3 Haziran 2009 Çarşamba

NAZIM HİKMET YADA YILDIZLARA SALINCAK KURMAK

İşte böyle tanımlıyordu Nazim 20. Yüzyıllı olmayı ve bundan gurur duyuyordu. Çünkü 20. yüzyılda şair olmak;
"24 saatte 24 saat çalışan
sen kemikli sırtında
kırbaç izleri nasırlaşan milyonların
evladı...."
olmak demekti O'na göre. O ki ' Tepeden tırnağa kavga, hasret ve ümitten ibaretti " O Nazım Hikmet'ti.
Aramızdan ayrılışının 46. yılında devrimci ozan Nazım Hikmet'i saygıyla anıyoruz. O şiirleriyle ve geliştirdiği sanat anlayışıyla devrimci sanat tarihimizde önemli bir konuma/misyona sahiptir. " Taraf olduğunu özellikle vurgulayarak safını seçen ve bu safın, İşçi sınıfı ve diğer ezilen, sömürülen kesimlerin safı olduğunu şiirleriyle, yaşamıyla ve sanat anlayışıyla kanıtlayan Nazım Hikmet, 1902'de Selanik'te dünyaya geldi. Küçük yaşlardan itibaren şiir yazmaya başlamasına rağmen şiiri, gerçek kimliğini Moskava' da kazandı. Bir ihtilal döneminin heyecanını yaşamak ve bütün dünyayı sarsan bir devrimin merkezinde olup ona katılmak amacıyla gittiği Moskova'da görüşleri gibi, şiir dili ve sistemi de değişime uğradı. Özellikle Mayakovski gibi ozanların da etkisiyle şiirine yeni bir biçim ve buna bağlı olarak duygu ve ritim vermiştir, ki bütün bunlar değişen dünya görüşlerinden bağımsız değildir.
Klasikleşmişi; Türk şiirini "yeni soluğu" ile yerle bir eden ve ezilen ve sömürülen yığınlar cephesinde n anlam ve ritmin diyalektiğini en iyi biçimde sağlamayı başaran bir ozan olarak Nazım Hikmet ozanlığı “ halkın acısına, öfkesine, umuduna, sevincine. Hasretine tercüman olarak “ diye nitelendiriyor. O, ideoloji ile sanati, düşünce ile duyguyu, imge ile gerçekliği, içerik ile biçimi etkili bir ses düzenlemesi olarak ustaca kaynaştırmayı başaran bir ozandır.
işçi sınıfının, yaşayan davasının yaşam dolu soluğunu istisnasız her alana götürmek "çalışkan, namuslu yiğit insanların/yarı aç, yarı tok/ yarı esir"... insanların duygularına /düşüncelerine tercüman olabilmek sanatın gerçek işlevlerinden biri, hatta başta gelenidir. “ Çünkü sanat en on safta yürüyen ve de sonuna kadar devrimci olan bir sınıfın hareketiyle birleşmedikçe bir anlam ifade edip gerçek ifadesini bulamaz. Tam da burada iyi bir "sanatçı" olarak nitelenebilecek özelliklere sahip olan Nazım Hikmet değerli bir örnektir.
Yaşadığı dönemlerde, ülkede hegemonyasını süren tasfiyeci-reformist bir özelliğe sahip olan TKP geleneği içerisinde yer almasına rağmen yaşamı ve sanat anlayışıyla onlardan farklı bir pozisyon almıştır. Buna, yaşamının uzun bir bölümünü devrimin merkezi SSCB'de geçirmesi etken olarak sayılabilir.
Düşünce (fikir) denen şeyi ' şahlanmış bir kavga atına" benzeten Nazım;
"O şahlanmış bir kavga atı,
Kalın kabzalı bir savaş kılıcıdır.
Bu ata atlayacak yürek
Bu kabzaya bilek gerek"
diyerek mücadele anlayışını onaya koymuş ve devrimci bir sanat adamı olarak ömrünün sonuna kadar bu alanda ürünler vermiştir .
şiirlerindeki ritim, dilindeki açıklık ve anlattıklarının gerçekliği ile "yıldızlara salıncak kurma"yı başaran bir ozan olarak Nazım ömrünün büyük bir kısmını da cezaevlerinde geçirmiştir. Her türlü olumsuz şartlara rağmen; bu ayak sesleri, bu katliamda hürriyetimi, ekmeğini ve seni kaybettiğim oldu fakat açlığın, karanlığın ve çığlıkların içinden güneşli elleriyle kapımızı çalacak olan gelecek günlere güvenimi kaybetmedim hiç bir zaman" diyebilmiştir. Tıpkı;
"emin ol ki sevgilim; zavallı bir çingenenin kıllı, siyah bir örümceğe benzeyen eli
geçirecekse eğer ipi boğazıma Mavi gözlerinde korkuyu görmek için
boşuna bakacaklar Nazım'a!" diye biten şiirinde söylediği gibi. Çünkü O, davasını haklı ve onurlu bir dava olduğunu biliyor ve bundan dolayı da kendisine ve davasına güveniyordu.
" Benim kuvvetim,
Bu büyük dünyada yalnız olmayışımdır.
Dünya ve insanları yüreğimde sır,
İlmimde muamma değildir
Büyük kavgada
Açık endişesiz
Girdim safına…”
Deyişindeki rahatlık ve kendine güven, savunduğu davanın haklılığından dolayıdır.
Şiiri insanlığın devrimci düşüncesi tarafından söylenen son sözün, sosyalist proletaryanın deneyi ve canlı çalışması ile zenginleşerek, geçmişin tecrübesi ile güncelin deneyleri arasında sürekli olarak karşılıklı bir etkileşim sağlayacak olan bir sanat dalı olarak günü yaşayan ve geleceğe yön verebilen bir çalışma olmalıdır. “ şiirle yaşamak ancak “kavgayla yaşamak” la olanaklıdır. Ve yaşadım diyebilmek için,insanlığın haklı davasında bir nefer/bir omuzdaş olabilmek gerekir.
“ Hangimiz ilk önce
Nasıl
Nerede ölürsek ölelim
Senin biz
Birbirimiz
Ve insanları n en büyük davasını sevebildik
-dövüştük uğruna-
yaşadık diyebiliriz.” diye biten “Yine Ölüme dair” şairin dediği gibi Nazımın yaşadım diyebilmek ancak onunla kavga “ uğruna dövüşebilmek” ten geçer.
Baskı ve zulmün oldukça yoğunlaştığı dönemlerde kendinse “ bu işlerden vazgeçmesini “ salık verenleri “ karanlıkları parçalayan aydınlıkta bir kıvılcım olabilmenin” onurunun bilinciyle şu dizelerle yanıtlıyordu:

