Halkın
Birliği olarak dünden bugüne Komünist hareketi değerlendirme konusunda,
hem
inkarcılık
ve hem de dogmatizme karşı sürekli ideolojik bir savaşım içinde
gerçeklerin
savunucusu
olmaya çalıştık. Aslında hem mükemmeliyetçilik adı altında komünist
hareketi
değerlendirmede
inkarcı bir hatta duran akımların-Atılım-Alınteri-Kızıl Bayrak, Evrensel vb.-
ve hem de komünist hareketi önemli ve ilkesel hatalardan azade gören, dogmatik
bir
hatta
duran, özünde inkarcılıkla ikiz kardeş olan akımların savunusu-Yeni
Demokrasi,
Ö.Gelecek,
D.Demokrasi, H.Günlüğü ,Y.İ.Çağrı, Çağrı çevresi- gelinen durumda
Kaypakkaya
yoldaşın
temel görüşlerinin özünü bile savunmaktan uzaklaşmasına karşın, hala ısrarla
kendisini Kaypakkayacı görmeleri komik bir görüntü yaratıyor. - düşüncelerini
çeşitli
boyutlarıyla
eleştirdik ve aslında bu akımların komünist hareketin doğuşu ve gelişimi, partileşme
sürecine ilişkin olarak, M-L ilkeleri bir yana iterek, kendi
oportünist-revizyonist görüşlerini haklı çıkarmak için, çifte standartçı bakış
açısını kendilerine temel aldıklarından dolayı, gerçekleri teslim etmede
zorlandıklarını ortaya koymaya çalıştık.
Biz
bu yazı her ne kadar Bolşevik Partizan'ın tarih çarpıtıcılığını açığa sermeyi
esas amaç edinmiş olsada, o dönemde birlikte oldukları TKP-M-L Partizan
cenahına da toptan
verilmiş
bir yanıt olduğunu belirtmeliyiz..
Bugüne
kadar Partizan cenahının yalan ve çapıtmalarına dair TKP-ML hareketi
önderliği
genel
açıklamalar dışında gerçekleri olduğu gibi belgelere dayanarak kapsamlı olarak
ortaya koyma tutumu içinde olmadı. Elbette bu durum Partizan cenahının yalan ve
çarpıtmalarının devrimci kamuoyunca gerçekmiş gibi algılanmasına neden oldu.
Örneğin sanki TKP-ML-Partizan, TKP-ML Hareketi'ni “örgütten atmış “ yada
“Hareket Partizandan hizip örgütleyerek kopmuş” havası yaratmaya
çalıştılar.
Yine
1976 tartışma kampanyasını başlatan ve önderlik yapan Koordinasyon Komitesi
(KK)
tartışmaya
dair bir çok konuda farklı düşünmesi gerekçesiyle, örgütün resmi önderliği
değilmiş ve örgüte önderlik yapamaz vb. biçimindeki değerlendirmeler, daha
sonrasında Partizanı oluşturan kesimin bir komünist örgüt içinde, M-L ilkeler
ve demokratik merkeziyetçilikte yani disiplinde pek bir şey anlamadıklarını ve
örgütsel ilkeler alanında görüşlerin disiplini adı altında anarşist bir
disiplin anlayışına sahip olduklarını gördük-yaşadık. Buradan olarak TKP-ML
Hareketi'nin 1973 yenilgisinin ardından ikinci kez yeniden toparlanma ve
sınıflar savaşımına müdahale etmede nasıl bir süreç yaşandığını ve
1976 tartışma kampanyasında Bolşevik Partizan'cıların iddia etmiş
oldukları gibi, “ KK örgüt içi tartışma sonuçlanmadan kadrolara kendi görüşlerini
dayattığı yada örgütün resmi görüşü olarak ilan ettiği ” savlarının ne kadar
gerçek dışı hayali iddialar olduğu üzerinde duracağız.
Herşeyden
öncesi burada şunu belirtmeliyiz ki mevcut halde Bolşevik Partizan ve
diğer
Partizan
cenahıyla geçmiş üzerine yapılacak bir tartışmanın, tarih çarpıtıcılığını
düzeltme ve
gerçeklere
sadık kalarak oportünist, inkarcı ve dogmatik bakış açısına karşı, M-L bakış
açısını birkez daha ortaya koymak dışında, sınıf savaşımının güncelliği
bakımından bu tartışmanın pek bir aciliyet taşımadığını ifade etmek istiyoruz.
Neki
gerçekler eğilip bükülmeden ortaya konmadığı sürece, bu türden tartışmalar
zaman
zaman
kaçınılmaz hale gelmektedir ve gelecektir de. Haliyle geçmiş üzerine
yapılacak
tartışma
burada sonlanmayacak ve ihtiyaç oldukça yeniden yeniden gündeme gelecektir.
Biz
bugüne kadar kulaktan dolma yada dedikodular üzerinde yazılmaya çalışılan
çarpıtılmış tarih yerine, belgelere dayanarak tarihe bakmayı hep merkezde
tuttuk.
Keza bundan sonrasında da bu ilkeli tutumuz
üzerinde yürüyerek komünist hareketin ve TKP-ML Hareketi'nin geçmişini
belgelere dayanarak ele alma yolunda yürüyeceğiz. Buradan olarak
öncelikle
en çok çarpıtılan 1976 Nisanda başlayıp Temmuz-Ağustosta ve Kasım ayında noktalanan,
örgütün 1973 yenilgisi ve nedenleri, hata ve zaafları, başta Türkiye’nin
sosyo-ekonomik yapısı olmak üzere, parti ve partileşme süreci, devrimin yolu,
birleşik cephe, ulusal sorun, Kemalizm'in önderliğinin niteliği, çalışma
alanlarının yeniden belirlenmesi, kadro politikası vb. bir çok alanda tartışma ve tartışma
sürecinde farklı yaklaşım içinde olan kesimlerin bakış açıları ve pratik
tutumları ve tartışma
ilkelerine ne kadar bağlı kalındığı üzerinde durmaya çalışacağız.
Cihan
Yıldız'ın ” İbo Can’a son kez” Başlıklı Yazıda Öne Sürdüğü Savlar Ne
Kadar
Doğrudur.?
Cihan
Yıldız ismiyle, aslında Bolşevik Partizanın –1981 yılına kadar Partizan
cenahının
görüşlerini
ortaya koyan 1976 TKP-ML Hareketi ve 1978 yılında TKP-ML Partizan adını
alan
1976 ayrılığına ilişkin “İbo cana son kez” başlığıyla gerçekleri ters yüz eden
ve 1976
tartışama
kampanya sürecinde yazdıklarını unutan ve tarihi gerçekleri kendi keyfiyetine
göre yazıp, 1976 tartışma kampanyası sürecinde “hep doğru devrimci bir hatta
durmuş” görüntüsü vererek her durumda M-L tutum aldığını öne süren Bolşevik
Partizan'ın kendi uydurduğu yada öyle zannettiği tek yanlı değerlendirmeleri
üzerinde duracağız.
Eleştiriye
geçmeden önce birkaç sorunu aydınlatmak gerekiyor. Öncelikle TKP-ML
Hareketi'nin
M-L çizgisini ve değerlerini Komünist Parti-İnşa örgütü (KP-İÖ) savunmakta ve
temsil etmektedir. Buradan olarak TKP-ML Hareketi'ni kimselerin temsil etmediği
savıyla
yalan-yanlış
ve devrimcilikten uzak görüşler yazılıp çizilmekte, eleştiri adına hakaret
ve
yalanlar
sıralanmakta ve sıralanmaya devam ediliyor.
Nitekim
son olarak Bolşevik Partizan'cı Cihan Yıldız'ın ve “Bu Tarih Bizim” sitesinde
Yaşar
Değerli
eylemiyle ilgili yazılanlar ve TKP/ML Hareket'i önderliğini “hain”likle
suçlayan yeni tarih yazılımı girişimlerine gereken yanıtları vererek, hareket
düşmanlarının ipliğini pazara
çıkarmaya
çalışacağız.
Cihan
Yıldız arkadaş büyük laflar etmeden önce elindeki 76 tartışmasına dair
belgeleri yayınlayarak , tartışmada okura yardımcı olması gerekiyordu. Neki
bunu yapmayan ve elindeki belgeleri bencil-bireyci bir yaklaşımla okurlara
açmayan, Cihan Yıldız arkadaş okurlara hayali araştırıp-sorgulamayı salık veriyor.
Hatta tartışmada o kadar geriye savruldu ki artık kimse kendisine yanıt
veremez, ibo can yoldaşa da “elinizde
belge yok boşa konuşuyorsunuz “ babında hav basarak devrimci olmayan bir yaklaşım sergiledi.
Cihan
Yıldız'ın hayali tarih yazımının iddia ve savlarını tek tek yanıtlayarak ve
bunları
belgelere
dayanarak yanıtlamaya çalışacağız.
Cihan
Yıldız şöyle diyor:
“Tarih
konusunda merakı olan arkadaşlara önerimiz bu konuda işe yazılı belgeleri
inceleyerek başlamaları, efsane anlatılarını, dedikoduları dönemin belgeleri
üzerinden sorgulamalarıdır.
Anda
yürüyen sınıf mücadelesini tarihten daha önemli gören arkadaşlara ise
tavsiyemiz o
dönemin
siyasi aktörlerinin, örneğin 1976’daki bölünmede KK hizbinde yer alanların
ve
başını
çekenlerin, 1981-1982 bölünmesinde Menşevik saflarda yer alanların başını
çekenlerin ve her iki dönemde de bir taraf olan Bolşeviklerin bugün nerede
olduklarını sorgulamalarıdır.
Biz,
dün ne yaptı isek, bugün onu daha yetkinleşmiş bir biçimde sürdürüyoruz:
KK/T‘de yeni tipte partiyi, ML partiyi, Bolşevik partiyi inşaya devam ediyoruz!
Biz
Bolşevikler 1970’li yıllarda ağırlıklı olarak yurtdışı faaliyeti içinde yer
alan KK-T’li
komünistler
içinden çıkıp gelen bir akım olarak 1976 ve 1981 bölünmelerinde kendi
görüşlerimizle
yer aldık. Derdimiz ve davamız her dönemde KK-T’de gerçek bir KP‘nin
inşası
idi. Bunun için mücadele ettik. Bu mücadeleden hiç vazgeçmedik. Aynı mücadeleyi
örgütlü olarak kesintisiz sürdürdük, sürdürüyoruz. “( Cihan Yıldız'ın İbo Can'a
Son Kez başlıklı yazısından.)
Cihan
Yıldız arkadaş, merakı olanların geçmiş 1976 tartışama sürecine dair yazılı
belgeleri inceleyerek sorgulama yapmalarını doğru olarak salık veriyor.
Okurların sorgulama yaparak doğru tutum alabilmesi için bu dönemde kimin ne
savunduğu ve nasıl hareket ettiğine dair elindeki belgeleri yayınlamış
olması gerekiyordu. Haliyle elde belgeler olmadığı durumda, okurlara
yapılan okuyup-araştırıp sorgulama yapın çağrısının ayakları havada
kalıyor. Haliyle Cihan Yıldız arkadaş ellerindeki belgelerin kendi aleyhlerine
olması nedeniyle yayınlayamıyor!
Üstelik Cihan arkadaş ortada tartışma sürecine
dair belgeler olmadan okurları sorgulama yapmaya çağırmaktan geride kalmıyor.!Mademki
dogmatik hizipçiler 1976 tartışma sürecinde doğru ilkeler ve disiplin temelinde
sürece katıldılar, o zaman eldeki belgelerin kendilerini doğrulaması ve
haliyle gerçeklerin açığa çıkması bakımından ilk adımda yapılması gereken bu belgeleri
yayınlamak olmalıydı.
Neki
elinde belgeler bulunan Cihan Yıldız arkadaşın, elindeki
belgeleri yayınlamayarak, tartışmalarda belgelere dayanalım çağrısının;
gök kubbe altında hoş seda olmaktan öteye gitmedi görülüyor . Yine Cihan Yıldız
arkadaş 1976 tartışma döneminde yurt-dışında 2 kişinin KK'ne eleştirisini
içeren yazıda bolca alıntı yapıyor ama işine gelen yerlerde!
Gerçekten
de 76 tartışma kampanyası sürecinde doğru bir tutum aldığından emin olan
birisinin belgeyi devrimci kamuoyunda saklaması kadar olumsuz bir durum olmaz!
“Biz
ne yaptıysak bugünde onu yetkinleştirmiş biçimde sürdürüyoruz” diyen Cihan
Yıldız arkadaş açıktan, geçmişte savunmuş oldukları "Türkiye emperyalizme
bağımlı olduğu sürece ülkenin sosyo-ekonomik yapısı yarı-feodal olarak kalır,
yarı-feodal ülkelerde devrimin yolu kırdan şehre doğru geliştirilecek KSİ
kurularak iktidarın parça paraca alınacağı halk savaşı yolu ve haliyle örgüt
çalışmasında temel çalışma alanları kırlar olacaktır.” Cihan Yıldız arkadaş,
Bolşevik Partizan'cılar dün savundukları bu düşünceleri bugün savunuyorlar mı
acaba? Aynı zamanda "bir ülkede kapitalist üretim ilişkileri egemense o
ülkede otomatik olarak sosyalist devrim gündeme gelir” yaklaşımını hala
kıskançlıkla savunmayı sürdürüyorlar mı?
Cihan
arkadaş kedinin pisliğini gizlediği gibi dogmatik Mao'cu teori fukarası
görüşlerini
gizlemek
için tartışma sürecine ilişkin yazılarında KK’da öğrenme yerine, tam tersi
Mao'cu kopyeciliğe devam ederek, sosyo-ekonomik yapı, devrimin yolu vb.
sorunlarında özgün olan hiç bir şey söylemeyerek, Türkiye’nin sosyo-ekonomik
yapısını değişmez donmuş olarak görüp-tanımlıyor. İşte, Cihan Yıldız arkadaşın
hep doğruların savunucusu olduklarını iddia ettikleri sosyo-ekonomik yapıya
dair görüşleri: “Yok ama bir ülke de kapitalizm üretim ilişkileri belli bir
ilerleme göstermiş olmasına rağmen, feodal üretim ilişkileri belli bir çözülme
gösterse bile, bunlar bir devrimle tasfiye edilmemişse -ve hala önemli bir
etkinliğe sahipse, üst yapıda feodal kültür bütün ağırlığıyla ayaktaysa, feodal
artıklar, devrimin önünde en önemli engellerden birini teşkil ediyorsa-
toplumun gelişmesi için bu feodal artıkların tasfiyesi esas mesele olarak
devrimin karşısına dikiliyorsa.- o zaman o ülke de, kapitalist üretim
ilişkileriyle elde edilen ürün, feodal-yarı feodal üretimden elde edilen
üründen çok ta olsa, kapitalizmin hakimiyetinden söz edilemez.
O
zaman o ülke yarı-feodal bir sosyo-ekonomik yapıya sahiptir. Önündeki devrim
aşaması, demokratik halk devrimidir. Bu anlamda ilk iki önerme birbiriyle
çelişme halindedir. ...“
“Önce
ilk iki önerme birbiriyle çelişme halindedir. Eğer bir ülkede kapitalizm
hakimse
(kapitalizm
hem alt hem üst yapıda rakipsiz hakimse kapitalizmin hakimiyetinden ve
kapitalist sosyo-ekonomik yapıdan söz edilebilir. ) o zaman, feodal artıklar
esas olarak tasfiye edilmiş demektir ve bunlar devrimin önünde önemli engel
teşkil etmezler. Kapitalist, bir ülkede devrim aşaması, sosyalist devrim
aşamasıdır. Sosyalist devrimden önce bir ara aşama yoktur....”
“Biz
yarı-sömürge, yarı-feodal ülkelerin de belli ortak özellikler taşıdığı ve bu
yüzden Halk
Savaşı
stratejisinin bu ülkeler için genelleştirilebileceği görüşündeyiz. Biz
demokrasi olmaması, Milli bağımsızlık olmaması, emperyalizm tarafından ezilme
olgusu, yararlanılabilir bir parlamento olmaması, işçi grevlerini örgütlemeye
komünistler olarak legal olarak hakkımız olmaması olgusunun, yalnızca Çin
için değil, Türkiye için, yalnızca Türkiye için değil tüm yarı-sömürge,
yarı-feodal ülkeler için geçerli olduğunu pratikte görüyoruz.
“(Yurtdışında
2 Yoldaşın M’e Eleştirlier yazısından)
Yukarıya
aktarmış olduğumuz alıntı, Cihan Yıldız arkadaşın heyecanla neyi savunduğunu,
tartışma kampanyasında ne kadar öğrendiklerini ve ne kadar M-L bakış açısına
sahip olduklarını göstermektedir. İşin ilginç olanı B.Partizancılar tartışma kampanyası sürecinde, sanki KK ile İstanbul Bölge Komitesi arasında
3. Yol izliyormuş havası vererek, aslında dogmatizmlerini gizlemeye
çalışmaktadır.
Demek
ki, KK önderliğinde başlatılan tartışma kampanyasının, aydınlatılması gereken
ana
unsurlardan
birisi olan sosyo-ekonomik yapı ve buna bağlı sorunlardı. Cihan Yıldız arkadaş
her ne kadar yazısında tartışma “kampanyasının esası sosyo-ekonomik yapı
değildi “ dese de, doğru söylemediğini, geçmişte yazdıkları yazıda netçe görmek
mümkündür. Tartışma kampanyasına iletilen “ Yurtdışında 2. Yoldaşın M’e
eleştiriler” başlıklı yazıda şunlar söyleniyordu: “Açıktır ki sosyo-ekonomik
yapıda ayrı bir tespit, ayrı bir devrim stratejisini ayrı bir çizgiyi
beraberinde getirecektir” denerek daha tartışma yeni başlamışken “ Biz devrim
stratejisi konusunda görüş ayrılıklarının, kaçınılmaz olarak örgütsel ayrılığı
da beraberinde getireceğini görüyoruz. Bu konuda hayale kapılmıyoruz. Ama
bugünkü dönemde görüş ayrılıklarının tam olarak ortaya çıkmadığını da
görüyoruz.”
Önümüzdeki
dönemde bu yüzden tartışma yoğunlaştırılmalı, görüş ayrılıklarının üstüne
gidilmeli,
bunların ilkelerde mi-yoksa günlük siyasi meselelerde mi olduğu tespit
edilmeli,
ilke
ayrılıkları herkesin görüp, kavrayacağı bir açıklıkla ortaya çıkarılmalıdır.
Ancak böyle bir
durumda
örgütsel ayrılık gerekli ve kaçınılmaz ve teşkilatımız için, halk için zararlı
değil
yararlı
olur.” ayrılık tamtamları çalarak, benim gibi düşünmezseniz yollarımızı
ayırırız
tehdidini
savurarak, ayrılıkçıları kışkırtıyor. Sonra da utanmazcasına birlikçi
görünerek
İstanbul
Bölge Yönetiminin(İBY) açıktan disiplini tanımaz tutumu karşısında iş olsun
torba dolsun babında “Biz bu anlamda bir bölgenin M'in tartışma yazısına
verdiği cevabı -M'i reddeden tavrı dolayısıyla hatalı buluyoruz.” demekten öte
bir şey söylemeyerek aslında örgütün merkezi disiplini yerine kendi görüş
disiplinine göre hareket ederek açıktan hizipçilik içinde olan İBY’nin yıkıcı
ve hizipçi “olmadığını”, KK’nın yıkıcı ve “hizipçi” olduğunu söylemekten geri
kalmıyor!
Buradan
da anlaşılabileceği gibi yurt-dışı yönetiminin tartışma sürecinde ayrı bir
iradesi
yoktur.
Nitekim
bunu İBY’nin Temmuz 1976 yılında ayrılık ilan ederek örgüt saflarını terk
etmesinin ardındanyurtdışındaki kadroların da hizip olarak ayrılık ilan edip
merkezi yönetimin disiplinini yok sayarak örgüt saflarında çekip
gitmelerinin yani yurtdışının da İBY'nin arkasından sürüklenmesi aslında
dogmatik yıkıcıların ortak bir paydada hareket ettiklerini gösteriyor.
Peki
bumudur, örgütün iç tartışmasında ilkelere ve disipline bağlı hareket etmek.
Bumudur yıkıcı ve bölücülüğe karşı tutum alıp mahkum etmek. Elbette hayır.
Yurtdışı Yönetimi tek bir satır yazıyla İBK yıkıcılığını eleştirip-mahkum etmemiştir.
Bu da onların hizip kurmada ortak hareket içinde olduklarını
gösterir.
Tamda
bu tartışma sürecinde, doğru olan örgüt içi mücadele ve disipline bağlı kalarak
ve
tartışmanın
sağlıklı bir hatta yürümesine özen gösteren, birlik-eleştiri-birlik yolunu
tutarak,
farklı
görüşlerin yayınlandığı Proleter Birlik’in yayın hayatına başlamasına önderlik
eden
KK’idi.
KK, görüş ayrılıkları üzerine tartışma yapılarak,Kongre yada konferans
toplanarak
örgütün
görüş ayrılıklarının burada noktalanması yolunun tutulmasını talep ediyor, ayrılık
olacaksa da sağlıklı tartışma yapılarak örgütün en üst kurumu olan delegelerin
seçimiyle toplanacak olan Kongre yada konferansta olması gerektiğini
savunuyordu. Ama bu örgüt içi mücadele ve disiplin çizgisine uymayan dogmatik
hizipçilerdi.
KK’NIN
DURUMU VE ÖNDERLİĞE DAİR BOLŞEVİK PARTİZAN'IN SALVO ATIŞLARI:
Değişik
zamanlarda TKP-ML Hareketi'nin önderliği ve önderliğin gelişimine dair
çeşitli
değerlendirmeler
yaptık. Hareket önderliğine ilişkin ne abartıcı ve nede küçümseyici değerlendirmeler
içinde olduk. Mümkün olduğunca nesnel değerlendirmelerde bulunduk. İşin daha da
önemlisi, dogmatikler hareketin önderliğini olduğundan farklı ve abartıcı bir
yere koydular. Kafalarında oluşturmuş oldukları ulaşılmaz önderlik yargıları,
tartışma kampanyası döneminde tuzla buz oldu. Yani dogmatikler önderliği
örgütün gerçekliğinden kopuk, ulaşılması mümkün olmayan kişiler olarak hayal
ettiler.
Nitekim
Cihan Yıldız arkadaş KK’nın kapsamlı olarak yapmış olduğu ve kendi gerçekliğini
ortaya koyan özeleştiride ders çıkarma, öğrenme yerine, “KK nasıl olurda böyle
gerçekleri ortaya koyan özeleştiri yapabilir” diyerek KK’ya serzenişte
bulunuyor ve şöyle diyor: “KK’nin “ özeleştiri” sine gelince bu özeleştiri
tepeden inmeci yönteme karşı başkaldıran kadroları kaybetmemek için kaleme
alınmak zorunda kalınan, hatanın derinliğini kavramayan, 'bölünmeyi
önlemek için taviz verme' olarak değerlendirilen sözde bir özeleştiridir. Bir
diğer yanıyla öyle bir özeleştiridir ki bu, partinin İbo’dan sonra geri kalan
yönetici kademesinin bütün hatalarını, partinin aslında parti olmadığının
ispatı için kullanan, tasfiyeciliğin temellerini “özeleştiri” adı altında
ortaya koyan, parti tarihi açısından bir utanç belgesidir.”(Cihanın İbo Can'a
Son Kez başlıklı yazısından)
Cihan
Yıldız arkadaş bu paragrafta kocaman partinin önderliği nasıl olurda sıradan
bir çok hata yapabilir duygusu içinde, örgüt tarihinin neden hayali
güzellemelerle yazılmadığına hayıflanıyor. Yine KK’nın tartışma kampanyasını
başlatmada yapmış olduğu metot hatasının özeleştirisini “kadroları kaybetmemek
adına yapılmış, sözde bir öz-eleştiri” olarak küçümsüyor ve ön yargıcı tutum
içinde niyet okumaya kalkışıyor.
