27 Ağustos 2025 Çarşamba

Kemal Yazar Yoldaşı Katledilmesinin 29.Yılında Anarken..!


 

Tam 29.yıl önce Almanya’nın-Duisburg kentinde MLKP önderliğinin talimatıylla hain pusuda kaybettik Kemal Yazar yoldaş. Tarih yaprakları 27 ağustos 1996 yılını gösterirken faşizmin defalarca  yok etmeye çalıştığı Kemal Yazar yoldaşı bir dönemler yoldaş diyen MLKP’liler bedenine onlarca kurşun sıkarak katlettiler.

Bir çok şehit yoldaş gibi Kemal yoldaşda devrim ve sosyalizm  yolunun sarp, dolambaçlıdır,  zor ve  meşakkatli ve hain pusularla yüklü olduğunu biliyordu. .O bu uzun emeğin özgürleşmesi yolculuğunda  uslanmaz yüreği, büyük bir aşkla çiçeklenen dirençiyle dava insanı olmayı, örgütçülüğü, yoldaşlığı, direnmeyi, devrim için, örgüt için, gerektiğinde ölmesini bilmeyi öğreten yoldaştı. 

Birkere şunun altını özenle çizmeliyizki, tüm olumsuzluklara kılıç çalarak, dünden bugüne  gelenekten geleceğe devrim ve sosyalizm yürüyüşünde, örgütlü mücadele ve devrimin maneviyatını yükseltme, güçlendrime  ve yaşatma bakımından önemlidir. Dahası devrim ve sosyalizm şehitleri devrim ve sosyalizm savaşımımızın manevi zenginliği kadar hazinesidir aynı zamanda. Bunu korumak ve gelecek kuşaklara taşımak her komünist örgütün olduğu kadar, her bir skomünist ve devrimcinin de görev ve sorumluluğudur. Bu tarihe olduğu kadar, kendi devrimci tarihine karşı da bir sorumluluk ve görevdir.

Komünist hareketi yeniden ete kemiğe büründürmek için 21 Ağustos 1995 ‘de kurulduğu günden bu yana faşist diktatörlüğün ve oportünist revizyonist  kesimlerin  ateş altında tuttuğu bir örgüt olarak, kendi tarihini zorluklar, olanaksızlıklar ve ihanete karşı savaşım içinde  yazmaya çalıştı. Dünyada, özelde de Türkiye ve Kuzey  Kürdistan'da çeşitli ulus ve ulusal azınlıklardan işçiler ve  emekçi halkların mücadelelerle yarattığı tüm değerleri, kazanımları ve şehitlerini bütünlüklü olarak sahiplenen örgüt, dünden bugüne bugünden geleceğe devrimci yürüyüşünü bu perspektifle zorluklara karşı  sürdürmektedir. 22. yıllık mücadele tarihinde bu yürüyüşün bedeli olarak şehitler verdik  Örgütün oğulları ve kızları bu kavgada devrimin zaferi için canlarını ve kanlarını verdiler, yapı taşları olmuşlardır. Komünizmin yüce  idealleri uğruna ölümde olsa bu bedeli göğüslemeyi, düşmana aman vermemeyi, baş eğmeyip direnmeyi ve önce ben düşmeliyi mi öğreten olmuşlardır.

Umutları tükenmişliği de gördü gözlerimiz, bir tükenmişlikten diğerine sürüklenen düş kırgınlarını da. Biraz kötümserliğe çalsa da yaşamın tadı, umudu sürdürenlerimiz de oldu, umutları kuşkularına yenik düşenimiz de. İnançsız öfkeler çabucak tükenirken, sımsıkı sarılıp tutanlar da vardı düşlerimizin bir ucundan, türküsünü yitirmeden.
Kemal yoldaş düşlerinin ucunu bırakmayanlardandı, hani; inançları mevsimlik olmayanlardan, hani; emekçi alın terini mücadeleye katık edebilenlerden, hani; acılarla örselense de yüreği, gürültüsüzce türküye katılmayı becerebilenlerden. Hayatın emekçisiydi. Hayattan alacağı vardı epeyce. Kolayına teslim olmadı o yüzden ölüme.
Direndi de direndi, defalarca polisle çatışmada yaralandı, ölümünü beklediler ama o hep inadına devrim için yaşadı,  hiç karanlık bulaşmamış elleriyle sıkıca tutundu hayata. Onun için Kaypakkaya'nın geleneğini sürdüren KP-İÖ idi son mekanının adı? Sonra parmak uçlarından kayıp gitti hayat. Pusuda düştü yere. Ölümdü bu, yoldaş  ölümü. Hani; içeride de dışarıda da, vuruşurken de, hasta yatarken de, ölüme kafa tutmayı bilenlerden birinin gidişi…

  Görüp yaşıyoruz ki; faşist karşı devrimin gemi azıya aldığı ve kirli savaşı körüklediği ve devrimci hareketin her bakımdan ezilmeye sesinin boğulmaya çalışıldığı koşullarda anıyoruz  Kemal Yazar yoldaşı.

Şunun hiç akıldan çıkarmamalıyız ki,  öncü olmak ve ışık saçmak, bir yerde en olmadık zamanda imkansızı başarmanın ve bilinmeyenlere kulaç atmanın yani rüzgâra karşı inatla ve ısrarla yürümenin. Dahası, bütün umut ışıklarının söndürüldüğü yerde umut ışığını yeniden yakabilmenin cesaretidir. Bu aslında, kuşatılmışlık zırhını adeta kendi kaynağından fışkırırcasına delme gücü ve iradesidir. Yani çelik gibi olmayı başarabilmektir. Tıpkı  İbrahim, İrfan, Münir, Ali Aktaş, Yücel hazar, Cennet Değirmenci, Ali Ekber Barış  gibi olmaktır.

  Unutmamalıyız ki bu tarih ezilen ve sömürülen emekçi halkların tarihi değildir. Haliyle bu  tarih, her dönem  mücadelede anlamları olan önder ve militan kişilikler yaratmıştır

 Emekçi halkların gerçek tarihi özünde sömürü ve zulme karşı, önderlerin ve militanların gerçekleştirdiği eylemlerle başlamaktadır. Bu eylemler ezilen ve sömürülen emekçi halkların tüm kesimlerin belleklerinde kaybolmayan özgür, adil, eşit yaşam özlemlerini eyleme dökmenin ilk kıvılcımı olmuşlardır. Hiçbir haksızlığı emekçi halklar adına kabul etmeyen bu öncü ve militan kişilikler, bulundukları dönemlerde kurulu sistemleri en güçlü sorgulayanlar olarak ortaya çıkmışlardır.

 Kemal yoldaş tanımak ve Onun devrimci  militan özelliklerinden karanlığa ışık olmak oldukça önemlidir.  Kemal yoldaş devrimci olmadan önce en ayırt edici özelliği olağanüstü insan sevgisiydi. Ancak devrimci olduktan sonra, bu insan sevgisi onda tamamen farklılaştırdı. Öyle belirsiz, bulanık hümanizma duygusu yoktu artık onda. Yoldaşlarına, sadece onlara da değil, tüm devrimcilere, işçi sınıfı ve tüm emekçilere karşı tanımsız bir sevgiye dönüştü hümanizması. Kemal söz konusu olduğunda, öyle soyut bir şey değildi bu, gülüşünden, bakışından, adeta tüm gövdesinden taşardı. Daha ilk karşılaşmada gülüşü ve sıcaklığıyla sarardı insanı.

Bu özelliğini bütünleyen ve onda karakter haline gelen bir diğer özelliği ise, alçak gönüllülüğüydü. Herhalde şimdi sorulsa, içimizden hiç kimse alçak gönüllü olmadığını, burnu büyük ve üstenci olduğunu kabul etmeyecektir. Kuşkusuz her şeyin bir ortalaması vardır. Çalışkanlığın, fedakarlığın, hatta devrimciliğin bile. Kemal  için söylenenleri bu ortalama ölçüler içinde algıladığımızda, onu tanımamız mümkün olmayacaktır.

Kemal  alçak gönüllüdür. Ve onda ortalama yoktur. Örneğin Kemal  önemli yönetici sorumluluklar üstlendi. Ama bunu yaparken kendisine hiçbir özel misyon biçmedi. Öyle örgüt yöneticisi olmak ve önemli eylemlere imza atma onurunu taşımak onun için özel bir durum değildi.  Bu bir onursa örgütüne aitti. İnanç ve coşkusuyla sarıldığı her eylemde, öne çıkması gereken  biri varsa o da kendisiydi. Mücadelenin ve örgütün diğer yoldaşlarına daha çok ihtiyacı olduğunu düşünüyordu çünkü.

   Yine Kemal yoldaş  en genç ve yeni yoldaşlarıyla konuşurken bile, neredeyse karşısındaki onun üstüymüş gibi saygılı ve dikkatliydi. Oturuşundan ses tonuna kadar bu böyleydi. Ve bunu kimsenin gönlünü hoş tutmak için değil, başka türlü davranamadığı için yapardı. Herhangi bir devrimciyle -ama devrimciyle- ilişkisinde de böyledir. Kemale fedakar denilebilir mi?  Sanmıyoruz. Çünkü bir şey kişiliğinizle bütünleştiği zaman fedakarlık olmaktan çıkar, düpedüz karakter özelliğiniz olur. Kemal başkaları için bir şey yaparken kendisi yoktur, hiç bir ihtiyacı yoktur sanki. Yoldaşlarına kızmaz, sesini yükseltmez, kaşını yıkmaz, gönül kırmaz. Bir çoğumuzda bu durum, kendine hakim olmak biçiminde yaşanır. Onun ise buna ihtiyacı yoktur. Onda içselleşmiş bir özelliktir, kendiliğinden olur.

Eleştirirken, yaralarını usulca temizleyip sarar gibi eleştirir insanı, ilacın en acısını bile onun elinde uysallıkla içmeye hazırsınızdır. Çok mu mülayim görünüyor? Siz onu bir de örgüte yabancı ve zararlı düşünce ve alışkanlıkları sızdırmaya çalışanlar, bile bile hatasında ısrar edenler çizgimizi bulandırmaya çalışanlar karşısında görmelisiniz. O yumuşacık Kemal gider, uzlaşmaz, acımasız, sonuna kadar dövüşmeye hazır yırtıcı bir kaplan gelir yerine.

  Düşman karşısında ise, hayır, korkusuz denemez ona. Bu tanım çok hafif kalır. Düşman karşısında düşmanca durur. En güçlü sevgi, en güçlü nefretten beslenirmiş derler. Onun işçi ve emekçilere duyduğu aşka benzer sevgi, egemen sınıflara karşı duyduğu tarifsiz bir kin ve öfkeyle birleşir, bununla beslenirdi.

 Düşmanla yüzleşmesi gereken her durumda, geleceğin temsilcisi gibi davranır, saldırır, diz çöktür dü. İlk gençliğinden beri defalarca çatışmalara girmiştir, vücudunda birçok mermi taşır ve bizim tanımımızla gövdesi kalbur gibidir.

  Türkiye devrimci hareketi onu, defalarca geçtiği işkence tezgahlarındaki tavrıyla tanıdı. Her yakalanışında bir öncekine göre bir üstten tavır geliştirdi. Şubede direnmeyi bir sanat haline getirdi Kemal yoldaş işkencede düşmana cepheden tavır koyuyor, açıktan "Siz insan değilsiniz, benim işkencecilere verilecek ifadem yok" diyerek Kaypakkaya yoldaşın işkencede kızıl direniş çizgisini ileriye taşıyordu.

  Devrimci militan özelliklerinden  dolayı Kemal yoldaş Türkiye devrimcileri tarafından sevilip sayılan, adeta yoldaşça kabul gören bir komünistti. Hem de yaşarken. Sanırız böylesi bir ayrıcalık kimselere nasip olmamıştır.

    Dahası Kemal yoldaş, her dönem ihtiyacı duyulan teori ile pratiği birlşetirmeye çalışan yetkin bir örneğiydi, iyi bir örgütçüydü, iyi bir asker. Hepsinden önemlisi örgüt adamıydı. Gerçek bir adanmışlıkla çalışır ve böyle çalışılmasını isterdi. Hangi işe el atarsa o işin adamı olurdu. .

  Kemal yoldaş, mükemmel miydi ? asla.. Biliyoruz ki,  hiç kimse mükemmel değildir. Lenin'in dediği gibi, önemli olan hata yapmamak değildir. Önemli olan önemli bir hata yapmamak ve hataların gösterildiğinde derhal düzeltmektir, onun yaşamında aşılması güç her hangi bir önemli hatası yoktur. Ve asıl olan sürekli, kesintisiz bir biçimde ileriye doğru değişmek, yenilenmektir. Kemal yoldaş , yaygın deyimle o ilk günkü didinmede gösterilen örgüt ve devrimle bütünleşme düzeyi, feda ruhu, çalışma performansı ile örülüyor. Kemalin devrimci iradesi bir doruktur. Doruklara ulaşmak için o dağ tırmanılmalıdır.

