24 Mayıs 2018 Perşembe

Seçmen sayısı 13 ilden fazla olan cezaevlerinde kimler oy kullanabilecek?..!

Nüfusu 13 ilden fazla olan Türkiye cezaevlerinde tutulan yaklaşık 150 bin kişi hüküm giydiği gerekçesi ile oy kullanamayacak. Yargılaması halen devam eden ve “taksirli suç” kapsamında hüküm giyen tutuklular ise oy kullanabilecek.
AKP’nin iktidara geldiği ilk yıllarda Türkiye cezaevlerinde 55 bin kişi bulunuyordu. 27 Kasım 2017 verilerine göre bu sayı 230 bin 735’e çıktı. Cezaevleri nüfusu, Türkiye’nin 13 ilinden daha fazla. 24 Haziran seçimlerine giderken, Türkiye’de sandık kurulacak yerler arasında 384 cezaevi de bulunuyor. Cezaevlerinde yargılaması devam eden tutuklular ile “taksirli suç” kapsamında hüküm giyen tutuklular oy kullanabilecek. Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) 26 Nisan 2018 tarihli kararına göre Türkiye’de bulunan cezaevlerinde tutuklu sayısı altının (6) üzerinde olan cezaevlerinde sandık kurulacak. Tutuklu sayısı 6 ve altında olan cezaevlerinde ise, oy kullanma hakkı olan tutuklular en yakın sandıklara götürülerek oy kullanma işlemleri gerçekleştirilecek. YSK, cezaevlerinde sandık başına gitme hakkı olan seçmen sayısını ise 21 Haziran 2018 tarihinde en geç saat 17.00’ye kadar açıklayacak.
150 BİNE YAKIN KİŞİ OY KULLANMAKTAN MAHRUM KALACAK
Cezaevlerinde kurulacak sandıklara dair bilgi veren avukat Mecit Yıldırım, siyasi tutuklulardan hüküm giymemiş olanların oy kullanabileceklerini belirtirken, hüküm giymiş olanlar da “taksir” olmadığı için oy kullanamayacaklarını belirtti. Türkiye cezaevlerinde 16 Nisan 2017 referandumuna göre cezaevlerinde 78 bine yakın kişinin oy kullanma hakkı olduğunu belirten Yıldırım, 24 Haziran seçimlerinde oy kullanacakların sayısının halen netleşmediğine dikkat çekerek, “Bu seçimlerde bu rakamların artacağını tahmin ediyoruz. Çünkü çok fazla gözaltı ve tutuklama yapıldı referandumdan sonra. 1 Kasım 2015 seçimleri ile 16 Nisan 2016 referandumu arasında Türkiye cezaevlerindeki seçmen sayısı yüzde 20’nin üzerinde bir artış olmuştu. Benzer bir artış olduğu tahmin ediliyor ve bu sayı 90 bine yaklaşmış olabilecek. Beraberinde 150 bine yakın kişi de oy kullanamıyor olacak” dedi.
‘İLK DÖRTTE OLAN PARTİLER SANDIK KURULUNA ÜYE BİLDİREBİLECEK’
Cezaevlerindeki sandıklar için bir önceki seçim döneminde ilk dörde giren partilerin sandık kurulu üyesi bildirebileceğini belirten Yıldırım, “Zaten cezaevinin dış güvenliğini jandarma yine sağlayacak. Sandık kurulu üyeleri de sandıkların güvenliğinden sorumlu oluyorlar. Dışarıdaki sandıklardan farklı olarak partiler gözlemci bildiremiyorlar. Sandıkların sayımı da yine sandık kurulu üyelerinin huzurunda gerçekleştirilecek. Sandıklar aynı şekilde kurul üyelerinin gözetiminde İl Seçim Kurulu’na teslim edilecek. Tutuklular da sandıklarda gözlemci olma hakkına sahip değiller” diye aktardı.
Önceki yıllarda cezaevlerinde oy kullanma işlemlerinde sandık kurulu üyeleri nezdinde bir takım ihlaller yaşandığını da bildiren Yıldırım, şimdiye kadar çok ciddi bir vaka ile karşılaşılmadığını söyledi. Partilerin bildirdiği sandık kurulu üyelerinin kabul edilmek zorunda olduğunu belirten Yıldırım, “Kabul edilmediği takdirde partiler ilk olarak ilçe seçim kuruluna, ardından ise il seçim kuruluna bildirebilecekler” diye konuştu.

Aksaray Güvenlik Şube Müdür Yardımcısı: Bu şehirde HDP tabelasını astırmam..!


HDP Aksaray İl Eşbaşkanı Muhitin Yılmaz, Valilikte yaptıkları seçim güvenliği toplantısında Aksaray Güvenlik Şube Müdür Yardımcısının kendisine, "Ben tarafım. Siz Abdullah Öcalan ile aranıza mesafe koymadığınız sürece HDP tabelasını size astırmam" dediğini söyledi.
Aksaray Valiliği tarafından düzenlenen seçim güvenliği toplantısına katılan HDP Aksaray İl Eşbaşkanı Muhittin Yılmaz, kendi partilerine dönük saldırılara ilişkin Aksaray Valisine bilgi verirken, Aksaray Güvenlik Şube Müdür Yardımcısının sözlü saldırısına uğradı.
'PARTİ TABELAMIZ HALA BALKONDA DURUYOR'
Yılmaz, yaşananları şöyle aktardı: "Aksaray Valisi iki gün önce seçim güvenliği adlı bir toplantı gerçekleştirdi. Beni de davet ettiler. Ben de davetine icabet ederek Valiliğe gittim. Toplantıya diğer siyasi parti temsilcileri, Jandarma Komutanı, Güvenlik Şube Müdürü de katıldı. Valilik konuya ilişkin konuşma yaptıktan sonra bizden de görüş istedi. Ben tam o sırada kalkıp HDP'ye yönelik daha önce gerçekleştirilen birçok saldırı olduğunu ve söz konusu saldırılardan dolayı parti tabelamızı asamadığımızı ilettim. Bizim partimiz Aksaray'da daha önce 3 defa saldırıya uğradı. Ve tabelamız şu anda balkonda duruyor. Bunları Valiye aktarırken, birden Aksaray Güvenlik Şube Müdür Yardımcısı sözümü keserek, 'Ben tarafım. Bu şehirde size bu tabelayı astırmam. Abdullah Öcalan ve terörle aranıza mesafe koymadığınız sürece bu tabelayı burada asamazsınız' diye bağırdı."
'DEMEK Kİ SALDIRILARDA ONLARIN DA PAYI VAR'
Söz konusu güvenlik müdür yardımcısının valiyi de konuşturmadığını söyleyen Yılmaz, Valinin ise yaşanan olay karşısında sessiz kaldığını belirtti. Yılmaz, "Bu şehirde güvenlikten sorumlu birinin taraflı olması söz konusu olamaz. Demek ki yaşanan saldırılarda onların da payı var" diye ekledi. Yılmaz, konuya ilişkin Aksaray Valiliği'ne dilekçe yazacağını da belirtti.
BENZER SÖYLEM ANKARA’DA YAŞANMIŞTI
Aksaray Güvenlik Şube Müdürü Yardımcısının söylemine benzer bir söylem de geçtiğimiz haftalarda Ankara'da yaşanmıştı. HDP Çankaya İlçe Örgütü’nün Kuğulu Park’ta açtığı seçim standına gelen bir kadın polis, HDP standı önündeki Tunalı Hilmi Caddesi üzerinde duran siyah bir arabanın 4 kapısını açarak “bozkurt işareti” yapmış ve ardından da “Ölürüm Türkiyem” şarkısını yüksek sesle açarak provokasyon girişiminde bulunmuştu. HDP'lilerin “sizin seçim sürecinde tarafsız olmanız gerekir” demesi üzerine ise polisler “biz hainlerin tarafında değiliz” şeklinde cevap vermişti.


HDP, İstanbul ve Kocaeli’nde iftar programlarında kadınlarla bir araya geldi.


