Proletaryanın Kurtuluşuna adanmış Bir
Yaşam Lenin’in Yaşamı ve Mücadelesi..
Vladimir İlyiç Ulyanov, bilinen adıyla
Lenin (22 Nisan 1870, Simbirsk - 21 Ocak 1924, Moskova) Rus komünist devrimci
önder. Marksist-Leninist ideolojinin fikirsel önderi, Ekim Devrimi'nin lideri
ve Sovyetler Birliği'nin kurucusu. Sovyetler Birliği Komünist Partisi'nin
öncüsü olan Rusya Komünist Partisi (Bolşevik)'nin ilk lideri. Lenin aynı
zamanda Marksist teorik ve felsefi yazıların yazarı olarak bilimsel sosyalizmin
Marx ve Engels sonrası geliştiricilerindendir. Lenin'in en büyük amacı,
kapitalizmin uzlaşmaz sınıf çelişkilerinden proleter bir dünya devrimi
oluşturup toplumsal sınıf karşıtlıklarının olmadığı insan toplumunun tarihsel
oluşumuna öncülük etmekti. Kendisi, Marksizm üzerine kurulmuş politik ve
ekonomik bir teori olan Leninizm'in de kurucusudur. Leninizm, Marksizm’in çağın
gereklerine göre hem kuramsal hem politik hem de ekonomik alanda, temel
ilkelere bağlı kalarak yeniden uyarlanması olarak anlaşılır. Leninizm kavramı,
yeni olgular ve yeni bilimsel gelişmeler doğrultusunda Marksizmin yeniden
üretilmesi gereği üzerinden değerlendirilir ve Marksizmin devrimci ve bilimsel
özüne uygun olarak geliştirilmesi olarak anlaşılır ve genelde Marksizm-Leninizm
olarak anılır.
Leninin yoldaş
Kapitalizmin tarihsel krizine bağlı
olarak dünya ölçeğinde yayılan faşist baskı, zulüm ve emperyalist yıkım
savaşları devrim için yola çıkmış proleter devrimcilerinin önüne olağan
dönemlere kıyasla çok daha ağır ve yüklü görevler koyuyor. Tarihin bu tür
kesitleri, devrimci inanç ve iradenin, örgütsel bağlılığın sınandığı denendiği
dönemlerdir. Böylesi dönemlerde, işçi sınıfının ve emekçi yığınların mücadele
tarihindeki örnek olucu örnekleri hatırlamak, olumsuzlukları aşmak ve yenmek,
sosyalist olanı örnek almak ve en zor koşullara meydan okuyarak devrimci
yükseliş için hazırlanan komünist önderlerden ders almak büyük bir önem
kazanır. Bu bağlamda, işçi sınıfının komünist önderi Lenin’in, onun en yakın
mücadele yoldaşı Krupskaya’nın ve benzeri Bolşeviklerin devrime adanmış
yaşamları unutulamaz ve unutulmamalıdır.
Komünist Önderlik Devrimci Mücadele
İçinde Oluşur ve Gelişir..!
Lenin ve Krupskaya’nın işçi sınıfının
kurtuluş kavgasına adanmış yaşamları, bu konudaki pek çok ciddi biyografik
çalışmanın yanı sıra Krupskaya’nın anıları sayesinde dünden bugüne ışık
tutuyor. Lenin’le birlikte ilmek ilmek örülen örnek bir devrimci mücadele ve
yaşamdan doğrudan damıtılmış bu anılar özel bir önem taşıyor. Nadejda Krupskaya
(1869-1939), daha gençlik yıllarında Çarlık Rusyası’nın zor koşullarında
Petersburg’da devrimci hareket içinde yer alan bir militan kadın savaşçıdır.
1894 yılında Sibirya’da sürgündeyken Lenin’le karşılaşır ve Lenin’in yaşam ve
mücadele yoldaşı olarak yıllarını Bolşevik örgütlülüğü inşa etmeye adar.
Krupskaya’nın kaleme aldığı-Leninle
Anılar- anılar, onun Lenin’le karşılaştığı 1894 yılından Ekim Devriminin
gerçekleştiği 1917 yılına uzanmakta ve 1919 yılına dair bazı anlatımlarla son
bulmaktadır. Kuşkusuz ki, tüm bu zaman dilimi Bolşevik mücadele açısından
muazzam derecede tarihsel bir önem taşır. Çünkü söz konusu yıllar, işçiler
arasında kitle hareketinin gelişimine, yeraltı faaliyetinin en zor koşullarında
çelikleşmiş güçlü ve sağlam bir komünist işçi partisinin yaratılışına, işçi
sınıfının devrimci bilincinin ve örgütünün güçlenişine sahne olmuştur. Bu
tarihsel dönem, Lenin ve Bolşevikler öncülüğünde proleter devrimin zaferiyle
sonuçlanan mücadelelerin dönemidir.
