14 Mayıs 2020 Perşembe

MLKP Leninist Parti Öğretisini Açıktan İnkar Ederken Geçmişin Değerlendirmesinde Çifte Standırtçı ve İnkarcı Oportünist Konumda Duruyor?


Hatırlanacağı üzere bir çok akım komünist hareketin tarihini gerçeklere ve bilimsel sosyalist ilkelere göre değil, kendi örgütün durumuna ve sübjektif niyete göre ele alıp değerlendiriyor. Bunlardan birisi de dün dündür bugün bugün yaklaşımını kendisine temel alan ve kuruluş döneminde kabul etmiş olduğu “… stratejik planımızın öncelikli hedefi, işçi sınıfı içinde gerçek bir çekim merkezi haline gelmek, komünist partisini inşa etmek, devrimci bir işçi hareketi yaratmaktır. İlk öncelik budur. Stratejinin diğer tüm sorunlarını ancak buna bağlı olarak çözümleyebiliriz.” ( TKİH ve TKP/ M-L Hareketi Birlik Kongresi Belgeleri, 1994, s. 79, abç) görüşünü 1995 yılında reddeden MLKP’dir. Bu akımın saflarında  İbrahim Kaypakkaya ve 1972 Nisanın da kurulan TKP-ML Hareketini hala komünist görenlerin olduğunu biliyoruz.Keza MLKP saflarında bazen Hareket kökenli ayakta kalan kadroların MLKP’nin mükemmeliyetçilik altında inkarcı bir hatta, THKO-THKP-C’nin TKP-ML Hareketiyle aynı kefeye konmasında rahatsızlık duyarak, eleştirilerini dışa vurduklarına tanık oluyoruz. Örneğin ziya Ulusoy 1 Mayıs ve İbrahim yoldaşla ilgili yazdığı yazı yada konuşmalarında İbrahim yoldaş ifadesini sıklıkla kullandığını biliyoruz. Yine MLKP’ de kopmuş ama aynı hatta MLKP’nin küllerinde yeniden doğacağı hayaliyle uğraşıp duran Hasan Ozan yazılarında Kaypakkaya yoldaşa gereken önem ve değerin verilmediği ve tarihin unutturulmaya çalışıldığından dem vuruyor.
MLKP, İbrahim Kaypakkaya Yoldaşı ve önderliğinde kurulan TKP-ML Hareketini sınıfı çalışmasının merkezinde tutmadığı iddiasıyla, küçük burjuva köylü devrimcisi olarak mahkum ederken, komünist hareketin hata ve zaaflardan azade doğup gelişeceği mükemmeliyetçi bakış açışına sarılarak, komünist hareketi kendisiyle başlatan tarih yazımına kalkışıyordu. Neki burada tamamıyla keyfiyetçilik üzerine yükselen yeni yetme inkarcılık ve çift standartçılık devreye sokulduğunu belirtmeliyiz. Elbette akıl hocalarını geride bırakacak biçimde MLKP’de komünist hareketin geçmişine saldırıyor ve kendisine oportünizmi başkalarına Marksizmi uygulamaktan geri durmuyor. MLKP bu tutumuyla ve daha sonrasında sınıftan kopuk parti kurulur küçük burjuva limanına demir atmayla, kendi durumuna uygun teori uyduruyor ve dün ak dediğini şimdi kara demekten geri durmuyor.Mükemmeliyetçilik altında inkarcılıkla hemen herşeyi kendisiyle başlatma ve yeninin, “yeni tarzın” – ki bunun DHKP-C ve PKK kopyeciliği ve karikatürizmi olduğu su götürmez biçiminde açığa çıkmıştır- kurucusu ve geliştiricisi olduğu iddiasında bulunan MLKP, aslında TDKP’den aşırdıkları ve TİKB, TKİP-Ekimle aynı hatta buluştukları inkarcı görüşlerini, “dün dündür, bugün bugündür” oportünist görüşlerini derinleştirerek durumu kurtarma çabası içine girdiler.Kaypakkaya yoldaşı ve komünist hareket’in 72-79 sürecini, küçük-burjuva devrimciliğini aşamayan, sınıf hareketini temel alarak bu zeminde komünist hareketi yükseltmeyen bir süreç olarak görüp mahkum eden MLKP maalesef kuruluşundan bu yana 25.yıl geçmiş olmasına karşın, hala sınıftan kopuk olduğunu söylemekten geri kalmıyor. Peki Kaypakkaya yoldaşı 1 yıllık devrimci çalışma sonucu sınıfı temel alıp fabrikaları devrimin kaleleri yapma perspektifine uygun davranmadığı için küçük burjuva gören MLKP, bu 25.yıllık gibi uzun bir dönem ve aynı zamanda sınıfı merkezde tutup bunun gereklerine uygun hareket eden ve önemli deney ve tecrübe edinen TKP-ML Hareketinin pratiği ortada duruyorken, hala MLKP sınıftan ayrı telde telde çalmasını neyle açıklamak gerekiyor.
Sözde sınıfı kazanmayı merkezde tutma yı -ki bunda da vazgeçilmiş ve sınıftan kopuk parti kurulur alanına rücu edilmiştir- temel aldım deyip deyip ama örgütsel pratik alanda sınıf içinde çalışma zorluğunu görünce bundan çark ederek semt emekçileri ve gençlik içinde yani küçük burjuvazi içinde çalışmayı temel alan 25.yıllık bir pratiğin ardında MLKP’nin Kaypakkaya yoldaşı aşma bir yana ne teoride ve nede pratikte Kaypakkaya’nın daha gerisine düştüğünü söylemek hiçte yanlış olmayacaktır. Dahası MLKP söylediğinin tam tersini yapmakla , teorisi ayrı pratiği ayrı tipik bir küçük burjuva akım öteye gidememiştir.
