12 Temmuz 2009 Pazar

OBAMA’NIN ESKİ GÜCE DÖNÜŞ STRATEJİSİ:

HONDURAS, İRAN, PAKİSTAN, AFGANİSTAN (VE BOOMERANG ETKİSİ)[1]

JAMES PETRAS[2]

ABD yanlısı askeri ve sivil aktörler karşısında demokratik bir şekilde seçilmiş rejimlere yönelik, onları devirmeyi amaçlayan Honduras ve İran’da yaşanan son olaylar, Beyaz Saray’ın, muhalif hükümet ve hareketlerin Bush’lu yıllarda elde ettikleri kazanımları geri almaya dönük büyük stratejisinin bir parçası olarak anlaşılabilir.
Ronald Reagan’ın Yeni Soğuk Savaş politikalarının davranış biçimlerini hatırlatırcasına Obama, askeri müdahale için yeni bölgeler hedefleyerek ve geleneksel olarak ABD tarafından kontrol edilen bölgelerde askeri darbeleri hazırlayarak, askeri bütçeyi ve savaş birliklerini bir hayli artırdı. Reagan’dan farklı olarak Obama, uzun süreli ve derin bir resesyon/bunalım, büyük bir mali ve ticari açık, dünya ekonomisinde gerileyen bir rol ve Latin Amerika, Ortadoğu, Doğu Asya ve başka yerlerde politik belirleyicilik kaybı ile karşı karşıya bulunuyor. Reagan, komünist Sovyet rejiminin çöküşüyle karşılaşmışken, Obama geniş bir yelpazede dünya çapında ortaya çıkmakta olan laik bağımsızlıkçı, dini, ulusalcı, seçimle iktidara gelmiş demokratik liberal ve sosyalist rejimler, yerel mücadeleye dayalı sosyal hareketlerle yüzyüze geliyor.
Obama’nın eski güce dönüş stratejisi, ABD belirleyiciliğini (liderliğini) Ortadoğu’da tekrar kazanma sözü verdiği, Afganistan’da kitlesel askeri güç projesini ve Pakistan’daki askeri etkinliği güçlendirdiği ve İran ve Honduras’ta olduğu gibi oradaki vekilleri aracılığıyla derin müdahalelerle rejimlerin istikrarsızlaştırılması pratiklerinde görüldüğü gibi onun daha ilk açıklamalarından belliydi. Obama’nın bu eskiye dönüş stratejisi aleni askeri müdahalenin çok hatlı bir politikanın hayata geçirilmesi biçiminde yürütülüyor; “sivil-toplum” operasyonları ve yumuşak satış kılıfı altında ve ağırlıklı olarak kitlesel medyaya güvenen görünürde zararsız diplomatik bir retorikle. Çoğunlukla süregiden olaylar bu politikanın yürürlükte olduğunu gösteriyor.
Afganistan’da Obama ABD askeri güçlerinin sayısının iki katından fazlaya 32 binden 68 bine yükseltti. Temmuz’un ilk haftasında askeri komutanları yerli direnişi ve yönetimi yok etmek için güney Afgan bölgesi Helmand’a yönelik son on yılların eşine az rastlanır en büyük askeri saldırılarından birini başlattı.
Pakistan’da, Obama-Clinton-Holbrooke yönetimi, yeni kurdukları işbirlikçi Zedari rejimine, Kuzeybatı sınır bölgelerindeki İslamcı direnişin uzun süreli nüfuzunu tersine çevirme amaçlı kitlesel bir askeri saldırı başlatması için maksimum düzeyde basınç uyguladı. Bu arada ABD savaş makineleri ve Özel Kuvvetler Komandoları düzenli bir şekilde direnişi destekledikleri gerekçesiyle köyleri ve yerel Pashtun liderlerini bombalamaya devam ediyor.
