklarını yükseltmek, iç savaş ve devrimci durum tahlilleri yaparak yığınlar adına konuşmak, anti-emperyalist demokratik halk devriminin özünün toprak mücadelesi temelinde bir mücadelede olduğunda ayak diremek, şehir nüfusunun yüzde 70’lere ulaştığı Türkiye gerçekliğinde hala toprak temelinde kır gerilla mücadelesinde ayak diremek, bir yandan kitlelerin kendi sorunlarına bile sahip çıkma başarısını gösteremediğini söyleyip ardında silahlı savaşımın yükseltilmesinden bahsetmek vb. devrimci hareketin dogmatik ve sübjektif düşünme tarzının düzeyini ve bu düşüncenin pratik ve örgütsel alanda nasıl derinlemesine nüfus ederek sürdüğünü gösteriyor.
Demek ki coğrafyamızda devrimci hareketin sübjektif ve dogmatik düşünce tarzının gençlik ve tecrübesizlikle bir bağı yok. İşin asıl özü idealist düşünme tarzının devrimci hareketin saflarına sirayet etmesi ve bunun kanıksanmasıyla açıklanması gerekir. Bu görüş devrimci hareket saflarında ideolojik, teorik ve pratik boyutuyla aşılmadan, devrimci hareketin yanlış eğilimlerden ve kendine yönelik politika yapmaktan uzaklaşarak, sık sık aynı yöne dönüp sil baştan yapma hastalığından kurtulması olanaksızdır. Bu kadar deney ve tecrübeye rağmen devrimci hareketin saflarında dogmatik ve sübjektif düşünce tarzı hala geçer akçe olarak duruyorsa buna karşı uzlaşmaz bir mücadele yürüterek küçük burjuvaziden beslenen ve devrimci hareketi kötürüm bırakan bu düşünce tarzının devrim ve sosyalizm savaşımına verdiği zarar açığa serilerek mahkum edilmesi gerekiyor.
Burjuva dünya görüşü olan idealizme karşı sıkı sıkıya bağlı olan sübjektivizm ve dogmatizm, maddi dünyanın objektif yapısını inkar eden bir ideolojik görüşün ve pratiğin-siyasal ve örgütsel-tavrının tanımıdır. Sübjektivizm, bilgide objektif gerçeğin çarpıtılmasına ve göz ardı edilmesine, gerçek olmayan tek yanlı yararlara götürür. Pratikte-politikada ve örgütlenmede- ise keyfiliğe ve toplumun objektif kanunlarını, objektif ihtiyaçlarının önemsemeyen, bilimsel temellere dayanan siyaset ve örgütlenmeyi amaçsız, kendiliğinden kararlara ve devrimci coşkuculuğa bağlayan iradeciliğe-volantirizme-yol açar.
Bu alanda 1976 Haziran-Temmuz aylarında TKP-ML Hareketinin hata ve yanlışlarının toplamı zemininde kopan ve daha sonrasında kendilerine Partizan diyen akım-ki süreç içinde bu akımın saflarında bolca ayrılıklar yaşanmıştır. Tüm kopuşların temelinden, sağ yada sol bakışla bezenmiş sübjektif dogmatik düşünce tarzının belirleyici rolü olmuştur.- Aslında düşüncenin donmuş ve değişmez hali olarak ifade edeceğimiz ve diyalektik materyalist dünya görüşünün açıktan reddi anlamına gelen dogmatizm ve sübjektif düşünce tarzının mimarı PDA-Aydınlık revizyonistleriydi.
PDA-Aydınlık hareketi 1976 yeniden toparlanma sürecinde, somut durumun somut tahlili Leninist gerçekliği yerine ÇKP kopyeciliğini olmazsa olmaz olarak pratiğe sürmüştür. Marksizm’i savunma adına Mao Zedung’un yeni-sömürge ülkeler için önerdiği devrimin niteliği, iktidarın karakteri vb. değişmez ilke olarak görüp-göstererek yeniden toparlanma sürecinde olan THKP-ML,THKO merkezi ve Partizancıları ideolojik denetim altına aldı.
Nitekim PDA-Aydınlığın, emperyalizme bağımlı yeni sömürge ülkelerin devrim zafere taşınan kadar yarı-feodal ülkeler olarak varlığını koruyacağı, haliyle yeni sömürge ülkelerde devrimin niteliği, ittifaklar, devrimin yolu ve nasıl bir iktidar vb. sorunlarını, her ülkenin ekonomik-sosyal ve siyasal gelişmiş durumlarıyla yani sınıflar arası temel ilişkilerden hareket ederek tahlil ederek sonuca gitme yerine, emperyalizme bağımlı yarı-sömürge ülkelerde kapitalizmin gelişmesi ve sosyo-ekonomik yapıda köklü değişimlerin olması mümkün değildir dogmatik yaklaşım temel alınarak, Türkiye’nin sosyo-ekonomik yapası her hangi araştırma inceleme yapılmadan, Maocu bakış açısı temel alındı. PDA-Aydınlık Hareketinin bu dogmatik-kopyeci ve sübjektif düşünme tarzına cepheden savaşım açan TKP-ML Hareketi oldu. TKP-ML Hareketi, 1976 yılında örgüt içinde açılan tartışmada, Türkiye’nin sosyo-ekonomik yapısında köklü değişimleri olduğu, bunun emperyalizme bağımlı işbirlikçi tekelci kapitalizmin Prusya yolunda gerçekleştiği, haliyle sosyo-ekonomik yapıya işbirlikçi tekelci kapitalizmin egemen olduğu, yarı-feodal ilişkilerin ikinci plana düştüğü sonucuna varmış..
TKP-ML Hareketinin ulaşmış olduğu bu Türkiye’nin sosyo-ekonomik yapısına işbirlikçi tekelci kapitalizmin egemen olduğu görüşüne karşı en başta PDA-Aydınlık revizyonistleri saldırıya geçti. PDA-Aydınlık hareketi, TKP-ML Hareketini hedef almasının temel nedeni -THKO-THKP-C-ML ve Partizancıları ideolojik-teorik ateş altına alarak, ideolojik-teorik olarak TKP-ML hareketinin etkisine girmesini önlemekti. Örneğin yeniden toparlanma sürecinde Kaypakkaya yoldaşın programatik düşüncelerinden etkilenen ve Kaypakkaya yoldaşı komünist olarak gören THKO Merkez ve THKP-C-ML, 1975 yılında bir çok konuda Kaypakkaya yoldaşa yakın düşünceler savunmasına ve TKP-ML hareketine yakınlaşmalarına karşın, 1976 tartışmalarında PDA-Aydınlık revizyonistlerinin ayaklarının altındaki halının kaymaya başlaması, Aydınlık revizyonistlerinin TKP-ML Hareketine kaşı Maocu silahlarla saldırma ve Türkiye’nin sosyo-ekonomik yapının devrimin zaferine kadar değişmeden yarı-feodal olarak kalacağı ve sosyo-ekonomik yapıda kapitalist üretim ilişkilerinin-emperyalizme bağımlı işbirlikçi kapitalizm- egemen olmasını savunmanın Troçkizmi savunmak ve haliyle kapitalist üretim ilişkilerinin egemen olduğu ülkelerde sosyalist devrimi savunmak anlamına geleceği Maocu düşünceleri öne sürüldü ve PDA-Aydınlık revizyonistlerinin bu dogmatik ve sübjektif düşünce tarzı, Halkın Yolu, Halkın Kurtuluşu ve Partizan dergi çevrelerini derinden etkiledi. Nitekim bu oportünist cephenin ideolojik-teorik önderliğini PDA-Aydınlık revizyonistleri yaptı. Bir dönem Türkiye’nin sosyoekonomik yapında kapitalist üretim ilişkilerinin egemen olduğunu savunan Halkın Yolu ve Halkın kurtuluşu PDA-Aydınlığın gerici saldırıları karşısında geri adım atarak, TKP-ML hareketine karşı aynı kulvarda buluştular ve dogmatik ve sübjektif düşünce tarzının savunucuları oldular.
Nitekim PDA-Aydınlık revizyonistlerinin bu dogmatik ve sübjektif tarzının Halkın Yolu, Halkın Kurtuluşu ve Partizan saflarında egemenlik kurması süreç içinde Halkın Yolu önderliğinin ezici çoğunluğunun aydınlığa katılmasını, Partizan saflarında Kurtuluş Bayrağı adlı 3.dünyacı bir grubun ortaya çıkmasını ve bir süre sonra bu grubunda soluğu aydınlıkta alması, yine 3.dünayacı revizyonist karşı-devrimci 3.dünyacı düşünce temelinde Halkın Kurtuluşu saflarında Emeğin Kurtuluşu adlı bir grubun kopması ve bir dönem sonra soluğu Aydınlık saflarında alması, daha da önemlisi bu akımların saflarında kapitalist üretim ilişkilerinin egemen olduğu sonucuna ulaşanların hızla Türkiye devrimin ilk adımının sosyalist devrim olduğu düşüncesi yönünde değişim yaşamaları, Onları, PDA-Aydınlığın sosyo-ekonomik yapıda kapitalizm egemense orada sosyalist devrim geçerlidir görüşünde buluşmaya itti.
