13 Ağustos 2025 Çarşamba

Öcalan Kürt Ulusunun Kolektif Haklarını Kazanma Yerine TC Devletini Güçlendirmeyi Hedefliyor..!



Öcalan'ın PKK’yi tasfiye etme ve Kürt direnişinin altını boşaltma çizgisi, sorgu ve İmralı savunmalarında kopuk değildir. Aslında Bahçeli'nin çağrısına yanıt vererek Kürt direnişine son vererek PKK’nin tasfiye edilmesi süreci önceden başlatılıp derinleşerek yaşanan bir süreçti. Her revizyonist ve oportünist çizgiye evrilen, yurtsever devrimci akımlarda yaşanana hat değişikliği yeni süreç politik koşulların değişimi, dogmatik düşünmeme vb. yaklaşımların arkasına gizlenerek yapılmıştır.   Hem de emekçileri aldatmak için “barış ve demokratikleşme” savları daima önde tutulmuş ve emekçilerin kollektif çıkarları önemseniyor  havası verilmeye çalışılmıştır.

 Nitekim Öcalan’da dünden bugüne kadar göz boyamakla için “barış ve demokratikleşme” nakaratı, tekrarlayıp, "barış ve demokratikleşme " illüzyonu ile, göz boyama ve büyü ile açıktan yürütülen bir tasfiye hareketini bireysel planda kalan kimi itiraf ve pişmanlık olaylarıyla karşılaştırmak yaşanan gerçeklikle alay etmek değilse nedir?

  Öcalan ABD emperyalizmi tarafından T.C. devletine teslim edilip İmralı’da sorgulanırken şöyle diyordu; "Ben sorgulanırken kendi kendimi de sorguladım". Öcalan kendisini sorgulamada daha bir kararlı hatta yürüme yerine, ideolojik, politik çizgisini ve mücadele hattını yani PKK’nin temel çizgisinin ve pratiğini inkar edip mahkum etme bakımından kendisini yeniliyordu.  Aslında Öcalan’ın bu sözleri bizlere hiç de yabancı değil, klasik revizyonist oportünistler yeni bir çizgiye çark etmeden önce kendilerini sorgularlar, Cumhuriyetin ve Kemalizm'in erdemlerinin sırrına varırlar ve sonunda devlete hizmet etmek için ellerinden geleni yapacaklarına dair söz verirler. Öcalan da benzer bir girişle ifadesine başlıyor. Daha sonra sorgulamalarının sonuçlarını özetlemeye çalışıyor, devlete ve PKK karşısındaki ideolojik, politik, stratejik ve pratik tavrını çok kesin çizgilerle belirliyor, bu konuda kesin bir güvence veriyor. Buna karşılık ise kimi kırıntı haklar, hatta devlette hiçbir talebimiz yok diyerek tasfiye planının tam ve kesintisiz başarısı için herşey devlet inisiyatifine bırakılıyor.

Öcalan, kendi kendisini sorgularken vardığı sonuçları tek tek sıralıyor. Öncelikle kendisinin sağ-sol çatışması içerisinde klasik bir solcu olarak, ya da klasik Kürtçü olarak kabul edilmesinin doğru olmayacağını belirtme gereğini duyuyor, farklılığını vurgulama ihtiyacını duyuyor, bunu, bundan sonraki adımları açısında gerekli görüyor. Bundan sonra Öcalan, Kürt direniş tarihini mahkum etmeye çalışıyor. Bunu da ideolojik tasfiye, ulaşılan tarihsel ve ulusal bilinç katliamı açısından kaçınılmaz görüyor.

