Batı Avrupa’da 1960’lı yıllarda başlayan ve 90’lı yıllara kadar süren sosyal kazanımlar bir bir geri alınıyor. Sosyal devleti terk eden Avrupa, artık ‘sosyal adaleti’ değil, ‘sosyal adaletsizliği’ temsil ediyor. İkinci dünya savaşından sonra Avrupa sosyal devlet ve eşitlik olgusunu temel aldı. Sovyetlerin yıkılmasıyla bu tersine döndü ve Avrupa hükümetleri giderek sağcı politikaların esiri oldu. 60’lı yıllarda başlayan ve 90’lı yıllara kadar süren sosyal kazanımlar birer birer geri alındı. Sosyal devletin giderek yok olması eğitim eşitliği, gelir dağılımı, istihdam ve sağlık alanında yeni sorunların ortaya çıkmasına yol açtı. Avrupa, ‘sosyal adalet’ yerine ‘sosyal adaletsizlik’ kavramının yerleştiği bir kıta haline geldi.
Son yayınlanan araştırmalar da Avrupa kıtasının sosyal devleti artık terk ettiğini gösteriyor. Araştırmalar, AB içinde İskandinav ülkelerinin sosyal adaletin diğer ülkelere oranla iyi işlediği ülkeler olduğunu gösterirken, Güney Avrupa ülkeleri sınıfta kalıyor.
Eğitime ayrılan payda azalma ve eşitsizlik
Merkezi Almanya’nın başkenti Berlin’de bulunan bağımsız araştırma kuruluşu Berlinpolis’in araştırmasına göre, eğitim konusunda İskandinav ülkelerinden Finlandiya ve İsveç en iyi ülkeler olarak dikkat çekiyor. Ancak, İsveç göçmen çocukların eğitiminde orta sıralarda yer alırken, Finlandiya eğitimde gelişmiş sistemiyle övülüyor. AB’nin dört büyük ülkesi Almanya, Fransa, İngiltere ve İtalya ise listenin ortalarında yer alabilmiş. Araştırmada eğitim eşitliğinde en kötü notu Romanya, Portekiz ve Lüksemburg alıyor. Lüksemburg ve Portekiz 2006 yılına göre daha kötü bir pozisyonda bulunurken, diğer ülkelerin sıralamasında ciddi bir değişiklik görünmüyor.
Almanya İstatistik Kurumu (Destatis) tarafından hazırlanan ve Avrupa Komisyonu İstatistik Kurumu (Eurostat) verilerine de dayanan rapora göre, eğitime verilen önem devlet bütçelerinden eğitime ayrılan paylarla daha kolay anlaşılabiliyor. Danimarka eğitime Gayri Safi Milli Hasılası’nın (GSMH) yüzde 8.3 civarında pay ayırırken, İsveç yüzde 7, Kıbrıs ise yüzde 6.9’luk bir pay ayırıyor. Bu üç ülke eğitim harcamalarına önem verirken; Romanya (yüzde 3.5), Lüksemburg (3.8) ve Slovakya (yüzde 3.9) eğitim harcamalarında en tutumlu ülkeler olarak kötü bir karneye sahipler. AB genelinde eğitim giderlerinin GSMH’ye oranı yüzde 5 olurken; Almanya, İspanya, Yunanistan gibi ülkeler ile AB’ye 2004 yılında üye olan Polonya, Malta, Letonya, Estonya, Litvanya ve Macaristan’dan daha az miktarda bir payı eğitime ayırıyor. Almanya AB ortalamasının dahi altında kalarak eğitime GSMH’nin yalnızca yüzde 4.5’i oranında bir pay ayırıyor.
Üniversiteli ve liseli Alman gençlerin geçtiğimiz ay içerisinde yaptıkları protesto gösterileri de bu durumu daha net ortaya koyuyor. Fransa’da eğitim harçlarının Almanya’ya göre daha az olmasına rağmen, özellikle burs ödemelerinde var olan eşitsizlik dikkat çekiyor. Fransa’da politikacıların önemli bir bölümünün Grandes Ecoles olarak bilinen ve genellikle zengin ailelerin çocuklarının gittiği yüksek okullardan mezun olmaları ise eğitim eşitliğinin pek de var olmadığına küçük bir örnek.