Nitekim 1987 yılında TDKP’de kopan ve kendilerine önce TDKP Devrimci Kanat ve sonrasında Ekim olarak ifade eden ve ardından TKİP’e evrilen kesim, Türkiye’nin sosyo-ekonomik yapısı kapitalist ise o zaman Türkiye devriminin ilk adımının karakteri de sosyalist ve iktidarın niteliği de proleter sosyalist karakterdedir Troçkist kırması görüşünü savunmaya itti. Ardında Partizanda ayrılan ve kendilerine MKP adını veren akım, Maocu dogmatizmi bir yana itince bu kez de sağa savrularak bir dönemler PDA’nın etrafa yaydığı zehirli düşüncelerin etkisi altına girerek yarı-feodal Türkiye ve köylü toprak devrimi teorik analizinde, Türkiye sosyo-ekonomik yapısında kapitalist üretim ilişkileri egemen, o halde devrimimizin karakteri sosyalist devrimdir analizine hızlı değişim yaşadı. Bu alandaki geçmiş süreçte yaşanan tartışmalara yeniden döneceğiz ,ama şimdilik bununla yetinelim ve devrimci hareketin saflarına dogmatizm ve sübjektif düşünce tarzını enjekte etmede PDA-Aydınlık revizyonizminin nasıl bir uğursuz rol oynadığını yeniden hatırlayalım.
Haliyle TKP-ML Hareketinin tüm olumsuz dayatma ve dogmatik-sübjektif düşünce tarzı kuşatmasına rağmen sosyo-ekonomik yapıda işbirlikçi tekelci kapitalizmin egemen olduğu tahlili haliyle örgütün kitle çalışmasında; devrimin zaferinin şehir ayaklanmalarıyla burjuva iktidarına son darbeyi vuracağı devrimin yolu çizgisine bağlı olarak, komünist çalışma hem örgütsel-hem de pratik çalışmalarda köklü değişim yaratacak, şehir çalışmalarını temel alma ve güçleri bu alanda yoğunlaştırma kaçınılmaz olacaktı.
Nitekim TKP-ML Hareketinin soruna nasıl yaklaştığını daha doğru anlamak-kavramak bakımından Marksist bilgi teorisinin ne olduğuna kısaca bir göz atmakta yarar var.
Marksist bilgi teorisinin ilk önermesi, bilgimizin kaynağının duyumlar olduğudur. Duyum ise objektif gerçeğin insan beyninde yansıtılmasının biçimidir. Yani duyum, duyu organlarını etkileyen nesnelerin veya olayların çeşitli olayların özelliklerinin ve yanlarının yansısıdır. Bilincimize yansıyan dış dünyanın, bu bilinçten bağımsız olarak var olduğunun kabulü, doğa bilimlerinin verileriyle uyuştuğu gibi, idealist safsataları da temelden yıkmaktadır. Materyalizm, doğa bilimleriyle tam uygunluk içinde, maddeyi ilk veri olarak kabul eder. Duyum bilinç ile dış dünya arasında bir bağdır. Madde duyumlarımızdan ve bilincimizden bağımsız olarak vardır. Bilincimiz ve duyumlarımız dış dünyanın tasvirleridir. Bundan da anlaşılacağı üzerine tasvir, temsil etliği madde veya nesne kendi tasvirinden bağımsız olarak var olabilir. Bu, Marksist bilgi teorisinin temel taşıdır. Bilinç, madde olmadan, hatla sinir sistemimiz olmadan mevcut olamaz.
Materyalizm ilk planda varlığı ikinci planda düşünceyi koyar. Marksist bilgi teorisi bilgimizin değişebileceğini gösteriyor. Bu, bilginin bilgisizlikten doğuş sürecini şüpheli ve eksik bilginin daha açık ve tam bilgi haline geliş sürecini tahlil etmemizi anlamına gelir. Henüz bilinmeyen şeyler mutlak değildir ve bilinmeyen şey zamanla bilinebilir. Mevcut bilgilerimizin, bilgisizlikten hareketle geliştiğini kabul ederek, '' Var olan şeylerin bizim için şeyler' haline geldiğini görürüz. Biz, nesneleri, onlarda duyumladığımız özelliklere göre dilediğimiz gibi kullanmakla duyumlarımızın doğruluğunu ve yanlışlığını şaşmaz bir denemeye tutmuş oluruz. Eğer duyumlarımız doğru ise, bir nesnenin ne biçimde kullanılacağına ilişkin algılarımızın, dışımızda var olan bir gerçekle uyuştuğunun delilini oluşturur.
Demek ki nesne bizim dışımızda mevcuttur ve duyumlarımızın-nesnelerin yansımalarının hangisinin doğru, hangisinin yanlış olduğunu ancak pratik içinde tespit edebiliriz. Uğradığımız her başarısızlıkta, bunun nedenlerinin tahlil edersek görürüz ki, davranışımız için esas aldığımız duyum ya eksik ya yüzeyseldir veya eklektik duyumlarda oluşmaktadır. O halde doğru pratiğin onayladığıdır. Duyumlarımız pratik tarafından onaylandığı oranda doğrudurlar ve sübjektif değildirler.
Dış dünyanın bilinçten bağımsız olarak var olması materyalizmin temel önermesidir. Doğa bilimlerince ispatlanan, yeryüzünün insana oranla önceliği objektif gerçektir. Yukarda ele aldığımız, Marksist bilgi teorisinin bilgilerimizin kaynağı duyumlardır şeklindeki ilk önermesi, ikinci önermeden yani insan duyumlarının kaynağı objektif gerçektir. Yukarıda aktarmaya çalıştığımız Marksist bilgi teorisinin bilgilerimizin kaynağı duyumlar şeklindeki ilk önermesi, ikinci önermeden yani insan duyumlarının kaynağı objektif gerçek'tir önermesinden ayrı olarak ele alınmaz. Bütün bilgiler pratikten ve duyumlardan gelir. Fakat objektif gerçekte bu duyum alanına dahildir. Bunun tersini öne sürmek, sübjektivizm olur ve pratiğin objektif muhtevasını, pratikten edinilen bilginin objektif gerçeğini reddetmek anlamına gelir. Halbuki pratik tarafından bize verilen objektif gerçek ve duyumlarımızın kaynağının objektifliği, insandan bağımsız olarak vardır. Duyumlar varlığı kendine bağlı olmayan bu objektif gerçeği kopya eder, yansıtırlar. Duyumlar, sübjektiftir, fakat duyumların temeli, özü objektiftir. Materyalizme göre yalınız duyumsanan şeyler gerçektir ve gerçek maddi olandır.
Pratiği temel kabul etmek Marksist bilgi teorisinin temelidir. Pratik ölçütünü bilgi teorisinden soyutlamak mutlak sübjektif idealizm olur. Bizim dışımızda objektif kanunlar ve objektif gerçeklikler vardır. Bunun kabulü ile sıkıca bir birine bağlıdır. Bizim dışımızda var olan bu objektif kanunların ve objektif gerçeğin kaynağı bilincimiz değil, objektif gerçektir. Bunun tersini öne süren sübjektif görüş, düşünce ile objektif gerçeği düşüncenin bir parçası olarak görür. Bu sübjektif eğilim felsefede, felsefede idealizmdir. Fakat insan pratiği Marksist-Leninist bilgi teorisinin doğruluğunu ortaya koymaktadır. İnsanların pratik eyleminin başarısı duyumsanan deneylerin objektif gerçekle uygunluğunu ispat eder. Yani belirlenen siyasal, örgütsel çizginin doğruluğu onun objektif gerçeğe uygunluğuna bağlıdır.
1970li yıllarda ortaya çıkan devrimci örgütlerin programatik-politik ve örgütsel duruşlarına bakımından TKP-ML Hareketi ile temelde farklı bir hatta durdukları görülür. Gerek THKO ve gerekse de THKP-C, Kemalizm’den Kürt Ulusal soruna, devletin niteliğinden kitle çizgisi ve devrim, ittifaklar, iktidar ve nasıl bir proletarya diktatörlüğü ve sosyalizm sorunlarına kadar hemen hemen bir çok alanda Kaypakkaya yoldaş önderliğinde 1972 Nisan ayında kurulan TKP-ML hareketiyle ortak bir hatta buluşmaları söz konusu değildir.
Bu durum 1973 yılı yenilgisinin ardından yeniden toparlanma sürecinde de devam etmiş. Ağır yenilgi alan ve merkezi olarak çökertilen üç örgüt –TKP-ML Hareketi, THKO ve THKP-C) yeniden toparlanma sürecinde kendi hata ve yetmezlikleriyle yüzleşmeye yönelmişler. Bu dönemde Kaypakkaya yoldaşın düşüncelerinden etkilenerek hem THKP-C ve hem de THKO saflarında ayrışmalar yaşanmıştı. THKP-C’deki ayrışmalarda: Dev-Yol, MLSPB, Acilciler, Kurtuluş(KSD) ve Sosyal emperyalizmi kabul eden THKP-C M-L ayrı akımlara olarak ortaya çıkarken, THKO saflarında, örgütsel ilkeler, kitler çizgisi ve sosyal- emperyalizm üzerinde yoğunlaşan tartışmalar birkaç gruba-TDY, Halkın Kurtuluşu ve Emeğin Birliği- bölünmüştü . TKP-ML Hareketinde ise bu yenilgi ve nedenleri üzerine tartışma daha çok 1976 yılının başında gündeme gelmiş ve hata ve zaaflara karşı başlatılan tartışma kampanyası, KK’nın hatalı ve darbeci tartışma yöntemini bahane eden-ki KK bu hatalı ve darbeci tartışma yöntemini kısa zamanda terk ederek özeleştiri yapmış ve tabandan gelen tepkilerle tutumunu düzeltmiş ve inkarcı eğilimleri darbelemişti-, sübjektif ve dogmatik daha sonrasında kendilerine Partizan diyecek İstanbul ve Dersim merkezli bir grup tartışmadan kaçarak örgütte kopmuştur.