Öcalan Kürt İsyanlarını  Mahkum Ederek Kemalist Rejimi Kutsuyor

  M. Kemal'in Cumhuriyeti kurduktan sonra Doğuda ve Batıda isyanların olduğunu, bu isyanlar üzerinde uzun süre düşündüğünü, bu isyanları Kürtçü isyanlar olarak düşünmenin yanlış olduğunu, isyanı başlatanların henüz Cumhuriyete alışmadıklarını, yıkılan eski rejimi aradıklarını, bu nedenle Cumhuriyete bir tepki olarak doğduklarını, bu isyanların bastırılmasında aşırıya varan bir şiddete baş vurulmuş olsa da, bu şiddetin "kesinlikle Kürtleri ezmek için şiddet olarak" algılanmaması gerektiğini, alınan tedbirlerin Cumhuriyeti korumaya yönelik olduğunu, isyanların ve onlara karşı alınan önlemlerin kesinlikle böyle algılanması gerektiğini tekrar tekrar vurguluyor, bu anlamda Batıda gelişen isyanlar ile "Doğuda" gelişen isyanlar arasında önemli bir farkın olmadığını anlatıyor. Kürt direniş tarihinin bu tarzda Cumhuriyet ideolojisinin ve Kemalizm'in imbiğinden geçirilmesi, ideolojik tasfiye için, tersine dönüş için kaçınılmaz "tarihsel bir temel" olarak görülüyor.

Öcalan, ifadesinin devamında, 1970'li yıllarda Türkiye'de sağ-sol çatışmasının, Marksizm ve Kürtçülük hareketlerinin başladığını, kendisini de, yoksul bir ailenin çocuğu olarak Ankara'da bu hareketlerin ortasında bulduğunu belirtiyor.

Öcalan PKK’nin 1978 Kürdistan Devrimin Yolu Programını Hayal Olarak Görüp Boşa Kürek Çektik Diyor

Öcalan 1999 İmralı savunmalarında PKK’nin Kürt ulusalcı çizgisini mahkum ederek aslında PKK’nin ve Kürt direnişinin tabutuna çiviyi çakıyor. PKK çizgisini mahkum eden ifadeler veriyor. Bu konuyla ilgili iki alıntı yapmak istiyoruz. Birincisi şöyle: “Bildiğiniz gibi PKK'nin kurucusu benim. PKK'nin kurulurken programını yaptık. O zaman Kürtlerin bağımsız bir Kürdistan kavramı da vardı, Marksist temele dayalı yeni sistem getirecektik. Ancak değişen olaylar ve zaman bize bu programın hayali olduğunu gösterdi." Şimdi de sıra ikincisinde: “Benim programlarımın da başlangıçta hayali olduğunu anladım. PKK programının politik ve siyasi değeri olmadığını kavram olarak Kürdistan ibaresini kullandım. Coğrafi olarak ele aldım. Kürt devleti kurmanın mümkün olamayacağı ilmen de sabittir. Gerekli de değildir. Mevcut TC devleti içerisinde demokratik ortamda her şeyin gerçekleşmesi mümkündür. Ben bu sonuca vardım". Ve   artık rolünü tamamladığı ve kendisini tekrarlayan bir konuma geldiğini söyleyerek PKK’nin tasfiye edilmesini savunuyor ve PKK bu çağrıya yanıt vererek  kendisini tasfiye kararı alıyordu.

İşte Öcalan’ı Öcalan yapan kendinin varlık temelini inkar etmenin en özlü özeti yukarıda aktardığımız sözlerde gizli. "Ancak değişen olaylar ve zaman bize bu programın hayali olduğunu gösterdi."

  Madem ki öyle, yıllardır verilen mücadele, ödenen ağır bedeller, bunca şehit, çekilen tanımsız acıların anlamı nedir, hepsi boş bir hayal için miydi? Madem ki PKK programının ideolojik ve politik bir anlamı yoktu, hayaliydi; öyleyse kendi ekseninde geliştirdiği kişi kültüne dayalı "sistem" nereden doğdu, o zaman Öcalan'ı Öcalan yapan neydi, bu program ve onun uğruna verilen mücadeleler olmasaydı, Öcalan’dan söz edilebilirmiy di? Hayır, Öcalan burada PKK'yi, ideolojik ve politik çizgisini ve mücadelesini ret ve mahkum etmeden yeni koşullarda kendisini sürdüremeyeceğini düşünüyor. PKK, onun devrimci çizgisi ve tüm devrim değerleri mi, yoksa salt kendisi mi önemli, hangisini esas almalı sorusu karşısında Öcalan, tereddütsüz kendisinden yana tavır alıyor. Daha ilk günde devlet yetkilileri kendisine demiştiler ya, "sonunu kendin hazırlarsın".

Yani devletin yetkilileri sorguda ve mahkemede takınacağın tutum senin geleceğini belirleyecektir “diyor. Devletin bu ölüm tehdidini Öcalan, çok derinlemesine anlıyor ve esas davranış tarzı haline getirmişti. Baştan sona kendisini ret ve mahkum etmek, devletin istediği ve onun itirazsız kabul edeceği bir çizgide karar kılıp, PKK’yi tasfiye etme rolünü oynuyor.