     Onun bu devrimci karakter sağlamlığı, sadece kişisel meziyet sorunu değildir kuşkusuz. Proletaryanın M-L ideolojisi ile donanmış bilinçli bir inançtır duyduğu. Ölümsüzlerimizi yaşadıkları koşullardan, içinde şekillendikleri örgütten, o örgütteki yer alış biçimlerinden kopardığımızda, onları anlamak olanaklı olmayacaktır. Onların ayırt edici özellikleri örgütlerinin tüm erdemlerini kendilerinde kişileştirmeleri ve bunu kişisel erdemleriyle yoğurmalarıdır.

  Sözün özü Kemal yoldaş: kısa ama dolu dolu  yaşadığı devrimci mücadele ve yaşamında,  önce yoldaş olmayı öğrettin etrafına. En azından uzun bir dönem İnşamızı geliştirmek ve öncü konuma yükseltmek için, zorlukları devrimci irademizle aşarak ilerlemek için sonuna kadar beraber olacaktık. Söz vermiştik işleri birlikte omuzlamaya. Ama bir dönemler yoldaş denilenler hain bir pusuda seni bizden erkence kopardılar ve seninle birlikte yapacaklarımız yarım kaldı.

Yine senin neden özel olarak hedef seçilerek katledildiğini de iyi biliyoruz. Seninle birlikte örgütü büyütmek için yola çıkanların kimisi abbas yolcu, kimisi ihanetçi ve kimisi de zorluklardan yüz çevirerek seni bir kez daha arkadan vurdular. Ama seninle birlikte İnşayı büyütme kararlılığında olan İnşamız önderliği ve militanları, sempatizanları sana vermiş oldukları devrim sözüne bağlı kalarak, örgütümüzü kirlerden ve paslardan, temizleyerek her bakımdan yenilenmiş olarak yoluna daha güçlü olarak devam ediyor.

  Dahası yoldaşların olarak yenilmezlerin Bolşevik ordusunu yaratma  savaşımımız da Kemal yoldaş sen  her daima umut, sen inanç, sen güç kaynağımız olmaya devam ediyorsun.

Kemal Yazar Yoldaş Ölümsüzdür.!

21 Ağustostan 27 Ağustosa Bin Selam…!

Yaşasın Devrim ve Sosyalizm Mücadelemiz..!

13 Ağustos 2025 Çarşamba

Öcalan Kürt Ulusunun Kolektif Haklarını Kazanma Yerine TC Devletini Güçlendirmeyi Hedefliyor..!



Öcalan'ın PKK’yi tasfiye etme ve Kürt direnişinin altını boşaltma çizgisi, sorgu ve İmralı savunmalarında kopuk değildir. Aslında Bahçeli'nin çağrısına yanıt vererek Kürt direnişine son vererek PKK’nin tasfiye edilmesi süreci önceden başlatılıp derinleşerek yaşanan bir süreçti. Her revizyonist ve oportünist çizgiye evrilen, yurtsever devrimci akımlarda yaşanana hat değişikliği yeni süreç politik koşulların değişimi, dogmatik düşünmeme vb. yaklaşımların arkasına gizlenerek yapılmıştır.   Hem de emekçileri aldatmak için “barış ve demokratikleşme” savları daima önde tutulmuş ve emekçilerin kollektif çıkarları önemseniyor  havası verilmeye çalışılmıştır.

 Nitekim Öcalan’da dünden bugüne kadar göz boyamakla için “barış ve demokratikleşme” nakaratı, tekrarlayıp, "barış ve demokratikleşme " illüzyonu ile, göz boyama ve büyü ile açıktan yürütülen bir tasfiye hareketini bireysel planda kalan kimi itiraf ve pişmanlık olaylarıyla karşılaştırmak yaşanan gerçeklikle alay etmek değilse nedir?

  Öcalan ABD emperyalizmi tarafından T.C. devletine teslim edilip İmralı’da sorgulanırken şöyle diyordu; "Ben sorgulanırken kendi kendimi de sorguladım". Öcalan kendisini sorgulamada daha bir kararlı hatta yürüme yerine, ideolojik, politik çizgisini ve mücadele hattını yani PKK’nin temel çizgisinin ve pratiğini inkar edip mahkum etme bakımından kendisini yeniliyordu.  Aslında Öcalan’ın bu sözleri bizlere hiç de yabancı değil, klasik revizyonist oportünistler yeni bir çizgiye çark etmeden önce kendilerini sorgularlar, Cumhuriyetin ve Kemalizm'in erdemlerinin sırrına varırlar ve sonunda devlete hizmet etmek için ellerinden geleni yapacaklarına dair söz verirler. Öcalan da benzer bir girişle ifadesine başlıyor. Daha sonra sorgulamalarının sonuçlarını özetlemeye çalışıyor, devlete ve PKK karşısındaki ideolojik, politik, stratejik ve pratik tavrını çok kesin çizgilerle belirliyor, bu konuda kesin bir güvence veriyor. Buna karşılık ise kimi kırıntı haklar, hatta devlette hiçbir talebimiz yok diyerek tasfiye planının tam ve kesintisiz başarısı için herşey devlet inisiyatifine bırakılıyor.

Öcalan, kendi kendisini sorgularken vardığı sonuçları tek tek sıralıyor. Öncelikle kendisinin sağ-sol çatışması içerisinde klasik bir solcu olarak, ya da klasik Kürtçü olarak kabul edilmesinin doğru olmayacağını belirtme gereğini duyuyor, farklılığını vurgulama ihtiyacını duyuyor, bunu, bundan sonraki adımları açısında gerekli görüyor. Bundan sonra Öcalan, Kürt direniş tarihini mahkum etmeye çalışıyor. Bunu da ideolojik tasfiye, ulaşılan tarihsel ve ulusal bilinç katliamı açısından kaçınılmaz görüyor.

Öcalan Kürt İsyanlarını  Mahkum Ederek Kemalist Rejimi Kutsuyor

  M. Kemal'in Cumhuriyeti kurduktan sonra Doğuda ve Batıda isyanların olduğunu, bu isyanlar üzerinde uzun süre düşündüğünü, bu isyanları Kürtçü isyanlar olarak düşünmenin yanlış olduğunu, isyanı başlatanların henüz Cumhuriyete alışmadıklarını, yıkılan eski rejimi aradıklarını, bu nedenle Cumhuriyete bir tepki olarak doğduklarını, bu isyanların bastırılmasında aşırıya varan bir şiddete baş vurulmuş olsa da, bu şiddetin "kesinlikle Kürtleri ezmek için şiddet olarak" algılanmaması gerektiğini, alınan tedbirlerin Cumhuriyeti korumaya yönelik olduğunu, isyanların ve onlara karşı alınan önlemlerin kesinlikle böyle algılanması gerektiğini tekrar tekrar vurguluyor, bu anlamda Batıda gelişen isyanlar ile "Doğuda" gelişen isyanlar arasında önemli bir farkın olmadığını anlatıyor. Kürt direniş tarihinin bu tarzda Cumhuriyet ideolojisinin ve Kemalizm'in imbiğinden geçirilmesi, ideolojik tasfiye için, tersine dönüş için kaçınılmaz "tarihsel bir temel" olarak görülüyor.

Öcalan, ifadesinin devamında, 1970'li yıllarda Türkiye'de sağ-sol çatışmasının, Marksizm ve Kürtçülük hareketlerinin başladığını, kendisini de, yoksul bir ailenin çocuğu olarak Ankara'da bu hareketlerin ortasında bulduğunu belirtiyor.

Öcalan PKK’nin 1978 Kürdistan Devrimin Yolu Programını Hayal Olarak Görüp Boşa Kürek Çektik Diyor

Öcalan 1999 İmralı savunmalarında PKK’nin Kürt ulusalcı çizgisini mahkum ederek aslında PKK’nin ve Kürt direnişinin tabutuna çiviyi çakıyor. PKK çizgisini mahkum eden ifadeler veriyor. Bu konuyla ilgili iki alıntı yapmak istiyoruz. Birincisi şöyle: “Bildiğiniz gibi PKK'nin kurucusu benim. PKK'nin kurulurken programını yaptık. O zaman Kürtlerin bağımsız bir Kürdistan kavramı da vardı, Marksist temele dayalı yeni sistem getirecektik. Ancak değişen olaylar ve zaman bize bu programın hayali olduğunu gösterdi." Şimdi de sıra ikincisinde: “Benim programlarımın da başlangıçta hayali olduğunu anladım. PKK programının politik ve siyasi değeri olmadığını kavram olarak Kürdistan ibaresini kullandım. Coğrafi olarak ele aldım. Kürt devleti kurmanın mümkün olamayacağı ilmen de sabittir. Gerekli de değildir. Mevcut TC devleti içerisinde demokratik ortamda her şeyin gerçekleşmesi mümkündür. Ben bu sonuca vardım". Ve   artık rolünü tamamladığı ve kendisini tekrarlayan bir konuma geldiğini söyleyerek PKK’nin tasfiye edilmesini savunuyor ve PKK bu çağrıya yanıt vererek  kendisini tasfiye kararı alıyordu.

İşte Öcalan’ı Öcalan yapan kendinin varlık temelini inkar etmenin en özlü özeti yukarıda aktardığımız sözlerde gizli. "Ancak değişen olaylar ve zaman bize bu programın hayali olduğunu gösterdi."

  Madem ki öyle, yıllardır verilen mücadele, ödenen ağır bedeller, bunca şehit, çekilen tanımsız acıların anlamı nedir, hepsi boş bir hayal için miydi? Madem ki PKK programının ideolojik ve politik bir anlamı yoktu, hayaliydi; öyleyse kendi ekseninde geliştirdiği kişi kültüne dayalı "sistem" nereden doğdu, o zaman Öcalan'ı Öcalan yapan neydi, bu program ve onun uğruna verilen mücadeleler olmasaydı, Öcalan’dan söz edilebilirmiy di? Hayır, Öcalan burada PKK'yi, ideolojik ve politik çizgisini ve mücadelesini ret ve mahkum etmeden yeni koşullarda kendisini sürdüremeyeceğini düşünüyor. PKK, onun devrimci çizgisi ve tüm devrim değerleri mi, yoksa salt kendisi mi önemli, hangisini esas almalı sorusu karşısında Öcalan, tereddütsüz kendisinden yana tavır alıyor. Daha ilk günde devlet yetkilileri kendisine demiştiler ya, "sonunu kendin hazırlarsın".

Yani devletin yetkilileri sorguda ve mahkemede takınacağın tutum senin geleceğini belirleyecektir “diyor. Devletin bu ölüm tehdidini Öcalan, çok derinlemesine anlıyor ve esas davranış tarzı haline getirmişti. Baştan sona kendisini ret ve mahkum etmek, devletin istediği ve onun itirazsız kabul edeceği bir çizgide karar kılıp, PKK’yi tasfiye etme rolünü oynuyor.

PKK’nin bağımsız birleşik demokratik Kürdistan amaçlı programının siyasi bir değeri olmadığını, hayali olduğunu anladığını söyleyen Öcalan, savcılara Kürt devleti kurmanın mümkün olmadığını, bunun "ilmen de sabit" olduğunu anlatmaya çalışıyor. Öcalan, yıllardır beyinlere kazılmak istenen bayat bir tekerlemeyi tekrarlamaktan başka bir şey söylemiyor. Kürt devletini kurmak hayalmiş, mümkün değilmiş, gerekli de değilmiş... Peki, şimdiye kadar neredeydin, Barzaniler ve KDP, YNK otonomi savundular diye yerden yere vuran kimdi, onları hainlikle suçlayan kimdi? Öcalan'dan başkası mı? Bir önder, tanımı gereği, bir yönüyle gelişmeleri önceden görme yeteneğine sahip bir birey olarak tanımlanır. Biz önceden görmeyi bir yana bırakalım, Kürtlerin neler kazanabileceği, devlet kurma hakkına sahip olduğu yıllardır tartışılan ve sonuçlanan konulardır. Daha önce "ilmen de sabit" olduğu ileri sürülen Kürtlerin devlet kuramayacakları tezini Öcalan, neden savunmuyor da, şimdi tam da devletin elinde tutsakken savunuyordu? Bu, yoksa yüksek" uzlaşma siyasetinin bir gereği mi oluyor? Gerçekten uzlaşma siyaseti, kendisini, en temel ilkeleri ve değerleri tepside düşmanına sunmak mıdır? Uzlaşma, kendi kendini inkar, aşağılamak, ret ve mahkum etmek midir? Uzlaşma, savunduklarından ve yaptıklarından pişmanlık duymak mıdır?