İşte Kaypakkaya ve önderliğinde kurulan TKP-ML Hareketine hayalci ve gerçeklerle örtüşmeyen eleştirilerde bulunması tamda bu gerçeği ele veriyor.MLKP’de dinleyelim: “ Ekim devriminin yolunun, yani proletaryayı temel alan bir siyasal, örgütsel strateji ve taktiğe ilişkin Leninist-Stalinist bakış açısının, bizim gibi ülkelerde (yani geri bağımlı ülkelerde) geçerli olmadığı yolundaki önyargının damgasını bastığı THKO-THKP-C ve TKP-ML bu anlayışlarının doğal ve kaçınılmaz bir sonucu olarak anti-Leninist bir parti anlayışında konaklanıyorlar.“ Proletaryanın önderliğini, esas olarak lafta benimsemiş, proletaryanın yerine teoride köylülüğü (ki burada üç hareketide aynı kefeye koyarak TKP/ML Hareketi ile diğer akımlar arasındaki net olan ayrım çizgisini kabaca çarpıtmak ve Kaypakkaya’nın savunmadığı görüşleri savunuyor göstermek dürüstlükten öte tarihi gerçekleri çarpıtmak anlamına gelir. TKP/ML Hareketi hiçbir zaman ve hiçbir yerde teoride köylülüğü temel almamıştır. Bu iddia düpedüz yazarın Kaypakkaya’ya ve komünist harekete ne kadar düşmanlık içinde olduğunu gösterir. HB) ve pratikte de köylü yığınlarından da kopuk olan devrimci öncüyü koymuş olan ‘71 devrimci hareketi…” (P. Doğrultu s. 8, s.5-6)” Proletaryanın önderliğini, esas olarak yalnızca lafta benimsemiş, proletaryanın yerine teoride köylülüğü ve pratikte köylü yığınlarından da kopuk olan devrimci öncüyü koymuş olan 1971 devrimci hareketi, o günün koşullarında görece kısa bir süre içinde 12 Mart askeri-faşist rejimine karşı giriştiği savaşta siyasal ve örgütsel olarak yenilmiş ve çökertilmişti.”(Proleter doğrultu)”Bilindiği gibi, 1971 devrimciliğinin her üç bileşeni de işçi sınıfını temel alan bir siyasal-örgütsel stratejiye karşı çıkmakla kalmıyor, işçilerin ve diğer emekçilerin kendi öz deneyimleri üzerinden eğitilmelerini ve proletaryanın güncel taktiğinin, yani savaşım ve örgütlenme biçimlerinin, kitle hareketinin gerçek durumundan yola çıkılarak saptanmasını öngören Leninist kitle çizgisi anlayışını revizyonizmle özdeşleştiriyorlardı.
Bu örgütler bunun yerine, devrimci sınıfların kitle hareketinin durumundan bağımsız olarak her zaman için geçerli gördükleri tekdüze bir taktiği, yani devrimci öncünün silahlı eylemini geçiriyorlardı. Onlar, devrimci öncünün silahlı eylemlerinin, devrimci patlamaya hazır olduğu varsayılan yığınların saklı öfke ve enerjisini, tıpkı küçük bir motorun büyük bir motoru çalıştırmasında ya da fünyenin ateşlenmesinin dinamiti patlatmasın da olduğu gibi, onların saklı enerji ve öfkesini zincirlerinden boşandıracağını varsayıyorlardı.”Proleter doğrultu)”Öte yandan, öncünün silahlı savaşımını devrimin başlangıcından zaferine değin ve devrimci yığın hareketindeki yükselme ve alçalmalardan bağımsız olarak, siyasal savaşımın temel biçimi ve yığınların siyasal eğitimi ve devrimci kavgaya çekilmesinin esas aracı olarak gören THKO, THKP-C ve TKP(ML)’nin parti ve parti inşasına ilişkin anlayışının da bu “sol” kitle çizgisi anlayışına göre biçimlenmesi nesnelerin doğası gereğiydi. Lenin’in, yukarıda da göndermede bulunduğumuz düşüncesi uyarınca, bu örgütlerin eyleminin içeriği onların niteliğini belirliyor ve onlara, siyasal bir örgütten çok, bir askeri örgüt özelliği kazandırıyordu. Bu eğilim, dönemin üç örgütü içinde en geri konumda olan ve zaten adı bile salt askeri yönelimini ele veren THKO’da daha net bir tarzda gözlenmesine (H. İnan’ın, THKO’nun “parti ve ordu fonksiyonunu bünyesinde taşıdığı”, pratik sorunların, örgütün “parti- ordu ikilemini ayrımına girmesine ihtiyaç göstermediği” vb. saptamaları) karşın, THKP-C ve TKP(ML) için de geçerliydi. Her ne kadar, THKP-C ve TKP(ML) kendilerini “proletaryanın siyasal öncüsü” olarak tanımlamış ve özellikle ikincisi, THKO ve THKP-C’nin kişiliğinde fokoculuğu ve Gevarizmi eleştirmiş ve siyasetin silaha kumanda etmesi anlayışına sahip olduğunu ileri sürmüşse de, bu iki “parti”nin de, THKO’nun durumunda olduğu gibi öncelikle bir askeri örgüt gibi davrandığı açıktı. Örgütsel ilkesinin “politik ve askeri liderliğin birliği” olduğunu söyleyen ve devrimci stratejisini politikleşmiş askeri savaş stratejisi olarak tanımlayan THKP-C olsun, “partili” olmak için önce “ordulu” olmuş olmayı öngören ve örgüt disiplinini bozanlara karşı son derece sert yaptırımlar içeren bir tüzüğü bulunan TİKKO (Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu) adlı bir askeri kola sahip olan TKP(ML) olsun, “parti” sıfatlarına karşın aslında askeri yanları ağır basan birer siyasal örgüttüler.”(Proleter Doğrultu)
Yeni yetme oportünist inkarcılığın bir söylediği diğerini tutmadığından ve yamalı bohça olarak farklı görüşleri aynı torbada taşıdığından dolayı, yazılarda da bu farklılıklar görmek ve tezatlıklarını yakalamak zor olmuyor.