Lenin ve Krupskaya’nın Ekim Devrimini
önceleyen ikinci yurtdışı mültecilik yıllarının (1906-1917), bu mücadeleler
tarihi içinde ayrı bir yeri vardır. Zira bu yıllar, emperyalist savaş ortamında
işçi sınıfının komünist partilerindeki oportünizmin İkinci Enternasyonalin
çöküşüne yol açtığı, dünya proletaryasının tamamen yeni sorunlarla karşılaştığı
ve yeni yollar bulunmasının zorunlu olduğu, nihayet işçi ve emekçi yığınların
katıldığı devriminin ve yeni bir enternasyonalin doğumunun mayalandığı bir
dönemdir. Bütün bu dönem boyunca verilen mücadele derinlemesine kavranmadan,
Lenin’in Ekim Devriminin ve dünya devriminin önderliğine yükselişinin
kavranamayacağını ifade eder Krupskaya. Çünkü önderler mücadelelerin içinde
biçimlenir, mücadelelerin içinden çıkarlar ve güçlerini bu mücadelelerden
alırlar. Özetle vurgulamak gerekirse, Lenin’in yaşamıyla mücadelesinin nasıl iç
içe dokunduğunu anlamadan, işçi sınıfını zafere ulaştıran Bolşevik tarzı
kavramak da asla mümkün değildir.
Komünistler Yaşama ve Mücadeleye Adanmışlıklarıyla
Öne Çıkarlar..!
Lenin ve Krupskaya’nın sıklıkla
vurguladıkları üzere, bir Bolşevik düşünce berraklığına, gerçeği görme yetisine
ve kendini boş hayallere, sol yada sağ oportünist lafazanlığa kaptırmama gibi
sağlam özelliklere sahip olmalıdır. Komünist devrimci kişiliği bu gibi
özellikler temelinde gelişen Lenin’in devrimci iradesi ve devrimci kararlılığı,
dün olduğu üzere bugün de tüm proleter devrimcilere örnektir. Genelde
Asyatik-doğu toplumlarında geçmişin derin etkileri nedeniyle kişilerin yaşamında
plansızlığın, savrukluğun, tembelliğin ağır bastığı yanlış değildi. Rusya da
böyle bir ülkedir.
Neki Rusyada, Lenin, Krupskaya,
Sverdlov, Stalin vb. gibi Bolşevik öncüler yalnızca dönemlerine değil geleceğe
de örnek teşkil eden yeni ve aydınlık bir yol açmışlardır. İşlerin örgütlenme
ve yürütülme tarzında Rusya’nın doğu geçmişiyle benzer izler taşıyan Türkiye’de
de, proleter devrimcileri açılan bu yoldan yürümeleri mücadelenin olmazsa
olmazıdır. İşte bu gelenek, İbrahim Kaypakkaya yoldaştan İrfan Çelike,Münür
Dışkayada Ali Aktaşa, Kemal Yazardan Ali Ekber Barışa, Fahri Kaya yoldaşlara
uzanan komünist hareketin çizgisinin de mayasını ve gelişiminin özünü
oluşturuyor.
Hangi iş söz konusu olursa olsun, kalıcı
ve sağlam bir sonuç elde edebilmek için, yeterli çaba sarf edilmeli, ter
akıtılmalı, sabırla, inatla, ısrarla ve özenle amaca doğru yol alınmalı. Devrim
ve sosyalizm mücadelesinin geneli ve devrimci ve sosyalist kişiliğin
oluşturulması açısından da aynı kural geçerlidir. Sabırsız, plansız, özensiz ve
azimsiz tarzda iş yapanın anlamlı bir devrimci ürün vermesi ve kendi devrimci
dönüşümünü arzulanan şekilde başarması asla mümkün olmayacaktır. Tembel ve
plansız, başladığı işi sonuna kadar götürme iradesi göstermeyen, engelleri
tanımaz bir hatta yürümeyen insan her zaman başarısızlığına bahaneler uydurma
peşinde olur, performans düşüklüğünün suçunu hep koşulların ve başkalarının
olumsuzluğuna, dönemin zorluğuna, motivasyon eksikliğine vb. yükler. Sanki
devrimci ve sosyalizm mücadelesi yalnızca kolay koşullarda ve kolay dönemlerde
yürütülürmüş gibi!