Öcalan, ifade ve savunmasında, 'Kürdistan ibaresini" kullandığını, ama bunu "coğrafi olarak ele aldığını da eklemeyi unutmuyor. Ret ve mahkum ettiği gerçeğini, çizgisini ve onun terminolojisini gerçeğe sadık kalarak ve olduğu gibi savunma gücünü ve cesaretini de göstermiyor. Kürdistan ibaresi'ni "coğrafi" bir terim olarak mı ele aldın? Öyle mi? Her şey bir yana PKK adındaki Kürdistan kavramını nasıl açıklayacaksın? Düşman karşısında teslimiyetçi bir konuma düşmek zaten başlı başına bir aşağılanma nedenidir, ama küçük ve basit inkarlara yönelmek tümden gülünç düşürücü olmuyor mu? Böyle bir "önder", böyle bir "başkomutanı" bir halkın nasıl önderi olarak ortaya çıkabilir?

Öcalan Kürt Ulusunun Kendi Kaderini Kendi Eline Almasına Karşı Çıkarak Kolektif Hakları Yok Sayıyor

Öcalan, Kürtlerin devlet kuramayacaklarını, bunun "ilmen sabit" olduğunu söylemekle yetinmiyor. Kürtlerin en temel ulusal haklarını da yok sayıyor, onların geçmişleri kadar, gelecek ufuklarını da karartıyor, T.C. içinde Kürtlerin her türlü hakka ulaşabileceklerini söylüyor. Bunu da "uzun örgüt hayatı'ndan çıkardığını belirtiyor. Savunma ve sonraki yüzyılın manifestosunda da   bu konuda dedikleri, dedikleri son derece çarpıcı ve ibret verici, birlikte okuyoruz:

"Ben uzun örgüt hayatımda Kürtlerin özgürlüklerini Türkiye içerisinde bulduklarını gördüm. Bana göre Kürtlerin derdi ayrı bir devlet kurmak olamaz, federasyon ve otonomi bir çözüm değildir, federasyon ve otonomiden daha ileri bir çözüm demokratik sistemin kendisidir, Türkiye'de de mevcut sistemde Kürtlerin siyasal hakları vardır, 1990'lardan sonra Kürtlerle ilgili kültürel haklar da geliştirilmiştir. Bu halen de yürürlüktedir. Kürtçe gazete çıkarılmakta, Kürt Enstitüsü kuruldu, Kürtlerin oy verdiği bir parti, kültür dernekleri vardır, bütün bu olanlar Türkiye'de Kürtlerin özgür ifade hakkının geliştiğinin göstergesidir. Bununla şunu ispatlamak istedim. Türkiye'de Kürt meselesi demokratik sistem içerisinde Kürtlerin ifade özgürlüğüne kavuşarak olumlu yönde gelişmiştir. Bütün Türkiye'de demokrasi geliştikçe bundan elbette Kürtler de yararlanacaktır. Esasında daha Cumhuriyet kurulmadan ve kurulduktan sonra Kürtler devletin asli unsurlarıdır."

Burada sözünü ettiği “demokratik çözüm” içi boş ve demagojik bir kavram, çok yönlü ideolojik ve politik teslimiyeti örtmeye yarayan bir şaldan öte bir anlam ifade etmiyor. Peki, federasyon ve otonomi, neden "demokratik çözüm'ün dışında gösteriliyor? Ya ayrı bağımsız devlet kurma hakkı ezilen ve bağımlı bir halk için en vazgeçilmez bir haktır bu hak neden reddediliyor.

Öcalan, ideolojik, politik ve ruhsal tasfiye planında hiçbir gediğe yer bırakmak istemiyor. Bu nedenle Kürt gerçeğini de tanımlıyor. Diyor ki, "Ulus olarak da Kürtler Türk ulusal bütünlüğü içerisindedir, ancak ayrı kültür ve dili olan bir unsurdur." Bu tanım üzerine yorum yapmaya gerek var mı? Binlerce yıllık bir halk ve ülke gerçekliği böyle bir çırpıda, kalem darbesiyle yok ediliyor, Kürtler Türk ulusal bütünlüğünün bir parçası olarak değerlendiriliyor. Bu, geliştirilmeye çalışılan, özünde Kemalist "ulus teorisi'nden farklı olmayan "ulus tezi'nin tekrarından başka ne anlama gelir? Hatırlanacağı üzere resmi devlet politikası ve anayasa “devlete vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk'tür,” diyor ve ama bu tanım, farklı etnik kökenleri ve farklı dil ve kültürleri dıştalamaz, tersine bunları kendisi için bir zenginlik sayarı da ekliyor. Böyle bir " Türk ulus teorisi'ni geliştirmeye çalışan devlet, devlete de bu tanımı benimsemesini ve buna göre politikalar geliştirmesini istemekteydi. Öcalan'ın şimdi savundukları aslında devletin resmi tanımından ve yaklaşımından ileri bir noktada değil. Aslında resmi devlet politikası Kürtleri Türk ulusal bütünlüğünün bir unsuruna indirgeyerek, resmi inkar ve imha anlayışını tekrarlamaktan başka bir şey yapmıyor.

Öcalan Ezilen ve  Baskı Altında Tutulan Halkların Haklı ve Meşru Silahlı Direnişini Yok Sayıyor

Öcalan, hem PKK'nin şiddet kullanan bir örgüt olduğunu kabul ediyor ve ardında , zaman içinde bu şiddetten rahatsız olduğunu, 1993'ten sonra PKK'yi şiddetten arındırmaya çalıştığını, bunun için Talabani aracılığıyla Özal'la ilişki geliştirdiğini, ilk ateşkesi bunun bir sonucu olarak ilan ettiğini, ama bunun başarılı olmadığını, daha sonra bu tutumunu sürdürdüğünü, 1995'te yeni ateşkes kararını alıp uyguladığını, ama buna gerekli karşılığı almadığını, 1996'da başka aracılarla Genelkurmay İle dolaylı ilişki geliştirdiğini,bu ilişkinin kendisini epey umutlandırdığını, ilettiği mesajlarda demokratik çözüm çerçevesinde bütün sorunların çözülebileceğini, sınırları ve devletin bütünlüğünü tartışma konusu yapmak istemediklerini belirttiğini, 1 Eylül 1998'de ilan ettiği ateşkes tavrının bu gelişmelerden kaynaklandığını anlatıyor.

Öcalan, Savunmasında ve dilekçelerinde yabancı güçlerin Türkiye'ye karşı PKK'yi kullanmak istediğini, Kenya'ya kaçırılışının altında yine İngiliz parmağının olduğunu, aslında bu komplo ile kendisinin öldürülmek istendiğini ve böylece yüz yıllık bir Türk-Kürt savaşının başlatılmak istendiğini, bunu önlemeye çalıştığını, buna olanaklarının olduğunu ve devletin kendisine şans tanımasını diliyor. Öcalan, "Yabancı" güçlerin PKK üzerinde hesapları var, ama bunları ben önlüyorum. Ben ortadan kaldırılırsam işler daha da karmaşıklaşır, her devletin bir PKK'si ortaya çıkar ve bu durum devlet için içinden çıkılmaz sorunlar yaratır, geçmişte nasıl ki bir dizi oyunla Musul yitirildiyse, benzer tehlikeler yeniden gündeme gelebilir. O nedenle bana ihtiyacınız benim sayemde PKK'nin tehlikeli mecralara sürüklenmesi olasılığını önler, onu düzenle bütünleştirme hareketini geliştirebilirsiniz, yeter ki biraz şans verilsin!" diyor.  Açık ki Öcalan, PKK'nin teslimiyeti ve tasfiyesi üzerinden "pazarlık" yapmak istiyor, yabancı güçlerin durumunu bir tehdit unsuru olarak değerlendirmek istiyor.

Bir Dönemler Herkesi Kemalizm’in Ajanı Gören Öcalan İmralı’da Bir Gecede Keskin  Kemalist Limana Demirledi

Aslında Öcalan’ın devlette, PKK ve bütün değerlerin tasfiyesi karşılığında istediği pek bir şey yok . Zaten, Öcalan, kendisi için özel bir talebinin olmadığını belirtiyor şöyle devam ediyor: "Beni örgütünü tasfiye eden biri olarak değil, ülkesi ve halkı için en doğrusunu yapan biri olarak görün." Bütün bunları devleti inandırmak için yapığı açık. Geldiği yeni noktada inandırıcı olmak için başka kanıtlar da ileri sürer.

 Örneğin "Benim bugüne kadar Atatürk'e karşı Türk ulusu ve bayrağı aleyhine bir sözüm olmamıştır. Söylediklerim eleştiri mahiyetindedir. Atatürk'ü küçük düşürücü sözlerim yoktur. Atatürk'ün önderlik hususlarını takdir ettim. Bugüne kadar da kendime rehber olarak kabul edip, uygulamaya çalıştım. Son HADEP genel kurul toplantısında Türk bayrağının indirilmesini de ilk kınayanlardan biri de benim, bu konuda MED TV'de konuşmalarım çıkmıştır. Yakalandığımda da Türk bayrağına saygımı öperek gösterdim, bu konudaki suçlamaları kabul edemem" sözleri bunun en somut kanıtıdır. Bayrak önündeki çekilmiş görüntüleri hepimiz dehşetle ve hayretle izlemiştik. İlk bakışta çökmüş bir ruh halini karmaşık ve çelişik duygularla gördük, ama biz bunu yorgunluğa bağlayarak kendi kendimizi ikna etmeye, daha doğrusu kandırmaya çalışmıştık.

 Gerçeklik ise daha farklı, Öcalan bunu ifadesinde net olarak ortaya koyuyor. Kendini bir ulusun lideri olarak tanımlayan birinin düşmanın eline düştükten sonra hemen savaştığı düşmanın bayrağını öpmeye kalkarsa bu, düşman karşısında aman dilemek ve diz çökmekten başka bir şeyle tanımlanabilir mi? Bir ulusu temsil eden bir değere saygı göstermek başkadır ve bunun yeri ve zamanı farklıdır, ama daha tutsaklığın ilk anında düşmanın bayrağını öpmek başka bir şeydir, bunun bir ulusa saygıyla hiçbir ilgisi yoktur.

 Denilecek ki, bu kadar "küçük ayrıntılarla uğraşmanın ne anlamı var, büyütmenin bir gereği var mı?" Evet, sorun bir ayrıntı değil, ilkesel bir duruş, düşman karşısında bir partiyi, bir devrimci savaşı, bir halkı ve dünya halklarını temsil etme, onların onurunu zirvede koruma tavrıdır. "Ayrıntı" olarak görülen davranışlar, anılan bu ilkesel tutumun tamamlayıcı ve çok önemli parçalarıdır. Öcalan, mutlak teslimiyeti esas alıyor ve bunu "ayrıntılarla" tamamlıyor, böylece tarihimizin en büyük teslimiyetine imzasını atıyor...

Ve Öcalan bu tarihi teslimiyet ve tasfiye belgesini şu çarpıcı sözlerle noktalıyor: "Yukarıda açıklamaya çalıştığım hususlar samimi duygularımdır. Amacım ülkemizi ve devletimizi daha da güçlendirmek ve yardımcı olmaktır. Kişisel hiçbir beklentim yoktur. İmkanlar tanındığında gerekli bilgiyi verip örgütü yasal çizgiye çekmeye hazırım dedi. Bu konuda devletimizin de üzerine düşeni yapması gerekir. Devletin üzerine düşen iç barışı sağlayabilmek için gerekli olan yasal düzenlemeler yapmaktır. Bunların başında af yasası dağda ve cezaevinde olanlar için onların topluma karışmalarını sağlayacak bir af yasası gelir. Ben bu konuda üzerime düşen her türlü katkıda bulunmaya hazırım, bize bağlı halkım ve örgütümü demokratik devletin ve ülkemizin hizmetine uyumlu hale getirmeye imkan ve güce sahip olduğumu söylüyorum, tüm gücümle bu yönde çaba harcamaya hazırım" (abç.)

  Öcalan, bu ifadesinde dile getirdiği bütün sözlerin kendisinin samimi duyguları olduğunu belirttikten sonra amacını da, "ülkemizi ve devletimizi daha da güçlendirmek ve yardımcı olmak" biçiminde açıklıyor. Dün Kürdistan, özgürlük, devrim, sosyalizm kavramlarını dilinden düşürmeyen, bunun için uzun mücadele ve savaş  yürüten  ve kendisini bütün bu değerlerin bileşkesi, bir nolu temsilcisi, önderi olarak tanımlayan Öcalan, bugün amacını bu kavramlarla bağdaşması mümkün olmayan, bunlarla tam bir uzlaşmaz karşıtlık içinde olan devlet, Misak-i Milli kavramlarıyla ve "ülkemizi ve devletimizi daha da güçlendirmek ve yardımcı olmak" olarak açıklıyor. Tam bir tersine dönüş durumu!