Bir yanda sınıf hareketi üzerinde yükselmeyen ve bunun gereklerine göre pratikte adımlar atarak siyasal, örgütsel mücadeleyi asıl olarak sınıf içinde yürütmeyen akımların komünist olamayacağını savunacaksın ve buradan hareket ederek Kaypakkaya ve TKP/ML Hareketi’ni küçük-burjuva devrimciliği olarak niteleyeceksin, ondan sonra da tam olarak 40 yıl sonra kalkıp, sınıftan kopuk ve onu lafta temel alan ve pratikte buna uygun bir mücadele -örgüt hattında yürümeyen, küçük-burjuvazinin deklase kesimleri üzerinde yükselen, esas olarak semt ve öğrenci gençlik zemini üzerinde oturan MLKP’yi büyük M-L parti olarak niteleyeceksin.? Hemde legalizm limanına demir atmış ve öncü savaşçı bir çizgiye kapaklanmışken. Böylesi keyfiyetçilik ve çift standartçı yaklaşımda komünist hareketin doğuşu ve gelişimi doğu değerlendirilemez. MLKP önderleri büyük gürültü kopardıkları ve parti aldı başını gidiyor havasını bastıkları koşullarda, çok özel koşullarda gerçekleştirilmiş bir toplantı olarak gösterilmeye çalışılan, 2. Kongre belgelerinde bu söylediklerinden fersah fersah uzak olduklarını göstermektedir: “ Komünist partisinin, işçi sınıfı hareketiyle bilimsel sosyalizmin birliği olduğu yolundaki Marksist-Leninist öğreti tamamen doğrudur. Fakat bu birliğin kural olarak komünist partilerin kuruluşundan önce gerçekleştiği ve gerçekleşmesinin zorunlu olduğu, bundan önce parti kurulmayacağı vb. iddia edilemez. Geçmişte bu yönde iddiaların ileri sürüldüğü bilinmektedir… Komünist partisi sonuç olarak bir örgüttür ve kuruluşu sorunu, onu kuranların iradesine balıdır.” (2. Kongre Belgeleri s. 25) derken MLKP, dün işçi sınıfı partisinin sınıftan kopuk olarak kurulacağını savunanları parti öğretisini sıradanlaştırarak ayağa düşürmek olarak eleştirip bu yaklaşımları mahkum edenlerin, bugün nihayetinde partiyi, komünist hareketin sınıfla birliğine, yerel örgütler oluşturmasına, kadrolaşmasına vb. bakmadan bir avuç devrimcinin bir araya gelerek, sınıftan kopuk olarak kendi iradeleriyle partiyi ilan edeceklerini belirterek , komünist işçi partisini sıradan bir örgüt derekesine düşürerek, Maocu parti anlayışına rücu ediliyor.
Keza MLKP, dün Kaypakkaya ve TKP/ML Hareketi’ni sınıfla birleşmeyi merkezde tutmayıp, pratikte buna uygun hareket etmediği gerekçesiyle eleştirip küçük burjuva çemberi kırıp, bunun dışına çıkmadığı iddiasıyla eleştirip, mahkum ederken, bugünkü MLKP, 40 yıl sonra semt ve öğrenci gençlik içinden devşirdiği küçük burjuva kadrolarla, esas olarak pratik çalışmalarını sınıf dışı küçük burjuva kesimler içinde -öğrenci gençlik ve semtler gibi yoğunlaştırırken Marksist-Leninist oluyor ama önünde yararlanacağı her hangi bir deney, tecrübe ve olanaklar vb. yok iken ilkliğin ve çocukluğun getirmiş olduğu nedenlerden dolayı aynı konumda hareket eden Kaypakkaya ve komünist hareketi çok rahatlıkla küçük-burjuva olarak damgalayarak mahkum etmeye çalışıyor.
Bakalım MLKP 40 yıl sonra örgütsel-politik çalışmanın merkezinde tuttuğunu iddia ettiği sınıfla birleşmede ne kadar yol katetmiştir?“MLKP’nin sınıf hareketine bağlanmadığı, onun temel zaafı, işçi sınıfıyla bağlarının fazlasıyla zayıf olmasıdır…” (2. Kongre Belgeleri, s. 27)“Partimiz edimsel olarak, yani toplumsal köken itibarıyla işçi sınıfının ‘en bilinçli azınlığından’ oluştuğu kuşkusuz söylenemez.” (agb. 28)“Partimiz, kesimsel çalışma söz konusu olduğunda, özellikle büyük metrepoller de güçlerinin en çoğunun giderek işçi çalışmasında konumlandırmaya yöneldi… Ancak sorunda ısrarlı davranılamadı. Gelişmemiz hala cılız ve sınırlıdır… çok sayıda kadro sınıf çalışmasında görevlendirilse de bunların önemli bir kesimine gereken işlerlik kazandırıldığı söylenemez… İşçi ilişkilerimizi örgütlemede belirgin gelişmeler oldu. Ama bu devam ettirilemedi…” (Agb. s. 51-52)
“Partimiz, komünist hareketi, bütün varlığı süresince bir gölge gibi izleyen işçi hareketinden yalıtılmışlık sorununu çözme iddia, görüş açısı ve kararlılığına sahip olduğunu özellikle bundan sonraki pratiğiyle göstermek zorundadır.” (agb. s. 53)
Dahası buraya aktarmayı gerekli görmediğimiz bir çok değerlendirme ve veriler MLKP’nin söylemleriyle pratikleri arasındaki çelişkinin derinleşerek sürüp gittiğini ve sınıfı temel alan bir örgütsel, pratik çalışma geliştirmediklerini ve sınıftan kopuk küçük burjuva parti teorisine dümen kırdıklarını ortaya koyuyor.MLKP ‘Kuruluş’ ekinin kaldırılması konusu tartışılırken, geçmişte ortaya konulan tutumlar sorgulandı. ‘Komünist Partisi, işçi sınıfı hareketi ile sosyalist hareketin birliğidir’ tanımına indirgenen yaklaşım sorgulanıyor. MLKP-K ekiyle 1994 Ekiminin de kurulan örgüt, neden kendisine K ekini aldığını iki şeye bağlıyordu. Birincisi sınıfın öncelleriyle birleşmeden kopukluk, ikincisi de dışta komünist örgütlerin varlığıydı. MLKP kuruluşunun ardında bir yıllık faaliyetinin ardında temel görüşlerde herhangi bir değişiklik yetkisi olmayan ve alınan kararların resmileşmesinin MK’sinin onayına bağlı olan 95 Birlik Konferansıyla MLKP parti olarak ilan edildi. Burada MLKP-K’nın parti olarak ilan edilmesi için ortaya konan sınıfla sosyalist hareketi aynı kulvarda buluşturma ve dıştaki komünist gruplarla birleşmeyi sağlam-bu akımlar TİKB-TDKP ve TKP-ML YİÖ’ olarak belinlenmişti.- Neki MLKP-K bir yıllık faaliyetinin ardında ne sınıfa bağlanmada önüne konan rolü oynamış ve nede dışta komünist gördüğü grupların ana gövdesi-ki bunlar TDKP ve TİKB’ydi- birleşme sağlanmıştı. MLKP önderliği darbeci bir tarzda örgüt içinde her hangi bir tartışma yapmadan , kendi kafasına göre atamış olduğu gençlerden oluşan delege bileşimiyle TKP-ML YİÖ’nün katılımıyla MLKP parti olarak ilan edildi. Bu açıktan MLKP-K’nın kuruluş kararlarına hiçe sayan yeni bir parti anlayışını darbeci bir tarzda değişiklik yapmanın adıydı.