PKK’nin bağımsız birleşik demokratik Kürdistan amaçlı programının siyasi bir değeri olmadığını, hayali olduğunu anladığını söyleyen Öcalan, savcılara Kürt devleti kurmanın mümkün olmadığını, bunun "ilmen de sabit" olduğunu anlatmaya çalışıyor. Öcalan, yıllardır beyinlere kazılmak istenen bayat bir tekerlemeyi tekrarlamaktan başka bir şey söylemiyor. Kürt devletini kurmak hayalmiş, mümkün değilmiş, gerekli de değilmiş... Peki, şimdiye kadar neredeydin, Barzaniler ve KDP, YNK otonomi savundular diye yerden yere vuran kimdi, onları hainlikle suçlayan kimdi? Öcalan'dan başkası mı? Bir önder, tanımı gereği, bir yönüyle gelişmeleri önceden görme yeteneğine sahip bir birey olarak tanımlanır. Biz önceden görmeyi bir yana bırakalım, Kürtlerin neler kazanabileceği, devlet kurma hakkına sahip olduğu yıllardır tartışılan ve sonuçlanan konulardır. Daha önce "ilmen de sabit" olduğu ileri sürülen Kürtlerin devlet kuramayacakları tezini Öcalan, neden savunmuyor da, şimdi tam da devletin elinde tutsakken savunuyordu? Bu, yoksa yüksek" uzlaşma siyasetinin bir gereği mi oluyor? Gerçekten uzlaşma siyaseti, kendisini, en temel ilkeleri ve değerleri tepside düşmanına sunmak mıdır? Uzlaşma, kendi kendini inkar, aşağılamak, ret ve mahkum etmek midir? Uzlaşma, savunduklarından ve yaptıklarından pişmanlık duymak mıdır?

Öcalan, ifade ve savunmasında, 'Kürdistan ibaresini" kullandığını, ama bunu "coğrafi olarak ele aldığını da eklemeyi unutmuyor. Ret ve mahkum ettiği gerçeğini, çizgisini ve onun terminolojisini gerçeğe sadık kalarak ve olduğu gibi savunma gücünü ve cesaretini de göstermiyor. Kürdistan ibaresi'ni "coğrafi" bir terim olarak mı ele aldın? Öyle mi? Her şey bir yana PKK adındaki Kürdistan kavramını nasıl açıklayacaksın? Düşman karşısında teslimiyetçi bir konuma düşmek zaten başlı başına bir aşağılanma nedenidir, ama küçük ve basit inkarlara yönelmek tümden gülünç düşürücü olmuyor mu? Böyle bir "önder", böyle bir "başkomutanı" bir halkın nasıl önderi olarak ortaya çıkabilir?

Öcalan Kürt Ulusunun Kendi Kaderini Kendi Eline Almasına Karşı Çıkarak Kolektif Hakları Yok Sayıyor

Öcalan, Kürtlerin devlet kuramayacaklarını, bunun "ilmen sabit" olduğunu söylemekle yetinmiyor. Kürtlerin en temel ulusal haklarını da yok sayıyor, onların geçmişleri kadar, gelecek ufuklarını da karartıyor, T.C. içinde Kürtlerin her türlü hakka ulaşabileceklerini söylüyor. Bunu da "uzun örgüt hayatı'ndan çıkardığını belirtiyor. Savunma ve sonraki yüzyılın manifestosunda da   bu konuda dedikleri, dedikleri son derece çarpıcı ve ibret verici, birlikte okuyoruz:

"Ben uzun örgüt hayatımda Kürtlerin özgürlüklerini Türkiye içerisinde bulduklarını gördüm. Bana göre Kürtlerin derdi ayrı bir devlet kurmak olamaz, federasyon ve otonomi bir çözüm değildir, federasyon ve otonomiden daha ileri bir çözüm demokratik sistemin kendisidir, Türkiye'de de mevcut sistemde Kürtlerin siyasal hakları vardır, 1990'lardan sonra Kürtlerle ilgili kültürel haklar da geliştirilmiştir. Bu halen de yürürlüktedir. Kürtçe gazete çıkarılmakta, Kürt Enstitüsü kuruldu, Kürtlerin oy verdiği bir parti, kültür dernekleri vardır, bütün bu olanlar Türkiye'de Kürtlerin özgür ifade hakkının geliştiğinin göstergesidir. Bununla şunu ispatlamak istedim. Türkiye'de Kürt meselesi demokratik sistem içerisinde Kürtlerin ifade özgürlüğüne kavuşarak olumlu yönde gelişmiştir. Bütün Türkiye'de demokrasi geliştikçe bundan elbette Kürtler de yararlanacaktır. Esasında daha Cumhuriyet kurulmadan ve kurulduktan sonra Kürtler devletin asli unsurlarıdır."

