
İşçi sınıfının dünya tarih sahnesine
çıkışı ile, kapitalizmin ilk bunalımının aynı zamanda olması bir rastlantı
değildir. Avrupa'da işçi sınıfı 1848'lerde artık kraldan, kral bozuntularından,
ya da yüzüne hürriyet gülücüğü takmış burjuva devlet yöneticilerinden bir takım
haklar istemiyor, bütün köhne çatılara karşı başkaldırıp kendi iktidarına
yöneliyordu.
Bundan sonraki bunalımlar da aynı
sancılı dönemlerini yaşadı. Kıtlık, kıyam, açlık, sefalet, kitle kıyımları,
işsizlik, ekmeksizlik .. Ve bilinçlenme, örgütlenme. Ve de daha üst planda bir
iktidar mücadelesini pekiştirme. Öte yandan kapitalizm, bunalımın geçici
çözümlerini de buldu. Önceleri fazla gelen, kendi toplum düzeyinde tüketemediği
mamül maddeleri, ülke sınırlarının dışına, özellik¬le sanayileşmemiş yoksul
ülkelere taşıdı. Ticaret alanında gelişmeleri güçlendirdi. Ve bununla beraber
yoksul ülkelerden yok pahasına, çok kere asker zoruyla, hammaddeleri söküp
kendi ülkesine götürdü. Yani bir yandan ekonomik alanda pazar sıkıntısını
çözdü, ferahladı, öte yandan bunalımını politik olarak ülkesinden ihraç etmiş oldu.
Ve fakat her periyodik bunalımın sonunda para ve üretim araçlarının daha az
ellerde toplandığı, küçük sermayelerin yok olduğu, tekelci grupların
filizlendiği bir üst plana yük¬seldi. Bunlar sömürgecilik döneminin temel
ölçüleridir.
1900'lara gelindiğinde kapitalizmin bir
aşama kay¬dettiği görüldü. Kapitalizm gene sömürücü idi, özünden birşey
kaybetmemişti, fakat biçim olarak bir değişikliğe ulaşmıştı. Özel bir evresini
yaşayacaktı. Bu, kapitalizmin en yüksek aşaması, tekelci kapitalizm ya da
emperyalizmdir.
Emperyalizmin belli başlı özellikleri
şöyle tanımlanmıştır.
«a) Üretimde ve sermayede görülen
yoğunlaşma öyle bir yüksek gelişme derecesine ulaşmıştır ki, iktisadi hayatta
kesin rol oynayan tekelleri yaratmıştır;
b) Banka sermayesi sınayi sermayeyle
kaynaşmış ve bu «mali sermaye» temeli üzerinde bir mali oilgarşi kurulmuştur;
c) Sermaye ihracı emtia ihracından ayrı
olarak, özel bir önem kazanmıştır;
d) Dünyayı aralarında bölüşen
uluslararası tekelci kapitalist birlikler kurulmuştur;
e) En büyük kapitalist güçlerce dünyanın
toprak bakımından bölüşülmesi tamamlanmıştır.»
İçinde bulunduğumuz yirminci yüzyılın
belirleyici rengi işte böyle başlamıştır. Bu, sermayenin, kapitalist ülkelerin
dışında, mamül maddelerden ayrı bir önem kazanarak yatırımlara geçmesi,
(kapitalist gelişmeyi çok ilkel, çok çarpık, çok haşlak da olsa) o ülkelerde
kapitalizmin fiizlenmeye başlaması demektir. Kapitalizmin gelişmesi, işçi
sınıfının kımıldanmaya başlaması demektir.
Ayın zamanda feodal karakterli yoksul
ülkelerin kapitalist üretim biçimine doğru çözülmeye başlaması da demektir.
Emperyalizm, bir yandan dünya ülkelerini
«emperyalist zincirin birer halkası» haline getirirken; öte yandan dünyayı
nüfuz alanlarına da kendi içinde bölü verdi. «Özel avlama bölgeleri» yarattı.
Buna bir de burjuva devlet yapısının değişikliğini eklemek gerekir. Emperyalist
devletler, «tekelci devlet kapitalizmi» gereği olarak daha bir
askerileştirildi, daha bir bürokratlaştırıldı. Burjuva diktatoryası daha bir
pekiştirildi. Ve gerek ekonomik çıkarlar, gerek politik çıkarlar, kapitalizmin
gelişmesi seyri içinde sömürü alanını genişletmek ve bunalımın ihracını
sağlamak bakımından su yüzüne gün günden beter şekilde vurmaya koyuldu.
Bunalımın sancısına işçi sınıfı ve köylülüğün iktidara yönelen mücadelelerini
de eklersek, emperyalist ülkeler arasındaki çelişkinin ne kadar ağır olduğu
anlaşılır. Zaten kapitalizmin dünyaya yayılması, dünya çapında şu ya da bu ölçüde
kapitalizme tepkileri de beraberinde getirmiştir.
