Modern devlet 'sosyal mühendisliğinin' takıntısı 'hijyendir'.
Abartılı hijyen takıntısının modern devleti savurduğu yer, ırkçı-faşizmin bürokrasisidir.
Aynileştirilmiş toplumlarda 'leke' gibi duran unsurları temizliğe kalkışanlar, tarihin kara lekeleri olmuşlardır.
Bugünün piyasa toplumunun 'lekeleri' ise tüketime katılamayan yoksullar oluyor!
Tüketici vasfını kazanamamış kesimler, hızla hijyenik kaygının nesnesi haline geliyorlar.
Piyasa uyaranlarına cevap veremeyen bu insanları denetlemek ve dışlamak için devletin yasa ve düzeni seferber ediliyor.
Ordu Valiliği, tüm ildeki cami pisuvarlarını dinen mekruh olduğu, üstelik hijyen açısından sakıncalı bulduğundan kaldırtmış.
Toplumsal alanı 'kendine göre' düzenleyen otoriterliğinin icabı olarak pisuvarlar kalkmış!
Ama Ordu Valiliği'nin 'hijyen' konusundaki kaygıları bununla da bitmiyor!
Yaz sezonunda 'hijyenik' kaygı duydukları başka bir konu ise mevsimlik işçiler oluyor, son birkaç yıldır.
Fındık toplamak için Güneydoğu'dan gelen işçiler geçen yıl 'güvenlik' gerekçesiyle şehre sokulmadılar.
Potansiyel suçlu muamelesiyle karşılaşan işçilerin konaklamalarına da izin verilmemişti.
Daha sonra yapılan açıklamada artan 'kene vakaları' nedeniyle böyle bir karar alındığı açıklanmıştı.
Bu yıl da şehir girişinde güvenlik noktaları kuran valilik sadece bu noktalardan geçen işçilerin çalışmasını karara bağladı.
Karar gerekçesi de 'işçiler arasında farklı amaçlar ve düşüncelere sahip insanların bulunma' ihtimali!
Bu kararda da ağır hijyenik bir boyut var!
Toptan şüpheli ilan edilen işçiler, bu uygulamalara itiraz edemiyorlar.
Ülke içinde seyahat etme ve çalışma hakkı anayasa tarafından teminata alınmış vatandaşların hakkı bürokratik zihniyetle kısıtlanıyor.
Günlüğü 15-20 TL kazanmak için üç gün süren yolculuktan sonra çoluk çocuk gruplar halindeki mevsimlik işçiler, tuvaletsiz, susuz barınma koşullarına razı geliyorlar.
Yabancılaştırma stratejisinin ayrımcılığa uğramış kurbanları oluyorlar.
Saf dışı bırakılmış, tahliye edilmiş hallerine bir anti-grup kimliği veriliyor.
Toplumsal ve ahlaksal soyutlama sürecinin toplumsal ilişkiyi ve aidiyeti yıkıcı etkisi görmezden geliniyor.
Bütün bunlar, üstelik 'Kürt sorununun'(!) çözüm takviminin işleme koyulduğu günlerde yaşanıyor.
Kültürel kodlarla, demokratik reform önerilerinin havada uçuştuğu süreçte...
Türk-Kürt kardeşliği, ortak kültür, bin yıllık tarihin kenetlendiği söylemler maalesef karın doyurmuyor.
Günümüzde tüketim potansiyeline sahip olmayan kesimler, piyasa ve bürokrasi aracılığıyla vatandaşlık haklarından yoksun 'yabancılar' olarak ayrıştırılıyorlar.
Tüketici kimliği olmayan işsiz ve yoksullar, eski zaman yöntemleri olan zorla denetim ve suçsallaştırma ile karşı karşıyalar.
Bu arada Ordu Valisi'nin hamiyetperver eşi aracılığıyla yardım edilen muhtaçların listesi resmi internet sitesinde ifşa ediliyor.
Listede kimlik bilgileri ve yardım niteliği yer alıyor.
Sosyal yetkisizleştirme ve damgalanmanın post-modern yordamı da bu olsa gerek.
Yoksulluk ve savunmasızlık 'patolojik bir unsur' olarak toplum dışı ilan ediliyor.
Ayrımcılık, ötekileştirme ve dışsallaştırma tam da buna karşılık geliyor.