Irak’ta ise, Obama rejimi Bağdat’ın ABD askeri üslerini ve operasyon yerlerini de içeren şehir planını yeniden tasarlayarak ve “geri çekilecek” birlikleri kışlalarına çekme aşamasına geçerek tuhaf bir taktik içine girdi. Obama’nın multi-milyar dolarlık uzun vadeli yatırımı, üsleri, hava sahalarını ve blokları içeren büyük ölçekli askeri yapılanması, seçim kampanyasında söz verdiği programlı bir geri çekilmeyi değil, orada “sürekli” bir emperyalist bulunuşu işaret ediyor. ABD birliklerinin varlığının sömürgeci bir zaferi garanti ettikleri Irak ve Afganistan’da ABD sertifikalı işbirlikçi adaylar arasında sabitlenmiş “kurulu” seçimler bir norm olurken, İran ve Honduras’ta Washington, Obama’nın eskiye dönüş politikalarını desteklemeyen seçimle göreve gelmiş devlet başkanlarını istikrarsızlaştırmak ya da devirmek için gizli operasyonlara başvuruyor.
İran’daki örtülü ve görülmemesi pek mümkün olmayan operasyon, seçimle iktidara gelmiş anti-emperyalist devlet başkanı Ahmedi Necat’in seçim zaferinin bir “seçim hilesi” sonucu gerçekleşti iddiasına odaklaşmış “kitlesel sokak gösterileri”yle devam eden bir seçim başarısızlığı meselesinde ifadesini buldu. Batı medyası, seçim kampanyası süresince, muhalefet lehine ayrıcalıklı ve seçilmiş hükümet aleyhine negatif bir yayın politikası güderek önemli bir rol oynadı. ABD tarafından yönetilen istikrarsızlaştırma kampanyasının propagandif başarısı, sokak protestolarına karışmış İranlı kilit grup ve politikacıların ABD tarafından finanse edildiğinden habersiz ABD “sol”unun geniş kesimleri arasında bile yankısını buldu. Reese Erlich gibi neo-muhafazakar, liberal ve gezici solcu “bağımsız gazeteciler” istikrarsızlaştırma çabasını, kendi özel bakış açılarından “seçim hilesine karşı demokratik-halkçı bir hareket” olarak görüp savundular.
ABD istikrarsızlaştırma projelerinin sağcı/solcu destekçileri, açıklayıcı birçok kilit faktörü işaret etmeyi gözden kaçırıyorlar:
1) Hiçbiri, mesela haftalar öncesinde iki Amerikan araştırma şirketi tarafından son derece titiz bir şekilde yapılan anket sonuçlarına göre, muhalefetin seçim hilesi yapıldı iddiasında bulunduğu etnik bölgeler de dahil bugünkü sonuçlara çok yakın neticeler elde ettiği olgusunu tartışmıyor.
2) Eleştirilerin hiçbiri, rejim değişikliği, yerel istikrarsızlık ve sınır ötesi terörist operasyonları finanse etmek için Bush yönetimi tarafından tahsis edilen 400 milyon $’dan bahsetmiyor. Gösterilerde yeralan öğrenciler ve “sivil toplumcu” STÖ’ler çoğunluğu ABD tarafından kurulmuş uluslararası kurum ve STÖ’ler tarafından finanse ediliyorlar.
3) Seçim hilesi suçlaması, oy sayım sonuçları açıklandıktan sonra keşfedildi. Seçimlere yaklaşırken, özellikle de muhalefet kendilerinin seçimi kazanacaklarına inandıkları dönemde, ne öğrenci göstericiler, ne batı medyası ne de bağımsız gazeteciler yaklaşan-olası bir seçim hilesini iddia etmediler. Oy kullanıldığı gün boyunca, oy sandığının olduğu her yerde muhalefet partisinin gözlemcileri bulunmasına rağmen, ne medya, ne uluslararası gözlemciler ne de muhalefetin sponsorları tarafından herhangi bir oy kullanmada bir usulsüzlük ya da hile kaydedilmedi. Muhalefet partisi gözlemcileri bütün oy sayımı sürecini izlemek için hazır bulundular, ama tuhaf istisnayla, oy usulsüzlüğüne dair hiçbir şikayet yapılmadı o zaman. Gerçekten bağımsız gazeteci Reese Erlich’in şüpheli iddiası hariç dünya medyasından hiç kimse sandıklarla ilgili bir iddiada bulunmadı. Zaten Erlich’in iddiası da kendisinin de kabul ettiği üzere, muhalefet içindeki ilişkileri üzerinden anonim kaynaklardan elde ettiği onaylanmayan “aktarımlar”a dayanıyordu.
