özgür gündem etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
özgür gündem etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Mart 2009 Çarşamba

Erdoğan'dan yüzleşme yalanı

Seçimler yaklaştıkça siyasetin dilide kabalaşıyor. Bir yandan Baykal, bir yandan Erdoğan dayanmış 'terbiye' sınırlarına, zorladıkça zorluyor. Ha gayret belki az sonra el birliği ile o sınırları yıkarlar.

Peki, bir siyaset niçin bu kadar çirkinleşir? Kaybettiği için çirkinleşir.

Bakın etrafınıza; insanlar en çok küfrü artık güç getiremediklerini düşündüğü zaman, başedemedikleri zaman, aciz oldukları zaman yapar.

Yani neymiş; Erdoğan ve Baykal bir acizlik ve güçsüzlük içindeymiş. Şimdi bu aciz ve güçsüz insanlar, sorunlarımıza çözüm üretmek istediklerini söylüyor, bunun için de oylarımızı istiyorlar.

Acizin çözümü olur mu? Güçsüzün vaadi doğru olur mu? Olmaz. O halde bunlar meydanlarda birbirlerinin 'terbiye kalıplarını' geliştirirken, bir de yalan söylüyorlar.

Yalan ve küfür sayıları, kaybetme korkusu arttıkça artıyor.

Yalan'ın en büyüğü ise Bölge'de söyleniyor. Bölge mitingleri Erdoğan'ın yalanlarına ev sahipliği yapıyor. Çünkü Erdoğan, meydanlardaki havadan kaybedeceğini anlıyor. Meydanda kaybettikçe yalana sarılıyor. Diyarbakır'da, Batman'da, Siirt'te, Van'da ve daha birçok yerde 5-10 binlik taşıma kitleyi gören endişeli yüzünü, yalan sözlerle kapatacağını umuyor. Ama olmuyor. Seferber edilen devlet olanaklarına rağmen karşıda sadece 5-10 bin insan duruyor. Erdoğan meydanlarda kaybettiğini anlıyor.

Peki Erdoğan keybettiğini anladıkça ne yapıyor? Yalan söylüyor! Söylediği en büyük yalan ise 'Geçmişle yüzleşiyoruz' oluyor. Ergenekon soruşturmasını Bölge'de 'yüzleşme' rantı olarak kullanan Erdoğan, karşısındakilere 'yaraları sarıyoruz' diyor.

Peki öyle mi?

Sonuçsuz bitmeye mahkum Ergenekon davasında kaç faili meçhul olayın faili yargılandı sizce? Hiç!

Peki kaç 'kayıp veya faili meçhul' ailesinin müdahilliği kabul edildi? Hiç!

Geçelim 17 bin cinayeti. En ünlülerinden başlayalım. Malum ünlü olanları kabul edip, hesabı kapatmakta mümkün olabilir egemen sistemlerde. Ergenekon'un önemli sanığı Veli Küçük'ün sorumluluğunda işlendiği söylenen Savaş Buldan, Behçet Cantürk cinayetleri için bir yargılama yapıyor mu Ergenekon davası? Hayır. Üstelik bunlar Bölge'de değil, Kocaeli sapağında işlendi.

Peki Levent Ersöz, Silopi kayıplarına ilişkin yargılanıyor mu? Geçtik 'Şırnak Cumhuriyeti'ndeki bütün kayıpları, mesela HADEP'li Serdar Tanış ve Ebubekir Deniz meselesi yüzünden yargılanıyor mu? Hayır! Yine Ergenekon sanığı olarak tutulan Arif Doğan, kurucusu olduğunu itiraf ettiği ve Küçük'le birlikte yer aldığı şu 'gizemli örgüt' JİTEM'in faaliyetlerinden dolayı yargılanıyor mu? Hayır! Bölge'de yaşanan köy yakma ve cinayetler Ergenekon denen soruşturmanın konusu mu? Hayır.

Ama Erdoğan'ın hitap ettiği coğrafya bu acıları yaşadı, devlet adına yapılan bu hukuksuzlukları yaşadı. Ve halen yaşananlar için bir şey yapılmadı. Ama Erdoğan ısrarla 'Yüzleşiyoruz' diyor.

O halde Erdoğan Bölge'de ne ile yüzleşildiği müjdesini veriyor?

O acıların sahibi olanın ne müdahilliği kabul ediliyor, ne kayıbı, cenazesi aranıp bulunuyor, ne sorumluları yargılanıyor, ama 'Geçmişle yüzleşiyoruz ey Bölge halkı' deniyor?