İstanbul’da Halkların Demokratik Partisi (HDP), Gazi Osmanpaşa ilçe örgütü tarafından Karayolları Meydanı’nda iftar programı düzenlendi. İftara HDP İstanbul Milletvekili Hüda Kaya’nın yanı sıra çok sayıda kadın ve çocuk katıldı. Kadınlar evlerinden getirdikleri yemekleri birbiriyle paylaşarak ezanın okunmasıyla iftarlarını açtı.
‘ONLARIN ÇALAMAYACAĞI KADAR OY ALMALIYIZ’
İftardan sonra konuşan Hüda Kaya, “Seçim için geri sayıma başladık. Hiçbir seçim döneminde yaşamadığımız şeylerle karşı karşıyayız. Çünkü bizlere normalde resmi olarak 90 günden az seçim tarihi verilmemesi gerekirken yasaları da tanımayıp 60 günlük bir seçim tarihi dayattılar. Bu altmış gün içerisinde örgütlerimiz, ilçelerimiz, yöneticilerimiz kendilerini her açıdan hazır etmeye ve kadrolarımızı, sandık görevlilerimizi hazır etmeye telaşesi içerisinde bulduk. Artık bizim seçim çalışması saatlerimiz geceler olmak zorundadır. İftar programıyla başlayıp sabah namazına kadar gerekirse kapı kapı dolaşacağız derdimizi anlatmaya çalışacağız. Bizler barajın altında kalmayacağımızı biliyoruz. Ama dünyanın en tescilli hırsızıyla karşı karşıyayız. Bunun da farkındayız. Bunlara parmaklarını kaptıran hayatından olur. Onların çalamayacağı kadar oy arttırmamız lazım. Onların bizi baraj altında bırakmayacağı kadar oy almamız lazım. Bunun için elimizden gelen her şeyi yapmamız gerekiyor” şeklinde konuştu.
HDP Kocaeli Darıca ilçe örgütü de Piri Reis mahallesinde kadınlarla iftar yemeğinde bir araya geldi.

Ankara’nın Gölbaşı ilçesinde bulunan Hacılar İlköğretim Okulu’nda din derslerine giren köy imamı ..!


Cengizhan Demirhan’ın öğrecilere şiddet uyguladı. Şiddete maruz kalan öğrenciler, mağdur sıfatıyla savcılıkta ifade verdi. Öğrenciler, imam Demirhan’ın kendilerini sürekli olarak süpürge sapıyla darp ettiğini anlatarak, kendisinden şikâyetçi oldu.
11 yaşındaki U.D, “Ayağım çok sıkıştığı için dışarıya doğru çıkarmış şekilde dururken öğretmenimiz gelip elinde bulunan süpürge sapı ile sol bacağımın kaval kemiğine vurdu. Ayağım halen ağırmaktadır ve biraz morluk var” dedi. Dayakçı imam ise işi pişkinliğe vurarak “Yerdeki şişe kapağına tekme atarken öğrenciye geldi” savunması yaptı. Gölbaşı
Kaymakamlığı’nın görevlendirmesiyle Hacılar İlköğretim Okulu’ndaki din derslerine giren köy imamı Cengizhan Demirhan; 25 Nisan’da yerde ayakkabısını bağlayan 11 yaşındaki öğrencisi S.K’ye önce tekme attı. S.K ve diğer öğrencilerin bu durumu rehber öğretmene anlatmasıyla okulda imamın öğrencilere uyguladığı şiddet gün yüzüne çıktı.
Velilerin şikâyeti üzerine Gölbaşı Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma başlatırken, 21 Mayıs’ta 4 mağdur öğrencinin ifadesi alındı. Ankara Barosu Başkan Yardımcısı Erinç Sağkan ve avukat Deniz Özbilgin, çocuklar ve velilerin avukatlığını üstlendi. Öğrenciler, yaşadıklarını şöyle anlattı:
-A.C: Öğretmenimiz genelde sakin bir yapıya sahiptir. Ancak bazen şakayla bazen de ciddi olarak bize vurur. Derse girer girmez süpürge sapını hemen eline alırdı. Genelde bana arkadaşlarım ile konuşurken ya da çöp atmaya kalktığımda sopayla ya da eliyle vururdu. Bir gün arkamı dönüp arkadaşım ile konuşurken sopayla sırtıma vurduğunda sopa sırtımda kırıldı. Ben çok acı çektim.
-U.D: Biz onu sinirlendirecek herhangi bir şey yaptığımızda haklı da olsak, haksız da olsak mutlaka bize vururdu. Sınıfta en çok dayak yiyen A.’dır. Genelde elinde süpürge sapı bulunurdu. Bir gün A. yere eğilmiş şekilde dururken öğretmenimiz elindeki süpürge sapı ile A’nın sırtına vurarak süpürge sapını kırdı.
-B.K: Din öğretmenimiz göreve başladıktan yaklaşık bir hafta sonra sınıf arkadaşlarıma vurmaya başladı. İlk vurduğu an Kuranı Kerim okuması esnasında K’nin sırayı kaçırması sebebiyle ona tekme atmıştı. Genelde eliyle vuruyordu, ikinci dönemden itibaren elinde genelde süpürge sapı bulunuyordu.
-S.K: Sınavdan düşük not aldığımız için bize kurbağa yürüyüşü yaptırıyordu. Ben yerdeyken arkadaşlarım konuşuyor diye bana tekme ile vurdu.
'HİÇBİR ŞEY İSPATLAYAMAZSINI'
Savcılıkta şikâyetçi olan veli Bekir Demirlek, oğlunun dayak yemesiyle ilgili konuşmak için okula gittiğinde müdür Mustafa Kaya’nın “Elinizde belge yok, hiçbir şey ispatlayamazsınız, Milli Eğitim’den müfettişler gelse de burada oturup çay kahve içip giderler” dediğini anlattı.
Demirlek, imamın yanı sıra okul müdüründen de şikâyetçi oldu. Soruşturma kapsamında 10 öğretmen ile okul müdürü Mustafa Kaya tanık olarak dinlenirken, Cengizhan Demirhan’ın ise şüpheli olarak ifadesi alındı. Şüpheli imam Demirhan’ın okuldaki görevlendirmesinin kaymakamlık tarafından iptal edildiği bildirildi.

Doların Ateşi Emekçileri Yakıyor..!


Türkiye de gündem çok hızlı değişiyor. Arkasında yetişmek güçleşiyor. Bugünün gündemi AHP-MHP’nin ittifak içinde dayattığı baskın seçim. Hemen herkes seçimleri konuşuyor. Herkes seçimlere ilişkin hesap-kitap yapıyor. Öte yandan alttan alta gittikçe kötüleşen çok önemli bir konu var: Ekonomi. Ülke ekonomisinin kötüye gittiği konusunda mevcut siyasi iktidar dışında genel bir uzlaşma var. Hatta mevcut siyasi iktidar içerisinde yer yer sesini yüksekçe çıkarmaya çalışanlar bile oluyor. Bu seslerin hemen bastırılmaya çalışılması, seslerin varlığı gerçeğini değiştirmiyor. Onlar da işlerin kötü olduğunu ve daha da kötüleşeceğini biliyorlar.
Ekonominin kötüye gitmesini su üzerine çıkaran önemli göstergelerden biri dolar kurundaki artış. 2002 yılında 1 dolar 1,4 lirayken şu an itibariyle 4,5 lirayı geçmiş durumda. Maalesef tablo hiç iç açıcı değil.
Türkiye’de özel sektörün ve devletin toplam dış borcu 438 milyar dolar ve bu yıl ödenmesi gereken dış borç toplamı 102 milyar dolar. Söylemesi ve yazması kolay olsa da 102 milyar dolar çok büyük para. Bunun yanı sıra Türkiye’nin bu yıl dışarıya yaptığı satış ile dışarıdan aldıkları arasında yaklaşık 50 milyar dolarlık bir farkın oluşacağı öngörülüyor. İsteyen bu rakamları Merkez Bankası internet adresinden kontrol edebilir. Anlayacağınız üzere Türkiye’deki mevcut sistemin çarklarının dönebilmesi için çok muazzam miktarda dolara ihtiyaç var ve bütün dünya da bu gerçeği biliyor. Burada bir duralım ve alınan borçlarla ülkede neler yapıldı buna bir bakalım.
Türkiye’de son on beş yılda çok sayıda duble yol, köprü, tünel, havaalanı, hızlı tren hatları yapıldı. Bunlar belki kulağınıza olumlu şeyler olarak geliyor ama bitmedi. Şehirlerde muazzam bir yapılaşmaya gidildi. Devasa gökdelenler, alışveriş merkezleri, rezidanslar ve yüz binlerce konut üretildi. Yaygın söylem ile para betona gömüldü ve artık konutlar satılmıyor. Ülkenin en büyük ekonomik faaliyeti olan inşaat sektörü durdu. Son kredi indirimleri felâket öncesi son çırpınışlar niteliğinde. Bedeli ağır olacak, ödenecek fatura giderek kabarmaktadır.
Şimdi bu yıl ödenmesi gereken 102 milyar dolar nasıl ödenecek buna bakalım. İlk olarak Merkez Bankasının 80 milyar dolarlık toplam döviz rezervi var. Bunun yanında turizm ve çeşitli ürünlerin dış satımları da ülkeye döviz getirecek. Öte yandan mevcut merkez bankası rezervi, turizm ve ihracat toplamı dış borcu karşılamaya yetmiyor. Bu tabloya yaklaşık 50 milyar dolarlık cari açığı da eklemek lazım. Türkiye Cumhuriyeti devletinin ve özel sektörün çok fazla dolara ihtiyacı var.
Peki, bu işin içinden nasıl çıkılacak? Sistemin izin verdiği tek çözüm: yeniden borçlanılacak. Peki, hangi koşullar altında? Başka ülkelerde risksiz para kazanmak varken sermaye neden kendini Türkiye’de riske atsın? Elbette daha büyük kazanç ve lehte daha büyük tavizlerle mümkün olacak bu çözüm. Bu da borcun yüksek faizle verilmesi demek. Yani dış borcumuz giderek artacak. Peki, devlet bu durumda neye abanacak? Tabii ki vergilere... Özel sektör de işçiye…
Bütün bunlardan bana ne diyorsan kardeşim, çok ciddi yanılıyorsun demektir. Bir şekilde ülkemizdeki tüm dış borçlar devlet garantisindedir. Özel sektörün borçlandığı bankaların garantörü devlettir. Böylece ülkemizdeki mevcut ekonomik sistem gereği devlet bu borçlara kefildir. Seçim geçtikten sonra ekonomi daha da kötüye gidecek. Bunun anlamı pek çok zammın, artan enflasyonun, pek çok iflasın, belki de toplu işten çıkarmaların bizleri beklediğidir. Yaşam koşullarımız daha da kötüleşecek, belki işsiz kalacağız. Belki 2019’da krizi gerekçe göstererek ücretlerimize hiç zam yapmayacaklar. Pek çok sosyal hak tırpanlanacak. İstemesek de borç faturasına ortak edileceğiz. Kapitalist sistem ve onun savunucularının çözümü budur.
Bu kötü durumun karşısında durabilecek tek güç örgütlü işçi sınıfıdır. Bizler milyonlarız, yaşamı var ediyoruz.
İşçi ve emekçiler çok çalışıyor, az kazanıyorlar. Haliyle bu ekonomik krizin sebebi işçi ve emekçiler değil. AKP iktidarı ve sermaye, krizin faturasını Faturayı emekçilerin sırtına yüklemek istiyor. Ama işçiler ve emekçiler krizin faturasını kabullenmemelidir. Kuşku yok ki, bunun yolu da örgütlenmekten ve mücadele etmekten geçer. Başka bir yol ve çıkış emekçiler için yoktur.