Nitekim çıkmaz içinde olan MLKP önderliği Leninist parti öğretisine saldırarak, partiyi sıradan bir örgüt derekesine indiren bir çizgiye kapaklandı. ‘MLKP’nin kendisi değil, ama O’nu oluşturan örgütler yıllarca bu görüşleri savundu; MLKP o görüşlerin öz-eleştirisini vermeyecek mi?’ diyen delegeler oldu; öz-eleştiriye sorumlu yaklaşımın bir örneği de burada yaşandı… “ Gerçekten de Komünist Partisi, iradi kararın/ çabanın bir ürünü olarak mı kurulur; yoksa komünistlerin ‘işçi sınıfı hareketi ile birleşecekleri güne kadar’ beklenmesi mi gerekir? Enine boyuna tartışıldı bu sorunlar. Konferans, ‘Sınıf hareketiyle birleşme’ olgusunun göreceli olduğunu dikkate alarak davrandı. Bugün işçi hareketinin sosyalist hareketle ayrı ayrı kanallardan aktığı doğrudur. Proletaryanın devrimci örgütlülüğü; hatta demokratik örgütlülüğü bile çok zayıftır. Türkiye’de yaklaşık 4 milyon proleter var; neredeyse 3/4’ü sendikasız. Bu durum, alınması gereken mesafeyi gösteriyor. İşçi sınıfı hareketiyle birleşebilmenin büyük bir kararlılık, enerji ve uygun yöntemlerle sistematik bir çalışmanın ürünü olacağını yeniden anımsatıyor. Biz, bu başarıyı elde etmek için, önümüze hedefler koyarız; ama parti olmanın tek ve belirleyici kriteri olarak da kabul edemeyiz. MLKP değil, ama O’nun öncelleri böyle bir düşünce savunmuşlardı.Yanlıştı, sığdı ve mahkum edildi. Evet, MLKP, işçi sınıfı hareketiyle birleşebilmiş değildir; ama partidir. Sınıfla bağları ve hareket içinde etkisi vardır; militan işçi direnişlerinin bir çoğuna imzasını atmıştır ve temel görevi de proletaryayı devrimin önder kuvveti olarak kazanmaktır.” (Atılım, Sayı: 51, s. 12,)
Bu açıktan Leninist parti öğretsi ve aynı zamanda öncellerin-TKİH ve TKP-ML hareketinin- savunmuş olduğu komünist parti işçi hareketiyle sosyalist hareketin birliğidir görüşleri darbeci tarzda geminin bordosun da denize atıldı. Aslında MLKP-K ilan edildiğinde, işçi sınıfı hareketiyle birleşme ve işçi sınıfının öncüsünü ideolojik olarak kazanma konusundaki ivedi ve yakıcı görevler MK’nin önüne konmuştu. Sınıfla birleşmenin MLKP-K döneminde dahada geriye düşüldüğü yerde, bunu bir politik başarı olarak sunarak MLKP-K amaçlarından tümüyle koparılmıştır.MLKPnin sınıftan kopuk parti fikrinde buluşmasını izah eden MLKP delegesi, satır arasında bu ivedi ve yakıcı görevin pekala savsaklanabileceğini ve gözardı edilebileceğini söylüyor. Onun verdiği mesaj şudur: “Nasıl olsa işçi sınıfı olmadan da bu işler yürüyor!” Herhalde, 1. (Parti ve Birlik) Konferansı bu konuda gerek örgüt kamuoyuna ve gerekse de genel devrimci kamuoyuna çok daha farklı bir mesaj vermeli, MLKP’nin işçi sınıfının öncüsünün ideolojik olarak kazanılmasına ve işçi sınıfı hareketiyle sosyalist hareketin birleşmesine ne denli önem verdiğini net ve ikircimsiz bir biçimde dile getirmeliydi.
Ama böyle olmadığı gibi MLKP-K’nın bir yıllık faaliyetlerinde sınıf çalışmalarından uzaklaşıldığı söylenirken, bu durumun hızla aşılması bir yana ülkemizde zaten yeterince yaygın olan küçük-burjuva devrimciliğine “proletaryasız komünist partisi” kurma anlayışıyla Leninist parti öğretisi yellere savrulunuyordu.94 yılında kuruluşu ilan edilen MLKP-K’nin parti anlayışının 95 Birlik 1-Birlik Konferansında değiştirildiği -hemde tartışma olmadan ve herhangi bi kongre toplanmadan- bir MK delege Marksizm-Leninizme ve örgütün kuruluş programı ve politik çizgisine karşı çıkarak, Lenin’in, “Komünist partisi, işçi sınıfı hareketi ile sosyalist hareketin birliğidir.” biçimindeki evrensel olarak geçerli önermesini açıktan reddetmektedir. Komünist partisinin işçi sınıfı hareketiyle birliğinin, “parti olmanın tek ve belirleyici kriteri olarak” kabul edilemeyeceğini, MLKP’nin öncellerinin savunduğunu ileri sürdüğü bu düşüncenin “yanlış” olduğunu belirten delege, felsefede idealizmde ve siyasette sınıf-dışı devrimcilikte konaklamaktadır. Bir komünist partinin esası ve olmazsa olmaz koşulu olan “sosyalizmle işçi sınıfı hareketinin birliği”nin, “parti olmanın tek ve belirleyici kriteri” olamayacağını söylemek, Leninist proleter partisi tanımını açıktan reddetmektir. Her ne kadar komünist parti nedir sorusunda bu doğru formülasyonu uygun hareket etmesi gereken MK’si bırakalım pratikte bu tanımın gereklerine göre davranmayı, açıktan Leninist parti öğretisinin savunan öncelleri mahkum ediyor. Acaba, yıllardan bu yana Lenin ve Stalin tarafından yapılan parti tanımı savunan önceller yanlış mı? Yoksa size göre, “sosyalizmle işçi sınıfı hareketinin birliğini”, proleter partisinin olmazsa olmaz bir koşulu olarak gören Lenin ve Stalin proleter partisini idealize mi ediyorlardı? MLKP MK delegesi, “Partinin her şeyden önce işçi sınıfının öncü müfrezesi olması”, onun “Aynı zamanda, sınıfın bir müfrezesi, sınıfın bir parçası, varlığının bütün kökleri ile ona sıkı sıkıya bağlı bir parçası olma”sı ( Leninizmin İlkeleri, 1979, s. 99-100, 101) gerektiğini söyleyen Stalin’in bu saptamalarını nereye koyuyorlardıGeçmişte, parti kavramının idealize edildiği ya da teorik planda abartıldığı gerekçesiyle-ki bunun hiçte doğru olmadığı ortada duran bir olgudur- sınıf-dışı ve anti-Leninist parti tanımlamalarını bir yana bırakarak küçük burjuva sınıftan kopuk parti görüşlerine yönelme yolundaki çabası, aslında MLKP’nin kuruluş felsefesinde tümden koptuğunu tanıtlar.