Burada sözünü ettiği “demokratik çözüm” içi boş ve demagojik bir kavram, çok yönlü ideolojik ve politik teslimiyeti örtmeye yarayan bir şaldan öte bir anlam ifade etmiyor. Peki, federasyon ve otonomi, neden "demokratik çözüm'ün dışında gösteriliyor? Ya ayrı bağımsız devlet kurma hakkı ezilen ve bağımlı bir halk için en vazgeçilmez bir haktır bu hak neden reddediliyor.

Öcalan, ideolojik, politik ve ruhsal tasfiye planında hiçbir gediğe yer bırakmak istemiyor. Bu nedenle Kürt gerçeğini de tanımlıyor. Diyor ki, "Ulus olarak da Kürtler Türk ulusal bütünlüğü içerisindedir, ancak ayrı kültür ve dili olan bir unsurdur." Bu tanım üzerine yorum yapmaya gerek var mı? Binlerce yıllık bir halk ve ülke gerçekliği böyle bir çırpıda, kalem darbesiyle yok ediliyor, Kürtler Türk ulusal bütünlüğünün bir parçası olarak değerlendiriliyor. Bu, geliştirilmeye çalışılan, özünde Kemalist "ulus teorisi'nden farklı olmayan "ulus tezi'nin tekrarından başka ne anlama gelir? Hatırlanacağı üzere resmi devlet politikası ve anayasa “devlete vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk'tür,” diyor ve ama bu tanım, farklı etnik kökenleri ve farklı dil ve kültürleri dıştalamaz, tersine bunları kendisi için bir zenginlik sayarı da ekliyor. Böyle bir " Türk ulus teorisi'ni geliştirmeye çalışan devlet, devlete de bu tanımı benimsemesini ve buna göre politikalar geliştirmesini istemekteydi. Öcalan'ın şimdi savundukları aslında devletin resmi tanımından ve yaklaşımından ileri bir noktada değil. Aslında resmi devlet politikası Kürtleri Türk ulusal bütünlüğünün bir unsuruna indirgeyerek, resmi inkar ve imha anlayışını tekrarlamaktan başka bir şey yapmıyor.

Öcalan Ezilen ve  Baskı Altında Tutulan Halkların Haklı ve Meşru Silahlı Direnişini Yok Sayıyor

Öcalan, hem PKK'nin şiddet kullanan bir örgüt olduğunu kabul ediyor ve ardında , zaman içinde bu şiddetten rahatsız olduğunu, 1993'ten sonra PKK'yi şiddetten arındırmaya çalıştığını, bunun için Talabani aracılığıyla Özal'la ilişki geliştirdiğini, ilk ateşkesi bunun bir sonucu olarak ilan ettiğini, ama bunun başarılı olmadığını, daha sonra bu tutumunu sürdürdüğünü, 1995'te yeni ateşkes kararını alıp uyguladığını, ama buna gerekli karşılığı almadığını, 1996'da başka aracılarla Genelkurmay İle dolaylı ilişki geliştirdiğini,bu ilişkinin kendisini epey umutlandırdığını, ilettiği mesajlarda demokratik çözüm çerçevesinde bütün sorunların çözülebileceğini, sınırları ve devletin bütünlüğünü tartışma konusu yapmak istemediklerini belirttiğini, 1 Eylül 1998'de ilan ettiği ateşkes tavrının bu gelişmelerden kaynaklandığını anlatıyor.

