15 Eylül 2016 Perşembe

Mustafa Kemal Türk Irkçısı Değildi Yalanı..!

M.kemal türkçülük üzerine ile ilgili görsel sonucu
Kemalist aydınların ezici çoğunluğu M.Kemali Irkçılığa karşı mücadeleden bir lider olarak gösterirler. Ama gerçekler bu iddianın tersini tanıtlamaktadır. Osmanlı İmparatorluğu'nun devamcısı olan M. Kemal, koyu bir Türk ırkçılık yaptı. O kadar ki, 1939 yılında doğum günü nedeniyle kendisini kutlayan Türk heyetine, Hitler, M. Kemal'e birinci öğrencisinin Mussolini, ikincisinin ise kendisi olduğunu söyleyebiliyordu.
Gerçi ırkçılık M. Kemal'in bir buluşu değildi. O kapitalizm ile birlikte ortaya çıktı ve sömürgelerde batılı burjuva sınıfları tarafından uygulandı. M. Kemal ise, geçmişteki bu uygulamalardan çok şey öğrendi. Ama hakkını inkar etmemek lazım. O da kendisinden sonraki ırkçılar için "iyi" bir örnek olmayı başardı.
Türk milliyetçisi, M. Kemal'in Kürt politikası ise zamane biçimler aldı. Ama M. Kemal'in Kürt sorunundaki inkarcı ve imhacı politikası hiç bir zaman temelden bir değişiklik göstermedi. Ancak M. Kemal emperyalistlerin dayatmasına bağlı olarak nasıl ki dincilere ve diğer halkların bazılarına karşı ikili politikalar uyguladıysa, bu aynı politikayı Kürtlere karşı göstermedi. Elbette Kurtuluş Savaşı döneminde Müslüman halklara dost göründü ve onların kardeşliğinden, hak eşitliğinden laf etmekten de çekinmiyordu. Ama TC devletini güçlendirip, iktidarını sağlamlaştırdıkça vaatlerinin hiç birisini tutmadı ve Kürdistan'ı baştan başa kan gölüne çevirdi.
Elbette M. Kemal'in Müslüman ve Türk olmayan halklara karşı izlediği ikiyüzlü politika nedensiz değildir. O kurtuluş savaşına başlarken Kürt halkının desteğine muhtaçtı. Hatta savaşa Kürdistan'dan başlayarak örgütlemek zorundaydı. Bu desteği sağlamadan bir tek adım bile atamayacağını iyi biliyordu. Bu nedenle de Erzurum'a varır varmaz Kürt toprak ağaları, aşiret reisleri, şeyh ve dedelerle ilişki kurdu. Onlara mektuplar yazdı. Kürtlerin varlığına ve haklarına saygılı davranılacağına dair teminat verdi. Örneğin, 1920 yılında meclisi açarken yaptığı konuşmada şunları söylüyordu;
" Meclis-i alimizi teşkil eden zevat yalnız ' Türk değildir. Yalnız Kürt, yalnız Laz, yalnız Çerkez değildir. Fakat hepsinden mürekkep anasır-ı İslamiyedir."
Ancak o koşullarda bile Kürt halkına karşı el altından düşmanlık yürütmekten geri kalmadı. 1920 yılında Türk milliyetçisi olan insan kasabı generaller, Koçgiri bölgesinde özgürlüğü için savaşan Kürt halkına saldırdılar, katliamlara giriştiler. Aynı şekilde Kürdistan'ın başka yerlerinde de Kürtlerin ulusal, demokratik haklarına sahip çıkma yönündeki çalışmalarına M. Kemal engel olmak için elinden geleni yaptı.
Her şeye rağmen Kürt emekçileri ulusal kurtuluş savaşına katıldı ve Türk emekçileriyle omuz omuza dövüştü. Ama savaşın bitmesinden sonra M. Kemal için artık ön plana çıkan düşman Kürt ulusuydu. Türk egemen sınıfların hükümeti, bir yandan Lozan'da emperyalistlerle Kürdistan'ı pazarlık konusu yaparken yalan söylüyor ve Kürtlerin kendileriyle birlikte yaşamak iste-
diklerini ileri sürüyor, diğer taraftan ise Kürt halkının varlığını inkar ediyor ve bu halkın hiç bir ulusal, demokratik hakkına saygı' göstermiyordu. Elbette Kürt ulusunun varlığını inkar etmek kadar gerçek dışı, gülünç bir şey düşünülemezdi. Ancak M. Kemal hükümeti bu halkı yok etmeyi programlayınca, onun varlığı da bir çırpı da inkar edildi.