Tahran’daki protestoların birinci haftası boyunca, ABD, AB ve İsrailli liderler seçim sonuçlarının meşruluğunu sorgulamadılar. Bunun yerine, rejimin göstericilere yönelik uyguladığı baskıyı kınadılar. Tabii ki kendilerinin iyi bilgilendirilmiş elcilikleri ve istihbarat görevlileri İranlı seçmenlerin tercihleriyle ilgili batı medyası ve Anglo-Amerikan solcuları arasındaki faydalı aptalların yaptığı propagandadan daha doğru ve sistematik bir değerlendirmeyi sundular.
İran’daki ABD destekli seçim ve sokak muhalefeti, İran’ın Ortadoğu’daki nüfuzunu geriletmek, Körfeze yönelik ABD askeri müdahalesine ve Irak’taki işgale Tahran’ın muhalefetini engellemek ve bunların da üstünde, bölgede İsrail’in askeri güç olma projesinin karşısındaki İran engelini kaldırmak amacıyla sınırları sonuna kadar zorlanacak bir istikrarsızlaştırma kampanyası olarak tasarlandı. Anti-İran propagandası ve politika yapısı, yıllarca gündelik olarak ABD’deki bütünsel İsrail yanlısı yapılanma tarafından ağırlığını hissettirdi. Bu bir milyondan fazla üyesi, binlerce tam zamanlı çalışan görevlileri ve skor sayıda Washington Post, The Wall Street Jornal, The New York Times gibi etkili gazetelerin yanında küçük formatlı gazetelerin fikir sayfalarını da belirleyen editör yazar ve yorumcuları olan Amerika Büyük Yahudi Örgütlerinin 51 başkanını da kapsıyor.
Obama’nın İran nüfuzunu geriletme politikası iki aşamalı bir sürece dayanıyor: Muhalif işbirlikçi, liberal batı yanlısı, muhalif demokrat ve sağcı ABD vekillerinden oluşacak bir koalisyonu desteklemek. Bunlar bir kez hükümete geldikten sonra, Washington kendi yardakçısı muhalifleri, Suriye, Hizbullah, Hamas, Venezüella ve Irak direnişine olan desteği kesmek ve bunları ABD-Suudi-Irak-Ürdün-Mısır işbirlikçi hükümetleriyle kucaklaştırmak suretiyle ABD’nin emperyalist ve İsrail’in sömürgeci çıkarlarıyla uyumlu bir şekilde yürütülecek politikaları geleceğe taşıyacak Batı yanlısı ve sağcı stratejik ittifaklarına doğru itecek. Diğer bir deyişle, Obama’nın zayıflatma politikası İran’ı 1979 öncesi politik konumlanışa doğru çekmeye dayanıyor.
Obama’nın şikayeti olan işbirlikçilerini zorla kabul ettirmek için seçimle iktidara gelmiş eleştirel rejimleri zayıflatma politikası, en son Honduras’taki askeri darbede ayrıntılı ifadesini buldu. Honduras ordusundaki yüksek rütbelilerin, Kongreyi ve Yüksek Mahkemeyi kontrol eden yerel oligarşiyle Washington’un uzun süreye dayalı bağlarının kullanılması süreci kolaylaştırdı ve son dönemlerdeki diğer darbe denemelerinde olduğu gibi direkt bir ABD müdahalesine ihtiyaçı gereksiz kıldı. Daha bir onyıl öncesinde ABD deniz güçlerinin, demokratik bir şekilde seçilmiş Bertrand Aristide’yi ülkeden kovmak için müdahale ettiği Haiti’den ya da 2002’de açıkca destekledikleri Başkan Chávez’e yönelik başarısız darbeden ve daha yakın zamanda Eylül 2008’de ellerine yüzlerine bulaştırdıkları seçilmiş başkan Evo Morales’e yönelik darbe girişiminden farklı olarak ABD’nin Honduras müdahalesindeki olaylar “inandırıcı bir şekilde reddetmeye izin verecek bir ayrıklıktaydı.