 Nereden nereye? Devletle devrimi, TC ile Kürdistan özgürlük istemlerini, Kürdistan ile Misak-i Milliyi bağdaştırmak mümkün mü? Ya kendisini özgürlük savaşçısı olarak tanımlayan birinin savaştığı devleti "devle- timiz" olarak kutsaması tutumunu, gerçeklere sırt çevirmeden, kendini ve değerlerini inkar etmeden kabul etmek ve bunu teorileştirmek mümkün mü? Bu soruların can sıkıcı olduğunu, basit gerçekleri tekrarlamak olduğunu biliyoruz. Ama daha sonra bu utanç verici tutumunu "siyasi çıkış" olarak tanımlayan ve bunu yutmak bir dinden geçercesine "Işıklı yol" olarak tanımlayanları görünce bu basit gerçekleri tekrarlamak durumunda kalıyoruz.

Daha da önemlisi Öcalan'ın PKK'yi ve devrimi tasfiye konusunda devlete verdiği söz ve güvencedir, tekrarlamakta yarar var:

“Ben bu konuda üzerime düşen her türlü katkıda bulunmaya hazırım, bize bağlı halkım ve örgütümü demokratik devletin ve ülkemizin hizmetine uyumlu hale getirmeye imkan ve güce sahip olduğumu söylüyorum, tüm gücümle bu yönde çaba harcamaya hazırım"!

İşte, Öcalan'ın takındığı teslimiyetçi tutumun ve PKK’e, Kürt özgürlük direnişine dayattığı tarihimizin en büyük ve karanlık tasfiye hareketinin özü ve özetidir. İmralı savunmalarının ve son PKK’nin tasfiyesi çağrısının teslimiyetçi ve tasfiyeci düşünce, program, strateji, taktık ve uygulama kararlarının özeti, genel ve özlü ifadesi, temel yönlendirici bir ibret vesikasıdır, utanç verici TC devletini nefes aldırma çizgisidir. Hiçbir demagoji, önderliğin bir bildiği vardır ki böyle sözler ediyor hayal pompalaması, yalan ve sahte teori bu Öcalan’ın tasfiyeci ve teslimiyetçi bir çizgide hareket ettiği gerçeğini değiştiremez


 

6 Ağustos 2025 Çarşamba

PKK'nin Tasfiyeciliğe Yuvarlnmasında Kürdistan Devrimine Dair Dar Uluslacı Örgütlenmenin Etkisi Nedir..!

 