Aslında 1976 yılı tartışmalarında öne çıkan Türkiye’nin sosyo-ekonomik yapı tartışmalarında TKP-ML Hareketi, sübjektivizm ve dogmatizme savaş açarak, Çin devrimi kopyeciliğinden uzaklaşarak somut durumun somut tahlili Leninist yöntemi kendisine düstur alarak, tabuları yıkmış ve Türkiye’nin sosyo-ekonomik yapısının işbirlikçi tekelci kapitalizmin egemen olduğu, feodal artıkların ikinci planda olduğu sonucuna vararak, önemli bir eşiki aşmış ve diğer devrimci akımlara yol gösterici buz kıran rolü oynamıştır.
Hareketimizin 1972 kuruluş döneminin hata ve zaaflarının kefareti olarak doğan ve sonrasında TKP-ML Partizan adıyla yoluna devam eden dogmatik ve sübjektif düşünce tarzının temsilcisi akım tarihi kendi kafasına göre yazarken, Türkiye devrimin geçekliğinde koparak “Sol” oportünizme savrularak geriye düşmüştür. Dün aynı hatta buluşarak komünist hareket salvo atışlar yapan TKP-ML Partizan kökenli akımlar, değişik ideolojik-politik hatta savruluşlar. Kimi hala dogmatizmde ısrar ederek yarı-sömürge-yarı feodal köylü toprak devrimi türküsünü söylerken Özgür gelecek ve yeni demokrasi çevreleri- kimisi tam tersi bir ideolojik hatta savrularak -MKP sosyalist devrim görüşüne rücu ederek- ama yine de tastamam komünist olduklarını ve 48.yıldır aynı hatta durduklarını ve TKP-ML Hareketi’nin hattını savunduklarını yinelemekten geri durmuyorlar. Elbette yalnız bu akımlar ideolojik-politik alanda fukaralık etrafında dönüp durmuyorlar.
Aynı zamanda TKP-ML Hareketini sınıfa yönelik sürekli v sistemli bir faaliyet yürütmediği gerekçesiyle “ küçük burjuva köylü devrimcisi” olarak mahkum eden MLKP’den TKİP’e, EMEP’e ,TİKB kanatlarına kadar bir çok akım 30-40 yılı aşkındır politik alanda faaliyet yürütmelerine karşın hala sınıftan kopuk kendi çalıp kendi oynar halde olmalarına izah bulmaları dürüst devrimciliğin gereği değil mi. 30-40 yıldır sınıfa bağlanmayan ve kırın ve şehrin emekçileri içinde ayakta kalmaya çalışan bu akımların bir yıllık gibi kısa bir döneme sığdırılan ve ardından yenilgiyle sonuçlanan ve bu süreci yargılama ve değerlenmeye olanağı olmayan Kaypakkaya yoldaşı sınıfla birleşmeyi merkezde tutmadığı için küçük burjuva devrimci olarak ilan edenlerin 30-40 yılın ardında sınıftan kopuk şehrin emekçileri arasında dönüp durum MLKP-TKİP-TİKB vb. akımların değil komünist tutarlı devrimci akımlar oldukları sorgulanır haldedir.
Bugün mevcut halde TKP-ML Hareketinin komünist hattını hata ve eksiklerinden arındırarak daha da derinleştirerek Türkiye devriminin temel sorunlarına çözüm üreterek hem mükemmeliyetçilik ve hemde dogmatizm adı altında komünist harekete musallat olan oportünist-revizyonist akımlara karşı Komünist Parti-İnşa örgüt mücadele etmekte ve Kaypakkaya yoldaşın komünist mirasına sıkıca tutanarak ileriye doğru yürümektedir.
Kaypakkaya'nın yoldaş o dönemde devlet, devrime proletarya enternayonalizmi, nasıl bir parti, nasıl bir sosyalizm ve proletarya diktatörlüğü vb. konularında olduğu gibi yine tabu olarak görülen başta Kemalizm, Kürt ulusal sorunu, TKP’nin eleştirisi vb gibi konuları ikircimsizce komünist bir yaklaşımlaİ o ne der bu neder yaklaşımlarından uzak ele alarak, devrimci ve komünist hareketin önüne konulan tabulara vurarak buz kıran rolünü oynayarak olarak teorik görüşlerini mantığını mantiki sonucuna taşımıştır.. Burada sorun Kaypakkaya'nın, 50 yıllık revizyonist, reformist ve pasifist bir çizginin etkileri altında cepheden açacağı savaştır. Kemalizm’in devrimcilikle eş değer görüldüğü, sosyal şovenizmin önemli etkilerinin yaşandığı, Kürt ulusal sorununun yeterince bilince çıkartılamadığı ve ayrı bağımsız devlet kurma fikrinin asıl olarak devrimci hareket içinde henüz zayıf olduğu bir tarihsel süreçte Kaypakkaya'nın başkaldırısı devrimciliğin ötesinde komünist bir kopuştur. Bu aynı zamanda Türkiye devrimci hareketindeki bir ideolojik saflaşmanın temelidir. Sosyalist ve devrimci hareketin ideolojik alanda berraklaşmasıdır. Bunun bilimi, Marksizm-Leninizm'dir. Kaypakkaya ulusal sorunda açtığı bayrak, Marksist-Leninist hareketin varoluşunu ifade eden siyasal olgulardan biridir.
Her ülkedeki tarihsel gelişme komünist hareketin doğuşunda tarihsel evreye damgasını vuran halkaları yakalar. Bunları yukarıda belirtik. Bir bütünlük içerisinde değerlendirdiğimizde, ülke özgülünde bu temel çıkışlar, yani. Kemalizm’e karşı mücadele, ulusa1 sorunun teorik çözümlenmesi, revizyonist sınıf işbirlikçi TKP'nin reddi.
Bunlar Türkiye devrimci hareketinde önemli ideolojik ayrışmaların kaynağıdır. Sadece devrimcilikle revizyonist-reformist akımlar arasındaki bir mücadele değildir. Marksizm’le burjuva, küçük-burjuva ideolojiler arasındaki PDA-THKO-THKP-C vbgibi akımlarla- kesin bir kopuştur. Türkiye özgülünde temel kopuş halkasında bu bileşenlerin önemli yeri vardır. Türkiye devrimci ve komünist hareketi daha bu kopuşma1ann üzerinde tanışmalar ve ideolojik mücadeleler yürütmektedir. Bu ha1kanın bir ayağını daima Kaypakkaya ya da TKP/ML Hareketi'nin görüşleri oluşturmaktadır. Bunun doğrudan veya dolaylı yansıması hiç te önemli değildir.
Kaypakkaya söz konusu olduğunda bu kopuş tarihsel bir olgudur, bir mirastır. Kaypakkaya Marksizm teorisini o günün koşulları içerisinde devrimci hareketin dönüştürülmesinde özel bir tarzda kullanmıştır. Ortaya çıkan ideolojik saflaşma devrimci hareketin '70'Ii yıllarında zorunlu bir olgusuydu. Bu yapılmadan ileriye doğru adım atılması söz konusu değildi. Birincil derecede bunun başarılmasıydı. Devrimci hareketin düzenle bütün ideolojik bağlarını koparması ve cepheden mücadele edilmesi, siyasal iktidar mücadelesinin Marksist- Leninist perspektiflerle ele alan komünist hareketin doğuşunu da koşulladı.
İşte Kaypakkaya bu temel görevi başardı. Eğer Kaypakkaya bu temel görevi başaramamış olsaydı, devlet sorununu kavrayamazdı, parlamento sorunun çözümleyemezdi. Türkiye'nin siyasal tahlilini yapamazdı. Sınıflar mücadelesini tahlil edip, devrimin temel sorunlarını çözüm bulmazdı. Nasıl ki, revizyonizme karşı mücadele uluslararası komünist harekette bir ideolojik saflaşma yaratıysa, Kaypakkaya'nın ülke özgünün de ortaya koyduğu görüşler devrimci hareket arasında yeni bir saflaşma oluşturdu ve komünist hareketin oluşumunu sağladı. TKP-ML Hareketinin hataları, yetmezlikleri ve eksikliklerini ise Kaypakkaya da görevi devralan yoldaşları sürekli olarak kendisini M-L bilinçle donatarak aşmasını bildi. Hem mükemmeliyetçilik görüntüsü altındaki inkarcılığa ve hem de dogmatizmi ve sübyektivizmin kendini yenileyip geliştiremeyen çürüme haline cepheden savaş açarak, komünist hareket hata ve zaaflarına karşı mücadele içinde gelişip güçlenir perspektifine bağlı kaldı. Bu gerçeklik abartılmaksızın bilinmeli ve emekçilerin- devrimcilerin tarih çarpıtıcılığına değil daha çok gerçeğe gereksinimleri olduğunu unutmayalım.

DOĞUMUNUN 150.YILINDA LENİNİ ANMAK VE ANLAMAK..!


Proletaryanın Kurtuluşuna adanmış Bir Yaşam Lenin’in Yaşamı ve Mücadelesi..