“ Ben yanmasam,
sen yanmasan,
biz yanmasak,
nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa..”
Uzun süren cezaevi yaşamında oldukça nitelikli ürünler geliştirmiş ve en önemli şiir ve kitaplarını bu süreçlerde yazmıştır.14 yıl süren cezaevi yaşamından sonra çeşitli nedenlerde-ki bunların başında kendisinden kurtulmak istenen ve sonu büyük olasılıkla ölümle bitecek komplo gelir- artık ikinci vatanı olan SSCB’ye gitmiş ve ömrünün sonuna kadarda orada kalmıştır.
Şiirleriyle, sanatıyla karanlıkları aydınlatmaya çalışan biz ozan olarak Nazım, son nefesine dek bu anlamıyla çalışmış ve yep yeni ürünler oratya çıkarmayı başarabilmiştir. Onun “ aydınlığından” korkan “ karanlığın” temsilcileri yani ülkemin egemen güçleri, onun dünyanın dört bir yanında ve pek çok dilde basılan eserlerini ülkeye sokmamaya çalıştılar. Pek çok dilde basılan kitaplarının kendi dilinde basılıp okutulması yasakladılar.
Son yıllarda demokratikleşiyoruz demagoyisiyle Nazımın vatandaşlıktan atılması geri alındı ve itibari iadesi yapılan Nazım Hikmet san ki yeniden keşfedilmeye çalışıldı. Bir çok kesim Nazımı sisteme yamamak ve ehlileştirmek için olmadık şaklabanlıklara baş vuruldu. Daha dün Onu vatan haini ilan edenlerin bugün yeniden Onu keşfedip ehlileştirmeye çalışıyorlarsa bu Nazımın yığınlar üzerinde bırakmış olduğu etkiyle bağlıdır. Kendisini yeniden keşfedenlere karşı :

“ Vatan çiftliklerinizse,
kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan,
vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan,
vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın,
fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan,
vatan tırnaklarıysa ağalarınızın,
vatan, mızraklı ilmühalse, vatan, polis copuysa,
ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan,
vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa,
vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan,
ben vatan hainiyim.
Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla :
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hala.
Dahaıs ulaştığı kapsam ve tutturudğu düzeyle 20. Yüzyılın önemli ozanlarından biri olarak, tıpkı Brech, Neruda, Mayakovski, ve Lorca gibi evrensel bir niteliğe erişen Nazım Hikmet:
“Yoldaşlar, nasip olmazsa görmek o günü,
Ölürsem kurtuluştan önce yani,
Alıp götürün,
Anadaoluda bir köy mezarlığına gömün beni…” dizeleriyle ifadesini bulan bir vasiyet bırakarak aramızdan ayrıldı. Devrimci ozan Nazım hikmeti Anadoluda bir köy mezarlığı yerine “ yüreklerimize “ gömüyor, kavgamızda yaşatıyoruz. Tıpkı onun dediği gibi güzel “günle göreceğiz” hep birlikte ama örgütlü ve bilinçli bir mücadele ile.

Nazım Hikmet Ölümsüzdür !