Gebze Havzasında iş cinayetleri: 94 işçi yaşamını yitirdi..!


İşçi Sağlığı İş Güvenliği (İSİG) Meclisi, Gebze Havzası’nda yaşanan iş cinayetleriyle ilgili hazırladıkları raporu açıkladı. Raporda Gebze Havzası’nda 2013’ten bu yana 94 işçinin yaşamını yitirdiği belirtildi.
‘600 işçi meslek hastalığından ölmüş’
Yüzde 92’sini ulusal ve yerel basından, yüzde 8’ini ise işçilerin mesai arkadaşları, aileleri, iş güvenliği uzmanları, işyeri hekimleri ve sendikalardan öğrendikleri bilgiler doğrultusunda hazırlanan raporda, şu ifadelere yer verildi: “Gebze Havzası’nda 1 Ocak 2013 ila 30 Nisan 2018 tarihleri arasında en az 94 işçi iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi. ILO ve WHO verilerine göre bir ‘iş kazası sonucu ölüm’ karşılığında yaklaşık 6 ‘meslek hastalığı sonucu ölüm’ olmaktadır. Bu dönemde Gebze Havzası’nda 600’e yakın işçinin meslek hastalıklarından dolayı ölmüş olabileceği öngörülmektedir.”
‘5’i kadın 89’u erkek işçi yaşamını yitirdi’
2013 yılında en az 4, 2014 yılında en az 17, 2015 yılında en az 19, 2016 yılında en az 18, 2017 yılında en az 28 ve 2018 yılının ilk dört ayında en az 8 işçinin iş cinayetlerinde yaşamını yitirdiğine dikkat çekilen raporda, “94 emekçinin 88’i ücretli (işçi ve memur), 6’sı kendi nam ve hesabına çalışanlardan (çiftçi ve esnaf) oluşuyor. Ölenlerin 5’i kadın, 89’u erkek işçi. Kadın işçi cinayetleri tekstil ve atık toplama işkollarında gerçekleşti. 8 mülteci, göçmen işçi yaşamını yitirdi. Bu dönemde 4 çocuk işçi can verdi. Ölümler en çok inşaat, taşımacılık, metal, ticaret, büro, ağaç, kâğıt, belediye, genel işler, gıda, kimya ve tekstil işkollarında gerçekleşti. OHAL sonrası iş cinayetlerinde artış gözüküyor. En fazla ölüm nedeni ezilme, göçük, yüksekten düşme ve trafik, servis kazası. Oysa çok basit önlemlerle bu nedenli ölümlerin hepsi önlenebilir” denildi.

AKP beyannamesi 1 kere 'Kürt' 2 kere 'Alevi' gerisi yalan dolan ..!