Günümüzde ise sorun Kürt halkının varlığını kabul edip, etmemek değil. Çünkü Kürt ulusunun var olup olmadığı, ilhakçı ve işgalci güçlerin isteklerine bağlı olarak değişmeyen somut bir gerçektir. Zaten Kürt halkının var olmadığını savunan inkarcı ve işgalci Türk egemen sınıflarının görüşleri, devrimciler ve emekçilerce tarihin çöp sepetine atılmış bulunmaktadır. Bugün üzerinde durulması gereken M. Kemal iktidarının Kürdistan'da neden böyle bir politika izlediğidir.
İspanyollar Amerika kıtasına, Portekizler Afrika'ya, Hollanda ve İngilizler Hindistan ve diğer ülkelere neden gittiyse ve oraları hangi amaçla işgal ettiyseler, M. Kemal öncülüğündeki Türk burjuvazisi de Osmanlı imparatorluğundan devraldığı ilhak ve işgalci politikayı, Kürdistan'ı işgal altında tutmayı bu yüzden sürdürdü.
İngilizler, Portekizler, Hollanda ve İspanyollar kim olursa olsun tüm işgalci ve sömürgeciler başka halklara ait topraklara girerken bir tek amaç peşinde koşuyorlardı. Bu amaç o ülkenin devlet kurma hakkını gasp ederek, emperyalizm ve yerli tekellerin çıkarları için zenginlik kaynaklarına el koymak, onları yağmalamaktı. Türk burjuvazisi de aynı amaçla Kürt emekçilerine saldırdı. Kürt halkının varlığını inkar etti ve yoğun bir terör estirdi. Ama bu politika kaçınılmaz olarak kısa sürede tepki doğurdu ve daha 1925 yılında Kürt halkı ayaklandı. Türk egemen sınıfları kanlı bir şekilde bu ayaklanmayı bastırarak, görülmedik bir imha politikası izledi. Ancak onların tüm çabaları boşuna gitti. Kürt emekçileri Kemalist iktidara karşı defalarca ayaklandı. Fakat çeşitli nedenlerle bu ayaklanmaların tümü yenilgiye uğradı. Ancak ortada bir gerçek var ki, Kürt halkı hiç bir dönemde Kemalist iktidarın inkarcı ve imhacı politikasını kolayca kabullenmedi. Fırsat yakaladıkça Kemalist iktidara karşı mücadele yürütmeye çalıştı.
Meydana gelen Kürt isyanlarını da bahane eden M. Kemal iktidarı, Kürdistan'da eşine az rastlanır derecede vahşet yarattı, yüz binlerce insanı katletti. Kemalist iktidar Kürt halkı için ölüm, sürgün, hapis-ve işkence dışında bir anlam ifade etmiyor. Bugün hala aynı durumda devam ediyor inkarcı ve imhacı güçler, Kürdistan'da köyleri ateşe verdiler. İnsanları keyfi biçimde kurşuna dizerek, evlere, değirmenlere doldurup diri diri yaktılar. Hamile kadınlar, küçük çocukları süngüleme de Türk ordusu için eğlence halini aldı. Onlar ölüleri dahi rahat bırakmadılar.
Bir zamanlar Avrupalı sömürgeci ve insan avcıları sömürgelere gittiklerinde katlettikleri insanların başı, kulak ve burun gibi organlarını kesip, "vahşileri" tanısınlar diye Avrupalı yöneticilerine gönderiyorlardı. Örneğin Vasco De Gama Mısır'a gittiğinde halk karşı çıkmıştı. Bunun üzerine 20 bin Mısırlı'yı öldüren Portekizli kaşif, onların kulak, burun vb. organlarını kesip ülkesine göndermişti. Türk ordusu da katledilen Kürdistanlı Ali Şer, Şahan ve daha nice yurtseverin başını kestirip, görsünler diye generallere yolladılar.