Aslında
tüm bunlar Merkezi Önderliğin kendileri
gibi basit ve sıradan bir düşünce tarzı içinde olmadığını, örgütün hata ve
zaaflarının temelleriyle birlikte ortaya konmasını anlama ve bilince çıkarma
başarısını gösterememeleri nedeniyle, KK’nın yaptığı herşeyin altında birşeyler
arama yolunu tuttuklarını gösteriyor. Yani dogmatikler KK’ya güvenmiyorlar ve zaten
değerlendirmelerine yön verende bu ön yargıcı yaklaşım oluyor.
Peki
dogmatiklerin iddia etmiş olduğu gibi KK, özeleştirisinde nesnellikten ırak ve
sırf kadroları kazanmak adına sözde mi özeleştiri yapıyor. Uzun olmasına karşın
okuyucunun gerçekleri anlaması bakımından KK’nın örgütün önderliğinin
gelişimine dair ve tartışma kampanyasına ve de özeleştiri sürecinin değişik
dönemler yapılan hata ve yetmezlikleri çeşitli düzeyler ortaya koyan ve örgüt
içi tartışma yayın organı Proleter Birlik’in 1.sayısında yayınlanan KK'nın özeleştirisini
yayınlıyoruz.
“KK’nın
TARTIŞMA KAMPANYASINDA İŞLEDİĞİ HATA VE YETMEZLİĞE
DAİR
ÖZELEŞTİRİSİ...!
Bir süre önce hareketimizin
önderliğince açılan tartışma kampanyası ile birlikte ortaya çıkan ve bir
kesimde kopma noktasına kadar gelen olumsuz gelişmelerde önderliğin hataları
tayin edici olmuştur.
Önderlik
öncelikle son gelişmelerdeki; hatalarını ortaya koymayı bulunduğumuz şartlar
açısından zorunlu görmektedir.
Hareketimiz
içindeki-özellikle son dönemde ki-olumsuz gelişmelerin doğru bir şekilde
kavranabilmesi, çelişkilerin doğru ele alınıp M-L’min yol göstericiliğinin
ışığı altında çözümlenebilmesi için önderlik, tartışma kampanyasının açılıp
sürdürülmesine ve bir bölgedeki kadrolara karşı takındığı tavra ilişkin
hatalarını öncelikle ele almayı Hareketimizin ve bir bütün olarak halkımızın
yararına görmüştür.
Tartışma
kampanyasının açılmasından sonra önderlikçe yapılan hatalar, elbette daha
önceki hatalarından koparılamaz. Bu yüzden, kısaca önderliğin gelişimini ele
alıp incelemek, son hataların kavranmasında yararlı olacaktır.
Bu
yazının amacı içinde bulunduğumuz somut durumla ilişkili önderliğin hatalarının
ortaya konması olduğundan geçmişteki hataların daha sonraki. bir özeleştiride:
( Hareketin öz-eleştirisinde ) derinliğine ortaya konması, gerekir.
Şimdilik
sadece gelişimini ve son hatalarını ele almakla yetineceğiz:
a)Önderliğin
TİİKP hareketine muhalefet dönemi:
Şanlı
15-16 Haziran hareketinden sonra TİİKP içinde belirginleşen ve
hareketimizin
ideolojik-Politik
temelini' atan, devrimci, muhalefet esas olarak İbrahim Kaypakkaya
yoldaş
tarafından yürütülmüştür
Bazı
yoldaşlar ']TİİKP hareketinin. Sağ oportünist. çizgisini bazı, noktalarda
eleştirerek bu muhalefete katılmışılardır. Ancak TİİKP’nin sağ oportünist
çizgisini yeterince açık kavrayamadıklarından muhalefetin eleştirilerinin
oluşmasına aktif olarak katılmamışlardı. Bu yüzden muhalefetin
ideolojik-politik özü İbrahim Kaypakkaya yoldaşça oluşturulmuş.
b)Kopma
noktasına gelinmesi ve ayrılma dönemi:
TİİKP
revizyonist yönetici kliğinin örgüt içi demokrasiyi işletmemesi,
eleştirileri
"örgüt
disiplini”, ” gizlilik " kalkanları arasına sığınarak boğmaya çalışması,
uzun süreden
beri
var olan, devrimci muhalefeti kadrolardan gizlemesi, son olarak muhalefeti
yürüten
iki
yoldaşa komplo düzenlemesi devrimci muhalefetin ayrılığını kaçınılmaz hale
getirdi.
Devrimci
muhalefetin TİİKP yönetici kliğince kadrolardan gizlenmesi sonucu birçok
yoldaş
muhalefete ve ayrılığın örgütlenmesine katılamadı.
Bu
yoldaşlar TİİKP’nin çıkmaz içinde olduğunu, vahim hatalar işlediğini pratikten
görebiliyorlardı. Ancak o günkü siyasi tercihleriyle bu hataların ve çıkmazın
sebeplerini nasıl çözebileceğini göremiyorlardı. Bu yoldaşlar devrimci
muhalefetten DABK kararlarının yayınlanmasından epeyce sonra
haberdar
olabildiler, devrimci muhalefetin eleştirilerini kabaca öğrendikten sonra TİİKP
'ten
ayrılıp TKP(M-L)ye katıldılar. Bu yüzden TKP(M-L)nin oluşturulmasına temel
teşkil eden
eleştirileri
derinliğine kavrama imkanına-o dönemde-kavuşmadılar'"
c)TKP(M-L)’in
çizgisinin sistemleşmesi ve kısa çalışma dönemi: . Yukarda belirttiğimiz gibi
devrimci muhalefeti, ideolojik-politik özünün İbrahim Kaypakkaya yoldaş
tarafından
oluşturulması bir kısım yoldaşların buna aktif olarak katılmamaları diğer
bir
kısmının-büyük
çoğunluğunun-sonradan haberdar olarak iki çizgi arasındaki mücadeleyi
kavrama
imkanına sahip olmamaları, hareketin çizgisinin sistemleştirilmesini
sadece
İbrahim
Kaypakkaya yoldaşa yükledi.
İbrahim
Kaypakkaya yoldaş hareketin görüşlerini sistemleştirdi. Geçmişte devrimci
muhalefete aktif bir şekilde katılmayan diğer yoldaşlar, sıkıyönetimin ağır
baskı şartlarında zaten siyasi meselelerle
ilgilenme
imkanı bulamadılar ve bu dönemin yüklü pratiğinde boğulup gittiler. Bu dönemde
bu yoldaşlara sadece hareketin yazılarını okuyup tasdik etmekten başka
yapılacak bir şey kalmadı O zaman ki KK’dan bazı yoldaşlar yazıları uzunca bir
süre sonra okuyabildiler. KK toplanamadığından yazılar tartışılarak onaylanmış
değillerdir.
c-Yenilgi
dönemi:
Kısa
bir çalışma döneminden sonra (1 seneden az) Hareketimizin
önderleri
ve kadroları kısa aralıklarla yakalandılar. Başta, önderimiz İbrahim Kaypakkaya
yoldaş olmak üzere, K.K’nın büyük çoğunluğu düşmanın pençesine düştü.( KK
7 kişi de oluşuyordu. Bunlar İbrahim Kaypakkaya, Muzaffer Oruçoğlu, Aslan
Kılıç, Ali Taşyapan, Cem Somel, Almanyalı Kadir ve Ali Mercandı.1973
yenilgisinde Kaypakkaya yoldaş işkencede katledildi, Muzaffer Oruçoğlu, Aslan
Kılıç,Cem Somel ve Ali Taşyapan operasyonlarda değişik dönemlerde yakalanıp tutuklandılar.
Dışarıda kalan KK üyelerinden Almanyalı Kadir ve Ali Mercan örgüte olanak
yaratma adına Kürecik’in bir köyünde Amca (Aziz Vatan)nın da katılımıyla bir
toplantı düzenlenir. Bu toplantıda dağılan örgütü yeniden toparlama kararı
yerine geride kalan kadroların değişik alanlara yayılarak gizlenmeleri yolu
tutulur. Olanak yaratma adına Almanyalı Kadir yurtdışına gönderilir. Amca iyi
bildiği İstanbul’a ve Ali Mercanda Antep-İskenderun hattında gizlenmeye
çalışır. Amcada Ali Mercanda bulundukları alanda yeni ilişkiler
yaratırlar.
Yurtdışına
gönderilen Almanyalı Kadir ise devrimci mücadelenin dışına düşer. İstanbul’un
hızla toparlanmasında Amcanın-Aziz Vatan- önemli rolü olur. Zindanlarda
yeniden oluşturulan KK’nın- örgütün merkezi olarak çökertildiği 73-74
yılı sürecinde örgüt önderliksiz kalır.
Değişik
zindanlarda bulunan yoldaşların bir yerde toparlanmasının akabinde örgütün
yeniden inşası için öncelikle yeni bir KK’nın oluşumu için kişilerle görüşüp
durumu rapor haline getirip yoldaşlara sunacak ve aynı zamanda yeni bir KK’nın
oluşumuna karar verecek bir değerlendirme komisyonu oluşturulur. Bu
değerlendirme komisyonunda polis tutumları olumlu, nesnel davranışlarıyla
yoldaşların güvenini kazanmış olan İrfan Çelik, G. A. ve H.Ş yer alırlar. Bu
yoldaşlar zindanlardaki tüm yoldaşlarla tek tek görüşüp
değerlendirmelerini, rapor haline getirip, yoldaşların değerlendirmesine
sunmuşlardır. Polis tutumu olumsuz olan C.S., “bundan sonrası devrimci
savaşımı omuzlayacak durumda olmadığını” söyleyerek ,mücadeleden çekildiğini
açıklamıştır. Yeniden inşa dönemine önderlik edecek yeni KK’ya, eski KK
üyelerin de Aslan Kılıç, Muzaffer Oruçoğlu ve Ali Taşyapan uygun görülürken
yeni KK üyeliğine İrfan Çelik, H.Ş. ve dışarıda Amca (Aziz Vatan) atanır. Bir
yerde Aziz Vatan örgütün dışarıdaki KK temsilcisi rolünü üstlenir.HB )
Bazı
yoldaşlarda faşistlerce katledildi. (Ahmet Muharrrem Çiçek, Ali Haydar Yıldız
ve
Meral
Yakar.HB.) Daha sonra önderimiz İbrahim Kaypakkaya yoldaş faşistlerce işkence
tezgahında hunharca katledildi.
Önder
yoldaşlarımız uzun süreli işkence ve hücre, safhasından sonra cezaevinde de
diğer
kadrolardan
tecrit edildiler.
Yukarıda
anlattığımız gelişme sürecinden de anlaşılacağı üzere İbrahim Kaypakkaya
yoldaşın kaybı önderlik içinde kısa sürede doldurulması imkansız büyük bir
boşluk yaratmıştır. Önder yoldaşlar ilk fırsatta yenilginin nedenlerini
tartışmaya ve geçmişi değerlendirmeye çalıştılar. Tespit edilen hataların
özeleştirisinin hazırlanması kararlaştırıldı.
Ancak
bu çok uzun bir süre geçmesine rağmen, gerçekleştirilemedi. Özeleştirinin
şimdiye dek çıkarılmamasın da tayin edici etken öz-eleştirinin öneminin ve
hazırlanış metotlarının kavranmamasıdır.
Önder
yoldaşlar ilk dönemde bazı tespitlerin yapıldığı, ileri kadrolara bildirildiği
gerekçesiyle
özeleştirinin
acil olmadığı kanaatindeydiler.
Daha
sonra bütün kadrolardan bu konuda talep gelmesi diğer devrimci grupların
özeleştiri konusunda hareketimizi eleştirmesi meselenin aciliyetinin
kavranmasında önemli etken oldu. Özeleştirinin aciliyetine rağmen bir türü
hazırlanamamasındaki önemli etken, mükemmeliyetçi anlayıştı. Her yönüyle
mükemmel bir özeleştiri olması isteniyordu. Bu konuda küçümsenmeyecek
hazırlıklara girişildi, kadroların görüşleri alındı diğer komünist partilerin
ve devrimci ustaların görüşleri ve pratikleri hakkında araştırmalar yapıldı ve
derlendi. Bütün bu çalışmalar mükemmeliyetçi anlayıştan dolayı hala yetersiz
görülüyordu. Özeleştiri konusunda araştırmalar sürdükçe yeni -yeni meseleler
ortaya çıkıyor, yeni meseleler ortaya çıktıkça da, yeni araştırmalara, ihtiyaç
duyuluyordu. Ve bu böyle devam edip gidiliyordu. Böyle bir anlayışla
araştırmalar bir türlü sonuçlanmadığı için özeleştiri taslağının sistemli hale
gelmesi de gerçekleşemiyordu.
Özeleştirinin
gecikmesinde rol oynayan ikinci ve tali etken önderliğin dışındaki
etkenlerdir.
Bu, önderliğin bu konudaki
hatasını hiç bir zamanı, azaltmaz, Önderlik yeniden inşa döneminde kavranması
gereken temel halkayı, esas olarak ideolojik,- politik düzeyde yol gösterme
görevini ve "bunu hangi metotlarla ele almak gerektiğini kavrayamadı. Esas
olarak pratik sorunlara eğildi. Geçmişte olan dar pratikçilik ve kendiliğinden
gelmeci anlayış devam ediyordu. Bu yüzden önderlikte görev alan yoldaşlar dar
pratiğin ayrıntıları içinde boğulup gittiler. Önderlerin pratik içinde yetişme
anlayışı, dar pratiğin ayrıntıları ile uğraşma şeklinde anlaşıldı. Önderlik
görevinin siyasi ve ideolojik düzeyde alt organlara, kadro ve sempatizanlara ve
kitlelere yol gösterme, yön verme, ideoloji ve siyasetin ışığında pratik çalışmayı
denetleme, tecrübe ve hatalardan çıkan dersleri sistemleştirip pratiğe ışık
tutacak şekilde kadrolara sunma, ülke ve dünya düzeyinde gelişen siyasi
gelişmeleri tahlil ve bunlara uygun politik tavırları tespit etme olduğunu
görmedi.
Bu dönemde, (yeniden inşa
dönemine damgasını vuran, belirsizlik ve siyasetsizlik olmuştur.) dünyayı ve
ülkemizi yakından ilgilendiren bir dizi gelişmeye seyirci kalmıştır. Siyasetin
tespitine çalışılan birkaç konuda da (seçimler, siyasi yönergeler, Aydınlık’a,
verilen cevaplar vb konularda) hem getiriliş biçimi olarak hatalı hareket
edildi hem de muhteva olarak yanlışlara düşüldü.
Özeleştirinin yapılmaması ve
ortak siyasi hattın belirginleştirilememesi.
a)Kadroların
geçmişte ders çıkarma olanağını
geniş,
ölçüde ortadan kaldırdı.
b)Yeni
çalışma döneminde geçmişin hatalı anlayışlarının atılması bir yana bu
anlayışların
kökleşmesini
ve kemikleşmesini sağladı.
c)
Hareket içinde ademi merkeziyetçiliğin doğması için uygun ortam hazırladı.
Her
alandaki
yoldaşların anlayışlarına göre meseleler ele alınmak zorunda kalındı.
Aynı
konularda
değişik anlayışlar ortaya çıktı,
Bu
durum hizipçi çalışmalar için uygun ortam hazırladı.
d)Hareketin
önderliğine karşı kadrolarda güvensizlik yarattı.
e)Hareketin
derinlemesine gelişmesini ve birliğin pekişmesini aksattı. Disiplin ve
irade
birliğini
zayıflattı. İdeoloji ile siyasetteki bu belirsizlik,
demokratik-merkeziyetçiliğin sıhhatli işlerliğini önledi.
g)
Birlik ve ittifaklar konusundaki siyasetin netleşmesini saflarımızdaki sekter
tavır ve grupçu anlayışın yok edilmesini önledi.
h)Kolektif
siyasi eğitim çok cılız kaldı. Bu da kadro ve sempatizanların
ideolojik-politik,
bakımdan
gelişmelerini önledi (engelleyici) ve genel siyasi gerilik alt edilemedi,
"Politik
çalışma
bütün çalışmanın can damarıdır.” Marksist ilkesi hayata geçmedi. Kolektif
çalışma ve kolektif önderliğinin önemi kavranamadı. En başta önderlik olmak
üzere hareketin tüm kademelerinde kolektif çalışma ilkesi uygulanamadı.
Hareketimizin
önderliği uzunca bir süreden beri siyasi önderlik konusundaki
yetersizliğini
görmektedir.
Ancak bu eksikliğin giderek nelere yol açacağını, örgütümüze, halkın
davasına
ne
ölçülerde zarar vereceğini ve şimdiden yol açtığı sonuçları; kısa süre önce
görmeye başladı. Uzun bir
süreden beri dünyadaki ve ülkemizdeki siyasi gelişmeler karşısında sessiz
kalan, kadroların ideolojik, politik ve örgütsel düzeydeki isteklerine cevap
vermeyen önderlik, yakın zamana kadar' önünde yığılı duran bu çelişmeleri
çözümünü hareketin çizgisinin taktik düzeydeki hatalardan arınıp, saflaşmasında
görüyordu. Ancak, gelişen sosyal pratik önderliği daha köklü çözüm yolları
aramaya, geçmişteki hataların sıhhatli tespiti için mevcut çizgimizi bir bütün
olarak gözden geçirmeye zorlamamıştır.
Bu amaçla bir süre önce bir araya
gelen önderlik Hareketimizin mevcut çizgisini bir bütün olarak gözden geçirdi.
Önderlik, Hareketimizin ağır yanılgısına yol açan hataların taktik düzeyi
aşabileceği, devrim yolu konusunda –devrimin karakteri konusunda değil- stratejik
düzeydeki hatalara kadara uzayabileceği kanaatine vardı.
Bundan dolayı bir bütün olarak
siyasi çizgimizin dolayısıyla devrimimizin bir dizi temel meseleleri bütün
kadroların tartışmasına sunmak üzere, gündeme getirdi. Ancak önderliğin siyasi
geriliği ve tecrübesizliği onu bu alanda da hataya düşmekte alıkoyamadı.
Tartışmaya sunduğu konularla
ilgili görüşlerini kadrolara karar şeklinde getirdi ve
metot hatasına düştü. Yeni
hatalar işte bu ortamda ve bu şartlar altında yapıldı.
Hareketimizce yapılan bazı genel
tespitler konusundaki tereddütler, yeniden inşa dönemine girildiğinden bir süre
sonra önderlikteki yoldaşların ve bazı kadroların kafasında belirmişti. Bu
yüzden çizgimizdeki hatalı tespitlerin ortaya çıkarılabilmesi için 14 maddelik
araştırma konuları her bölgeye gönderilmiştir. Ancak bu konuların tartışılmasın
da da yeterli ete önderlik edilemedi. Haliyle de yararlı sonuçlar çıkarılamadı.
Önderlik,
içinde bulunduğumuz sorunların çözümü için geniş bir tartışma
kampanyasının
açılmasına,
bu tartışmalarda çıkan sonuçları esas alarak özeleştirinin hazırlanmasını ve
yayın organının çıkarılmasını doğru bir metot olarak tespit etmişti.
Önderlik, bu doğru metodun
uygulanmasında hatalı davrandı. Çalışma alanlarının
çoğunluğunda bazı meselelerin
tartışılmış oluşunun ve kendi içinde de bazı konularda ikna olmasını esas
alarak bu konularla ilgili görüşlerini karar olarak bildirdi. Elbette bu
kararlar ikna ve ispat edici verilerle ortaya konup, hareketin kadrolarınca da
tartışılılıp benimsendikten sonra, resmi hale gelecekti.
Ama bu, kararların tartışmaya
açılması gibi çelişkili durumu ortadan kaldıramaz.
Bu hatalı anlayışın sınıfsal
kaynağı küçük burjuva aceleciliğidir, örgütsel bakımda tecrübesizlik ise ikinci
ve önemli etkenlerden biridir.
Önderliğin
tartışmaya açtığı temel meseleler hakkındaki görüşlerine karşı, ilk
tepkinin
önderliği
ve hareketin disiplinini tanımama, önderliği kavga kaçakları, halka
güvenmeme,
devrime
inanmama ile suçlama. noktasına kadar getirilmesi vahim bir hatadır. …
Özetlersek:
Hareketimizin önderliği Aydınlık dönemindeki muhalefetten bu yana kolektif öze
sahip sağlıklı bir önderlik olamamıştır. İbrahim Kaypakkaya yoldaşın kaybı,
önderlikte
kısa
sürede telafisi imkansız bir boşluk yaratmıştır. . Önderlik görevini yüklenen
yoldaşlar geçmişten beri kolektif bir önderlik içinde yer alamadıkların dolayı,
bu konuda oldukça tecrübesizdiler (önderliğin yapması gereken görevleri
kavrayıp çözme yolunda doğru adımlar atamadılar.)Bu yüzden Yeniden inşa
çalışması dönemindeki hatalı görüş ve uygulamalar eleştiri, özeleştiri ve ikna
metoduyla çözümlenemedi.
Hataların
birikimi acelecilik hatasına düşülmesini getirdi. Önderliğin tartışmanın
açılmasındaki hatalı davranış, geçmişten beri önderliğe karşı oluşan tepkiyle
birleştiğinde bir bölgeden kadroları hatalı davranışlara itmiştir. Kadroların
hatalı hareketi, önderliği ve hareketin disiplinini tanınamama, örgütsel
birliği zaafa uğratma noktasına kadar gelmiştir. Biz kadroları bu hatalı,
davranışa iten asıl etkenin geçmişten
beri
önderlikçe yapılan hatalar olduğu kanaatindeyiz. Ama yoldaşların hareketin
birliğini
bozmaya
kadar varan davranışları önderliğin hatalarıyla izah edilemez. Bu noktada'
yoldaşların hatalarının önemini görmeleri, özeleştirilerini yapmaları ve
hatalarını tespite çalışmaları hareketin birliğinin pekişmesi ve sağlıklı
gelişmesi açışından zorunludur. Yoldaşlar, önderlik yaptığı hataların bilincine
varmıştı ve düzeltme yolunda çaba sarfetmektedir. Diğer yoldaşların da aynı
şekilde hatalarını tespit etmelerini ve
kendilerini
düzeltmeye çalışmalarını istemektedir. Önderlik yukarıda belirtildiği gibi
geçmişin
gözden
geçirilmesi, hatalardan dersler çıkarılması kısaca geçmişin değerlendirilmesi
ve özeleştirinin yapılması için bir kampanya açmıştır.
Tartışmanın
getiriliş biçimi hatalar taşısa bile bu tartışmanın açılması olumlu bir
şeydir
Bütün yoldaşlar hem hareketin hem de tek tek yoldaşların işledikleri
hatalar
üzerinde
durmalı acımasızca bütün önyargılardan uzaklaşarak bunları tespit etmelidir.
Şunu hiçbir zaman unutmamalıyız. Hatalarımıza karşı tavrımız- bizim hem de
tek
tek
yoldaşlar olarak devrimci olup olmadığımızın ölçüsüdür. Lenin yoldaş bu
konuda
şunları
söylüyor:
“Bir
siyasi partinin kendi hataları karşısında durumu bu partinin ciddi olup olmadığı
konusunda, sınıfına ve emekçi kitlelerine karşı görevini gerçekten yerine
getirip getirmediği konusunda hüküm vermek için en önemli ve en inanılır
ölçüttür. Hatasını açıkça tanımak, hatanın sebeplerini keşfetmek, hatayı
doğuran durumu tahlil etmek, bu hatayı düzeltme imkanını dikkatle araştırmak,
işte ciddi 'bir partinin belirtileri bunlardır.
Gereklerini
yerine getirmek, kendi sınıfına ve ondan sonra kitleleri yetiştirmek
böyle
olur”(
Leninizm’in İlkeleri,s.23,Stalin'in Lenin den yaptığı alıntı.")
Önderlik
bunları yaparken görmediği hataları, yanlış tespitleri, olabilir. Bütün
yoldaşlar önderliğe ve birbirlerine karşılıklı yardımcı olarak bunların
üstesinden gelebiliriz. Buna inancımız tamdır. Açılan tartışma kampanyasının
demokratik merkeziyetçilik ilkesinin ışığı altında yürümesi gerekir. Bütün
yoldaşlar "Kızıl Kitaptan" ve diğer eserlerden disiplin, birlik, eleştiri-özeleştiri
parti içindeki ideolojik mücadeleleri tekrar gözden geçirmelidirler.
Hareket
zor günler geçirmektedir. Böyle, durumlarda bireyci-kariyeristler, fırsatçılar
hareketi
parçalamayı amaçlayabilirlar. Bunlara karşı uyanık olmalı, bunları her
fırsatta
teşhir
etmeliyiz. Bu günler. Aynı zamanda kimin ne olduğunu ortaya çıkaracaktır.