Öte yandan tüm AB ülkelerinde yabancı öğrencilerin eğitimi konusunda yetmezlikler olduğu biliniyor. Avrupa’nın tüm ülkelerinde ikinci ve üçüncü nesil gençler arasında dahi dil sorunu bulunuyor olması, yüksek okullara gitme oranlarının görece azlığı vs. önemli sorunlar olarak dikkat çekiyor. Yine diplomalı yabancıların önemli bir kısmının da yabancı düşmanlığına hedef olduğu ve iş bulmakta zorlandığı da ciddi bir sorun olarak duruyor. Birlik içerisinde bir çok ülkede dikkat çeken diğer bir nokta ise AB dışındaki ülkelerde üniversite eğitimi almış öğrencilerin diplomalarının kabul edilmemesi. Binlerce yabancı öğrenci bu nedenle eğitimlerinin önemli bir bölümünü yenilemek zorunda kalıyor.
Azalan genç nüfus artan yaşlı nüfus için çalışıyor
Nüfusu giderek yaşlanan Avrupa kıtasında genç nesiller yaşlı nüfusa karşı daha fazla maddi yükümlülük altına giriyor. Özellikle Doğu Avrupa ülkeleri ile Almanya, İtalya ve Yunanistan’da yaşlı nüfusun genç nüfusa oranla fazlalığı dikkat çekici boyutlarda. Berlinpolis araştırmasına göre, bu daldaki sıralamanın sonunda İtalya, Almanya, Slovenya ve Yunanistan yer alırken, yaşlı-genç nüfus dengesini en iyi koruyan ülkeler İrlanda, Kıbrıs ve İngiltere. AB’de 65 yaş üstü nüfusun 15-64 yaş arası nüfusa oranı yüzde 25 iken bu oran Almanya ve İtalya’da yüzde 30’ları aşıyor. Doğum oranlarının düşmesiyle giderek yaşlanan kıtada, sosyal giderler genç çalışanlara daha fazla yük getirirken, artan borçlanmalarla yeni nesiller giderek daha fazla borçlu hale geliyor. 65 yaş üstü nüfus bu kadar artarken, 15-24 yaş arası gençlerin genel nüfusa oranları ise oldukça düşük. Destatis verilerine göre, 2007 yılı sonu itibariyle 495 milyon nüfuslu AB’de 15-24 yaş arası gençlerin nüfusa oranı yüzde 12.6 ile yalnızca 63 milyon civarında. Bu oran Litvanya, Letonya ve Polonya’da yüzde 15 iken, İtalya’da yüzde 10, Almanya, Yunanistan ve İspanya’da yüzde 11 ile oldukça düşük bir düzeyde seyrediyor.
AB içerisindeki doğum oranları arasındaki farklar da oldukça yüksek düzeyde. Fransa’da kadın başına düşen doğum oranı 1.95, İrlanda’da 1.90 ve İsveç’te 1.85 ile AB’nin en yüksek doğum oranlarına tekabül ediyor. Bu oran Polonya’da 1.27’ye, Slovakya’da ise 1.24’e kadar düşmüş durumda. Bu gerçekler ışığında hareket eden hükümetler ise yaşlı nüfusa yapılan harcamaları karşılamak amacıyla daha sıkı tasarruflara gidiyorlar. Genç nüfusun az olduğu ülkelerde önümüzdeki yıllarda sağlık, emeklilik gibi sosyal harcamaların hangi kaynaklarla karşılanacağı sorusu halen cevapsız.
Maaşlar arasında 7 kat fark
Gelir dağılımında da Birlik içerisinde önemli eşitsizlikler dikkat çekiyor. İsveç, Danimarka ve Hollanda zenginler ile fakirler arasındaki eşitsizliğin en az olduğu ülkeler olarak ilk sıralara yerleştirilmiş. Bu ülkeler dar gelirlilere yapılan sosyal yardımlarda daha yumuşak davranan ülkeler olarak geçerli not alıyor. Yine, AB’ye 2004 yılında üye olan Slovakya gelir adaletsizliğini önlemede en başarılı ülke olarak öne çıkıyor. 2006 yılındaki aynı araştırmada 24. sırada yer alan Slovakya bu yıl 11. sıraya yükselerek başarılı bir performans çiziyor.