Öcalan, Savunmasında ve dilekçelerinde yabancı güçlerin Türkiye'ye karşı PKK'yi kullanmak istediğini, Kenya'ya kaçırılışının altında yine İngiliz parmağının olduğunu, aslında bu komplo ile kendisinin öldürülmek istendiğini ve böylece yüz yıllık bir Türk-Kürt savaşının başlatılmak istendiğini, bunu önlemeye çalıştığını, buna olanaklarının olduğunu ve devletin kendisine şans tanımasını diliyor. Öcalan, "Yabancı" güçlerin PKK üzerinde hesapları var, ama bunları ben önlüyorum. Ben ortadan kaldırılırsam işler daha da karmaşıklaşır, her devletin bir PKK'si ortaya çıkar ve bu durum devlet için içinden çıkılmaz sorunlar yaratır, geçmişte nasıl ki bir dizi oyunla Musul yitirildiyse, benzer tehlikeler yeniden gündeme gelebilir. O nedenle bana ihtiyacınız benim sayemde PKK'nin tehlikeli mecralara sürüklenmesi olasılığını önler, onu düzenle bütünleştirme hareketini geliştirebilirsiniz, yeter ki biraz şans verilsin!" diyor.  Açık ki Öcalan, PKK'nin teslimiyeti ve tasfiyesi üzerinden "pazarlık" yapmak istiyor, yabancı güçlerin durumunu bir tehdit unsuru olarak değerlendirmek istiyor.

Bir Dönemler Herkesi Kemalizm’in Ajanı Gören Öcalan İmralı’da Bir Gecede Keskin  Kemalist Limana Demirledi

Aslında Öcalan’ın devlette, PKK ve bütün değerlerin tasfiyesi karşılığında istediği pek bir şey yok . Zaten, Öcalan, kendisi için özel bir talebinin olmadığını belirtiyor şöyle devam ediyor: "Beni örgütünü tasfiye eden biri olarak değil, ülkesi ve halkı için en doğrusunu yapan biri olarak görün." Bütün bunları devleti inandırmak için yapığı açık. Geldiği yeni noktada inandırıcı olmak için başka kanıtlar da ileri sürer.

 Örneğin "Benim bugüne kadar Atatürk'e karşı Türk ulusu ve bayrağı aleyhine bir sözüm olmamıştır. Söylediklerim eleştiri mahiyetindedir. Atatürk'ü küçük düşürücü sözlerim yoktur. Atatürk'ün önderlik hususlarını takdir ettim. Bugüne kadar da kendime rehber olarak kabul edip, uygulamaya çalıştım. Son HADEP genel kurul toplantısında Türk bayrağının indirilmesini de ilk kınayanlardan biri de benim, bu konuda MED TV'de konuşmalarım çıkmıştır. Yakalandığımda da Türk bayrağına saygımı öperek gösterdim, bu konudaki suçlamaları kabul edemem" sözleri bunun en somut kanıtıdır. Bayrak önündeki çekilmiş görüntüleri hepimiz dehşetle ve hayretle izlemiştik. İlk bakışta çökmüş bir ruh halini karmaşık ve çelişik duygularla gördük, ama biz bunu yorgunluğa bağlayarak kendi kendimizi ikna etmeye, daha doğrusu kandırmaya çalışmıştık.

 Gerçeklik ise daha farklı, Öcalan bunu ifadesinde net olarak ortaya koyuyor. Kendini bir ulusun lideri olarak tanımlayan birinin düşmanın eline düştükten sonra hemen savaştığı düşmanın bayrağını öpmeye kalkarsa bu, düşman karşısında aman dilemek ve diz çökmekten başka bir şeyle tanımlanabilir mi? Bir ulusu temsil eden bir değere saygı göstermek başkadır ve bunun yeri ve zamanı farklıdır, ama daha tutsaklığın ilk anında düşmanın bayrağını öpmek başka bir şeydir, bunun bir ulusa saygıyla hiçbir ilgisi yoktur.

 Denilecek ki, bu kadar "küçük ayrıntılarla uğraşmanın ne anlamı var, büyütmenin bir gereği var mı?" Evet, sorun bir ayrıntı değil, ilkesel bir duruş, düşman karşısında bir partiyi, bir devrimci savaşı, bir halkı ve dünya halklarını temsil etme, onların onurunu zirvede koruma tavrıdır. "Ayrıntı" olarak görülen davranışlar, anılan bu ilkesel tutumun tamamlayıcı ve çok önemli parçalarıdır. Öcalan, mutlak teslimiyeti esas alıyor ve bunu "ayrıntılarla" tamamlıyor, böylece tarihimizin en büyük teslimiyetine imzasını atıyor...