Tartışma
kampanyasının bütün kadro ve ileri unsurlara ulaşabilmesi için tartışma
yazılarının
da içinde yer aldığı bir yayın organa en kısa zamanda çıkarılmalıdır.
Eleştiri-özeleştiri
ve tartışmalarda devrimci ilkelere sımsıkı sarılalım.
Demokratik
merkeziyetçilik ilkesine bağlı olarak kendi düşüncemizi özgürce savunalım.
Hareketin disiplinine tabi olalım.
Yoldaşlarımıza
karşı açık yürekli ve dürüst olalım..!
Ayrılığa.
değil birliğe, yönelelim..!
Yaşasın
Marksizm-Leninizm- Mao Zedung Düşüncesi..!”
Yukarıdaki
KK’nın özeleştirisinde de görüleceği gibi KK tartışmanın açılışında hatalı bir
metot izlediğinin kapsamlı özeleştirisini yaparken, tartışma kampanyasında asla
kendi görüşlerini dayatmacı tutum içinde olmadığı gibi, tartışmanın sağlıklı
yürütülmesi için örgüt içi tartışma yayın organın çıkarılmasını gündeme getiri ve
nitekim zaman geçmeden Proleter Birlik
adlı örgüt içi tartışma yayın organın çıkarılmasına karar verilir ve çıkarılır.
KK, Tartışma kampanyasının kadrolara ve hatta ileri sempatizanlara kadar
taşınması, eleştiri-özeleştiri mekanizmasına bağlı kalarak örgüt içi mücadelede
sekter ve ayrılıkçı tutumlardan mümkün olduğunca uzak durulması çağrısı yapar.
Demek
ki KK sorunların örgüt platformundan tartışılarak örgüt iradesiyle çözülmesi
gerektiğini salık veriyor. Elbette örgüt içi mücadele ilkelerine uyulması ve disiplinin
gereklerine bağlı kalınmasıyla.
Cihan
Yıldız Gözünün Önündeki Merteği Görmezken,
Elin Gözündeki Çöpü
Görmekten
Geri Kalmıyor..!
Burada
geçerken Cihan Yıldız arkadaş haliyle Bolşevik Partizan KK’nın önemli bir
kesiminin
Dökülmesini,
TKP-ML Hareketinin çizgisine yüklemeye çalışıyor. Bu bakış açısının
hatalı
olduğunu
belirtmeliyiz. Elbette gönül isterdi ki devrimci kavgaya katılan önderler
ve
militanlar
yaşamlarının sonuna kadar devrimci kalsınlar. İstemekle olmuyor. Devrimci
savaşıma
katılan kadroların bir bölümü değişik nedenlerle devrimci safları terk edip
köşesine
çekildiği
gibi, bir kesimde farklı alanlarda örgütsüz politika yapmaya yöneldi.
Buradan
hareket
ettiğimizde, devrimci savaşımın dışına düşen önder ve militan kadroların esas
sorumlusu devrimci örgütler değildir.
Elbette
örgütlerinde bu durumda sorumlulukları vardır. Ama bu sorumluluğun tali
olduğunu
belirtmeliyiz.
Devrimci mücadele bilinçli ve gönüllü temelde yürütülen bir savaşımdır.
Bu
bakımdan
da devrimci mücadelenin istenilen boyutta ilerleyip başarıya doğru yol
almaması,
devrimci
saflar da önemli kırılma yaratmış ve yola sonuna kadar gitmek amacıyla çıkan
bir
öncü
ve militan kadro, yarı yolda nefessiz kalıp safları terk etmiştir. Bu aynı durum TKP-ML
Hareketi saflarında da yaşanmıştır. İbrahim Kaypakkaya yoldaşla örgütün
kuruluşuna katılanlar ve daha sonrası yenilginin ardında yeniden inşa
döneminde oluşturulan 2. KK yer alan
kadroların
önemli bölümü değişik dönemlerde mücadelenin dışına düşmüşlerdir. 1.KK’da
görev
alan kurucu kadrolardan Kaypakkaya yoldaş katledilmiş ve geri kalanların hemen
hepsi de mücadelenin dışına düşmüştür. Aslan Kılıç ve Ali Mercan Aydınlık’a
dönüp karşı
devrimci
bir çizgiye kapaklanırken, Ali Taşyapan, Cem Somel, Almanyalı Kadir ve Muzaffer
Oruçoğlu sıcak mücadelenin dışına savrulmuşlardır.- 2. KK’de görev alan önder
kadrolardan İrfan Çelik yoldaş işkencede katledilirken, Aziz Vatan, H. Ş,
Almanyalı Cemal, H.İ.A, Ali Taşyapan değişik dönemlerden sıcak mücadeleden
kopmuşlar . 2 KK'da yalnızca Z.U. mücadeleye sürdüren bir çizgide
durmuştur.
İşin
ilginç olanı bu aynı durum hem 1978 yılında yeniden oluşturulan TKP-ML Partizan
ve
hem
de Bolşevik Partizan örgütlerinin yeniden oluşturulan önderlikleri içinde
geçerlidir.
Şöyle
bir hatırlayalım TKP-ML Partizanın 1.MK’de görev üstelenmiş olan önder kadrolardan
Süleyman Cihan işkencede katledilirken, polis operasyonlarında gözaltına alınıp
işkencede
geçirilen
kadroların önemli bölümü çözülerek mücadelenin dışına düşmüşlerdir.
Partizan
1.MK’sında
görev alan kadrolar: Sefa Kaçmaz, İ. Ü., Erhan Gencer, B.İ., İ.
Güzel,
A. Yavuz Çengeloğlu ve Süleyman Cihan. Bunlarda Süleyman Cihan 12 eylül
faşist
darbesinin
ardında gözaltında işkencede katledilirken İ.Ü, Erhan Gencer, B.İ, A. Yavuz
Çengeloğlu işkencede olumsuz tutum takınarak, mücadelenin dışına
düşmüşlerdir.
İ. G. ve Sefa Kaçmaz 1981 yılında Partizan'dan ayrılıp Bolşevik Partizan'ı
kurdular. Bir dönem sonra Sefa Kaçmaz Bolşevk Partizan'dan ayrılıp Mücadele
Bayrağı adlı bir dergi etrafında tutunmaya çalıştı.
Neki kısa bir dönemin
ardından Mücadele Bayrağı kendisini feshetti. Grubun başını çeken Sefa Kaçmaz
ise bir dönem sonra- ki doğruysa-soluğu karşı devrimci Aydınlıkta buldu.
Böylece İsa Güzel dışında Bolşevik Partizanın öndeliğine soyunan kadrolarda
sıcak savaşımın dışına düştüler.
Burada
durup sormak gerekiyor Sefa Kaçmaz Bolşevik Partizan'ı kuran iki kişiden
birisiydi.
Diğeri
İ.Güzeldi. Peki burada durup sormak gerekiyor, büyük iddialarla 1981 yılında
ortaya
çıkan
Bolşevik Partizan kurucularından İ.Güzel dışında kimselerin ayakta kalmamasının
sorumlusu, Bolşevik Partizanın çizgisi mi yoksa değişik nedenlerden dolayı
kişilerin yetmezlikleri ve zaaflarının sonucu mu ? Cihan Yıldız arkadaş
başka akımları kolayca eleştirirken birazda kendi gerçeklerine ayna tutmuş
olsalardı sanırız daha inandırıcı olurdu. Maalesef Türkiye devrimci hareketi
devrimci önderlik ve militan mezarlığına dönmüştür.
Haliyle
bir çok devrimci hareketin önderlikleri hızlı değişim yaşamış ve önemli dökülme
ve savrulmalarla yüz yüze kalınmıştır. Keza bu olumsuz durumda KK’da, Partizan
cenahı ve Bolşevik Partizanda nasibini almıştır. Yani Bolşevik Partizan'ın
önderlik gerçeği diğer akımlardan farklı bir gelişim içinde olmamıştır.
Bolşevik Partizan 1981 ayrılığında bir çok kadroyla yola çıkmış ve ama süreç
içinde bu öncü ve militan kadroların önemi bölümü sınıf savaşımının dışına
düşmüştür.
Tüm
bunlar Cihan Yıldız'ın palavra atmasını haklı kılmıyor. Avcı hikayesini çok
seven Cihan Yıldız arkadaş, diğer konularda olduğu gibi sosyo-ekonomik yapının
tahlilinden devrimin yoluna kadar dogmatik ve değişmez bir hatta durmasını
unutarak, en doğrunun savunucusu
Kendileri
olduklarını söylemekten kendisini alamıyor: Cihan Yıldız'ın palavrasını okumayı
sürdürelim:
“TKP/ML
içinde İK’nın ana hattı doğru çizgisindeki hataların doğru eleştirisini yaparak
partiyi Bolşevikleştirme yönünde ilerletenler biziz. SEY konusunda Türkiye
Komünist Hareketi içinde en doğru çözümlemeyi yapıp ortaya koyan örgüt biziz.
KK’nın ardılları, önce kendi kendilerini tasfiye ettiler. İK’yı ve Mao’yu küçük
burjuva köylü devrimcisi ilan ettiler bir ara. Sonra onu yeniden keşfetti bir
bölümü. Sallanıp durdular. Büyük bölümü zaten devrimci safları bıraktı ya da
devrimciliği internet ortamında nostaljik takılmalara sığdırdı. Herkes kendine
yakışanı yapıyor sonuçta.”( İbo Can'a Son Kez başlıklı yazısından)
Burada
durup Bolşevik Partizancılara sormak gerekiyor; siz ne zaman Türkiye’nin sosyo
ekonomik
yapısında kapitalist üretim ilişkilerinin egemen olduğu sonucuna vardınız ?
Aynı zamanda emperyalizme bağımlı yarı-sömürge ülkeler devrimin zaferine kadar
yarı-feodal kalır görüşünü ne zaman özeleştiri yaparak terk ettiniz? Türkiye de
kapitalizm hangi yolda gelişerek egemen hale geldi? Örneğin Prusya yolunda
kapitalizmin Türkiye de geçerli olmadığını savunuyordunuz. Peki kapitalizmin
hangi yolda feodal ilişkileri çözerek geriye iterek onun yerini aldı.? Yine
patlama olmadan yani devrim olmadan nicel birikimlerin nitel değişime
uğramayacağı görüşünüzü terk ettiniz mi ?
Haliyle
öncelikle yanıtlanması gereken sorular bunlardır. İkinci olarak öne sürülen
iddia
TKP-ML
Hareketinin İbrahim Kaypakkaya yoldaşı küçük burjuva köylü devrimci olarak
nitelediği iddiası. Bu iddianın hiçte doğru olmadığını belirtmeliyiz. KK’da ilk
dönemler böyle bir eğilim oluşmuş olsa da tartışma süreci içinde bu görüşler
terk edilmiş ve örgütün ezici çoğunluğu, İbrahim Kaypakkaya yoldaşı ve
önderliğinde kurulan TKP-ML Hareketini komünist örgüt olarak değerlendirmiştir
– örgüt içinde tek tek kişiler Garbis Altınoğlu gibi, İ.K’yı küçük burjuva
devrimci önderi olarak görenlerde vardı. Bunlar örgütün bütününe mal edilemez.
Her daima örgüt için küçük bir azınlık olarak kaldılar..- 1994 birlik sürecine
kadar bu durum devam etti. 1994 MLKP-K’nın kuruluşu sürecinde geçmiş sorunu
gündeme alınıp tartışılmayacağı ve çözümü geleceğe bırakılacağı yaklaşımı
olmasına karşı, MLKP-K’nın kuruluş Kongresinde oldu bittiye getirilerek bir yerde darbeci bir
tarzda geçmiş sorunu gündeme alındı, tartışıldı ve oylamayla küçük bir oy
farkıyla geçmiş sorunu karara bağlandı.
Neki
bu sorun daha sonrasında hiçbir biçimde tartışmaya açılmadı ve adeta yasak
kondu.
Aslında
geçmiş sorunu ilke sorunuydu. Bu sorunu biz komünistler küçümsedik ve bir
örgüt
içinde
bugün azınlıkta kalınsa da yarın tartışma-etkileme yoluyla durumun
değiştirileceğine inanıyorduk. Ama MLKP-K önderliğinde görüş ayrılıklarının
tartışmasından öcü gibi korktuğunu ve özellikle geçmiş sorunun üzerini
kapatarak bilinçli olarak tartışmadan uzak durduğunu gördük ve yaşadık.
Nitekim
örgüt içi mücadelede anti-demokratik yasakçı ve darbeci yaklaşımların MLKP’de
egemen olmasına kadar, komünistler olarak kararlı ve ısrarlı bir savaşım içinde
olduk, MLKP-K önderliğinin tüzük hükümlerine uygun davranmayarak, eleştiri ve
tartışmadan kaçması ve görüş farklılıklarını örgüt platformunda tartışmayı, “örgüt-bölücülüğü
ve yıkıcılığı olarak gören-gösteren yaklaşımların” örgütte egemen kılması ve
sosyalist demokrasinin geminin bordosunda denize atmasıyla, hem geçmiş
değerlendirmesi, hem de örgüt içi mücadele yöntemleri ve tüzük’ün boşa
düşürülmesi, Leninist parti öğretisinin reddedilmesi komünistleri 1995
Ağustosunda MLKP-K ile yollarını ayırmaya ve komünist hareketi KP-İÖ nezdinde
yeniden ete kemiğe büründürmeye yöneltti. Gelinen durumda TKP-ML Hareketi'nin
görüşlerini ve değerlerini yalnızca KP-İÖ temsil etmektedir.
Bolşevik
Partizan’ın ukala yazarlarından Cihan Yıldız hayali tarih yazacağına,
gerçekleri öğrenmeye çalışıp 1976 tartışma sürecinde savunmuş oldukları
görüşlerinin özeleştirisini yapıp, TKP-ML Hareket'inde öğrendiklerini teslim
etmeleri yerinde bir davranış olacaktır. Ama grupçuluk, önyargıcılık ve Hareket
düşmanlığı Bolşevik Partizan'cıların gerçekleri görmesine perde olmuştur.
1972
Yılında Kurulan TKP-ML Hareketi Parti Olarak mı Kuruldu..!
Partizan
cenahı 24 nisan 1972 yılında İbrahim Kaypakkaya yoldaşın önderliğinde kurulan
TKP-ML Hareketi'nin TİİKP-PDA’da ayrılığı ilan edip bağımsız komünist bir örgüt
olarak değil de ortaya parti olarak çıktığını iddia ederek, 1976 tartışma
kampanyasında KK’nın “TKP-M-L Hareketi'ni parti öncesi komünist örgüt olarak
nitelemesini”, “kurulmuş partinin tasfiye edilmesi “ olarak niteleyip, KK’yı
“parti tasfiyeciliğiyle” suçlayan dogmatikler ve aynı yolun yolcusu Bolşevik
Partizan proletaryanın komünist partisi nedir sorusuna sürekli olarak kaçak
yanıt vermeye çalıştılar. Biliyoruz ki öz olarak komünist partisi; işçi
sınıfıyla sosyalist hareketin aynı kulvarda buluşmasıdır. Komünist hareket
doğduğundan itibaren sınıfla sosyalist hareketi aynı kulvarda buluşturmaya
yönelmekle yükümlüdür.
Nitekim
komünist hareketin partiye doğru yürümesi hem program ve temel
taktiklerinin
belirlenmesi
ve pratiğe sürülmesi, hem oportünist-revizyonist akımlarla hesaplaşılması,
varsa
komünist
güçleri aynı hatta buluşturması ve hem çizgiye uygun örgüt çizgisini
pratiğe
geçirecek kadrolaşmanın sağlanması, örgütün sınırlarını çizen ve herkes için
eşit disiplin sağlayan tüzük’ün hazırlanması ve ardında bir konferans yada
kongrenin toplanarak örgütün seçilmiş delegelerle parti kuruluşunun ilan
edilmesidir. Görülebileceği gibi parti; komünist örgütün olgunlaşma ve sınıfla
bağlarını sağlama, emekçiler arasında sevgi ve sempati kazanma halidir. Buradan
olarak 1972 yılında Kaypakkaya yoldaşın önderliğinde kurulan TKP-M-L Hareketi
yeni kurulmuş ve doğru düzgün organları oluşmuş, program ve tüzüğü hazırlanmış,
emekçi kitlelerce ciddiye alınacak boyutta örgütlü ilişkiler yaratmış, az çok
sınıfla bağlanmış ve oportünist-revizyonist akımlarla hesaplaşmış bir durumda
değildi.
Düşünelim
ki, 24 Nisan 1972 yılında TKP-ML hareketi parti olarak kurulmuş. Ama ciddi bir
partinin fonksiyonunu oynayacak bir konumda değil. Partinin önderliği
Kaypakkaya yoldaş dışında örgüt çizgisini özümlemek bir yana, anlama-bilince
çıkarmada uzak. Örgütün örgütsel sınırlarını belirleyen tüzük’ü yok. Yine
örgütün ne için dövüşüp neyi amaçladığını ortaya koyan program hazırlanmış
değil ve tüm bunların toplamı olarak örgüt iradesinin somut ifadesi olan
kuruluş kongre yada konferans toplanmış değil. Daha da önemlisi dogmatiklere göre, “parti kurulmuş” ama ne
önderlerinin ve ne de militanlarının bundan haberleri yok.
1972'ler
de Marksist-Leninist hareket ortaya çıktığında bir çok bakımdan eksik, yetersiz
hatalı olsa da, görüşleri sistemli ve bir programa temel teşkil edecek
düzeydeydi. Geçmişin değerlendirilmesi ve bu alanda inkarcı ve dogmatik
yaklaşımlara karşı mücadele içinde bunları etraflıca ortaya koyduk. İbrahim
Kaypakkaya yoldaşın TİİKP programını eleştirisi buna bir kanıt olarak
gösterilebilir. Bu program eleştirisi, revizyonist-oportünist programa
alternatif Marksist-Leninist bir programın temellerinin ortaya konulmasıdır.
Kaldı
ki biz meseleyi salt bu program eleştirisi soyutlaması çerçevesinde ele
alamayız. İbrahim Kaypakkaya yoldaş bu program eleştirisini daha sonraki bir
dizi yazıda daha da geliştirerek, bir programa temel teşkil edecek görüşler
bütününü sistemli hale getirmiştir.
Ancak
programa temel teşkil edecek görüşlerin ortaya çıkması eşittir parti kurulur gibi
bir anlayış sakattır ve yanlıştır. Dahası programa temel teşkil edecek görüşler
eşittir, parti demekte değildir. Parti
meselesine bakışta ve yaklaşımda Leninist öğretilerden uzaklaşılması ve partiyi
sıradan bir örgüt derekesine düşürmek yanlıştır. Aynı zamanda bu durum
dünyaya mekanik ve dar kalıplar açısından bakmayı ifade eder.
M-L
Hareket 1972'lerde partinin üzerinde yükselmesinde temel olan programa tekabül
eden görüşlerini, sistemli hale getirmeyi gerçekleştirdi, ancak partinin
kuruluşunu gerçekleştiremedi. O zaman M-L Hareket'in yapısı, partinin
kuruluşunun hazırlık yapısıydı.
Merkezi
yapısının koordinasyon olarak saptanması ve oluşturulması bunun en açık
kanıtıdır.
Bu
merkezi yapının görevi, ortaya konan M-L çizgi etrafında oluşan veya oluşacak
çevreleri
M-L
hareket çerçevesinde birleştirmek ve bir program ve tüzük hazırlayarak o zamana
kadar modern
revizyonist ihanetin engellediği partinin kuruluşunu konferans yada kongreyle
resmen ilan etmekti.
Fakat
izlenen hatalı sol taktik çizgi nedeniyle M-L hareketin uğradığı geçici
yenilgi, bu
görevin
yerine getirilmesini engelledi ve partinin kuruluşu görevi bugüne kadar
gündemde çözülmesi gereken başat bir mesele olarak kaldı.
Herşeyden
önce şunu ifadelendirmek gerekiyor ki; programa temel teşkil eden
görüşlerin
ortaya
çıkması ile partinin kuruluşu arasında da belli bir süreç vardır. Her ülkede
M-L
partilerin
kuruluşu programın pratiğe sürülmesi, oportünist-revizyonist akımlarla
hesaplaşılması,
varsa komünist güçlerin tek bir örgüt çatısı altında birleşmesinin
sağlanması
ve
sınıfın öncüleri temelinde fabrika hücre çalışmasının örgütlenmesi ve sınıf
içinde kendini üretir hale gelmesi diyalektik sürecini izlemiştir. Bu komünist
hareketin
doğuşu-gelişimi
partinin kuruluş süreci demektir.
Nitekim
M-L Hareket'in geçmişine ilişkin belgelerde, örgütün kuruluşunun ilan edildiği 24
Nisan 1972 yılında partinin kuruluşuna rastlamıyoruz. Ve partinin kuruluşunu
ilan eden hiçbir belge ve kanıtta yoktur. Aksine M-L Hareket'ten bahsedilmekte
ve tüm M-L' ler M-L Hareket saflarına çağrılmakta ve o dönemde KK’da görevli
olanlarda bunu onaylamaktadırlar.
Aynı
zamanda bu doğal ve anlaşılabilir birşeydir. Ama bazıları bugün siyasi
hesapları uğruna gerçekleri hayasızca tahrip etmekten çekinmiyorlar. Dün
Partizan ve bugün aynı cenahın sürdürücüleri olan Y.Dünya İçin Çağrı, Yeni
Demokrasi, Halkın Günlüğü, Özgür Gelecek v.b ise bu tahrifattan kendilerini
aklamak, sözüm ona meşruluklarını ispatlamak için yararlanmaya çalışıyorlar
ve bu temelsiz iddiaya sarılıyorlar.
Bu
temelsiz iddia, geçmişte partinin kurulduğu iddiasıdır. Bu tahrif karşısında
bizim tarihi
gerçekleri
ortaya koymamız “ parti inkar ediliyor” cinsinden ajitasyon değeri bir ölçüde
olan, ama bilimsel ve tarihi temeli hiç olmayan, gerçekler uzaktan yakından
bağdaşmayan,
yaygarayla
karartılmaya çalışılıyor.
Neden?
Çünkü ortaya koyduğumuz tarihi ve somut gerçekler, Partizan gibi
hiziplerin
meşruiyetini
ortadan kaldırıyor, onların geçmişe sözüm ona sahip çıkmalarının, bugün
geçmişte
ortaya konan M-L çizgiden, apayrı Mao'culuğu temel alan, küçük burjuva
Sol
çizgilerini
aklamak amacına hizmet ettiğini ortaya koyuyor.
Bir
çok ülkenin tecrübelerine bakarsak, M-L partilerin kuruluşunun, ortaya konan
M-L bir
çizgi
etrafında M-L unsurların toparlanması için yürütülen belirli bir mücadele
sürecinden
geçerek
gerçekleştiğini görürüz. Bunu tek başına bir soyutlama olarak ele alırsak dahi
bu
anlamda
da onlar parti öncesi inşa örgütlenmesi sürecini yaşamışlardır. Bu tüm
M-L'lerin, M-L Hareket saflarında birleştirilmesini parti kuruluşu için mutlak
bir şart haline getirmez. Partinin inşanın her ülkenin somut koşullarında
kendisine özgü belirli bir süreci kapsar. Bu yapılanmanın görevi önce de
belirttiğimiz gibi, program, tüzük hazırlamak, oportünizmle hesaplaşıp sınıf
hareketine müdahale ederek, beli başlı örgütler yaratarak konferans yada kongreyi
hazırlamak ve gerçekleştirmektir.
1972'nin
zor koşullarında M-L Hareket'in karşısında duran esas zorlu görev buydu. O
dönemde İ.K, yoldaşın, M-L hareketin çizgisini bir dizi noktada daha da
derinleştiren çeşitli yazılar kaleme alması da, bu göreve hizmet ediyordu.
Bunlar içinde en önemlisi, geçmişi M.Suphi'nin TKP'sini değerlendirmeyle, o
dönemdeki küçük burjuva akımların eleştirisidir. Bu yazıların bazısı, o dönemin
zor koşullarında kayboldu, bazıları ise gerçekleştirilemedi. O dönemde temel
olan uğraş, ortaya konan temellerin daha da geliştirilmesi, bu temel etrafında
dürüst ve kararlı devrimci unsurların birleştirilmesi ve bu temel üzerinde,
sağlam bir yapının oluşturulmasıydı.
