5 Kasım 2008 Çarşamba

FAŞİST YÖK DAĞITILSIN !

Egemen sınıflar ve burjuva düzen partileri ve değişik klikler arasında üniversitelere egemen olmak için yoğun bir mücadele yaşanırken, YÖK’ün 27 yıldan bu yana getirmiş olduğu ünivesitelerin her alanda geriye gittiğini ve bilim üreten merkezler haline gelme yerine, sisteme Türk İslam sentezci politikalara uygun kadro yetiştiren ve sermayeye hizmet eden birer ticari kurumlar haline dönüştürüldükleri bir gerçek. AKP hükümeti YÖK’ün bu anti-demokratik ve faşist karekterini öne çıkartarak, üniversiteleri dinci gerici ve birer paralı iş merkezlerine haline dönüştürerek kendi politik ihiyaçlarına göre düzenleme planına destek yapmaya çalıştı.
Aslında YÖK’e, AKP’ yalnızca kendi politik çıkarları için dokunmaya çalıştı .Bu YÖK’ün olduğu gibi korunup kollanması ve üniverseitelere dini geriicliğin daha fazla sokulması ve bunun yasal hale getirilmesi demekti. Haliyle YÖK olduğu gibi korundu; üniversitelerin demokratik-özerk ve bilimsel eğitim yapmasına karşı çıkılarak, üniversiteleri yeni dünya düzeni ve sermayenin emrine koşulmasını ve öğrencilerin müşteri ve üniversitelerin işveren olarak örgütlenmesini amaçlandı. Böylece üniversitelerin paralı hale getirilerek emekçi halk çocuklarının yüksek öğrenim görme hakları ellerinde alınmaya çalışıldı.
Nitekim 27 yıldan bu yana devletin adına üniversiteleri yöneten YÖK’ün üniversiteleri getirdiği nokta TC devletinin üniversitelere ne kadar önem verdiğini gösteriyor. Gelir kaynakları esas olarak savunma adı altında silahlanmaya ve borç faiz ödemesine ayıran TC devleti, eğitime ayırdığı parayı sürekli olarak kısarak eğitimi paralı hale getirme yolunda önemli adımlar attı.
Bunun sonucu olarak gelinen durumda Türkiye'de resmi veriler, yüksek öğretimdeki okullaşma oranı bakımından hala çok geriler de olduğunu, üniversitelere devlet yardımının giderek düştüğünü, öğretim elemanı açığının da büyüdüğünü gösteriyor.

