29 Ekim 2018 Pazartesi

Emekçiler Burjuva Cumhuriyetine Mahkum Değildir: Emekçilerin Kurtuluşu Devrimci İşçi ve Emekçi Halk Cumhuriyetini Kurmaktan Geçiyor .!

Görüntünün olası içeriği: yazı
29 Ekim 1923'den bu yana tam olarak 95 yıl geçti. Egemen sınıflar ve yalaka takımı, halka karşı, kan, zulüm üzerinde oturan T.C. devletinin kuruluşunu "Ulusal seferberlik" ilanıyla kutlamaya ve emekçilere burjuva cumhuriyetini kurtuluş olarak sunulmaya çalışılıyor. Burjuvazinin değişik klikleri arasında süren kemalist Cumhuriyete sahip çıkma yarışı artarak sürüyor. Kemalistler ve burjuva aydınların bazıları, 29 1923 de ilan edilen burjuva cumhuriyetini, faşist dinci Saray iktidarına karşı can siperhane savunarak Kemalist Cumhuriyetin halkın üzerinde egemenlik kuran halk düşmanı bir burjuva cumhuriyeti olduğu gerçekliği gizlenmeye çalışılıyor. İşin daha da ilginci olanı işçi ve emekçileri iktidara taşıyan, burjuvazi ve büyük toprak sahiplerinin tasfiyesini hedefleyerek işçi ve emekçilerin devrimci iktidarını kuran 1917 Ekim devrimini örnek alma yerine batı emperyalizmini kendisine düstur alan Türk Cumhuriyeti devleti halkı ve halkın çıkarlarını yok sayan , bir avuç Türk burjuvazisi ve büyük toprak sahiplerinin cumhuriyeti olmuştur. Kurtuluş savaşımında kanını döküp canını veren çeşitli ulus ve ve ulusal azınlıklardan emekçiler bırakalım devletin yönetiminde söz sahibi olmak, sürekli ve sistemli baskı ve zulüm altında tutulmuş, demokrasi ve özgürlük istemleri kan ve zulümle bastırılmış, Türk ve Müslüman olmayanlar, devlete boyun eğmenler devletin demir yumruğuyla ezilmeye çalışılmıştır.
Bir yanda açlık, işsizlik, yokluk, baskı, zulüm, işkence, gözaltı zindan terörü, Kürtlerin kırımdan geçirilmesi, özelleştirme-taşeronlaştırmayla işçi kıyım terörünün artarak sürdüğü Türkiye, öte yandan bütün bunlar yokmuş gibi şişirilen bir eli yağda bir eli balda devletin kanatları ve koruması altında burjuvazinin önderliğinde emperyalizmle işbirliği içinde büyüyerek devlet erkanını elinde bulunduran şatafatlı yaşamlarıyla, sömürüde sınır tanımaz, vurgunculuk, çeteleşme ve yayılmacı politikalarıyla işbirlikçi tekelci burjuvazi ve büyük toprak sahiplerinin Türkiye'si. İşte bugün AKP-MHP ittifakına dayanan, Türk İslam sentezci faşist diktatörlük iki Türkiye gerçekliğini gizlemek ve toplumsal savaşın üzerini kapatarak egemen sınıflara soluk aldırmak için devlet eliyle içeriği her bakımdan daha fazla boşaltılmış burjuvazinin egemenliğini pekiştiren toplantılar,-kutlamalar düzenlenerek, burjuva klikleri "Cumhuriyete ve Atatürk'e ulusça ne kadar sıkıca bağlı" oldukları yarışına girecekler. Bizzat Kemalist cumhuriyetin sağını-solunu törpüleyen AKP diktatörlüğü Cumhuriyetin 95. yıl kutlamalarını herkesin "demokratik ve muasır medeniyet yolunda Türkiye'de yaşadığı için şükretmesi" yönlü demeçlerle, daha çok cumhuriyetin temel değerlerine bağlı kaldırdıklarını dillendiren takiye yüklü açıklamalarla yığınlar aldatılmaya ve burjuva cumhuriyeti kutsanıyor ve yığınların bilinci bulandırılıyor.