Başkan Zelaya’nın ülkeden çıkarılması ile ilgili ABD’nin “yapisal varolus” ve nedenleri son derece anlaşılırdır. ABD tarihsel olarak neredeyse tüm Honduras askeri birliklerini eğitti ve sosyalizme etti, günlük müzakere ve ortak stratejik planlama vasıtasıyla tüm yöneticiler üzerinde derin etkisini oluşturdu. Honduras’taki askeri üssü üzerinden, Pentagon’un askeri istihbarat görevlileri bütün politik aktörlerin politik hareketlerini ve politikalarını iyi bir şekilde izlemek için yakın ilişkiler kurdu. Honduras o kadar ağır bir şekilde sömürgeleştirildiği için, bölgeye yönelik ABD askeri müdahalesi için en önemli üs görevini gördü: Demokratik bir şekilde seçilmiş Guatemala devlet başkanı Jacobo Arbenz’e yönelik 1954’te yapılan başarılı ABD destekli darbe Honduras’tan başlatıldı. 1961’deki Küba’ya yönelik ABD yönetimindeki işgal girişimi yine Honduras’tan başlatıldı. 1981-1989 arası, demokratik bir şekilde seçilmiş Sandinist Nikaragua Hükümetine karşı savaşmak için 20.000 paralı kontgerilladan oluşan ölüm mangaları ABD tarafından Honduras’ta eğitildi ve finanse edildi. Chávez rejiminin ilk yedi yılında, Honduras rejimi Caracas hükümetine karşı Washington’un sadık bir ittifakı olarak yeraldı. Açıkça hiçbir zaman Honduras’taki herhangi bir ABD kukla yönetimine karşı bir darbe gerçekleşti ya da gerçekleşebilirdi. ABD politikasında Honduras’a yönelik dümen kırma, 2007-2008 yılında liberal başkan Zelaya cömert petrol desteğini ve Caracas’tan gelecek dış yardımı güvenceye almak için Venezüella’yla ilişkileri geliştirmeye karar verdiğinde yaşandı. Devamında Zelaya, Venezüella tarafından, üye ülkelerin enerji ihtiyaçlarını karşılamak için onlara uzun vadeli, düşük fiyatlı petrol ve gaz sunmak için kurulan bir Karayip-Orta Amerika kuruluşu olan Petro-Caribe’ye katıldı. Kısa zaman öncesindeyse Zelaya, ALCA olarak bilinen ABD öncülüğündeki serbest ticaret anlaşmasına karşı Başkan Chávez tarafından üyeleri arasında büyük ticaret ve yatırımlara öncülük etmek amaçlı finanse edilen bir bölgesel bütünleşme örgütü olan ALBA’ya üye oldu.
Washington Venezüella’yı kendisinin Latin Amerika’daki hegemonyasına yönelik bir tehdit ve alternatif olarak gördüğü için, Zelaya’nın Chávez ile ekonomik meseleler üzerinden yan yana gelişi ve ABD’nin müdahalesini eleştirmesi onu, ABD darbe panlayıcıları için olası bir hedef haline dönüştürdü, onları Zelaya’yı bir örnek yapmak için heveslendirdi ve bölgeye müdahale için geleneksel hareket noktası olan Honduras’taki askeri üslere giriş çıkış meselesinde telaşlandırdı.
ABD, küçük bir Orta Amerika “muz cumhuriyeti” (gerçekten de orjinali muz cumhuriyeti’dir!)’ndeki bir darbenin büyük bir protestoya neden olmayacağı konusunda yanlış bir sanıya kapıldı. Orta Amerika “geriletmesi”nin, diğer bağımsız Karayip ve Orta Amerika rejimlerine yönelik, Venezüella’yla birlikte konumlandıklarında kendilerini neler beklediği konusunda uyarı niteliği taşıyacağına inanıyorlardı.
Darbenin ustaları iyi tanınmakta ve heryerde aynıdır. Honduras ordusu Başkan Zelaya’ya zorla müdahale etti ve onu Kostarika’ya sürdü; oligarklar kendilerinden birini bir taraftan arkadaşları ona yüksek mahkemede düzmece yasallık sağlarken, kongrede onu ara “başkan” olarak tayin ettiler.
