28 Mayıs 2017 Pazar

Kadınların erkek devlet yargı şiddetiyle mücadelesi..!


15 Mayıs’ta, İstanbul’da yaşayan bir kadının kendisine sistematik olarak şiddet uygulayan kocasıyla ilgili davasında, kadın 6 ay içinde şikayette bulunmadığı için cinsel saldırı suçunun mahkemece düşürüldüğünü basında okuduk. 16 Mayıs’ta ise İzmir Dikili’de bir kadının eski kocası tarafından vahşice katledildiği basında yer aldı. Kadın birden fazla defa eski kocasınca tehdit edildiğini, şiddet gördüğünü adli makamlara bildirmişti. Bu haberlerin bir on gün öncesinde ise “Ayşegül adalet istiyor” başlıklı bir haber karşımıza çıktı. 20 yıllık evliliği boyunca şiddet gördüğü kocasının 11 yaşındaki kızını istismar ettiğini öğrenen kadın savcılığa başvurmuştu ancak istismarcı adam çıkarıldığı ilk mahkemede denetimli serbestlik uygulamasıyla serbest bırakıldı. Ev hapsine gönderildi. Gönderildiği ev Ayşegül’ün çocuklarıyla yaşadığı evdi. Evden ayrılmak zorunda kalan kadın ve çocuğu oldu.
Bunlara benzer erkek şiddeti haberleri ne yazık ki hemen her gün karşımıza çıkıyor. Karşımıza çıkan bir başka gerçeklik de erkek yargı sistemi. Birkaç münferit vakayı saymazsak, erkek yargı anlayışı hemen her yerde erkekleri cesaretlendirici, kadınların ise ‘adalete’ olan güvenlerini sarsıcı pratikler ortaya koyuyor. Birkaç olumlu örnek ise genelde kadınların, emek vererek ve çoğu kez bedel ödeyerek ördüğü kadın dayanışmasının bir sonucu olarak gelişiyor.
YASALAR NEREDE DURUYOR?
Türkiye Cumhuriyeti yasalarına baktığımızda, tarihsel süreçte, olumlu bir gidişatın olduğunu söylemek mümkündür. Tabii burada da kadınların yıllardır verdiği emeğin, ödenen bedellerin altını çizmek gerekir. Erkek şiddeti ile mücadelede olumlu bir adım olarak görebileceğimiz hemen her düzenleme, kadınlar tarafından adeta çekip alındı.

Bakınız 6284 sayılı Yasa. Her ne kadar eksiklikleri olsa da kadın örgütlerinin mücadelesi sayesinde olumlu bir adım olarak karşımıza çıkıyor. “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi Kanunu” olarak da adlandırılan Kanun’da, birçok olumlu düzenleme söz konusu. Bu yasaya göre kadınların şiddetten koruyucu kararlar alabilmesi için, yaşadığı şiddeti ispat etmesine gerek yok. Ayrıca sadece aile içi şiddet vakalarında koruma kararı alınmıyor. Kadınlar veya çocukların aile dışındaki bireyler tarafından şiddet görme ihtimalinin olduğu durumlarda da koruma kararları almak mümkün.
Medyada sık sık gündeme gelen “Tecavüzcülere idam cezası/ ağırlaştırılmış müebbet” ya da “Özgecan Yasası” gibi erkek şiddeti faillerine verilecek cezaların artırılması talebinin ise meseleye çözüm sunmaktan uzak olduğu çok açık. Çünkü aşağıda daha ayrıntılı değineceğimiz gibi sorun cezaların düşük olması değil. Sorun; yasaların uygulanmaması, erkek yargı pratikleri, eril anlayışın birebir sonucu olarak verilen mahkeme kararları. Kaldı ki idam, ağırlaştırılmış müebbet gibi infaz yöntemleri insan haklarına da aykırı nitelik taşıyor. Ağırlaştırılmış müebbet halihazırda birçok insan hakkı ihlalini beraberinde getirmiş durumda. İdam cezasının ise meşru görülmesi mümkün değil. Erkek şiddetine karşı mücadele eden kadınlar yaşamı en fazla savunan insanlardır. Bu nedenle idam cezası bizler için kabul edilemez, ayrıca erkek şiddetini önlemede de işlevsiz bir infaz yöntemi.
CEZASIZLIK ZIRHI: OHAL’DE GENİŞLEYEN UZLAŞTIRMA KAPSAMI SUÇLAR
OHAL ile getirilen düzenlemelerden bahsetmeden geçmeyelim. 6763 sayılı Kanun’un 34. maddesi ile Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) değiştirildi ve uzlaştırma kapsamına giren suçların kapsamı genişletildi. Buna göre tehdit suçu da uzlaştırma kapsamına alındı. Uzlaştırma süreci bir hayli uzuyor ve mahkemeler uzlaşmanın sonucunu bekliyor. Kadınların şiddet faili erkeklerle ilgili yaptıkları şikayetlere konu suçların başında tehdit geliyor. Bu yasa değişikliği ile birlikte erkeklerin tehdit suçu söz konusu olduğunda cezasızlık zırhıyla kuşanması kolaylaştırılmış oldu.