AK Parti’nin seçim beyannamesi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından bugün açıklandı. Beyannamede Kürt sorunu ‘güvenlik’ ekseninde ele alınırken, Aleviler için daha önce de iktidar tarafından dile getirilen ‘cemevlerine hukuki statü tanınması’ vaadi yer aldı ancak bu ‘statünün ne olacağı belirtilmedi.
Beyannamenin 24. sayfasında başlayan “Haklar ve Özgürlükler” başlığının “Neler Yaptık?” bölümünde değinilen Kürt sorunu ‘güvenlik’ ve ‘hak ve özgürlüklere garanti’ ekseninde ele alındı. Hak arama konusunda atılan önemli adımlar arasında, “Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkını getirilmesi, kişi güvenliği konusunda, orantısız güç kullanımının cezasının artırılması, gözaltı koşullarının iyileştirilmesi, BM ve Avrupa Konseyi standartlarını karşılayamayan cezaevlerinin kapatılması” yer aldı.
‘KÜRT VATANDAŞLARIMIZIN İNSANİ MESELESİ’
Beyannamede ‘Kürt’ isminin geçtiği tek yerde ise, “Kürt vatandaşlarımızın her türlü insani meselesini demokrasi ve refah sorunu olarak gördük. Ortak tarih ve medeniyet birikimiz ile kardeşlik bağlarımızı ön plana çıkardık. Çukur siyaseti izleyerek vatandaşlarımıza büyük faturalar çıkaranlara karşı kararlı bir şekilde mücadele ettik ve terör örgütünün oluşturduğu mağduriyetleri kısa sürede giderdik. Farklı dil ve lehçelerde devletin resmi kanallarında yayın imkânı sağladık. Siyasi propaganda, sinema, video ve müzik eserlerine yönelik yasakları kaldırdık. Tutuklu ve hükümlülerin yakınlarıyla anadillerinde görüşebilmesi, üniversitelerde farklı dil ve lehçelerle akademik çalışmaların yapılabilmesi ve enstitülerin kurulmasını, bunların orta öğretim kurumlarında seçmeli ders olarak okutulabilmesini, vatandaşlarımızın çocuklarına arzu ettikleri isimleri verebilmesini, farklı dil ve lehçelerde eğitim yapan özel okulların açılmasını mümkün hale getirdik, klavyeleri özgür kıldık” denildi.
AK Parti seçim beyannamesi açıklanıyor: Dijital Türkiye'nin zamanı geldi...
İlgili bölümde ayrıca şunlar yer aldı, “Tüm vatandaşlarımızın hakları ve özgürlükler alanında sorunlarını aşma iradesini ortaya koyarak, aidiyet duygusunu güçlendirdik. Vatandaşlıktan çıkarılanlara haklarını ve yerleşim birimlerine eski isimlerini iade ettik. Farklı dillerin yanı sıra, farklı inanç ve mezhepler konusunda da cesur adımlar attık. İlk defa “Alevi Çalıştayları” düzenleyerek, İslam inancının farklı yorumlarının daha özgür bir ortamda tartışılmasına ve sorunlarının demokratik bir ortamda aşılmasına zemin hazırladık. Roman vatandaşlarımızın Cumhuriyet tarihi boyunca biriken toplumsal sorunlarını çözmek için çalıştaylar düzenledik. Yeni İskân Kanunu ile Romanlara yönelik ayrımcı hükümleri ortadan kaldırdık. İktidarımızın atmış olduğu adımlardan cesaretle yola çıkan Roman vatandaşlarımızın kurduğu dernek ve federasyonların sayısında büyük bir artış yaşandı. İlk defa Roman vatandaşlarımızın sorunlarının çözülmesine yönelik sistematik bir eylem planı uygulamaya koyduk. Azınlıklara ait cemaat vakıflarının mülk edinmelerinin kolaylaştırılması ve özgürlük alanlarının genişletilmesi konusunda esaslı değişikliklere gittik. Örgütlü toplumun bir gereği olarak sivil toplumun alanını genişlettik. Özgürlükçü bir Dernekler Kanunu ile Sendika ve Toplu İş Sözleşmesi Kanununu çıkardık. Toplantı ve gösteri hakkının kullanılması imkânlarını genişlettik. Sendika özgürlüğünü geliştirdik. Anayasamızdaki aynı zamanda ve aynı iş kolunda birden fazla sendikaya üye olunamaz hükmünü kaldırdık. Toplu sözleşme yapma hakkı getirerek kamu çalışanlarının sendikal haklarını geliştirdik.”
‘BİRLİĞİMİZİ PEKİŞTİRMEYE DEVAM EDECEĞİZ’
Yine “Haklar ve Özgürlükler” başlığı altındaki vaatler arasında ise, “yaşı, cinsiyeti, sosyo-ekonomik şartları, etnik kimliği, mezhebi ve inancı ne olursa olsun herkesi bağrına basan, onları eşit vatandaşlık ile evrensel ilke ve değerler temelinde demokratik bir ortak yaşam bilincine ulaştıran bir anlayışı daha güçlü bir şekilde hayata geçirmektir. Haklar ve hürriyetler alanında geçmişte sağladığımız kazanımları kararlılıkla koruyacağız. Zihniyet dönüşümü ve etkin bir uygulamayla, farklılıklarımızı çatışma konusu değil zenginlik olarak gören anlayışımızı hayatın her alanında hakim kılacağız. Kapsayıcı ve evrensel değerlere dayalı bir vatandaşlık anlayışı içerisinde, birliğimizi ve bütünlüğümüzü pekiştirmeyi sürdüreceğiz” denildi
CEMEVLERİNE ‘HUKUKİ STATÜ’
“Cemevleri, eğitim sisteminde sağlıklı bilgilendirme, üniversitelerde araştırma ve uygulama merkezleri oluşturma gibi çeşitli konularda Alevi kanaat önderleri ile diyalog içinde demokratik uzlaşı temelinde gerekli adımları atacağız” denilen beyannamede, “geleneksel irfan merkezleri ve cemevlerine hukuki statü tanıyacağız” denildi. Roman vatandaşların ‘sorunlarının çözümüne hız vererek her türlü ayrımcılık zemininin ortadan kaldırılacağı’ ifade edildi ve, “Gayri müslim vatandaşlarımızın herhangi bir ayrımcılığa maruz bırakılmaksızın temel hak ve özgürlüklerinin güvence altına alınması ve inançlarının özgür bir şekilde yaşamalarının sağlanması hukuk devletinin güvencesi altında olmaya devam edecektir” denildi.

23 Mayıs 2018 Çarşamba

16 Yaşında Bir Ölüm Makinesi: AKP-I


AKP'nin 16 yıllık iktidarı, hamasetle yoğrulmuş toplum mühendisliği eşliğinde devlet zorbalığının sistematik cinayet ve katliamlarıyla geçti. Tekli infazlar veya toplu kıyımlarla on binlerce katledildi.
Erdoğan ve AKP 2002 yılında topluma büyük vaatlerde bulunarak geldiler. İleri demokrasiden, sağlam bir ekonomiye, kadın haklarından militarizm ile savaşmaya, vesayete son vermekten eşitlik vurgusuna kadar pek çok şey dendi.
AKP 'ılımlı İslam' üzerinden kendini etiketledi. Demokratikleşme çabalarını verdiği vurgusuyla dönemin neredeyse tüm aydın ve sivil toplumundan destek istedi; azımsanmayacak oranda gördü de. AKP’nin çöküşü ve riyakârlığı sadece söz verdiği ve tam tersini yaptıkları alanlarla ölçülemez. Onu diğer hükümetlerden ayıran en temel şeylerden biri de şimdiye kadar ki en korkunç katliam ve ölümlere imza atmış olmaları. AKP, parti olarak bir ölüm makinesini andırır, çünkü iktidarının devamlılığını sadece kan üzerinden götürmeyi kendine ödev bildi. Haliyle bu konuda sınır tanımıyor.
Gözaltılar kaybetmeler, yerinden etmeler, zindanlara atmalar yoğunca yaşandı ve yaşanmaya devam ediyor. İnsan hakları kurumları başta olmak üzere sivil toplum örgütlerinin yaptığı çalışmalara göre; son 16 yılda 3 bin 500’e yakın sivil, devlet güçleri tarafından katledildi. Bunların 700’den fazlası çocuk. Bin 532 kişi ev baskınlarında veya sokak ortasında, 69 kişi ise gözaltında yargısız infaz edildi. Aralarında Azadiya Welat çalışanı Kadri Bağdu, Azadiya Welat Yazı İşleri Müdürü Rohat Aktaş ve Agos Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink'in de bulunduğu 14 gazeteci katledildi.
AKP’nin katliam ve kötülük dökümünü yeniden hatırlayalım:
BİTMEYEN RAYDA HIZ: 41 ÖLÜ
* 2004’te Pamukova tren kazası. Ankara-İstanbul arası yapılan hızlı tren altyapı çalışması bitmeden sefere başladı. Tren raydan çıktı, 41 kişi öldü. Ulaştırma Bakanı ise Başbakan Binali Yıldırım'dı.
ERMENİ SOYKIRIMI'NIN DEVAMI
* 10 Ocak 2007 Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink sokak ortasında vurularak katledildi. Dink, suikastten önce dönemin İstanbul Valisi Muammer Güler tarafından Valiliğe çağrılıp MİT tarafından tehdit edilmişti. Güler, İçişleri Bakanlığı’na ve 17-25 Aralık soruşturmasında adı geçen “4 Bakan” arasına yükseldi.
* Aynı dönemde Danıştay Baskını, Rahip Santoro Cinayeti, Malatya’da Hristiyan misyonerlerin işkenceyle katledilmesi gibi Ergenekon'un yaptığı ifade edilen ve tamamında AKP’nin hasımlarının hedef alındığı cinayetler gerçekleşti.
CEYLAN'DAN BERKİN'E
* Amed’in Lice ilçesi Şenlik köyü Xambaz mezrasında 28 Eylül 2009’da hayvanlarını otlattığı sırada karakoldan atılan havan mermisiyle Ceylan Önkol (12) parçalanarak can verdi. 16 Haziran 2013 tarihinde, polis tarafından atılan göz yaşartıcı gaz kapsülünün başına isabet etmesi üzerine aylarca komada kalan Berkin Elvan (14) 11 Mart 2014'te yaşamını yitirdi. 28 Haziran 2013'te Lice'de kalekol yapımını protesto eden ve “Barış İstiyoruz” pankartıyla yürüyen halka ateş açan askerler, Medeni Yıldırım'ı (18) katletti.
ÖNCE AYDIN SONRA CENGİZ
* Dicle Üniversitesi Öğrencisi Aydın Erdem, Amed'de 6 Aralık 2009’da Demokratik Toplum Partisi’nin (DTP) kapatılmasının protesto edildiği bir eylem sırasında polisler tarafından sırtından vurularak katledildi. Erdem'in ağabeyi, DBP Kızıltepe İlçe Yöneticisi Cengiz Erdem de 12 Ocak 2016'da içinde bulunduğu aracın özel harekatçılar tarafından taranması sonucu katledildi.
ŞERZAN'I 'TAHRİK'TEN KATLETTİLER
Erdoğan tarafından sınırsız öldürme yetkisi alan polisler, 12 Mayıs 2010'da Muğla’da Sıtkı Koçman Üniversitesi’nde okuyan 21 yaşındaki Şerzan Kurt'u katletti. Polise olay sırasında taş atılmasını ‘tahrik nedeni’ sayan mahkeme, son duruşmada infazı 'ağırlaştırılmış yaralama' seviyesine getirerek, katil polisin tahliyesine karar verdi.
ÖNCE DEPREM SONRA HÜKÜMET
23 Ekim ve 9 Kasım 2011 tarihlerinde merkez üssü Van olan depremlerde toplam 644 kişi hayatını kaybetti. İlk depremden sonra halka “daha deprem olmaz, evlerinize girin” diyerek ikinci depremde yaşanan ölümlere zemin hazırlayan dönemin Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar istifa etmedi.
SAVAŞ UÇAĞIYLA 6 AYLIK BEBEK
* Erdoğan'ın Kürt halkına karşı gerçekleştirdiği imha saldırıları Kuzey Kürdistan ile sınırlı kalmadı. Defalarca Kandil'deki sivil yerleşim alanlarını bombalayan savaş uçakları 21 Ağustos 2011'de Kortek yolu üzerinde bir aracı hedef aldı. Araçta bulunan 6 aylık Solin Bebek ile birlikte 7 kişilik bir aile vahşice katledildi.
34 KÖYLÜ PARAM PARÇA EDİLDİ
* 28 Aralık 2011 günü, Şırnak’ın Uludere (Qilaban) ilçesine bağlı Roboski (Ortasu) köyünde saat 21.20 sıralarında karakolun bilgisi dahilinde Başûr’a geçerek sigara ve mazot getiren çoğu çocuk 34 sivil Kürt, dönüş yolundayken Amed'den kalkan F-16 Türk savaş uçakları tarafından yüzlerce kiloluk kazan bombalarıyla bombalandı. Hepsi katledildi. Hiçbir yetkilinin gitmediği katliam yerine giden köylüler, kendi çabaları ile çocuklarının parçalanmış cesetlerini toplamaya çalıştı.
HESAPLANMIŞ KATLİAM: REYHANLI
* 11 Mayıs 2013 Reyhanlı Katliamı’nda Suriye sınırında, cihatçı çetelerin tehdidi altındaki ilçede yaşayan 54 kişi bombalı saldırıda hayatını kaybetti. Türkiye’nin o güne kadarki en ağır kayıplı saldırısının ardından yas ilan edilmedi. Erdoğan, Reyhanlı’ya iki hafta sonra gidebildi. Yayın yasağı getirildi.
'SINIR'DA 22'Sİ ÇOCUK 165 KÜRT
Ölümün her türlüsünün sıradanlaştığı Erdoğan döneminde, sınır infazları da sistematik bir hale geldi. DAİŞ çetelerinin sınırı geçip Rojava'ya saldırması için adeta VİP hizmeti veren devlet güçleri, Kürdistan'ın diğer parçalarından Kuzey tarafına geçmeye çalışan 22'si çocuk 165 kişiyi ise 'sınır ihlali yaptı' diyerek katletti.
* 16 Kasım 2013'te özel harekat polisleri, Rojava’nın Qamişlo kentinden Nusaybin tarafına geçmeye çalışan Amir Ehmed Abdullah ve kardeşi Yasir Ehmed Abdullah ile Mihemed Zahicir Amir isimli 3 Rojavalıyı katletti.
* 18 Mayıs 2014'te Rojava'nın Derik kentinden Cizre'ye geçmek isteyen Rojavalı bir aileye Türk askerleri tarafından ateş açıldı. Açılan ateş sonucu yanında biri 6, diğeri 7 yaşında iki çocuğu ve babası Medhat Derviş ile sınırı geçmeye çalışan 28 yaşındaki Saada Darwich isimli kadın, karnından vurularak yaşamını yitirdi.
HAZİRAN SÜRECİNDE SINIRSIZ SALDIRI
* 31 Mayıs 2013’te başlayan Haziran İsyanı sürecinde 8 direnişçi, Mehmet, Abdullah, Ethem, Medeni, Berkin, Ali İsmail, Hasan Ferit, Ahmet polis tarafından öldürüldü; 10 binin üzerinde direnişçi yaralandı. Tayyip Erdoğan polis saldırıları için “emri ben verdim” dedi
SOMA'DA 301 MADENCİ GÖMÜLDÜ
* 13 Mayıs 2014'teki Soma Katliamında 301 maden işçisi, iş katliamının kurbanı oldu. Tayyip Erdoğan katliamın ardından “Bu işin fıtratında var” dedi.
KOBANÊ DÜŞSÜN DİYE KATLİAM
* 6-7 Ekim 2014 Kobane Serhildanın da polis ve para-militer çetelerin birlikte hareket ettiği saldırılarda 54 kişi katledildi.
ERMENEK'DE 18 MADENCİ DAHA
* 28 Ekim 2014’te Ermenek Katliamında 18 maden işçisi öldü.