Soldan sağa kadar tüm Latin Amerikalı hükümetler darbeyi kınadılar ve yasal olarak seçilmiş Başkanın görevine geri dönmesi için çağrıda bulundular. Başkan Obama ve Devlet Sekreteri Clinton, yardakçılarını yadsımaya gönülsüz, tanımsız bir şekilde “şiddeti” kınadılar ve Honduraslı generallerin konuşmacı olarak meşru rollerini açık bir şekilde tanıyarak, güçlü sahtekarlarla sürgündeki zayıf başkan arasında diyalog çağrısında bulundular. BM Genel Meclisi darbeyi kınadıktan ve Amerikan Devletleri Örgütü Zelaya’nın göreve geri dönmesini talep ettikten sonra, Obama ve Clinton nihayet Zelaya’nın zorla ülkeden çıkarılmasını kınadılar, ancak olayı darbe olarak nitelemekten kaçındılar. Çünkü bu ABD yasasına göre otomatik olarak Honduras’a verilen yıllık 80 milyon dolarlık askeri ve ekonomik yardim paketinin iptaline yol açacaktı. Zelaya bütün Latin Amerika devlet başkanlarıyla buluştuğu sırada, Başkan Obama ve Devlet sekreteri Clinton, Honduras’taki cuntacı ittifaklarını zayıflatmamak için toplantıya daha az yetkili birini yolladılar. OAS üyesi bütün ülkeler elçilerini geri çağırdılar… ABD hariç, onun elçisi ise bu arada iki ülkenin de hızlı bir şekilde izole olduğu -özellikle de Honduras’ın OAS’tan ihraçla karşı karşıya olduğu- bu durumu nasıl kurtarabileceklerini anlamak için cuntayla diyaloga başlamıştı.
Neticede Zelaya göreve dönse ya da ABD destekli cunta daha uzun bir zaman diliminde iktidarda kalsa da Obama ve Clinton, uzun pazarlıklar vasıtasıyla Zelaya’nın hemen dönüsünü sabote ettikleri zúrrese ABD öncülüğündeki “zayıflatma” meselesi diplomatik olduğu kadar politik olarak ta aşırı pahalı olacaktır.
Honduras’taki ABD destekli darbe, 1980’de Başkan Ronald Reagan Grenada’yı ve Baba Bush Panama’yı işgal ettikleri dönemden farklı olarak, Latin Amerika’nın durumunun ve politik profilinin (ve dünyanın geri kalanının da) fazlasıyla değişmiş olduğunu gösterdi. O zamanlar genellikle ABD müdahaleleri ve işbirlikleriyle onaylanan askeri ve ABD yanlısı rejimlere geri dönüşler olurdu, bir kaç yumuşak protesto, o kadar. Bugün ise merkez solcu ve hatta sağcı seçimci rejimler kendi geleceklerine bir tehdit olarak gördükleri herhangi bir yerdeki askeri darbeye karşı çıkıyorlar.
Ayni derecede önemli olarak, varolan derin ekonomik kriz ve artan sosyal kutuplaşma ortamında, seçilmiş rejimlerin en son istedikleri şey, kaba emperyalist ABD müdahalesiyle körüklenen kanlı bir toplumsal huzursuzluk. Neticede Latin Amerika’nın merkez-solcu ülkelerinin kapitalist sınıfları istikrar istiyorlar, çünkü seçim yoluyla (en son Panama ve Arjantin’de olduğu gibi) iktidar dengesini değiştirebiliyorlar ve ABD yanlısı askeri rejimler bu ülkelerin Çin, Ortadoğu ve Venezüella/Bolivya ile artan ticari bağlarından rahatsız olabilirler.
Diğer taraftan, Obama’nın eskiye dönüş stratejisi Rusya’nın sınırlarına uzak olmayan Polonya ve Çek Cumhuriyeti’nde füze saldırı üsleri kurmayı içeriyor. Bununla ilgili olarak Obama Rusya’nın güney kanatlarına ABD askeri basıncını artırmaya hizmet edecek, Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO’ya katılma projesini zorluyor. Rusya Devlet Başkanı Dimitry Medvedev’in “kolay şekillendirilebilirliği”ni (Mikail Gorbachov’un ayak izlerinde) bir avantaj olarak değerlendiren Washington, Afgan sınırına Rusya üzerinden ABD birliklerinin ve silahlarının serbest geçişini, İran’a karşı yeni yaptırım için Moskova’nın onayını ve Irak’taki ABD kukla rejiminin tanınması ve desteklenmesini güvenceye aldı. Rus savunma görevlileri, Obama Moskova’dan 5 dakika uzaklıktaki mesafeye nükleer füzeleri yerleştirmek için planlarıyla ilerlediğinde, Medvedev’in bu hevesli davranışını sorgulayacağa benziyorlar.