Ülkelerin yükseköğretimdeki okullaşma oranları ile gelişmişlik düzeyleri birbirine paralel geliştiği iddia ediliyor. Buradan hareketle Türkiyenin okullaşma oranına baktığımızda olay daha iyi anlaşılmaktadır. Örneğin okullaşma oranı 1950-51 öğretim yılında yüzde 1.3 iken, 1985-86'da yüzde 10.7'ye, 1990 -91'de 15.7'ye, 2000'lerin başında 27.4'e ulaştı. Buna rağmen daha önceden belirlenen yüzde 31'lik hedefin gerisinde kalınmış olduğu görülüyor.
Yükseköğretimdeki okullaşma oranı Belçika'da yüzde 56, Fransa'da yüzde 51, Almanya'da yüzde 46, Hollanda'da yüzde 48, ABD'de yüzde 81, Kanada'da yüzde 88, Japonya ve İsrail'de yüzde 41, Güney Kore'de de yüzde 52. Bu oran, Mısır'da yüzde 20, Hindistan'da ise yüzde 7.
Her ne kadar Türkiyede son 20 yılda üniversite sayısı 19'dan 73'e, fakülte ve yüksekokul sayısı 334'ten 1332'ye yükselir ve aynı şekide bu aynı dönemde öğrenci sayısı 240 bin 403'ten 1 milyon 133 bin 768'e, öğretim elemanı sayısı da 22 bin 223'ten 36 bin 530'a çıkmasına, bir başka deyişle bu süreçte, üniversite sayısında 3.8, fakülte ve yüksekokul sayısında 4, öğrenci sayısında da 4.7 kat artış olurken, öğretim elemanı sayısındaki artış 1.6 kat artmasına rağmen yinede okulaşmada istenen düzeyin tutturulduğu ve eğitimde kalitenin sağlandığı söylenemez.
Böylece 1982'de öğretim elemanına 10 öğrenci düşerken, 2002 sonunda öğretim elemanı başına düşen öğrenci sayısı 31'e yükseldi. Bu rakam eski devlet üniversitelerinde 27, yenilerde 35, vakıf üniversitelerinde ise 17.
2005'te okullaşma oranının yüzde 40'a yükseltilmesi hedefi dikkate alındığında 6 bin yeni öğretim üyesinin yetiştirilmesi ve bir an önce göreve başlatılması gerekiyor.
1983'te toplam bütçe ödeneklerinin yüzde 3.8'i üniversitelere giderken, bu oran 2002'de yüzde 2.5'e, 2006’da ise yüzde 3.73'te kalmıştı.
Devlet, son beş yılda üniversitelere istedikleri ödeneğin ancak yüzde 46.3'ünü verebilmiş. Gerisi ise öğrencilerden harçlar görüntüsü altında alınmıştır. Yine bu aynı dönemde öğrenci başına bütçe harcamalarında da ciddi bir gerileme yaşanmıştır. 1982'de bütçesinden öğrenci başına 1297 dolar, 1983'te 1556 dolar harcama yapan devlet, sonraki yıllarda kısıntıya gitmiş.. 1989' da 661 dolara düşen harcama, 1993' te tekrar 1256 dolara yükseldiyse de sonraki yıllarda daima bin doların altında kaldı. 2001' de öğrenci başına 506 dolar olan harcama, geçen yıl 709 dolardı. Bu durum devletin yükseköğretime kaynak aktarmak gibi bir plan içinde olmadığını ve eğitimi hızla paralı hale getirme çabası içinde olduğunu gösteriyor.
Devletin bütçeden bilimsel araştırmaya tahsis ettiği ödenek toplamı ise 2000'de 13, 2001'de 12.1, 2003'te de 14.9 milyon dolar.
Türkiye, özel yükseköğretim harcamalarının GSYİH'ya oranı açısından da çok geride. Bu oran, Avustralya'da yüzde 0.51, Fransa'da 0.12, Yunanistan'da 0.17, Kore'de 2.07, ABD'de 1.22 olan oran Türkiye'de yüzde 0.03.
Tüm bu verilerde gösteriyor ki egemen sınıflar ve onların hükümetleri adları ister YÖK olsun isterse başka bir şey olsun, üniversiteleri parası olanın okuyabildiği ticarethaneye dönüştürmeyi ve devlet ünivesitelerine ödenekleri keserek özel üniversiteleri teşvik etmeyi ve sermayeye hizmet eden birer kurumlar haline getirmeyi hedefliyor. İşçiler, emekçiler ve öğrenciler bu gerici dayatmaya karşı çıkıp özerk, demokratik ve bilimsel eğitim ve halkçı üniversiteler için mücadele etmeden, mevcut durumun emekçilerin lehine değişeceğini hayal etmek kadar saçma bir şey olamaz. Onun içindir ki, 6 Kasım 1981 yılında faşist cunta tarafından üniversiteleri devlete sıkıca bağlamak amacıyla kurulan Yüksek Öğrenim kurumu (YÖK) 27.yıldır üniversiteleri zaptu rapt altında tutuyor. 27. Yıldönünde her yerde her alanda öğrenci gençler olarak alanlara çıkarak ; “ YÖK dağıtılsın, parasız, özerk, demokratik ve halkçı üniversiteler “ istemiyle mücadeleyi yükseltelim..