Bilindiği üzere T.C. devleti, 1919 yılında emperyalist işgale karşı verilen ve el altında emperyalizmle uzlaşarak 29 Ekim 1923'de sonuçlanan M.Kemal ve arkadaşlarının önderliğinde kuruldu. Burjuva cumhuriyeti 95. yıldır egemen sınıfların elinde halk kitlelerine karşı, burjuvazi ve toprak ağalarının sınıf egemenliğinin pekiştirilmesi ve burjuva çıkarları yararına kitleleri aldatma ve yönlendirmenin bir aracı olarak kullanıldı. Egemen sınıflar "ulusal hak çıkarları ve ortaklığı" sloganını kültürel, psikolojik ve kitle duygusu oluşturmanın etkin araçlarından birisi olarak kullandı. Burjuva-feodal güçler emperyalizme daha sıkıca bağlandıkça ve palazlandıkça "ulusun ve ülkemizin bölünmez bütünlüğü" ve "sınıfsız, sömürüsüz, kaynaşmış kitle" propagandasıyla yığınların gözüne sürekli olarak kül serpildi.
" Demokratik, özgür ve modern bir Türkiye'de yaşıyorduk" ve Cumhuriyet hepimizin dir yalanı ortalığı kapladı. Her ne kadar işbirlikçi tekelci burjuvazi ve büyük toprak sahipleri ve sözcüleri koro halinde hep bir ağızdan Kemalist cumhuriyetin "demokrat, laik ve sosyal devlet" olmasından dem vursalar da, ortada duran gerçekler bunun hiçte böyle olmadığını kanıtlayan örneklerle doludur. Kuruluşundan bu yana T.C. devleti hiç bir dönem gerçekten de "demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti" olmadı. Bu sözler T.C. anayasasına yazıldı. Ama bunlar yalnızca kağıt üzerinde kalan sözler olmaktan öteye gitmedi. İşçiler, emekçi ve Kürtler 95. yılın hiç bir döneminde ne özgür oldular, ne demokratik haklarını engelsiz olarak kullanabildiler ve ne de gerçek anlamda laikliği yaşadılar. 1925'ler de ilan edilen azgın faşist diktatörlük ve faşist tedbirlerle sürdü ve 1930'lar da tas tamam faşist diktatörlük pekiştirildi..
Her ne kadar 1923'lerden itibaren parlamento ilan edilmiş olsa da, burjuva parlamentosu Kemalist diktatörlüğün anti-demokratik ve bir dönem sonrada faşist yüzünü gizlemenin asma yaprağı rolünü oynamıştır. 1935'lerden bu yana bazı ara dönemleri bir yana bıraktığımızda, T.C. devleti işçi ve emekçi yığınlar için faşist terörün fütursuzca sürdüğü bir azgın diktatörlük olmuştur. Egemen sınıflar ve hizmetindeki emir eri yazar-çizer takımı T.C. devletinin 29 Ekim 1923'den bu yana önemli gelişmeler kat ettiğini söyleyerek, olayın gerçek özünü gizlemeye çalışıyorlar.
Yollar, fabrikalar, enerji santralleri, şehirleşme, iletişim vb. alanlarda 1923'den bu yana önemli gelişmeler olduğu bir gerçektir. Ama bütün bunlar hangi sınıfın ihtiyaçlarına yanıt verecek bir şekilde geliştirildi. İşbirlikçi tekelci burjuvazi ve büyük toprak sahipleri ve emperyalistler ürünlerini pazarlara sunmak ve emekçileri iliğine dek sömürmek için üretim teknikleri ve yeni buluşları devreye soktular. Ürünlerden yararlanmak ve hammadde kaynaklarını sömürmek, ucuz iş gücü, ucuz toprağı daha fazla kar amacıyla kullanabilmek için ulaşım, haberleşme ve modern teknik araçlar tarıma ve sanayiye sokulup kullanıldı. Bütün bunlar emperyalist ve uşakları egemen sınıflar daha fazla kar etsin amacıyla yapmak zorundaydı. Şimdi bunları egemen sınıfların "halk için" yapıldığını söylemesi emekçilerin bilincini bulandırma amaçlı kocaman bir kuyruklu yalandır.