GERİ KAZANMA: ÖNCEDEN GÖRÜLEBİLİR HATALAR VE BOOMERANG ETKİSİ

Obama’nın eski gücü geri kazanma stratejisi, ABD belirleyiciliğinin yeniden beyanının “meşrulaşması” için sağcı büyük medyanın tekrar canlandırılmasına dayanıyor. 2008 yılı boyunca Arjantin’de yüzbinlerce düşük ve üst orta sınıf gösterici ABD yanlısı büyük toprak sahipleri birliklerinin liderliği altında “merkez-sol” Fernandez rejimini devirmek için ülkenin iç kesimlerindeki şehirlerin sokaklarını doldurdular. Bolivya’da yüzbinlerce orta sınıf öğrenci, patron, toprak sahipleri, STÖ bağlantılılar Santa Cruz ve diğer dört zengin bölgede, ağırlıklı olarak ABD Büyükelçisi Goldberg, Uluslarası Kalkınma Ajansı ve Demokrasi için Ulusal Bağış Kurumu tarafından finanse edilen eylemlerde yeraldılar. Kargaşa yarattılar ve Başkan Morales iktidarını devirmek için onun destekçisi 30 yerliyi katlettiler. Benzer sağcı gösteriler geçmişte Venezüella’da, yakın zamanda Honduras ve İran’da gerçekleşti.
Demokratik yoldan seçilen karşıtlara yönelik ABD destekli istikrarsızlaştırma çabalarına meşruiyet kazandıran zengin ‘demokrasi’ çığlıklarının atıldığı kalabalık gösterilerin temeli, yaygın medyadaki kuşkucu propagandistler tarafında ilan edilen ve politika odaklarının sınıf tabanını hiç algılamamış olan bağımsız, ‘ilerici’, saf gazeteciler tarafından tekrarlanılan bir düşüncedir.
Obama’nın Honduras darbesi ve İran’daki ABD’nin finanse ettiği istikrarsızlaştırma girişimi çok fazla ortak noktaya sahiptir. İkisi de, ABD politikalarının eleştirisinin Washington yanlısı sosyal güçlere baskın geldiği seçim süreçlerine karşı gerçekleşmiştir. Obama’nın stratejisi, ‘seçim alternatifinin’ kaybedilmesi durumunda, iktidarı gaspetme niyetindeki azınlık girişimini meşru kılmak için başka parlamenter ‘politik odaklar’ aramaktadır: İran’da hükümet karşıtı sınıflar ve Honduras’ta generaller ve oligarşi vasıtasıyla.
Washington’un Honduras ve İran’daki dış politika gayeleri aynıdır: ABD hamiliğini reddeden hükümetleri etkisizleştirme. Honduras’taki darbe, ABD kampından çıkan ve Venezüella önderliğindeki ekonomik entegrasyon programlarına katılan diğer Orta Amerika ve Karayip ülkelerine gözdağı verme amaçlı bir ‘ders’ işlevi görüyor.
Washington, askeri darbenin arkasında yer alarak bütün Latin Amerika ülkelerine ABD’nin kendi silahlı kuvvetleri, Asya ve Orta Doğu’daki savaşlar ve işgallerde kuşatılmış ve ekonomik varlığının düşüşte olması durumunda dahi halen Latin Amerikalı asker azınlıklar vasıtasıyla kendi politikalarını dayatacak güçte olduğunu hatırlatmaktadır. Aynı şekilde Orta Doğu’da Obama’nın İran hükümetini istikrarsızlaştırması, Suriye ile ABD politikasını diğer eleştirenlere gözdağı verme ve İsrail’i (ve ABD’deki Siyonist iktidar yapılanmasını) İran’ın ABD’nın etkisizleştirme politikasının ajandasında üst sıralarda durduğu konusunda rahatlatma niyeti taşımaktadır.