Bu
meselede o dönemde bazı hatalı anlayışların olduğu da bir gerçektir, Ortaya
konan M-L çizgi temelinde ideolojik-siyasi inşanın esas olduğu o şartlarda, dar
pratik içine hapsolma şeklinde ortaya çıkan bu hata, izlenen sol-taktik
çizgiden bağımsız değildi. Çünkü sol-taktik
çizgi
yapıyı sağlamlaştırmaya, ideolojik-siyasi inşayı geliştirmeye değil,
ideolojik-politik
geriliğe,
güçlerin dağılmasına hizmet etmiş ve sonunda yenilgiyi beraberinde getirmiştir.
Ülkemizde
yaşanan tarihi-gerçekleri kimse kendi kafasına veya keyfine göre çarpıtamaz !
Veya sübjektif düşüncesini objektif gerçek yerine geçiremez. Ortada olan
gerçek, partinin
kurulmadığı
ise, " niye kurulmasın, kurulabilirdi " cinsinden akıl yürütmeler
veya hiçbir ciddi
kanıt
ileri sürmeden (ki bu konuda böyle bir kanıt gösterilmesi de mümkün değildir),
" biz
diyorsak,
parti kurulmuştur " türünden gülünç iddialar gerçeği tahriften öte bir
değer taşımaz,
1972'ler
kimsenin bilmediği karanlık dönemler değildir. O dönemin gerçekleri bugün sır
da
değildir.
Ortada yaşanan bir gerçekte varsa, o da partinin kuruluşunun gerçekleştirilemediğidir.
Bugün
bazılarının " hayır parti kuruldu" demesi bu gerçeği değiştirebilir
mi? Yoksa partinin
kuruluşunu
tarihi gerçekler değil de, bazılarının kendi sübjektif düşünceleri mi
belirliyor?
Onların
kendi keyfi değerlendirmeleri ve tarifleri, gerçekler karşısın da değersizdir.
Kaldı
ki aslında parti vardı iddiasını ileri sürenlerde bunun tarihi gerçeklere
ters
düştüğünün
farkında olacaklar ki, 78’de TKP-ML’nin 1.Konferansıyla partinin
kurulduğunu,
açıkladılar.
Madem parti kurulmuştu, kuruluşunu yeniden ilan etmeye ne gerek vardı? Biz
burada, bu, sözüm ona kuruluşa temel olan çizginin M-L Hareket'in
çizgisine ne denli ters ve anti-Marksist olduğunu bir an için bir kenara
bırakıyoruz.
Sadece
parti kurulmuştu iddiasının çeliştiğini ve iddia sahiplerinin kendi kendilerini
tekzip
ettiklerini
göstermek istiyoruz. Öyle ya kurulan ve var olan birşeyin, tekrar kurulduğunu
ilan
etmenin
bir anlamı olmaz. Oysa bunun gerçekte anlamı, M-L Hareketi tasfiyeye
girişen
dogmatik
Mao'cu kesimlerin kendilerine meşruiyet sağlama amacıyla tarih çarpıcılığına
giriştikleri
sahtekarca bir manevradır.
Demek
ki kurulmamış partiyi KK tasfiye etmediği gibi aynı zamanda KK
ideolojik-politik
birliği
dağılmış olan örgütü öncelikle ortak bir noktada buluşturmaya, dahası hata ve
zaafların yarattığı yüklerden kurtarmaya çalışarak, gerçekten de işçi sınıfının
öncülüğünü üstlenecek komünist partisinin kurulmasının yolunu açmıştır.
Bolşevik
Partizancılar Paralel Örgüt Savunuculuğuna Soyundular
Cihan
Yıldız arkadaş yılların ardında yurtdışı adına konuşarak, Onun savunuculuğuna
soyunuyor. ‘Ve varsa hatalarımız özeleştirisini yapmaktan geri kalmayız’
tutumunu takınmaktan da geri kalmıyor. Çünkü 1976 tartışma kampanyası ve
sonrasına dair en doğru tutumu kendilerinin takındığı iddia ediyor.
KK’yı boşa çıkaran yurtdışı yönetimi,1976
tartışma kampanyasını bir dönem yurtdışı çalışmalarında yer almış ve 1975-76
yılında değişik zamanlarda Türkiye çalışmalarına dönmüş olan kadrolardan A’yı
yurtdışı örgüt temsilci olarak atıyor. Sanki ortada iki farklı örgüt var ve
örgütler arasında ilişkiyi sürdürmek için A yurtdışını temsilen yetkili olarak
atıyor. Hatta A arkadaş yurtdışı adına tartışma sürecinde hem dogmatiklerle ve
hem de KK temsilcileriyle görüşmekler yapıyor. Peki A arkadaş hangi organın
temsilcisi olarak böyle bir yetkilenme durumunda oluyor. Ve yurtdışı yönetimi
hangi yetkiyle A’yı Türkiye’ye temsilci olarak belirliyor. A denilen arkadaş
yurtdışı örgütüyle tüm bağlarını keserek Türkiye’ye dönüyor ve haliyle artık A
arkadaşın yurtdışı örgütüyle bir bağı olmaz, Türkiye örgütünün disiplinine bağlıdır
ve yatay bir ilişki içinde olamaz. Burada da görüleceği bir sonrasının B.Partizancıları açıktan KK’nın disiplinini
tanımayarak örgütsel ilkeler ve disiplinin yok sayıp anarşist bir hatta yürümekten
sorun görmüyor.
“Biz bu mektubu Eylül
ayında KK’ye ulaştırdık. Bu arada fakat Türkiye’de bölgelerde birçok gurup
KK’nin disiplinini tanımayacağını ilan etmişti. Biz merkezin disiplinini
tanımadığını ilan eden ve aslında partiye sahip çıkılma konusunda aynı safta
olduğumuz gruplarla da T.
de YD temsilcisi olarak çalışan yoldaş üzerinden ilişki ve tartışmalarımızı
sürdürüyor, elimizden geldiğince erken bir bölünmeyi engellemeye çalışıyorduk.”
Yani
yurtdışı yönetimi, Türkiye de merkezi yönetimden ayrı olarak yurtdışı adına
faaliyet yürüten, YD temsilcisi üzerinde yatay ilişkilere devam edildiği
görülüyor. Bu tamamıyla Leninist örgütsel ilklerin yok sayılarak görüş
disiplini içinde hareket edilmesidir. Yine bunun adı açıktan gelişmelere müdahale etmek amacıyla paralel
örgüt kurmaktır. Bu hatalı durumun hala kıskançlıkla savunulması da başka bir
garabet olsa gerek.
Yurtdışı
yönetiminin KK yazmış olduğu 25
Kasım 1976‘da tarihli bir belgede paralel örgüt savunuculuğuna devam ediliyor:
” d) Arkadaşa talimat verilmiştir. Temsilcilik
kurumu sürecektir. YD teşkilatının disiplinine bağlıdır.”
KK
yurt-dışı yönetiminin A yoldaşın yurtdışının temsilcisi olarak danışma-irtibat
hatta temsilci görevini sürdürmesine
karşı çıkıyor ve eleştiriyor. Çünkü KK, YD faaliyetini tüm çalışmanın bir
parçası olarak bütüne ve Onun disiplinine bağlı bir çalışma olarak görüyor.
Haliyle çeşitli parçaların bütün ile ilişkilerinde geçerli olan temsil esasları
YD içinde geçerlidir. Yurtdışı önderlikle ilişkilerini alt ve üst organların
ilişkilerinin tabi olması gereken ilke ve sınırlar içinde sürdürülmelidir. YD
çalışmanın dışında kalan ve esas olarak onun disiplinine bağlı bulunacağı öne
görülen A yoldaşın iki farklı örgüt arasında ilişki sağlayan bir temsilci
statüsünde olması şekil ve öz bakımından disiplin ilkelerine ters düşmektedir.
Şekil bakımından böyle bir kurumun (temsilcilik ) varlığı öz bakımından ise
bütünün değil parçanın disipline bağlı olması bu aykırılığı yaratmaktadır. Bu
durumda A yoldaş oradaki canlı pratiğin özellikle de yurtdışındaki tartışma
kampanyasının dışında kalacağı için bir irtibatçılık görevinden fazlasını
gerçekleştirmeyecektir.
Haliyle
KK yurtdışını A yoldaşın YD temsilcisi
olarak görev sürmesini önerisini doğru bulmuyor. Kurum disiplin ilkeleriyle
çelişeceğinden dolayı karşı çıkıyor. Bu bakımdan A yoldaşın temsilci olarak
değil, hareketin disiplinine bağlı bir irtibatçı olarak görev yapmasını uygun
buluyor.
Yine
B.Partizan KK’nın örgüt çizgisini
1974-75 yılında başlayarak değiştirdiğini iddia
ediyor.
Peki bu konuda B.Partizan'ın elinde somut bir kanıt var mı. Bizce yoktur.
Ama
B.Partizan
büyük konuşmaya devam ediyor ve şöyle diyor:
“1973
yenilgisi sonrasında partiyi toparlamak amacı ile kurulan Koordinasyon
Komitesi, 1974-1975 döneminde, İbrahim Kaypakkaya’nın parti konusunda savunduğu
doğru görüşleri
reddederek
partiyi tasfiyeye yöneldi. Koordinasyon Komitesi, Kuzey Kürdistan-Türkiye’de
“bir Marksist-Leninist partinin olmadığını“, “birçok Marksist-Leninist grubun
olduğunu,
TKP/ML’nin
de bu gruplardan birisi olduğunu bu grupların birleşmesiyle partinin
yaratılabileceğini“ söylüyor; “parti değil, Hareket olunduğunu“ ileri
sürüyordu. Bu kesim ile bu kesime karşı mücadele eden bölge komiteleri
arasındaki mücadele 1976’da örgütsel ayrılığa dönüştü. İbrahim’in parti
konusunda ortaya koyduğu doğru görüşleri yadsıyan Koordinasyon Komitesi,
“TKP/ML Hareketi“ adını alarak yeni bir örgütsel oluşuma evrildi.”
Buradaki
görüşlerin özü, özeti gerçekleri çarpıtmaktır. Bir kere 74-75 yılında KK’nın
ezici
çoğunluğu
içeride ve ne parti ve partileşme süreci ve nede sosyo-ekonomik yapı,
devriminin yolu vb. konularında örgütte bir tartışmada yok. 1975 yılında KK’nın
çoğunluğunun dışarıya
çıkmasıyla,
KK’nın ana gövdesi de dışarıya çıkıp ( 2.KK, İrfan Çelik, Muzaffer Oruçoğlu,
Aslan Kılıç, Ali Taşyapan, H.Ş ve Aziz
Vatan tarafından oluşuyordu.1975 affından önce İrfan Çelik ve H.Ş tahliye
olurken ardında Ali Taşyapan’ın da tahliyesiyle, dışarıda olan Aziz Vatanla
birlikte KK’nın çoğunluğu dışarıya
çıkmış oldu. ), sınıf savaşımının sıcaklığı içine
dalmışlardır.
Artık KK örgütün başına geçmiş ve dizginleri ele almaya çalışmış ve bunun
için
de bozulan; ideolojik-politik ve haliyle de örgütsel birliğin sağlanması için
1976 yılında
tartışma
kampanyası başlatılmıştır. Olayları farklı aktararak, olmayan şeyleri olmuş
gibi
göstermenin
devrimci mücadeleye hiçbir yararının olmadığını, olamayacağını bir kez daha
ifadelendirmek istiyoruz.
DIŞIMIZDAKİ AKIMLARIN NİTELİĞİ SORUNUNA DAİR
Gelelim
KK’nın “ bizim dışımızda da THKO ve THKP-C-M-L’nin de M-L olma yolunda
örgütler
oldukları ve bu örgütlerle birlikte proletaryanın komünist partisi kurmak için
birleşme” olabileceği görüşüne. Devrimci hareketin değişik bileşenleri 1975
yılında başlayarak kendi çizgilerine yönelik değerlendirme yapıp özeleştiri
yapmaya başladılar. Özellikle İbrahim
Kaypakkaya
yoldaşın işkencede direnişi ve TKP-ML Hareketi'nin zindanda hızla
toparlanması,
Mahkeme ve zindanlarda kararlı devrimci tutum alınması yeni arayış içinde olan
THKO
ve THKP-C üzerinde önemli etki bıraktı. Kaypakkaya yoldaşın sorgudaki tutumu
,beş
temel
belge olarak ifade edeceğimiz yazıları ve mahkeme savunmaları, THKO ve
THKP-C
saflarında
yeni ayrışmalarında önemli etki yaptı.
Nitekim Kaypakkaya yoldaşın
düşüncelerinden etkilenen THKO sosyal-emperyalizm tezlerinde kitle
çizgisine, parti sorununda TKP, Kemalizm vb. değerlendirmesine kadar bir
çok konuda Hareket çizgisine yakınlaşmış ve Kaypakkaya yoldaşı ve örgütü
TKP/ML Hareketi'ni komünist olarak değerlendirmeye başlamıştır. Bu yeni
görüşlerin kabulü THKO’da ayrışmayı beraberinde getirdi. THKO’nun ana
gövdesi GMK saflarında yer alırken bir Grup THKO-Mücadele Birliği adıyla
örgütlenip daha sonrasında TKEP adını alırken, bir başka grup Hüseyin
İnan'ın yazmış olduğu ve THKO’nun temel görüşlerini ifade eden Türkiye
devriminin Yolu(TDY) adı altında
örgütlenmeye
çalıştılar.
THKP-C
de ağır yenilginin muhasebesini yaptı ve bunun sonucu olarak THKP-C birkaç
farklı politik gruba bölündü. Bunların arasında M.Çayan çizgisini mahkum ederek
her bakımdan farklı bir hatta dümen kıran bir grup THKP-C/ML adı altında sosyal
emperyalist tezleri ve diğer bir çok alanda M-L’de etkilenerek Kaypakkaya
yoldaşı ve TKP-ML Hareketini komünist olarak değerlendiriyordu. Yalnız
THKP-C/ML, PDA-Aydınlık revizyonizminin belli bir dönem sonra komünist
bir grup olarak değerlendirmesiyle, düalist bir hatta duruyordu. Halkın
Kurtuluşu ve Halkın Yolu’nun Kaypakkaya yoldaşın çizgisini M-L olarak görmesi
ve bu çizgide derin etkilenmeleri KK’yı hareket geçirmiş ve parti sorununda
dışımızdaki akımların niteliği üzerine değerlendirmeyi zorunlu kılmıştır.
Çünkü
Kaypakkaya yoldaşın görüşleri her iki gruba da yol gösterici olmuştur. Tam da bu
süreçte
görüşlerini yeni oluşturmaya çalışan THKO GMK ve THKP-C/ML ile yakın
ilişkiler
içinde
olup güç ve eylem birliği yaparak birlik sürecine önderlik etmeye
çalıştı. Özellikle
Aydınlık
revizyonizminin ideolojik olarak etkilemeye çalıştığı gerçekliğini
dikkate
aldığımızda
KK’nın tutumu doğruydu ve aynı zamandan oportünizme-revizyonizme karşı
ideolojik
savaşımın bir parçasıydı.
Buradan
hareket ettiğimizde, KK dışımızdaki akımlara ilkelerde taviz veren ve
TKP-ML
Hareketi'ni
tasfiye eden bir tutum içinde olmadı. Hem birlik ve hem de eleştirel tutumuyla
dahası kendisine özgüvenle THKO ve THKP-C/ML'yi doğru hatta çekmeye ve olumlu
bir hatta tutmaya çalışan KK, sınıf savaşımı bakımından tasfiyecilik değil
aksine daha aktif bir şekilde sınıf savaşımına müdahale ederek yol açma rolünü
oynadı.
Zaten
sınıf savaşımının gelişip ileriye doğru akması ve örgütlerin görüşlerinin
program
düzeyine
çıkmasıyla birlik süreci de sona ermiş oldu.
PEKİ
1976 TARTIŞMA KAMPANYASINDA ÖRGÜT YIKICILIĞINI KİM YAPTI?
Dogmatik
hizipçiler 1976 yılında bu yana hem örgüt yıkıcılığı yapıp örgütü parçalayıp
saflardan kopup TKP-ML Partizan örgütünü kurarken, hemde yavuz hırsız ev
sahibini bastırır özdeyişine uygun olarak, KK’yı hizipçi ve örgüt yıkıcısı
olarak suçlamaktan geri kalmadı.
Gerçekten
de örgütün disiplinine ve ilkelerine başından itibaren uyar görünen, ama
uymayan ve açıktan KK’ya meydan okuyarak, 1976 Temmuz'da örgüte başkaldırarak
ayrılık ilan eden İBY ve ardında bu koroya zindanlarda ve yurtdışında
katılanlar olmuş ve 2. Yılın ardında bu gruplar 1978 yılında TKP-ML Partizan
örgütünü kurmuşlardır. Haliyle KK’nın önderliğindeki örgütten kopmuşlar, yeni
bir örgüt olarak ortaya çıkmışlardır.
Buradan
olarak KK herşeye rağmen tartışmanın ilkeler ve disiplin temelinde, bölünme ve
parçalanma olmadan, eleştiri, ikna ve birlik temelinde yürütülmesini amaç edinerek zamansız bir ayrılığa karşı çıkmıştır. Tartışma süreci yaşanmadan erken
bölünmenin sağlıksız olmasına dikkat çeken KK, dogmatiklerin dayatmalarına olabildiğince
esnek ve hatta olduğundan da tavizkar davranmıştır.
KK
tartışmanın başlatılmasındaki hatalı yöntemin özeleştirisini yaparak, tartışma
sonuçlanana kadar İK yoldaşın ortaya koymuş olduğu görüşlere bağlı kalınacağı
ve tartışmanın ardında seçilmiş delegelerle gidilecek bir konferans yada
kongrede kabul edilecek çoğunluk görüşüne göre hareket edileceğini
ortaya koydu. Ama bunun olabilmesi için Merkezi önderliğin disiplinin
tanınması ve örgüt içi mücadele ilkelerine göre hareket edilmesi ve örgüt ilke
ve kuralların tüm örgütü bağlaması gerektiği üzerinde duruluyordu.
Bolşevikçilerin iddia etmiş oldukları gibi KK özeleştirisin de göstermelik
manevra yapmamış, tastamam hatalı tutumunun özeleştirisini yaparak,
tartışma sürecini demokratikçe yönetmiştir. Bunu örgüt içi yayın organı
Proleter Birlik'in yayınlanmasında ve İBY’nin pervasız ve ayrılığı körükleyen
tutumuna karşı olduğundan esnek ve tavizkar davranışında da görmek mümkündür.
KK
tartışma kampanyası boyunca farklı düşünceden dolayı hiç kimseye ambargo
uygulanmamış ve KK'yı eleştiriyor diyerek yazıları yayınlamama gib,i
anti-demokratik tutum içinde olunmamıştır. Tersine farklı görüşte olanların
yazıları noktasına virgülüne dokunulmadan kadrolara ve ileri sempatizanlara dek yayınlanmıştır.
Nitekim
bu gerçeği Proleter Birlik’in ilk sayısında yayınlanan yazılarda da görmek
mümkündür.
Değişik
bölgelerde gelen KK'yı eleştiren kişi ve yönetim birimlerinin yazıları tartışma
yayın organın ilgi sayısında yayınlanmıştır. Çünkü KK tartışma kampanyasının
başından beri farklı fikir ve görüşlerin örgütsel disiplin ilkelerine dayalı
olarak, özgürce tartışılmasından yanaydı. İşte bunun somut ifadesi olarak iç
tartışma yayını organı Proleter Birlik. Tartışmanın derinleştirilmesi ve
düzenli bir şekilde yürütülmesinin aracı olarak eleştiri-özeleştiriyi
teşvik edecek, örgüt içi demokrasiyi geliştirecek, böylece farklı görüşlerin
örgütsel disiplin ilkelerine dayalı olarak tartışılmasının yapılmasını
sağlayacaktı.
Dahası
KK’nın Proleter Birlik’in 1.Sayında yayınlanan ” Düşünceleri Berraklaştıralım ”
başlıklı yazıda da ifade edildiği gibi, “tartışmaların olgunluğa vardığı bir
nokta da bir kongre yada konferans düzenlemesinin aracı olacaktı. Bu öneri,
bütün örgütte olumlu karşılandı ve gerçekleştirme çalışmalarına
girişildi”( P.Birlik.sayı.sayfa:39.Düşünceleri Berraklaştıralım yazısından)
Yani
KK tartışmaları kongre yada konferansın toplanmasıyla bağıntı içinde ele alıyor
ve farklı
fikirlerin
örgütün en yüksek karar organı olan Kongre yada Konferansta sonlandırılmasını
ve yeni bir önderlik seçimi yapılmasını salık veriyor.
Keza
yukarıda aktarmış olduğumuz KK’nın yazısında ikircimsizce belirtildiği gibi,
tartışmanın nerede ve nasıl sonuçlandırılacağı somut olarak ortaya konuyordu.
Peki tüm bunlar orta yerde durduğu halde Bolşevik Partizan'cılar yılların
ardından hala şunları iddia etmekten geri kalmamaları neyi gösterir :
“Ali Taşyapan, Duvarın İki Yakası’nda bu özeleştiri hakkında şunları söylüyor:
“Örgütün
bölünmesini önlemek için tavrımızı gözden geçirdik, hatalarımızı ortaya koyduk,
önemli tavizler verdik. Örneğin, yeni tezi darbeci bir şekilde örgüte
sunduğumuzu, örgüt iradesini hafifsediğimizi, özeleştiri yapıp tezi geri
çekeceğimizi, ama kendimizi aşmak için de kuralına uygun bir örgüt içi teorik
tartışma kampanyası başlatmamız gerektiğini, kampanya bitimine dek örgüt
çizgisini eski görüşlerimizin temsil ettiği gerçeğine riayet edeceğimizi vurguladık.”
(Age., s.352-353)
(“Ali
Taşyapan yanlış “hatırlıyor”. Merkezin “özeleştirisi”nin hiçbir yerinde
kampanya bitimine dek parti görüşlerinin savunulacağı şeklinde bir tavır
yoktur. Tersine yukarıdaki belgelerde görüldüğü gibi, en iyi hâlde parti çizgisinin
savunulmasının askıya alınması vardır!-BN)”.
Burada
Ali Taşyapan’ın açıklamaları tamamıyla doğrudur. Merkezi önderliğin
özeleştirisinde
açıktan
tartışma açma metodunda yanlış yapılması nedeniyle örgüt kadroları nezdinde KK’ya karşı önyargıcılık temelinde güvensizlik
yayıldı ve buda gerçeğin görülmesine
engel oldu .KK’nın özleştirisinde örgütün resmi görüşlerinin tartışma
kampanyasının sonuna kadar savunulacağı sağa sola çekilmeyecek netlikte ortaya
kondu.
Yoksa
tartışma kampanyasının ruhuna aykırı bir durum söz konusu olurdu ki, işin
ilginç olanı bir yanda tartışma yürütürken öte yandan tartışma sonuçlanmadan
güya örgütün resmi görüşleri reddediliyor. Bu olması imkansız olan bir durumdur.
Nitekim bu gerçekliği KK’nın özeleştirişi yazısında okumakta mümkündür. “ Bu
amaçla bir süre önce bir araya gelen önderlik Hareket'imizin mevcut çizgisini
bir bütün olarak gözden geçirdi önderlik, Hareket'imizin ağır yanılgısına
yol açan hataların taktik düzeyi aşabileceği, devrim yolu konusunda –devrimin
karakteri konusunda değil- stratejik düzeydeki hatalara kadara uzayabileceği
kanaatine vardı.
Bundan
dolayı bir bütün olarak siyasi çizgimizin dolayısıyla devrimimizin bir
dizi temel meseleleri bütün kadroların tartışmasına sunmak üzere gündeme
getirdi. Ancak önderliğin siyasi geriliği ve tecrübesizliği onu bu alanda da
hataya düşmekte alıkoyamadı.
Tartışmaya
sunduğu konularla ilgili görüşlerini kadrolara karar şeklinde getirdi
ve metot hatasına düştü. Yeni hatalar işte bu ortamda ve bu şartlar
altında yapıldı.