Çok uzağa gitmeden, TC devletinin politik ve askeri temsilcilerince reklam edilen siyasal rejimin emekçiler için neyi ifade ettiğini anlamak bakımından, bugünün Türkiye'sine bakmak yeterlidir. Türkiye'de demokrasinin en güçlü göstergesi olarak sunulan parlamentonun halkın iradesiyle herhangi bir ilişkisi yoktur. Burjuva düzen partileri ve milletvekilleri halk yığınlarına karşı değil, uluslararası emperyalist devletlere ve işbirlikçi tekelci burjuvazi ve büyük toprak sahiplerine karşı kendilerini sorumlu saymaktan, politik ve ekonomik kararların uygulanması sürecine katıldığı -göstermelikte olsa- bu doğrultuda parmak kaldırmaktadırlar. Bütün emekçilerin toplumsal yaşamını düzenlemeye yönelik bir organizma olarak lanse edilen devlet, tastamam işbirlikçi tekelci burjuva ve büyük toprak sahiplerinin çıkarlarının tüm topluma kabullendirilmesini ve emekçilerin bu sınıflara yönelik hareketini bastırmayı temel işler olarak benimsemiştir.
Nüfusun %44'ünü oluşturan tarımsal Çok Uluslu Tekeller-Dünya Bankası vb. gibi emperyalist mali kuruluşların emperyalist politikaları doğrultusunda yıkıma uğratılmasıyla, etten buğdaya kadar bir çok gıda maddesi dışarıdan ithal edilir duruma gelmiştir. Kürtlerin varlığı ve meşru hakları yok sayılmakta, çözüm adına Kürtlerin direnişi "bekle gör" tutumuyla tasfiye edilmeye, inceltilmiş haliyle inkarcılık devam etmekte, her yıl bütçenin büyük bir bölümü emekçi yığınlar ve Kürt özgürlük mücadelesinin ezilmesi için savaşa akıtılmaktadır. Yine bütçenin yarıya yakın bölümü emperyalist ve yerli tekellerden alınan borçlara faiz olarak ayrılmakta ve geriye kalan önemli bölümde savunma adına silahlanmaya yatırılmaktadır.
Son onaltı yıldır sürekli artan silahlanmayla, işçi ve emekçilerin yoksulluğu ve artan işsizlik el ele gitmektedir. 16 milyon civarın insan yani yaklaşık her beş kişiden birisi açlıkla koyun koyuna yaşamaktadır. Koç ve Sabancı'nın yalnızca bir işletmesi 80-90 trilyon kar ederken, işçi ve kamu çalışanı emekçiler, üretici köylüler ve işsizler açlık ve yoksullukla hizaya getirilmeye çalışılmaktadır. Ücret ve maaş artışı %4-5'le sınırlanırken, rantiyeci vurguncu takımına milyonlar faiz geliri olarak aktarılmış. Ülkenin her yanı zindana dönüştürülmüş. İlerici, devrimci, aydınlar, sendikacılar konuşmamaları için hiç bir meşrutiyeti olmayan ağır ceza mahkemelerince yargılanıp, hapis cezasına çarptırılarak politika yapmaları engelleniyor. Polis her tarafta devletin kanatları altında ölüm kusuyor. Sivil faşist çeteler sokaklara salınarak faşist terör estiriyorlar ve Kürtlere ve devrimcilere yönelik linç kampanyaları yürütülüyor. Dahası genç olmak "şüpheli şahıs ve potansiyel suçlu gerekçesiyle" gözaltına alınarak zindana kapatılmak için yeterli bir neden oluyor. İşte bunun için burjuvazinin sınıf egemenliğini sağlayan ve onu pekiştiren 29 Ekim 1923'de ilan edilen Kemalist burjuva cumhuriyeti burjuvazi kutluyor ve kutlayacaktır. Her sınıf öncelikle kendi sınıf çıkarları ve hakları için mücadele yürüteceklerdir. İşçi sınıfı, emekçi yığınlar, işbirlikçi tekelci burjuvazi ve büyük toprak sahiplerinin egemenlik örgütü olan TC devletine karşın, birleşik bir güç olarak ayağa kalkıp, devrimci ve sosyalist iktidar için dövüşmeden kendi kurtuluşunu sağlayamaz.
T.C. devletinin bir avuç egemen sınıfların ve emperyalizmin baskı, sömürü ve egemenliklerini sağlayan, halka yabancılaşmış ve onun sırtında ayakta durmaya çalışan bir burjuva diktatörlüğü olduğunu bilince çıkararak, burjuvazinin yalanlarına aldanmayalım. Her sınıfın bir cumhuriyeti vardır. İşçi ve emekçilerin cumhuriyeti demokratik ve sosyalist halk cumhuriyetidir.