Bu gibi konularda da Lenin’in yaşamı ve
mücadelesi biz komünistlere önde gelen bir örnektir. Mücadele aşkıyla ve yaşam
coşkusuyla, çalışma azmiyle dolu bu devrimci insan, aslında kendini ne zorlu
koşullarda var etmiş, nice sıkıntılara, yokluğa ve sinir bozucu durumlara göğüs
germiştir. Bilindiği ve bir çok devrimcinin de yaşamış olduğu gibi, yurt
dışındaki mültecilik yılları son derece yorucu ve yıpratıcı yıllardır. Ne var
ki Lenin, her türlü zorluğa rağmen gerektiğinde sinirlerini çelik gibi
germesini bilen ve hiçbir şeyin mücadele azmini ve devrimci kararlılığını
kemirmesine izin vermeyen örnek bir Bolşevik önderdir. O nedenle o zorlu
yıllar, Lenin’den kararlı bir önder ve kitleleri zafere ulaştırmak için ihtiyaç
duyulan öncü savaşçıyı yaratmıştır.
Krupskaya, ikinci mültecilik döneminde
yurt dışında geçen yılların (1906-1917), tüm yıpratıcı yönlerine karşın,
Lenin’i bir nebze bile değiştirmediğini anlatır. Lenin tüm zorluklara meydan
okuyarak, sırasında bir göz odada az bir yemekle günü geçirmiş fakat yine
eskiden olduğu gibi yoğun ve yöntemli çalışmasını sürdürmüştür. Örgütsel
sorunlarda en küçük ayrıntıya aynı titiz ilgiyi göstermiştir. Yüz yüze gelinen
gerçekler ne kadar acı olursa olsun, onları olduğu gibi kabul ederek mücadeleyi
ve yaşamı sürdürme yeteneğinden hiçbir şey yitirmemiştir. Sorunlar ne denli
kahredici de olsa, hiçbir zaman kendisini aldatmamak Lenin’in bir özelliğiydi
der Krupskaya. Yanı sıra, Lenin elde edilen başarılarla asla sarhoşluğa
kapılmamış ve her zaman bir sonraki zor adımın planlanmasına odaklanmıştır.
Devrimci tutum alışı yalnızca gençlik
dönemine özgü bir keskinlik olarak algılayan ve yıllar ilerledikçe devrimci
öfkesini yitiren kişiler az değildir. Hatta böyleler, etrafımızda hiçte az değil.
Zamanla duyguları körelen ve içten içe çürüyen, içi geçmiş çam ağacı gibi
etrafta nostalji takılan, yarım yamalak sosyalistlerin aksine, iyi bir Bolşevik
militan, içindeki devrimci ateşi her daim körüklemesini bilir.
Nitekim Lenin de, zor yıllara rağmen
oportünizmle ve her türlü döneklikle, konforizmle, zamanı boşa harcamakla,
günlük yaşamın içinde boğulmakla hep arasına kalın sınır çekmiş, hep aynı
heyecan ve tavizsizlikle çürüme ve yozlaşmaya karşı savaşmıştır. Zaman
ilerledikçe Lenin’in baskı ve sömürüye karşı duyduğu derin nefret daha da
büyümüş ve yaşamını tereddütsüz biçimde proletaryanın davasına adamıştır. Aynı
derin inançla bu yola baş koyan Krupskaya, Lenin’in tüm yaşamının bu davaya
bağlı olduğunu hatırlatır. Bu varoluş şekli, Lenin için, başka türlüsü mümkün
olamayacak derecede doğaldır ve proleter devrimciliğin içselleştirilmesi işte
bu şekilde tüm tereddütleri dışlayan bir yaşam ve mücadele algısında
somutlanır.
Lenin, devrimci mücadeleyi yaşam sevinci
ve geniş bir bilgilenme tutkusuyla birleştirmeyi başaran örnek komünist bir
önderdir. Onun ufkunu genişletme çabası, Hegel veya Kant gibi felsefecilerden
dönemin ünlü romancıları Tolstoy’a, Puşkin’e vb. uzanan zenginliktedir.
Proleter devrimciliği kavrayamayan ve yaşam-mücadele çizgisini kuru bir
devrimcilik, yapay bir ciddiyet olarak algılayan küçük-burjuvaları Lenin gibi
komünistlerin iç zenginliğini asla anlayamazlar. Keza, Krupskaya, henüz Lenin’i
tanımadığı dönemde, bu tipolojide birinin onu kendisine ömründe bir kez bile
roman okumamış ve yalnızca ciddi kitaplar okuyan biri olarak tanıttığını
belirtir. Daha sonra Lenin’i yakından tanıyan Krupskaya, bu söylentinin aslında
ne denli uydurma olduğunu anlayacak ve Lenin’in hoşlandığı klasikleri gece
dinlenme saatlerinde defalarca okuduğuna bizzat tanık olacaktır.
Komünist inanç ve kavrayışını bu
zenginlikte üretmesini başaran Lenin, devrimci kararlılık ve azim söz konusu
olduğunda, çalışmasına engel olabilecek unsurları gözünü kırpmadan bir yana
itecek bir ustalığa da sahiptir. Üstelik daha genç yaşlarından itibaren
kendisini bu yönde eğitmiştir. Örneğin, “okul çağındayken buzda kaymayı
severdim, ama beni yorup uykumu getirdiği için çalışmalarımı engelliyordu, bu
nedenle bıraktım” diye anlatır Krupskaya’ya. Lenin’in örneklediği ve öğütlediği
üzere, bir Bolşevik asla çok çalışmaktan korkmamalı ve çalışkanlığını planlılık
ve süreklilik temelinde sürdürüp geliştirmelidir.