Ve Öcalan bu tarihi teslimiyet ve tasfiye belgesini şu çarpıcı sözlerle noktalıyor: "Yukarıda açıklamaya çalıştığım hususlar samimi duygularımdır. Amacım ülkemizi ve devletimizi daha da güçlendirmek ve yardımcı olmaktır. Kişisel hiçbir beklentim yoktur. İmkanlar tanındığında gerekli bilgiyi verip örgütü yasal çizgiye çekmeye hazırım dedi. Bu konuda devletimizin de üzerine düşeni yapması gerekir. Devletin üzerine düşen iç barışı sağlayabilmek için gerekli olan yasal düzenlemeler yapmaktır. Bunların başında af yasası dağda ve cezaevinde olanlar için onların topluma karışmalarını sağlayacak bir af yasası gelir. Ben bu konuda üzerime düşen her türlü katkıda bulunmaya hazırım, bize bağlı halkım ve örgütümü demokratik devletin ve ülkemizin hizmetine uyumlu hale getirmeye imkan ve güce sahip olduğumu söylüyorum, tüm gücümle bu yönde çaba harcamaya hazırım" (abç.)

  Öcalan, bu ifadesinde dile getirdiği bütün sözlerin kendisinin samimi duyguları olduğunu belirttikten sonra amacını da, "ülkemizi ve devletimizi daha da güçlendirmek ve yardımcı olmak" biçiminde açıklıyor. Dün Kürdistan, özgürlük, devrim, sosyalizm kavramlarını dilinden düşürmeyen, bunun için uzun mücadele ve savaş  yürüten  ve kendisini bütün bu değerlerin bileşkesi, bir nolu temsilcisi, önderi olarak tanımlayan Öcalan, bugün amacını bu kavramlarla bağdaşması mümkün olmayan, bunlarla tam bir uzlaşmaz karşıtlık içinde olan devlet, Misak-i Milli kavramlarıyla ve "ülkemizi ve devletimizi daha da güçlendirmek ve yardımcı olmak" olarak açıklıyor. Tam bir tersine dönüş durumu!

 Nereden nereye? Devletle devrimi, TC ile Kürdistan özgürlük istemlerini, Kürdistan ile Misak-i Milliyi bağdaştırmak mümkün mü? Ya kendisini özgürlük savaşçısı olarak tanımlayan birinin savaştığı devleti "devle- timiz" olarak kutsaması tutumunu, gerçeklere sırt çevirmeden, kendini ve değerlerini inkar etmeden kabul etmek ve bunu teorileştirmek mümkün mü? Bu soruların can sıkıcı olduğunu, basit gerçekleri tekrarlamak olduğunu biliyoruz. Ama daha sonra bu utanç verici tutumunu "siyasi çıkış" olarak tanımlayan ve bunu yutmak bir dinden geçercesine "Işıklı yol" olarak tanımlayanları görünce bu basit gerçekleri tekrarlamak durumunda kalıyoruz.

Daha da önemlisi Öcalan'ın PKK'yi ve devrimi tasfiye konusunda devlete verdiği söz ve güvencedir, tekrarlamakta yarar var:

“Ben bu konuda üzerime düşen her türlü katkıda bulunmaya hazırım, bize bağlı halkım ve örgütümü demokratik devletin ve ülkemizin hizmetine uyumlu hale getirmeye imkan ve güce sahip olduğumu söylüyorum, tüm gücümle bu yönde çaba harcamaya hazırım"!

İşte, Öcalan'ın takındığı teslimiyetçi tutumun ve PKK’e, Kürt özgürlük direnişine dayattığı tarihimizin en büyük ve karanlık tasfiye hareketinin özü ve özetidir. İmralı savunmalarının ve son PKK’nin tasfiyesi çağrısının teslimiyetçi ve tasfiyeci düşünce, program, strateji, taktık ve uygulama kararlarının özeti, genel ve özlü ifadesi, temel yönlendirici bir ibret vesikasıdır, utanç verici TC devletini nefes aldırma çizgisidir. Hiçbir demagoji, önderliğin bir bildiği vardır ki böyle sözler ediyor hayal pompalaması, yalan ve sahte teori bu Öcalan’ın tasfiyeci ve teslimiyetçi bir çizgide hareket ettiği gerçeğini değiştiremez