Nitekim daha sonrasında önderlik başta olmak üzere 1995 yılında MLKP önderliğinin parti sorununda darbe yaparak küçük burjuva devrimciliğinde konaklanmasına – ciddi bir tepki gösterilmemiş olunması ve bu sınıf dışı parti fikrine başkaldırarak yollarını ayırıp KP-İÖnün kuruluşuna önderlik edenlerin nasıl bir karşı devrimci saldırılarıyla yüz yüz kaldıkları unutulmaması gereken bir gerçekliktir.. Sorunu “Komünist Partisi, iradi kararın/ çabanın bir ürünü olarak mı kurulur; yoksa komünistlerin ‘işçi sınıfı hareketiyle birleşecekleri güne kadar’ beklenmesi mi gerekir?” biçiminde koymak, yanlış olduğu gibi, objektif olarak demagojik bir karakter taşır.
Kısacası komünist partisi, hem iradi kararın/ çabanın bir ürünü olarak, hem de işçi sınıfı hareketiyle devrimci bir tarzda birleşme, işçi sınıfının kapitalistlere karşı savaşımı içinde yer alma konusunda kafaları açık olan ve -bunu ne ölçüde başardığından bağımsız olarak- pratikte de buna uygun davranan komünistlerin bir araya gelmesiyle kurulur.Söz konusu “irade” ne tanrısal bir buyruğun ürün, değildir. Aksine M-L teoriye ulaşılması, sosyalist hareketi işçi sınıfı hareketiyle birleşmeye ve bu sınıfın öncü ögelerini kazanmaya iterek Marksist-Leninist bir komünist partisinin oluşmasını kolaylaştıracaktır.Çağımızda kural olarak, Türkiye’de de, dünyanın çeşitli ülkelerinde de Marksist-Leninist partilerin oluşumu, devrimci irade ve inisiyatife sahip bireyler bulunmadığı, çıkmadığı için değil, gerçekten devrimci teorinin bu devrimci iradeyle buluşması sağlanamadığı, bu devrimci iradeyi taşıyan devrimci birey ve önderler Marksist-olmayan teorileri özümsedikleri ve rehber aldıkları için gerçekleştirilememiştir.
Gerçekten de, değişik nedenlerle devrimci teoriye ulaşılamadığı koşullarda, bu devrimci irade kaçınılmaz olarak, umutsuz bireysel devrimci girişimlerin ortaya çıkmasına ya da Marksist-olmayan devrimci örgütlerin kurulmasına yol açacak, işçi sınıfı hareketi ile sosyalist hareket ayrı ayrı kanallardan ilerlemeye devam edecektir. Peki 40 yıl sonra Kaypakkaya yoldaş ve daha sonrasında komünist hareketin yarattığı, fabrika işçi ilişkilerinin onda birisini bile örgütleme, fabrika ilişkisi yaratma ve hücreleşme, sendikalar içinde buna uygun hareket etmediği gerekçesiyle eleştirip, küçük-burjuva çemberi kırıp, dışına çıkmadığı iddiasıyla eleştirip, mahkum ederken, bugünkü MLKP, 40 yıl sonra semt ve öğrenci gençlik içinden devşirdiği küçük burjuva kadrolarla, esas olarak pratik çalışmalarını sınıf dışı küçük-burjuva kesimler içinde -öğrenci gençlik ve semtler gibi- yoğunlaştırırken Marksist oluyor ama önünde yararlanacağı herhangi bir deney, tecrübe ve olanaklar vb. yokken ilkliğin ve çocukluğun getirmiş olduğu nedenlerden dolayı aynı konumda hareket eden Kaypakkaya ve TKP-ML Hareketin çok rahatlıkla küçük-burjuva olarak damgalayarak mahkum etmeye çalışıyor.Bakalım MLKP 25 yıl sonra örgütsel-politik çalışmanın merkezinde tuttuğunu iddia ettiği sınıfla birleşmede ne kadar yol katetmiştir?
Nitekim MLKP’nin inkarcı oportünist görüşleri kendi gerçekliğini kavrama ve değerlendirmede ayak bağı olmuştur ve gelinen durumda kendi gerçekliğini açıklamada zorlandığı gibi tam bir çıkmaz yaşamaktadır.Ülkemizde küçük burjuvazi, nüfusun en büyük kesimini oluşturan bir sınıftır. Bu sınıfın çıkarlarını savunan ancak proletarya adına hareket etme iddiasında olan küçük burjuva grup ve çevrelerin sayısı bir hayli kabarık. M-L parti öğretisi, bu grup ve çevrelerin yadsıdığı sorunlardan biridir. Bu gruplar biçimde birbirlerinden ayrılıyor gözükseler de, özde aynı nokta da birleşmektedirler.Genel doğruları sıralayan ama iş ülke somutuna geldiğinde inkarcı anlayış, partinin subjektif koşullarının hazırlanmasını reddeden tabelacı yaklaşım, M-L parti öğretisinin günümüzde geçerliliği olmadığı tezleri vb. oportünist anlayışların bazı örnekleridir. Hepsinin ortak özelliği de küçük-burjuva bireyci sınıf tavrıdır. Dünyanın merkezine kendilerini koyarak, kendilerini en büyük M-L ilan etmek amacıyla teoriyi ve ilkeleri eğip bükmeye çalışmak, gerçekleri tarif ederek sözde tespitler yapmak oportünist akımların ortak özelliklerinden biridir. Küçük burjuva sınıf tavrının açık bir ifadesi olan bu yaklaşım tarzı düşünce planında muğlaklık ve teorinin çarpıtılması ile birleşiyor. Sonuçta bütün küçük-burjuva akımların vardıkları nokta ise, proletarya partisi sorununda anti-Marksizmdir.