Buna ek olarak hepimizin bildiği gibi Ceza Muhakemesi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’ Genel Kurulda kabul edildi. Tasarıda TCK’nin “Çocukların cinsel istismarı” başlıklı 103. maddesinin, Anayasa Mahkemesi (AYM) tarafından iptal edilen birinci ve ikinci fıkrası yeniden düzenlendi. Bu düzenleme bir hayli tartışıldı. Kadınların tepki göstermesi sonucu yasa tasarısı kısmen geri çekildi. Ancak ‘Çocuğun rızası olsa da olmasa da bu istismar suçunu oluşturur’ diye açıkça belirtilmediği için hâlâ sorunlu bir durum söz konusu. Mahkeme içtihatları yoluyla olumsuz bir yasal düzenlemenin zemini hazırlanmış oldu.
ERKEK YARGI PRATİKLERİ
Erkek şiddeti ile etkin mücadelede dünyanın en iyi yasaları da yapılsa, iş erkek egemen yargı pratiklerinde kilitleniyor. En başta adli kolluk aşamasında sorun başlıyor. Kadınlar şiddet gördükleri gerekçesiyle karakola başvurduklarında polislerin tutanak tutması, kadınlar istiyorsa sığınağa yerleştirme yapması, koşullar uygunsa koruma kararları için gereken işlemleri yapması gerekiyor. Genelde ise tam tersi oluyor ve polis uzlaşmacı pozisyonuna geçiyor. Doğru düzgün bir işlem yapmadan kadınları evlerine/şiddet uygulayan erkeğin alanına gönderiyorlar.
Kadın avukatlar olarak takip ettiğimiz Dicle Y. davası buna verilecek çok açık bir örnek. Kadın ölüm tehditleri alıyordu ve karakola başvurdu. Üstelik Dicle’nin elinde kocasının attığı tehdit mesajları vardı. Buna rağmen polis tutanak bile tutmadan kadını eve gönderdi. Yaklaşık yarım saat sonra koca evi bastı ve Dicle’yi öldürmeye teşebbüs etti. Bu olayda çok açık bir yasa ihlali söz konusu; 6284 sayılı Yasa’nın 5. maddesinin 2. fıkrasında gecikmesinde sakınca bulunan hallerde kolluk amirince bazı önleyici tedbir kararlarının verilebileceği belirtiliyor. Buna rağmen polis, koruma kararı vermek bir yana, işlem bile yapmıyor ve sonuçta kadın katledilmenin eşiğinden dönüyor. Açık açık yasa hükmünün kolluk tarafından çiğnendiği bu türlü olaylara dair örnekleri çoğaltmak mümkün.
İNDİRİMLER...
Burada elbette sadece kolluğun sorumluluğundan bahsedemeyiz. Yargı mekanizmasının diğer parçaları bakımından da pratikler erkek yargı gerçeğini açığa çıkarıyor. Kadınlar olarak sık sık tartıştığımız indirimler bunun en açık göstergesi. Bu indirimlerden birisi haksız tahrik indirimi ve aslında erkek egemen zihniyetin en açık şekilde kendini gösterdiği yer. Haksız tahrik indirimleri ile erkekler cezasızlık zırhına büründürülürken, kadınlar adeta yargılanıyor. Erkekler haklı, kadınlar suçlu pozisyonuna düşürülüyor; “Beni tahrik etti vurdum/ tecavüz ettim” diyen erkek yargı tarafından onaylanıyor. Erkekler gerçekleştirdikleri şiddeti kadının boşanmak istemesi, akşam geç saatlerde dışarıda olması, mini etek giymesi, başka bir erkekle ilişkisinin olması gibi nedenler üzerinden açıklıyor. Şiddet faili erkeklerin bu tür nedenleri ortaya sürerek, yaptıklarını meşrulaştırmaya çalışmaları normal. Ancak yargının haksız tahrik indirimleriyle şiddeti meşrulaştırması, erkekleri de cesaretlendirmeleri son derece vahim bir tablo karşımıza çıkarıyor. Bu kararlar sadece erkekleri teşvik etmekle kalmıyor, kadınların da adalete olan güvenini sarsıyor. Birçok kadın erkeğin değil kendisinin yargılanacağı korkusuyla yaşadığı şiddeti gizliyor.
