8 Haziran 2009 Pazartesi

SOLCULARIN ÇOCUKLARI…

60’lı 70’li yıllarda toplumsal mücadelenin içinde yer almış ya da o dalgadan etkilenmiş insanlar bugün 40’lı-50’li yaşlardalar. Bu kuşağın çocukları ise henüz lisede (yani ergenlik döneminin sonlarında) ya da üniversitede okuyor. Kiminin adı Ulaş, kiminin Deniz, kiminin Umut, Güney, Devrim… Geçmişte solculuk yapan ve hala daha solcu kalmayı başarabilen ebeveynlerin, ki çoğu geçmiş kötü yaşanmışlıkların ağır izlerini taşır, çocuklarının siyasetle ilişkisinden (fazla ya da eksik) şikayetçidir. Bu şikâyetçi aileleri farklı kategorilerde değerlendirmeye çalışacağım…
Bu kategorilerden ilki çocuklarının siyasete ilgisizliğinden şikâyetçi olanlardır. Kendileri çocuklarını küçücük yaşlarında mitinglere götürseler, lokallerde başkalarıyla tanıştırsalar, okullardaki solcu öğrencilere telefonlarını verseler dahi bir türlü çocukları örgütlenmeye yanaşmaz… Bunda mevcut toplumsal muhalefetin geriliği, devrimciliğin eski-demode kavramlar gibi görülmesi, örgütlerin başarısızlığı, gençlere yönelik sistemin farklı uyaranlar geliştirmesi gibi faktörlerin etkisi vardır. Ancak bir yerde de çocukların, küçüklüklerinden beri kafalarında oluşan siyaset imgesiyle de alakalıdır bu… Çocukluğundan beri evdeki sohbetlerde anlamadıkları konuları dinleyen, toplantıların bitimini saatlerce bekleyen çocuklar, anne ve babalarının bu işi bir yaşam tarzından çok “meslek gibi” yapmasından dolayı siyasete yabancı büyümüşlerdir. Yani ebeveynlerin hayatında devrimcilik-solculuk; toplumsal dayanışma ilişkileriyle, iyi komşuluklarla, sahici dostluklarla özcesi farklı bir yaşam tarzı arayışıyla bezenmiş bir hayat biçimi olamamıştır. Rutin tüzük, hizip tartışmaları, üstten siyaset okumaları, delege hesabı toplantıları ile bezeli bir solculuk, çocukların zihninde, babalarının şirketteki fazla mesaileri ile eş değer, hatta daha bile can sıkıcıdır. Tüm bunlara ergenlik çağındaki çocukların ebeveynlerine başkaldırı hali ile kimlik edinmeye çalışması da eklenince durum daha da vahimleşir.

‘BEN ÇEKTİM O ÇEKMESİNCİ’LER
İkinci bir kategori ise hala solcu olup çocuklarını siyasetten uzak tutanlardır… Bu kişilerin solculukları tartışmalı olmakla beraber, az önce bahsettiğimiz devrimciliği bir yaşam biçimi olmaktan çıkarma hali bu kişilerde daha da bir belirgindir. Devrimciliği en yakınlarıyla birlikte paylaşacakları, kirlenmemiş bir dünya yaratma çabası, mücadeleyle arınmanın hazzını yaşama arayışı olarak görmediklerinden, ailelerini siyasete sokma gereği duymazlar. Üstelik sonunda kimi acıların da yaşanabileceği meşakatli bir çabadan sevdiklerini uzak tutmak isterler. Bu kişilere göre devrim eski bir efsanedir… Bugün solcu kalmaları ise genelde inandıklarından değil eski arkadaş gruplarından kopmak istemediklerindendir. Hal böyle olunca, olmayacak bir devrim için koşturacağına, çocukları iyi bir eğitim almalı, bu düzende önemli yerler edinip para kazanmalıdır.
Tabii bu inanç yitiminin getirdiği tavrı 12 Eylül’deki acıların bıraktığı izlerle de açıklamak gerekir. Kendi çektiklerini çocuklarının çekmesini istemeyen aileler çocuklarını bilinçli bir şekilde siyasetten uzak tutmaktadırlar. Gerçekten de bahsettiğimiz kuşak kimilerinin tahmin dahi edemeyeceği acılar çekmiştir. Bu acıları yaşayanlar hakkında ahkam kesmek de kolay değildir. Ancak bu durum şöyle büyük ve kabul edilemez bir sorunu içinde barındırıyor: Hala daha örgütlü-solcu olarak kalmak…
Eğer bu kişi çektiği acılardan dolayı çocuğunu siyasetten uzak tutuyor ise örgütündeki, sendikasındaki, partisindeki solcu gence ne anlatıyor? Nasıl oluyor da solun büyümesinde gençliğin öneminden bahsedebiliyor, ya da gençleri örgütlenmeye çağıran deklarasyonlara imza atıyor? Orada örgütlenen gençler başkalarının çocukları oldukları için olası acıları çekebilir ama kendi çocuğu bunun dışında mı kalmalıdır? Başkalarının çocukları militan eylemliliklere giriştiklerinde örgütün ismi duyulduğu için destekliyor hatta teşvik ediyor da kendi çocuğunu bu tarz eylemliklerden sakınıyor mudur? İşte temel çelişki budur. Yaşanan acıları ve onun yarattığı psikolojiyi taşıyan bir insan, devrimci mücadelede bu tarz acıların yaşanacağı biliyor ve sevdiklerinin bunları yaşamasını istemiyorsa, siyasetten bir adım kendini geri çekmeyi bilmek zorunda… Aksi halde örgütünün “sevmediği” gençlerine ajitasyon çekmeye de hakkı kalmaz.