Suudi kadın hakları savunucularına toplu gözaltı..!


Suudi Arabistan'da kadınların otomobil kullanması yasağının kalkacağı 24 Haziran'a haftalar kala çok sayıda kadın hakları aktivisti gözaltına alındı. Basının ve trollerin 'vatan haini' ilan ettiği kadın hakları aktivistleri 'casuslukla' suçlandı.
ABD ve İsrail'le birlikte İran'a karşı savaş rüzgarları estiren Suudi Arabistan diğer yandan içten içe kaynıyor.
Veliaht Prens Muhammed bin Selman'a (MbS) yönelik darbe girişimi söylentileriyle çalkalanan Suudi Arabistan'da geçen haftadan beri çok sayıda kadın hakları savunucusu gözaltına alındı.
MbS'nin kadınların otomobil kullanması yasağının kalkacağını ilan ettiği 24 Haziran'a haftalar kala sürücülük haklarına da dikkat çeken kadın hakları kampanyası yürütenlerin gözaltına alınması dikkat çekti.
BBC, son olarak 3 aktivistin daha yakalanmasıyla gözaltındakilerin sayısının en az 11 olduğunu, bunların çoğunun kadın olduğunu duyurdu.
İçlerinde Azize Yusuf, Luceyn Haslul, İman Nefcen gibi dünyaca tanınan isimler de var.
VASİLİK SİSTEMİ
Suudi Arabistan'da bir kadının eğitim alması, çalışması, evlenmesi ve seyahat edebilmesi için babası, erkek kardeşi, eşi ya da dulsa oğlundan izin alması gerekiyor. Pasaport alabilmesi, ülke dışına çıkabilmesi, ev kiralaması, hastanede tedavi görmesi ve dava açması için de erkek izni aranıyor.
Azize, bu vasilik sisteminin kalkması için imza topladığı dilekçede 'reşit yaşta tam bir yurttaş olarak kadının, kendi kararlarını kendi vermesi ve kendi eylemlerinden sorumlu olmasını' savunmuştu.
Pek çok Suudi kadın, Twitter'da "Ben kendimin vasisiyim" (#IamMyOwnGuardian) etiketiyle paylaşımlar yaparak 'vasilik düzenini' protetso etmişti.
El Haslul da 2014 yılında Birleşik Arap Emirlikleri'nden Suudi Arabistan'a otomobil kullanarak giriş yapmaya çalışırken yakalanmış ve iki ay cezaevinde kalmıştı.
15 Mayıs'tan beri gözaltına alınan kadın hakları aktivistlerinin 'yabancı taraflarla şüpheli temaslarda bulunarak casusluk yapmak ve istikrara zarar vermekle' suçlandığı belirtildi.
Suudi insan hakları savunucuları, yasaklar kalkacakken yapılan gözaltıların 'şoke edici' olduğunu dile getirdi.
Suudi gazetesi Okaz, 20 Mayıs nüshasında kadın hakları aktivistlerinin gözaltına alınmasına tam sayfa ayırdı. Okaz, 'aramızda yerleri olmayan vatan hainleri' diye nitelediği aktivistlere 20 yıl hapis cezası verileceğini öngördü.
Suudi kraliyetinin baş destekçisi ABD'den 'gözaltılara dair endişe, reformların hayata geçmesini yakından takip' açıklaması geldi.

KESK: 24 Haziranda hesap soracağız..!