Vladimir İlyiç Ulyanov, bilinen adıyla Lenin (22 Nisan 1870, Simbirsk - 21 Ocak 1924, Moskova) Rus komünist devrimci önder. Marksist-Leninist ideolojinin fikirsel önderi, Ekim Devrimi'nin lideri ve Sovyetler Birliği'nin kurucusu. Sovyetler Birliği Komünist Partisi'nin öncüsü olan Rusya Komünist Partisi (Bolşevik)'nin ilk lideri. Lenin aynı zamanda Marksist teorik ve felsefi yazıların yazarı olarak bilimsel sosyalizmin Marx ve Engels sonrası geliştiricilerindendir. Lenin'in en büyük amacı, kapitalizmin uzlaşmaz sınıf çelişkilerinden proleter bir dünya devrimi oluşturup toplumsal sınıf karşıtlıklarının olmadığı insan toplumunun tarihsel oluşumuna öncülük etmekti. Kendisi, Marksizm üzerine kurulmuş politik ve ekonomik bir teori olan Leninizm'in de kurucusudur. Leninizm, Marksizm’in çağın gereklerine göre hem kuramsal hem politik hem de ekonomik alanda, temel ilkelere bağlı kalarak yeniden uyarlanması olarak anlaşılır. Leninizm kavramı, yeni olgular ve yeni bilimsel gelişmeler doğrultusunda Marksizmin yeniden üretilmesi gereği üzerinden değerlendirilir ve Marksizmin devrimci ve bilimsel özüne uygun olarak geliştirilmesi olarak anlaşılır ve genelde Marksizm-Leninizm olarak anılır.
Leninin yoldaş
Kapitalizmin tarihsel krizine bağlı olarak dünya ölçeğinde yayılan faşist baskı, zulüm ve emperyalist yıkım savaşları devrim için yola çıkmış proleter devrimcilerinin önüne olağan dönemlere kıyasla çok daha ağır ve yüklü görevler koyuyor. Tarihin bu tür kesitleri, devrimci inanç ve iradenin, örgütsel bağlılığın sınandığı denendiği dönemlerdir. Böylesi dönemlerde, işçi sınıfının ve emekçi yığınların mücadele tarihindeki örnek olucu örnekleri hatırlamak, olumsuzlukları aşmak ve yenmek, sosyalist olanı örnek almak ve en zor koşullara meydan okuyarak devrimci yükseliş için hazırlanan komünist önderlerden ders almak büyük bir önem kazanır. Bu bağlamda, işçi sınıfının komünist önderi Lenin’in, onun en yakın mücadele yoldaşı Krupskaya’nın ve benzeri Bolşeviklerin devrime adanmış yaşamları unutulamaz ve unutulmamalıdır.
Komünist Önderlik Devrimci Mücadele İçinde Oluşur ve Gelişir..!
Lenin ve Krupskaya’nın işçi sınıfının kurtuluş kavgasına adanmış yaşamları, bu konudaki pek çok ciddi biyografik çalışmanın yanı sıra Krupskaya’nın anıları sayesinde dünden bugüne ışık tutuyor. Lenin’le birlikte ilmek ilmek örülen örnek bir devrimci mücadele ve yaşamdan doğrudan damıtılmış bu anılar özel bir önem taşıyor. Nadejda Krupskaya (1869-1939), daha gençlik yıllarında Çarlık Rusyası’nın zor koşullarında Petersburg’da devrimci hareket içinde yer alan bir militan kadın savaşçıdır. 1894 yılında Sibirya’da sürgündeyken Lenin’le karşılaşır ve Lenin’in yaşam ve mücadele yoldaşı olarak yıllarını Bolşevik örgütlülüğü inşa etmeye adar.
Krupskaya’nın kaleme aldığı-Leninle Anılar- anılar, onun Lenin’le karşılaştığı 1894 yılından Ekim Devriminin gerçekleştiği 1917 yılına uzanmakta ve 1919 yılına dair bazı anlatımlarla son bulmaktadır. Kuşkusuz ki, tüm bu zaman dilimi Bolşevik mücadele açısından muazzam derecede tarihsel bir önem taşır. Çünkü söz konusu yıllar, işçiler arasında kitle hareketinin gelişimine, yeraltı faaliyetinin en zor koşullarında çelikleşmiş güçlü ve sağlam bir komünist işçi partisinin yaratılışına, işçi sınıfının devrimci bilincinin ve örgütünün güçlenişine sahne olmuştur. Bu tarihsel dönem, Lenin ve Bolşevikler öncülüğünde proleter devrimin zaferiyle sonuçlanan mücadelelerin dönemidir.
Lenin ve Krupskaya’nın Ekim Devrimini önceleyen ikinci yurtdışı mültecilik yıllarının (1906-1917), bu mücadeleler tarihi içinde ayrı bir yeri vardır. Zira bu yıllar, emperyalist savaş ortamında işçi sınıfının komünist partilerindeki oportünizmin İkinci Enternasyonalin çöküşüne yol açtığı, dünya proletaryasının tamamen yeni sorunlarla karşılaştığı ve yeni yollar bulunmasının zorunlu olduğu, nihayet işçi ve emekçi yığınların katıldığı devriminin ve yeni bir enternasyonalin doğumunun mayalandığı bir dönemdir. Bütün bu dönem boyunca verilen mücadele derinlemesine kavranmadan, Lenin’in Ekim Devriminin ve dünya devriminin önderliğine yükselişinin kavranamayacağını ifade eder Krupskaya. Çünkü önderler mücadelelerin içinde biçimlenir, mücadelelerin içinden çıkarlar ve güçlerini bu mücadelelerden alırlar. Özetle vurgulamak gerekirse, Lenin’in yaşamıyla mücadelesinin nasıl iç içe dokunduğunu anlamadan, işçi sınıfını zafere ulaştıran Bolşevik tarzı kavramak da asla mümkün değildir.
Komünistler Yaşama ve Mücadeleye Adanmışlıklarıyla Öne Çıkarlar..!
Lenin ve Krupskaya’nın sıklıkla vurguladıkları üzere, bir Bolşevik düşünce berraklığına, gerçeği görme yetisine ve kendini boş hayallere, sol yada sağ oportünist lafazanlığa kaptırmama gibi sağlam özelliklere sahip olmalıdır. Komünist devrimci kişiliği bu gibi özellikler temelinde gelişen Lenin’in devrimci iradesi ve devrimci kararlılığı, dün olduğu üzere bugün de tüm proleter devrimcilere örnektir. Genelde Asyatik-doğu toplumlarında geçmişin derin etkileri nedeniyle kişilerin yaşamında plansızlığın, savrukluğun, tembelliğin ağır bastığı yanlış değildi. Rusya da böyle bir ülkedir.
Neki Rusyada, Lenin, Krupskaya, Sverdlov, Stalin vb. gibi Bolşevik öncüler yalnızca dönemlerine değil geleceğe de örnek teşkil eden yeni ve aydınlık bir yol açmışlardır. İşlerin örgütlenme ve yürütülme tarzında Rusya’nın doğu geçmişiyle benzer izler taşıyan Türkiye’de de, proleter devrimcileri açılan bu yoldan yürümeleri mücadelenin olmazsa olmazıdır. İşte bu gelenek, İbrahim Kaypakkaya yoldaştan İrfan Çelike,Münür Dışkayada Ali Aktaşa, Kemal Yazardan Ali Ekber Barışa, Fahri Kaya yoldaşlara uzanan komünist hareketin çizgisinin de mayasını ve gelişiminin özünü oluşturuyor.
Hangi iş söz konusu olursa olsun, kalıcı ve sağlam bir sonuç elde edebilmek için, yeterli çaba sarf edilmeli, ter akıtılmalı, sabırla, inatla, ısrarla ve özenle amaca doğru yol alınmalı. Devrim ve sosyalizm mücadelesinin geneli ve devrimci ve sosyalist kişiliğin oluşturulması açısından da aynı kural geçerlidir. Sabırsız, plansız, özensiz ve azimsiz tarzda iş yapanın anlamlı bir devrimci ürün vermesi ve kendi devrimci dönüşümünü arzulanan şekilde başarması asla mümkün olmayacaktır. Tembel ve plansız, başladığı işi sonuna kadar götürme iradesi göstermeyen, engelleri tanımaz bir hatta yürümeyen insan her zaman başarısızlığına bahaneler uydurma peşinde olur, performans düşüklüğünün suçunu hep koşulların ve başkalarının olumsuzluğuna, dönemin zorluğuna, motivasyon eksikliğine vb. yükler. Sanki devrimci ve sosyalizm mücadelesi yalnızca kolay koşullarda ve kolay dönemlerde yürütülürmüş gibi!
Bu gibi konularda da Lenin’in yaşamı ve mücadelesi biz komünistlere önde gelen bir örnektir. Mücadele aşkıyla ve yaşam coşkusuyla, çalışma azmiyle dolu bu devrimci insan, aslında kendini ne zorlu koşullarda var etmiş, nice sıkıntılara, yokluğa ve sinir bozucu durumlara göğüs germiştir. Bilindiği ve bir çok devrimcinin de yaşamış olduğu gibi, yurt dışındaki mültecilik yılları son derece yorucu ve yıpratıcı yıllardır. Ne var ki Lenin, her türlü zorluğa rağmen gerektiğinde sinirlerini çelik gibi germesini bilen ve hiçbir şeyin mücadele azmini ve devrimci kararlılığını kemirmesine izin vermeyen örnek bir Bolşevik önderdir. O nedenle o zorlu yıllar, Lenin’den kararlı bir önder ve kitleleri zafere ulaştırmak için ihtiyaç duyulan öncü savaşçıyı yaratmıştır.