PKK'nin 41.Yıllık Silahlı Savaşımın Ardında .Tüm Gücüyle Savaşmasına ve Kürt Halkının Kitlesel Desteğine Arkasına Almasına Karşın TC Devletini Yenemeyerek Kendisini Tasfiye Etmesine Birde Dar Ulusalcı Örgütlenme ve Mücadelede Israrcı Olmanın Etkisi Bakışında Yaklaşamak Gerekmezmi..!
ASLINDA PKK'nin KENDİSİNİ TASFİYESİ KÜRDİSTAN DEVRİMİNİN ZAFERİNİN ULUSALCI DAR ÖRGÜTLENMLERDEN DEĞİL ÇEŞİTLİ ULUS VE ULUSAL AZINLIKLARDAN İŞÇİ VE EMEKÇİLERİN ENTERNASYONAL TEMELDE BİRLEŞİK VE ORTAK BİR ÖRGÜTLENME VE MÜCADELEDE GEÇTİĞİNİ BİR KEZ DAHA AÇIĞA SERMEDİ Mİ.!
Ulusal örgütlenme ve mücadele ile Kuzey Kürdistan'ın özgürlüğe kavuşmasının güç olduğunu PKK'nin tüm ulusla ve demokratik istemlerinden vaz geçerek, kendisini feshetmesi ve yıkmak yola çıktığı TC devletinin üniter yapısı sınırları içinde hareket edeceğini açıklamasıyla Kuzey Kürdistan'ın özgürlüğünün'de Türkiye emekçi halklarının kaderiyle aynı olduğunu ve birleşik ortak bir örgütlenme ve mücadeleden geçtiğini, tek bacakla uzun maraton koşmanın zor olduğunu yakıcı olarak açığa serdi ve ulusalcı temel dar örgütlenmenin çıkmaz sokak olduğunu da tanıtladı. Yaşam yıllardan bu yana birleşik mücadele ve ortak örgütlenmeyi savunan enternasyonalist komünistleri haklı çıkardı.
Bi­lin­di­ği üze­re dev­rim­ci pro­le­tar­ya, dün­ya dev­ri­mi­ni ve dün­ya ça­pın­da ka­pi­ta­list sis­te­mi yı­ka­rak, pro­le­tar­ya dik­ta­tör­lüğünü ger­çek­leş­tir­me müca­de­le­sin­de, em­per­ya­list sis­te­min hal­ka­la­rı­nın tek tek em­per­ya­list sis­tem­den ko­pa­rı­la­rak pro­le­tar­ya dev­ri­mi­nin üst­le­ri­ni in­şa et­me stra­te­ji­si iz­ler. Bu stra­te­ji te­me­li üze­rin­de, her bir hal­ka­da­ki müca­de­le­yi ni­te­lik­li ve öz ola­rak ev­ren­sel bir müca­de­le ola­rak ele alır.
Pro­le­tar­ya­nın her bir hal­ka­da­ki dev­rim ve sos­ya­lizm müca­de­le­si ev­ren­sel ol­ma­sı­na kar­şın, dün­ya dev­ri­mi­nin eşit­siz ge­liş­me­si ve her hal­ka­da­ki eko­no­mik-top­lum­sal, si­ya­sal ko­şul­lar ve bu ko­şul­lar üze­rin­de yük­se­len si­ya­sal stra­te­ji­ler­de­ki fark­lı­lık, ön­cünün ör­güt­len­me­sin­de ulus­la­ra­ra­sı ko­münist ha­re­ke­tin bir ko­lu ola­rak her bir hal­ka­da ay­rı ay­rı par­ti­le­rin ör­güt­len­me­si­ni zo­run­lu kı­lar. Ko­mü­nist ha­re­ket her bir hal­ka­da­ki ay­rı ay­rı par­tiler ola­rak ör­güt­len­me zo­run­lu­lu­ğun­dan do­ğan du­ru­mu, ge­rek dün­ya ça­pın­da­ki ko­münist ör­güt­len­me­nin her bir hal­ka­da­ki kol­la­rı ola­rak, en­ter­nas­yo­na­list ko­münist ör­güt­len­me­yi ge­liş­ti­re­rek ge­rek­se ko­münist par­ti­le­rin ide­olo­jik ve te­mel he­def ve ni­hai amaç bir­li­ği­ni sağ­la­ya­rak, ko­münist ha­re­ke­tin ev­ren­sel ni­te­li­ği­ne uy­gun bir­li­ği­ni ger­çek­leş­ti­rir. Em­per­ya­list sis­te­min her hal­ka­sın­da pro­le­tar­ya­nın tek par­ti ola­rak ör­güt­len­me­si fik­ri, her bir hal­ka­da ger­çek­leş­me ola­na­ğı olan pro­le­tar­ya dev­ri­mi­ne ulaş­tır­ma fik­ri­ne ve bu dev­ri­min ön­cü kur­ma­yı­nı en sı­kı ör­güt­sel bir­lik il­ke­si te­me­lin­de ör­güt­len­mek görüşüne da­yan­dı­ğı gi­bi, için­de ezi­len ulus ve­ya ulus­la­rın ­da yer al­dı­ğı hal­ka­lar­da, ulu­sal dar görüş­lülüğe kar­şı her ulus­tan dev­rim­ci pro­letar­ya­nın en­ter­nas­yo­na­list ni­te­li­ği­ne da­ya­nır.
Tür­ki­ye ve Ku­zey Kür­dis­tan em­per­ya­list sis­tem zin­ci­ri hal­ka­la­rın­dan bi­ri­ni oluş­tu­ru­yor. Dev­rim­ci pro­le­tar­ya, Tür­ki­ye ve Ku­zey Kür­dis­tan pro­le­tar­ya­sı­nın, ön­cü kur­ma­yı­nı tek par­ti ola­rak ör­güt­le­mek zo­run­da­dır. Bu, Tür­ki­ye ve Ku­zey Kür­dis­tan hal­ka­sın­da pro­le­tar­ya dev­ri­mi­nin za­fe­re ulaş­tır­ma­nın zo­run­lu ön koşu­lu­dur. Nitekim iki ülke iki ulus gerçekliğinden hareketle Kuzey Kürdistan'da ayrı bir örgütlenmeyi gerekli olmaktan öteye zorunlu gören eğilimler özellikle PKK'nin önemli güç haline gelmesinin ardında hem sömürgecilik görüşünü kabul etme ve hem de ayrı bağımsız örgütlenmeyi savunma yaygınlaştı, hatta PKK'yi Kürt ulusunun temsilcisi olarak gören TDP, MLSPB, Kurtuluş vb. gibi örgütler Kürdistan bağımsız devrimci faaliyet yürütemeyeceklerini açıkladılar.
Aslında Türkiye ve Kürdistan devriminin etle tırnak gibi bir birinin içine geçmiş olduğu ve Kürt sorunun çözümünün de batıda güçlü işçi ve emekçi halk hareketinin yaratılmasında geçtiği gerçeği bir çok Kürt ulusalcısı örgüt ve PKK tarafından da görülmedi. Nitekim 41.yılllık silahlı mücadelenin ardında PKK, yalınızca Kürt halkının gücüne dayanarak Kürdistan'ın özgürleştirilemeyeceğini görerek, Kürtlerin statü kazanması istemlerinden tümüyle yüz geri ederek tüm devrimci iddialarından vazgeçti ve devletin sınırları içinde bazı kırıntılarla mücadelenin sonlandırılmasına karar verdi . Son gelişmelere yaşananalar Türkiye ve Kuzey Kürdistan devriminin ortak bir enternasyonalist komünist parti öncülüğünde birleşik bir devrimle zafere taşınacağı yakıcı olarak açığa serdi ve Kürdistan devriminin ayrı örgütlenme yaklaşımlarının çıkmaz sokak olduğunu netlikle ortaya koydu
Biliyoruz ki Ku­zey Kür­dis­tan pro­le­tar­ya­sı, ulu­sal dar görüş­lülüğe düşe­rek ken­di­si­ni Kürt ulu­su­nun öz­gür­lüğü müca­de­le­siy­le böy­le bir kı­sıt­lı de­mok­ra­tik he­def­le sı­nır­la­ya­maz. Kür­dis­tan pro­le­tar­ya­sı için ulu­sal öz­gür­lük müca­de­le­si, pro­le­tar­ya dev­ri­mi­nin yal­nız­ca ge­çi­ci bir par­ça­sı, Tür­ki­ye ve Ku­zey Kür­dis­tan’da pro­le­tar­ya dik­ta­tör­lüğü ve sos­ya­liz­me geçme­nin ge­çi­ci bir göre­vi­dir, ge­çi­ci olan de­mok­ra­tik dev­rim­ci görev­ler­den yal­nız­ca bi­ri­dir. Dev­rim ve sos­ya­lizm müca­de­le­si­nin çı­kar­la­rı Ku­zey Kür­dis­tan pro­le­tar­ya­sı­nı bu prog­ra­ma­tik he­de­fe var­ma­ya ta­bi kı­la­rak ulu­sal öz­gür­lük müca­de­le­si­ne ka­tıl­ma­sı­nı ge­rek­li kıl­dı­ğı­na, ulu­sal öz­gür­lük müca­de­le­si­ne ken­di sı­nıf dam­ga­sı­nı bas­ma­sı­nı, ya­rı-pro­le­ter yok­sul Kürt köy­lüle­ri­ni te­mel he­de­fi doğ­rul­tu­sun­da ha­zır­lan­ma­sı­nı zo­run­lu kıl­dı­ğı­na göre, Kür­dis­tan pro­le­tar­ya­sı, Türk ve di­ğer ulu­sal azın­lık­lar­dan pro­le­tar­ya ile tek ve sı­kı bir par­ti bir­li­ği için­de ör­güt­len­me il­ke­si­ni uy­gu­la­mak­la ken­di­si­ni yüküm­lü görür.
Ha­liy­le bu ül­ke­de her sap­ma, Ku­zey Kür­dis­tan pro­le­tar­ya­sı ve yok­sul köy­lü­le­ri­nin, ken­di sı­nıf çı­kar­la­rı aley­hi­ne, ken­di ulu­sal bur­ju­va­zi­si ve ulu­sal bur­ju­va­zi­nin çı­kar­la­rı­nı prog­ram edi­nen ulu­sal­cı küçük-bur­ju­va­zi­nin ar­ka­sı­na ta­kıl­ma­sı an­la­mı­na, iki ulus ve ulu­sal azın­lık­lar­dan pro­le­tar­ya­nın en­ter­nas­yo­na­list bir­li­ği­ni ger­çek­leş­tir­me göre­vin­den ulu­sal dar ön­yar­gı­la­ra ka­pı­la­rak vaz­geçme­si an­la­mı­na ge­lir. Dev­rim­ci pro­le­tar­ya Kürt ulu­su­nun öz­gür­lüğü için ön­de sa­va­şır ve Kürt ulu­su­nun ay­rı dev­let kur­ma öz­gür­lüğü il­ke­si­ni be­nim­se­me­yi tu­tar­lı de­mok­rat ol­ma­nın ol­maz­sa ol­maz ko­şu­lu sa­yar.
Yi­ne bağ­lı ola­rak, Kürt ulu­sal bur­ju­va­zi­si ve ulu­sal­cı küçük-bur­ju­va­zi­nin ör­güt­len­me öz­gür­lüğünü, fa­şist dik­ta­tör­lüğün il­hak­çı bo­yun­du­ru­ğu ve ulu­sal asi­mi­las­yon zul­müne kar­şı, de­mok­ra­tik bir hak ola­rak ta­nır ve bu hak­kın ger­çek­leş­me­si için ka­yıt­sız ko­şul­suz müca­de­le eder. Ama ay­nı za­man­da Mark­sizm-Le­ni­nizm adı­na Ku­zey Kür­dis­tan pro­le­tar­ya­sı ve ya­rı-pro­le­tar­ya­sı­nı ulu­sal bay­rak al­tın­da ör­güt­le­me­nin, iki ulus ve ulu­sal azın­lık­lar­dan pro­le­tar­ya­yı dev­rim ve sos­ya­lizm müca­de­le­si et­ra­fın­da ör­güt­le­me­yi sa­bo­te eden, Ku­zey Kür­dis­tan ve ya­rı-pro­le­ter­le­ri­ni ken­di dev­rim­ci sı­nıf çı­kar­la­rın­dan uzak­laş­tı­ran ulu­sal­cı bir ilke ol­du­ğu bi­lin­ciy­le ha­re­ket eder. Pro­le­tar­ya­nın dev­rim­ci sı­nıf çı­kar­la­rı te­me­li üze­rin­de ön­cü kur­ma­yı ve tüm kit­le ör­güt­le­rin­de ( sen­di­ka­lar, ko­ope­ra­tif­ler vb.) en sı­kı ör­güt­sel bir­li­ği il­ke­si­ni sa­vu­nur ve ger­çek­leş­tirir.
Bu ne­den­le, PKK’den Rız­ga­ri’ye dek, Mark­sizm-Le­ni­nizm sa­vu­nu­suy­la or­ta­ya çı­kan küçük-bur­ju­va ulu­sal­cı ör­güt­le­rin, Kür­dis­tan pro­le­tar­ya­sı ve ya­rı-pro­le­ter­le­ri­ni, ezen ulus pro­le­tar­ya­sın­dan ay­rı ay­rı par­ti­de ör­güt­le­me il­ke­si, pro­le­tar­ya­nın en sı­kı bir­li­ği il­ke­si­ne kar­şıt, pro­le­tar­ya­nın dev­rim ve sos­ya­lizm müca­de­le­si­ni bur­ju­va ulu­sal­cı çı­kar­lar yönün­de sa­bo­te eden ulu­sal­cı bir il­ke­dir. Kürt ulu­sal kur­tu­luş müca­de­le­si­nin yük­sel­di­ği dönem­de Ba­ri­kat vb. gi­bi der­gi çev­re­le­ri ve ba­zı ör­güt­ler geçmiş­ten fark­lı ola­rak Mark­sizm-Le­ni­nizm adı­na Kür­dis­tan pro­le­tar­ya­sı ve ya­rı-pro­le­tar­ya­sı­nın ay­rı par­ti ola­rak ör­güt­len­me­si ge­rek­ti­ği sa­vu­nu­su, Kürt ulu­sal kur­tu­luş müca­de­le­si­nin ulu­sal bir ön­der­lik al­tın­da yük­se­li­yor ol­ma­sı kar­şı­sın­da bo­yun eği­şi küçük-bur­ju­va­zi­nin sa­bır­sız­lı­ğı­nı ifa­de et­mek­te­dir.
Ko­münist­ler, Kürt ulu­sal kur­tu­luş müca­de­le­si­ni des­tek­ler, Kür­dis­tan pro­le­tar­ya­sı ve ya­rı-pro­le­ter köy­lüle­rin ulu­sal öz­gür­lük müca­de­le­si­ne ak­tif­çe se­fer­ber edil­me­si için ça­lı­şır­ken, bur­ju­va ve küçük-bur­ju­va ör­güt­ler­den te­mel­den fark­lı ola­rak ken­di­si­ni bu müca­de­ley­le sı­nır­la­ya­maz. Yok­sul köy­lüle­rin Kürt top­rak ağa­la­rı­na kar­şı, aşi­ret ağa­lı­ğı ve şeyh­lik gi­bi fe­odal güç­le­re kar­şı, de­mok­ra­tik müca­de­le­si­ni ör­güt­le­me­ye ça­lı­şır. Da­ha önem­li­si­ de, bütün bu müca­de­le­ler için­de aya­ğa kal­kan Kür­dis­tan iş­çi sı­nı­fı ve yok­sul köy­lüle­ri­ni sos­ya­lizm için eği­tir ve ör­güt­len­di­rir, ya­nı sı­ra iş­çi­le­rin ser­ma­ye­ye kar­şı müca­de­le­si­ne ön­der­lik eder. Ör­güt­len­dir­me işi­ni, ulu­sal te­mel­de de­ğil, Tür­ki­ye ve Ku­zey Kür­dis­tan ça­pın­da, Türk ve Kürt ulus­la­rı ve ulu­sal azın­lık­lar­dan pro­le­tar­ya ve ya­rı-pro­le­ter yı­ğın­la­rı, sen­di­ka­lar ve di­ğer kit­le ör­güt­le­ri ve par­ti ola­rak en­ter­nas­yo­na­list sı­kı bir bir­lik mey­da­na ge­ti­re­cek bi­çim­de ger­çek­leş­ti­rir.
Kür­dis­tan pro­le­tar­ya­sı ve ya­rı-pro­le­ter­le­ri­nin Türk ulu­su ve ulu­sal azın­lık­lar­dan sı­nıf kar­deş­le­riy­le devrim ve sos­ya­lizm müca­de­le­si­nin çı­kar­la­rı, kit­le ör­güt­le­rin­de ve par­ti ola­rak sı­kı bir en­ter­nas­yo­na­list bir­lik için­de ör­güt­len­me­si­ni ge­rek­tir­di­ği gi­bi, sı­nıf düş­ma­nı olan Kürt top­rak ağa­la­rı ve bur­ju­va­zi­si­nin, Türk iş­bir­lik­çi te­kel­ci bur­ju­va­zi­si, or­ta bur­juv­azi ve büyük top­rak sa­hip­le­riy­le ay­nı ik­ti­sa­di ( şir­ket­ler, iş­ve­ren sen­di­ka­la­rı, ti­ca­ret ve sa­na­yi oda­la­rı, zi­ra­at oda­la­rı vb.) ör­güt­ler, si­ya­si ( bur­ju­va par­ti­le­ri ) ör­güt­le­ri için­de ör­güt­len­me­le­ri ger­çe­ği­ de, pra­tik bir ka­nıt ola­rak, iki ulus­tan bur­ju­va­zi­ye kar­şı, iki ulus­tan pro­le­tar­ya ve ya­rı-pro­le­tar­ya­nın, dev­rim ve sos­ya­lizm müca­de­le­si­ni, an­cak en­ter­nas­yo­na­list yek­pa­re sı­nıf ör­güt­le­rin­de ör­güt­len­mek­le ba­şa­rı­ya ula­şa­bi­le­cek­le­ri­ni gös­te­ri­yor.
