
Siz hayata ve insana düşmansınız,
yıkılası saltanatınız için doğmamış bebeği bile öldürecek kadar
canavarlaşmışsınız. Siz zifiri karanlıksınız; öyle karanlıksınız ki, akıl sır
ermez kirli plânlarınız ve kurnazlığınızla tüm dünyaya pabucu ters
giydirirsiniz.
Cizre'de karşılaştığımız manzara
kanımızı dondurdu. Hükümetin haftalar önce yaptığı açıklamaya bakarsanız her
şey normale dönmüş durumda. Oysa gittiğimizde şehir hâlâ işgal altında,
girişler yasak ve etrafta kuş uçurtulmuyordu.
Tarihe tanıklık etmek için bir yolunu
bulup şehre girmek istiyoruz. Aklıma bir düşünce gelmiyor, bir şaşkınlık ve
beyin tembelliği çöreklenmiş üstüme. Av. Hakzan Sadak bir avukat arkadaşı ile
telefon görüşmesi yapıyor; böylece birkaç gündür kısıtlı da olsa bazı
avukatların girişine izin verildiğini öğreniyoruz. Ne de olsa adliyenin
işlemesi devlet için önemli! Ben yine de pek emin değilim, izin vermezler diye
kaygılanıyorum.
Şehrin girişinde silahlı sivil polisler
durduruyor bizi. Hakzan Sadak kimliklerimizi gösterip, baro başkanı ile görüşeceğimizi
söylüyor. Avukatlık kimlikleri işimize yarıyor, zorluk çıkarmadan içeri
girmemize izin veriliyor. Nusaybin caddesinde daha yüz metre kadar ilerlemiştik
ki, üstümüze doğrultulan uzun namlulu silahlarla durduruluyoruz. Avukat
olduğumuzu söylüyoruz bizi durduran polislere. Arabanın plâkasına bakan bir
polis, "Plâka numarasını emniyet müdürlüğüne bildirdiniz mi?"diye
soruyor. Bildirmediğimizi söylüyoruz. Gözlerinde okuyamadığımız bir anlamla biz
süzüp, "Plâkanın bize anons edilmesi gerekiyor,"diye devam ediyor.
Plâka bildirilmemiş ise, bunun kaçak giriş anlamına geleceğini anlamakta
gecikmiyoruz. Bu durumda köşe başlarını tutan silahlı polisler bize her an ateş
edilebilirler. Polis kısa bir tereddüt geçirip kenara çekiliyor, biz de yola
devam ediyoruz.
Hakzan Sadak ve Erdal Kunur bombalanan
ev ve işyerlerine dehşet içinde bakarken, ben arabanın arka koltuğunda camı
indirip tehlikeli olduğunu bile bile birkaç fotoğraf çekiyorum. Şehir bomboş,
yaprak kımıldamıyor, harıl harıl enkaz taşıyan iş makinelerinin homurtusundan
başka ne bir kuş sesi, ne bir ağaç hışırtısı duyuluyor. Rüzgâr bile dilsiz.
Cizre'yi öldürmüşler, o hayat dolu şehir kurşunlanıp yerde yatan bir ceset gibi
hareketsiz. Güzelim Cizre'nin narin bedeni bombalarla paramparça edilmiş. Dört
beş katlı binalar içindekilerle birlikte yerle bir edilmiş.
Hükümetin, "Operasyonlar
bitti," dediği günden beri haftalar geçmiş ama hâlâ enkaz taşıma işi
bitmemiş. Devlet şehri abluka altında tutarak işlediği suçların delillerini
ortadan kaldırmaya çalışıyor. Harabeye çevirdiği şehre makyaj yaptıktan sonra
kapıları medyaya, siyasi partilere ve kurumlara açacak. Bilmiyor ki şehrin
yüreğine kazının o izler bin sene de geçse silinmeyecek.
Sokak başlarını kesen polisler
silahlarını üstümüze doğrultmuş bir halde bizi birkaç kez durduruyorlar. Hakzan
oldukça temkinli, kimliklerimizi gösterip avukat olduğumuzu ve baro başkanı ile
görüşeceğimizi söylüyor. İçimizde bir sızı ile bir mezar sessizliği içindeki
Nusaybin caddesinde namluların gölgesinde ilerleyip Baro Başkanı Nuşirevan
Elçi'nin evine gidiyoruz.
Baro başkanı bizi Botan'a has sıcak bir
konukseverlikle karşılıyor. Çay ikram ediyor ve bizi yemeğe alıkoymak istiyor,
ancak zamanımız yok. Cizre'nin yaşadığı travmayı anlatıyor üzgün bir sesle.
Seksen iki günden beri içeride hapis kaldığını öğreniyoruz, dokuz aylık
bebekleri top seslerinden günde ancak üç saat uyuyabilmiş. Bebeğe başkanın
amcası merhum Şerafettin Elçi'nin adı verilmiş. Şerafettin bebek daha
kundaktayken devletin toplarıyla tanışmış.
Sonra Şırnak ve Silopi'ye gidiyoruz. Her
iki şehir de Cizre gibi yaslı. Şırnak'ta da sokağa çıkma yasağı bekleniyor.
İdil'e gitmek istiyoruz, ancak İdil'e 27 km. kala yolumuz kesiliyor, geçişimiz
engelleniyor.
Silopi ve Şırnak'ta, Cizre'de bombalanan
binaların enkazının döküldüğü Dicle nehrinde ceset parçalarının su yüzüne
vurduğunu duyup dehşete kapılıyoruz. Ceset tarlasına dönen şehirde toplanan et
parçaları torbalara doldurularak morglara götürülmüş. Yapılan DNA testlerinde
bazı cesetlerin yarısının Habur'daki morgda, diğer yarısının da başka morglarda
olduğu anlaşılıyor. DNA sonuçları farklı günlerde çıktığı için bazı aileler
ölülerini iki kere defnetmek zorunda kalıyorlar. Bu ve benzer trajik birçok
şeyi sonradan öğreniyoruz.
Şehirlerde cirit atan polis panzerleri
tepelerinde dalgalandırdıkları bayraklarla hoparlörleri sonuna kadar açıp halka
küfredercesine ırkçı faşist marşlar çalıyorlar.
Yüzlerce ölü ve enkaza çevrilen
şehirler, yaslı bir halk…
Savaşlarda "düşman" öldürmek
nasıl ki hiçbir kanuna ve kurala tabi olmayıp iç hukukta yargılama konusu
yapılmazsa, bu sömürgeci hanedanlar devleti de burada düşman olarak gördüğü
Kürtleri hukuk ve insanlık tanımadan fütursuzca katlediyor. Bu devlet öyle bir
devlet ki, yarın hakkını arayan Türk' ü de yine gözünün yaşına bakmadan
katleder.
Bu yara sarılsa da hep kanayacak. Cizre
katliamı unutulmaz vahşeti ile daha şimdiden tarihin hafızasına kazındı.
Koçgiri, Halepçe ve Zilan deresi katliamları nasıl ki hafızalarda hep kanamaya
devam ediyorsa, Cizre katliamı da tarihin kanlı sayfalarında vicdanları
sarsmaya devam edecek.
Mahmut Alınak