6 Mayıs 2020 Çarşamba

İdam Edilişlerinin 48.Yılında Deniz Gezmiş Yusuf Aslan Ve Hüseyin İnan’ın Anıları Kavgamızda Yaşıyor..!


Devrim  için ölümü hiçe sayan 6 Mayısta idam edilen THKO’nun kurucu önderlerinden Deniz Gezmiş Yusuf Aslan Ve Hüseyin İnan’a bin selam. Sizin için en iyi şiirlerini yazıyor şairlerimiz. Şiir yazıyor sokaklarda, barikatlarda, savaş siperlerinde. Destansı yaşamınızla bayraklaştınız ellerimizde. Bu yürek biraz da sizin için çarpıyor.

6  Mayıs 1972 çeşitli ulus ve ulusal azınlıklardan Türkiye halklarının üç yiğit devrimci evladı Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu’(THKO)nun kurucu önderleri;  Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın faşist cellatlarca idam edildiği gündür. O günden bu güne 48. yıl geçmesine karşın Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in devrimci anıları yükselirken, faşist diktatörlüğe karşı, işçi ve emekçilerin nefretti büyüdü. Faşist cellatlar, kendilerince bu üç devrimci önderi idam ederek, işçilere, emekçilere ve devrimcilere gözdağı vermeyi ve korku sallamayı amaçlıyorlardı. Ama silahları geri tepti. Yok etmeye çalıştıkları kararlı ve devrimci önderlik ruhu, güçlü bir kuvvet olarak faşistleri ve gericileri titreti-titretiyor. Onların bıraktığı bu kararlı ve ölümü gülerek kucaklayan devrimci ruh, bugün devrimci bilince dönüştü, dönüşüyor.
Deniz, Yusuf ve Hüseyin 12 Mart faşist darbesinin zorbalığına ve karanlığına karşı güçlü bir devrimci ses olarak ortaya çıktılar. O dönemde mücadelenin simgelerinden birisi haline geldiler. Devrimci mücadele anlayışlarıyla, reformizmin ve revizyonizmin uyuşturucu etkisine, pasifizme ve korkaklığa ağır darbe indirdiler. Ama öte yandan, sübjektif niyetleri itibarıyla devrim için mücadeleye atılmalarına rağmen önemli hataları ve eksiklikleri vardı. Düşmana karşı devrimci militanlıkları ve kahramanlıkları, sonra devimci kuşaklar için yol açıcı oldu ve örnek alındılar. Kitleler için ölümü kucaklayan militan tutumları ve uzlaşmaz devrimci duruşlarıyla yığınların üzerinden unutulmaz derin etkiler bıraktılar.
Bir Mayıs ayındayız yine. Kavgayı yüreklerinin derinliklerinde yeşerterek, toprağa düşenlerleyiz. Sizinleyiz. Sizi tanıştırıyoruz genç yüreklerle. Kavganın tam ortasında, karanlıkları aydınlatıyoruz. Ve siz oluyoruz kavganın en asi nehrinde.
Kavganın gür sesinde emekçilerin öfkesinde, sizin sesiniz yankılanıyor düşmana atılan her yumrukta. Özgürlük için karşı isyanda, burjuvaziye karşı kinde, emperyalizme karşı öfkede hep siz oluyorsunuz yanı başımızda. Çetin kavgalara soyunuyor bilincimiz.
Emperyalist ve işbirlikçi, faşist gerici zorbalar sanıyorlar ki, tarih, onların kölelik düzenleriyle bitiyor. Zannediyorlar ki, proletarya ve emekçi halkların bir dönem geriye düşen mücadelesi, onların kendi tarihlerini unutmalarına yol açacak.
 Çünkü şunu biliyoruz ki geçmişi olmayanların gelecekleri de olamaz. Bu nedenle onlar, sömürülenlerin ve ezilenlerin emekçilerin yalnızca bugünlerini değil, geçmişlerini de yıkıma uğratmak için ellerinden gelen her şeyle saldırıyorlar. Ama başaramıyorlar ve başaramayacaklar!
Tarih tanıklığının da gösterdiği gibi, işçilerin ve emekçilerin geçmişten geleceğe devrimci yürüyüşü hep sürmüştür ve sürecektir.
Şehitlerimizin izlerine basarak yürüdüğümüz tarih yolu, bizi er ya da geç insanlığın büyük düşü sınıfsız, sömürüsüz, savaşsız komünizm hedefine taşıyacaktır. Şehitlerimizin bize bıraktıklarında, yalınızca feda ruhu içinde ölümü gülerek kucaklamayı değil, aynı zaman da yeni yaşamın örülüşüne de görüyoruz.
Umutlarımız kadar gerçektir şehitlerimizin ölümsüzlüğü. Çünkü Deniz Gezmiş Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın yaşamları devrimciydi, eskiyi yıkıp yeniyi kurma gerçekliğin hedefliyor ve kolektif bir ruhla örülmüştü. Onun içindir ki, bedenlerini toprağa, yaşamlarını tarihe bırakan 6 Mayısta idam sehpasını tekmeleyerek ölümü gülerek kucaklayan Deniz Gezmiş Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan ölümsüzdür. Anıları devrim ve sosyalizm savaşımıza rehber olsun..!  
Halkın Birliği Okuru Doğu Yılmaz


5 Mayıs 2020 Salı

FEDAKARLIKTA SINIR TANIMAYAN KADIN SAVAŞÇI YETER(SEVİM) UÇAR’I KAYBETTİK..!

Görüntünün olası içeriği: 1 kişi, ayakta, ayakkabılar, gökyüzü, çocuk ve açık hava
Biz onu hep İsviçrede devrimci çalışmanın en ön saflarında sınırsız devrimci düşlerini pratikleştirmek için can hiraş mücadele içinde ve fedakarlıkta sınır tanımazlığın nasıl olması gerektiğini pratiğiyle ortaya koyan ve iki çocuğuyla her eyleminin örgütleyicisi-pratikçisi olan kocaman sarıp sarmalayan yoldaş deyince akar suları durduran devrimci yüreğiyle, faşizme ve sermayeye düzenine karşı uzlaşmak tutumuyla Sevim olarak tanıdık. Artık erkence eylem yerinde olan ve neden geç geldikleri için insanları eleştiren, uyaran, doğrucu davut, mütevazi yaklaşımıyla omuz omuza olduğumuz Sevim yoldaşımız aramızda yok.