Di­ğer yan­dan, pro­le­tar­ya­nın dev­rim ve sos­ya­lizm müca­de­le­si dün­ya bur­ju­va­zi­si­nin em­per­ya­list sis­te­mi­ni yık­ma müca­de­le­si­dir. Türk ege­men sı­nıf­la­rı, Ku­zey Kür­dis­tan üze­rin­de­ki il­hak ve iş­ga­li­ni em­per­ya­list­le­re sır­tı­nı da­ya­ya­rak sür­düre­bil­mek­te ve ya­nı ­sı­ra Ku­zey Kür­dis­tan’ın fe­odal-bur­ju­va top­rak sa­hip­le­ri, aşi­ret re­is­le­ri, şeyh­le­ri vb.’den olu­şan ege­men sı­nı­fın top­lum­sal da­ya­na­ğı ve iş­bir­lik­çi­si ya­pa­rak sür­dü­re­bil­mek­te­dir­ler. Ku­zey Kür­dis­tan pro­le­ter­le­ri­nin dev­rim ve sos­ya­lizm müca­de­le­si, bu em­per­ya­list ve ge­ri­ci it­ti­fa­kı he­def ala­rak, onu par­ça­la­ya­rak za­fe­re ula­şa­bi­lir. Bu he­de­fi­ni ger­çek­leş­tir­me­si ise an­cak, Türk ulu­su ve ulu­sal azın­lık­lar­dan pro­le­tar­ya ile her düzey­de sı­kı en­ter­nas­yo­na­list bir­lik ha­lin­de ör­güt­len­me­siy­le ola­nak­lı­dır.
PKK’den PSK’ye de­ğin tüm ulu­sal­cı ör­güt­ler, Mark­sizm-Le­ni­nizm ve Kür­dis­tan pro­le­tar­ya­sı adı­na, Kür­dis­tan’da sos­ya­lizm, top­lum­sal kur­tu­luş ve sı­nıf­sız top­lum te­mel ve ni­hai he­de­fi­ni söz­de sa­vu­nu­yor ve prog­ram edi­ni­yor­lar. On­la­rın sos­ya­lizm ve ko­münizm sa­vu­nu­su­nun M-L sa­vu­nu­sun­dan özün­de fark­lı ol­ma­sı bir ya­na, bu­nu “ Kür­dis­tan”la sı­nır­la­ma­la­rı bi­le ulu­sal­cı­lık ol­du­ğu gi­bi, Kür­dis­tan dev­ri­mi­nin ilk adı­mı ola­rak, “ulu­sal dev­ri­mi” ön­gör­me­le­ri, bu düzey­de bir de­mok­ra­tik dev­rim­ci­lik­le ken­di­le­ri­ni sı­nır­la­ma­la­rı, “ulu­sal kur­tu­luş­çu dev­ri­mi” ilk aşa­ma alıp dev­ri­min top­rak ağa­lı­ğı­na kar­şı görev­le­ri­ni ayır­ma­la­rı ve ulu­sal müca­de­le­ye ta­bi kı­la­rak “ha­in top­rak ağa­la­rı­nın top­rak­la­rı­nın zor alı­mı” gi­bi sı­nır­lı ta­le­bi prog­ram edin­me­le­ri ve da­ha­sı gün­cel müca­de­le için­de yok­sul köy­lüle­ri, büyük top­rak­la­rın zor alı­mı ta­le­biy­le müca­de­le­ye se­fer­ber et­mek­ten ka­çın­ma­la­rı, ger­çek­ten küçük-bur­ju­va ulu­sal­cı­lık­la­rı­nın prog­ra­ma­tik ve siya­sal ifa­de­si­dir.
Öte yan­dan bütün bu ulu­sal­cı ör­güt­le­rin yi­ne prog­ram ola­rak em­per­ya­list sis­te­min Tür­ki­ye ve Ku­zey Kür­dis­tan hal­ka­sın­da dev­ri­mi ger­çek­leş­tir­me­yi de­ğil, Ku­zey Kür­dis­tan’da yük­se­le­bi­le­cek ulu­sal­cı müca­de­ley­le, “Bir­le­şik Kür­dis­ta­n’ı” he­def­le­me­le­ri de pro­le­ter de­ğil, ulu­sal ni­te­lik­le­rin gös­ter­ge­si­dir. Mark­sizm-Le­ni­nizm adı­na, “Kür­dis­tan’da ay­rı par­ti” ulu­sal­cı­lık il­ke­si ve pra­ti­ği bu prog­ra­ma­tik te­me­le da­yan­mak­ta­dır. Bu te­mel üze­rin­de Ku­zey Kür­dis­tan pro­le­tar­ya­sı ve ya­rı-pro­le­te­ri­nin Tür­ki­ye pro­le­tar­ya­sı ve ya­rı-pro­le­ter­le­riy­le bir­le­şik bir en­ter­nas­yo­nal par­ti et­ra­fın­da ör­güt­len­me­si­ne kar­şı müca­de­le et­mek­te bu fik­re, “ sos­yal-şo­ve­nizm” sal­dı­rı­sı al­tın­da, M-L adı­na Kür­dis­tan pro­le­tar­ya­sı ve ya­rı-pro­le­ter­le­ri­ni, “ken­di ulu­sal bur­ju­va­zi­si­nin,” çı­kar­la­rı­na bağ­la­yan ken­di küçük-bur­ju­va ulu­sal­cı ni­te­lik­le­ri­ni ser­gi­le­mek­te­dir­ler.
Gün­cel ko­şul­lar­da Kürt öz­gür­lük müca­de­le­si­nin ön­de ol­ma­sı, iş­çi sı­nı­fı ha­re­ke­tin­de da­ha hız­lı ra­di­kal­leş­me­si, ka­rak­te­ris­tik ni­te­lik­le­rin­den bi­ri esen rüz­ga­ra bo­yun eğ­me olan küçük-bur­ju­va dev­rim­ci­li­ği­nin bir bölümün­de, M-L adı­na Kürt küçük-bur­ju­va ulu­sal­cı­lı­ğı­na bir bo­yun eği­şe yol açtı. Ni­te­kim TDP, MLSBP vb. gi­bi ör­güt­ler­de Kürt ulu­sal kur­tu­luş müca­de­le­si­nin yük­se­li­şi doğ­ru­dan “ay­rı dev­rim”, “ay­rı par­ti” fik­ri­ni sa­vun­ma­ya yol açtı.
El­bet­te mev­cut hal­de Kürt öz­gür­lük müca­de­le­si önem­li bir zor­lu­ğu ya­şa­mış ol­sa­da, dev­rim­ci bir rol oy­nu­yor. Düne göre ha­re­ke­tin ça­pın­da ve et­ki­sin­de bir düşüş ya­şan­sa­da, Kürt öz­gür­lük müca­de­le­si kit­le­sel ka­rak­te­ri­ni ko­ru­yor ve sür­dürüyor. Ku­zey Kür­dis­tan’da ulu­sal müca­de­le­nin ön pla­na geçti­ği dönem­den ge­çi­yor. İş­çi sı­nı­fı ve ge­nel de­mok­ra­tik halk ha­re­ke­tin­de­ki dev­rim­ci ra­di­kal­leş­me ise ya­vaş iler­li­yor. İş­çi sı­nı­fı ha­re­ke­ti, sen­di­ka ağa ve bürok­rat­la­rı­nın ­da yar­dı­mıy­la, fa­şist dik­ta­tör­lük ta­ra­fın­dan bir­le­şik bir kar­şı-dev­rim­ci rüz­gar ola­rak es­ti­ri­len Türk şo­ve­niz­mi­nin et­ki­si­ni kı­rıp dev­rim­ci sıçra­ma göre­viy­le kar­şı kar­şı­ya bu­lu­nu­yor, şo­ve­nizm rüz­ga­rı­nı kı­rıp dev­rim­ci sıçra­ma yap­ma ola­na­ğıy­la, şo­ve­nizm dal­ga­sıy­la bo­ğul­ma iç içe bu­lu­nu­yor.
Açık ki, mev­cut du­rum­da iş­çi ha­re­ke­tin­de şo­ve­nizm ze­h­riy­le ağu­lan­ma ve ha­re­ket­siz kal­ma ön­de geliyor. Bu ko­şul­lar­da Kürt ulu­sal kur­tu­luş müca­de­le­si­nin ba­şa­rı­sı, iş­çi ha­re­ke­ti­nin dev­rim­ci bir çı­kış yap­ma­sın­da bu­lu­yor ifa­de­si­ni. Ke­za iş­çi sı­nı­fı­nın yaz­gı­sı ­da Türk şo­ve­nizm dal­ga­sı­nı kı­ra­rak Kürt ulu­sal öz­gür­lüğü için müca­de­le­nin ba­şı­na geçme­si­ne bağ­lan­mış bir du­rum­da. Bu iç po­li­tik ko­şul­lar açı­sın­dan böy­le ol­du­ğu gi­bi, dün­ya ve böl­ge ko­şul­la­rı açı­sın­dan­ da Kürt ulu­sal kur­tu­luş müca­de­le­si­nin za­fe­ri iş­çi sı­nı­fı ve halk­la­rın dev­rim­ci des­te­ği­ne son de­re­ce büyük bir ih­ti­yaç du­yu­yor.
Em­per­ya­list ve fa­şist-ge­ri­ci bir­le­şik kar­şı dev­rim, özel­lik­le böl­ge­miz­de her dev­rim­ci ge­liş­me­nin ezil­me­si için İs­ra­il sa­vaş ma­ki­na­sın­dan, Tür­ki­ye’de fa­şist dik­ta­tör­lüğe ve Arap ül­ke­le­rin­de­ki mo­nar­şik dik­ta­tör­lük­le­ri eko­no­mik-po­li­tik ve as­ke­ri açı­lar­dan sürek­li des­tek­li­yor, güç­len­di­ri­yor. Hat­ta ABD baş­ta ol­mak üze­re em­per­ya­list­ler iş­bir­lik­çi dik­ta­tör­lük­le­ri aşı­rı si­lah­lan­dır­mak­la kal­ma­mak­ta, em­per­ya­list he­ge­mon­ya­yı pe­kiş­tir­mek için de­va­sı as­ke­ri güç­le­ri­ni böl­ge­ye süre­rek “so­run çı­ka­ran” ik­ti­dar­la­ra kar­şı -Su­ri­ye, İran, Irak, Lib­ya vb.- bi­le em­per­ya­list sa­va­şa baş­vur­mak­ta böl­ge­de sürek­li ola­rak as­ke­ri gücü ko­num­lan­dır­mak­ta­dır­lar.
Di­ğer yan­dan ulu­sal kur­tu­luş müca­de­le­sin­de re­form­cu­la­rı kul­la­na­rak dev­rim­ci ge­liş­me­yi iç­ten çö­ker­te­rek ye­nil­gi­ye uğ­rat­ma tak­ti­ği­ni, bu em­per­ya­list ez­me po­li­ti­ka­sıy­la bir­leş­tir­me­ye ­de ça­lı­şı­yor­lar.
Ke­za, Kürt öz­gür­lük müca­de­le­si­ne kar­şı, Kür­dis­tan’ı il­ha­kı al­tın­da bu­lun­du­ran fa­şist-ge­ri­ci dik­ta­tör­lük­ler­den, Tür­ki­ye, İran, Irak ge­ri­ci­li­ği, si­ya­si ve as­ke­ri iş­bir­li­ği­ne gi­riş­me­mek­te­dir­ler. Za­man za­man bu ge­ri­ci il­hak­çı dev­let­ler ara­sın­da çe­liş­ki­ler çık­mış ol­sa­da, Kürt so­ru­nun­da or­tak ha­re­ket et­me­ye ça­lış­mış­lar­dır. Bu ko­şul­lar, Kürt ulu­sal kur­tu­luş müca­de­le­si­nin za­fe­ri­ni, Kür­dis­tan’ı il­hak al­tın­da tu­tan her bir ezen ulusun iş­çi sı­nı­fı ve emek­çi hal­kı­nın dev­rim­ci müca­de­le­siy­le da­ha çok iç i­çe ge­çmek­te­dir.
Ge­rek em­per­ya­list ve ge­rek­se böl­ge­sel il­hak­çı ge­ri­ci­li­ğin bir­le­şik sal­dı­rı­sı, Kür­dis­tan’ı il­hak al­tın­da tutan ezen ulus, iş­çi ve emek­çi­le­ri­nin hem ge­nel dev­rim­ci da­ya­nış­ma­sı­nı ve hem de özel­lik­le her par­ça­da ulu­sal ha­re­ke­tin ezen ulus, iş­çi sı­nı­fı ve emek­çi­le­ri­ni dev­rim­ci ha­re­ke­t­le dev­rim­ci bağ­laş­ma­sı­nı, Kürt ulu­sal ha­re­ke­ti­nin za­fe­ri için zo­run­lu kıl­mak­ta­dır. Bu ol­ma­dan Ku­zey Kür­dis­tan ulu­sal ha­re­ke­ti­nin dev­rim­ci za­fe­ri ola­nak­sız de­ğil­se­ de, çok zor­dur. Bu tep­ki­le­ri­mi­zi ya­şa­nan on dört yıl­lık ge­ril­la müca­de­le­si­nin ge­li­nen düze­yi tar­tış­ma­sız­ca or­ta­ya ser­mek­te­dir.
Ni­te­kim bu zo­ru­lu­luk Ku­zey Kür­dis­tan ulu­sal kur­tu­luş müca­de­le­si­nin biz­zat ken­di­si­nin için dev­rim­ci içe­ri­ği­nin ge­liş­ti­ril­me­si­ni, özel­lik­le yok­sul köy­lü yı­ğın­la­rı­nın ulu­sal öz­gür­lük is­te­mi­nin ya­nı­sı­ra, doğ­ru­dan an­ti-fe­odal is­tem­ler­le ha­re­ke­te ge­çi­ril­me­si­ni ge­rek­tir­di­ği gi­bi, iş­çi ha­re­ke­ti­nin dev­rim­ci sıç­ra­ma­sıy­la bir­leş­ti­ril­me­si­ni, iş­çi ve ge­nel de­mok­ra­tik halk ha­re­ke­ti­nin Kürt öz­gür­lü­ğü is­te­miy­le­de dev­rim­ci ge­liş­me­ye so­ku­la­rak, iki ha­re­ke­tin da­ha sı­kı­ca dev­rim­ci bağ­laş­ma­sı­nı da ge­rek­li kıl­mak­ta­dır.
Bu görev, ko­münist ön­cüye, hem iş­çi ha­re­ke­ti­nin dev­rim­ci sıç­ra­ma­sı­nı ve özel­lik­le Kürt ulu­sal öz­gür­lüğü için müca­de­le­de ön­der­lik ro­lünü oy­na­ma­sı­nı sağ­la­ma ve hem de Kürt ulu­sal öz­gür­lük mü­ca­de­le­si­nin dev­rim­ci içe­ri­ği­nin de­rin­leş­ti­ril­me­si­ni ger­çek­leş­tir­me ve böy­le­ce dev­ri­mi ha­zır­la­ma gö­re­vi­ni yük­lü­yor ve bu yü­küm­lü­lü­ğü da­ha da ya­kı­cı ha­le ge­ti­ri­yor.
Özet­ler­sek; M-L’ler, Ku­zey Kür­dis­tan ulu­sal kur­tu­luş müca­de­le­si­nin dev­rim­ci yön­de ge­liş­me­si­ni, Ku­zey Kür­dis­tan’da dev­rim­ci bir du­rum ya­rat­mış ol­ma­sı­nı dev­rim et­ki­si­ni ar­tı­ran ola­nak ola­rak des­tek­le­mek­le ye­tin­mez­ler. İş­çi ha­re­ke­ti­nin dev­rim­ci sıçra­ma­sı­nı ha­zır­la­yan ama ko­nu­muz açı­sın­dan özel­lik­le faşist dik­ta­tör­lüğe kar­şı Kürt ulu­sal öz­gür­lüğü için müca­de­le­yi yük­sel­t­me­si­ni ör­güt­le­ye­rek, Kürt ulu­sal müca­de­le­si için­de yok­sul köy­lüle­rin ulu­sal öz­gür­lük ve an­ti-fe­odal is­tem­ler­le müca­de­le­si­ni yük­selt­me­yi ör­güt­le­me­ye ça­lı­şa­rak, Tür­ki­ye ve Ku­zey Kür­dis­tan ça­pın­da dev­ri­mi ha­zır­la­ma müca­de­le­si ve­rir­ler. An­cak bu müca­de­le, Ku­zey Kür­dis­tan’da öz­gür­lük is­te­miy­le be­lir­le­nen dev­rim­ci du­ru­mu sürek­li ayak­ta tu­tar ve dev­rim­ci içe­ri­ği­nin ge­liş­me­si­ni sağ­la­ya­rak za­fe­ri­ni ko­lay­laş­tı­ra­bi­lir, ya­nı­sı­ra pro­le­ter dev­ri­mi­nin kop­maz bir par­ça­sı ha­li­ne ge­ti­re­rek, sos­ya­list dev­ri­me dönüşe­cek an­ti-em­per­ya­list de­mok­ra­tik dev­ri­mi za­fe­re doğ­ru iler­le­te­bi­lir.
Bu ola­nak­lar var­ken Ku­zey Kür­dis­tan dev­ri­mi­nin ay­rı ba­ğım­sız bir dev­rim ola­rak ge­liş­ti­ği oy­sa iş­çi hare­ke­ti­nin dev­rim­ci sıçra­ma ola­na­ğın­dan yok­sun ol­du­ğu opor­tünist sap­ma­sı­na git­mek ya da an­cak böy­le­si ko­şul­la­ra denk düşen, “ay­rı dev­rim”, “ay­rı par­ti” sa­vu­nu­su, küçük-bur­ju­va­zi­nin pro­le­tar­ya­ya ve pro­le­ter dev­rim ola­na­ğı­na inançsız­lık­tan ge­len Kürt ulu­sal­cı­lı­ğı önün­de opor­tünist bo­yun eği­şin ifa­de­si­dir.
Ne­ki M-L’ler Ku­zey Kür­dis­tan’da­ki dev­rim­ci du­ru­mun Tür­ki­ye ve Ku­zey Kür­dis­tan’da pro­le­ter dev­ri­mi­ni oluş­tur­ma­nın ara­cı ya­pan bir çiz­gi iz­ler­ler, bu çiz­gi­ye bağ­lı ola­rak iki ulus ve ulu­sal azın­lık­lar­dan pro­le­ter ve ya­rı-pro­le­ter­le­rin en sı­kı bir­lik ha­lin­de ör­güt­len­me­si­ni sa­vu­nur ve ger­çek­leş­tir­mek için yıl­maz bir müca­de­le yürütür.