Krupskaya, ikinci mültecilik döneminde yurt dışında geçen yılların (1906-1917), tüm yıpratıcı yönlerine karşın, Lenin’i bir nebze bile değiştirmediğini anlatır. Lenin tüm zorluklara meydan okuyarak, sırasında bir göz odada az bir yemekle günü geçirmiş fakat yine eskiden olduğu gibi yoğun ve yöntemli çalışmasını sürdürmüştür. Örgütsel sorunlarda en küçük ayrıntıya aynı titiz ilgiyi göstermiştir. Yüz yüze gelinen gerçekler ne kadar acı olursa olsun, onları olduğu gibi kabul ederek mücadeleyi ve yaşamı sürdürme yeteneğinden hiçbir şey yitirmemiştir. Sorunlar ne denli kahredici de olsa, hiçbir zaman kendisini aldatmamak Lenin’in bir özelliğiydi der Krupskaya. Yanı sıra, Lenin elde edilen başarılarla asla sarhoşluğa kapılmamış ve her zaman bir sonraki zor adımın planlanmasına odaklanmıştır.
Devrimci tutum alışı yalnızca gençlik dönemine özgü bir keskinlik olarak algılayan ve yıllar ilerledikçe devrimci öfkesini yitiren kişiler az değildir. Hatta böyleler, etrafımızda hiçte az değil. Zamanla duyguları körelen ve içten içe çürüyen, içi geçmiş çam ağacı gibi etrafta nostalji takılan, yarım yamalak sosyalistlerin aksine, iyi bir Bolşevik militan, içindeki devrimci ateşi her daim körüklemesini bilir.
Nitekim Lenin de, zor yıllara rağmen oportünizmle ve her türlü döneklikle, konforizmle, zamanı boşa harcamakla, günlük yaşamın içinde boğulmakla hep arasına kalın sınır çekmiş, hep aynı heyecan ve tavizsizlikle çürüme ve yozlaşmaya karşı savaşmıştır. Zaman ilerledikçe Lenin’in baskı ve sömürüye karşı duyduğu derin nefret daha da büyümüş ve yaşamını tereddütsüz biçimde proletaryanın davasına adamıştır. Aynı derin inançla bu yola baş koyan Krupskaya, Lenin’in tüm yaşamının bu davaya bağlı olduğunu hatırlatır. Bu varoluş şekli, Lenin için, başka türlüsü mümkün olamayacak derecede doğaldır ve proleter devrimciliğin içselleştirilmesi işte bu şekilde tüm tereddütleri dışlayan bir yaşam ve mücadele algısında somutlanır.
Lenin, devrimci mücadeleyi yaşam sevinci ve geniş bir bilgilenme tutkusuyla birleştirmeyi başaran örnek komünist bir önderdir. Onun ufkunu genişletme çabası, Hegel veya Kant gibi felsefecilerden dönemin ünlü romancıları Tolstoy’a, Puşkin’e vb. uzanan zenginliktedir. Proleter devrimciliği kavrayamayan ve yaşam-mücadele çizgisini kuru bir devrimcilik, yapay bir ciddiyet olarak algılayan küçük-burjuvaları Lenin gibi komünistlerin iç zenginliğini asla anlayamazlar. Keza, Krupskaya, henüz Lenin’i tanımadığı dönemde, bu tipolojide birinin onu kendisine ömründe bir kez bile roman okumamış ve yalnızca ciddi kitaplar okuyan biri olarak tanıttığını belirtir. Daha sonra Lenin’i yakından tanıyan Krupskaya, bu söylentinin aslında ne denli uydurma olduğunu anlayacak ve Lenin’in hoşlandığı klasikleri gece dinlenme saatlerinde defalarca okuduğuna bizzat tanık olacaktır.
Komünist inanç ve kavrayışını bu zenginlikte üretmesini başaran Lenin, devrimci kararlılık ve azim söz konusu olduğunda, çalışmasına engel olabilecek unsurları gözünü kırpmadan bir yana itecek bir ustalığa da sahiptir. Üstelik daha genç yaşlarından itibaren kendisini bu yönde eğitmiştir. Örneğin, “okul çağındayken buzda kaymayı severdim, ama beni yorup uykumu getirdiği için çalışmalarımı engelliyordu, bu nedenle bıraktım” diye anlatır Krupskaya’ya. Lenin’in örneklediği ve öğütlediği üzere, bir Bolşevik asla çok çalışmaktan korkmamalı ve çalışkanlığını planlılık ve süreklilik temelinde sürdürüp geliştirmelidir.
Lenin’in devrim ve sosyalizm mücadelesi açısından seve seve göze aldığı fedakarlıklar konusunda Krupskaya çok çarpıcı örnekler aktarır. Lenin, davaya engel olduklarını gördüğü en yakın dostlarından bile ayrılma kararlılığını göstermiştir. Buna karşın, eğer mücadele için gerekliyse, dünkü siyasal rakiplerine tereddüt etmeden yeniden ve yoldaşça yaklaşmasını da bilmiştir. Bu siyasal esneklik ilkesiz bir ödün değildir ve yoldaşça yakınlaşma devrimci eleştiri bağlamında söylenmesi gerekenin açıkça ve lafı dolandırmadan söylenmesini asla dışlamaz. Bir proleter devrimci, özelde çevresindeki insan ilişkilerini çalışmalarını aksatmayacak bir sıkılıkla düzenlerken, örgütsel açıdan insan ilişkilerinde son derece esnek, girişken ve insan dostu olabilmelidir. Bu konuda olumlu ve olumsuzundan çeşitli örnekler hatırlanabilir.
Örneğin Rus devrimcilerinin çeşitli Avrupa ülkelerinde geçirdiği mültecilik yılları çok sayıda insanı Rusya’daki mücadeleden kopartıp köksüzlüğe, boşluğa çürüme ve yozlaşmaya sürüklemiştir. Oysa Lenin ve Krupskaya, Rusya’da bağlantılı oldukları kişilerle her zaman sıkı ve sürekli bir ilişkiyi sürdürmüşlerdir. Kilometrelerce uzakta olsalar da Bolşeviklerin yurt dışı ziyaretlerini, yurt dışı çalışma ve toplantılarını bizzat örgütlemişlerdir. Krupskaya, Lenin’in hemen her mektubunda, Rusya’daki yoldaşlardan işçilerle daha çok ilişkiler kurmaları talebinde bulunduğunu ve devrimci bir örgütün gücünün onun ilişkilerinin sayısına bağlı olduğunu vurguladığını hatırlatır.
Küçük-burjuva devrimcisi, yaşamla mücadeleyi iç içe dokumanın komünist insanı var etmek açısından ne denli elzem olduğunu kavrama yetisine sahip değildir. Bu tipoloji, devrimciliği yaşamın ilerleyişine sindirilmiş bir mücadele olarak kavrayamadığından keskinliği yapaydır ve neticede bu yapaylık çeşitli düzeyde kırılmalara yol açar. Olağan dönemlerde fark edilmeyen bu tür olumsuz özellikler zor günlerde hemen ortalığa serili verir. Kişilerin bu temelde yaşadığı örgütsel kopuşların öncesinde, devrimci mücadeleden ruhsal uzaklaşma halini sol lafazanlıkla ve çevresindekilerin devrimciliğini yeterli bulmama tepkisiyle örten bir psikoloji gelişir. Somut eylem yapma olanakları aşırı biçimde kısıtlanan siyasal sürgünler de, içine düştükleri atalet durumuyla başa çıkamamaları halinde benzer psikolojiler geliştirebilirler. Bu duruma sürüklenenlerin, kopuş öncesi oluşan zayıflıklarını keskin devrimci söylemlerle örtmeye çalıştıkları sıkça rastlanan bir durumdur. Bu gibi halleri yansıtan geçmişe ve günümüze dair çeşitli örnekler mevcuttur.
Netice olarak sınıftan kopukluk devrimci lafazanlığı besler. Gerçek devrimci faaliyetin olmadığı koşullarda lafazanlığa dayanan bir aşırı solculuk gelişebilir. Sınıfın canlı yaşamının yapay olana geçit vermeyen doğal kontrol mekanizmasından yoksun kalanlar, kendilerini tatmin için keskinleşebilirler. Fakat gericilik döneminde boşlukta aşırı sol laf üretenler, canlanma dönemi geldiğinde işçi sınıfının yükselen mücadelesine devrimci tarzda ayak uyduramazlar. Böyleleri ya tamamen mücadelenin dışına düşmekte ya da reformist dalgalara kapılıp alabildiğine sağa savrulmaktadırlar. Çeşitli örnekler incelenecek olursa, bu tipolojinin genelde hep uçlarda oynadığı görülecektir. Bunlar devrimcilik adına yaşamdan kopar, fakat yaşamdan koptukça da devrimciliği inkâr noktasına sürüklenirler. Oysa bir sınıf devrimcisi, kendisini gerçekte tarihi yapacak olan işçi sınıfının üstünde ve ondan kopuk görmediğinden ayakları yere basar. Mücadeleyi ilerletmekten ne denli onur duyuyorsa, insan yönünü geliştirmekten, doğadan zevk almaktan ve böylece kendini yenilemekten aynı derecede zevk almasını bilir. İşte mücadele boyunca asıl önemli olan, komünist kişinin bu yetilerini ilerleyen yıllara rağmen yitirmemesi, sol memenin altındaki cevahiri karartmamasıdır.