Yıllarca omuz omuza dövüştüğümüz, kah acıları kah güzellikleri paylaştığımız, kavgamızın komünist kadın savaşçı Sevim yoldaşı, 1 Mayıs 2020 tarihinde kahrolası kanser hastalığından kaybettik. Sevim yoldaşın yaşamı hem kadın olması ve hemde iki çocuğu yalnız başına büyütmesi nedeniyle yokluklar, yoksunlar ve zorlu mücadeleler içinde geçti.
10.03.1965’de Dersimde yaşama gözlerini açan ve yoksulluğun yarattığı göç nedeniyle Mersine göç etmek zorunda kalan sevim yoldaş Mersinde devrimci savaşıma atıldı. Ele avuca sığmaz ve” kavgaya girdin mi tüm yüreğin ve kaslarına gireceksin “ diyen şairin dediği gibi daha genç yaşında TKP-ML Hareketinin bir militanı olarak sorumluluklar üstlendi. Engel tanımaz ve hesapsızca kavgaya sıkıca bağlı özellikleriyle devrimci savaşımda öne çıktı. Kavga içinde tanışıp evlendi ve çocukları çok sevdiğinden dolayı 2 çocuk yaptı.
Neki kavga ve yaşam arkadaşı kavgaya erkence yorulup mücadelenin dışına düştüğünde asla duygusallığa kapılarak, mücadeledeki kararlı duruşundan milim geri adım atmadı. Hem 2 çocuk ve hemde devrimci görevleri canla başa yerine getirmeye çalıştı.
12 Eylül faşist darbesi kapıyı çaldığında bölgede ağır darbe yiyen hareketin çalışmaları zaafa uğradı. Sevim yoldaş 12 eylülün karanlık günlerinde bir yandan çalışarak çocuklarına bakmaya diğer yandan tasfiyeciliğin olumsuz etkilerine karşı kendisini korumaya çalıştı. Aklı fikri yoldaşların da ve örgütündeydi. Bir çok kez değişik yollarla örgüte ulaşmaya ve kaldığı yerde kavganı görevlerini omuzlamaya çalıştı. Ama her ilişki kurma çabası olumsuzlukla sonuçlandı. İki çocuk ve ağır politik koşullarda yaşam savaşının güçlenmesi sonucu, yurt-dışında İsviçre'ye çıkmak zorunda kalan Sevim yoldaş, yurt-dışına adım atar atmaz hemen örgüte yoldaşlarına ulaştı. Mersin çalışmalarında yakınen tanıdığı yoldaşına ulaştığında sevincinde gözyaşlarını dökmüştü.
Sevim yoldaş örgüt ile ilişki kurduğundan itibaren her türlü devrimci göreve hazır ve yılların boşluğunu doldurma kararlılığı içindeydi. Dur durak bilmeden örgütün çalışmalarına katıldı hem kendisini ve hemde yoldaşlarını yeniden ayağa kaldırmaya çalıştı. Özellikle kadın çalışmasında sorumluluklar üstlenen sevim yoldaş TKP-ML Hareketi Yurt-dışı kadın komisyonunda sorumluluklar üstelendi ve aldığı görevlerini yerine getirme ve yeni kadın savaşçıları yetiştirmeye çalıştı.
Sınırsız, sürekli anlam kazanarak büyüyen, ütopyalarla yoğrulduğu kadar yeni yaşamın hayallerini bunları gerçekleştirme mücadelesiyle birleştiren, bulduğu kadar yeniye yönelen, sonsuz anlama ve yaratma merakıyla arayışlarını sürekli canlı tutan, salt arayışların rüzgarında kalmayıp ulaştığı özgür yaşam damlalarını derinliğine yaşayan, yaşattıran ve soluduğu havaya yayan, bunu günlük yaşamında sürekli bir akışa dönüştüren bir yaşam tablosu içinde hareket etti Sevim yoldaş.
Sevim yoldaş “ Özgür Kadın Mücadele eden kadındır ” şiarını kendi yürüyüşünün pusulası yapan özgür kadın kişiliğiydi. Tarihte az görülen kişilikler olduğu gibi, bizim mücadele tarihimizde de örnek kişilikler vardır. Acılarla örülen tarihi, halkın umutlarını ve acı çeken kadınları unutmayan mücadelecilerdir onlar. Gerçek özgürlüğü küçük hazlara değiştirmezler. Sıradan gözler yetişmez onların görüş açılarına. Çelişkileri derinden yaşadıklarından acıları da derinden yaşarlar.
Yok oluşun eşiğine getirilen halkın ve kimliksizleştirilen kadının hakikatini çağırırlar. Hakikat ve ikiyüzlülük, karanlık ve aydınlık, güzellik ve çirkinlik, barış ve savaş, özgürlük ve kölelik olguları damla damla onların içinde yaşanır ve süzülerek onların öz kişiliğini oluşturur. Onlar her güne yeni bir doğumu sığdırırlar ve duruşlarıyla yeni bir mücadele ilanı yaparlar tüm egemenlik kuşatmalarına karşı. Güzelliklerin nöbetçisi olma kararlılıklarını ne kar ne fırtına ne de hiçbir tufan engelleyemez.
Yaşamak için yaşamayı öğrenmek, öğrendiklerini anlamak, anladığını uygulamak, uyguladıklarının sonuçlarını değerlendirmek ve bu değerlendirme ışığında yaşamayı ne kadar hak edip etmediğinin muhasebesini yapmak gerekmektedir. Sevim yoldaş bu mücadeleyi kendi bedenini bu terazide tartmış, ruhunu buradan çıkan sonuçlarla anı anına muhakeme etmiş ve kendini, kendisiyle bu zorlu mücadelenin sonucunda yaratmıştır.