Obama’nın eski gücü kazanma politikaları, pekçok önemli yönelimde başkan Ronald Reagan’ın (1981-89) adımlarını takip etmektedir. Reagan gibi Obama’nın başkanlığı da ABD’nin geri adım attığı, güçten düştüğü ve anti-emperyalist politikalarda ilerlemelerin kaydedildiği bir zamanda yer almaktadır. Reagan, Hint Çini’ndeki ABD yenilgisi, Güney Afrika’da (özellikle Angola ve Mozambik) başarıya ulaşan anti-sömürgeci yaygın hareket, Afganistan’da gerçekleşen demokratik devrim ve Nikaragua’daki sosyal devrim zaferi ile El Salvador ve Guetemala’daki geniş devrimci hareketler ile karşı karşıyaydı. Obama’nın bugün yaptığı gibi, Reagan da ABD imparatorluğu karşıtlarını zayıflatmak, istikrarsızlaştırmak ve yok etmek amaçlı olarak, bu değişimleri etkisizleştirecek öldürücü bir askeri stratejiyi harekete geçirdi.
Obama, Bush sonrası aktüel durumda benzer bir takım karşıt koşullarla yüz yüzedir: ABD’yi dışlayan, yeni bir bölgesel bütünlük projesine sahip Latin Amerika çapındaki demokratik gelişmeler; Orta Doğu ve Güney Asya’daki bozgun ve çıkmazlar; eski Sovyet cumhuriyetlerindeki yeniden toparlanan ve güçlenen Rusya projeli güç; NATO askeri anlaşmaları üzerinde zayıflayan ABD etkisi, Wall-Street’in sebep olduğu ekonomik bunalım ile başarısız ve iyice uzamış bölgesel savaşların bir sonucu olarak politik, ekonomik, askeri ve diplomatik kredibilitedeki yenilgi.
Obama’nın tersine, Ronald Reagan’nın eski gücü kazanma projesi, lehine koşullar altında hayata geçiriliyordu. Afganistan’da, Reagan bütün muhafazakar İslam dünyasının desteğini garantilemiş ve Kabil’deki şehir kökenli, Sovyet destekli reformist rejime karşı Afgan feodal kabile liderleri aracılığıyla operasyonlara girişmişti. Obama, Afganistan’da tam tersi durumdadır. Onun askeri işgali, Afganlar’ın geniş bir çoğunluğu ve Asya’daki Müslüman nüfusunun çoğu tarafından kabul görmemektedir.
Reagan’ın Orta Amerika’daki konsepti, özellikle onun Nikaragua’daki kontra-paralı asker işgali, Honduras ile Arjantin, Şili, Bolivya ve Brezilya’daki ABD yanlısı bütün askeri diktatörlüklerin olduğu kadar bölgedeki sağcı sivil hükümetlerin de desteğini arkasına almıştı. Bunun tam tersi olarak, Obama’nın darbesi, Honduras ve ötesinde demokratik seçimlerle işbaşına gelen bölgedeki hükümetler, Venezüella tarafından başı çekilen ulusal solcu hükümetlerin bir ittifağı ile ABD baskısı ve müdahalesine herhangi bir geri dönüşe tamamen karşı olan bölgesel ekonomik ve diplomatik örgütler ile karşı karşıyadır. Obama’nın bu stratejisi, kendini bütün bölgede tamamen bir politik izolasyon içerisinde bulmaktadır.
Obama’nın eski gücü elde etmeye yönelik politikaları, Orta Doğu ve Asya’daki hükümetleri kendi politikalarını desteklemeye zorlayacak ekonomik ‘sopayı’ elinde tutmasını sağlayamadı. Şimdi alternatif Asya pazarları, Çinli yabancı yatırımcılar, derinleşen ABD bunalımı ve ABD’li denizaşırı banka ve çokuluslu şirketlerin yatırımlarını geri çekmeleri söz konusudur. Reagan’ın tersine, Obama ekonomik havucu askercil sopa ile kombine edecek durumda değildir. Obama, dünyanın geri kalanının sınırlı bir ekonomik önem taşıyan veya ekonomik anlaşmalar yoluyla pazara girişi mümkün olan bölgelerdeki askeri güç projelerine ilgi ve istek duymadığı bir zamanda, etkisi düşük ve masraflı olan askeri alternatife bel bağlamak zorundadır.
Obama’nın global ölçekteki eski güce ulaşma stratejisinin açılışı geri teperek başlangıçta bulunduğu noktaya geri döndü. Afganistan’da, büyük askeri yapının oluşumu ve Taliban mevzilerine yönelik kapsamlı saldırılar, kayda değer hiçbir askeri galibiyete, hatta çatışmaya dönüşmemiştir. Bu direniş, geri çekildi ve yerel nüfuz ile iç içe geçti, ABD ekonomisini karıştırıp savaş kayıplarını artİran, hiçbirşeyi çözmeyen ve şimdi işsizliğe ve hızla bozulan hayat şartlarına derinlemesine batan ABD halkının muhtemelen sabrını sınayacak uzun vadeli, desantralize, düşman Afganlar’ın denizindeki birkaç bin askeri birliği kuşatmaya yönelik küçük çaplı saldırı savaşına dönüşeceğe benzemektedir.