O halde, Kemalist cumhuriyetin bazı reformcu kazanımlarını adım adım gasp ederek cumhuriyeti kendi sınıf egemenliğine göre dizayn etmeye çalışan AKP faşizminin T.C. devletini daha fazla İslamcılaştırma tutumuna bakarak, Kemalist cumhuriyeti savunmaya kalkışmak, işçi ve emekçi yığınları devrimci halk cumhuriyetinden uzaklaştırmak ve sınıf perspektifinden vazgeçmek anlamına gelir. Haliyle, burjuvazinin değişik klik ve kesimlerinin-Ki burjuvazinin bir kesimi toplumsal sorunların derinleşmesini Kemalizmden sapmaktan ve yeniden Kemalizme dönmekten ararken, burjuvazinin bir kesimi ise-AKP-MHP Cumhur ittifakı- Cumhuriyeti kendi ılımlı İslamcı çizgisine göre düzenlemeye çalışmaktadır.- İktidarı ve egemenliğini arasında tercih yapmak değil, işçi ve emekçi yığınları kendi bağımsız sınıf tutumu içinde hareket ederek, eşitlik, özgürlük ve kurtuluşunu ifade eden devrimci bir halk cumhuriyeti için dövüşmekten geçtiğini unutmayalım.


8 Ekim 2018 Pazartesi

Teslim Demir(Sinan) Almanya'nın Oberhausen Kentinde Yüzlerce Devrimci ve Emekçinin Omuzdaşlığıyla Ölümsüzlüğe Uğurlandı....!

Görüntünün olası içeriği: 1 kişi, kalabalık ve iç mekan
29 Eylül 2018 tarihinde Almanya’nın Wuppertal kentinde kahrolası kanser hastalığı nedeniyle 66.yaşında yaşama veda eden TKİP'in önder kadrolarından Tahsin Demir bir çok devrimci-demokrat akım ve emekçilerin katılımıyla, 06-10-2018 tarihinde Almanya’nın Oberhausen Cemevinde devrimci konuşmalar, şiirler ve devrimci dayanışma sloganlarıyla ülkeye uğurlandı.
Salonda değişik ülke ve kentlerde gelen, yoldaşlarının yanında hemen hemen tüm devrimci ve demokrat akımların rengi vardı. Normal koşullarda bir araya gelmede sorun yaşayan devrimciler-demokratlar Tahsin Demir’e son yolculuk görevinde bir araya gelmişlerdi.
Salon Tahsin Demirin resimleriyle ve çiçeklerle donatılmıştı. saygı duruşu, şiirler, yaşamı ve mücadelesi hakkında yapılana konuşmalarla salon duyguların dışa çıktığı, emperyalizme, kapitalizm ve faşizme karşı devrim ve sosyalizme bağlılık ve örgütlü savaşımın ne kadar önemli olduğunun birkez daha dillendirildiği, başlanana işin Tahsin Demir şahsında sonn nefesine kadar nasıl cesaret ve umutla, inanç ve irade ile ileriye taşınabileceğinin, grupçuluğa ve ben merkezciliğe karşı mütevazi ve aynı kulvarda birleştirici devrimciliğin ne kadar emekçi haklarımızın devrim ve sosyalizm savaşımını ileriye taşımak bakımdan önemli olduğunu ortaya koydu.
Tahsin Demirin istikrarlı, kararlı ve her dönemin birleştirici devrimcisi olmasının pratiği salonu dolduranların önemli bölümünü değişik örgüt ve kesimlerden gelen devrimciler olması, konuşma larda buna özenle vurgu yapılması bunu gösteriyordu.
Tahsin Demir en zor dönemlerde devrimci geçitten başarıyla geçmiş, devrim ve sosyalizm çıkarlarını herşeyin üzerinde tutmuş ve bundan dolayı da örgütünden daha fazla devrimci ve emekçileri olumlu yönde etkileşmiş bir devrimci önderdi.
Dahası Tahsin Demiri anma ve ülkeye son yolculuğa veda etme etkinliğinde, bir araya gelmede sorun yaşayan değişik ideolojik-politik eğilimde olan tüm devrimci ve demokrat akımları ve emekçileri aynı kulvarda buluşturmasıyla da, yaşarken gösterdiği birleştirici ve düşmana karşı ortak dik duruşunun aciliyetini bir kez de ölümünde naaşı başında herkesi buluşturmasıyla pratikleştirerek örnek oldu.