İyi hal indirimleri de benzer bir tablo açığa çıkarmakta. Hemen her duruşmada kadınlar şunu dile getiriyor: TCK’ye göre iyi hal indiriminin koşulları oluşsa bile bu indirim yargıcın takdirindedir. Failin geçmişi, duruşmalar sırasındaki davranışları, verdiği zararlar vs. iyi hal indirimi için gerekli koşulları yaratsa dahi bu indirimler verilmeyebilir. Yargıçların erkek şiddeti davalarında, şiddet ile mücadele hedefine uygun hareket etmesi gerekiyor. Yani iyi halin koşulları oluşsa bile uluslararası hukukta da yer verilen şiddet faillerinin etkili şekilde cezalandırılması amacı göz önünde bulundurulmalı ve indirimlerden kaçınılmalı. Kaldı ki çoğu davada iyi halin koşulları oluşmamış olmasına rağmen mahkemeler erkekleri bunlardan yararlandırıyor. Erkekler kadınlara yargılama öncesi sistematik şiddet uygulamış oluyor, olay adli makamlara intikal ettikten sonra da kadını tehdit ediyor, hatta kadınların avukatları da tehdit ve hakarete maruz kalıyor, kadınlar ya da çocuklar çok ciddi travmalar yaşıyorlar, ömür boyu karşılaşacakları zararlar görüyorlar. Ama mahkeme yine de iyi hal indirimi verebiliyor.
Bir de tabii indirimlerden daha vahimi var; beraatlar, düşürmeler, tahliyeler. Denizli’de görülen H. İ. davasında çocuk tecavüzcüyle olaydan bir süre önce bira içtiği için, tecavüz olgusuna dair raporlar da olmasına rağmen, çocuğun rızası var kabul edildi. Fail neredeyse ceza almadı diyebiliriz. Yine yazının girişinde verilen örnekler çok çarpıcı. Kadın kocasının baskısı ve zoru nedeniyle evden dahi çıkamıyor. Haliyle başına gelen tecavüzü şikayete konu edemiyor ve mahkeme 6 aylık şikayet süresi geçtiği için tecavüz yönünden davayı düşürüyor. Resmen erkek kadını evden çıkamaz, adli makamlara gidemez, işlenen suçları şikayet edemez hale getirdiği için ödüllendiriliyor.
NEDEN ‘ADALET’ ERKEK
Kadınlar yıllardır tüm dünyada hakları için ciddi mücadeleler verdi. İnsan haklarının bir hayli gelişmiş olduğu yıllarda bile kadınlar oy hakkı için mücadele ediyordu. Bu mücadelelerin sonucunda önemli kazanımlar da elde edildi. Ancak içinde yaşadığımız toplum yapısı, tüm kurumlarıyla devlet erkek egemen anlayışa sahip. Haliyle devlet ve kadınlar üzerinde kurdukları iktidarla beraber devletin adeta yanımızdaki, evlerimizdeki, iş yerlerimizdeki iz düşümü olan erkekler arasında bir bağ var. Bu bağın sonucu olarak sosyal ilişkilerimizde çok sık karşılaştığımız erkek dayanışmasını devlet kurumlarında da görmek mümkün. Karşısında sanık ya da müşteki olarak bir kadın gören mahkemelerin tavrı erkeklerle dayanışmak şeklinde kendini gösteriyor. Kadınların hakları, şiddetle mücadele, bu kapsamda uluslararası hukukun getirdiği bir kısım yükümlülükler hiçe sayılıyor.
KADINLAR KENDİLERİNİ SAVUNMAYA DEVAM EDİYOR
İlla ki tüm bu karanlık tablonun bir de umutlu yanı var. Özellikle Çilem, Nevin, Yasemin örnekleriyle beraber meselenin bu yanı çokça tartışılmıştı. Çünkü sadece şiddet uygulayan erkekler değil, bu şiddete dur demek adına kendini savunan kadınlar da kamuoyunun gündemine girmişti.
Bu süreç elbette devam ediyor. Kadınlar her yerde erkek şiddetine, erkek egemen sisteme karşı gerek bireysel gerek toplumsal olarak savunmasını ortaya koyuyor. Kadınlara OHAL bile işlemiyor. OHAL döneminde bile kadınlar susmadı. 25 Kasım Kadına yönelik Şiddetle Mücadele gününden 8 Mart’a kadınlar sokakları doldurdu. Çocuk istismarını/ çocuk evliliklerini meşrulaştıran yasa tasarısına karşı sözünü güçlü bir şekilde söyledi ve bu yasanın kısmen de olsa geri çekilmesi sağlandı.
Erkek şiddeti, eril yargı pratikleri ne yazık ki devam ediyor. Ama bizim de direnişimiz, mücadelemiz sürüyor. Yılların getirdiği birikim ve tarihsel deneyimle yolumuza devam edeceğiz.
Ezgi Duman
Avukat
evrensel