Her Şeyiyle Örnek Bir Kadın Savaşçı Sakine Tolu..!

 

4 Ağustos 1991 günü ailesiyle birlikte Almanya dan Türkiye’ye izine giderken, K. Maraş’ın, Göksun ilçesinde geçirdiği trafik kazası sonucu, devrim ve sosyalizm davamızın inançlı, kararlı ve dirençli savaşçısı, sevgili yoldaşımız Sakinemiz’i kaybettik. Sakinemiz devrimci bir görev için izine gitmişti. Görevinin başına dönmeden önce kısa bir süre için hasta olan babasını ziyaret edip görev yerine dönmek için yoldaşlarından izin almış ve hemen yola koyulmuştu. Yolculuk esnasında bir yandan görevlerinin ağırlığını düşünüyor ve diğer yandan ailesiyle hasret gidermek için heyecanlanıyordu. Yoldaşlar, Sakine’nin dönmesini beklerken, beklenmedik ölüm haberiyle sarsıldılar.
Acımız büyüktü. Genç ve davamıza daha uzun yıllar hizmet edecek parti işçisi, militan, kararlı bir savaşçımızı kaybetmiştik. TKP-ML Hareketi için aldığı görevleri alçak gönüllülükle yerine getirmede, başarmada ve yeni görevlere kendisini hazırlamada, coşku doluydu. Tam bir görev militanıydı. Onda mızmızlık, görev ayrımı yapmak, işleri hafife almak yoktu. O kavga da bütün olanakları ve yaşamıyla vardı.
Kavgaya girdin mi, herşeyinle gireceksin diyenlerin izinde yürüyen Sakine yoldaş, evli ve üç çocuk annesiydi. Çalışmasına ve bütün ev işlerini yapmasına rağmen, devrimci görevlerini de aksatmadan en iyi bir şekilde yerine getirmeye çalışan Avrupa da örnek kadınlardan biriydi. 1982 yılında enternasyonalist politika adına yurt-dışında kitle çalışmasını tasfiye edenlerin inadına Almanya da çok az sayıda TKP-ML Hareketine ve devrime bağlı kalan yoldaşlık ilişkilerinde samimi, fedakarlıkta sınır tanımayan, , tüm olumsuzluk ve zorluklara rağmen, yüzünden hiç bir şekilde gülümsemeyi eksik etmeyen yoldaşlar arasındaydı. Hareketin 1986 yılında Almanya da yeniden silkinip ayağa kalkmasında Sakine yoldaşın çok önemli katkısı olmuştur. Kadın militanlar arasında öne çıkan Sakine yoldaş olgunluğu, sakinliği, çalışkanlığı ve sessizce görevlerini başarmadaki örnek tutumlarıyla hemen hemen tüm örgüt ve çevresinde en çok sevilen ve takdir edilen yoldaştı.
Böylesine erdemli olan bir kavga gülünü kısa bir yazıda anlatmak zor. Bugüne kadar şehitlerimizden ayrı olmadık ve bugünden sonrada siz siz olmayacağız. Sen ve diğer şehitlerimizin yarattığı değerlere burun bükenler, devrimci ve komünist değerleri, devrimciliği ayağa düşürenler, çamura batırmaya çalışanlar var bugün Sakine. Ama, hareketimiz ve sizlerin yarattığı değerleri titizlikle koruyanlar, bu değerlere yeni değerler katarak devrimci politikanın yalanlarla, olmayacağını bilen komünistler var. . Bu mücadelenin yürütücüsü olan yoldaşların olarak, sizlere verdiğimiz sözlere bağlı kalarak savaşımızı sürdürüyoruz ve sürdüreceğiz.
Sakine Tolu, 1963 yılında Elbistan’ın Özbek köyünde doğdu. Evlilik dolayısıyla Almanya’ya gidene dek yaşamını köyde geçirdi. Yoksul bir köylü çocuğu olan Sakine yoldaş, 1970’li yıllarda Elbistan’ın çevresindeki faaliyetlerin de etkisiyle TKP-ML Hareketine sempati duyuyordu. Evlendikten sonra eşinin işi nedeniyle Almanya’ya göç etti. Yurt-dışında örgütüyle bağ kurarak çalışmalarına katıldı. Her türlü gerici engellere, barikatlara karşı mücadele vererek devrim ve sosyalizm kavgasının bir neferi oldu, canı gibi sevdiği, koruduğu örgüt ve yoldaşlık ilişkilerine en büyük değeri verdi.
Sakine, devrim ve sosyalizm kavgasında örgütüne ve yoldaşlarına bağlılığıyla örnek bir yoldaştı. Emperyalist-kapitalist sistemin bireyci ve yoz ilişkilerinden uzak, o güzel adı gibi sakin ve sade yaşamıyla örnekti. Onda yok, yoktu. Onun için herşeyden önce örgütü, yoldaşları ve kavgası geliyordu. Siyasi olarak geri olmasına karşın öğrenme azmiyle dolu ve örgütünün sorunlarına kafa yorar, çözmeye çalışır ve yardımcı olacak yolları gösterirdi. O iki eli kanda da olsa mutlaka görevini yerine getirmek ve üzerine düşeni yapma çabasında olurdu. Aldığı görevleri yerine getirmede büyük bir sorumluluk bilincine sahipti. Birlikte çalıştığı yoldaşlar Sakine’nin bu yanından mutlaka etkilenirlerdi. Örgütlü çalışmada ve örgüt ilişkilerinde en ince değer yoldaşlık ilişkileridir. O, bunu bilince çıkaran ve değer verenlerin başında gelirdi. Ona “bu, bizim yoldaştır” demek yeterdi. Yoldaşlarını yoldaş sıcaklığıyla sarıp sarmalardı. Sakine o kadar alçak gönüllü idi ki, hiçbir dönem, hiç bir yoldaşını kırıp incitmemiştir. Hiçbir zaman hiç bir yoldaşı yüzünü asık görmemiştir.
Sakine yoldaş, özgür toplumun özgür kadını olma mücadelesinde militan bir kadın savaşçıydı. O, ev-çocuk ilişkisi içinde dönüp dolaşanlardan değildi. Tüm bunlarla birlikte devrim için kendisini ortaya koyan ve kölelik zincirini kırarak özgürleşmenin yolunu aralamada ileri doğru atılan ve örnek olan devrimci kadınların başında geliyordu. Kadınların kölelik zincirini kırmada, yeni kadın savaşçıları saflara kazandırmada canla başla çalışan sevgili Sakine yoldaşımızın kısa ama onurlu bir yaşamı oldu. Onun yaşamından öğreneceğimiz çok şey var. Onun bu kısa ve örnek yaşamı, her zaman onur duyacağımız mücadele ve yoldaşlık anılarıyla örülüdür. Trafik canavarı onu bizden erkence ayırdı ama o, herşeyiyle bizimle birlikte yaşıyor ve savaşıyor.
Sakine Tolu yoldaşın adı, bugün de işçi sınıfı ve emekçi halkın haklı davasına, örgüte ve görevlere bağlı kalma mücadelesinin çağrısıdır. Faşist terörün ayyuka çıktığı ve zulmün at koşturduğu Türkiye’de Kuzey Kürdistan’da mücadele ederken genç yaşta kaybettiğimiz Sakine gibi temiz ve militan yoldaşlara her geçen gün daha çok gereksinim duyuyoruz. Ölümünün 34. yılında Sakine Tolu yoldaşı saygıyla anıyor ve ideallerini bayraklaştıracağımıza söz veriyoruz.

27 Ağustos 2022 Cumartesi

Kemal Yazar Cesurdu, Mertti, Faşizme Karşı Kaya Gibi Sertti Bir Gün Geldi ki Yoldaşım Dediklerince Hain Bir Pusuda Katledildi.!

 Tarih yaprakları 27 Ağustos 1996’yı gösterdiğinde Almanya'nın-Duisburg kentinde MLKP çetelerince katledildi. Kemal Yazar yoldaşı kaybedeli 26 yıl oldu. Kemal yoldaş Erzurum'un Tekman ilçesinde yoksul bir Kürt Alevi aile çocuğu olarak dünyaya geldi. Küçüklüğü Tekman’da geçti. Yoksulluk ailesinin İstanbul’a göç etmesinin ardından Kemal Yoldaş da İstanbul’un varoşlarında yaşama tutunmaya çalıştı.