Hareketimizce
yapılan bazı genel tespitler konusundaki tereddütler, yeniden inşa dönemine
girildiğinden bir süre sonra önderlikteki yoldaşların ve bazı kadroların
kafasında belirmişti. Bu yüzden çizgimizdeki hatalı tespitlerin ortaya
çıkarılabilmesi için 14 maddelik araştırma konuları her bölgeye gönderilmiştir.
Ancak bu konuların tartışılmasında da yeterli derecede
önderlik
edilemedi. Haliyle de yararlı sonuçlar çıkarılamadı.
Önderlik,
içinde bulunduğumuz sorunların çözümü için geniş bir tartışma kampanyasının
açılmasına,
bu tartışmalarda çıkan sonuçları esas alarak özeleştirinin hazırlanmasını ve
yayın organının çıkarılmasını doğru bir metot olarak tespit etmişti. Önderlik,
bu doğru metodun uygulanmasında hatalı davrandı. Çalışma alanlarının çoğunluğunda
bazı meselelerin tartışılmış oluşunun ve kendi içinde de bazı konularda ikna
olmasını esas alarak bu konularla ilgili görüşlerini karar olarak bildirdi.
Elbette bu kararlar ikna ve ispat edici verilerle ortaya konup, hareketin
kadrolarınca da tartışılıp benimsendikten sonra, resmi hale gelecekti.
Ama
bu, kararların tartışmaya açılması gibi çelişkili durumu ortadan kaldıramaz.
Bu
hatalı anlayışın sınıfsal kaynağı küçük burjuva aceleciliğidir, örgütsel
bakımda
tecrübesizlik
ise ikinci ve önemli etkenlerden biridir.”
KK’nın
özeleştiri yazısında da görüleceği gibi, “ Elbette bu kararlar ikna ve ispat
edici verilerle ortaya konup, hareketin kadrolarınca da tartışılıp benimsendikten
sonra, resmi hale gelecekti.” Önderliğin ulaştığı yeni görüşlerin hareket içinde
tartışıldıktan sonra benimsenmesiyle resmi görüş haline geleceği belirtiliyor.
Haliyle bu da resmi görüşün değişimi için tartışmanın ardın da toparlanacak bir
kongre yada konferansa bağlanıyor.
Aksi
halde KK’nın tartışma kampanyası sürecine dair yapmış olduğu hatayı aşmak
zorlaşır. Zaten dogmatiklerin KK’nın özeleştirisini doğru olarak anlayıp
bilince çıkarmaları imkansız olurdu.
Bolşevikçiler
KK'nın, tümüyle birlik ve iyi niyetli çabalarını görmezden gelerek, yıkıcılığın
önünde koşan İBY'ni paklamaya çalışıyor. İBY tartışma süresince örgütsel ilke
ve kurallara uymamış ve gerekli hassasiyeti göstermemiştir. Sözde örgüt disiplinine
uyduklarını söylemiş olsalar da aslında İBY fiiliyatta farklı davranarak
disiplini tanımadıklarını ortaya koymuşlardır. Yani başlı başına “ İK’nın
görüşlerini biz savunuyoruz” diyerek “kale gibi davranmaya
çalışmışlardır.
Dahası
bu dogmatikler, düşüncelerine inançları ve güvenleri olmadığından, tartışmayı
ilkelere dayalı sürdürmek ve meselelerin ciddiyetine göre hareket etme yerine,
uluorta "KK üyelerinin olması gereken vasıflarda olmadıkları bazılarının
poliste konuşmuş olduğu, İK yoldaşa ihanet ettikleri vs." gizliliği ihlal
ederek, isim açıklayarak yaymak istenilen ve ispat
edilmekten
uzak bu tür mesnetsiz suçlama ve dedikoduları sorumsuzluk örneği olarak
görüyoruz.
İBK’yı
ayrılıkçı tutumundan vaz geçirmek bakımından KK o kadar tavizkar davrandı ki,
Proleter
Birlik’in, yayın komitesine isterlerse bir kişi verebileceklerini önerdi.
Gerçekten de
tartışma
kampanyası sürecinde KK’nın nasıl bir demokratik hatta yürüğünü anlamak ve
her
türlü
yalan-yanlış görüşleri mahkum etmek bakımında Temmuz ayında yıkıcılık
bayrağını
açarak
örgüt saflarında kaçan İBY ve aynı kafada olanları belgeleriyle eleştiren
KK’nın,
yıkıcıların
tutumlarını su götürmezce açığa seren “ Örgüt Yıkıcılığını Mahkum
Edelim..!”
yazısını
özetle yayınlıyoruz.
“Örgüt
Yıkıcılığını Mahkum Edelim..!
Eski
İBY ile ilişkilerimiz, üç konudaki farklı düşünceler ve bu farklı düşüncelerin
sonucu olan farklı çözümlerde düğümlenmişti. Eski İBY ile tartışma kampanyası
üzerine farklı düşüncelerimiz, örgüt içi mücadele, önderliğin durumu ve
önderlik ile İBY’nin ilişkilerini de içine alan üç temel noktada ayrı bakış
açıları ve ayrı çözüm yollarının benimsenmesi olarak belirdi.
Bu
meselelerden ilki tartışma kampanyasını ele alışımızdaki ve tartışmayı
sürdürmedeki
arayışlarımızdaki
farklılıktır. Biz şu anda berraklaşmış iki ayrı çizginin bulunmadığını,
geçmişteki teori ve pratiğimizi hayatın karşımıza çıkardığı yeni ideolojik siyasi
ve örgütsel meselelerle birlikte ele alarak tartışmamız gerektiğini, bu
tartışma süreci içinde düşüncelerin berraklaşacağını, ortak ve farklı
düşüncelerimizin ortaya çıkacağını belirttik.
Bu
amacın gerçekleştirilmesinin örgüt içindeki tartışmaları düzenli ve demokratik
bir şekilde pratik faaliyetle birlikte yürüterek ve örgütsel birliğimizi
koruyarak mümkün olabileceğini söyledik.
Tartışmanın
düzenli ve disiplinli ve örgütü kucaklayabilecek bir genişlikte yürütülmesinin
yolunu, bir tartışma yayın organının çıkarılmasında gördüğümüzü belirttik.
Böyle bir yayın organının farklı görüşlere yan yana yer vereceğini
söyledik. Eski İBY'nin isterlerse bir kişiyi bu yayın organının sorumlu
komitesine önerebileceklerini ve bunu kabule hazır olduğumuzu belirttik. Eski
İBY ise iki ayrı çizginin mevcut olduğunu, tespit olunmuş resmi görüşlerimizin
bulunduğunu bölgenin resmi ‘görüşler' doğrultusunda yayın organı çıkartma
hakkı bulunduğunu ve kendilerinin bu hakkı kullanacaklarını belirtti.
Ayrı
bir tartışma yayın organının çıkmasının daha iyi olduğunu ancak bunun kendi
görüşleri
doğrultusunda
'bir yayın organı çıkarmayı asla engellemeyeceğine söyledi ve bunu şart' olarak
ileri sürdü. Bizim, ayrı bir yayın organı çıkarmanın tartışmayı olumsuz bir
yönde etkileyeceğini, kendi gerekçelerinin tutarsız olduğunu ve bunun
disiplinin köklü bir ihlali niteliğinde olup, fiili ayrılığı getireceğini
söylememiz de etkili olmadı. Eski İBY kararında ısrar etti.
İkinci
mesele, önderliğin çekilmesiyle ilgiliydi. Eski BY önderliğin bir çok hatalar
yaptığını, resmi görüşleri bir yana fırlattığını, önderlik görevlerinden hiç
birini yerine getirmeyerek örgütün gelişmesini sekteye uğrattığını, içinde
bulunduğumuz durumun tek sorumlusu olduğunu söylüyor ve çekilmesini şart olarak
ileri sürüyordu. Biz ise önderliğin görevlerini yerine getirdiği yolunda bir
iddiasının olmadığını ve hatalarımızı kabullendiğimizi belirttik. Önderliğin
çekilmesinin meseleye bir çözüm. getirmeyeceğini, aksine durumu daha da
kötüleştireceğini belirttik. Çekilmenin, sorumluluğu atmanın kolay yolu
olduğunu, böyle yapmakla daha büyük bir sorumsuzluk işleyeceğimizi anlattık.
Ancak eski İBY bu konuda da ısrarı sürdürdü.
Üçüncü
mesele tarafımızdan getirilen disiplin meselesiydi. Eski İBY'ne, şayet bütüne
bağlı iseler, disiplini tanıyıp tabi olmaları gerektiğini, o sırada bulunmayan
örgütsel işleyişin kurulması gerektiğini belirttik. Bunun somut ifadesi olarak
da önderliği ve örgüt disiplinini tanıyıp tanımadıklarını sorduk.
Bunların
tanınmaması halinde, bir örgütsel birliğin söz konusu olamayacağını anlattık.
Eski İBY baştan beri zig zaglar çizdiği bu noktayı belirsiz bırakmaya çalıştı.
İlk görüşmelerimizden sonra kabul ettikleri ve uymadıkları disipline uymaya
yanaşmadı. “Biz TKP-(M-L)'nin ve onun çizgisini savunan önderliğin disiplinini
tanıyoruz” diyerek, bir yanıyla soruyu belirsiz bırakırken, diğer yandan
önderliği ve örgüt disiplinini tanımadığını üstü kapalı bir şekilde ifade
ediyor, açıkça ortaya koymaktan kaçınıyordu. Gelişmelerin bu aşamasından bu
yana üç önemli gelişme oldu ve ilişkilerimiz yeni bir aşamaya, örgütsel ayrılık
aşamasına girdi.
Önce
şu noktayı aydınlatmamız, dikkatimizi tümüyle şu noktada toplamamız gerekiyor.
Önderlik ve eski İBY meseleyi hangi noktadan ve hangi anlayışla ele almaktadır,
çıkış noktası birlik mi ayrılık mıdır? Hedefimiz birlikten yola çıkarak
eleştiri-özeleştiri yoluyla daha üst düzeyde bir birliğe
ulaşmak
mıdır, yoksa ayrılığın gerekli ve yararlı olduğumudur ? İşte ele alınarak
cevaplandırılması
gereken sorular bunlardır.
Elbette
biz her ne pahasına olursa olsun birlik anlayışına sahip değiliz.
İlkelere
dayanmayan
bir birliğin karşısındayız. Ancak kendimize hedef olarak ayrılığı değil,
ilkelere
dayanan
bir birliği seçiyoruz ve böyle bir birliğe ulaşmaya çalışıyoruz. Bu hedefe
varmamızı
engelleyen
tüm çabaları mahkum ediyor, yoldaşların örgüt yıkıcılığı yönündeki tüm anlayış ve
çabaları nereden gelirse gelsin mahkum etmelerini istiyoruz.
Önderliğin
birlik amacıyla hareket ettiğini belirttik.
Eski
İBY'nin aynı amaçla hareket ettiğini söyleyebilirmiyiz ? Bizce hayır. Şimdi
olaylara ve belgelere eğilelim.
Eski
BY'nin son olarak kaleme aldığı "Saflarımızdaki Oportünizmi, Troçkizmi,
Revizyonizmi Yıkalım, M-L’i Hayatın Her Alanına Uygulayalım” başlıklı yazıda şu
görüşlere yer veriliyor. Eski BY başlangıçta önderliği 'tanımalarını' şöyle
değerlendiriyor.
"
Daha sonra pratikte bu "tanıma” geçerli olmadı. Çünkü her şeyden evvel
bizim MY'ye ( Merkezi Yönetim) güvenimiz yoktu. İkincisi tamamen ayrı görüşleri
savunuyoruz ve elbette ki alacağımız kararların MY tarafından benimsenmesi
beklenemez, Onların alacağı kararlar ise bizim görüşlerimize aykırı
gelecektir.”
"Yoldaşlar
bizim merkeze karşı tavrımızın ne olduğunu sorunca tanıyıp-güvenmediğimizi
söyledik.
Arkadaşlar bunun yanlış olduğunu 'ya tanınır ki- bu durumda güvenilir demektir,
ya da güvenilmez ki bu durumda tanınmaz' dediler. Biz de bu tanıyıp
güvenmemenin yanlış olduğunu gördük.
Çünkü
'tanıma' onların disiplinine uymak demektir. Biz onların oportünist
disiplinine
uymayacağımızı
baştan belirtmiştik. O halde hangi tanımaydı? İşte bu hatalı bir görüştü. MY'ye
karşı tavır bir şekilde muğlak kalmamalıydı.
Ta
o zaman MY'nin iflah olmazlığını görüp çekilmelerini istemeliydik. Ve açık bir
şekilde
görüşlerimiz
doğrultusunda hareket etmemizi engelliyorsanız biz sizi tanımıyoruz dediğimiz
halde onların kayıtsız kalması durumunda bunda ısrar etmeliydik.”
Yukarıdaki
sözlerden açıkça anlaşılabileceği gibi eski bölge yönetimi daha başından
önderliği oportünist, iflah olmaz nitelikte olarak görüyor. O kadarla da
kalmıyor, aynı örgüt içinde onun. disiplinine bağlı olarak muhalefet yürütmeyi
de düşünmüyor. Sonradan itiraf ettikleri gibi bizim bütün içtenliğimize
karşılık eski İBY'nin gözünde birlik sadece taktik bir sorundur.
Eski
bölge yönetimine göre önderliğin görüşleri aslında kesinleşmiştir. Ancak
oyalama taktiği gütmektedir. Bu konuda şunları söylüyorlar.
"Bugün
MY masumane pozlarına bürünerek ‘kafamız berrak değil diyorlar. Tartışıyoruz
diyorlar.
Kafaları
berrak değilse çizgimizin yanlışlığını nereden çıkardılar? Kafaları berrak
değilse 35
sayfalık'
yazının baş tarafındaki bazı hayati önemdeki 'sorunlarda mevcut çizginin kısmen
veya tamamen hatalı sonucuna vardığı cümlesi nedir? Bu cümle gayet açık değil
mi? Sonuca vardığını söylemiyor mu? Kafaları açık değilse 35 sayfalık yazının
öz-eleştirisinde bu cümlenin özeleştirisini neden yapmadılar'? Hayır yoldaşlar
MY'nin kafası gayet açıktır. O oyalama taktiği güdüyor. O kargaşalık yaratmak
istiyor. Oyalama, kargaşalık onun işine yarar. Halkımızın zararınadır.
Bundan
dolayı biz bugün bu oyalama taktiğini mahkum etmeliyiz. İnandığımız görüşlerimiz
doğrultusunda
kararlı bir şekilde cepheden saldırıya geçmeliyiz. Oportünizmi-revizyonizmi her
türden burjuva akımlarını yerle bir etmeliyiz.”
Örgüt
Yıkcılığının Teorisi
Eski
İBY’nin yayın organı ve örgüt içi demokrasi konusundaki düşüncelerine gelelim.
Son
çıkardıkları
yazıda disiplin ve birlikle ilgili olarak şunları söylüyorlar:
"
Elbette ki belli ilkelerde bir tanıma söz konusu olabilir. Bunu reddetmiyoruz.
Burada tanıma
şartlıdır.
Fakat oportünist önderlik sanki hiç bir şey olmamış gibi, bizim gerici
disiplinlerine kayıtsız şartsız tabi olmamızı savundular, sanki ortada doğru
politika izleyen bir önderlik varmış gibi. Sanki reddedilen TKP-(M-L)’nin temel
teorik görüşleri değilmiş gibi, kendilerini M-L ilan ettiler.
Samimi
yoldaşları kazanmak açısından oportünist önderlikle belli ilkelerde birlik söz
konu-u olabilirdi.
Ama
oportünistler zerre kadar demokrasi tanımayınca bunun olmayacağı
ortadadır."
” Zerre
kadar demokrasi" tanımadığı yolundaki sözler bu satırların hemen altında,
bizzat eski
İBY
tarafından yalanlanıyor. Tartışma organı ile ilgili bu bölümde şunlar
söyleniyor"
"MY'nin
sağa kaydığını ilk başta görmemize" rağmen bunlarla ortak yayın organını
çıkarmayı
düşünmemiz
geniş kadrolara bu yolla görüşlerimizin yayılması yanlış anlayışından
kaynaklanıyordu
0ysa
ki ortak bir yayın organı ideolojik-politik, örgütsel· alanda yol gösterici
görevini yerine
getirmeyecektir.
Bu durumda oportünist önderlik oportünistliğini meşrulaştırmış ve zaman
kazanmış olacaktır. Kadrolara belli bir siyaset götürülmeli ve kadrolar bu
siyasetin seviyesine yükseltilmelidir. Bu durum ise ayrı bir yayın organı
çıkarılmasını zorunlu kılmaktadır."
Önderlik
bir yandan "zerre kadar demokrasi" tanımazken öte yandan “ortak yayın
organı
"çıkarmayı
kabul ediyor. Şayet "ortak yayın organı" demokrasinin zerresini bile
gerçekleştirmek değilse demokrasinin tamamı herhalde ünlü "bırakınız
yapsınlar, bırakınız geçsinler" formülü ile ifade edilen liberallerin
anlayışında bulunabilir. Eski bölge yönetimi herkesin oportünist saydığı
disiplini
tanımama hakkı olduğunu kabul ediyor. Bu örgütsel anarşiye gitmek demektir.
Şayet bir örgüt şartlı birliklerle varlığını sürdürüyorsa aslında örgütten değil,
örgütlerden bahsetmek gerekir.
Sadece
bu kadar da değil, eski İBY"nin sorumluluk anlayışına da değinelim. Aynı
yazıda şu satırlar yer alıyor: " Bu yeniden inşa dönemidir. Bu dönemde hiç
kimse veya bölge komitesi yalnız başına sorumlu değildir. Bütün yoldaşlar eşit
derecede sorumludurlar. Herkes bu sorumluluğunu kavrayarak hareket
etmelidir."
Herkes
eşit derecede sorumludur, yani herkes eşit derecede sorumsuzdur. Bu anlayış
örgütsel işleyişi sekteye uğratan örgütlenmedeki, farklı kademelerin farklı sorumluluğunu
reddederek hizipçiliği teşvik eden örgütsel anarşizmin anlayışıdır. Eski BY
önderliğin çekilmesi ile ilgili olarak şunları; söylüyor:
“
Aynı konularda MY'de hiç bir çaba göstermedi. Ayrıca MY Hareketimizin
görüşlerini geliştirip ona uygun hareket etmediği gibi kendi revizyonist
Troçkist görüşlerini Hareket'in görüşleri olarak yaymaya çalışıyor. Özeleştiri
yapmama hastalığına sahip geçmişte bir sürü hata işleyen ve bugün bu hatalarını
günah çıkartır bir şekilde gören böylesi bir önderlik, önderlik vasfına sahip
değildir.
Böylesi
bir önderliğin yapması gereken en doğru şey ve en samimi özeleştiri
önderlikten
çekilmektir”
Eski
İBY, özet olarak hatalar yaptınız, sorumlu davranmadınız diyor.
Sorumluluğumuzun bilinciyle hareket etmemizi istemiyor. Yani çözümler
önermiyor. Önderliği sorumsuzluğa davet ediyor. Bu öneri içinde bulunduğumuz
şartlarda sorunların çözümüne katkıda bulunmaz ve örgütü yeni bunalımlara iter.
Çözüm değil, çözümsüzlük yaratır. Böyle davranmak sorumluluk değil,
sorumsuzluktur.
Eski
İBY'nin alıntılarda ifade olan bu görüşlerini toparlarsak; Şartlı bir tanıma
mümkün olabilir. Bu, örgütün disiplini gerici karakterde olduğundan uyulma
şartı yoktur. Ortak gazete çıkarmak demokrasinin zerresi değildir. Demokrasi
çok daha geniş olmalı muhalefete dilediğini yapması sağlanmalıdır. Bu dönemde
herkes eşit derecede sorumludur.
Önderlik
çekilmeli sorumluluğu bırakmalıdır. Kısacası hizip özgürlüğü disiplinsizlik ve
sorumsuzluk Eski İBY'nin örgüt anlayışı bu üç noktada özetlenebilir. Bunun adı
örgütsel anarşizmdir. Bu teori örgüt yıkıcılığı teorisidir.
SONUÇ
Baştan
bu yana yazdıklarımızı, özetlersek sorunların düğümlendiği üç noktada bu
olumsuzca tavır takınan ve kopmaya yol açan eski İBY teorideki örgüt yıkıcılığı
anlayışını pratiğe uygulamıştır. Baştan bu yana birliğe değil, ayrılığa
yönelmiş, sonunda bunu gerçekleşmiştir. Bütün çabalarımıza rağmen ilkeli bir
birliğe yanaşmamış ve kopmuştur. Belirttiğimiz ilk üç meseleyle ilgili son
durumu ele alalım. Eski BY önderliğin sağcı revizyonist, oportünist, Troçkist
olarak isimlendirdiği çizgisini sistemlendirmiş ve berraklaştırmış
saymaktadır.
Değişeceğine
inanmamakta bu yüzden iflah olmaz görmektedir. Kendisini değiştirmeye ise hiç
niyeti yoktur. Tartışma yayın organını önderliğe zaman kazandırma ve onu
meşrulaştırma olarak gördüğünden lüzumsuz bulmakta, ayrı yayın organı çıkarmaya
yönelmektedir. Bu konuda ileriye
doğru
değil, geriye doğru gelişmiştir. Şekli bir birlikle ilgili düşüncelerini dahi
terk etmiştir.
Eski
İBY önderliğin çekilmesini sorumsuzluk olarak görmemekte tam tersine en samimi
özeleştiri olarak görmektedir. Bu konuda da en küçük bir ilerleme
göstermemiştir.
Eski
İBY disiplini “oportünist ve gerici saymakta” önderliği ve onun disiplinini
tanımamaktadır.
Son
zamanda bu konuda da açık davranmış ve düşüncesini ilan ederek fiilen
ayrılmıştır. '
Tüm
yoldaşlar yukardaki düşünceleri ele alıp eleştirmeli örgüt yıkıcı teori ve
pratiği mahkum
etmelidir.
Yaşasın
TKP-ML Hareketimiz..!
Yaşasın
Marksizm-Leninizm ve Mao Zedung Düşüncesi..!
(PROLETER
BİRLİK.Temmuz 1976.Sayı-1.”)
Yukarıda
uzun uzun aktarmış olduğumuz belgelerde de görüleceği gibi, KK sorunların
tartışılarak eleştiri, ikna ve birlik temelinde ele alınıp, çözülmesini
savunurken, İBY ve onlar gibi düşünenler örgüt yıkıcılığının kara bayrağını
sallayarak, “bizim gibi düşünmeyenlerle aynı tartışama kampanyasında ve
platformda yer alamayız “ diyerek, tartışama platformunu terk edip hizipçi
çağrı yaparak TKP-ML Hareketi'nin disiplinini ve örgüt için mücadele ilklerini
tanımayarak örgütün dışına düşerek örgüt yıkıcılığına soyunuyorlardı.
Nitekim
1976 yılında dogmatik Partizan saflarında yer alan ve uzun yıllar 1976
ayrılığı
değerlendirmesinden
KK’yı hedef tahtasına oturtan MKP, yılların ardında yapmış olduğu
1.Konferansta
örgütiçi mücadelede hatalı bir yerde durduklarını ve KK’nın kendilerine tanımış
oldukları örgüt içi demokrasiyi kullanmayarak, kolay yoldan ayrıldıklarına dair
özeleştiri yapıyor.