KESK İzmir Şubeler Platformu, oturma eylemlerinin 64’üncü haftasında, yaptıkları açıklamada 24 Haziran'da AKP’ye oy vermeyeceklerini ifade ederken, “Şimdi hesabı biz soracağız” diye vurgulandı.
Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) İzmir Şubeler Platformu, “OHAL ve KHK’lara karşı” yaptıkları oturma eyleminin 64’üncü haftasında Karşıyaka Çarşı girişinde bir kez daha bir araya geldi. Halkların Demokratik Partisi (HDP) İzmir Milletvekili Adayları Hüseyin Çağlar ve Gönül Aygün’ün yanı sıra çok sayıda kitle örgütü katıldı.
Açıklamayı yapan Eğitim-Sen İzmir 2 No’lu Şube Başkanı Hasan Ali Kılıç, 22 aydır süren Olağanüstü Hal (OHAL) döneminde çıkarılan KHK’larla on binlerce insanın işlerinden edildiğini hatırlatırken, bunların yerine iktidar yandaşı insanların atandığını ifade etti. İktidarın ana akım aracılığıyla çıkardığı yalan haberlerle kamuoyunu yanıltmaya çalıştığını dile getirirken, “Ülkemizi hak ve özgürlükler bakımından 1215’te yapılan Magna Carta sözleşmesinden daha geri bir konuma sürükleyen AKP iktidarından hesap sorma zamanıdır. 24 Haziranda yapılacak seçimlerde bizler sandığa gideceğiz. On yıllarımızı vererek elde ettiğimiz işimizi bir gece yarısı KHK’sı ile elimizden alanlara ‘Tamam’ diyeceğiz ve oy vermeyeceğiz” dedi.
‘DÜN SAVUNDUKLARIMIZIN BUGÜN DE ARKASINDAYIZ’
24 Haziran seçimlerinde sandıklara sahip çıkacaklarını söyleyen Kılıç, AKP politikalarını eleştirenler iktidar tarafından ‘Terörist’ ilan edildiğini belirtti. Bedel ödediklerini kaydeden Kılıç, “Bunun hesabını şimdi biz soracağız. Bırakın artık ‘Tamam’ yalanlarınızdan ‘Sıkıldık’. Bilimi yargıladınız, akademiyi boşalttınız, öğrencisini ve bilim insanını barış dediği için tutuklattınız. Yazmayan, konuşmayan, düşünmeyen, sorgulamayan ve itiraz etmeyen bireyler olmamızı istediniz, bütün bunlardan da ‘Sıkıldık’. Mücadele kararlılığımız bugün dünden daha güçlendi, haklılığımız bu gün daha fazla kabul görüyor. Dün savunduklarımızın bugün de arkasındayız, arkadaşlarımız mutlaka işlerine geri dönecekler ve mutlaka biz kazanacağız” şeklinde konuştu.


HDP'den Kürt Sorununa Çözüm Deklarasyonu..!


HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, partisinin 'Kürt Sorununa Çözüm Deklarasyonu'nu açıkladı. Deklarasyonda, tecrit ve OHAL'e karşı mesajlar verilirken, "24 Haziran kalıcı ve onurlu bir barış için umut" dedi.
Buldan, 24 Haziran'ın ülkenin kaderini değiştirecek nitelikte olduğuna dikkat çekerken, Kürt sorununun çözümünün artık ertelenemeyeceğini söyledi. Deklarasyonda, sorunun muhatabı olarak Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan işaret edilirken, ulusal birliğin de acilen hayata geçirilmesi gerektiği belirtildi. Deklarasyonda, "HDP ile birlikte eşit, özgür, demokratik bir ülke yakındır" mesajı da verildi.
Halkların Demokratik Partisi (HDP), Kürt sorununa yönelik yaklaşımını yansıtan 'Kürt Sorununa Çözüm Deklarasyonu'nu Amed'de açıkladı. İl binasında bulunan Vedat Aydın Konferans Salonu’ndaki toplantıya HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eş Başkanı Berdan Öztürk, HDP milletvekilleri, Merkez Yürütme Kurulu (MYK) ve Parti Meclisi (PM) üyeleri, milletvekili adayları, sivil toplum örgütü temsilcileri ile çok sayıda kişi katıldı.
'KADER DEĞİŞECEK'
Buldan ve beraberindeki milletvekili heyeti salonda alkışlarla karşılandı. Toplantıda konuşan Buldan, 24 Haziran’da yapılacak seçimlerin Türkiye’nin kaderini değiştireceğini ifade ederek, şunları söyledi: “AKP-MHP faşizmini yenmek, Türkiye toplumu üzerinde yaratılan faşizan uygulamalara yönelik birlik ve beraberliğimizi sağlamak üzere birçok görüşme gerçekleştirdik. 24 Haziran seçimleri Kürt halkı ve Türkiye halklarının kaderini değiştirecektir. Kürt sorununun çözümü, özgürlüklerin ve hakların 24 Haziran başarısı ile elde edilecektir. Yaptığımız her görüşme ve ittifakın çok büyük bir öneminin olduğunu düşünüyoruz. Türkiye’nin batısında sol ve sosyalist çevrelerle geniş bir ittifak oluşturduk. Tüm kimliklerin, ezilen kesimlerin ve ötekileştirilenlerin, omuz omuza vererek, sürecin başarı sürecine evrilmesi kararı aldık” dedi.
'DEMOKRATİK KÜRDİSTAN' VURGUSU
Bölgede ve Amed'de yaptıkları görüşmeleri anımsatan Buldan, devamla şunları söyledi: “Bu görüşmeler Kürtlerin ortak taleplerinin hayata geçirilmesi noktasında önemliydi. Kürt halkının statü meselesinin yaptığımız her görüşmede ortaklaşma ile sonuçlandığını belirtmek istedir. Kürtler üzerinde oynanan oyunların, Kürt halkına uygulanan zulümlerin, yaşadığı acıların, yıllardır ödemiş bedellerin son bulması açısından taleplerin bir an önce hayata geçirilmesinin göstergesiydi. AKP-MHP ittifakına karşı Kürdi yapılarla özgürlüğü sağlamanın en önemli şartı olan ittifakı gerçekleştirelim diyoruz. Her birey bu tarihi ittifakın dışında kalmamalı. Kürtler zayıf olduğu için değil, parçalı olduğu için bu durumdayız. Kürtler, Kerkük ile Efrin, Şırnak ile Mahabad’ın kaderinin bir olduğunun farkına varmıştır. Son dönemde bunu yaşamış ve görmüştür. Tüm kardeşlerimize bir kez daha çağrı yapıyoruz; gün birleşme ve demokratik Kürdistan bağını sağlama günüdür diyoruz.”
'ARTIK ÇÖZÜM ERTELENEMEZ'
Buldan, daha sonra partisinin hazırladığı deklarasyonu açıkladı:
“Bir büyük iddianın sahibiyiz, her alanda çözüm üretiyor, çözüm öneriyor ve çözüm vaat ediyoruz. Farkımız bu. Şimdi önümüzde yüzyıllık devasa bir sorun var ve bunu çözmeye; Türkiye, bölge halklarına huzur getirmeye adayız. Saygıdeğer halkımız, sevgili gençler, yüreği barıştan yana atan anneler, kadınlar, çocuklar; hepimizin, herkesin sorunu olan Kürt sorununun çözümüne yönelik hazırladığımız deklarasyonunu sizlerle paylaşmak ve bu sorunu çözmenin sözünü vermek için karşınızdayız.
Türkiye ve Ortadoğu’da politika ve siyaset yapıp da, Kürt sorununa ilişkin söyleyecek sözü, tutumu olmayan hiç bir siyasi oluşum ve organizasyon yoktur. Sarmalı ve etki alanı son derece geniş olan bu soruna karşı yaklaşım ya bağnaz bir karşıtlık ve esasen temelini milliyetçilikten alan çözümsüzlük ya da katı inkar politikasının sonucu olarak görmezden gelme ve hatta yok sayma şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Partimiz, bileşenleri ve üzerinde yükseldiği politik taban açısından bu sorunun hem taraflarından biridir hem de sorunun çözümüne ilişkin en birikimli, donanımlı partilerin başında gelmektedir. Bu bize hem ağır bir tarihsel sorumluluk yüklemekte hem de Türkiye halklarının geleceği için çözümün acil ve ertelenemez bir gerçeklik olduğunu önümüze koymaktadır.
'DİĞER İTTİFAKLAR KÜRTLERE BİR ŞEY VERMİYOR'
Bu sorundan kaçış ve onu görmezden gelmek, Türkiye’nin temel sorunlarından kaçmak anlamına gelir. Türkiye başta olmak üzere bölge ölçeğindeki güçler bu soruna göre tutum belirlemektedir. 24 Haziran’da yapılacak olan seçim ittifakları da bu soruna yaklaşım üzerinden şekillenmiştir. AKP ve MHP, Kürt ve demokrasi karşıtlığı temelinde ittifakı geliştirirken, oluşan diğer ittifak da sorunun özünü görmezden gelen bir bakış açısı ile hareket etmektedir. Partimiz ise sorunun çözümü için halkların, demokrasi ve barıştan yana toplumsal güçlerin ittifakını hayata geçirmiştir.
'SİSTEM KAOSTA'
Kürt sorununu besleyen tarihsel nedenler elbette vardır. Ancak günümüzde sorunun çözümsüzlüğünün nedeni tekçi, inkârcı yaklaşımlar ve savaş politikalarıdır. Günümüzde yaşadığımız anti-demokratik sistemin genetik kodları Kürt inkârından beslenmektedir. Sistemi bu haliyle yürütmek isteyen her iktidarın başvurduğu tek yol, Kürt sorununu derinleştirmekten geçmiştir. Bu yönelim ve tercih kendi açmazını da yaratmıştır. Kürt sorunu derinleştikçe sistem tıkanmış, kaos hali yaşanmaya başlamıştır. Varlığını Kürt inkârı üzerinden bina eden her siyasi düşünce de eninde sonunda siyaset sahnesinde yok olmuştur. Bunun Türkiye siyasi tarihinde sayısız örneği bulunmaktadır.
'KÜRT SORUNU ÇÖZÜLMEDEN...'
Kürt sorunu çözülmeden Türkiye’deki demokrasi sorunu başta olmak hiç bir temel sorunun çözülmeyeceği açıktır. Sadece son bir kaç yılda yaşadıklarımız bile bunu kanıtlamaktadır. Bugün Türkiye’nin tamamında görülen OHAL, KHK’ler, kayyım atamaları, topluma karşı uygulanan şiddet, tutuklamalar, yoksullaştırma politikaları, işkence yöntemlerinin tamamı önce Kürtler üzerinde uygulanmaya başlanmış, daha sonra bütün Türkiye’ye yayılmıştır. İktidarlar, her türlü hak talebini Kürt sorunun varlığını gerekçe göstererek şiddetle bastırma seçeneğini elde tutmak için sorunu çözümsüzlüğe terk etmeyi tercih etmektedir.
Asgari düzeyde bir demokratik duruş bile öncelikle Kürtlere uygulanan inkâr, baskı ve şiddet politikalarına karşı net bir tutum belirlemekten geçer. HDP, demokratik bir ülke yaratmak için Kürt sorununun çözümünü olmazsa olmaz kabilinde görmektedir.
Bir toplumun nasıl yaşayacağı, nasıl yönetileceği ise siyasi ve meşru bir hak olarak kendi tercihlerine bağlıdır. Bu açıdan HDP, Kürtler başta olmak üzere diğer bütün toplumların hak taleplerini kabul eder. Kültür, dil ve kimlik gibi taleplerin anayasal çerçevede çözümünü savunur ve farklı kimlikleri reddeden, onları yok sayıp bastıran tekçi anlayışı ortadan kaldırmak için mücadele eder. Tarihten günümüze kadar devam eden Kürt sorunu bir statü sorunudur. Kürtlerin statü talebi bölücülük değil, toplumsal barış ve ortak yaşam için gerekli ve kaçınılmazdır.
'TEMEL TALEP YERİNDEN YÖNETİMDİR'
Talep edilen, üniter devlet yapısı içinde, Kürtlerin kendi karar mekanizmalarını oluşturmasıdır. Yerel ve yerinden yönetim talebi bu anlamda sorunu çözecek temel ve başat taleplerden biridir. Bu model dünyanın değişik yerlerinde uygulanan, merkezileşmeyi ve tekleşmeyi önleyen demokratik bir modeldir. Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı da bu ihtiyaçtan ortaya çıkmıştır. Partimiz Türkiye’nin 1992 yılında imzaladığı bu şartın çekincelerini de ortadan kaldırılarak hayata geçirilmesini savunmaktadır. HDP programında bu durum açık ve net bir biçimde yer almaktadır. Bunun gerçekleşmesi için tekçi, inkarcı anayasanın değişmesini birinci önceliktir.
DEMOKRATİK ANAYASA
HDP döneminde, özgürlükçü laikliğin, çoğulculuğun, kuvvetler ayrımının merkeze alındığı çok dilli, çok inançlı, eşit yurttaşlık temelli demokratik anayasa, ülkedeki tüm toplumsal grupların katılımı ile hazırlanacaktır. HDP ile düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğü, din ve vicdan özgürlüğü, basın özgürlüğü, barış hakkı, hakikat hakkı, sendika kurma hakkı, grev ve toplu sözleşme hakkı, vicdani red hakkı, kültürel kimlik hakkı, anadilini kullanma hakkı, eğitim ve öğrenim hakkı, adil yargılanma hakkı, çocuk hakları gibi temel hakların yer aldığı demokratik Anayasa’da bütün özgürlükler ve haklar garanti altına alınacaktır.
Demokratik anayasa, merkezin tahakkümüne karşı yereli, devletin tahakkümüne karşı toplumu savunacak; merkeziyetçiliği değil adem-i merkeziyetçiliği esas alacaktır. Demokratik parlamenter sisteme tezat oluşturmayan, aksine bu sistemi güçlü kılan yerel demokrasi, demokratik yerinden yönetim modelidir. Demokratik anayasanın verdiği güvence ile yerel demokratik yönetimler tüm Türkiye’de demokratik bir idari yapının teminatı olacaktır. Demokratik anayasa ile güvence altına alınmış yerel demokrasiye dayalı Demokratik Cumhuriyet, tekçiliğin değil çoğulculuğun, otoriterliğin değil demokrasinin, ayrışmanın değil bir arada yaşamanın çatısı olacaktır.