Halkın Birliği okurları olarak Tahsin Demir'i son kez ölümsüzlüğe uğurlama anma etkinliğine katılarak, yoldaşlarının acısını paylaştık ve devrimciliğin başladığı işi sonuna kadar götürme kararlığında olunması gerektiğini gördük ve yaşadık. Tahsin Demir'i anma etkinliğinde okunan Halkın Birliği’nin mesajını yayınlıyor ve Tahsin Demir'i birkez daha saygıyla anıyoruz.
Tahsin Demir Kavgamızda Yaşayacaktır…!
Devrim İçin Dövüşerek Toprağa düşenler Ölümsüzdür..!
Halkın Birliğinin Anam ekinliğinde Okunan Mesajı:
“Örgütleme Komitesine:
Değerli Göçmen emekçiler, devrimciler, yoldaşlar:
40. yılını devrim ve sosyalizmin başarısına adamış olan Teslim Demir ( Sinan hocaya) son görevimiz yerine getirmek için toplanmış bulunuyoruz.
Aracığınızla Halkın Birliği okurları olarak, yaşamlarını ücretli kölelik düzeninin yıkılarak, insanlığın kurtuluşuna armağan edip ölümsüzler ordusuna katılan Teslim Demir şahsında tüm devrim ve sosyalizm için toprağa düşen şehitleri saygıyla anıyor ve yoldaşlarına tüm devrimci ve emekçilere baş sağlığı diliyoruz.
Biliyoruz ki, zor dönemlerde başladığı işi sonuna kadar götüren ve devrim bayrağını lekesizce yoldaşlarına devreden insanların sayısı oldukça azaldı. İşte başladığı işi sonuna kadar inatla ve ısrarla taşıyanlardan ve devrimci yürüyüşümüzün yüz aklarından birisiydi Teslim Demir.
Teslim Demir ve on binleri bulan devrim ve sosyalizm şehitleri bizim geleceğe doğru başlatmış olduğumuz insanlığı özgürlüğe ve eşitliğe taşıma mücadelemizde; gülen gözümüz, susmayan dilimiz, duyan kulağımız ve karanlığa ışık olan ölümsüz kılavuzlarımızdır.
Yaşamını devrimin başarısına adamış şehitleri unutmak insanlığı ve onun geleceği için sürdürülen mücadeleyi unutmak, onuru, ahlaki, unutmakla eş anlamlıdır,.
Değerli Göçmen emekçiler, devrimciler, yoldaşlar:
Devrim ve sosyalizme daha fazla hizmet edeceği bir dönemde kahrolası kanser hastalığı nedeniyle ölümsüzler ordusu saflarına uğurladığımız Teslim Demir, mütevazi, kararlı ve devrimci çizgide ısrarlı duruşuyla devrimcilere örnek olmuştur. Devrim ve sosyalizme saldırıların yoğunlaştığı ve tasfiyeci dalganın devrimci safları kemirdiği koşullarda, var olanla yetinmeyen ve devrimci iradi müdahalelerle yol açmaya ve inadına devrim ve sosyalizm sıkıca tutunmaya çalışan , tüm enerjisini devrimin örgütlü savaşımına hasreden Teslim Demiri anarken, arkasında çok laf etmek yerine onun gibi sessiz ve gösterişten uzak ama başladığı işi sonuna kadar götürme ve başarma kararlılığı içinde olan devrimciler olmalıyız.
Emperyalist kapitalist sistemin her bakımından devrimci örgütlü savaşıma saldırdığı ve tasfiyeciliği geçer akçe kılmaya yöneldiği, çürümenin, yozlaşmanın umutsuzluk eğilimi olarak kışkırtıldığı ortamda, iğneyle kuyu kazarcasına devrimci çalışma içinde olarak kitleleri devrimcileştirip, kavgaya katmaya çalışan Sinan hocanın yaşamı ve mücadelesinde öğrenecek çok şey olduğunu unutmamalıyız.
Halkın Birliği okurları olarak Sinan hocayı ebedi istirahatine uğurlarken, iddialı ve zorluklardan yılmayan kararlı devrimciliğini kendimize örnek alacak ve yarım kalmış ideallerini zafere taşıma savaşımında olacağımıza söz veriyoruz.
Teslim Demir Ölümsüzdür..!
Yaşasın devrim ve Sosyalizm Mücadelemiz..!
Yaşasın Devrimci Dayanışma..!
Almanya da Halkın Birliği Okurları

Enternasyonalist Devrimciliğin Timsali Ernesto Che Guevara Kavgamızda Yaşıyor..!