Bu
bile dogmatiklerin örgüt içi mücadelede farklılıklara tahammül
etmediklerini-edemeyeceklerini gösteriyor:
Bu
gerçeği MKP’nin konuya ilişkin değerlendirmesinde bir bölümü aktararak
öğrenelim:
(Elbette
MKP’nin bu yazıda E.Hoca yoldaşa yönelik saldırıları ve parti içinde iki çizgi
mücadelesinin sürekli olduğu savlarının gerçeği yansıtmadığını ifade
etmeliyiz)
“
Dönem içerisinde MLM parti kadrolarının hataları ise şunlardır: KK Hizbinin
Partimizin
merkezi
yönetimini ele geçirdiği dönem boyunca Partimizin ideolojik-siyasal-örgütsel-askeri
çizgisini savunan kadrolar ve çeşitli bölge yönetim organları Partide; bu hizip
tarafından geliştirilen kendiliğindenci, kuyrukçu, lafta sol özünde sağ
pasifist politikaya karşı yeterli bir ideolojik mücadele yürütmemişlerdir. KK
hizbinin tasfiyeci bir hizip olduğu zamanında tespit edilememiş; “KK”nın partinin
merkeziyetçiliğini fiilen ortadan kaldırmasına karşı, uyanık davranılmayarak
göz yumulmuş, liberal tutum takınılmış, “KK”nin partiyi siyasetsiz bir duruma
sokması pratiği ile uzlaşılmıştır. Bazı konularda yeterli bir ideolojik
mücadele yürütülmeyerek, “KK” hizbinin yanlış politika ve pratiklerine hizmet
edilmiştir. “KK”nın, partimizi, siyasi gelişmelerin kuyruğuna takılan bir küçük
burjuva hizbi derekesine düşürdüğü, bunun, Partinin ideolojik-siyasi-örgütsel
tasfiyesi anlamına geldiği MLM bir öngörüyle anında kavranamamıştır. Parti
içinde iki çizgi mücadelesinde, MLM kadrolar önemli hatalar işleyerek, iki
çizgi mücadelesinin ruhuna uygun ideolojik mücadele yürütememişlerdir.
Aynı hata; parti içinde iki çizgi mücadelesini, iki sınıfın mücadelesi
olarak görmemek ve parti içinde yanlış çizgiyi de proleter çizgi olarak
görmekten; merkezi “yanılmaz” otorite olarak görmekten, partinin içinde
burjuva çizginin hakim olabileceğini kavramamaktan kaynaklanmaktadır.
Aşırı güven ve körce itaat şeklindeki idealist bakış açısı; parti kadrolarının
“KK” hizbinin tasfiyeci, MLM ve parti düşmanı oportünist
yüzlerini tanımalarını geciktiren önemli bir etmendi. Bu düşünce yöntemi,
felsefi alanda her soruna sınıfların üstü bakan, idealist düşünce
yöntemiydi.
Hatalarımızın
ideolojik alandaki kaynağı öznelcilik iken, sınıfsal alandaki dokusu ise küçük
burjuvazidir. Merkezi otoriteye tapan, merkez haklıdır, merkez hata yapmaz
şeklindeki
eleştirel
olmaktan uzak kendine güvensiz ve sorumsuz rahatına düşkün tutumlar kadar
merkezin
merkezi dağıtmasını ve çok merkezli yönetimi umursamayan başı boşluğu
kanıksayan
yaklaşımlar sınıfsal kaynağını küçük burjuvaziden alır. Bugüne kadar “KK”
dönemini
değerlendirirken, daha doğrusu bu dönemdeki MLM kadroların hatalarını
ortaya
koyarken
örgüt içi mücadelede liberalizme denk düşen eksikliklerine değindik.
Fakat
Partimizi
temsilen ‘KK’ya karşı mücadele yürüten kadroların daha sonra ise
sekterliğe
düştüklerini
görüp tespit edemedik. “KK”nin darbeci ve tasfiyeci bir şekilde
partimizin
ideolojik,
siyasi ve örgütsel çizgisini ayaklar altına almasının arkasından MLM
kadroların
muhalefetinin
baş göstermesi sonucu, “KK”nin geri adım atarak parti içi sorunları “ Proleter
Birlik”
adlı yayın organında tartışma önerisinin kabul edilmeyerek bu yolun MLM
kadrolar
tarafından
tümüyle kapatılması yanlıştı. ‘KK’ yaptığı darbecilik konusunda kısmi
özeleştiri
yapmıştı.
Burada şu soru sorulabilinir: Bir önderlik her alanda partiyi tasfiyeye
yöneliyorsa
halen
de Parti içerisinde kalarak, mücadele yürütme siyaseti doğru mudur? Eğer
muhalefetin kendi görüşlerini parti içerisinde yayma yolu kapanmamış, ve dahası
tartışma yayın organında muhalefetin görüşlerini tartışma imkanı önderlik
tarafından yaratılmışsa, bu koşullarda partiden ayrılmak doğru değildir. Aynı şekilde
“KK”nin kendisinin “darbecilik” yaptığına dair özeleştiri vermesi de bunun,
yani demokratik merkeziyetçilik ilkesinin tümden ortadan kalkmadığını
gösteriyor. Ama biz ne yaptık? Başta önderliğin çizgisine karşı liberal
davrandık, ardından ise sorunların Parti içinde tartışılmasının koşulları
varken, bu kez bunu bir kenara iterek, örgüt içi tartışmayı reddedip bir isyan
havasıyla örgütsel bağlarımızı kopardık.
Açıktır
ki burada aceleci ve sekter bir tutuma düşülmüştür. Bir önderlik revizyonist
olabilir. Daha doğrusu revizyonist çizgiye de sahip olabilir. Eğer o örgüt ve
önderliğin içerisinde hala da demokratik-merkeziyetçilik ilkesi uygulanıyor ve
muhalefetin düşüncelerine hayat hakkı tanınıyorsa, burada yapılması gereken
örgüt içerisinde kalarak ideolojik mücadeleyi Maoist iki Çizgi Mücadelesi
ruhuyla sürdürmektir. Somut durumu, yani parti içindeki yönetim ve dengeleri
dikkate alarak yeni bir kongreye kadar böylesi önderlik ve çizgi etrafında
örgüt içinde kalmak mutlak olarak reddedilemez. Bu yöntemlere dünya komünist
partileri tarihinde çokça rastlanmaktadır. Çok uzağa gitmeye gerek yok.
Yoldaş
Kaypakkaya’nın TİİKP içerisindeki pratiği ve yöntemi son derece çarpıcı bir
örnektir. KK hizbine karşı önce liberal hataların ardından sergilenen sekter
mücadele yönteminin daha sonraki birçok hizipleşme ve örgütsel ayrılığa
tarihsel olarak örnek oluşturduğunu kim görmezlikten gelebilir? Bu örgütsel
kopuşun Yoldaş Kaypakkaya’nın TİİKP’den kopuşuyla benzerliği yoktur. Yoldaş
Kaypakkaya Maoist parti içi iki Çizgi Mücadelesi siyasetiyle hareket ederek
örgütsel ayrılığa giderken, bizim ‘KK’den örgütsel kopuşumuzdaki siyasetimiz ve
yöntemimiz ise Hocacı parti içi iki çizgi mücadelesi siyasetine denk
düşmektedir. Bu süreçteki yanlış ve hatalı siyasetlerimiz görülmeden daha sonra
ortaya çıkan hizip ve örgütsel ayrılıkların ne tarihsel kökleri ne de
ideolojik-siyasi nedenleri doğru bir bakış açısıyla sorgulanıp doğru dersler
çıkarılamaz. Bugüne kadar gerek ayrılıklar noktasında gerekse parti içi İki
Çizgi Mücadelesini doğru bir temelde yürüttüğümüz ne yazık ki söylenemez. İki
Çizgi Mücadelesi demek hizipleri meşru görmek demek değildir. Parti içindeki
doğru ile yanlışın mücadelesidir. Doğru ile yanlışın mücadelesinin kendisi
diyalektik tarihsel materyalizmle idealist-metafizik düşüncelerin çatışmasından
başka bir şey değildir.” (Maoist Komünist Partisi 1. Kongre Belgeleri
:Sayfa-50-51)
Hizip,
Örgüt İçi Mücadele, Disiplin ve Dogmatik Partizan Cenahının Çıkmazı...!
“
KK’nın hizip ” olmadığını ve örgüt içi mücadelede Partizan cenahının
Marksist-Leninist ilkeleri nasıl katlettiğini verileriyle ortaya koyarak, kimin
nasıl örgüt yıkıcısı olduğunu tanıtlamaya çalışacağız.
Esas
örgüt yıkıcısı ve hizipçi olan ve tartışma kampanyasından kaçan dogmatik
Partizan
cenahıdır.
Yavuz
hırsız ev sahibini bastırır misali Bolşevik Partizan ve C.Yıldız, “ KK
tasfiyeci
hizipten”
bahsederek daha işin başında örgütün Merkezi önderliğini kendi kendine hizip
olarak ilan ederek komik bir duruma düşüyor.
Aslında
ne Bolşevik Partizan ve nede Partizan cenahının, M-L bir örgütte örgüt
içi
mücadelenin
nasıl yürütülmesi gerektiği, hizbin nasıl ortaya çıktığını ve ne anlama
geldiğini 1976 tartışma kampanyasında dogmatik bir çizgide ısrar ederek
tartışma kampanyasın da nasıl kaçtıklarını irdeleyerek örgüt iradesini hiçe
saydıklarını açığa sereceğiz.
Ama
konunun anlaşılması bakımından öncelikle, komünist bir örgüt içinde hizip ne
demektir sorusunu yanıtlayarak, işe koyulmak yerinde olacaktır. Bilindiği üzere
hizip; bir siyasi örgüt içinde, o örgütün programı dışında bir program
oluşturmak ve örgüt disiplinin yerine kendi grup disiplinini geçiren bir
gruplaşmadır. Komünist örgütler saflarında hizip oluşturulmasına, yani ayrı bir
programı ve disiplini bulunan grupların doğmasına hiçbir şekilde izin
vermezler, veremezler. Bu, pratikte tek bir irade, tek bir düşünce, tek bir
eylem olarak harekete eden, M-L örgütlerin sınıf mücadelesini başarıyla
sürdürmeleri, bu Leninizm’in “ hiziplerin varlığıyla
bağdaşmayan
irade birliği olarak parti ” öğretisinin doğru kavranılmasının zorunlu bir
gereğidir. İşte dogmatik hizip, M-L Hareket içinde ayrı bir disiplin
oluşturarak, bir çok konuda daha doğru düzgün tartışma yapmadan-yapamadan,
yanlışlarda ayak direyerek “ ya bizim gibi düşünürsünüz yada disiplini tanımam”
diyerek örgüt disiplini yerine görüş disiplinin dayatmıştır.
Dogmatik
hizbin M-L Hareket içinde ortaya çıkması ve önemli düzeyde Hareket
saflarında
tahribat
yaratması nedensiz değildir. Bu nedeniyle yaşananları doğru kavramak, hizbe
karşı mücadele açısından önem taşıdığı kadarıyla, bu tecrübeyi doğru
değerlendirmek ve dersler çıkarmak bakımından da önemlidir.
Komünist
hareketin saflarında dogmatik hizbin ortaya çıkmasının nedeni sınıfsaldır.
İşçi
sınıfının
demokrasi savaşımında etkilenen ve devrimci fikirlere sempati duyan küçük
burjuva
unsurların
saflarımıza katılarak mücadelemiz içinde yer almaları dogmatik hizbin
ortaya
çıkmasına
nesnel bir sınıfsal temel yaratmıştır. Bu küçük burjuva unsurlar, işçi
sınıfı
hareketinin
devrimci disiplinini, kendilerini ezen bir cendere olarak görürler ve küçük
burjuva düşüncelere kolayca kapılmaya elverişlidirler.
İşte
M-L Hareket'in saflarına katılan ve işçi sınıfı hareketinin devrimci
disiplinine tahammül edemeyen küçük burjuva aceleciliğinde mustarip
dogmatik hizip ayrılıkları geliştirip
derinleştirmek
bakımından örgütsel anarşizmi vazeden görüşler geliştirmiş ve
M-L görüşlerden bir haber davranmıştı.
Dahası
dogmatik hizip M-L Hareket'in ve önderliğinin tartışma kampanyasını başlatmada
darbeci hatalı bir yöntem kullanması- hemen akabinde KK tartışma kampanyası
başlatılmasında işlenen hata ve zaafların özeleştirisini kapsamlı olarak
yaptığı halde dogmatik yıkıcılar KK’nin ve haliyle de örgütün disiplinini
tanımamakta ısrarlı olmuşlardır. Ve bazı hata ve zaafları da istismar
ederek tasfiyeci hiziplerini genişletmeye çabalayan bu küçük burjuva unsunlar
sonuçta hizipçiliğin kara bayrağını kaldırmışlar, yıkıcı ve
parçalayıcı tutumlarıyla TKP-ML Hareketi'nin haklı itibarını, kendi gerici
amaçları için istismar etmeye
çalışmaktan
da geri durmamışlardır.
İşte
o dönemde dogmatik hizipçilerin durumunu belirleyen gerçekler bunlardır.
Örgütsel alanda açıktan anarşizmi vazeden görüşler, politik alanda M-L
Hareket'in görüşlerinde küçük burjuva akımların görüşleri doğrultusunda
savrulma, M-L Hareket'e düşmanlık, bu, şamatası büyük kendisi hiçbir ilke
tanımayan dogmatik hizbin temel özellikleridir. Dogmatik hizip M-L açtığı
mücadelede elbette kendi küçük burjuva niteliğine uygun yöntemler
kullanacaktı.
Nitekim
öyle oldu. Dedikodu, yalan, iftira başka bir deyişle “skandal ticareti”
bu dogmatiklerin başlıca mücadele yöntemi oldu.
Dogmatik
hizip, tartışma sürecinde umutsuzca çıkmaz bir yola girmenin can havliyle en
kör
gözün
görebileceği yalanları söylemekten tereddüt etmedi.
Yine
tartışma sürecinde dogmatik hizbin başka bir özelliği de ilkelerden yoksun
oluşu,
kısacası
ilkesizliği ilke edinmesidir. Dogmatik şefler dün ak dediklerine hiç sıkılmadan
bir süre sonra kara demekten beis görmediler. Onların görüş değiştirmesi adeta
çamaşır değiştirmesi kadar kolay oldu. KK’nin mücadelesi ve tartışma
dönemindeki ilkeli duruşu, kadroları kazanma çabası, dogmatik hizbi tam bir
şaşkınlık içine itmiş ve verdiği sözlere uymamak için bin dereden su taşıyan
dogmatikler tartışmadan kaçmak için oportünist manevra üzerine manevra
yapmaktan geri durmamışlardır.
Haklarını
yememek gerekiyor dogmatiklerin. Değişmeyen ilkelerinden biriside, M-L harekete
karşı düşmanlık ilkesidir. Dogmatik hizbin saflarında kariyeristlerden
sağcılara bin bir konuda anlaşamayacakların Hareket düşmanlığı temelinde
buluşmaları tesadüfi değildir. Çünkü aralarındaki ciddi görüş ayrılığına
rağmen, tümünü birleştiren ortak bir noktaya sahiptirler.
M-L
Hareket'e ve onun düşüncelerine düşmanlık! İşte onların değişmez ilkesi budur!
Elbette
tartışmada kaçan dogmatiklerin saflarında bir çok iyi niyetli devrimci
unsurun
cereyana
kapılmasından kurtarmak, onların tartışmaya katılmasıyla mümkün olacaktı. Bunun
içirdir ki KK tartışma kampanyasını birlik -eleştiri- birlik yaklaşımı
içinde ele alarak
dogmatizm
rüzgarına kapılanları kurtarmaya çalışmıştır.
Akılda
tutmamız gereken bir başka nokta dogmatik hizbin ortaya çıkmasının M-L
Hareket'in işlemiş olduğu oportünist hataların bir nevi cezası olduğu
gerçeğidir. Tartışma kampanyasının sonuna kadar da gidilmiş olsaydı da yine de
dogmatikler örgütte azınlık olarak kalmaları kaçınılmaz olacak ve Kongre yada
konferansta kopup gideceklerdi.
Keza
dogmatikler belki de tartışma kampanyasının sonuna kadar kalmış olsalar
da
yıkıcılıkları
daha sınırlı kalacaktı. KK karşısında ideolojik-teorik olarak
tutunamayacaklarını
gören
dogmatik şefler örgütün merkezi disiplini yerine görüş disiplini dayatarak,
açıktan
örgüt
yıkıcılığı yapmışladır.
Neki tartışmanın sonuna kadar gidilmesi bir
Konferans yada Kongrenin toplanması
durumunda,
dogmatikler, M-L Hareket'e ciddi bir darbe vuramayacaklarını biliyordu.
Keza
önce
İstanbul Bölge Yönetimi, ardında Yurtdışı Bölge Yönetimi, Dersim-Erzincan,
Kars,
ve bazı
zindanlarda öne çıkmış bazı kadro ve kadro adayanın dogmatik hizbin
peşinde
gitmesinde, dogmatiklerin durumu görerek erken ayrılık ilan etmelerinin
belirleyici etkisi olmuştur. 73 yenilgisinin nedenlerinden; sosyo ekonomik
yapıya, devrimin yolundan, ittifaklara ve temel çalışma alanlarına uzanan,
kısacası Türkiye Kuzey Kürdistan devriminin temel sorunlarını kapsayan ve
Hareket'in teorik-politik alanda hatalardan kurtularak derinleşmesini sağlayan
tartışma kampanyası demokratik merkeziyetçilik temelinde yürümüş olsaydı, sonuç
dogmatiklerin aleyhine olacaktı.
Ama dogmatik hizipçiler bu gerçeği önceden
gördükleri ve tartışmanın sonucunda bir kongre
yada
konferans toplandığında çoğunluğun KK’nın düşüncelerinin lehine çıkma
olasılığının
yüksek
olmasını anladıklarından dolayı, KK’nın nezdinde de örgütün disipline uymada
dayatmacı,
pazarlıkçı ikili davranış içinde olmaları bu gerçeği göstermekteydi.
Nitekim KK’nın İBY’ne örgütün disiplinin
tanıyıp tanımadıklarını sorduklarında, son
görüşmede
açıktan zaman kazanma ve hesaplı davranış içinde disiplini tanıdıklarını
söyleyerek,
aslında örgütün disiplini tanımadıklarını ve başından itibaren ayrılık yanlısı
olduklarını ortaya koymuşlardı.
Haliyle
bu süreçte gerçek, İBY’nin başını çektiği dogmatik hizip ideolojik-politik ve
pratik olarak M-L Hareket'e ve önderliğe karşı objektif olarak bir cephe
oluşturduğudur. Aslında dogmatik hizbe karşı mücadeleyi, aynı zamanda yılların
birikmiş olan hata ve zaaflarına karşı mücadele ederek, ideolojik köklerini
kurutmak için yürüttüğümüz mücadeleyle birleştirmekti.
Dogmatik
hizbin ve benzer olumsuzlukların ortaya çıkmasının önlenmesi, bu tür
ihtimallerin
asgariye
indirilmesi, ancak hizbin yeşerme ve boy atma imkanı bulduğu bu toprağın
temizlenmesiyle
mümkündür. Bunu başardığımızda, dogmatik hizbe karşı kazanılacak en başarılı
zafer bile, bir yarım zafer olarak kalacaktır. Yeni olumsuzlukların yeşermesi
için elverişli zemin muhafaza edilmiş ve belki de daha önemli olumsuzluklara
zemin yaratmaya devam etmiş olacaktır.
Dogmatiklerin
Örgütsel Yıkıcılıkta Tutukları Yol Örgütsel Anarşizm Olmuştur.
Dogmatik
hizbin temel özelliklerinden birisinin, örgütsel anarşizmi savunma
olduğunu
belirtmiştik.
Bu konuya daha yakın eğilerek M-L örgüt içi mücadele
anlayışını ortaya
koyalım
ve dogmatik hizbin anarşist görüşlerini ve çizdiği pratiği sergileyelim.
Dogmatikler
cenahı, örgüt içi mücadelede örgütsel anarşizmi savunuyordu. Bilindiği üzere
işçi sınıfı, toplum içinde yer alan sınıflardan çitlerle ayrılmış değildir.
Dolayısıyla toplum içinde yer alan diğer sınıfların düşünce eylemleri,
kültürleri, gelenek ve alışkanlıkları işçi sınıfını etkilemeden, onun üzerinden
iz bırakmadan edemez.
Farklı
fikirlere, ayrıca modern toplumda işçi sınıfının çeşitli katmanlarının
mevcudiyetine
temel
oluşturur. Bu durum, işçi sınıfının en yüksek örgütü, sınıf bilinçli müfrezesi
olan işçi
sınıfı
partisi içine yansır. Parti içinde, doğru ile yanlış fikirler arasında sürekli
bir mücadele ve
M-L
fikirler parti dışında olduğu gibi, parti içindeki mücadele ile gelişir,
güçlenir ve
sağlamlaşırlar.
Dahası içinde böyle bir mücadele bulunmayan parti, ölü partidir, canlılığını
yitirmiştir. Bu mücadele doğru tarzda ele alınıp yürütüldüğünde, partiyi
geliştirip ileriye doğru iter. Bu konuda görüşlerine kimsenin itiraz
edemeyeceği Lenin’e başvuralım.
Lenin
1903'deki RSDİP'İN 2.Kongresini incelmesinde şunları söylüyor: “ partide
görüş ayrılıkları mücadeleye, anarşiye ve parçalanmaya yol açmadıkça, bütün
yoldaşların ve parti üyelerinin rızasıyla sınırları aşmadıkça, kaçınılmaz ve
temel birşeydir.
Ve
kongrede, partinin sağ kanadına karşı Akimov ve Akselrod Martinov ve Martova
karşı
verdiğimiz
mücadelede sınırları hiçbir zaman aşmadık. “ (Bir Adım İleri İki adım
Geri.s.175)
Burada
Akimov ve Martinov’un ekonomist ve Martov ve Akseldro’vun Menşevik
olduğunu
hemen
hatırlayalım.
Lenin’inde
belirtmiş olduğu gibi, partide görüş ayrılıkları temel ve kaçınılmazdır.
Önemli
olan
bu görüş ayrılıklarına karşı aynı örgüt çatısı altında mücadele halinde bir arada
bulunup-bulunmayacak nitelikte olduklarının doğru tespiti ve görüş ayrılıklarının
mücadelesinin, ne tarzda hangi örgütsel ilkelere bağlı yürütülmesidir. Bu
sorunlara açıklık getirmemiz dogmatik hiziple aramızdaki anlayış farkının bir
biçimde belirmesine hizmet edecektir.
M-L
örgüt, saflarında görüş ayrılıklarının bulunmasını tabi ve kaçınılmaz görür.
Ancak
herşeyden
önce görüş ayrılıklarının üzerine giderek yanlış fikirlerin düzeltilmesini,
doğrunun yanlış üzerinde zafer kazanmasını sağlamaya çalışır. Birlik-eleştiri-birlik
ilkesine bağlı kalarak ikna yoluyla görüş ayrılıklarını gidermeye
çalışır.
Farklı
görüşlerin mücadele olmaksızın kendilerini korumalarına, fikir ayrılıklarının
gelişip
kökleşmesine
izin vermez. M-L örgütte burjuva ve küçük burjuva düşüncelerin yeşerip
boy
atmasına
izin verilmesi; örgütün M-L niteliğinin bozulması tehlikesinin dogmasına yol
açmak ve giderek, bu düşüncelerin örgütü burjuva ve küçük burjuva örgüte
dönüştürmesinin şartlarını yaratması anlamına gelir. İşte bu nedenle, örgüt içi
görüş ayrılıklarının doğru bir tarzda üzerine gidilerek giderilmesi de o derece
temel ve M-L için kaçınılmazdır.
Buraya
kadar “görüş ayrılıkları ” örgüt içinde
bir veya birkaç noktada ortaya çıkan ve yanlış
görüşleri
onların esasta proleter devrimci olmalarını ortadan kaldırmayan, ancak onların
bir bütün olarak alındığında proleter devrimci esasa sahip düşünceleri
üzerindeki burjuva ve
küçük
burjuva etkileri yansıtan görüş farklarını anlattık ve bu kavram üzerinde
durduk.
Ancak,
bazen görüş ayrılıkları gelişip kökleşerek, iki ayrı sınıfın, burjuvazi ve
proletarya’nın ideolojisi ve politikası arasındaki farka tekabül eden çizgiler
haline, farklı sınıfları temsil eden çizgileri haline gelebilirler. Hiç
şüphesiz, M-L örgüt, görüş ayrılıklarının bu noktaya ulaşmasına izin vermez,
var gücüyle bu ayrıklıkları daha önceden gidermeye çalışır. Ama M-L'lerin bütün
çabasına rağmen, aynı örgüt içinde iki ayrı sınıfa ait çizgi farkı ortaya
çıkabilir. M-L'lerin çabası böyle bir gelişmeyi önlemde yeterli olmayabilir.