Diyarbakır'da kurulan istiklal Mahkemeleri göstermelik yargılamalar sonucu, Kürt isyanına katıldığı gerekçesiyle başta. İsyanın lideri Şeyh Sait olmak üzere, yüzlerce Kürt meydanlarda idam edilerek, sokaklarda uzun süre asılı tutuldular. Bununla da yetinmeyen Kemalist diktatörlük, 1925'ten sonra sık sık sürgün ve mecburi iskan yasası çıkararak, yüz binlerce Kürt yerlerinden koparılıp sürgüne gönderilmiştir.
Açıktır ki M. Kemal'in Kürdistan politikası kanlı bir imha ve inkar harekatı, zorla boyun eğdirmektir. Bunun haklı bir yanı asla olamaz. İngiltere'nin Hindistan'ı, İspanyolların Amerika'yı ve Portekizlilerin Afrika'yı sömürgeleştirmeleri ne kadar ."haklı" ise, Kemalist burjuvazinin Kürdistan'ı işgal ve ilhak ederek zorla kendisine bağlaması da o ölçüde "haklı" gösterilebilir.
İşte M. Kemal Kürt emekçileri için budur. O burjuvazinin iktidarını ayakta tutmak ve egemenliğini sürdürmek, patronların kasalarını doldurmak için bu ülkedeki işgali derinleştirdi ve katliamlar yaptı. Kürdistan'ın zenginlik kaynaklarının talanından Türk burjuvazisi de nasiplendi. Kürdistan zengin doğal kaynaklarına karşı yoksullaşırken, Türk egemen sınıfları da bu
sayede servetini arttırdı.
Ancak Kemalist burjuvazi iktidarı Kürdistan'ı işgal ve ilhak ederek bağımlı bir konumda tutabilmek için yalnız katliam, sürgün, baskılar ve yasaklamalarla olmayacağını biliyordu. Bu işi başarıya ulaştırmak için daha başka araçlara da ihtiyaç vardı. Bu yüzden iki yönlü işleyen ama aynı amaca hizmet eden bir ideolojik propaganda yürütüldü.
1- Kürt halkını şovenizmle zehirlemek. Bunun için Türklerin "üstün ırk"tan olduğu masalı ortaya atıldı.
2- Kürt halkının varlığını inkar etmek, onu küçümsemek ve böylece aşağılık kompleksi içerisine atmak.
Bilim ve kültürde Türkçü gericiliğin mimarı M. Kemal yukarıda değinildiği gibi sömürücü sınıfların çıkarları adına yola çıkmış olan bütün diktatörlüklerin en büyük korkusu gerçek" lerdir. Çünkü gerçeklerin kitlelere mal olması onların sonu anlamına gelir. Bu yüzden diktatörlükler için kendi isteklerine gözü kapalı bir biçimde inanan, söylenen her yalana kanan uysal insanlar yaratmak her zaman bir amaçtır.
M. Kemal'da bu konuda bir istisna olamazdı. O korkunç bir sömürü ve baskı rejimi kurarak emekçi sınıf ve tabakaları, Kürt, Laz, Çerkez, Arap gibi halkları ezdi,
Diğer taraftan ise "sınıfsız, imtiyazsız, kaynaşmış bir millet" yalanını piyasaya sürdü.
Oysa Türkiye'de sınıflar vardı ve sömürücü sınıflar emekçi sınıf ve tabakaları eziyor, sömürüyorlardı. Kitlelerin bilinçlenmelerini ve burjuvazi ile büyük toprak ağaları karşısında güçlü bir hale gelmelerini engellemek için, her türlü demokratik hak ve özgürlükler rafa kaldırıldı. Bilimsel çalışma adı altında bilim düşmanlığı yapıldı. Somut gelişmeler inkar edildi ve bilime ters düşün bir sürü görüş göklere çıkarıldı. Bu amaçla önce uyduruk bir tarih tezi ortaya atıldı.