"Ateşten bir at
taşıyor gerilla heykelini
Sierralar'ın rüzgarı ve bulutu içinde"
Enternasyonalist devrimci Ernesto Che Guevara Arjantin'in önemli şehirlerinden 14 Haziran 1928’de Valle Grande’de dünyaya geldi. Bir mimarın oğlu olan Guevera,1953’te Buenos Aires’te tıp doktoru oldu. Bolivya’daki tarım reformu konusunda incelemelerde bulunan Guevera, 1954’te Guatemala’da Arbenz devrimci hükümetinin yanında yer aldı. Arbenz’in askeri bir darbeyle devrilmesinin ardından Meksika’ya geçen ‘Che’, burada Küba devriminin önderi Fidel ve kardeşi Raul Castro ile tanıştı. Daha sonra Granma gemisiyle Küba'ya hareket etti ve savaşın sonuna kadar en ön safta yerini aldı..
Kasım 1956’da Küba’daki devrimci mücadeleye Arjantinli enternasyonalist bir devrimci olarak katılan Che Guevera, Kasım 1959’da zaferi kazanan devrimci Küba birliklerin başında başkent Havana’ya girdi. Devrim sonrasında Binbaşı Ernesto Che Guevara Havana'nın la Cabana Kalesi'nin komutanlığına getirildi.1959 yılında Küba vatandaşı ilan edildi. Bir süre sonra silah arkadaşı Aleida March ile evlendi. 7 Ekim 1959'da Milli Tarım Reformu Enstitüsü başkanlığına atandı. 26 Kasım'da da Küba Milli Bankası başkanlığına getirildi. Böylece Che ülkenin mali işlerini yüklenmiş oluyordu.
23 Şubat 1961'de Küba Devrim Hükümeti bir sanayi bakanlığı kurarak Che'yi bunun başına getirdi. Ancak Playa Giran çatışması sırasında, tekrar kale komutanlığı görevine getirildi. Daha sonra az gelişmiş ülkelere çeşitli seyahatlar yapan Che, sömürülen halkları ve emperyalistleri daha yakından tanıma fırsatı buldu. Bu durum Che'nin savaşçı yanının tekrar canlanmasına yol açtı.
Artık başka Latin Amerika ülkelerine gidip halkları örgütlemesi gerektiği kararını vermişti.1965 Eylül'ünde Afrikanın yoksul ülkesi Kongoya doğru yola çıktı. 3 Ekim 1965'de Fidel Castro, Che'nin ünlü veda mektubunu Küba Halkı'na okudu.  Kongo da beklediği devrimci gelişmeyi bulamayan Che yönünü Bolivya dağlarına çvirdi.Ve ölüm Che'yi Bolivya'da Higueras yakınlarında yakaladı. Barrientos'un askerleri O'nu 7 Ekim 1967 gecesi Hieguras yakınlarında kıstırdılar. Bacağından ağır bir yara aldı ve Hieguras'da bir okula hapsedildi. Kimsenin karşısında eğilmedi. Ve 9 Ekim günü Barrientos'un kiralık katillerinden Mario Turan'ın dokuz kurşunuyla can verdi.
Che guevera,9 Ekim 1967'de Bolivya dağlarında öldürüldüğünde henüz 39 yaşındaydı. Ama Che Guevera enternasyonal bir devrimci olarak emperyalizme, faşizme ve her türden gericiliğe karşı direnen ,bağımsızlık ve özgürlük için dövüşen işçilerin, emekçilerin ve devrimcilerin örnek aldığı ve mücadeleciğiyle de efsaneleşen devrimci bir önder olarak hep güncel mücadelenin bileşkesi oldu. Onun içindir ki emperyalizm ve burjuvazi bu yürekli devrimci önderi devrimci kimliğinden soyutlayarak aziz derekesine düşürmek için her türlü kirli yöntemi devreye sokmaktan geri durmadı. Onun ölümü üzerinde kendi zaferini şekillendirmek isteyenler, sadece fiziki imhayla o efsanenin yok olamayacağını biliyorlardı. Bu yüzden gerekli tedbirleri almakta gecikmemişlerdi. Vietnam'da, Küba'da aldıkları büyük yenilginin dersleriyle Bolivya dağlarına yürüdükleri gibi, sonrasını da ince hesaplayıp, kendilerine kök söktüren devrimci gerilla liderinin ve onun öngördüğü özgürlük olgusunun üzerine her şeyden fazla yönelmişlerdi. Che'nin temsil ettiği ve imgelediği ruh, tüm