AB içerisinde en adaletsiz gelir dağılımı ise Baltık ülkeleri Estonya, Letonya ve Litvanya’da görülüyor. Yine Fransa, Almanya, İtalya, İspanya, İngiltere ve Polonya gibi birliğin dörtte birini oluşturan ülkelerde en yüksek maaşlı kesimler ile en düşük ücretli kesimlerin gelirleri arasında 5 ila 7 kat arasında bir fark bulunuyor. Hayat pahalılığının ve lüksün merkezi olarak bilinen Fransa’da 2007 yılı itibariyle 2 milyon çalışan aylık net 1030 euro civarında olan asgari ücretle (SMIC) yetinmek zorunda kalıyordu.
AB içerisindeki yoksulluk riskinin de ele alındığı araştırmada, özellikle çocukların önemli oranda yoksulluktan etkilendiği tespitine yer verilmiş. Her 10 çocuktan birinin fakirlikten nasibini aldığının altı çizilen araştırmaya göre, Hollanda, Danimarka ve İsveç gibi ülkelerde fakirlik her 100 çocuktan 3 ila 5’ini vururken, İngiltere’de bu oran yüzde 16’ya kadar çıkıyor.
Artan işsizlik oranı göçmenlerde daha yüksek
İş piyasasında yer bulma da dikkat çeken başka bir sorun. Bu kategoride de Hollanda, Danimarka ve Kıbrıslılar iç piyasada en kolay istihdam imkanı bulan halklar olarak ilk sıralarda yer alıyorlar.
Polonya, Macaristan ve Slovakya ise çalışanların istihdam edilmesinde en kötü durumda olan ülkeler. Baltık ülkeleri, Çek Cumhuriyeti ve Slovenya istihdam şansının giderek arttığı ülkeler olarak orta sıralarda yer alırken, işsizliğin yüzde 20’lere yaklaştığı İspanya ve Portekiz’de son yıllara oranla önemli bir gerileme yaşanıyor. İspanya 2006’da birlik içerisindeki en iyi 12 ülke arasında yer alırken 2009’da 21’nci, Portekiz ise 9. sıradan 17’ye gerilemiş durumda. Çalışan kesimin genel nüfusa oranının yüzde 65 olduğu AB’de İskandinav ülkeleri, Hollanda, İngiltere ve Almanya’da bu oran yüzde 70’in üzerinde. Ancak özellikle Almanya’da yabancıların ve kalifiye olmayan çalışanların istihdamında önemli bir gerileme söz konusu. İşsizliğin Mayıs 2009 itibariyle yüzde 8.2 olduğu Almanya’da özellikle Türkiyeliler arasındaki işsizlik oranı yüzde 20’lerin üstünde.
Gençler iş piyasasına giremiyor
Gençlerin iş piyasasında yer bulma konusunda yaşadığı zorluklar ise AB’nin önemli bir diğer sorunu. Son 20 yıldan bu yana yaygınlaşan birincil üniversite eğitiminin ardından gelen master, doktora gibi yüksek öğrenim seçenekleri gençlerin iş yaşamına daha geç girmesini de beraberinde getiriyor. Ancak, gençlerin iş yaşamına atılmasında en önemli engellerden biri de işverenlerin daha yaşlı ve tecrübeli çalışanları tercih etmesi. 15-24 yaş arası gençlerin yüzde 37’sinin aktif olarak iş hayatında yer aldığı AB içerisinde üye ülkeler arasındaki farklar da dikkat çekici boyutlarda. Gençler arasında çalışma oranı Hollanda’da yüzde 68, Danimarka’da yüzde 65 ve Avusturya’da yüzde 55 iken, bu ülkeler AB içerisinde gençlerin en aktif olduğu ülkeler olarak ön sıralarda geliyorlar. Bu dalda ilk 10 içerisinde yer alan ülkelerin Malta hariç tümü AB’nin eski üyelerinden oluşuyor.
Macaristan, Lüksemburg ve Yunanistan’da ise gençlerin yalnızca yüzde 20 ila 25’i arasında bir kesimi aktif çalışma yaşamında yer alabiliyor. Fransa, İtalya ve Belçika da gençler arasındaki çalışma oranları AB’ye 2004 sonrasında üye olan Doğu Avrupa ülkeleri ile aynı düzeyde ve özellikle yabancı gençler arasında var olan huzursuzluk dikkat çekiyor. Öte yandan, Almanya cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Sosyal Demokrat Parti’den aday olan Gesine Schwan ve bazı sendika liderleri, Fransa’da 2005 yılında on bini aşkın aracın yakılması ile sonuçlanan olayların benzerinin Almanya’da da yaşanabileceği uyarısında bulunmuşlardı.