Krupskaya, yaşanan onca acı olaya ve sürgünlüğün yıpratıcı etkilerine karşın Lenin’in doğadan, baharda korulardan, dağ yollarından ve göllerden, büyük kentlerin gürültüsünden ve işçi sınıfı kalabalıklarından eskisi gibi zevk aldığını anlatır. Yalnızca Lenin değil, gerçek bir komünist olmayı başarabilmiş tüm yoldaşları mücadeleyi ve çok çeşitli yönleriyle yaşamı dolu dolu seven insanlardır. Krupskaya da böylesi Bolşeviklerin önde gelenlerindendir. Onun Lenin’i ve devrimci mücadeleyi anlatırken satırlarına eklediği şu yaşam sevinci buna örnektir: Sürgünde kışın donundan sonra doğa gürültülü yaşamıyla bahara dönüşürdü. Egemenliği güçlenirdi doğanın. Güneşin batışı, baharın tarlalarda oluşturduğu geniş su birikintilerinde yüzen yaban kuğuları. Lenin’le birlikte koruluğun kıyısında durur, derenin şırıltısını ve kekliklerin çiftleşme çağrılarını dinlerdik…
Proletarya İçinde Bolşevik tarzda çalışmak
Sınıf içinde devrimci çalışmayı başarıyla yürütebilmek için işçi sınıfının günlük yaşantısını, işçilerin çalışma ve yaşam koşullarını, işçi kitlelerinin ruh halini yakından bilmek ve derinden hissetmek şarttır. Bolşevik tarzda çalışma, küçük-burjuva devrimcisinin aniden parlayıp sönen koşturmacasından veya sınıftan kopuk kahramanca işler yapma anlayışından tamamen farklı bir niteliğe sahiptir. Her zaman vurguladığımız gibi, Bolşevik çalışma tarzı uzun soluklu, planlı, sabırlı, ısrarlı ve azimli bir mücadele anlayışına dayanır. Proleter devrimciler, ilişkiye geçtikleri işçilere ve emekçilere, onların mücadeleci dostları olduklarını en sıcak ve en içten biçimde hissettirerek işçilerin güvenini kazanırlar. İşçi ve emekçilerin sıradan ve küçük görünen ekonomik talepleri için mücadelelerine sahip çıkarak, sınıfın kitlesiyle bağlar kurmayı başarırlar. Bunu kavrayamayan ya da başaramayanlar, işçileri devrimci-sosyalist hedeflere doğru ilerletmeye de muktedir olamazlar. Bu konularda Lenin’in ortaya koyduğu pratik ve gelecek kuşaklara aktardığı dersler son derece eğiticidir.
Krupskaya, işçi çalışmasında onları uyandırmak için gereken ekonomik ajitasyona Lenin’in ne denli önem verdiğini hatırlatır. Lenin’in 1895 yılında yazdığı “Fabrikalardaki İşçilerden Para Cezası Kesilmesine İlişkin Kanun Üzerine Bir Açıklama” adlı broşür bu konuda çarpıcı bir örnek oluşturur. Lenin bu broşürde, ortalama bir işçiye nasıl yaklaşılacağının ve onları ekonomik taleplerinden hareketle adım adım devrimci siyasal mücadelenin kaçınılmazlığı sorununa yönlendirmenin parlak bir örneğini ortaya koymuştur. İşçiler son derece açık dille yazılmış bu broşürü büyük bir ilgiyle okurlarken, aydın kesimden gelenler ise broşürü donuk ve sıkıcı bulmuşlar ve bir kenara itmişlerdir. Krupskaya, kendi mücadele tarihlerinden daha pek çok çarpıcı örnekler verir. İşçilere çay molası olanağı sağlama ve onlara iş sırasında kısa süreli dinlenme hakkı elde etmeye yönelik bir kampanya şeklinde başlayan Bolşevik çalışmalar zaman içinde gelişmiş ve neticede devrimci koşulların da olgunlaşmasıyla işçi kitleleri Bolşevik Partinin öncülüğünde Çarlığı yıkıp işçi iktidarını kurmuştur.
Mücadelede teori ile pratiği birleştirmeyi, propaganda ve ajitasyon çalışmasını tek boyutluluğa düşmeden devrimci bir denge sağlayarak yürütmeyi başarmak şarttır. Lenin her vesileyle tek taraflı olmanın temel bir hata olacağını belirtmiştir. Sınıfın öncü unsurlarına devrimci bilinç taşımak adına mücadeleden kopuk bir “devrimci eğitim” noktasına sürüklenenler, olsa olsa, sekter ve kendi içine kapalı küçük çevreler yaratabilirler. Ters uçta ise, sınıfı uyarmak üzere yürütülen ekonomik ajitasyon çalışmasını mutlaklaştıran ve işçilerin siyasal eğitimini sendikal bir aydınlatma faaliyetine indirgeyen ekonomizm eğilimi yer alır. Bütün bu eğilimler vaktiyle RSDİP (Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi) temelinde yürüyen mücadelede somutlanmıştır. Ekonomizm eğilimini eleştiren Lenin, diğer uçta yer alan sınıftan kopuk aydın eğilimine karşı da ödünsüz biçimde mücadele yürütmüştür.
Lenin, 1900’lerin başlarında işçiler arasındaki sosyalist faaliyette Rus sosyal demokratlarının kendilerini yalnızca propaganda çevreleri oluşturmakla sınırladıklarını belirtir. Kitleler arasında ajitasyona başlandığında ise bu defa diğer aşırı uca gidilmiş ve ekonomizme kayılmıştır. Şurası kesindir ki, işçiler mücadeleye kitabi bilgilerin dayatılmasıyla değil, onların yaşam ve çalışma koşullarını ve duygularını bilerek ve bu sayede onlara doğallığı içinde önder olarak çekilebilirler. Ne var ki bunu başarmak adına işçileri yalnızca ekonomik mücadele çerçevesinde bilinçlendirip örgütleyenler ise, en iyi ihtimalle devrimci sendikacılık yapmaktan öteye geçemezler. Oysa proleter devrimcilerinin görevi, işçilerin ekonomik ve yakıcı taleplerini sınıfın kitlesini mücadeleye sevk edecek bir kaldıraç olarak kullanabilmektir. Ekonomik mücadele sayesinde öne çıkan işçileri devrimci bilinçle donatarak sınıfın devrimci partisini inşa etmektir.
İşçi sınıfının öncü komünist partisi, Marksizm-Leninizm temelinde ve sınıf mücadelesinin yasaları gereğince örgütlenen bir partidir. Böyle bir partinin inşası, sınıfın öncü unsurlarını devrimci bilinçle donatıp örgütlemeyi ve bu faaliyete adanmış kadroları gerektirir. Böyle kadrolar da ancak sınıf temelli bir mücadele içinde ve devrimci bir örgütlenmede mutlaka olması gereken gönüllü bağlılık ve disiplin anlayışı sayesinde yetişebilirler.
Aslında nereden bakılırsa bakılsın, komünist parti kurallarının inkârının altında küçük-burjuva okumuşların ideolojik sınıf tavrı yatmaktadır. Bu tür unsurlar ne tam bir sınıf devrimcisi olabilmekte ne de sosyalistlik iddiasından vazgeçmektedirler. Okumuşların üzerine sindirilen burjuva ideolojik etkilerden arınamayan biri, zorlu sınıf mücadelesinin komünist parti yaşamına dayattığı kararlılık ve adanmışlığı fuzuli disiplin olarak algılayacaktır. Ve de bu marazi özelliklerine rağmen devrimci örgütlere musallat olduğunda, orada yalnızca kendini mutlu edecek bir işleyiş arayacaktır. Böyleleri, ileri sürdükleri bahaneler her ne olursa olsun, partiyi burjuva kapitalist sisteme karşı mücadele yürüten bir örgütte olması gereken sıkılığı içinde değil de, üyelerini hoşnut edecek gevşek bir sosyal kulüp olarak kurgulamaya yatkındır.
Oysa gönül ferahlığıyla vurgulamak gerekir ki, Leninist parti anlayışının tüm işleyiş kuralları (disiplin ihtiyacı, demokratik merkeziyetçi işleyiş, denetim, rapor, eleştiri-özleştiri vb.) işçi sınıfının devrimci mücadelesini başarıya ulaştırma amacından kaynaklanır. Ve kesinlikle bu amacın dışında kerameti kendinden menkul kurallar ve dayatmalar olamaz. Komünist parti, sınıfın kendi devriminde başarıya ulaşabilmesi için zorunlu olan bir araçtır ama yalnızca araçtır. Aracın amaçlaştırılması, her alanda olduğu gibi parti söz konusu olduğunda da kesin bir yozlaşma belirtisidir. Proleter devrim amacını benimseyen ve gerçek öznenin işçi sınıfı olduğunu içtenlikle kavrayan kadrolar, ancak bunlar demokratik merkeziyetçiliğin ve parti içi demokrasinin ne olduğunu ve sağlıklı biçimde nasıl işlemesi gerektiğini bilebilirler.