Hem çalıştı ve hem de devrimci mücadeleyi kavga içinde öğrendi ve bilendi. Yokluk ve yoksunlukların özgürlük kavgayla yenileceğini anladığında TKP-ML Hareketinin saflarında mücadeleye katıldı. İstanbul mücadelenin kalbiydi bir yerde. Devrimci mücadelenin kalbi bu kentte grevler, direnişler, başkaldırılar yaşanmıştı. Fabrika fabrika, semt semt, emperyalizme, faşizme karşı direnişler yaşanmıştı. İşçiler ve emekçiler haklarını almak ve korumak için tarihe not düşen Kavelden 15-16 Haziranlara uzanan direnişlere tanıklık etmişti.
Her sokağında bir devrimcinin kanı dökülmüştü. Gecekondu direnişleri, okul işgalleri, silahlı çatışmalar, faşist kuşatmanın kırılmasında hep İstanbul ilkler arasında yer almıştı. Onun içindir ki mücadelenin merkezi bir kentti İstanbul. Kemal yoldaş işte demirin suyunu alıp çelikleşmesi gibi bu zorlu savaşım içinde çelikleşti ve hemen her eylemde yer alarak, başı dik, anlı açık halkına ve devrim davasına yaraşır bir yaşam ve mücadele içinde oldu
Ey kavgamızın güzel kenti İstanbul sen nelere gebesin! Sen nelere muktedir değilsin ki. Sen de şahitsin devrim ve sosyalizmin zaferi uğruna kellesini koltuğuna verip komünist yürekleriyle destan yaratanlara. Sende İstanbul’da işkencede ölümü kucaklayan Meral Yakar yoldaşın, elde silah son mermisine kadar çatışarak şehit düşen Ahmet Muharrem Çiçek, Atilla Özkan, İrfan Çelik, Maksut Tepeli, Mustafa Tunç, Hüseyin Toraman, Hasan Çiçek ve diğer yoldaşların silahını omuzlayarak, onların yarım bıraktıklarını tamamla azmi ve coşkusuyla ileriye Yüreğimizdeki bütün sırlar sende gizliydi İstanbul. Demokrasi ve özgürlük çığlıkları gün geçtikçe yankılanıyordu İstanbul’un surlarında. Dalga dalga yayılıyordu en dip kenardaki kimsesiz yoksul mahallelere kadar. Ali haydar Yıldız, İbrahim Kaypakkaya’da ölümü hiçe sayan devrimde ısrar eden direniş haykırışları, ardından Münir, Yücel, Ali, Kilis şehitleri ve diğer şehit yoldaşlarla sürmüştü.
Bir ananın dilinde tilili, bir çocuğun minik parmaklarında zafer işareti, bir genç kızın Nevroz ateşi çevresindeki halayı ve bir delikanlının panzere fırlattığı taşın öfkesiyle bu şehrin sokaklarında yaşamıştı Kemal yoldaş. Ve artık bir kıvılcımla başlayıp dalga dalga büyüyen devrim ve sosyalizm çığlığıyla tanışmıştı Kemal’in yüreği. Yürek kafesi İstanbul’a sığmıyordu artık. Komünizm savaşçılarına platonik bir aşk gizeminde yüreğindeki kor ateşle bağlanmıştı. O'nun için hedef tamamdı.
Bu devrim ve sosyalizm davaya kilitlenmek ve sonuna kadar devrim maratonunda yer almaktı..
Kemal yoldaş hem çalışıyor ve hem de kavganın pratiğinde öğreniyordu. Öğrendikçe, yoksulluk ve sefaletin, baskı ve zulmün yere çalınması için, ateşli bir yürek çarpıntısının şiddetli bir başlangıcı oluyordu. Nasıl ki Kerem’in sevdası içine sığmamışsa, Kemal yoldaşı ki de öyle olmuştu. Şehit yoldaşlardan devralınan bayrak inat ve ısrarla zafere taşınmalıydı. Elden ele dolaşarak dikilmeliydi devrimin tepelerine. Bunun için örgütlü olmak, bunun için sosyalist bilinçle donanmış olmak ve engelleri tanımaz bir hatta yürümek gerekiyordu.
Kemal yoldaş mücadelenin gelişip güçlendiği ve yığınsal bir karakter kazandığı 1970'lerin ortalarında TKP-ML Hareketi’nin saflarında yerini aldı. Mücadele içinde kendisini eğitti ve militanlığı, cesurluğu ve gözüpekliğiyle işçi sınıfının yoğun olduğu ve fabrikalarla kuşatılmış olan yoksulların yaşadığı Alibeyköy sırtlarında, grevlerde, gecekondu direnişlerinde, askeri eylemlerde öne çıktı. İstanbul da hemen her eylem ve direnişte gözünü kırpmadan yerini alan Kemal yoldaş kitleleri örgütleme ve hareket geçirmede de olgun tavırlarıyla sivrilip öne çıkanlardandı. Önce Alibeyköy ve çevresinde sonra halkaları genişleyip büyüyen örgüt sorumluluğunu üstlenerek profesyonel devrimci çalışmaya başladı. Bundan sonrası yaşamını tümüyle devrimci kavgayı büyütmeye hasretti. Kısa bir sürede coşkusu, morali, fedakarlığı ve cesaretiyle gençlerin yoldaşlarının güvendiği, düşmanın korktuğu bir militanı haline geldi
12 eylül askeri faşist darbesinde de düşmanın eline esir düştü ve Metris zindanında yattı, zindan direnişlerinde aktif olarak yer aldı ve 5 yıllık mahpusluğun ardında daha da bilenerek çıktı zindanda. Tahliye olduğunda bir çok kişi yeniden aynı zorlukları yaşamam korkusu nedeniyle mücadeleden kaçırırken kemal yoldaş dışarıda yaprak kıpırdamaz ve devrimciliğin sınandığı dönemde, dışarıya adımını atar atmaz tereddüt duymadan daha bilinçli ve deneyimleri olarak kaldığı yerden örgüt çalışmalarına koştu. İstikrarlı ve iddialı bir komünist militan olarak, dağılmış ve tasfiyeciliğin ölüm çukuruna yatırılmış olan örgütün yeniden ayağa kaldırılması için devrimci çalışmanın içine daldı.
Örgüt çalışmaları belli bir düzey kazandıktan sonrası, artık yıllarca yüreğinde taşıdığı hasretine kavuşma zamanı gelmiştir diyerek, askeri çalışmaların ayrıştırılması ve sürece militanca müdahale edilmesi gerektiği yaklaşımını ortaya koyarak, Kaypakkaya yoldaşın işkencede katledilmesini ifade eden M18 (Mayıs18) adıyla askeri çalışmalarının örgütlenmesinde aktif olarak yer görev aldı. Birçok askeri eylemler örgütledi, düşmanla defalarca silahlı çatışmaya girip ve her defasında pusularda sıyrılıp çıkmasını başardı. Soğukkanlılığı, cesareti ve militanlığıyla eylemlerin başarıya taşınmasının sürükleyicisi oldu.
Yine askeri çalışmaların devam ettiği bir sürçte düşmanın saldırılarıyla yüz yüze kaldı ve evi kuşatıldığında son mermisine kadar çatışarak ağır yaralı olarak düşmana esir düştü. Bir kez daha işkencede düşmanı yenilgiye uğratmanın hazzını yaşayarak polisin öldü dediği bir zamanda devrim için yaşama devam dedi.
Zindanda devrimin onurunu yüksek tutan Kemal yoldaş TKP-ML Hareketinin önderliğine yuvalanmış oportünist revizyonistlerin gerçek yüzünü burada daha yakında gömdü, tanıdı ve birlik sürecine mesafeli yaklaşan yoldaşların başında yer aldı.
Birlik sürecin son raunduna doğru yol alındığı dönemde tahliye olan Kemal yoldaşı oportünistler yurtdışına çıkartarak başlarından savmak istiyorlardı. Kemal yoldaş İzmir’de dışarıya çıkarken yakalandı ve bir kez daha düşmanın ağır işkencelerine karşı komünist direnişi gösterdi. Kısa bir sürecin ardından tahliye olan Kemal yoldaş, İzmir çalışmalarından görevlendirildi. Ve Birlik Kongresi delege seçimlerinde başkaları tarafından aday gösterilmesine karşın, birliğe inanmadığı ve bunun sağlıklı biz zemin üzerinde tartışılarak gerçekleşmediği gerekçesiyle karşı çıkarak, delege seçimlerinde aday olmadı. 1994 eylül ayında MLKP- K kurulduğunda Kemal yoldaş MLKP-K sürecine katılmadı ve örgütle bağlarını kopardı. O biliyordu ki MLKP-K yamalı bir bohçaydı ve farklı ideolojik duruş içinde olanların uzun vadede birlikte yürümeleri söz konusu olmazdı.
Nitekim öyle de oldu. Yaklaşık bir yıl sürecin ardından TKP-ML Hareketin temel politikaları ve sosyalist değerleriyle donanmış olan bir grup komünist, MKLP- K’nın yozlaştığını ve küçük burjuva bir çizgi ve pratiğe kapaklandığını, sosyalist program ve politikalarda, örgütsel ilkelerde uzaklaşarak darbeciliğe yöneldiğini söyleyerek komünist hareketin yeniden vücuda getirilmesi için 21 ağustos 1995’de Komünist Parti-İnşa Örgütünü (KP-İÖ) kurdular.
Kemal yoldaş KP-İÖ’ nün kuruluşunu öğrendiğinde mutlu oldu ve ardında yoldaşlarla ilişki kurarak süreç ve gelişmeleri izledi, tartıştı ve Şubat 1996 yılında KP-İÖ saflarına katıldı. KP-İÖ’nün yeniden örgütlenip ayağa dikilmesi için canla başla çalıştı ve İstanbul’da yeni ilişkiler yarattı. Bir yandan düşmanın saldırıları öte yandan MLKP önderliğin ihanet yüklü karşı devrimci saldırıları altında
iKP-İÖ ilerlemeye çalıştı. MLKP önderliği KP-İÖ'yü kuran ve saflarından yer alan yoldaşlar hakkında" örgüt yıkısı" gerekçesiyle ölüm kararları aldılar.
MLKP'nin hakkında ölüm fetvası verdiği yoldaşlardan birisi de Kemal Yazar yoldaştı. Alibeyköy de bir yoldaşları kaçırıp katletme amaçlı saldırıda Kemal yoldaş çeteci saldırıya gelenlerle konuşup onları ikna etmeye çalışacak kadar iyi niyetli ve hoşgörü içindeydi. MLKP’liler, KP- İÖ ile tartışmaktan kaçtıkları gibi, PDA-Aydınlık, PKK,
DHKP-C, TDKP'nin karşı devrimci yöntemlerini temel alarak kontracıları aratmayacak saldırılara girişti. İstanbul da silahla dergi bürosunu basarak yoldaşları yaraladıkları gibi, bürodaki eşyaları kırıp döktüler, ölüm listeleri yayınladılar, 3 yoldaş zoraki kaçırılıp rehin tutularak işkenceci faşist polislerin yöntemlerini kullandılar, evlere-işyerlerine, araçlara baskın yapıp, pusularda yoldaşları ucu çivili ve demir sopalarla dövdüler, ve hamile kadın yoldaşlara bıçak vurdular. Mitinglerde yoldaşlara saldırarak polise saldırı için davet çıkardılar ve provokasyon yaptılar. Adeta her yerde faşist terör estirdiler ve faşist gazetelere, Ülkü Ocaklarına, MHP’ye taş atmayanlar, KP-İÖ'ye yönelik 69 karşı devrimci eylem gerçekleştirdiler. Kuşku yok ki bunda amaç MLKP oportünist önderliğinin yüzündeki maskenin yere düşmesini engellenmekti. MLKP önderliği bu karşı-devrimci saldırılarını gizlemek için yalan üzerine,yalan ürettiler, hem suçlu hem de güçlü rolünü oynamaya çalıştılar. Alibeyköy de bir yoldaşı kaçırmaya giden ve evi kuşatan MLKP’liler olduğu halde, utanmadan "KP-İÖ’lerin yolda giden MLKP’lilere saldırdıklarını" söylemekten geri durmadılar. Alibeyköy olayında silahı ilk kullanan MLKP’liler olduğu ve Kemal yoldaşın bu olayda hiçbir biçimde silah kullanmadığı ve silah kullanmak zorunda kalanlar başka bir bölgede gelip tesadüfen orada bulunan yoldaşlar olduğu halde MLKP önderliği hayali senaryolar çizerek, kara propaganda yaparak Kemal yoldaşı katletmek için gerekçe yaratmaya çalıştılar..
Nitekim olayların arttığı dönemde Kemal yoldaş yurtdışı çalışmalarını toparlamak için dışarıya gönderildi. Suçlu MLKP yalanda medet uman ve kirli kara propaganda da PDA-Aydınlığı aratmayan MLKP önderliği Kemal yoldaşı iyi tanıyorlardı. Kemal yoldaşın yurtdışına çıkmasında paniğe kapılarak, yoldaşa yönelik suikast kararını uygulamaya soktular. Faşist diktatörlüğün, işkencelerde ve çatışmalarda katledemediği bu yiğit komünisti bir zamanlar yoldaş dediği oportünist MLKP önderliğinin talimatıyla tetikçilerde tarafından 27 ağustos 1996 günü Almanya’nın-Duisburg kentinde hunharca katledildi ve bir başka yoldaş yaralandı..
Kemal yoldaş KP-İÖ’ nün önderliğinde yer alan ve çalışkanlığı, cesareti ve militanlığıyla gittiği yerlere devrimci hava taşıyan, onlara moral veren yürekli bir komünist önderdi. Kuşku yok ki, Kemal yoldaşın erken kaybı, KP-İÖ çalışmaları için önemli bir boşluk yarattı. Yılların zorlu kavgası içinde pişmiş, her bakımdan denenip, sınanmış bir yoldaşın yerini doldurmak öyle kolay değildi. Ama KP-İÖ, Kemal yoldaşın boşluğunu kapatmak için canla başla çalıştı ve onun bizlere devrettiği devrim bayrağını yukarıda tutmak için çalıştı. Girişken, iddialı, mücadeleye tutkuyla bağlı olarak dinamik bir kişiliği, örgütlü mücadelede Kemal yoldaşı doğal olarak da öne çıkardı. Kemal yoldaş kişiliği, esas olarak da devrimci niteliği çarpıcı olan ve pratikçiliği öne çıkan bir önder kadromuzdu. Pratikleşerek mücadelenin sürekli geliştirilmesini önüne koyan bir tarzın sahibiydi. KP-İÖ açısından mücadelenin geliştirilmesi her zaman yeni insanlar kazanma, örgütleyip mücadeleye sevk etme olduğundan, hareketimizin mücadele tarzına en Kemal Yazar yoldaş hain bir pusuda katledileli tam 26. yıl oldu. Bu 26 yılda yaralarımızı yalnızca kabuk bağladı, ama hiçte iyileşmedi. Örgüte ve devrime daha fazla hizmet edeceği bir zamanda MLKP'nin kariyerist önderliğinin talimatıyla pusuda katledildi. Katledilmesinin üzerinde 26. yıl geçmesine karşın Onu her gün andık ve ondan öğrenmeye çalıştık. Kemal yoldaşı hunharca katledenler ve katletme kararı verenlerin birçoğu mücadelenin dışında, bireysel yaşamlarını sürdürürken, Kemal yoldaş saygı ve sevgiyle anılmaya devam ediliyor. "Ey dünya, ey halkım, ey insanlık, ey can yoldaşlarım! İşte vuruldum" diyor Kemal yoldaş.
Ağustos'un ılık bir gecesinde 'elveda' diyorum sizlere. Elveda kavgam. Elveda halkım. Elveda yoldaşlarım. Elveda yüreğimdeki gizemli şehir İstanbul, Avrupa. Kaypakkaya ile başladı bu sevda İrfan, Münir, Ali, Yücel, Altılar, Kemal, Ali Ekber, Necla, Fahri ve diğerleriyle kavga aşkın yüzü oluncaya dek devam edecektir. Kemal yoldaş, bıraktığın silahını omuzlayıp, geride bıraktığın bayrağı en yükseğe dikinceye dek durmayacağımıza, başta devrim için canlarını veren ölümsüzlerimize layık olacağımıza söz veriyoruz. Anın daima sosyalizm mücadelemize ışık olacaktır.
Sen, Doğu Yılmaz, Piro Kizilay ve 5 diğer kişi