İki ayrı sınıfa ait çizgilerin varlığı, M-L’lerin istek ve iradesi dışında bir
olgu objektif bir olgu haline gelmiştir. Bu şartlarda M-L çizgi, oportünist
çizgiyi örgütten tasfiyeye yönelir. Bu oportünistlerin iknası yoluyla
değil,
kadroların
iknası temelinde oportünizmin tasfiyesi yoluyla gerçekleşir.
İki
çizgi, M-L'lere rağmen ortaya çıktığında, yapılması gereken, örgütü M-L safta
toplayarak,
oportünizmi
tasfiye etmektir. Şayet M-L’ler, örgütte çoğunluğa sahip iseler ve
yönetici
organları
ellerinde tutuyor iseler zaten sorun yoktur. Bu durumda, kadroların M-L
etrafında
geniş
ve en sıkı birliğini, bu çoğunluğa dayanarak oportünizmi tasfiye etmek
gerekir.
Ancak,
M-L’ler örgütte azınlıkta iseler ve muhalefet durumunda kalmışlarsa, sorun
farklı
ele
alınmalıdır. Bu taktirde örgüt M-L niteliğini henüz yitirmemişse, doğru fikirleri
örgüt
çoğunluğuna
kavratarak örgütü örgütü kendi saflarına kazanma imkanı tükenmemiş
demektir.
Bu durumda M-L'ler örgüt disiplinine uyarlar, örgüt içi demokrasiyi
işletirler,
demokrasinin
ihlaline karşı durur ve bunu yaptıklarında oportünistleri teşhir ederler.
M-L
örgütün
normal organlarını işleterek (kongre, konferansın gibi.) daha önce örgüt
içi
demokrasiyi
işleterek, taraflarına kazandıkları örgüt, çoğunluğuna dayanarak yönetimi
ele
geçirir
ve oportünizmi tasfiye ederler.
Örgüt
M-L kaldıkça, tutulması gereken doğru yol budur. Ancak örgüt oportünist bir
niteliğe
bürünmüşse,
M-L'ler tüm sağlam unsurları toplayarak ,örgütten ayrılırlar. Bu durumda esas
olan budur. Bu şartlarda örgüt çatısı altında kalmak, geçici olarak taktik
nedenlerle mümkün
olabilir.
Nitekim
komünist hareketin tarihi, söylediklerimizi doğrulayan değerli deneylerle
doludur.
Lenin
ve Bolşeviklerin tutumunu, Lenin’in “örgütlenme” adlı eserine ve Komünist
Enternasyonal
Yürütme Komitesi Örgütlenme Büro başkanı tarafından yazılan önsüzün de
okuyalım.
“ Lenin fikir ayrılıklarını asla gizlemezdi, aman karışıklık çıkmasın, barış,
birlik, beraberlik korunsun diyerek bu ayrılıkları asla saklamadı; tersine,
bütün sapmalara ve bütün hatalara karşı-devrimci coşkuyla sonuna kadar mücadele
etti. Bölünmelerden korkmadı ve sadece Menşevik tasfiyecilerin değil aynı
zamanda lafta devrimcilerin, Otzovistlerin,
Ültimatomcuların,
tanrı yapıcılarının da partiden atılması konusunda bir an bocalamadı.
Bununla
beraber Lenin hiçbir zaman ille de bölünmeden yana olmamıştır. O, yolunu
şaşırmış yoldaşların devrimci Marksizm-Leninizm yoluna dönmeleri için ilk önce
bütün imkanları kullanırdı. Ancak bu çabaları için hiçbir olumlu sonuç
vermezse, o zaman ilişkilerini kararlılıkla keserdi.
Birinci
bölümden sonra,1905 yılında Menşevikler devrimci kitlelerin baskısıyla kuvvetle
sola kayarak, pratik devrimci mücadele içinde Bolşeviklere yakınlaştıklarında
bizzat Lenin birliği savundu. Bunun sonucu 1906 yılının ilkbaharında RSDİP’in
dördüncü (Birlik) Kongresi toplandı. Menşevikler çoğunluğu ele geçirdi. Ama
Lenin partide ayrılmadı, tam tersine patiyi içeride kazanmak için mücadeleye
koyuldu. Nitekim RSDİP 1907 yılındaki Beşinci Kongresinde Bolşevikler çoğunluğu
elde etmeyi başardılar. Parti yönetimi Bolşeviklere geçti.”
(Örgütlenme.sy.32-33 )
Lenin
yoldaş için demokratik merkeziyetçiliğin işlemesi ve eleştiri özgürlüğünün
varlığı
partinin
sıkı disiplini bakımından önem taşıyordu. Lenin 1906-1907 yıllarında
disipline
uyarak
parti içinde kaldı. O dönemde yapılan Duma seçimiyle ilgili disiplin sorunu
hakkında
(Bolşevikler
Kadetlerle ittifaka karşıydılar ) Lenin şunları söylüyor:
“Ancak
yetkili organlar bir kez karara vardıktan sonra bir bütün parti üyeleri tek bir
adam gibi
davranırız.
Yani belki de bir eli de Odesalı Bir Bolşevik, bir Bolşevik için iğrençte olsa,
oy
sanığına
bir Kadetin ismini taşıyan oy pusulasını atmak zorunda kalacak, bir Moskovalı
Menşevik ise Kadetlere oy vermediği için yüreği yana yana yalnızca
Sosyal-demokratlara-Komünistlere- oy verecektir”( aynı yerde.sf.36.)
Lenin
yoldaş görüş ayrılığına rağmen, ilkeler de var olan bir birlik temelinde
oluşturulan
sosyal-demokrat
(komünist) işçilerin birliğini süreli savunmuştur. İllegal partiye
katılmanın
oportünizmle
ayrılığın can alıcı noktasını oluşturduğu 1913’te ayrı bir yeni tipte bir
komünist Bolşevik partisinin örgütlendiği 1912 sonrası şartlarında Lenin şu
görüşleri savunuyordu:
“ RSDİP’in
örgütü benimsendiği ve bu örgüte girildiği taktirde, her eğilimde ve her
fikirden
işçi
sosyal-demokratların birliği, işçi sınıfı hareketinin tüm çıkarlarının gerekli
kıldığı mutlak bir zorunluluktur.” ( Örgütlenme.205 )
Kanıtlar
çoğaltılabilir. Ancak bu kadarı yeterlidir. Açıkça görüldüğü gibi Lenin
ve
Bolşevikler,
örgüt içi mücadelede, örgüt Marksist-Leninist olduğu sürece disipline
bağlı
kalarak
mücadeleyi esas almışlardır, görüş ayrılıklarını ilkeli bir tarzda çözmeye
çalışmışlar,
her
durumda örgüt çoğunluğunu yanlarına çekmeye önem vermişlerdir.
Yine
Bulgaristan Komünist Partisinin deneyimi de aynı anlayışı doğrulayan başka
bir
örnektir.
Bulgaristan da 1929 yılında Sol sekterler BKP’nin yönetimini ele geçirdiler ve
1935 yılına dek parti yönetimini ellerinde tuttular. Bu dönemde BKP izlemiş
olduğu sol sekter çizgi nedeniyle ağır kayıplara uğramıştı.
Neki
M-L’ler BKP, M-L karakterini koruduğu için BKP içinde kalarak, Sol sekter
yönetime
ve
onların oluşturduğu fraksiyona karşı sürekli mücadele ettiler. Komintern’in de
yardımıyla,
bu
mücadele 1935 yılının başında başarıya ulaştı ve sol sekter çizgi tasfiye
edildi. Bu konuda Dimitrov şunları söylüyor:
“ Parti
varlığı ve gelişmesi yolunda yeniden ciddi tehlike ile karşılaşmıştı. Onun kurtarılması
bütün
güçleri gererek, solcu sekter hareket hattını tasfiye etmek, parti yönetimini
solcu
sekterlerin
elinden almak ve kesin olarak devrimci boş boğazlıktan gerçek Bolşevik
kitle
çalışma
ve mücadelesine geçmek gerekiyordu. Ancak parti çalışmasının bütün
alanlarında
sekter
tahrifatlarını çabucak yenmektedir ki, Partinin halk tabakalarıyla bağlarını
yeniden
kurmasına
yardım edebilir ve Onun askeri faşist diktatörlüğü yıkarak halkçı,
anti-faşist
cepheyi
muktedir bir hale koyabilirdi.
“
Partimiz, gizlilik şartlarının ve faşist terörün doğurduğu zorluklara rağmen
Komünist
enternasyonalin
yardımıyla bu önemli görevi başarıyla yerine getirdi.” ( Dimitrov. Seçme
Esreler.Cilt-3.sy.237-238
)
Ayrıca
kendilerine Maoist diyen bu dogmatik cenahın, ÇKP tarihinden sanırız bilgisi
vardır.
ÇKP
tarihine baktığımızda karşımızda 1935 yılına kadar önderliği bir çok değişik
sayıda sol
çizgiyi
savunana hiziplerin egemen olduğu ve bu duruma 1935 yılında Mao Zedung’un
kızıl
ordu
yöneticilerine dayanarak Tsunyi dağında yapılan bir darbe toplantısıyla ÇKP’yi
ele
geçirdiklerini
görüyoruz.
Nitekim
Mao Zedung, örgüt önderliğini doğru görmediği ve değişik klikler ele geçirmiş
olduğu
halde,
örgütten ayrılarak başka bir örgüt kurmaya yönelmiyor. Bu da hem örgüt içinde
iki çizgiyi mutlaka olarak savunacaksın, hem de önderlik benim gibi düşünmüyor
o halde oportünistlerin disipline uymam diyerek kolay yoldan kendisini örgüt
dışına atarak, örgütün ana gövdesi “oportünist, tasfiyeci denilen” önderliğin
denetimine bırakılmış oluyor.
Yukarıda
aktarmış olduğumuz örnekler bir biriyle uyum halinden olduğu gibi aynı
zamanda
M-L
bir örgütte yanlışlara karşı mücadele anlayışının ne olması gerektiğini
ortaya
koymaktadır.
Bizim baştan itibaren KK döneminden bu yana savunduğumuz anlayış da
budur.
Ama,
1976 yılında KK’nın önderliğinde başlatılan tartışmaya karşı, aynı hatta duran
dogmatik hizipçilerin hemen hepsi de, örgüt içi mücadelede hatalı sol sekter
bir çizgide hareket etmişlerdir.
Nitekim
dogmatik hizipçiler örgüt yıkıcılıklarını mazur gösterebilmek için,
oportünizmle
uzlaşılıcıktan
sekterliğe dek varan çeşitli görüşleri savunmakta, son geldikleri noktada
örgütsel
anarşizmin teorisini yapmaktaydılar. Dogmatiklerin tek amacı örgüt
yıkıcılıklarını
kitabına
uydurmaktı.
Bu
dogmatiklerin-Bolşevik Partizan'ın örgüt içi mücadelede çift standartçı bir
konumda
duruşunu
demagoji ile gizlemeye çalışması ve KK’nın söylemleri ortada olduğu halde,
kendi
sübjektif
niyetini objektif gerçek yerine geçirme savunuculuğuna soyunarak, laf
kalabalığıyla
tarihi
gerçekleri ters yüz etme çabalarının tek bir nedeni vardır, oda örgüt içi
mücadele
yönteminde
tutulan yanlış yoldur. Kuşku yok ki dogmatikler 1976 tartışma
kampanyasında
örgütsel
anarşimizi vaaz etmişlerdir.
Peki
dogmatik hizip ne dedi ne yaptı. Tartışma kampanyasında demokratik
merkeziyetçilik
temelinde
tartışma yayın organı Proleter Birlik’te herkesin düşüncelerin özgürce ortaya
koyup tartıştığı ve yine farklı düşüncelerin yayınlanmasında herhangi bir
kısıtlamanın söz konusu olmadığı platformu kullanmayarak mızıkçılık yapan
dogmatikler, KK’nın önderliğini aslında başından itibaren tanımayarak hatta
itiraf ettikleri gibi örgüt disiplinine- biz KK’nın değil, örgütün yani
görüşlerin disiplinine bağlıyız- göstermelik uyuyor göründükleri yönlü
açıklamaları
ve bizim istemlerimizi kabul etmezseniz biz birlikte yürümeyiz
diyerek, tartışmadan kaçarcasına ayrılığı ilan ederek örgüt saflarını terk
etmesi, bu dogmatik hizbin kendilerine ve fikirlerine inançsızlık yanında
M-L olarak gördüğü kadrolara güven duymadıklarını gösteriyor.
Dogmatik
hizip, “tasfiyeci, oportünist inkarcı” dedikleri M-L Hareket içinde kaldıkları
sürece
etkilerini
yayamamalarını kaçınılmaz görüyorlar. Haliyle buradan yola çıkarak da onlarla
bir arada kalınamayacaklarını öne sürdüler.
Nitekim
söyledikleri, uzun süre bir arada kalınmayı imkansız kılacak çizgi ayrılığının
varlığı söz konusu olsa bile tutarsızdır. Çünkü şayet M-L kadroların ezici
çoğunluğu karşı safta yer almışsa, hareket içinde ideolojik mücadele yürüterek
bu kadroları kazanmak zorunludur.
Bunu
reddetmek, kendine inançsızlıktır!!! ve oportünizm ideolojik mücadeleyle alt
edilemez
yaftasıyla
örtülemek istenmektedir bu inançsızlık. Bu durumda hala “tasfiyeci oportünizm
ve inkarcılığın” bünyeyi sarmasından ciddi ciddi söz edilebiliyorsa, bunun
anlamı açıktır. Dogmatiklerin tartışma gemisini erkence terk etmelerinin
altında yatan esas neden kendi etraflarında yer alan kadroların
kendilerini terk edebileceğini, M-L görüşlerden etkileneceğini
düşünmektedirler. Bu nedenle de hiç yoktan iyidir, bari etkilediğimiz kadroları
yitirmeyelim,
yaklaşımıyla
hareket ediyorlar.
M-L
Hareket'in büyük çoğunluğunun, hizipçilerin kendi açılarından bırakın
hastalığa tutulma ihtimalini, “ hastalığın pençesinde kıvrandıkları” şartlarda
tutup, hastalığın bünyeyi sarması ihtimalini önlemek için ayrıldıklarını
söylemek, kendi etrafında topladıkları kadroyu yıkıcı emellerine alet
edebilmenin teorisini yapmaktır. Örgütsel anarşizm en berbat haliyle
savunulmaktadır.
Tasfiyeci
oportünizm ve inkarcılığa karşı mücadele onların çizdiği sınırlar
içinde yürütülemez görüşü de, halis örgütsel anarşist bir görüştür. Lenin,
Dimitrov ve Mao örneklerinde hangi sınırlar içinde mücadele ettiler? Bu
sınır örgüt sınırları değil mi dir.
Program
ve tüzüğün sınırlarını çizip kurallarını koyduğu bir mücadele söz konusu değil
mi
dir?
İki çizginin oluştuğu şartlarda, oportünizme karşı mücadelede zafer kazanmak
için
komünistler
M-L örgütün program ve tüzüğüne bağlı kalarak, tüzüğün emrettiği
yöntemleri
kullanarak
mücadele ederler. M-L’lerin bu şartlarda doğru mücadele yöntemi budur. Bundan
başka mücadele yöntemi yoktur. ( tabi ki tüzüğe yani demokratik
merkeziyetçiliğe bağlı
kalındığı
sürece)
Şayet
M-L örgüt ortaya bir platform koyup yöntem belirlemişse - ki program ve
tüzük bunları belirler- M-L’ler, oportünistlerin platformunda ve yöntemleriyle
mücadele etmezler görüşü iki anlama gelebilir. Birincisi, oportünist hareketin
platformunu ve yöntemlerini tanımamaktadır.
İkincisi,
sözde M-L’lerin hareketin koyduğu platform ve yöntemleri elverişsizdir.
Dogmatik
hizip
bu ayrımı ortaya koymaktan özenle kaçındılar.
Çünkü
M-L Hareket'in platformunda iç mücadele yöntemlerinde ayrı olarak” kendi tayin
ettikleri platformda, kendi yöntemleriyle mücadele edeceklerini” açıkça
belirtmekten geri durmadılar. Bu alandaki itiraflar dogmatiklerin komünist
hareketin örgütsel ilkelerinde ne kadar uzaklaştıklarını ortaya koyuyordu.
KK
ise başından itibaren -tartışma kampanyasının başlatılmasında düşülen
önemli darbeci hatanın dışında- komünist harekete, onu bağlayan platforma
ve yöntemlere sahip çıkmışlar ve çıkmaya devam edeceklerdir.
Kısacası,
dogmatik oportünistler M-L hareket içinde iki çizgi oluşur oluşmaz
-kadroları
kazanma
ve harekete doğru çizgiyi hakim kılma yerine- azınlıkta kalındığı
şartlarda hemen
ayrılmayı
getiriyorlar. Mazeretleri de hazır: “sonra hastalık tüm bünyeyi sarara”,
“bizim ayrı
platformumuz
ve yöntemlerimiz var”. İşte kendisine güvenmeyen, kadrolara güvenmeyen
tasfiyeci
öz burada sırıtıyor. Onlar kendilerini hiçbir örgütsel ilkeye kurala bağlı
saymıyorlar.
Her
zaman ayrılma ve yıkmanın teorisini yapıyorlar.
Dahası
örgütsel ilkeler ve kurallar yerine, “ bana göre iyi ise
doğrudur”, tasfiyeci anlayış
tamda
budur. Çünkü onun hareketi kazanmak gibi bir hedefi yoktur ve bunu da
yapmayacaklarını
biliyoruz. Dogmatikler, “M-L hareket oportünistlere ve inkarcılara
teslim
edilemez”
diyorlar. Oysa kendi görüş açılarından bile şimdiki davranışları tutarsızdır.
Çünkü onlar, M-L Hareket'i gerçek sahibi olan "tasfiyecilere,
düşmanlarına" terk etmişlerdir.
Dogmatikler
tartışma sürecinde M-L ilkelere teoriye bağlı kalmayı değil, kendi
ihtiyaçlarına
göre
M-L kılıklı anarşist teoriler üretmeyi esas almışlardır.
Nitekim işin içinde çıkmada
zorlanan
dogmatiklerin anarşist davranışlarını mazur gösterecek teoriye ihtiyaçları
olmuştur.
Keza
biliyoruz ki oportünizm en çok ilkesizlik ve istikrasızlığa gereksinim
duymuştur.
M-L’lerin
Örgüt İçi Mücadele Anlayışı ve Dogmatiklerin Disiplin Tanımazlığı
Bolşevik
Partizan'ın ısrar ve inatla görmek istemediği, İBY’nin hizipçiliğini
gizlemeye
çalıştıkları
yada ideolojik-politik olarak aynı düşünmeleri nedeniyle mazur gördükleri
dogmatiklerin
bir diğer görüşü üzerinde duralım. .”
Biz Kaypakkaya yoldaşın ortaya koyduğu
görüşleri savunuyor ve bu görüşlerin disiplinini tanıyor, merkezi önderliğin
yani KK’nın örgütümüzün görüşlerini reddeden disiplinini tanımıyoruz” görüşleri
üzerinde duralım.
KK,
dogmatiklerin bu görüşlerinin açıktan M-L harekette merkezi disiplini
reddetmenin aynı
zamanda
harekette kalmayı reddetmek ve hareketi parçalama amacı taşıdığını kabul etmek
anlamına geldiğini ortaya koydu. Ünlü görüş disiplininin anarşist özünü ortaya
koydu. Bu görüşü disiplinin aynı zamanda Troçkist bir görüş olduğu, örgüt
içinde hizip özgürlüğü anlamına geldiğini bilinmez bir durum değildi.
Dogmatiklerin bu anarşist görüşü M-L’ Hareket'i bölüp-parçalamanın
gerekçesi yapıldı. İşin daha da ilginci dogmatiklerin tasfiyeci hizipçi girişimi
mutlaka mazur göstermek, yeni ayrılıkçı anlayışı geliştirerek durumu kurtarmak
gerekiyordu.
Bu
amaçla iki çizgi oluştuğunda hemen ayrılık görüşü öne sürülerek örgütsel
anarşizme kılıf geçirilmeye
çalışıldı. Haliyle dogmatiklerce örgütsel anarşizm bir şekilde inceltilerek savunuluyordu.
Dogmatiklerin örgüt saflarını erkence terk etmeleri onların kendi düşüncelerinin
mücadelesini vermede ve kadrolara güvenmede ne kadar sorunlu olduklarını
gösteriyordu. Bolşevik Partizan ve Partizan cenahı aslında örgüt içi mücadelede
örgütsel anarşizmi savunuyorlardı. Bundan dolayı bu cenahta ilke ve istikrara
yoktu. En önemli ilke meselelerinde de, dün ak dediklerine bugün kara diyebilmekteydiler.
Şimdi
de M-L’lerin örgüt içi mücadele yöntemleri üzerinde duralım. M-L örgütlerde
örgüt içi mücadele tüzük tarafından belirlenmiş esaslara göre, disiplin
çerçevesinde yürütülür. Örgüt içinde anarşist davranışlara, disiplinsizliğe yer
verilmez. M-L örgütler organlardan oluşur ve örgüt içi mücadelenin yeri
organlardır. Organlar ve organların disiplinini tanımamak örgütü tanımamakla
aynı şeydir. " Ben örgütün disiplinini tanımıyorum, sadece organların
disiplinin tanıyorum” türünden görüşler anarşizmi vaaz eden görüşlerdir, bunu
söyleyerek örgütü tanımadığını söylemektedir. Çünkü organlar olmadığında,
tanımadığında, örgüt yoktur ve örgütü tanımamaktadır.
Lenin’in
belirttiği gibi örgüt içinde görüşlerini hakim kılmaya çalışan kişiler, önce
örgütü
inandırmaya
çalışırlar. Doğal ve ilkeli olan budur. Lenin bu konuda şunları söylüyor:
“
Kendi görüşleri çevresinde toplamak istedikleri bir kuruluşta çoğunluğu( özel
olarak)
sağlamadan
önce, başkalarını inandırmaya çalışmayı reddeden hiçbir ilke sahibi kişi
görülmemiştir,
görülmeyecektir.” (Bir adım ileri İki Adım Geri sy.183)
Yalnızca
bu alıntı bile dogmatik hizbin ilkesi ve kuralsızlığını kanıtlamaya yeter.
Çünkü bir
örgüt
M-L olduğu sürece, çoğunluğu kazanmaya çalışmaktan daha doğal bir şey
olmaz.
Bunun
yolu da onları inandırmaktan geçer şartları elverişsiz de olsa, azınlıkta
kalınılsa da
yapılması
gereken budur. Bunun reddedenler anacak ilkesizler olabilir.
Fakat
bu çoğunluğu inandırma çalışması ilkelere ve kurallara göre yürümek zorundadır.
Bu kurallar örgüt üyelerinin ortak rızasıyla mücadelenin sınırlarını belirleyen
tüzükte yansır. Zaten tüzük, kongrede kabul edilir ve örgüte her üye olan
bu tüzüğe uymayı kabullenerek girer. İşte mücadele bu sınırlar içinde
tüzük kurallarına, disipline uygun olarak gerçekleştirilmelidir. M-L’ler
örgüt içi mücadelede Lenin’in şu sözleri sürekli hatırda tutarlar:
“
Parti üyeleri arasındaki görüş ayrılıklarını daha serinkanlı tartışmak ve
ayrılıkların
çalışmamızı
bölmemesini, faaliyetlerimizi aksatmamasını, merkez kuruluşlarımızın işlevini
baltalamamasını sağlamak gereğini daha iyi kavrıyoruz.”( Sağ ve Sol Sapmalar
Üzerine.22.)
Kısacası
örgüt içi pratik faaliyetleri aksatmamalı, merkezi kuruluşların görevlerini
yerine getirmesini engellememelidir.
Elbette buda disipline uymakla mümkündür.
Merkezi organların disiplinine uymamak, yönetimini kabul etmemek, örgütte
kalmamak, örgütü yıkmaya çalışmak anlamına gelir. Burada sözü yine Lenin’e
bırakalım. Lenin Menşevikler için şunu söylüyor.
“Kullandıkları
yöntem partinin bir bölümünün nefret ettiği, merkezi organların yönetimi
altında çalışmayı reddetmekti. Ama dünyada hiçbir partinin, hiçbir merkezi
kurumu onun yönetimini kabul etmeyen kişileri yönetme yeteneğine sahip olduğunu
kanıtlayabilir mi. Merkezi organların yönetimini kabul etmemek, partide kalmayı
reddetmekle aynı şeydir. Bu bir yıkma yöntemidir, inandırma yöntemi değildir.