Lenin’in devrim ve sosyalizm mücadelesi
açısından seve seve göze aldığı fedakarlıklar konusunda Krupskaya çok çarpıcı
örnekler aktarır. Lenin, davaya engel olduklarını gördüğü en yakın dostlarından
bile ayrılma kararlılığını göstermiştir. Buna karşın, eğer mücadele için
gerekliyse, dünkü siyasal rakiplerine tereddüt etmeden yeniden ve yoldaşça
yaklaşmasını da bilmiştir. Bu siyasal esneklik ilkesiz bir ödün değildir ve
yoldaşça yakınlaşma devrimci eleştiri bağlamında söylenmesi gerekenin açıkça ve
lafı dolandırmadan söylenmesini asla dışlamaz. Bir proleter devrimci, özelde
çevresindeki insan ilişkilerini çalışmalarını aksatmayacak bir sıkılıkla
düzenlerken, örgütsel açıdan insan ilişkilerinde son derece esnek, girişken ve
insan dostu olabilmelidir. Bu konuda olumlu ve olumsuzundan çeşitli örnekler
hatırlanabilir.
Örneğin Rus devrimcilerinin çeşitli
Avrupa ülkelerinde geçirdiği mültecilik yılları çok sayıda insanı Rusya’daki
mücadeleden kopartıp köksüzlüğe, boşluğa çürüme ve yozlaşmaya sürüklemiştir.
Oysa Lenin ve Krupskaya, Rusya’da bağlantılı oldukları kişilerle her zaman sıkı
ve sürekli bir ilişkiyi sürdürmüşlerdir. Kilometrelerce uzakta olsalar da
Bolşeviklerin yurt dışı ziyaretlerini, yurt dışı çalışma ve toplantılarını
bizzat örgütlemişlerdir. Krupskaya, Lenin’in hemen her mektubunda, Rusya’daki
yoldaşlardan işçilerle daha çok ilişkiler kurmaları talebinde bulunduğunu ve
devrimci bir örgütün gücünün onun ilişkilerinin sayısına bağlı olduğunu
vurguladığını hatırlatır.
Küçük-burjuva devrimcisi, yaşamla mücadeleyi
iç içe dokumanın komünist insanı var etmek açısından ne denli elzem olduğunu
kavrama yetisine sahip değildir. Bu tipoloji, devrimciliği yaşamın ilerleyişine
sindirilmiş bir mücadele olarak kavrayamadığından keskinliği yapaydır ve
neticede bu yapaylık çeşitli düzeyde kırılmalara yol açar. Olağan dönemlerde
fark edilmeyen bu tür olumsuz özellikler zor günlerde hemen ortalığa serili
verir. Kişilerin bu temelde yaşadığı örgütsel kopuşların öncesinde, devrimci
mücadeleden ruhsal uzaklaşma halini sol lafazanlıkla ve çevresindekilerin
devrimciliğini yeterli bulmama tepkisiyle örten bir psikoloji gelişir. Somut
eylem yapma olanakları aşırı biçimde kısıtlanan siyasal sürgünler de, içine
düştükleri atalet durumuyla başa çıkamamaları halinde benzer psikolojiler geliştirebilirler.
Bu duruma sürüklenenlerin, kopuş öncesi oluşan zayıflıklarını keskin devrimci
söylemlerle örtmeye çalıştıkları sıkça rastlanan bir durumdur. Bu gibi halleri
yansıtan geçmişe ve günümüze dair çeşitli örnekler mevcuttur.
Netice olarak sınıftan kopukluk devrimci
lafazanlığı besler. Gerçek devrimci faaliyetin olmadığı koşullarda lafazanlığa
dayanan bir aşırı solculuk gelişebilir. Sınıfın canlı yaşamının yapay olana
geçit vermeyen doğal kontrol mekanizmasından yoksun kalanlar, kendilerini tatmin
için keskinleşebilirler. Fakat gericilik döneminde boşlukta aşırı sol laf
üretenler, canlanma dönemi geldiğinde işçi sınıfının yükselen mücadelesine
devrimci tarzda ayak uyduramazlar. Böyleleri ya tamamen mücadelenin dışına
düşmekte ya da reformist dalgalara kapılıp alabildiğine sağa savrulmaktadırlar.