Bu ne biçim bir yalan? O insanlar matemlerine ortak olmanızı değil, sadece matemlerini tutmak için bir tutam aydınlık istiyorken Erdoğan kalkıp, karanlığın üstüne bir de yalan ekiyor. Hatta gazını alamayıp bir de 'Buralarda rutin dışına çıkanlar' ile PKK aynı deyip işin içinden çıkmayı umuyor.

'Rutin dışına çıkan' ve binlerce silahı Bölge'de cinayet işlesin diye ona buna dağıtan Batman eski Valisi Salih Şarman'a atıfta bulunuyor. Ama Şarman devletin bir valisiydi. Niye hiç değilse 'Devletin valisi'nin yol açtığı felaketleri itiraf edip, devlet adına özür dilemiyor? Hazır Batman'da iken bunu niye yapmıyor? Devletin memurları buralarda sizlere felaketler yaşattı, Hizbullah gibi örgütlenmeleri besledi, bunlar sizin evlatlarınızı, eşlerinizi, köyünüzü, yurdunuzu elinizden aldı. Bunları yapanları da birlikte yargılayacağız, artık buna izin vermeyeceğiz, demiyor? Niçin üstelik pek çok kilit ismi salıverilmiş, ve Bölge'de yaşananlara inkarcı bir Ergenekon davasına sığınmanın ve 'Yüzleşiyoruz' demenin kafi gelmesini bekliyor.

Çünkü o devlet kurumları bugün Bölge'de AKP için çalışıyor. O yıl Çiller'e çalışan 'Devletin valisi' bugün kendisine çalışıyor. Dün Batman'da silah dağıtan 'Devletin valisi', Erdoğan mitinginde bugün 50 bin yağmurluk dağıtmaya kalkıyor. Başka yerlerdeki 'Devletin valisi' hükümet aşkına, beyaz eşya, para, kömür dağıtıyor. Zahir, dün 'Çiller'in olan bugün benimdir' diyor

Bu yüzden Erdoğan ve hükümeti 'yüzleşiyoruz' söylemi ile durumu karartmaya çalışıyor. Hükümetine karşı darbe hazırlığını, Bölge'deki acılara yeğ tutan bir megalomanlıkla, darbe girişimcilerinin yargılanmasını 'yüzleşme' olarak yutturmaya kalkıyor.

Ama Bölge bunlara kanmıyor! Meydanlardaki 5-10 bin kişi bunu anlatmaya yetmedi ise seçim sandıkları anlatır size.

28 Aralık 2008 Pazar

Şeş TV ve dansa kalkan Kürtler

AKP, egemen ideolojiyi içselleştiren partilerden biridir. Devlet partilerinin en başatı AKP'dir. Egemen ideoloji ile beslenmiş ve bunun sonucunda devlet partisi olmuş öncüllerinden bir farkı yoktur. AKP ile ilgili bu kısa saptama, sadece batı kentleri için geçerlidir. Çünkü, Kürt kentlerindeki AKP, devlettir. Devletin zihninde oluşan Kürt fobisinin her rengi, Kürt kentlerindeki AKP uygumalarına sinmiştir. Bu bölge için, devlet eşittir AKP demek yanlış olmaz.

Biraz açalım. Önümüzde çok önemli bir yerel seçim var. Batı kentlerinde birbirinin boğazına sarılmış devlet partileri olan AKP, CHP ve MHP ile bunların destekçileri olan medya kuruluşları ve yazarları, Kürt kentlerinde kutsal bir ittifaka sarılmış durumdalar. Ana hedef Diyarbakır. Diyarbakır Belediyesi'ni kazanarak Kürt sorununu çözmüş olacaklarını zannediyorlar. 1980 öncesinde Mehdi Zana'nın kısa dönem başkanlığını dışarıda bırakırsak, iki dönem hariç, Diyarbakır Belediyesi'ni kendilerinin yönettiklerini unutuyorlar. Kendileri de bunun çözüm olmayacağını biliyor, sorunu çözmek gibi bir kaygıları da yok. Onlar, Diyarbakır'ı düşürerek, psikolojik savaş araçlarını daha da etkinleştirme derdindeler. Kutsal ittifaka bu kadar sarsılmaz bir inançla sarılmalarının nedeni budur.
Bu ittifakın yarattığı en önemli sonuç, bu seçimlerin gayri resmi 'iki turlu bir seçim' olduğudur. Çünkü seçime iki parti katılmaktadır. Devlet partisi (bu seçimlerdeki adı AKP) ve DTP. Onun için, DTP'nin bir çok kentte işi garanti altına alması için yüzde 50 oy gereklidir. Seçim sonrasında oluşacak tabloda görülecek ki, bir çok Kürt kentinde seçime katılan üçüncü partinin oyu, yüzde beşleri bulmayacaktır. Bu kutsal ittifakı, en açık şekilde deşifre etmek gerekiyor. AKP, herhangi bir ideolojinin partisi değil, direk devlet partisidir. Devletin seksen beş yıl boyunca Kürtlere yaşattıklarının mirası ile seçime girecektir. Kürtçe televizyonu da seçimler öncesine yetiştirmeye çalışmasının telaşı da çok anlaşılır. Savaş ve ölümler son sürat devam etmekte. AKP, biz savaşa karşıyız yalanını bir kez daha kullanamayacağına göre, tek göz boyayacak şey Şeş TV.