Marksizm-Leninizm, tarihi kitlelerin yaptığına derinden inanır ve burjuva kapitalist toplum söz konusu olduğunda da işçi sınıfının devrimci tarihsel misyonunu ödünsüz biçimde savunur. Proletaryanın kapitalist sömürü düzenine son verecek tarihsel eylemini başarıyla yerine getirebilmesi için, öncü nitelikte bir komünist sınıf partisine sahip olması mutlak bir gerekliliktir. Partinin görevi, mücadelede öncü bir rol oynamak, sınıfı devrimci bilinçle donatıp örgütlemek ve onun mücadeleciliğini geliştirerek pekiştirmektir.
Ne var ki mücadeleyi ilerletmek yalnızca kadroların iradi çabasıyla olabilecek bir iş değildir. Kitleleri mücadeleye çekecek nesnel koşulların olgunlaşması gerekir. Kitleler olağan burjuva yönetim dönemlerinde burjuva partilerin oy tabanını oluşturur ve reformcu seçenekleri deneyip tüketmeden de devrim yoluna destek vermezler. O nedenle sınıfın komünist partisinin geniş işçi-emekçi kitlelere sesini duyurabilmesi, onları kucaklayabilmesi için, nesnel koşulların olgunlaşması, devrimci bir durumun oluşması şarttır.
Bu husus ne denli kesin bir kuralsa, gelecek için hazırlanmayan bir komünist partinin kendini devrimci fırtınanın orta yerinde birdenbire yoktan var edemeyeceği de o denli kesin bir kural oluşturur. Sınıfın öncü partisini inşa etmek için, sınıf mücadelesinin görece durgun seyrettiği dönemlerden başlayarak planlı ve kararlı bir hazırlık çalışması yürütülmelidir. Bu konuda işçi sınıfının mücadele tarihi boyunca yaşanmış olumlu-olumsuz deneyimlerin dersleri günümüze de ışık tutuyor. En önemli birkaç hususu kısaca vurgulamak gerekirse, birincisi böyle bir hazırlık faaliyeti olağan parlamenter rejimden olağanüstü burjuva işleyişlere dek tüm siyasal koşullar altında devam ettirilebilmeli. İkincisi, bütün bu hazırlık dönemi son derece azimli, devrimci mücadele konusunda alabildiğine inatçı ve hedefe kilitlenmiş kadroları şart koşuyor. Son bir husus olarak, gericilik günlerinde kaçınılmaz olarak az sayıda öncü işçiyi kapsayabilen devrimci örgütlenme çabasının, devrimci fırtınanın patlak verdiği dönemde kitleleri harekete geçirebileceğini asla unutmamak gerekiyor. Marksizm-Leninizm’in tarihsel iyimserliği bu konuda da proleter devrimcilerinin yolunu aydınlatıyor.
Lenin ve onun dönemindeki Bolşeviklerin mücadelesi ve sınıfın devrimci örgütünü yaratırken uyguladıkları tarz, bugün de Leninist parti anlayışına bağlanan sınıf devrimcileri için son derece önemlidir, eğiticidir ve örnektir. Leninist parti anlayışı kalıplaştırılarak uygulanacak bir model değil, günün somut koşullarında sınıf içindeki devrimci mücadelede yeniden yaratılarak yaşatılması gereken bir ruhtur, özdür. Komünist öncü örgütün yaratılması bağlamında Lenin’in çabasına ve Bolşevik deneyime dair unutulmaması ve takipçisi olunması gereken öylesine çok ve önemli husus var ki. Fakat belki de en önemlileri, Lenin’in tüm mücadelesi boyunca bizzat örneklemiş olduğu üzere, devrime adanmışlığı, zorluklar karşısında yılmamayı, gericilik günlerinde bile mücadele azmini ve tarihsel iyimserliği yitirmemeyi başarmak olsa gerek.
Lenin Çarlık Rusya’sının baskı ve zulmü, ağır sürgünlük koşulları, emperyalist savaş döneminin alevleri karşısında işçi sınıfına güven, devrimci mücadele azmi ve Marksizm-Leninizm’in aşıladığı iyimserlik sayesinde her zaman ters akıntılara karşı yüzmeyi başardı ve bu konuda yoldaşlarına da örnek oldu. Bizler de Lenin’in açtığı yoldan ilerlemeye çalışıp, ters akıntılara karşı yüzmeyi başararak bugünlere geldik. Harcımız devrimci Marksizm-Leninizm ışığıyla ve enternasyonalist komünistlere yaraşır bir tarihsel iyimserlikle karılı. Verili an kasvetli bir tablo sunabilir. Ancak biliyoruz ki, en olumsuz koşullarda bile mücadeleyi sürdürme azmine sahip olanlar, anın karamsarlığına kapılmaksızın mücadeleyi ilerleteceklerdir.
Lenin ve onun dönemindeki Bolşeviklerin mücadelesi ve sınıfın devrimci örgütünü yaratırken uyguladıkları tarz, bugün de Leninist parti anlayışına bağlanan sınıf devrimcileri için son derece önemlidir, eğiticidir ve örnektir. Leninist parti anlayışı kopye yapılarak uygulanacak bir model değil, günün somut koşullarında sınıf içindeki devrimci mücadelede yeniden yaratılarak yaşatılması gereken bir ruhtur, özdür. Komünist öncü örgütün yaratılması bağlamında Lenin’in çabasına ve Bolşevik deneyime dair unutulmaması ve takipçisi olunması gereken öylesine çok ve önemli husus var ki. Fakat belki de en önemlileri, Lenin’in tüm mücadelesi boyunca bizzat örneklemiş olduğu üzere, devrime adanmışlığı, zorluklar karşısında yılmamayı, gericilik günlerinde bile mücadele azmini ve tarihsel iyimserliği yitirmemeyi başarmak olsa gerek.
Lenin Çarlık Rusya’sının baskı ve zulmü, ağır sürgünlük koşulları, emperyalist savaş döneminin alevleri karşısında işçi sınıfına güven, devrimci mücadele azmi ve Marksizm-Leninizm’in aşıladığı iyimserlik sayesinde her zaman ters akıntılara karşı yüzmeyi başardı ve bu konuda yoldaşlarına da örnek oldu. Bizler de Lenin’in açtığı yoldan ilerlemeye çalışıp, ters akıntılara karşı yüzmeyi başararak bugünlere geldik. Harcımız devrimci Marksizm-Leninizm ışığıyla ve enternasyonalist komünistlere yaraşır bir tarihsel iyimserlikle karılı. Verili an kasvetli bir tablo sunabilir. Ancak biliyoruz ki, en olumsuz koşullarda bile mücadeleyi sürdürme azmine sahip olanlar, anın karamsarlığına kapılmaksızın mücadeleyi ilerleteceklerdir.
Lenin ve onun dönemindeki Bolşeviklerin mücadelesi ve sınıfın devrimci örgütünü yaratırken uyguladıkları tarz, bugün de Leninist parti anlayışına bağlanan proleter devrimcileri için son derece önemlidir, eğiticidir ve örnektir. Leninist parti anlayışı kalıplaştırılarak uygulanacak bir model değil, günün somut koşullarında sınıf içindeki devrimci mücadelede yeniden yaratılarak yaşatılması gereken bir ruhtur, özdür. Komünist öncü örgütün yaratılması bağlamında Lenin’in çabasına ve Bolşevik deneyime dair unutulmaması ve takipçisi olunması gereken öylesine çok ve önemli husus var ki. Fakat belki de en önemlileri, Lenin’in tüm mücadelesi boyunca bizzat örneklemiş olduğu üzere, devrime adanmışlığı, zorluklar karşısında yılmamayı, gericilik günlerinde bile mücadele azmini ve tarihsel iyimserliği yitirmemeyi başarmak olsa gerek.
Lenin Çarlık Rusya’sının baskı ve zulmü, ağır sürgünlük koşulları, emperyalist savaş döneminin alevleri karşısında işçi sınıfına güven, devrimci mücadele azmi ve Marksizm-Leninizm’in aşıladığı iyimserlik sayesinde her zaman ters akıntılara karşı yüzmeyi başardı ve bu konuda yoldaşlarına da örnek oldu. Bizler de Lenin’in açtığı yoldan ilerlemeye çalışıp, ters akıntılara karşı yüzmeyi başararak bugünlere geldik. Harcımız devrimci Marksizm-Leninizm ışığıyla ve enternasyonalist komünistlere yaraşır bir tarihsel iyimserlikle karılı. Verili an kasvetli bir tablo sunabilir. Ancak biliyoruz ki, en olumsuz koşullarda bile mücadeleyi sürdürme azmine sahip olanlar, anın karamsarlığına kapılmaksızın mücadeleyi ilerleteceklerdir. İyi doğdun Lenin yoldaş devrim ve sosyalizm için dövüşenlere yol göstermeye devam ediyor

15 Nisan 2020 Çarşamba

Ölüm Adın Kalleş Olsun: Hasan Kaniyolu (Kaymakam) yoldaşı Kahrolası Kanser Hastalığında Kaybettik..!


“Bir yoldayız sarılmışız bir birimize
Sağımız uçurum,
Yolumuz karanlık.
Canavarca bir rüzgar esiyor
Arkamız karanlık
Önümüzde ise bir ışık var,
Pırıl pırıl.
Işıkla aramızda engeller var.
Dağlar,tepeler,ovalar,denizler,
Oraya varabilmek için
Yüzmeyi öğrenmek gerek.
Ölenler olacak elbette,
Gömeceğiz yüreğimize.
Ve devam edeceğiz yolumuza,
Kalanlarla.