devrimcilerin, emekçi kesimlerin, gençliğin ve ezilenlerin bayrağı olurken, ABD güdümlü emperyalist stratejilerin özel aygıtları Che'nin temsil ettiği gerçeğin karşıtını piyasaya sürüyorlardı. Che'yi sıradanlaştırarak karşıt bir anlama dönüştürmek için, özellikle Latin Amerika'dan başlayarak toplumsal çerçevede bir ahlaksal çöküntüsünün temellerini atıyorlardı. Che'yi taparcasına sembolleştirenler, '68 kuşağı biçiminde dünyaya yayılan devrimci dalganın yürütücüleri, emperyalist bir denetim altında çeşitli alışkanlıklara; uyuşturucu, alkol bağımlılığına, düşkünlüklere mahkum oluyor ve emperyalist kültürün egemenliğine alınıyorlardı. Bugün dünya gençliğinin en genel çerçevede içinde bulunduğu olumsuzluğun temelleri böyle atılıyor, köşe taşları bu biçimde döşeniyordu. Bütün devrimci, özgürlükçü eğilimler, karşı devrimin egemenliğine alınıyordu. Aynı yıllarda popüler sanat, post-modernizm vb. ABD merkezli bir kültür olarak ( Disneyland, Marilyn Monroe ve daha sonraları Madonna örneği ) ortaya çıkıyordu. Bir gelişim tarihi olsa da, bunların aynı yıllara tekabül etmesi, elbette sadece tesadüf olarak değerlendirilemez. Çünkü Che'nin Bolivya dağlarında yaralı olarak ele geçirilip kurşuna dizilmesinden sonra, daha şiddetli biçimde Che'nin öngördüğü düşüncelerin, düşlediği geleceğin üzerine saldırmada asıl amaçlanan; toplumsal bir çürümenin yaratılmasıydı. Böyle bir zemin olmadan emperyalist kapitalizmin kendini yaşatması mümkün değildi. Bunun için Che'nin düşlediği gelecek düşüncesine ve temsil ettiği devrimci değerlere yönelirken, emperyalist bir kültür yaratıp, bunu diğer uluslara, halklara dayatmak ve giydirmek gerekliydi. Bu da kendini biraz popüler sanat, biraz post-modernizmde ifade ediyordu.
Sanatı sanat olmaktan, bireylerin yaratıcı gelişimine hizmet etmekten çıkarıp, en basit, en sıradan, en ilkel estetik gereksinimlerini giderecek ve kitleleri egemenlere hizmet edecek tarzda motive edecek bir içerik taşıyan bu yaklaşımlarla birlikte, reklam kültürü de alabildiğine gelişiyordu. Toplumu edilgen "kültür tüketicileri" ya da "neşeli robot" konumuna sürükleyerek kendine göre biçimlendiriyordu. Müzikten sinemaya, resimden kentsel mimariye, televizyondan moda seferberliğine kadar günlük hayatın köklerinde bugün de egemen olan olgu buydu.
Popüler kültür ve post-modernizm, bu yönüyle, dengesiz iktidar ilişkileriyle dolu bir dünyada, ezilen ve sömürülenleri güçten yoksun kılar biçiminde ifade ediliyordu. Zaten post-modernizmin amaç yerine oyun, hiyerarşi yerine anarşi, mevcudiyet yerine yokluk, yaratma yerine yapı bozum, derinlik yerine yüzeysellik, belirlenmişlik yerine belirsizlik, kişisel dil, yazar vari, dağılma, rastlantı ve eklektizmi esas alışı, vb. postmodern kültür için "dışkı kültürü" tanımını tüm haklılığıyla dışa vuruyordu. Tüm bunlar, kapitalist tüketiciliğin beyinsiz hazcılığının kitlelere yansıtılışıydı.
Che Guevera'nın vuruluşu ardından yükselişe geçen bu olgular, Brezilya'da ve diğer Latin ülkelerinde ABD'nin başlattığı yeni toplumsal stratejilere paraleldi. Vietnam yenilgisi ve Che'nin ölümü ardından, resimlerinin dağlardan şehir ve ovalara inip sarmasıyla, emperyalizm yüzüne maskesini yüzüne geçirerek,yeni temel taktiğini yürürlüğe koymaya başlamıştı. Bu anlamda Che'nin ölümü, kendisi için bir dönemin kapanıp,özel savaş döneminin açılışını simgeliyordu.