‘KENDİ KARAR VERSİN’CİLER!
Üçüncü bir kategori de yine solcu olup, “çocuğum kendi tercihini yapsın” diyenler… Bu “özgürlükçü” fikirdeki aileler çocuklarının ismini Mahir, Deniz gibi isimler koyanlara da kızarlar. Çünkü onlar bu isimlerle çocuklarına tercih hakkı tanımamış, çocuklarını doğuştan belli bir fikre bağlamışlardır. Onlara göre bu çok yanlıştır. Çocukları kendi kararlarını kendileri vermelidir. Bu bahsettiğimiz aileler gerçekten yaşamlarını devrimci kılmışlar, başka bir yaşamın nüvelerini kendi toplumsal ilişkilerine hakim kılmışlar ise zaten sonuçta çocukları da o ilişkinin, o düşünce sistematiğinin bir parçası olacaktır.
Ancak bu “özgürlükçü” ailelerin genelinde durum pek öyle olmaz. Bahsettiğim ilişki biçimi zaten yaratılamadığından kendi tercihini yapan çocuk aslında düzenin tercihini yapar. Çünkü hali hazırda bir politik angajman hayatın her alanında çocuğun bilincine yerleştirilir. Çizgi filminden dizisine, okuldaki ders kitabından radyodaki müziğine kadar sistem zaten bir politik propaganda yapmaktadır. “Aman ben çocuğumu zorlamayım kendi karar versin” diyen aile maça birkaç sıfır yenik başlamıştır yani. Gençlerin geneli, “ben liberalizmi, faşizmi, Marksizmi okuyayım arasından tercih yapıp siyasete başlayayım” demez. Arkadaş çevresi, kültürel kodlamalar, televizyon, gazete, okunan-okunmayan kitaplar vs… tercihlerini belirler. O yüzden “özgürlükçü” ailelerin sonu çoğu zaman idealize ettikleri gibi olmaz.
Bu yazıda adı üstünde solcu aileleri tartışmayan çalıştık. Yani şimdi patron olan eski solcuları değil. O yüzden onların çocuklarıyla kurdukları siyasi ilişki kendilerine kalsın. Ancak tekrar solculara dönersek bugünkü sol partilerin genelini orta sınıf solcular oluşturduğu için solcu ailelerde klasik orta sınıf çocuk sevgisini görmek mümkün. Yani çocuğunda kendisinde olmayanları görmek istemek… Pek çok solcunun çocuğu baleden, resme, kurstan kursa, dershaneden dershaneye koşarken helak olur… Solcu ailelerin kültürel zevkleri diğer orta sınıflara göre daha elit olabildiği için tiyatro kursları Deniz isminde gençlerle dolar taşar.
Aslında bu yazının yazarı, bir ergen psikologu ya da aile danışmanı vs olmayıp kendisi sadece 70’li yıllarda solcu olan bir ailenin çocuğu olduğundan, neyin nasıl yapılması konusunda pek de ahkam kesemez. Bu ailelerin çocuklarına farklı yaklaşımlarını görmüş bir kişidir sadece. Ama bildiğim bir şey varsa o da şudur ki, devrimcilik tüm ilişkilere nüfuz etmiş bir yaşam biçimi olmadıkça, aile yaşamı politikanın dışında durdukça, bu sorun hep sürecektir. Elbette ki kimse çocuğunu bir mülk olarak görüp onun fikir sistemine ipotek koymamalı… Ama tüm insanlık için başka bir yaşamı kurmak isteyenler en azından ailelerinde bunun nüvelerini atabilir. O yaşam kültürüne alışmış bir genç de toplumsal çürümeye kolay kolay adapte olamayacaktır. Çünkü devrimcilik her şeyin özünde iyilik ve güzelliktir… Öyleyse, gerisi de iyilik, güzellik…

DENİZ COŞAN
Birgün