ABD destekli Honduras ordusu tarafından gerçekleştirilen darbe, bu yarımküredeki ABD’nin politik ve diplomatik izolasyonunu bir kez daha kanıtlamıştır. Obama hükümeti, Honduras’ta büyükelçisini tutan, askeri müdahaleyi “darbe” olarak tanımlamayı reddeden ve ekonomik ve askeri yardımını sürdüren tek ülkedir. Bu darbe, komşu ülkelere gözdağı vermeyi hedefleyen bir ABD gücü örneği olmaktan çok, Güney ve Orta Amerika ülkeleri arasında Washington’un, ABD yanlısı askeri rejimler, ekonomik yağmalar ve tekelleşmiş pazarlar dönemindeki “eski kötü günlerine” geri dönmeye çabaladığı inancına güç kazandırmaktadır.
Obama’nın dış politika danışmanlarının anlamayı başaramadıkları nokta, kırılan yumurta “Humpty Dumpty”lerini[3] yeniden biraraya getiremeyecek olmalarıdır; ne Reagan konsepti ne de Clinton’ın Irak’ı, Yugoslavya’yı ve Somali’yi tek taraflı bombaladığı ve Latin Amerika’yı yağmaladığı günlere geri dönemeyeceklerdir.
Hiçbir etkili bölge, ittifak veya ülke, ABD’yi çevre (Afganistan-Pakistan) ve hatta merkez (İran) ülkelerdeki askeri sömürgeci işgalinde, ABD’nin ekonomik yaptırımına uğrayacak olmaları, propaganda savaşı ve İran’a karşı seçimler üzerinden istikrarsızlık yaratma çabaları durumunda dahi takip etmeyecektir.
Hiçbir Latin Amerika ülkesi, ABD’den ekonomik ve diplomatik olarak kopuşan halkçı-ulusalcı hükümetler dahi ABD’nin demokratik yollardan seçilen devlet başkanlarına karşı düzenlediği askeri darbeleri tolore etmeyeceklerdir. Bu büyük endişe ve arka planında ABD’nin olduğu darbeye duyulan nefret, ABD destekli kabus dolu askeri diktatörlük yıllarının, Latin Amerikalı politik sınıfların hafızasında yer etmesinden kaynaklanmaktadır.
Obama’nın askeri saldırganlığı, emperyal gücü yeniden kazanmaya yönelik stratejisi Amerikan Cumhuriyeti’nin düşüşünü hızlandırıyor. Onun yönetsel izolasyonu, yönetim kadrosunu ve kongreyi işgal eden İsrailli ağır toplara olduğu kadar, bu stratejiyi İsrail’in kendisinin Filistin ülkesini gaspı ve İran’ı askeri olarak tehdit etmesi olarak tanımlayan medyadaki nüfuzlu İsrail yanlısı uzmanlarına olan bağımlılığıyla giderek ortaya çıkmaktadır.
Eski güce ulaşma stratejisi geri tepmiştir. Emperyal varoluşu geri kazanmanın yerine, Obama cumhuriyeti ve onunla birlikte Amerikan halkını daha büyük bir mutsuzluğa ve belirsizliğe batırmıştır.

N O T L A R
[1] James Petras’ın lahaine.org isimli web sitesindeki İngilizce orijinalinden CANAN ATEŞ tarafından Türkçeye çevrilmiştir.
[2] CCB (Kıtasal Bolivar Koordinasyonu) kolektif başkanlarından ABD’li entelektüel.
[3] Lewis Carroll’un harikalar diyarındaki duvar üzerinde oturan geveze yumurta Humpty Dumpty konuşurken sürekli düşer ve kırılır. Literatüre “kırıldıktan sonra asla eskisi gibi bir araya getirilemeyen şeyler”i ifade etmek şeklinde geçmiştir. Masaldaki yumurta akıllanmayıp konuşmaya, düşmeye ve kırılmaya devam eder.