Türk ırkının bütün ırkından "üstün" olduğu öne sürüldü. Bunu "kanıtlamak" için hayali göç haritaları yapıldı. Türk dilinin bütün dillere kaynaklık ettiğini göstermek amacıyla da "Güneş Dil Teorisi" icat edildi. Bu amaçla "bilimsel" adı altında bir takım toplantılar düzenlendi, kongreler yapıldı. Yapılan bu tartışmaların isminin önüne bilim adamı veya profesör sözcükleri takılmış olan bir takım kişiler, önceden hazırlanmış resmi uydurmaları propaganda örneği tekrarlayarak sözde "bilimsel" tartışmalara giriştiler.
Bir yandan Türk ırkının üstün olduğu savunulurken diğer yandan Kürt halkının varlığı inkar edildi.
Bilim hokkabazları tarafından bu halkın tarihi bütünüyle yok sayıldı, kültürel değerleri inkar edildi ve dilini konuşması yasaklandı. "Ne mutlu Türküm diyene.", "Bir Türk dünyaya bedeldir.", "Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur." vb. gibi ırkçı, faşist sloganlar yaygınlaştırıldı.
Diğer yandan Kürt emekçileri aşağılandı, horlandı. "Kürt diye
bir şey yoktur.", " Vahşi Kürt.", " Kuyruklu Kürt .", "Kürt demek kurt demektir.", " Kür karda yürürken çıkarılan kart-kurt seslerinde ya da katırın arpa yemesi sırasında çıkardığı sesten meydana gelmiştir." vb. gibi saçma görüşler bunun açık kanıtıdır.
Türklüğü geliştirme ve toplumu tümüyle Türkleştirme amaçlı kongre toplantılarında Mezopotamya, Ege, Girit, Çin, Mısır ve Hint medeniyetlerinin Türkler tarafından yaratıldığı propagandası yapıldı. Bütün bu gerçek dışı iddialara, zırvalıklara haklılık kazandırmak için, sözde kanıt gösteriliyordu. Ama gösterilen "kanıt"da iddianın kendisi kadar saçmaydı. Çünkü medeniyetin doğduğu yıllarda bu ülkelerin hiç birisinde Türkler yaşamıyordu. Üstelikte dünyada hiç kimse anti-bilimsel bu görüşleri ciddiye bile almıyordu. Kemalistler bu işin üstesinden gelebilmek için çok eski tarihlerde Türklerin Orta Asya'dan çıkıp dünyaya yayıldıklarını ve “gittikleri yerlerde” bahsedilen uygarlıkları yarattıklarını öne sürdüler. Tabi hemen arkasında bu tezin "çürütülemez bilimsel gerçek olduğu" söylendi. Çünkü M. Kemal öyle istemişti. Öyle istediğine göre de onun doğruluğunu savunmaktan başka çareleri yoktu "bilim adamlarının". O dönemde savunulan görüşlerden verilecek bir kaç örnek durumu daha iyi bir biçimde açıklığa kavuşturmakta yardımcı olacaktır.
" Bugün tarihte böyle bir ırkı millet halinde görmek bir hassa zamanımızdaki insan hayallerinin pek çoğuna nasip olmayan büyük bir kuvvet ve büyük bir şereftir."
"Tarihin en- büyük cereyanlarını yaratmış olan Türk ırkı en çok benliğini muhafaza etmiş bir ırktır. Umumi tarihin ve medeniyet tarihini bugünkü, mütefekkir (düşünür) beşeriyeti o kadar merak ile işgal eden karanlık sayfalarını izah için, Türk ırkını esas tutmaktan başka çare yoktur."
(Türk Tarihinin Ana Hatları. Aktaran Dr. İsmail Beşikçi. Türk Tarihi Tezi ve Kürt sorunu.)
Görüldüğü gibi tarihi hem de onun "karanlık sayfalarını" (bilinmeyen dönemlerini) öğrenebilmek için, Türk ırkına başvurmaktan başka çözüm yolu olmadığı ileri sürülüyor. Üstelik yalınız tarihteki uygarlıkların Türkler tarafından yaratıldığı iddia edilmiyor, tarihten önce de Türklerce medeniyet yaratıldığı savunuluyor. "Tarihten evvel ki zamanlarda ve tarihi devirlerde ayrı ayrı cemiyetler, medeniyetler vücuda getirmiş olan bu büyük ırkın mensuplarıdır." (Aynı kitap. Aktaran i. Beşikçi.)
