8 Ocak 2009 Perşembe

Siyonist barbarlık ve suç ortakları

Dünya nüfusu altı milyar dolaylarında. Bu nüfusun ne kadarı Filistin-İsrail “savaşı”nın gerçek nedenlerini biliyor? Bunun tahmini dahi oldukça zor. Ama son 40-50 yıllık süreçte yaşamış ve dünya olaylarına; politik-askeri çatışmalara az çok merakla yaklaşmış/bakmış olan hemen herkes tüm bu süreç boyunca bir Filistin sorunundan söz edildiğini; Filistin topraklarına İsrail saldırılarıyla bu saldırılarda yakılıp yıkılan Filistin kentleri ve katledilen çocuk-kadın, yaşlı-genç binlerce/on binlerce Filistinlinin haber ajanslarına konu olduğunu bir biçimde duymuş/öğrenmiştir. Her ulustan ve her inançtan insanların -politikayla doğrudan ilgili olmayanlar dahil- çok büyük bir çoğunluğu, iletişim araçlarının gelişmesinin de etkisiyle İsrail’in Filistin’de giriştiği katliamlardan, uyguladığı ambargodan, “terörle savaş ve kendi güvenliğini sağlama” adına ikide bir yenilediği ve giderek genişlettiği işgalden haberdar olmuşlardır. Yine hemen tüm bu kesimlerden insanlar, İsrail’den ya da Filistin Arap halkından yana tutum içinde olup olmamalarından bağımsız olarak, İsrail’in her saldırısı ve toprak fethi girişiminin Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere ve -daha geriden gelmek üzere- Batılı öteki emperyalist kapitalist devletler tarafından desteklendiğine de, isterlerse tanıklık edebilirler!
Bu gerçek bir “tablo”dur: Kapitalist dünyada tek örnek değildir ama, 60 yıldır süren bir “facia” olarak, emsal gösterilebilecek diğer tüm işgal-saldırı-katliam olay ve politikalarından farklılıklar gösteren özgün bir durumdur da! İsrail, devlet olarak kuruluşundan bu yana neredeyse aralıksız olarak saldırgan bir politika izlemektedir ve bu politikasının en önemli-en büyük ve ilk sıradaki destekçisi de Amerikan-İngiliz emperyalist devletleridir. 1948’den, özellikle de 1967’den bu yana Filistin Arap halkının yaşadıklarına bakıldığında görülen, hedef olduğu saldırının arkasındaki gerçek gücün bu emperyalist devletlerle onların bölgedeki, Arap-Türk-Fars ve öteki işbirlikçileri olduğudur. Gelişmeleri ve olguları nesnel olarak göz önüne getirecek ‘aklı başında’ herkes bu girift gerçeği görebilir. Sık sık dile getirildiği üzere, “300 milyon Arabın 5-6 milyon nüfuslu İsrail ile baş edememesi”nin başlıca nedenlerini bu ilişkilerde aramak yanlış olmayacaktır. Sorun nüfusun azlığı/çokluğu olmadığı gibi, “İslam-Yahudi sorunu” da değildir. Arap gericiliğinin kral, prens, devlet başkanlarının işbirlikçi hain politikası bunun kanıtıdır. Batılı emperyalist ülkelerin çıkarlarına uygun düşen politikalar izlemekle kalmayıp bu çıkarları Ortadoğu’da birinci elden temsil eden güçlerden biri olarak mevzilendirilmiş ve donatılmış olan İsrail siyonist yönetimi sömürgeci ilhak politikalarını bu daha büyük “dünya gücü/ya da güçleri”nin sayesinde gerçekleştirmektedir. Bu güçler ve yönlendirdikleri propaganda aygıtları, İsrail’in Filistin halkına karşı giriştiği her yeni saldırısını, onun “kendi güvenliğini sağlama hakkı” ve “teröre karşı savaş zorunluluğu”yla izah ederlerken, Filistin topraklarının işgal edilmiş olmasını, Filistinlilerin bağımsız ve özgür bir halk ve devlet olarak var olma ve yaşama hakkı ve mücadelesini mümkün olduğunca görmezden gelmekte, işgalciyi “haklı”, saldırıya hedef olduğu için mücadele edeni ise “terörist” olarak göstermektedirler.