Emperyalist ülkelerin kendi aralarında
ilk büyük dalaşı, dünyayı yeniden bölüşmek temelinde yükselen birinci dünya
savaşıdır. Bu savaş bazı iri - kıyım emperyalist ülkelere yaradıysa da genel
olarak emperyalizmin hesabında olmayan ve çıkarma gelmeyen sosyalist ülkelerin
doğuşunu getirdi. Askeri feodal Çarlık devletini, işçi sınıfı ile köylülük
yerle bir etmişti. Bu, yeni durumdu. Ve dünyanın konumu değişmeye yönelmişti.
Bu ilk dalaştan sonra emperyalist
ülkeler arasındaki çelişme devam etti. Gündemin birinci maddesinden inmedi.
Fakat nüfuz alanlarına bölünen dünya ülkeleri boyun bükmeye devam etmiyorlardı.
Bağımsızlık savaşlarına yöneliyorlardı. Bu savaşlarda o ülkelerin işçi sınıfı
da yer almaya başlamıştı. Hatta savaşın öncülüğünü çeker olmuştu.
Emperyalist çelişkiler 1940'larda
yeniden savaş planında tekrar gündeme geldi. Bu, dünya çapında büyük bir
bunalımdı, emperyalizmin ikinci büyük bunalımı... İşçi sınıfına, emekçi halka
ve diğer ülkelere azgın bir şekilde saldıran emperyalist ülkeler, temelde
sermayedar çıkarını kollamaktaydı. Kar bozulmasın, cennet dünya yıkılmasın
diyarlardı. Ve bu ikinci paylaşım savaşında yok edilmek üzere hedef alınan
Sovyetler Birliği de vardı.
İkinci dünya savaşı emperyalizm için bir
pirus zaferidir. Temelde yoğunlaşan üretim ile orantılı pazarlama alanları
aranırken, sömürü - soygun garantiye bağlanmak istenirken, silah ters tepti.
Silahı ters teptiren de işçi sınıfı ve emekçi halkın kendi kurtuluşu yönünde
yükselen mücadele bayrağının doruğa dikilmesiydi. Savaş sonunda artık dünyanın
1/3'ü emperyalist - kapitalist üretim bölüşüm ilişkileri dışına taşmıştı.
Sosyalist ülkelere dönüşmüştü. Ve savaş sonunda dünya politikasında onlar da
yer alacaktı. Kapitalist dünyada ise savaştan az yıpranmış olarak çıkan ABD,
«hür dünyanın» ağababası, jandarması kesilecekti. Ve yoksul ülkelere kan
kusturacaktı.
Fakat hızlanan ulusal kurtuluş
savaşları, işçi sınıfı ve emekçi halkların yükselen mücadelesi, bunları
destekleyen sosyalist ülkeler, azgınlaşan emperyalist saldırıların burnunu yerlere
sürtecek, zaferi çabuklaştıracaktır.
İkinci paylaşım savaşından, yani
1945'lerden sonra dünyanın çehresi emperyalizm aleyhine daha bir değişmiştir.
Emeğin üretkenliği açısından değerlendirilmesi mümkün olan bir bilimsel ve
teknolojik devrim vardır. Üretim kapasitesini alabildiğine artırmıştır. Ancak
bu artış oranında sermayede bir yoğunlaşma söz konusu değildir
Zira pazar sorunu, bunalımı iyice
artırmıştır. Bunalımın ihracı ise artık eskisi kadar kolay değildir. Zaten
uluslararası birleşik sermaye «çok uluslu tekeller» adı altında serpilip
yoğunlaşmıştır. Bunalım her alanda birden derinleşmektedir. Gerçi tekeller
üretimi yer yer sınırlandırıp, fiyat dayatma gücünü kullanarak aşırı kar
sağlamaktadırlar. Fakat atıl kapasite işsizler ordusunu dağlar gibi
yükseltmekten başka bir işe yaramamaktadır. Fiyatlar da öte yandan dörtnala
koşmaktadır. Bunalımın ihracı da eskisi kadar kolay olmadığından, kapitalist
bunalımın feraha ermesi, atılıma ulaşması artık tarihe karışmıştır.
Yani emperyalist - kapitalizmin bunalımı
süreklidir.
Ve giderek derinleşmektedir. Bu,
emperyalist dönemin başında emperyalizm için «kapitalizm ölüm döşeğine
girmiştir, bir daha çıkmayacaktır», «çamur ayaklı dev», «can çekişen, bunalan,
tekelleşen kapitalizm» gibi bilimsel değerlendirmeleri yapan işçi sınıfı
önderlerini haklı çıkarmıştır.
Çağımız emperyalizmin proleter devrimler
çağıdır. Emperyalist kapitalizm ne yapsa da bunalım ve krizlerine çözüm bulamıyor.
Bu durum halklara sömürü, kan ve göz yaşından başka birşey vermeyen, vermeyen
emperyalizmin yıkımının güncel olduğu gerçeğini gösteriyor.İşçi ve emekçi
yığınlar bellerini doğrultup devrimci bir temelde yeniden ayağa kalkarak
emperyalist kapitalizmi mutlaka yerle bir edecek ve dünyaya eşitlik ve özgürlük
egemen kılınacaktır.