"Bir Türk başlı başına bir ümmettir. Kısacası Farslıların, Irak-ı Acem'in, Irak-ı Arapın, Haricilerin kuvvetleri bir şahısta toplansa, o insan bir Türke denk olamaz." (Aktaran i. Beşikçi.)
Ama övgüler bu kadarla bitmiyor. Türk; "yalnız kahramanlık ve cengaverlikte değil, fikirde ve medeniyette de insanlığın şerefi, ilan edildikten sonra, sıra o üstün,"ırktan" olan "en büyük" kişiye geliyor. Çıkar hırsının ve yükselme isteğinin gözlerini bürüdüğü burjuvazinin sözcüleri, dalkavuklar, M. Kemal'i tanrılaştırma yarışına giriyor ve ona sığınıyorlar. Çünkü yükselmek ve mal, mülk sahibi olabilmek için M. Kemal'e methiyeler dizmekten başka çare yoktu.
" Bütün Türklük adına hakikatin şanIı timsali büyük reis, bu yolu açan ve hepimizi irşatlarının mutemedi ışığında yürüten rehber olarak tanımlar ve şükranla selamlarım." (Birinci Türk Tarih Kongre-sinde Dr. R. Galip beyin yaptığı konuşmadan aktaran İ. Beşikçi.)
" Efendiler hem söyleyelim ki gördüğümün düğümü gibi, beşer aklının kavrayamayacağı hiç bir muamma yoktur ki, büyük gazinin şimşekler yaratan gözlerinin bir an nazarı altında bütün kolaylıkla halledilmiş olmasın.
Asker, hedefiniz Akdeniz'dir demiş idi. Dediği oldu. Bu üç kelimelik küçük cümle cihanda 300 bin sene payidar olacak bir hükümet kurdu. Sözlerine imanımız kadar itimadımız olan 0, büyük kurtarıcı bugün de yalnız bizim değil, bütün ilim ve mefkure (düşünce) dünyasının parlak bir nuru oldu. Bugün yeni o ses kainata bağırıyor. Dünyada ilk medeniyet tohumunu atan bizin babalarımızdır." (Birinci Türk Tarih Kongresinde Tarih Öğretmeni İlhan Şerif beyin konuşmasından aktaran İ.Beşikçi.)
"Temas ettiği her şeye hayat ve ruh izafe eden ulu gazi, yüzlerce asırların ihmal ettiği bu noktaya da sihirli asasının ucuyla dokundu. Madem ki bu temas vaki olmuştur ve madem ki derinlikleri ölçmek mümkün olmayan dehanın şüleleri bu meseleyi aksettirmiştir, artık emin olmalıyız ki, bu canlı mesar, bu nurlu yol üzerinde yürüyecek ve gazinin asri bu muazzam eserin teesüs ettiğini beheme-hal görecektir. Türklerin tarihi ve tarihten evvelki devirlerde ifade ettiği medenileştirme ve terbiye vazifesi ve Türkçenin bütün insanlar üzerindeki analık rolü, behemehal teslim olacaktır." (Birinci Türk Tarih Kongresin de Prof. Yusuf Ziyabey. Aktaran İ. Beşikçi.)
"Muhtemel meslektaşlarım bugün, bize öz varlığımızı bildiren yüce gazinin nurlu irşatları.
Nice hakikatler yaratan büyük gazinin azimkar hizmetleriyle pek yakında daha büyük eserlere nail olabiliriz." (Birinci Türk Tarihi Kongresin de İsmail Hakkı Bey'in yaptığı konuşmadan aktaran İ.Beşikçi.) "Biz bugün saadeti idrak etmiş Türk çocuklarıyız. Bize bu saadeti yaşatan ulu gazimize binlerce minnet ve şükran ...
Konferansımızı bitirmeden evvel cihanda ve tarihte büyük Türk ırkının mevkiini yeniden parlatan. Türk dahisi, Türk tarihinin en büyük şahsiyeti, büyük gazi hazretleri önünde hürmet ile eğiliyoruz." (Birinci Türk Tarihi. Kongresi'nde Pr. Sadri Maksudi Bey'in konuşmasından aktaran -İ-Beşikçi.)