Hişşşt! Şeş TV

Kürtçe gazeteler kapatılıyor, DTP'liler hakkında Kürtçe konuştukları için davalar açılıyor, cezaevlerinde Kürtçe roj baş denildiği için telefon hatları kesiliyor, Kürtçe yayın yapan Roj TV'nin kapatılması için uluslar arası çalışmalar yürütülüyor, devletin çekim alanının dışında konuşulan ve farklı bir dünyayı anlatan Kürtçe yok sayılıyor. Ama ne hikmetse, devlet katında resmi bir Kürtçe aşkı başlıyor. Seksen beş yıl boyunca söylenenler aynı monologla bu sefer Kürtlere Kürtçe söylenecek. Değişmeyen bir zihniyetin, yalanlarını hangi dille söylediğinin ne önemi olacak ki? Hatırlarsınız, Kütçe konuşanın anında yardım yataklıktan hapse atıldığı zamanların birinde, Kürtçe şarkılar çalan bir radyo vardı. Şarkılar arasında ise anonslar yaparak, dağdakilere teslim olun derdi. Şeş TV'nin bundan ne farkı olacak?

Televizyonun genel yayın yönetmenliğine getirilen isme bakın: Sinan İlhan. Peki kimdir İlhan? Dışişleri'ne girdikten sonra istihbarat dairesinde çalışmaya başlayan İlhan, 1989'da yine istihbarattan sorumlu olarak Suudi Arabistan'ın Cidde Başkonsolosluğu'na idari ataşe olarak atandı. 1994'te merkeze dönen İlhan, burada zırhlı araç alım ve diğer zırhlı birimlerden sorumlu olarak İdari ve Mali İşler Dairesi'nde (İMAD) çalıştı. 1996'da bu kez Tel Aviv'e idari ataşe olarak gönderilen İlhan, 2000'de merkeze döndü. 2002'de Birleşik Arap Emirlikleri'nde idari ataşe olan İlhan, daha sonra merkeze geri geldi. Önce istihbarat biriminde çalışan İlhan, Irak Özel Temsilciliği'nde istihbarattan sorumlu olarak görev yaptı. Yani kısa ve öz olarak söylersek, Şeş TV'nin sorumlusu bir istihbaratçı. Bir istihbaratçının yönetimi altında, bir Kürtçe televizyon kanalı. Ne demeli sevgili okur?

AKP'nin kuracağı Kürtçe televizyon kanalının başına böyle birisini getirmesi şaşırtıcı değil. Asıl şaşırtıcı olan, bu kanal için onurlarını bir kenara bırakıp, yapılan tekliflere balıklama atlayan Kürtler. Gazetelerde çıkan bir haberi hep birlikte okuyalım: 'Ali Bulaç, Derya Sazak, Nilüfer Akbal, Seher Dilovan, Orhan Miroğlu, Ümit Fırat, Muhsin Kızılkaya, Nuri Sesigüzel, Yılmaz Ensaroğlu, Süleyman Çevik, Osman Öztunç, Ferzande Kaya, Fırat Başkale, Fehmi Koru, Bejan Matur, Ahmet Güneştekin, Gani Rüzgar Şavata'nın da aralarında bulunduğu yaklaşık 50 kişiyle yemekte buluşan TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin, Kürtçe televizyon kanalı Heşt'le ilgili bilgiler verdi.' Hakkında Kürtçe şarkı söyledi diye dava açılan Nilüfer Akbal'dan, DTP'nin bağımsız Mersin milletvekili adayı Orhan Miroğlu'na, tüm değerlerini pazarlamakta uzmanlaşmış Muhsin Kızılkaya ve Ferzande Kaya'ya kadar bir çok insan bu konseptin içinde gönüllü birer nefer.

Her yeni şey, Kürtlere bir şey öğretiyor. Kürtler de artık eskisinden daha akıllı olmalı. Her üç güzel söz söylenenin bir kerameti olmadığını kavramanın tam zamanı. Bir halkı pazarlama cesareti gösterenlerin payına, yalnızlık ve kişisel sefaletten başka bir şey düşmeyecektir.