Kadınlar aynı işi yapsa da daha az kazanıyor
Kadın-erkek fırsat eşitliği noktasında İsveç, Danimarka, Belçika ve Fransa genel olarak positif bir tablo çizerken; Avusturya, Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Kıbrıs en geri kalmış ülkeler olarak oldukça kötü bir karneye sahipler.
Berlinpolis araştırmasına göre, iş piyasasındaki orta ve üst düzey kadın yöneticilerin (manager) genele oranı Fransa’da yüzde 40 iken, Almanya’da yüzde 29, AB genelinde ise yüzde 32 civarında. İskandinav ülkelerinde kadınların iş hayatındaki payı erkeklerle aynı, ancak yöneticiler arasında erkeklerin oranı daha fazla. Yine, Avusturya kadın-erkek eşitsizliğinde Doğu Avrupa ülkeleri ile beraber kötü bir profil çiziyor. Kadın-erkek çalışanlar arasındaki gelir eşitsizliği de önemli bir sorun olarak üzerinde durulması gereken başka bir konu. Birlik genelinde kadınlar erkeklerden daha az ücretle aynı şartlarda çalışmak zorunda kalıyorlar.
Eurostat tarafından yayınlanan 2005 yılı verilerine göre ise kadın-erkek gelirleri arasındaki fark Avusturya ve Macaristan’da yüzde 50 civarında idi. Avusturya’da erkekler ortalama 40 bin, kadınlar ise yalnızca 26 bin 500 euroluk yıllık kazanca sahipti. Aynı dönemde Belçika’da erkekler ortalama 38 bin, kadınlar ise 33 bin euro civarında kazanıyordu.
Haftalık ekonomi dergisi The Economiste göre, 2007’e gelindiğinde çalışan ücretlerinde var olan kadın-erkek farkı giderek azalsa da halen ciddi bir eşitlizlik söz konusu. Buna göre Estonya’da kadınlar erkeklerden yüzde 30 daha az kazanırken, Avusturya’da yüzde 25, Almanya, Hollanda, Kıbrıs, Çek Cumhuriyeti ve İngiltere’nin içerisinde olduğu bir çok ülkede bu fark yüzde 20 olarak kayıtlara geçiyor. Kadın-erkek eşitliğinde ücretler bazında en olumlu tablo ise İtalya, Malta ve Polonya’da görülüyor. Bu ülkelerdeki ücret farkları 2007 yılında yüzde 5 ila 7 civarında idi.
Ancak kadınların iş yaşamında maruz kaldıkları kötü tablo yalnızca ücretlerle sınırlı değil. AB genelinde çalışan kadınların yüzde 31’i yalnızca yarım gün çalışırken, erkeklerde bu oran sadece yüzde 7.7. Emekliler arasında da özellikle kadınlar daha riskli bir yaşam sürdürmek zorunda kalıyorlar. Avrupa genelinde 65 yaş üstü kadınların yüzde 21’i fakirlik tehditi altındayken, aynı riski taşıyan erkeklerin oranı ise yüzde 16’da kalıyor.
Sosyal adalet ve eşitlik abartılıyor
Her ne kadar Avrupa sosyal adalet ve eşitliğin merkezi olarak bilinse de kendi içinde barındırdığı yetmezlikler dikkate alındığında biliçli bir abartının söz konusu olduğu söylenebilir. Yukarıda kaynak olarak alınan kuruluşların verilerine göre, genel olarak İskandinav ülkeleri sosyal adalette başarılı ülkeler olarak dikkat çekiyorlar. AB’nin yeni üyeleri kısmi ilerlemeler kaydetmelerine rağmen özellikle kadın-erkek eşitliği ve yeni iş imkanları yaratma noktasında sıkıntı yaşayor.
Sosyal adaletsizliğin en yaygın olduğu ülkeler Latin ve Doğu Avrupa ülkeleri olarak kayda geçerken, nüfusun yaşlanması ile beraber tüm kıtada önemli gerilemelerin yaşanması ise kaçınılmaz. Tüm veriler ekonomik krizin de etkisiyle sosyal adalette gerilemenin kaçınılmaz olacağı sinyalini veriyor. Kadınların erkeklerle aralarında var olan eşitsizlikler giderek bir iyileşme gösterse de, halen büyük oranda erkek egemenliğinde olan ekonomi ve siyaset dünyasının kadınların sorunlarına hızlı çözümler üretmesi şimdilik zor.