Çeşitli örnekler incelenecek olursa, bu tipolojinin genelde hep uçlarda oynadığı
görülecektir. Bunlar devrimcilik adına yaşamdan kopar, fakat yaşamdan koptukça
da devrimciliği inkâr noktasına sürüklenirler. Oysa bir sınıf devrimcisi,
kendisini gerçekte tarihi yapacak olan işçi sınıfının üstünde ve ondan kopuk
görmediğinden ayakları yere basar. Mücadeleyi ilerletmekten ne denli onur
duyuyorsa, insan yönünü geliştirmekten, doğadan zevk almaktan ve böylece kendini
yenilemekten aynı derecede zevk almasını bilir. İşte mücadele boyunca asıl
önemli olan, komünist kişinin bu yetilerini ilerleyen yıllara rağmen
yitirmemesi, sol memenin altındaki cevahiri karartmamasıdır.
Krupskaya, yaşanan onca acı olaya ve
sürgünlüğün yıpratıcı etkilerine karşın Lenin’in doğadan, baharda korulardan,
dağ yollarından ve göllerden, büyük kentlerin gürültüsünden ve işçi sınıfı
kalabalıklarından eskisi gibi zevk aldığını anlatır. Yalnızca Lenin değil,
gerçek bir komünist olmayı başarabilmiş tüm yoldaşları mücadeleyi ve çok
çeşitli yönleriyle yaşamı dolu dolu seven insanlardır. Krupskaya da böylesi
Bolşeviklerin önde gelenlerindendir. Onun Lenin’i ve devrimci mücadeleyi
anlatırken satırlarına eklediği şu yaşam sevinci buna örnektir: Sürgünde kışın
donundan sonra doğa gürültülü yaşamıyla bahara dönüşürdü. Egemenliği güçlenirdi
doğanın. Güneşin batışı, baharın tarlalarda oluşturduğu geniş su
birikintilerinde yüzen yaban kuğuları. Lenin’le birlikte koruluğun kıyısında
durur, derenin şırıltısını ve kekliklerin çiftleşme çağrılarını dinlerdik…
Proletarya İçinde Bolşevik tarzda
çalışmak
Sınıf içinde devrimci çalışmayı başarıyla
yürütebilmek için işçi sınıfının günlük yaşantısını, işçilerin çalışma ve yaşam
koşullarını, işçi kitlelerinin ruh halini yakından bilmek ve derinden hissetmek
şarttır. Bolşevik tarzda çalışma, küçük-burjuva devrimcisinin aniden parlayıp
sönen koşturmacasından veya sınıftan kopuk kahramanca işler yapma anlayışından
tamamen farklı bir niteliğe sahiptir. Her zaman vurguladığımız gibi, Bolşevik
çalışma tarzı uzun soluklu, planlı, sabırlı, ısrarlı ve azimli bir mücadele
anlayışına dayanır. Proleter devrimciler, ilişkiye geçtikleri işçilere ve
emekçilere, onların mücadeleci dostları olduklarını en sıcak ve en içten
biçimde hissettirerek işçilerin güvenini kazanırlar. İşçi ve emekçilerin
sıradan ve küçük görünen ekonomik talepleri için mücadelelerine sahip çıkarak,
sınıfın kitlesiyle bağlar kurmayı başarırlar. Bunu kavrayamayan ya da
başaramayanlar, işçileri devrimci-sosyalist hedeflere doğru ilerletmeye de
muktedir olamazlar. Bu konularda Lenin’in ortaya koyduğu pratik ve gelecek
kuşaklara aktardığı dersler son derece eğiticidir.
Krupskaya, işçi çalışmasında onları
uyandırmak için gereken ekonomik ajitasyona Lenin’in ne denli önem verdiğini
hatırlatır. Lenin’in 1895 yılında yazdığı “Fabrikalardaki İşçilerden Para
Cezası Kesilmesine İlişkin Kanun Üzerine Bir Açıklama” adlı broşür bu konuda
çarpıcı bir örnek oluşturur. Lenin bu broşürde, ortalama bir işçiye nasıl
yaklaşılacağının ve onları ekonomik taleplerinden hareketle adım adım devrimci
siyasal mücadelenin kaçınılmazlığı sorununa yönlendirmenin parlak bir örneğini
ortaya koymuştur. İşçiler son derece açık dille yazılmış bu broşürü büyük bir
ilgiyle okurlarken, aydın kesimden gelenler ise broşürü donuk ve sıkıcı
bulmuşlar ve bir kenara itmişlerdir. Krupskaya, kendi mücadele tarihlerinden
daha pek çok çarpıcı örnekler verir. İşçilere çay molası olanağı sağlama ve
onlara iş sırasında kısa süreli dinlenme hakkı elde etmeye yönelik bir kampanya
şeklinde başlayan Bolşevik çalışmalar zaman içinde gelişmiş ve neticede
devrimci koşulların da olgunlaşmasıyla işçi kitleleri Bolşevik Partinin
öncülüğünde Çarlığı yıkıp işçi iktidarını kurmuştur.
