“Hükümetle Genelkurmay arasında MGK’da bir uzlaşma sağlandı mı, sağlanmadı mı” tartışması sürüyor. “Belge mi kağıt parçası mı” konusunda karşılıklı açıklamaların kurumlar arası ilişkilere zarar verdiği” gerekçesiyle “gerçeğin ortaya çıkmasına” kadar ertelendiği anlaşılmaktadır. “Askerlerin sivil mahkemelerde yargılanması” konusunda ise Cumhurbaşkanlığı nezdinde bir ortak çalışma yapılması konusunda uzlaşıldığına dair bilgiler vardır. Nitekim Cumhurbaşkanı’nın imzasına gitmeden, Meclis’ten çıkan yasa üzerinde Genelkurmay ve hükümetin uzmanlarının çalışma yapacağı (yapmaya başladığı) belirtilmektedir. Cumhurbaşkanı’nın önüne gelene kadar yasanın uzlaşma noktalarının belirleneceği ve Cumhurbaşkanı’nın yasayı onaylayacağı ya da iade edeceği belirtilmektedir.
Yani salı günü yapılan MGK, MGK’dan sonra yapılan “mini MGK’da” genelde bir uzlaşma çıkmıştır. Ama bu uzlaşmanın her tür yeni çatışmalara gebe olduğu da bir gerçektir.
Kurmay Albay Dursun Çiçek’in sivil savcılar tarafından sorgulanıp tutuklanmasının ardından, belki yasal ama pek de olağan olmayan bir süreç işletilmesi bile, bu uzlaşmanın ne kadar hassas bir zemin üstünde yapıldığını göstermektedir.
Albayın tutuklandıktan 17 saat sonra tahliye edilmesi; “Ne oluyor?”, “Kimler müdahale etti de böyle oludu?”, “Yeni bir ‘iyi çocuklar’ durumuyla mı karşı karşıyayız” sorularını gündeme getirdi. Ve elbette; bu sürpriz tahliye, “Askerler sivil yargıda mı yargılansın askeri yargıda mı?” tartışmalarına “Alın size sivil yargı denmesi midir” sorusu da, kamuoyunda büyümeye başlamıştır.
Türkiye’de askerin görevi kutsal, ayrıcalıkları tanrısal bir bağış gibi algılandığı için askerin statükosunu bozacak her girişim, görülmedik bir demokratik atılım olarak sunulmaktadır. Hükümet ve yandaş basın bugün bu propagandayı sürdürmektedir. Örneğin askerlerin sivil mahkemelerde yargılanmasını olanaklı kılacak yasa değiştirme bir “hukuk devrimi” gibi sunulmaktadır. Oysa, egemenlerin şu ya da bu nedenle bir kliğine karşı öteki kliğini avantajlı yapacak yasal düzenlemeler; eğer ki, yasa kitabında “kara bir yazı” olmaktan öte bir işlevi olursa anlamlı olur. Bu yüzden de, emekçilerin aşağıdan baskılarıyla oluşmamış yasal düzenlemelerin büyük çoğunluğu, kısa bir süre sonra kağıt üstündeki “devrimler” olarak kalmıştır. Uzağa gitmeye gerek yok. Cumhuriyet dönemindeki bütün İsviçre ve Fransa gibi en gelişmiş demokrasilerden alınan yasal düzenlemeler bile, kağıt üstünde kalan niyetleri aşamamıştır.
Albay Çiçek’i; sivil, üstelik de “hükümeti yıkmaya yönelik hazırlıklar yaptığı öne sürülen bir terör örgütü davasını” yürüten mahkemenin böyle, şaibeli biçimde tahliye ettirmesi çok öğreticidir. Bu; bir yandan yukarıda yapılan bilek güreşinin sıcaklığını gösterirken, aynı zamanda da gücü elinde tutan için mahkemenin asker mi sivil mi olmasının belirleyici olmadığını göstermektedir. Eğer hakkın, hukukun savunucusu; emekçilerin özgürlüklerine, demokratik haklarına sahip çıkacak bir güce sahip değilse o ülke, yasalar ne yazarsa yazsın, adaletin herkes için olması olanaklı değildir. Nitekim Dursun Çiçek, sivil mahkemeden tahliye edilmiştir! Ve eğer demokratik kamuoyu, kontrgerillanın açığa çıkarılması mücadelesinde taraf olma konusunda yeterince etkin olamazsa, ne Çiçek ne de Çiçekler yargılanacaktır.
Daha şimdiden Çiçek’i tutuklayan mahkemenin otoritesi ve ciddiyeti ayak altına gittiği gibi, böyle bir mahkemenin adil yargı yapmasına dair inanç da yerle bir olmuştur.
Ya hak ve adalet duygusu ne olmuştur?
Güçlülerin “ipten adam aldığı”na inanıldığı bir ülkede, mahkemelerin (asker ya da sivil) adil kararlar verdiğine kimi inandırabilirsiniz?
Dün, bütün Türkiye’de 16. yılı anılan Sivas yangınını, mahkemeler adil bir biçimde mi yargıladı?
Eğer adil yargılama olsaydı, “Sivas hâlâ yanıyor” olur muydu?
Evresensel