İnandırma yerine yıkma çabasında bulunulması, tutarlı ilkelerden, kendi
fikirlerine inançtan yoksun olduklarını gösterir” (Bir Adım İleri İki Adım
Geri.sy. 195)
Lenin’in
bu sözleri dogmatik hizbin durumunu tam olarak tanımlamaktadır. İnandırma değil
yıkma yöntemi uygulayan dogmatik hizip merkezi organın yönetimini reddederek,
M-L Hareket'te kalmayı reddetmiş ve ayrılmıştır. Bu durum onların ilkesizliğini
ve kendi fikirlerine inançsızlığı ortaya koymaktadır.
M-L
örgüt içinde bazı kişilerle çalışmayı güvensizlik gerekçesiyle reddetmek ile
ilgili Lenin’in söylediği sözler, örgüt içi mücadeleye ışık tutmaktadır:
“Ama
şimdi bir parti üyesi oldum, genel olarak güven eksikliğini, ileri sürmeye
hakkım yok, çünkü bu eski grupların bütün kaprislerine ve saçma arzularına
kapıyı açık bırakmak olur. Şimdi ben ‘güvenimin’ yada ‘güven eksikliğimin’
bütün resmi nedenlerini göstermek, yani programımızın, taktiklerimizin, yada
tüzüğümüzün resmen kabul edilmiş ilklerini göstermek zorundayım.. Herhangi bir
neden göstermeksizin ‘güvenimi’ yada ‘güvensizliğimi’ ileri sürmemek, ve genel
olarak partinin herhangi bir kesiminin bütün kararlarının-bütün parti
tarafından değerlendirilmesi gerektiğini bilmek zorundayım; güven
eksikliğimi ifade ettiğim, yada bu güven eksikliğinin sonucu olarak ortaya
çıkan görüş ve isteklerin benimsenmesini sağlamaya çalıştığım zaman, resmen ön
görüşmüş işlemlere bağlı kalmak zorundayım.” ( Bir Adım İleri İki Adım
Geri.sy.230 )
Lenin’in
görüşleriyle, dogmatik oportünistlerin “kendi platformumuz ve yöntemlerimiz”
çığırtkanlıkları tam bir tezat halindedir. Çünkü ilkinde Leninizm’in örgütsel
ilkleri, ikincisinde ise anarşist örgüt ilkeleri ortaya konmuştur. Lenin’in
sözleri parti ruhundan yoksun bireyci, aydın, yarı-aydınların anlayamayacağı,
sindiremeyeceği şeylerdir. Dogmatik hizipçiler tamda bu durumdaydılar.
Kısacası,
örgüt içi mücadelede tüzük tarafından disiplin ilkelerine bağlı kalmak, M-L’ler
için zorunludur. Çünkü Onlar, örgütü iknayı oportünizme karşı mücadelede esas
alırlar. Çünkü onlar, ilkelidirler, kendi fikirlerine ve kadrolarına inanç
beslerler. Doğru fikirlerin kadrolar tarafından er geç kavranacağına inanırlar.
Örgüt M-L kaldıkça bu yolu tutarlar.
Dogmatik
hizip ise,1976 tartışma döneminde örgüt içi mücadelede hiçbir ilke hiçbir kural
tanımamıştır.
Onlara
göre doğruyu savunduğuna inanan, herşeyi yapma hakkını kendinde görür,
başkalarının ise aynı hakkı yoktur. Dogmatik hizbin örgütsel anarşizmi
proletaryanın çelik disiplininden ürken, bu disipline uymayı, bir çeşit
kölelik olarak gören küçük burjuva aydının bireyci tutumunu yansıtmaktadır.
Bu
konuda katıldığı düşünceleri Lenin Kaustky’den şöyle aktarıyor:
“Aydına
gelince durum oldukça farklıdır. O bileğinin gücüyle değil, kafasıyla savaşır.
Onun silahları kişisel bilgisi, kişisel yetenekleri, kişisel inançlardır.
Herhangi bir mevkiye ancak kendi kişisel niteliğiyle erişilebilir.
Bu
yüzden bireysel niteliğiyle erişilebilir. Bu yüzden bireyselliğin en özgür
davranışı, Ona başarılı faaliyetin başlıca koşullu olarak görünür. Bir bütüne
bağlı bir parça olarak görünür. Bir bütüne bağlı bir parça olarak ancak
zorlukla katlanması, yalnızca zorunluluktan gelir, eğilimden değil. Disiplin
gereğini, seçkin kafalar için, sadece kitleler için kabul eder. Ve kuşkusuz
kendini birinciler arasında sayar.”(Bir adım İleri İki Adım Geri.sy.152)
Dogmatik
Hizbin Kuru Gürültücü Aleksinski Yöntemleri ve İbrahim Kaypakkaya
İstismarı
Dogmatik
hizbin mücadele yöntemlerini incelerken iki özelliklerine daha dikkat çekmek
gerekiyor. İlki;Lenin’in deyimiyle Aleksinski yöntemleridir. Lenin bu yöntemi,
şöyle tanımlıyor:
“
Bolşevikler 1907 Londra kongresinde teorik tezlere cevap olarak bir ajitatör
gibi tavır takınıp şu veya bu tür sömürü ve baskıya karşı tumturaklı, ama
tamamen yersiz, cümlelere baş vurduğun da, Aleksinski’den ayrılacaklardır.
Delegelerimiz “yine bağırmaya başladı” diyorlardı. “Bağırma” Aleksinski’ye bir
şey getirmedi.”( Marksizmin Bir Karikatürü ve Emperyalist Ekononizm.sy.88.Koral
yayınları.)
Evet,
dogmatik hizipçiler aynen Aleksinski gibi davrandı. Dogmatiklerin yazılarında
daha çok içi boş tumturaklı laflar, İbrahim’i inkar etmek, örgütü tasfiye etmek
vb. demagojilerine sıklıkla başvuruludur. Özellikle örgüt içi mücadele
konusunda ilkelere bağlılık yerine bolca iftira, talan ve hayali
değerlendirmeler yer aldı.
Lenin'in
de belirtmiş olduğu gibi bağırıp-çağırma, Aleksinskiye bir şey kazandırmadı.
Süslü sözler, parlak ama kof cümleler, yüksek perdeden laflar kısacası
Aleksinski yöntemleri dogmatik hizbe hiç bir şey kazandırmamıştı. Aslında bu
tür yöntemlerin kullanılması, ideolojik ve politik aczinin farkına varanların
sorunların esasını gizleme, duygulara hitap ederek, çevresindekileri etkileme
yolunu tutma ihtiyacını hissetmekten gelmektedir.
Yine
dogmatik hizbin ve haliyle Bolşevik Partizan'dan diğer Partizan cenahının en
fazla öne çıkarıp istismara giriştiği olay İbrahim Kaypakkaya yoldaş olmuştur.
Bu durum adeta Partizan cenahının olmazsa olmazı olmuştur. Dogmatik hizip
Merkezi önderliğin karşısında savunacak bir şey bulamayınca, en kolay yoldan
tabanı etkilemek bakımından “İbrahim yoldaşa kimse dokunamaz, ve İbrahim’i
reddediyorlar” demagojisi olmuştur. İşin daha da ilginci KK ve Halkın
Birliğini “İbrahim Kaypakkaya yoldaşa ihanet ettikleri” iddiayla ortaya
çıktıkları halde, bir çoğu sınıf savaşımının dışına düştükleri gibi, KK'ya
karşı keskin İbocu geçinen TKP-ML Partizan önderliği, 12 eylül faşist askeri
darbenin ardında gözaltına alındıklarında-Süleyman Cihan dışında kalanların
çoğunluğu İbrahim Kaypakkaya’nın işkencede ser ver sır verme direniş geleneğini
yaşatamamışlar ve işkencede çözülmüşlerdir. Yine 1976 tartışma sürecini
baltalayan ve ayrılığı kışkırtan Hİ kısa dönem sonra dogmatikler ile farklı ideolojik-politik
hatta evrimleşerek saflarda atılmıştır. Aynı zamanda 1974’ten sonra Hareket'e
katılan Ahmet Kızıler grubu da -MZ deniliyor-, 1976 tartışmasında olumsuz ve
kışkırtıcı bir rol oynamıştır. A.Kızıler çok keskin İbrahim istismarcısı olarak
öne çıkmış ve Hareket'in hatalarının ortaya konmasın da rahatsızlık duymuş ve
tartışma kampanyasında ayrılığı kışkırtan baş rolcülerden olmuştur.
Neki
dogmatik hizbin önemli temsilcilerinden birisi olarak öne çıkan A.Kızıler
dogmatiklerle ideolojik –politik olarak anlaşamayarak yollarını ayırarak karşı
devrimci 3.dünya teorisinin savunucusu olarak ortaya çıktı, bir dönem Kurtuluş
Yolu adı altında bir dergi çıkardı ve ardında KK’yı “İbrahime ihanet etmekle
suçlayan”lar kapağı Aydınlığa atarak, Aydınlık safların da İbrahim yoldaşa
bolca küretmekten geri durmamışlardır. İbrahim istismarcılığına sınır tanımadan
devam eden dogmatik Partizanın önderleri KK’nın doğru devrimci tutumunu
çarpıtarak duygu sömürüsü yapmaya çalışmıştır. Kuşku yok ki dogmatik
hizipçilerin İbrahim Kaypakkaya yoldaşla istismar yöntemleri Aleksinski
yöntemlerinin bir parçası olan bu yönteminde bir şey kazandırmadığı ortadadır.
Dedikodu
ve Skandal Ticareti Dogmatik Hizbe Yarar Sağlamamıştır
Dogmatik
hizbin yöntemlerinden bahsederken son bir noktaya daha işaret edelim. Bu yöntem
dedikodu yöntemidir, skandal ticareti yöntemidir.
Sağda
solda kişiler hakkında dedikodular, kişilerin niteliği üzerinde durmak, hiçbir
belgeye dayanması mümkün olmayan kişilerin niteliği üzerinde durmak, hiçbir
belgeye dayanması mümkün olmayan kişiler arasındaki konuşmaları tahrif edip
kanıt getirme, hareket sırlarını uluorta herkese açıklamak, hatta
derneklerde
belge okumaya kalkmak başvurdukları başlıca yöntemlerdir.
Tabi
ki gözlerini kırpmadan yalan ve iftiraya başvurmaları da cabası. Zaten, kişi
bir kez bu yolu tuttumu zorunlu olarak yalan ve iftiraya başvurur. Kısacası
dedikodu, skandal ticareti dogmatik hizbin önemli bir yöntemidir.
Bu
gizlilik konusunda kendisini açığa vuran en kaba örgütsel Menşevizmle,
laçkalıkla birleşmektedir.
Bu
yöntemler dogmatik hizbin niteliğine uygundur. Çünkü onlar, örgütsel ilkleri
sorunun ideolojik ve politik yönünü öne çıkarıp, esaslar üzerine tartışacak
gücü kendisinde bulamamaktadırlar. Bu nedenle ayrıntılar içinde sorunu boğmak,
ilkeleri bir yana itmek bir ayrımda sözde çelişki yakalayıp kafa karıştırmak,
kişileri kötülemek yolunu tutuyorlar. Aslında bu onların kendi ilkelerine
güvenmediklerinin ve sorunu buraya çekerek parsa toplamaya çalıştıklarının
kanıtıdır.
Şimdi
Lenin’in bu tür mücadele yöntemlerini nasıl mahkum ettiğini görelim. İspati
olmayan özel konuşmalar dolayısıyla yalancılık suçlaması için Lenin şunları
söylüyor:
“
Provokasyonun, kimin yalancı olduğunu soran bu metodu, yalnızca bir kavga için
bahane arayan bir kabadayıya veya davranışındaki gülünçlüğü fark etmeyen
histerik bir adama yakışır. Belki politik hatalardan suçlanan politik bir
liderin bu metodu kullanması kesinlikle, onun başka bir savunması olmadığını ve
Onun politik farklılar seviyesinden berbat ağız kavgacısı ve skandalcı
seviyesine düştüğünü ispatlar.”( RSDİP’in Kuruluşu. sy.100 )
‘İspatlanmayan
konular dedim, çünkü tabiatları icabı, hiçbir kaydı bulunmayan özel konuşmalara
, hiç bir ispata meydan ve buna dayandırılan konular, bütün anlamıyla ‘yalan’
kelimesinin tekrarını gerektirir. Martov, dün, bu tür tekrara sanatında gerçek
ustalığa erişti ve ben de onun yolundan yürümeye hiç niyetli değilim.”( aynı
yerde.101 )
Yine
Lenin yoldaş kişiler hakkındaki dedikodular üzerine şunları söylüyor:
“
Kişilerin niteliği ve hareketleri konusunda kongrenin dışında konuşmak ve
dedikodu yapmak, bana yakışıksız ve hayasızca bir iş olarak görüyor.( Çünkü bu
gibi durumlar, yüzde 99 örgüte ilişkin bir sırdır ve ancak partinin yüksek bir
yönetim kuruluna açıklanabilir.). Kongre dışında, böyle
dedikodulara sarılarak savaşmak bana göre, skandal ticareti yapmaktır. ”(
Bir adım İleri İki Adım Geri,sy.177)
Dogmatik
hizbin yöntemlerini Lenin’in eleştirdiği bu fiillerde açıkça görmek mümkündür.
Lenin’in de belirttiği gibi bütün bunlar siyasi aczin ifadesidir ve buna
başvuranların başka savunması olmadığını gösterir. Dogmatik hizip başları, tam
bir acz içine düştüklerinden zorunlu olarak bu yola sapmışlardır ve berbat ağız
kavgacısı durumuna düşmüşlerdir.
Dogmatik
hizipçiler gizlilik konusunda da tam bir sorumsuzluk içinde olmuşlardır.
Hareketin sırlarını ulu orta yaymak, isim açıklamak gibi bir soruda-sorunda
gizliliği ağır bir şekilde ihlal etmişlerdir. Buda onların sorumsuzluğunu,
gerekirse hakim sınıflara en büyük yararı sağlayacak davranışlardan
kaçınmadıklarını gösterir.
Buraya
kadar dogmatik hizbin örgüt içi mücadele anlayışı ve yöntemleri üzerinde
durduk. Buraya kadar hatırlattıklarımızı toparlarsak, şöyle bir sonuca varırız,
dogmatik hizbin, gerek örgütsel mücadele anlayışında ve gerekse de bunun
yöntemleri konusunda örgütsel anarşizm vaaz etmektedir.
Dogmatik
hizip tutarlı örgütsel ilklere sahip değildir ve sürekli zigzaglar çizmektedir.
Bugün kabul ettiğini işine gelmediğinde yarın reddetmiştir.
Örgütsel
mücadele anlayışıyla ilgili olarak dogmatik hizipçiler M-L harekette iki çizgi
mücadelesini sürekli kabul eden, oportünist çizgiyi sade ve alt etmekle
yetinene sağ oportünist bir görüş savunmaktaydılar. Aslında bu onların gerçek
düşünceleriydi. Ama işler farklı şekilde gelişince oportünistler bir uçtan
diğerine kaydılar.
Bu
kez “ görüş disiplini ” adı altında örgütsel anarşizmi savunmaya başladılar.
Oysa aradan ancak üç ay geçmişti. Onlar tutarlı ilkelerden yoksun
olduklarından, kendi hesaplarını ve gerici davranışlarını mazur gösterecek
teorileri birbiri peşi sıra yaratmakta tereddüt etmediler. M-L’lerin saldırısı
karşısında “görüş disiplini” anlayışının ipliği kısa zamanda pazara çıktı.
Bunun üzerine oportünist şefler yeni bir oportünist manevraya giriştiler.
Görüşlerini değiştirdiler, eski sağcı görüşlerini, ilgisiz görüşleri
savunduğumuz halde utanmadan bize mal ettiler. Ondan sonra “iki çizgi
oluştuğunda aynı örgüt çatısı altında kalmayarak hemen ayrılma” anarşist
teorisini geliştirdiler. Bu teori açısından, hareketimize mal ettikleri, eski
düşünceleri eleştirdiler. Bu teoride davranışlarını haklı çıkarmak için
uydurdukları, kitaba uydurulması daha kolay, ama örgütsel anarşizmi vaaz eden
bir teoridir.
Lenin
bir partinin gerektiğinde taktiklerini 24 saat içinde değiştirebilecek esnekliği
sahip olması gerektiğini, ama ilklerin 24 saat içinde değişmeyeceğini uzun süre
boyunca muhafaza edileceğini belirtiyor. Dogmatikler ise örgütsel mücadele ve
disiplin üzerine ilkeleri sıklıkla değiştirmişlerdir. Bu durum aslında
dogmatiklerin nasıl ilkesiz bir konumda durduklarını ve küçük burjuvazinin
istikrarsız düşüncesini yansıtmaktadır. Onlar sınıf konumları gereği
istikrarlı bir düşünceye sahip olmayıp sürekli yalpalarlar, zigzaglar çizerler.
Kesin bir mücadele anında esas mücadele eden güçler arasında bocalar.
Yenilgiye
uğradıklarında ise, umutsuzluğa kapılır. Kendilerine ve çevrelerine küfretmeye
başlar, gözyaşları döker, pişmanlık getirirler. Çevremizde bu türden yüzlerce
olay vuku bulmuştur.
Dogmatik
hizbin ilkesizliği küçük burjuva niteliğinin sonucudur. Örgütsel anarşizmi vaaz
eden görüşleri de, proletarya örgütünün çelik disiplininden ürken, buna uymayı
kölelik sayan, kendisini disiplinin üzerinde seçkin kişi olarak gören, farklı
fikirlere karşı uzun, sabırlı, eğitici ve ikna edici mücadeleyi göze alamayan
küçük burjuva aydın-yarı-aydının görüşlerini yansıtmaktadır. Sorunun bir diğer
yönü de bu örgütsel anarşizmi vazeden teorinin sahiplerinin, hareket kadrolarına
ve kendi savundukları görüşlere güven duymamalarıdır.
Çünkü
onlar fikirlerini kadroların kabul edeceğine güvenmemektedirler. Bu da önce
kendi fikirlerine, onu savunup kabul ettirebileceklerine inançsız olduklarını
gösterir. Örgütten hemen ayrılma görüşü bu inançsızlığın teorik ifadesidir.
Sonra kadrolarında -kendilerine göre- doğru fikirlerin yanında yer
alacağına inanmamaları, kadrolara güvenmemeleri de teorik ifadesini bu anarşist
düşüncede bulmaktadır.
Dogmatiklerin
örgüt içi mücadele konusunda kullandıkları yöntem küçük burjuva niteliktedir.
Lenin de Menşeviklerle ilgili yaptığınız alıntıların dogmatiklere tıpa tıp
uyması tesadüfi değildir. Çünkü örgütsel anlayışları ve örgütsel mücadele
yöntemleri bakımından tasfiyeci dogmatiklerle Menşevikler arasında özde fark
yoktur. Unutmayınız ki, Menşevikler de azınlıkta kaldıklarında örgütsel
anarşizmi savunuyorlardı. Ve Onların şekilsiz, gevşek parti anlayışlarıyla
uyuşuyordu.
Merkezi
organların yönetimini kabul etmemenin örgütten ayrılmak ve Onu parçalamak
anlamına geldiğini ortaya koyduk. Bunun anlamı bunu yapanların Hareket'e sahip
çıkmaya kalkmalarının sahtekarlık ve iki yüzlülük olduğudur.
Bolşevik
Partizanın tüm çarpıtma ve olayları farklı gösterme çabalarına karşın, dogmatik
hizip örgüt içi mücadele ve disiplinde Leninist ilklerden ırak, kendi
fikirlerine inançtan yoksun olduklarını göstermiştir. Dogmatik hizip ilkelere
ve disipline bağlı kalarak mücadele etmek yerine "biz platformumuzu
kendimiz koyar kendi yöntemlerimizi kendimiz saptarız" diyerek anarşizmini
bir kez daha ortaya koymuştur. O hiçbir ilkeye bağlı olmadığını göstermiştir.
Dogmatik
hizip içi boş parlak cümleleri öne sürerek, bir başka ifadeyle Aleksinski
yöntemlerini esas almış, fikir gücüyle, ikna yoluyla sağlayamadığı etkiyi bu
yola sağlamaya çalışmıştır. Aynı şekilde İbrahim yoldaşı da kendi gerici
hesapları için istismar etmiştir.
Dogmatik
hizip, iftira, yalan, dedikodu kişisel karalama gibi yollara sapmış, gizliliği
ağır şekilde ihlal etmiştir. Bütün bunlar dogmatiklerin politik aczinin ve
küçük burjuva sorumsuzluğun kanıtlarıdır.
Tasfiyeci
şefler, M-L görüşlerle ilkeli bir tarzda mücadele etme gücünü kendilerinde
bulamayıp, bu alanda sırtlarının yere geleceğini anlayınca, bu yanlış
yöntemlere başvurarak sorunları çarpıtmaya, kafa bulandırmaya çalışmaktadırlar.
Bütün
bunlar onların kendi fikirlerine inançsızlıklarının kanıtıdır.
Sonuç
olarak, gerek örgüt içi mücadele anlayışlarına, gerekse de bu mücadelenin
yöntemlerinde tasfiyeci dogmatikler M-L’den fersah fersah uzaklaşmışlardır. Bu
savrulma onların küçük burjuva niteliğinden kaynaklanmaktadır. Bu sınıf yapısı nedeniyle
onlar, ilke ve istikrara sahip değillerdir, zig zaglar çizmekte,
yalpalamaktadırlar. Onlar M-L Hareket'e, onun görüşlerine ve kadrolarına güven
duymamaktadırlar. Kendi görüşlerine de güvenememektedirler. İşte bu nedenle
örgüt içi mücadelede küçük burjuva yöntemler geliştirdiler ve anarşist örgütsel
anlayışa sahiptirler.
Sonuç
olarak:1976 tartışma kampanyası ve ardından dogmatik hizbin nasıl örgüt iç
mücadele ve disipline uymayarak görüş disiplini dayatarak örgütsel alanda
anarşist bir hatta yürüyerek 1976 Temmuz'unda TKP-ML Hareket'inden koparak,
önce ayrı gruplar olarak hareket edip 1978 yılında örgütte kopan grupların
birleşimiyle TKP-ML Partizan örgütünün kurulduğunu dikkate aldığımızda
tartışamadan kaçarak TKP-ML Hareketi'nde hizip örgütleyerek kopan , dogmatikler
olmuştur. Buradan hareket ettiğimizde TKP-ML Hareketi hem önderlik bağlamında
ve hem de örgütlü güçler açısında örgüt kitlesinin ana gövdesi KK yanında
saf tutmuştur.
Demek
ki Kaypakkaya yoldaşın açtığı kızıl bayrağı, hata ve yetmezliklerinden
arındırarak ileriye taşıyan ve gerçek mirasçısı KK önderliğindeki TKP-ML
Hareketi olmuştur. Bugünde bu M-L çizginin devamcısı KP-İÖ’dür.
Yukarıda
belgelerle de aktarmış olduğumuz gibi, Partizan cenahının KK ve haliyle TKP-ML
Hareketi'ne dair söylemlerinin içeriğinin ne kadar boş ve gerçek dışı olduğunu
gösteriyor. Kim ne derse desin Kaypakkaya yoldaşın ve haliyle TKP-ML
Hareketi'nin hata ve yetmezlikleriyle hesaplaşıp, tıpkı Kaypakkaya yoldaş gibi
tabulara vurarak buz kıran rolünü oynar, Onun çizgisini M-L temelde ileriye
taşıyan, KK ve ardılları olmuştur. Hayali yazılan tarih gerçek karşısında her
zaman tuzla bul olmuştur.
Bolşevik
Partizan ve Partizan cenahının 1976 ayrılığı üzerine yazdıkları hikayelerin
özünde avcılık hikayeleri olduğunu, verilerle ve o dönemdeki tartışma
belgelerinde ortaya koyduk. Biz her daima gerçeklere-belgelere- bağlı kaldık.
Umudumuz o ki, hayali tarih yazımında ısrar eden Bolşevik Partizan ve Partizan
cenahı da bu tutumunu terk ederek hayalden gerçeğe adım atmış olur.
Haziran-2020