Mücadelede teori ile pratiği
birleştirmeyi, propaganda ve ajitasyon çalışmasını tek boyutluluğa düşmeden
devrimci bir denge sağlayarak yürütmeyi başarmak şarttır. Lenin her vesileyle
tek taraflı olmanın temel bir hata olacağını belirtmiştir. Sınıfın öncü
unsurlarına devrimci bilinç taşımak adına mücadeleden kopuk bir “devrimci
eğitim” noktasına sürüklenenler, olsa olsa, sekter ve kendi içine kapalı küçük
çevreler yaratabilirler. Ters uçta ise, sınıfı uyarmak üzere yürütülen ekonomik
ajitasyon çalışmasını mutlaklaştıran ve işçilerin siyasal eğitimini sendikal bir
aydınlatma faaliyetine indirgeyen ekonomizm eğilimi yer alır. Bütün bu
eğilimler vaktiyle RSDİP (Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi) temelinde yürüyen
mücadelede somutlanmıştır. Ekonomizm eğilimini eleştiren Lenin, diğer uçta yer
alan sınıftan kopuk aydın eğilimine karşı da ödünsüz biçimde mücadele
yürütmüştür.
Lenin, 1900’lerin başlarında işçiler
arasındaki sosyalist faaliyette Rus sosyal demokratlarının kendilerini yalnızca
propaganda çevreleri oluşturmakla sınırladıklarını belirtir. Kitleler arasında
ajitasyona başlandığında ise bu defa diğer aşırı uca gidilmiş ve ekonomizme
kayılmıştır. Şurası kesindir ki, işçiler mücadeleye kitabi bilgilerin
dayatılmasıyla değil, onların yaşam ve çalışma koşullarını ve duygularını
bilerek ve bu sayede onlara doğallığı içinde önder olarak çekilebilirler. Ne
var ki bunu başarmak adına işçileri yalnızca ekonomik mücadele çerçevesinde
bilinçlendirip örgütleyenler ise, en iyi ihtimalle devrimci sendikacılık
yapmaktan öteye geçemezler. Oysa proleter devrimcilerinin görevi, işçilerin
ekonomik ve yakıcı taleplerini sınıfın kitlesini mücadeleye sevk edecek bir
kaldıraç olarak kullanabilmektir. Ekonomik mücadele sayesinde öne çıkan
işçileri devrimci bilinçle donatarak sınıfın devrimci partisini inşa etmektir.
İşçi sınıfının öncü komünist partisi,
Marksizm-Leninizm temelinde ve sınıf mücadelesinin yasaları gereğince
örgütlenen bir partidir. Böyle bir partinin inşası, sınıfın öncü unsurlarını
devrimci bilinçle donatıp örgütlemeyi ve bu faaliyete adanmış kadroları
gerektirir. Böyle kadrolar da ancak sınıf temelli bir mücadele içinde ve
devrimci bir örgütlenmede mutlaka olması gereken gönüllü bağlılık ve disiplin
anlayışı sayesinde yetişebilirler.
Aslında nereden bakılırsa bakılsın,
komünist parti kurallarının inkârının altında küçük-burjuva okumuşların
ideolojik sınıf tavrı yatmaktadır. Bu tür unsurlar ne tam bir sınıf devrimcisi
olabilmekte ne de sosyalistlik iddiasından vazgeçmektedirler. Okumuşların
üzerine sindirilen burjuva ideolojik etkilerden arınamayan biri, zorlu sınıf
mücadelesinin komünist parti yaşamına dayattığı kararlılık ve adanmışlığı
fuzuli disiplin olarak algılayacaktır. Ve de bu marazi özelliklerine rağmen
devrimci örgütlere musallat olduğunda, orada yalnızca kendini mutlu edecek bir
işleyiş arayacaktır. Böyleleri, ileri sürdükleri bahaneler her ne olursa olsun,
partiyi burjuva kapitalist sisteme karşı mücadele yürüten bir örgütte olması
gereken sıkılığı içinde değil de, üyelerini hoşnut edecek gevşek bir sosyal
kulüp olarak kurgulamaya yatkındır.
Oysa gönül ferahlığıyla vurgulamak
gerekir ki, Leninist parti anlayışının tüm işleyiş kuralları (disiplin
ihtiyacı, demokratik merkeziyetçi işleyiş, denetim, rapor, eleştiri-özleştiri
vb.) işçi sınıfının devrimci mücadelesini başarıya ulaştırma amacından
kaynaklanır. Ve kesinlikle bu amacın dışında kerameti kendinden menkul kurallar
ve dayatmalar olamaz. Komünist parti, sınıfın kendi devriminde başarıya
ulaşabilmesi için zorunlu olan bir araçtır ama yalnızca araçtır. Aracın
amaçlaştırılması, her alanda olduğu gibi parti söz konusu olduğunda da kesin
bir yozlaşma belirtisidir. Proleter devrim amacını benimseyen ve gerçek öznenin
işçi sınıfı olduğunu içtenlikle kavrayan kadrolar, ancak bunlar demokratik
merkeziyetçiliğin ve parti içi demokrasinin ne olduğunu ve sağlıklı biçimde nasıl
işlemesi gerektiğini bilebilirler.