Nerede bir devrim hareketi varsa, orada Che'nin o ünlü portresi duruyordu. Che'nin, Alberto Diaz Guiterrez tarafından çekilen o portresinin olduğu her yerde,ABD odaklı bir özel savaş yürürlüğe sokuluyordu artık. Popler kültür ve ABD odaklı özgürlük anlayışının binbir çeşit uygulamaları, yarattığı uyuşturucu, alkol bağımlılıkları, hip-hop,rap ve bu tarzların bir çeşidi olan gangsta rap'ın içerdiği sadizm, şovenizm, hapçılık, her türlü şiddet eğilimi, lümpenizm vb. ile genel olarak toplumsal çürüme alanına dönüşüyordu buralar.
Dünyanın en fazla çoğaltılan fotoğrafında hülyalı gözleriyle geleceğe bakan, kızıl beresinin altında dağınık saçları ve yüzündeki ciddiyetle Che, tüm Amerika'ya, Avrupa ve Asya'ya yayılan haşmetiyle, devrimci ruhun ve romantizmin cisimleşmesini temsil ediyordu; özgürlük, eşitlik, direniş ve devrim bu karede odaklanıyordu. Emperyalizm ve gericilik bu bilinçli yüzüne geçirdiği devrim önderleri metaya dönüştürerek azizleştirme, sıradanlaştırma ve sistemle uzlaştırmaya çalışma çabalarıyla, devrimi vurmanın en etkili aracı haline getirmek istiyordu. Efsaneleşen Che portresi, böylelikle Batı'nın neredeyse bütün diskolarını süslemeye başlıyordu. En son Bosna'ya giden mücahitlerin de, İstanbul-Beyoğlu'ndaki ora-bura barlarda eğlenenlerin de tişört deseni oluyordu.Ve ardında bir votka şişesinin etiketine konu olarak gündeme gelen Che portresini, emperyalizm kirletiyordu.
Che'nin ünlü portresi de artık bu reklamcılık stratejilerinin bir parçası olarak öne sürülüyor. Baharatlı votka üreten bir firmanın reklamında kullanılıyor. Onun, o büyük devrimcinin anısına saldırı, hayaline karşı savaş şimdi böyle yürütülüyor. Hemen hemen dünyanın her yerinde afişleri, tişörtleri, odaları, hediyelik eşyaları ve akla hayale gelmeyecek şeyleri süsleyen o ünlü portrenin imgelediği özgürlük, eşitlik, direniş ve yeniyi iade eden devrimci istemleri bir votka şişesiyle manipülasyona uğratılmaya, Che'nin hayali silinmeye ve içerdiği devrimci gerçeklik unutturulmaya çalışılıyor. Oysa, ölümünden birkaç gün sonra Havana Devrim Alanı'nda yaptığı bir değerlendirmede Fidel Castro'nun dediği gibi," sanatçı ölebilir, hele devrimci mücadele kadar tehlikeli bir sanatın sanatçılığıysa; ama hiçbir zaman ölmeyecek olan şey, bütün zekasını emrine verdiği, hayatını feda ettiği sanattır."
Ölümünün ardından 41. yıl geçmesine rağmen, hala bu gibi örneklerle gündeme getirilen ve hemen hemen tüm toplumsal kesimlerce tartışma konusu yapılan Ernesto Che Guevera; hem yaşam tarzı, hem enternasyonalist devrimci pratiğiyle ve hem de eleştirel yaklaşımlarıyla çok yönlü tartışmaların üzerinde yürütüldüğü bir isim olarak, emperyalist kapitalizmin reklam malzemesi haline getirdiği resminin ötesinde bir anlam içeriyor. İşçi sınıfı ve emekçi halklar, devrimci pratiklerinde bunu gösterdiler. Ama yine de emperyalist kapitalizmin bu anlamı bozma girişimi, Che'yi, popüler sanatın reklamcılığının bir malzemesi olarak kullanma girişimi halen sürüyor. Belli ki daha da sürecek. Fakat emperyalizmin Che'yi Che ile vurma, post-modern sanat üretiminin bir nesnesi konumuna getirme oyunları, Che'nin hep devrimci duruşuna takılı kalacak. Ölümsüzlük orada aranacak emperyalizme,faşizme ve her türden gericiliğe karşı mücadelede, devrimcilere, işçilere ve emekçilere savaş çağrısı olan Che Guevera, sol memenin altındaki cevahir olarak mücadelemizde hep yaşıyor ve yaşayacaktır.