'OHAL VE TECRİT KALKACAK; HASTA MAHPUSLAR ÖZGÜR OLACAK'
OHAL kaldırılacak ve OHAL’e dayanılarak kayyum atanan belediye eş başkanları derhal görevlerine iade edilecektir. OHAL ve KHK’lerle bölgede kapatılan pek çok sivil toplum örgütü ve anadilde yayın yapan medya organları yeniden açılacak ve tüm mal varlıkları iade edilecektir. Yargıda da eşit ve adil yargılanma için alınacak önlemlerin yanı sıra herkesin anadilinde hizmet alabileceği yargı koşulları oluşturulacak, mahkemelerdeki tercümanların parasının yargılananlar tarafından ödenmesi uygulamasına son verilecektir.
Hasta mahpusların derhal serbest bırakılması sağlanacaktır. Mahpusların dışarıda tedavi edilebilmeleri için tam teşekküllü devlet hastanelerinden alınacak raporlar yeterli görülecektir. Cezaevlerinde haksız yere tutuklu olan gazeteciler, kadınlar, siyasetçiler, öğrenciler TCK’da yapılacak adil düzenlemeler ile özgürlüğüne kavuşacaktır. Başta Sayın Abdullah Öcalan’ın kaldığı İmralı cezaevi olmak üzere cezaevlerindeki tecrit uygulamalarına son verilerek cezaevi idarelerine verilen ‘infaz yakma’ yetkisi kaldırılacaktır.
YÜZLEŞME
Geçmişi ile yüzleşmeyen toplumlar bugünlerini anlayamaz ve geleceklerini kuramazlar. Barış içinde yaşamanın şartlarından biri geçmişle yüzleşme ve hakikat arayışıdır. Bunun için tarihte farklı Kürtlerin de arasında olduğu halklara ve inançlara karşı yapılan soykırım ve katliamlar karşısında, bu halklardan devlet adına özür dilenmesi için gerekli çalışmalar yapılacaktır. Yaşanan soykırımlar, tehcir, katliamlar, infazlar, kayıplar ve benzeri uygulamaların araştırılması ve hakikatlerin ortaya çıkarılması amacıyla ‘Hakikat Komisyonları’ kurulacaktır. Zorla yerinden edilme ve zorunlu göç bir topluma verilecek en büyük zararlardan biridir. Sosyal, siyasi ve ekonomik boyutları olan bu zararın, etkisi yüzlerce yıl sürmektedir.
'AKP'NİN YIKTIĞI KENTLERİ İNŞA EDECEĞİZ'
Bugüne kadar zorla yerinden edilmeler nedeniyle devlet veya korucular tarafından el konulan tüm mülkler sahiplerine iade edilecektir. 2015 yılında başlayan sokağa çıkma yasakları adı altındaki ablukalarda, yerinden edilenlerin tüm zararı tazmin edilecek, yıkılan kentler aslına uygun olarak yeniden inşa edilecektir. Mayınların ve savaş atıklarının temizlenmesi, mayınlı arazilerin tarımsal üretim yapmak üzere kullanıma açılması sağlanacaktır. Sınır barajları ve HES projelerine son verilecektir. Kentten köye geri dönüşü teşvik edilecek, dönüş yapanların üretime katılmaları için maddi destek sunulacaktır. Koruculuk sistemi lağvedilecek, suça karışan korucular yargılanacaktır. Korucuların sebep oldukları zararlar tazmin edilecektir. Suça bulaşmamış olan korucular ise toplum yararına programlar kapsamında istihdam edilecektir.
'ANA DİL HAKKI GARANTİ ALTINA ALINACAK'
Kürtlerin; dil, kültür ve kimlik talepleri halk olmaktan kaynaklanan temel haklardır. Anadil, kimlik ve kültür kabulünün ve gerçekleşmesinin ön koşuludur. Partimiz, ülkenin resmi dilinin yanı sıra, kamusal ve sivil alanda çok dilli eğitim, çok dilli yaşam ve çok dilli kamusal hizmeti esas alır. Eğitimin bütün kademelerinde anadilde eğitim görülecektir. Anadil kullanımına karşı geliştirilen politikaların tamamı iptal edilecek, yer isimlerinin iadesinden, coğrafi tanımların orijinal isimleri ile kullanılmasına kadar gasp edilmiş haklar iade edilecektir.
'KÜRDİSTAN BİR HAKİKATTİR'
Kürdistan ismi tarihsel bir hakikattir ve tarihi coğrafyayı tanımlamak için de kullanılmaktadır. Geçmişte bu realiteyi dile getirmesine rağmen, AKP-MHP iktidarının yine aynı realiteyi yasaklı hale getirmesi mücadele gerekçelerimizdendir. HDP, Kürdistan gerçekliğine uygun olarak ortak vatan, demokratik anayasa kapsamında bu hakikatin yasal statü temelinde kabul görmesi için mücadele eder. 1990’lı yıllarda Kürtçe kasetleri yasaklatan faşist zihniyet hala hafızalarda yerini korurken, kayyumlarla birlikte bölgede Kürtçe’ye yönelik saldırılar aynı zihniyetin sürdüğünü göstermektedir. Kayyumlar tarafından değiştirilen Kürtçe isimler iade edilecek, sökülen tabelalar, yol lehvaları yerlerine asılacaktır. Partimiz, çok dillilik politikası kapsamında resmi olarak çok kültürlülüğü savunur ve her kültürün kendisini geliştirmesi için gerekli mekanizmaları yaratır. Ayrımcı, tekçi, inkarcı bütün politikaların karşısında yer alır ve keskin bir mücadele hattı belirler.
'ULUSAL BİRLİK ACİL BEKLENTİMİZ'
Ortadoğu’da statükocu devletler ve güçler, Kürt halkına ve kazanımlarına karşı hiç olmadığı kadar kapsamlı bir saldırı dalgası başlatmıştır. Bu nedenle Kürtlerin ulusal birliğinin sağlaması en acil sorunlarımızdan biridir. HDP, bir yandan Türkiye’nin demokrasi ve özgürlük güçlerinin ittifakı olarak yükselirken, diğer yandan Kürt halkının asimilasyoncu, baskıcı, tekçi yapılara karşı siyasal olarak bir araya gelmesini savunur. Kürt Ulusal Birliği, bölgedeki demokratik birliktelik açısından da gerekli ve kaçınılmazdır. Partimiz, Kürt ulusal birliği ile Türkiye demokrasi güçlerinin ortaklığı için çaba gösterir ve bunun için üzerine düşen tüm görevleri yerine getirir.
'SORUN MUHATAPLARIYLA ÇÖZÜLÜR'
HDP, çatışmasız ve savaşsız bir dünya tahayyülüyle hareket etmektedir ve mücadelesi savaşsız bir yaşam yaratmaya yöneliktir. Baskıcı iktidarların elindeki şiddet tekelinin meşrulaştırılması, birçok hak ve özgürlüğün önündeki en büyük engel olduğu gibi çatışmaların da kaynağıdır. HDP, yaşanan çatışmalı sürecin Kürt sorunda yaşanan çözümsüzlüğün bir sonucu olduğunu tespitinden hareket eder ve sorunun çözümünün müzakerelerden geçtiğine inanır. Dünya deneyimlerinden de ortaya çıktığı gibi, her türlü çatışma süreci ancak diyalog, müzakere ile çözülebilir. HDP fikriyatının toplumda karşılık bulduğu dönem çözüm sürecidir ve HDP çözüm sürecinde yaşanan tıkanıklar, engellerin bire bir tanığıdır. Meseleye hakimdir ve bunların ortadan kaldırılarak gerçek bir barış sürecinin yaşanmasını esas alır. Sorunun tarafları ve muhatapları belidir. Bu sorun ancak muhatapların iradesiyle çözülebilir. Yeni ve suni muhataplar aramak çözümsüzlük politikasında ısrardır. Sorunun çözümünde çatışan güçler meselenin doğal tarafıdır.
'TOPLUM ÖCALAN'IN MUHATAPLIĞINI KABUL ETTİ'
PKK Lideri Abdullah Öcalan, 2013-2015 yılları arasında yürütülen diyalog sürecinde bir aktör olarak sorunu çözebilecek güçlü bir muhatap olduğunu göstermiştir. Üstelik bu dönemde Türkiye toplumu da büyük oranda Sayın Öcalan’ın muhataplığını kabul etmiş ve gelen her mesajını ciddiyetle ele alıp değerlendirmiştir. Çözüm sürecinin bitirilmesi ve AKP iktidarı tarafından masanın devrilmesi, toplumun karşı çıkmasından değil, iktidarın beklentilerinin karşılanmamasından kaynaklanmıştır. Partimiz, siyasi hesaplara kurban edilen bu sürecin, bütün toplumsal dinamikleri dahil ederek yeniden başlatılması için PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerinde yürütülen gayri ahlaki ve hiç bir hukuki zemini bulunmayan katı tecrit uygulamasının kaldırılmasının gerekli olduğunu her zaman vurgulamaktadır.
Sonuç itibarıyla; partimiz Kürt sorununun demokratik ve barışçıl yollarla çözümü konusunda üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmeye hazırdır. Türkiye’nin demokratikleşmesi Kürt sorununun çözülmesinden geçmektedir. Kürt sorunun çözüldüğü Türkiye’de ne OHAL kalır, ne darbe mekaniği devreye girer, ne de otoriterleşme ve tek adam tehlikesi ortaya çıkar. Meselenin önceliği, aciliyeti ve yarattığı acılar ortadadır. Şimdiye kadar denenen ve çözümsüzlük yaratan tüm yöntemler iflas etmiş, ezberler çökmüştür. O halde yapılması gereken şimdiye kadar denenmemiş olanı denemektir. Sadece 3 yıllık diyalog süreci bile bu ülkeye nefes aldırmış, anaların gözyaşı dinmiştir.
'ONURLU BARIŞ 24 HAZİRAN'DA MÜMKÜN'
Türkiye halklarının huzura, güvene, refaha kavuşmasına ihtiyacı vardır, bunun yegâne yolu Kürt sorununda kalıcı barışı sağlamaktır. Barış, sadece çatışmaların, ölümlerin ve acıların olmaması değil, aynı zamanda erdeme, iyiliğe, bir arada yaşama doğru atılan en büyük adım olacaktır. Barış mücadelesi demokrasi mücadelesidir, özgürlük mücadelesidir. Özgür bir ülke için, Demokratik Cumhuriyet için, yerel demokrasi ile güçlendirilmiş parlamenter sistem için, tekçi anlayıştan kurtulmak için atılacak en güçlü adım barış olacaktır.
24 Haziran kalıcı ve onurlu bir barış için umuttur. Savaş politikalarıyla iktidarını sürdürmeye çalışanlara, kayyumcu zihniyete, ablukalarla ve yıkımlarla insanları yerinden edenlere inat, barış diyenler kazanacaktır. 24 Haziran, eşit yurttaşlık temelinde farklılıklarımızla birlikte yaşayabileceğimiz bir Türkiye’de kendimizi de, kentimizi de, ülkemizi de yöneteceğimiz dönemin başlangıç günüdür. Bu dönüşüm ile birlikte, farklılıklarımızla barış içinde ve bir arada yaşayacağız. Demokratik bir ülkede kalıcı barışı birlikte var edeceğiz. HDP ile birlikte eşit, özgür, demokratik bir ülke yakındır.
Yeter ki inanalım ve bu tekçi inkarcı düzeni değiştirmek için harekete geçelim.”
Deklarasyonun Kürtçesinin HDP Amed Milletvekili Feleknas Uca tarafından okunmasının ardından toplantı alkış ve sloganlarla sona erdi.
ANF AMED