Ama varacağız,
Varacağız arkamızda,
Koskoca bir insanlıkla..! “
Uzun dönemden bu yana kanser hastalığına karşı savaşım yürüten Kaymakam-Hasan Kaniyolu yoldaşı. 13.04 2020 tarihinde kaybettik. Kaymakam yoldaş, K.Maraşın Pazarcık ilçesine bağlı Tilkiler köyünde 02-04-1950 yılında Kürt ve alevi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Daha küçük yaşlarında devrimci mücadeleyle tanıştı. Gençliğinde bölgede etkin olana TKP-ML Hareketinin düşüncelerinden etkilenerek kavgaya aktif olarak katıldı. Ailesinin Antepe taşınmasının ardında eşiyle birlikte TKP-ML Hareketinin dayandığı yoldaşlardan birisi oldu. Semt ve işçi çalışmalarında devrimci sorumluluklar üstelenen Kaymakam yoldaş 12 eylül faşizmin baskı zulmünün derinden yaşadı.
Neki tüm bu faşist baskılar ve yasaklar, gözaltılar ve işkenceler Kaymakam yoldaşın düşüncelerinde her hangi değişim yaratmadı.
Bitmek bilmeyen faşist ve baskılar polisin takibatları yoldaşı yurtdışına itti Yurt-dışında adım attığından itibaren hareketin saflarında aktif olarak sorumluluklar üstelendi ve dur durak bilmeden yurtdışının olumsuz havasına karşı savaşım içinde oldu. Almanya da kaldığı bölgede önce Emeğin Bayrağı’nın ve ardında Halkın Birliği’nin komünist çizgisinde hem örgütü geliştirmek ve hemde demokratik kurumlarda sorumluluklar üstelendi, ağır başlı ve olgun davranışlarıyla kitlelerin sevgi ve sempatisini kazandı. Evini ve olanaklarını devrim ve sosyalizmin emrine sunmaktan geri kalmadı. Bir çok kişi yurtdışında hızla çözülüp, yozlaşıp düzenin çarkları arasında un ufak olurken, Kaymakam tüm bu çürüme ve yozlaşma, ideallerden vazgeçme kaçkınlığına karşı dönüp bakmadı.
Daha iki gün önce telefonda konuşmuş ve heyecanla “ne zaman geleceksin yoldaş” diyen gür sesini dinlemiştik. “Korona virüsü yasakları aşılsın hemen geleceğiz ve Antep çalışmaları üzerine ve şehit yoldaşlarımız hakkında sohbet edeceğiz” sözleşmesi yapmıştık. Bir kaç kez daha “ne zaman geleceksiniz” demekten kendini alamamıştın. Ama sevgili Kaymakam yoldaşım gelip görüşme olanağı bulamadan ölüm haberin erken düştü hanemize. Bir yoldaş telin ucunda “Kaymakamı kaybettik yoldaş “haberini iletti inanmadım,iki gün önceki konuşmamız geldi aklıma . Bir şey yapamamanın acısını iki kat yaşadık. Kahrolası krona virüsü yalnızca insanların canını almıyor, aynı zamana yoldaşlara karşı son veda görevimizi yerine getirmekte de alıkoyuyordu.
Yüzünü bir daha göremeyeceğimiz ve hoş çakal yoldaş diyemeyeceğimiz Kaymakam yoldaşımız 70.yaşında bize el sallayarak ölümsüzler ordusuna katılmıştı. Kaybetmek; hele yani başında olmamak, bir daha “merhaba” diyememek, yani artık “ne haber yoldaş, iyimisin?” diyen, en kötü gününde; “Vallahide billahi de ben iyiyim” diyerek kendinden önce senin için meraklanan o umutlu yüklü babacan sesi duyamamak bir daha. Ölüm, hem de pusuda kalleşçe o ayrılıkların en büyüğü… Ölüm, yani ona birlikte kafa tutmaya alıştığımız direnç yoldaşımın gidişi sesiz ve sitemsiz…
Hani özgürlük rüzgarı olacak eseceğiz ülkemin her yerinde diyen şairin şiiri;, “O lacivert ülkeye/ o üzünç denizine”. Kaç zulüm tükettik, kaç kavga çoğalttık kim bilir?
Sevgili yoldaşım; sen ölümsüzlüğe kanat çırptıktan sonra kahrolası gürbet'te kimimiz ekmek derdine düşüp yoluna devam edecek o üzünç denizinde, kimimiz sürgün yollarında yürümeye devam edecek. Umutları tükenmişliği de gördü gözlerimiz, bir tükenmişlikten diğerine sürüklenen düş kırgınlarını da. Biraz kötümserliğe çalsa da yaşamın tadı, umudu sürdürenlerde oldu, umutları kuşkularına yenik düşenler ve seni hastalık döneminde hiç sormayanlar. Bilirsin ki, inançsız öfkeler çabucak tükenirken, sımsıkı sarılıp tutanlar da vardı devrimci düşlerinin bir ucundan, türküsünü yitirmeden.
Sevgili Kaymakam yoldaşım; sen hep O devrimci ve yoldaşlık düşlerinin ucunu bırakmayanlardandın. Hani; inançları mevsimlik olmayanlardan, hani; emekçi alınterini mücadeleye katık edebilenlerden, hani; acılarla örselense de yüreği, gürültüsüzce türküye katılmayı becerebilenlerdendin. Hayatın emekçisiydin. Hayattan epeyce alacağın vardı . Kolayına teslim olmadın o yüzden ölüme hep direnerek karşı durdun. Hastalık açığa vurduğunda ziyaret ettiğimizde kararlı duruşun ve direncini gördük söz verip söz aldık, hiç karanlık bulaşmamış ellerinle sıkıca tutundun yaşama.. Onun için mi “sığınaktı” senin son mekanının adı? Sonra parmak uçlarından kayıp. Hani; içerde de dışarıda da, vuruşurken de, hasta yatarken de, ölüme kafa tutmayı bilenlerden birinin gidişiydi senin kisi.…
Hava rüzgarlı. Rüzgarın esişi ıslak özlemlere dokunduk sanki öylece, bir Nisan esintisinin biriktirdiği… “Biz ne çok öldük, biz kaç çeşit öldük, kaç kez ‘ölüm adın kalleş olsun’ diye haykırdık isyanımızı” diye düşündük. Hüzündü böyle apansız sr ert esen belki yüzüme çarpan rüzgar. Hani bize en çok yakıştığı söylenen, hani en çok anladığımız. Ah, beynimi yüreğime nasıl haykırsam yine. Bu gün alıp başımı gitsem, yollara vursam kendimi, kırsam kelepçeleri mi yere fırlatsam. Bugün öfkemi sularda yaksam ve sana ulaşsam,yeniden Antepte yaksak özgürlük ateşini, daha bir bilenmiş olarak.
Bugün, ölümünü ve erken gidişini düşünüyoruz Kaymakam yoldaş. Ne çok öldük ve öldürüldük. Ölüm benim ülkemde kol geziyor. Üstüne üstüne vuruyor yaşamın: Bugün hüzünle ıslanıyor yaşam. Kaç çeşit ölmek vardır, kaç çeşit yaşamak? Ölümün anlamının her gün değiştiği bu çağda kaç çeşit ölür kaç çeşit öldürürüz? Devrimci olmanın en güzel yanı hayatı anlamlı yaşamaktır. derdin ve öyle yaşadın, ölümü öyle ikircismizce kucakladın. Devrimcilik mayası ; paylaşmak, dayanışmak ve ortaklaşmak derdin.
“Az sonra ölecekmişiz ne gam/ bin ömür yaşadık biz/ ve üstelik/ Omuzlarında yoldaşların/ bayrağımızla gömüleceğiz” diyordu şair, yangına durmuş bir gecede. Üstümüze yürüyen o duygusuz sağır düşmanların getirdiği ölüm değildir ürkütücü olan. Ölümü namluya sürüp fırlamak bir gelenek olmuştur bu coğrafyada. Ölümü ölümsüzleşerek yenmenin kitleselleştiği bir coğrafyadayız.
13.04.2020 bir emekçi yoldaş daha düştü toprağa. Usulca kanadı yürek, sular daha bir deli aktı, hava daha bir karanlık oldu, türküler sustu. Ölümdür bu yoldaş ölümü diyebildik. Adından verilen sözler yetmez ve söylenen marşlar-türküler eksik kalır. Suskunluğun gölgesi vurur üstünüze üstünüze. Belki söz istemez, yaşlı göz istemez. Yalnız sayısını saymıştır içinizden biri, yanarsınız sadece. “ Güle güle Kaymakam yoldaşım” deriz usulca. Ve acıyı öfkeye dönüştürürüz, gelecekte sorulacak hesapları biriktiririz içimizde. Güle güle yoldaşım” diyoruz; “senden ne varsa bizimle yaşayacak: Sen gittin ama kavgan kavgamızda, ideallerin ideallerimizde yaşayacaktır. Güle güle sevgili Kaymakam yoldaşım güle güle”. Ve susarsınız, bu acılar için, bu gözyaşları için, bu analar için, bu genç sevdalarımız için diyerek gecenin evinde yangın çıkaracağımız günü bekleriz. Beklersiniz gününüzü; nöbeti devralarak, biraz daha umutlu, biraz daha gayretli olmak gerektiğinin bilinciyle.
Devrimciler Ölür Devrim Davası Sürer.. !
Hasan Kaniyolu (Kaymakam) Yoldaş Ölümsüzdür..
14.04.2020
HALKIN BİRLİĞİ