2009’un ilk günlerinde başlatılan saldırı, işgal ve katliam karşısında alınan tutum yine aynıdır. ABD-İngiliz burjuvazisi ve temsilcileri İsrail Siyonizmi’nin arkasındaki güç olduklarını bir kez daha göstermişler, açıkça ilan etmişler ve “Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi”ni bir kez daha etkisiz kılmayı/ya da daha doğru bir deyişle yedeklemeyi başarabilmişlerdir. Siyonist saldırganlığı ve devam eden işgali “Hamas terörü-Hamas militanlarının ateşlediği füzelerin İsrail topraklarına düşmesi”yle gerekçelendiren propaganda hemen hemen tüm kapitalist ülkelerde inatla sürdürülüyor. Halkların saflarında yükselen öfkeli protestoların önünü kesmek ve ABD-İngiliz emperyalistleriyle İsrail-Türkiye-Mısır-Ürdün-Suudi Arabistan gibi ülkelerin işbirlikçi-gerici yönetimlerine karşı güçlenerek gelişme potansiyeli taşıyan bu protestoları etkisiz kılmak için “bin dereden su taşınıyor”! İsrail saldırısına karşı açıklamalar yapıp makaleler kaleme alan burjuva politikacı-yazar ve yorumcuların neredeyse tamamına yakını, sorumluluğu iki tarafa da paylaştırmak için özel bir çaba gösteriyorlar. Türkiye’nin “Türk Müslüman Sünni Laik” liberal ve demokratları, AKP Hükümeti sözcülerinin “Filistin’de bir insanlık suçu işlendiği”nden söz etmelerini dahi “Hamas hamiliği” sayıyor, İsrail-Türkiye-ABD “stratejik işbirliği” ve “müttefikliği”ne dikkat çekerek, İsrail’in eylemiyle ilgili açıklamalarda “ölçünün kaçmamasını” istiyorlar.* Bunlar, Türk devlet ve hükümetlerinin İsrail Siyonist yönetimiyle işbirliği politikalarının İsrail’in Filistin-Suriye ve İran’a karşı sürdürdüğü saldırgan politik-askeri hattın çok önemli bir etkeni olduğunu ve bu desteğin Amerikan emperyalist politikasıyla uyumu esas aldığını elbette biliyorlar. Erdoğan ve hükümetinin “dil ucuyla” yaptığı açıklamaların “insani tepki” ötesinde bir anlam taşımadığını bilmelerine rağmen, bu “resmi politika”nın da gerisine düşen bir tutum içindedirler.
Yaşananlar -Filistin’de olanlar özgülünde de- şunu gösteriyor: Kapitalist dünya sisteminde ve uluslararası ilişkilerde sahip olunan ve öngörülen çıkarlar belirleyici bir rol oynamaktadır. İsrail sömürgeci saldırganlığına kol kanat geren ve sürekli besleyip destekleyen Amerikan-İngiliz devlet politikası bu bölgede kendi emperyalist çıkarlarını korumaya almaya ve sürdürmeye yöneliktir. Bu politika savaş, açlık, yoksulluk ve sosyal-ekonomik yıkım üretmektedir. Asla barışçı değildir. Bu politikayı ve onun güçlerini en iyi simgeleyen unutulmaz/unutturulamaz “fotoğraf kareleri”nden birini Vietnam’da -şakağına namlu dayalı adam- tanımıştık. Bir diğeri ve henüz çok taze olanı Irak halkına uygulanan toplu işkence ve onursuz uygulamalardır. Çırılçıplak, el ayakları bağlı ve gözleri kapalı birbirine “tecavüze” zorlanan insan yığını, burjuvazi ve emperyalizmin dünyasının nasıl bir dünya olduğunun “çırılçıplak resmi”dir! Guantanamo ve ... zindanları onun “özgürlüğü”nü demir parmaklıklara nakşetmektedir. Ve Filistin... Filistin..., babasının eli elinde sığındığı küçük kaya parçasının ardında vurulup düşen çocuk Adobi’nin bakışlarında; bebeklerin ve anaların kanlı cesetlerine basarak ilerleyen Siyonist gericiliğin ateşi altında, “var olma ve eşit haklara sahip olma hakkı”nın kapitalist ihlalini söylemektedir.
Ama bunlar yok edilecektir. İnsan soyu, sömürülüp ezilenlerinin baskıya karşı mücadelesinde kurtuluş yolunu da bulmuştur. Tüm sömürgeci güçlerin yenilgiye uğratılacakları, savaşsız ve sömürüsüz bir dünya toplumunun mümkün olduğunu, bu saldırılar, işgaller ve dayatılan açlık ve işsizlik -tersinden de olsa- kanıtlamaktadır. Pazarlara ve topraklara hakim olmak, zenginlik kaynaklarına sahip olmak için toplumları ve “insanlığı” kırıp geçirmekten kaçınmayan bu kapitalist-emperyalist ve siyonist güçler alt edildiğinde halkların kardeşliği ve barış içinde yaşaması mümkün olacaktır. Ama şimdi acil olarak yapılacaklar var: Siyonist saldırganlığı durdurmak için halkların tepkisi daha da büyümelidir. İsrail yönetiminin cesaret bulduğu işbirlikçi politikalar son bulmalıdır. Bunun en önemli koşullarından biri Türkiye’nin İsrail ile “savunma işbirliği anlaşması”nın iptal edilmesi ve Türkiye topraklarının siyonist savaş aygıtına kullandırılmasına son verilmesidir. Savaş uçağı-tank-füze ve öteki savaş malzemesi ihaleleri üzerinden sağlanan militarist destek durdurulmalı, Amerikan korumasına karşı tutum geliştirilmelidir. Türkiye’nin tüm milliyetlerden ve inançlardan emekçileri mücadeleyi daha da genişletip güçlendirmeden bu doğrultuda adım atılmayacağı kesindir. Emekçi ve insan olarak sorumluluğumuz artmıştır.
*F. Bila, H. Pulur, G. Civaoğlu, D. Sazak, M. Ali Birand ve sermaye basınının diğer birçok burjuva yazarının hükümeti “uyaran” ve “Hamas’ın suçları”na işaret eden makaleleri (5-6 Ocak 2008) bu konuda zengin malzeme sunuyor