Marksizm-Leninizm, tarihi kitlelerin
yaptığına derinden inanır ve burjuva kapitalist toplum söz konusu olduğunda da
işçi sınıfının devrimci tarihsel misyonunu ödünsüz biçimde savunur.
Proletaryanın kapitalist sömürü düzenine son verecek tarihsel eylemini
başarıyla yerine getirebilmesi için, öncü nitelikte bir komünist sınıf
partisine sahip olması mutlak bir gerekliliktir. Partinin görevi, mücadelede
öncü bir rol oynamak, sınıfı devrimci bilinçle donatıp örgütlemek ve onun
mücadeleciliğini geliştirerek pekiştirmektir.
Ne var ki mücadeleyi ilerletmek yalnızca
kadroların iradi çabasıyla olabilecek bir iş değildir. Kitleleri mücadeleye
çekecek nesnel koşulların olgunlaşması gerekir. Kitleler olağan burjuva yönetim
dönemlerinde burjuva partilerin oy tabanını oluşturur ve reformcu seçenekleri
deneyip tüketmeden de devrim yoluna destek vermezler. O nedenle sınıfın
komünist partisinin geniş işçi-emekçi kitlelere sesini duyurabilmesi, onları
kucaklayabilmesi için, nesnel koşulların olgunlaşması, devrimci bir durumun
oluşması şarttır.
Bu husus ne denli kesin bir kuralsa,
gelecek için hazırlanmayan bir komünist partinin kendini devrimci fırtınanın
orta yerinde birdenbire yoktan var edemeyeceği de o denli kesin bir kural
oluşturur. Sınıfın öncü partisini inşa etmek için, sınıf mücadelesinin görece
durgun seyrettiği dönemlerden başlayarak planlı ve kararlı bir hazırlık
çalışması yürütülmelidir. Bu konuda işçi sınıfının mücadele tarihi boyunca
yaşanmış olumlu-olumsuz deneyimlerin dersleri günümüze de ışık tutuyor. En
önemli birkaç hususu kısaca vurgulamak gerekirse, birincisi böyle bir hazırlık
faaliyeti olağan parlamenter rejimden olağanüstü burjuva işleyişlere dek tüm
siyasal koşullar altında devam ettirilebilmeli. İkincisi, bütün bu hazırlık
dönemi son derece azimli, devrimci mücadele konusunda alabildiğine inatçı ve
hedefe kilitlenmiş kadroları şart koşuyor. Son bir husus olarak, gericilik
günlerinde kaçınılmaz olarak az sayıda öncü işçiyi kapsayabilen devrimci
örgütlenme çabasının, devrimci fırtınanın patlak verdiği dönemde kitleleri
harekete geçirebileceğini asla unutmamak gerekiyor. Marksizm-Leninizm’in tarihsel
iyimserliği bu konuda da proleter devrimcilerinin yolunu aydınlatıyor.
Lenin ve onun dönemindeki Bolşeviklerin
mücadelesi ve sınıfın devrimci örgütünü yaratırken uyguladıkları tarz, bugün de
Leninist parti anlayışına bağlanan sınıf devrimcileri için son derece
önemlidir, eğiticidir ve örnektir. Leninist parti anlayışı kalıplaştırılarak
uygulanacak bir model değil, günün somut koşullarında sınıf içindeki devrimci
mücadelede yeniden yaratılarak yaşatılması gereken bir ruhtur, özdür. Komünist
öncü örgütün yaratılması bağlamında Lenin’in çabasına ve Bolşevik deneyime dair
unutulmaması ve takipçisi olunması gereken öylesine çok ve önemli husus var ki.
Fakat belki de en önemlileri, Lenin’in tüm mücadelesi boyunca bizzat örneklemiş
olduğu üzere, devrime adanmışlığı, zorluklar karşısında yılmamayı, gericilik
günlerinde bile mücadele azmini ve tarihsel iyimserliği yitirmemeyi başarmak olsa
gerek.