Yarattığı bu kişilik, yarattığını yaşamın akışına katan, kendini kuşatmakla, oluşanla yetinmeden, kendini hiçbir şeyin üstünde görmeden, öğrendiklerine rağmen öğrenme ve öğretme eylemini,hata ve eksikliklerine karşı savaşımda, günlük yaşamın ayrıntılarına yerleştiren, aynı yolu paylaştığı yoldaşlarıyla yaratmak istediklerini gerçekleştirmenin çabasını veren, bunu yaparken bireyi reddetmeden, yıldırmadan, mütevazı bir yürek ve beyinle, değişimin gerekliliğine inanarak, değişimin kazanımlarıyla onurlandırarak ve bireyi bunun iç sorgulaması kadar kutsal çabasına yönelten sürekli bir esintiyi kendine kabul etmiş ve devrimin gerektirdiği fırtınalı kişiliğe bir örnek olmuştur. Çünkü Sevim yoldaşın insanı algılayışı ve insan yaklaşımı, hümanizmin yorumlanması, duygu ve akılla yoğrulan özelliklerin onurlu yaşamaya yönelen insan uğruna davranışa dönüştürülmesi, insanlığın bugün yaşadığı olgunluğun kocamış dünyada duygulanımlarla bütünleştirilerek bir yaşam tanımının oluşturulması hedefine kilitlenmiştir.
Sevim yoldaşın kişiliği, kendine örnek aldığı komünist önder kadınları miras olarak aldığını, neleri tarihten bugüne taşıdığını, hangi aşamalardan damıtarak kendini bugüne getirdiğini bilmek, bizleri O’nun şahsında gerçekleşen özgür kadın kişiliği hakkında aydınlatacaktır. Bu somut örnekle ortaya çıkan özgür kadın gerçekleşmesi bizler için yaşamın her anında, her türlü yaşamsal olguda ve hayallerimizde dahi kendimiz için örnek alacağımız bir özgür kadının portresidir.
Fazla söze gerek yok Sevim yoldaş gerçekten de yoldaştı, çünkü sade, doğal, dürüst, sevgi ve saygıyla etrafına yaklaşan, paylaşımcı, bütünleştirici, gerçek hareket ruhla, onun moral ve maneviyatıyla, gerçek yoldaşlık ölçüleriyle komünist kadın militanı temsil eden ve sonuna kadar pratiğiyle güven veren bir yoldaştı. Hareket sonuna kadar bağlı, hizmeti ve emeği esas alan, mevki ve yetki derdi olmayan, olumsuzlukları çekinmeden eleştiren bir komünist kadın militandı.
Ve kadının özgürleşmesi savaşımına sonuna kadar bağlı olan, devrimci değerlerden taviz vermeyen ve kendi öz gücüne ve halka- örgütüne güvenen, inanan, onu koruyan, emekçilere hizmette sınır tanımayan gerçek bir kadın militandı.
Mayısın ‘de emeğin sermayeye karşı kavga gününde ölümsüzler ordusuna kattığımız Sevim yoldaşın anısı önünde saygıyla eğiliyor, mücadelesini zafer dek bayraklaştıracağımıza  söz veriyoruz.

Marks 202.Yaşında Marksizm hala yeni ve güncel olarak İşçi sınıfı ve dünyayı değiştirmek için dövüşenlere yol göstermeye devam ediyor..!


Dünya işçi sınıfının teorik hazinesinin kurucusu Karl Marx’ın doğumunun 202. yılı. Bilimsel sosyalizmin kurucusu; Karl Marx, 5 Mayıs 1818’de Trier kentinde (Almanya) doğdu ve 14 Mart 1883 yılında İngiltere de yaşama gözlerini kapadı. Babası, 1824 yılında protestanlığı kabul etmiş bir Yahudi avukattır. Ailesi zengin ve kültürlü idi, ama devrimci değildi. Trier’deki liseden mezun olduktan sonra Marx, önce Bonn’da üniversiteye gitti. Daha sonra Berlin Üniversitesi’ne geçerek, hukuk öğrenimi gördü, tarih ve felsefeye çok ağırlık verdi. Üniversite öğrenimini, Egukuros felsefesi üstüne bir doktora tezi sunarak 1841 yılında tamamladı. Ölene kadar yaşamını işçi sınıfının kurtuluşu ve komünist teorinin gelişmesine adadı.
Karl Marx 1848 devrimleri sırasında Engels ile birlikte kaleme aldığı Komünist Manifesto ile işçi sınıfı hareketine bir program kazandırmış, kapitalizmin analizinden tarihin akışının sosyalizme doğru ilerlediği sonucunu çıkarmış, sömürü sistemine son verecek olan sınıfa işaret etmişti. Kendisiyle birlikte bütün ezilenlerin kurtuluşunun ön koşullarını gerçekleştirecek olan proletaryanın eylemi, Marx’ın görüşlerini birçok kez haklı çıkardı. 1871 Paris Komünü, 1917 Ekim Devrimi ve sonraki devrimler Marx’ın teorisinin hem sınandığı hem hayata geçirildiği tarihsel dönüm noktalarıydı.
19. yüzyıldaki büyük dönüşümler çağında yaşamış olan Marx’ın düşüncelerinin ve eyleminin çeşitli yönleriyle irdelendiği özel bir sayıyla, büyük önderin doğumundan iki yüzyıl sonra, hem tarihe hem bugüne bakıyor. Böylece aradan geçen bunca zaman boyunca dünyayı anlamak ve değiştirmek isteyenler için eşsiz bir kılavuz ve mücadele silahı olarak geçerliliğini koruyan Marksist teoridir.
Marx “Filozoflar şimdiye kadar dünyayı yorumlamakla yetindiler, asıl

olan onu değiştirmektir” diye yazmıştı. Kendi hayatını her gün yeniden üretirken girdiği toplumsal ilişkiler tarafından giderek sınırlandığını hisseden işçi sınıfı nihayet bu sınırlamanın kaynağının sömürü sistemi olduğunu fark eder. Zincirlerini kırması gerektiğini işçiye öğreten ve bu eyleminde onun sürekli yanında olan Marksizmdir.
Bugün burjuvazinin en büyük korkusu bu yüzden Marksizmin yeniden hatırlanması ve Marx’ın teorisinin maddi bir güce dönüşmesidir. Yoksulluğun bu kadar derinleştiği, sınıf çelişkilerinin sürekli derinleştiği günümüz koşullarında Marksizmin hayaleti, sömürücü sınıfların kabusu olarak sık sık görülmeye devam ediyor.
202. yılını selamladığımız Marx hala genç ve güncel” diye hatırlatıyor. Ve Marx “asıl olan”ın yani değiştirme mücadelesinin nasıl ve neden olması gerektiğini anlatmaya devam ediyor; işçi sınıfının ve komünistlerin yoldaşı olmayı sürdürüyor.