"Türk tarihinin ezeli . kaynaklarını ve kıymetlerini görüp, bilen ta oralara inen, istikbali ebediyetlere kadar sezen, bu iman ve azim timsali gazidir." (Aynı Kongre'de muallim Mithat Bey'in konuşmasından aktaran i. Beşikçi.)
" Hayatımızdaki her varlığın, her güzelliğin, her mesut yaşayışın yaratıcısı olan ulu gazimizi, Kongremiz namına tazimler ve şükranlarla selamlayarak şereflendiriyorum." ( Aynı Kongre'de Edebiyat Fakültesi'nden Muzaffer Bey'in konuşmasından aktaran İ.Beşikçi. )
Görüleceği gibi bir takım sözde bilim adamlarının 1.Türk Tarihi Kongresi'de söyledikleri bütün bu sözler, o dönemde M. Kemal'in nasıl tabu haline getirilmek istendiğinin açık örnekleridir. Ayrıca bu övgülerin M. Kemal'in isteği ve bilgisi dışında söylendiği sanılmamalı. Bunların çoğu resmi toplantılarda savunulan görüşlerdir ve devlet parası harcanarak kitap haline getirilmiştir. Esasında M. Kemal istemeden resmi kongrelerde bu kişiler bir tek söz bile söyleyemezlerdi.
Alıntılarda da görüleceği gibi M. Kemal bir yandan bilime hizmet eden kişi olarak tanıtılıyor, diğer yandan ise onun her şeyi bildiği, sezdiği, hissettiği olağanüstü bir güce sahip olduğu söyleniyor. Tıpkı şeriatçıların tanrıyı ele alışları gibi, bilim adamları da M. Kemal'i öyle ele alıp, topluma kabul ettirmeye çalışmaktadırlar.
Oysa bilim her şeyden önce tartışmaya açık olmak zorundadır. Eğer böyle değilse o zaman bilimin yerine basma kalıp şeyler geçer. M. Kemal bilimsel tartışmalarda tahammülü olmayan bir kişiydi.
Çünkü iktidarı baskı ve zulümle ayakta duruyordu. Şayet tartışma özgürlüğü olmuş olsaydı, insanlar düşüncelerini rahatlıkla açıklayabilselerdi, o zaman yukarıda kısaca örneklerini verdiğimiz ırkçı, şovenist, gerici saçmalıklar " bilim " diye yutturulmaya çalışılmazdı. Hatta bu görüşlerin savunucuları o zaman bu söylediklerini ileri sürebilme cesaretini kendilerinde bulamazlardı bile. Baskı ve sömürü ilişkileriyle Kemalizm bütün yönleriyle ortaya çıkarılırdı.
M. Kemal'in iktidarı döneminde hükümetin kontrolü dışında basın organı yoktu. Üniversiteler, önerilen resmi reçetelerin dışına çıkamazlardı. Toplumsal gerçekleri açığa çıkarmak amacıyla Kemalizm’e ters düşen bir satır yazı bile şiddetle cezalandırılmak için yeterliydi.
M. Kemal döneminde burjuva kültürünün geniş propagandası yapıldı. Sömürücü egemen sınıflar kendi kültürlerini geliştirip yaygınlaştırdılar. Ancak emekçi yığınların ellerinden bu haklar tamamıyla alındı. İşçilerin, köylülerin ve aydın insanların görüşlerini yansıtacak politik düşüncelerin savunulması gibi, kültürel çalışma yapılması da yasaklandı.


Sözde sanat çevreleriyle çok yakın ilişkiler kuran ve sanatkarlara "yardımcı" olan M. Kemal, ilerici, devrimci düşünce sahiplerini zindanlara doldurdu. Kürt halkına ise en küçük bir hak tanımadı. Kürt dilinin varlığı inkar edildi. Kürtçe kitap, gazete -yazılması okuma, yazma öğrenilmesi mümkün değildi. Kürtçe konuşmak yasaklandığı gibi, konuşanlar cezalara çarptırıldılar. Böyle bir baskı, terör ve yasaklama ortamında, Kürt dili ve edebiyatı serpilip gelişmediği gibi, kültürel değerler unutturularak bozulmaya çalışıldı.