Lenin Çarlık Rusya’sının baskı ve zulmü,
ağır sürgünlük koşulları, emperyalist savaş döneminin alevleri karşısında işçi
sınıfına güven, devrimci mücadele azmi ve Marksizm-Leninizm’in aşıladığı
iyimserlik sayesinde her zaman ters akıntılara karşı yüzmeyi başardı ve bu
konuda yoldaşlarına da örnek oldu. Bizler de Lenin’in açtığı yoldan ilerlemeye
çalışıp, ters akıntılara karşı yüzmeyi başararak bugünlere geldik. Harcımız
devrimci Marksizm-Leninizm ışığıyla ve enternasyonalist komünistlere yaraşır bir
tarihsel iyimserlikle karılı. Verili an kasvetli bir tablo sunabilir. Ancak
biliyoruz ki, en olumsuz koşullarda bile mücadeleyi sürdürme azmine sahip
olanlar, anın karamsarlığına kapılmaksızın mücadeleyi ilerleteceklerdir.
Lenin ve onun dönemindeki Bolşeviklerin
mücadelesi ve sınıfın devrimci örgütünü yaratırken uyguladıkları tarz, bugün de
Leninist parti anlayışına bağlanan sınıf devrimcileri için son derece
önemlidir, eğiticidir ve örnektir. Leninist parti anlayışı kopye yapılarak
uygulanacak bir model değil, günün somut koşullarında sınıf içindeki devrimci
mücadelede yeniden yaratılarak yaşatılması gereken bir ruhtur, özdür. Komünist
öncü örgütün yaratılması bağlamında Lenin’in çabasına ve Bolşevik deneyime dair
unutulmaması ve takipçisi olunması gereken öylesine çok ve önemli husus var ki.
Fakat belki de en önemlileri, Lenin’in tüm mücadelesi boyunca bizzat örneklemiş
olduğu üzere, devrime adanmışlığı, zorluklar karşısında yılmamayı, gericilik
günlerinde bile mücadele azmini ve tarihsel iyimserliği yitirmemeyi başarmak
olsa gerek.
Lenin Çarlık Rusya’sının baskı ve zulmü,
ağır sürgünlük koşulları, emperyalist savaş döneminin alevleri karşısında işçi
sınıfına güven, devrimci mücadele azmi ve Marksizm-Leninizm’in aşıladığı
iyimserlik sayesinde her zaman ters akıntılara karşı yüzmeyi başardı ve bu
konuda yoldaşlarına da örnek oldu. Bizler de Lenin’in açtığı yoldan ilerlemeye
çalışıp, ters akıntılara karşı yüzmeyi başararak bugünlere geldik. Harcımız
devrimci Marksizm-Leninizm ışığıyla ve enternasyonalist komünistlere yaraşır
bir tarihsel iyimserlikle karılı. Verili an kasvetli bir tablo sunabilir. Ancak
biliyoruz ki, en olumsuz koşullarda bile mücadeleyi sürdürme azmine sahip
olanlar, anın karamsarlığına kapılmaksızın mücadeleyi ilerleteceklerdir.
Lenin ve onun dönemindeki Bolşeviklerin
mücadelesi ve sınıfın devrimci örgütünü yaratırken uyguladıkları tarz, bugün de
Leninist parti anlayışına bağlanan proleter devrimcileri için son derece
önemlidir, eğiticidir ve örnektir. Leninist parti anlayışı kalıplaştırılarak
uygulanacak bir model değil, günün somut koşullarında sınıf içindeki devrimci
mücadelede yeniden yaratılarak yaşatılması gereken bir ruhtur, özdür. Komünist
öncü örgütün yaratılması bağlamında Lenin’in çabasına ve Bolşevik deneyime dair
unutulmaması ve takipçisi olunması gereken öylesine çok ve önemli husus var ki.
Fakat belki de en önemlileri, Lenin’in tüm mücadelesi boyunca bizzat örneklemiş
olduğu üzere, devrime adanmışlığı, zorluklar karşısında yılmamayı, gericilik
günlerinde bile mücadele azmini ve tarihsel iyimserliği yitirmemeyi başarmak
olsa gerek.
Lenin Çarlık Rusya’sının baskı ve zulmü, ağır sürgünlük koşulları,
emperyalist savaş döneminin alevleri karşısında işçi sınıfına güven, devrimci
mücadele azmi ve Marksizm-Leninizm’in aşıladığı iyimserlik sayesinde her zaman
ters akıntılara karşı yüzmeyi başardı ve bu konuda yoldaşlarına da örnek oldu.
Bizler de Lenin’in açtığı yoldan ilerlemeye çalışıp, ters akıntılara karşı
yüzmeyi başararak bugünlere geldik. Harcımız devrimci Marksizm-Leninizm ışığıyla
ve enternasyonalist komünistlere yaraşır bir tarihsel iyimserlikle karılı.
Verili an kasvetli bir tablo sunabilir. Ancak biliyoruz ki, en olumsuz
koşullarda bile mücadeleyi sürdürme azmine sahip olanlar, anın karamsarlığına
kapılmaksızın mücadeleyi ilerleteceklerdir. İyi doğdun Lenin yoldaş devrim ve
sosyalizm için dövüşenlere yol göstermeye devam ediyor