30 Ocak 2020 Perşembe

Türkiye proletaryasının komünist önderi Mustafa Suphi ve 14 yoldaşının katledilmesinin 99. yılında özümlenmesi gereken ders ..!

Görüntünün olası içeriği: 2 kişi, şunu diyen bir yazı '28/29 OCAK 1921'i UNUTMA... Kazıdık Onbeşlerin ismini kanlı kızıl bir mermere! Bir çelik aynadır gözlerimiz, Onbeşlerin resmini görmek isteyenlere!'Yıl 1921, 28'i 29 Ocak'a bağlayan gece. O gün Karadeniz suları, Kemalist diktatörlüğün katlettiği Türkiye proletaryasının önderi Mustafa Suphi ve 14 yoldaşın kızıl kanlarıyla rengini değiştirdi. Böylece Türkiye proletaryası daha yeni kurulmuş olduğu ve örgütlerini yaratamamış olan TKP'nin 15 yiğit öncü komünist evladını yitiriyordu.
Kuşku yok ki M.Suphi ve yoldaşlarının hunharca katledilmesi , hiç bir koşullarda devrimci ve komünistlerin burjuvaziye güvenmemesi gerektiğini yakıcı olarak ortaya koyuyordu. M.Suphi ve yoldaşları daha yeni kurulmuş olan ve yönünü emperyalist işgale karşı anti-emperyalist demokratik devrim mücadelesine önderlik etmek için TKP'nin tüm önderlerini ateş hattına sürüyordu. Böylesi bir tutum aslında ne kadar öngörüden uzak ve ne amaçlanırsa amaçlansın pratikte Kemalist burjuvaziye körü körüne güveni ifade ediyordu. M.Suphi ve yoldaşlarının bu tutumu yeni kurulmuş olan komünist partisi için adeta boynunu celebin önüne süren kurbanlığa benziyordu. Kemalistlerin Sovyetler birliği olan iki yüzlü politikasına bakarak her hangi bir önlem almadan TKP'nin tüm önderlerinin açıktan Kemalist burjuvazinin denetimi ve hedefi içinde Türkiye'ye açıktan dönüş yapılması, yeni kurulmuş ve hala hazırda yerel örgütleri yaratılamamış olan TKP'nin objektif olarak tasfiyesine zemin yaratılmıştır. Nitekim M.Suphi ve 14 öncü yoldaşın katledilmesi TKP'yi hem önderliksiz bırakmış ve hemde hızla oportünizme kapaklanarak Kemalist burjuvaziye karşı cepheden devrimci savaşım yürütmesi keten uzaklaşmasına neden olmuştur.
Dahada önemlisi M.Suphi ve 14 yoldaşının katledilmesi 1972 yılında İbrahim Kaypakkaya yoldaşın önderliğinde ikinci kez kurulan TKP-ML Hareketine kadar işçi ve emekçilerin komünist örgütten mahrum kalmasına neden olmuştur.
M.Süphi ve 14 komünisttin Kemalist burjuvazi tarafından Karadeniz de hunharca katledilmesi, devrimci ve komünistlere çıkarılması gereken önemli dersler bırakmıştır. İlk olarak hangi neden ve koşullarda olsun olsun proletaryanın kurtuluşu için savaşan devrimci ve komünistler, sınıf düşmanları burjuvaziye asla güven duymazlar ve onların sınırlarını belirlediği alanlarda hareket etmezler. İkinci olarak en demokratik ortamlarda bile devrimci ve komünistler örgütsel-pratik önlemlerini asla bir yana iterek örgütün ana gövdesini açık alana çıkararak burjuvazinin hedefi haline getirmezler. yani burjuvazinin iktidarı yılmadan en demokratik geçinen devletlerde bile her an herşeyin işçi sınıfı ve devrimci-komünistlerin aleyhine değişeceği bilinciyle her an yer altında geçileceği bilinciyle öncü kadrolarını illegal koşullara göre konumlandırır ve buna göre önlemini alıp ihtiyatını elden bırakmaz.
Neki M-Suphi ve 14 yoldaşının düşmüş olduğu hatalardan Türkiye ve Kuzey Kürdistan devrimci ve komünist hareketi yeterli ders çıkararak bu derslerin ışığında örgütsel-pratik çalışmalarını düzenledi söylenemez.
M.Suphi ve 14 komünistti emperyalistlere şirin görünmek ve anti-emperyalist mücadelenin önderliğini başkalarıyla paylaşmak istemeyen anti-komünist Kemalist burjuvazi tarafından açıktan katlettiği bilindiği halde ne Sovyetler Birliğine 3.Enteranasyonal ve nede yeniden toparlanıp mücadeleye devam eden TKP, Kemalizme karşı kararlı ve ilkeli bir tutum aldı. Göstermelik bir kaç kınamanın ardında Kemalizmle uzlaşma ve sırtına sıvazlama tutumuna devam edildi.
Kemalizmde “demokratik devrim “bekleyen TKP, kapaklanmış olduğu revizyonist hattıyla sistemle uyumlu solcu bir çizgide yürürken ve buna göre örgütsel-pratik çalışmalar düzenlerken,1970'li yıllarda itibaren, TKP-TİP gibi revizyonist-reformist legalist akımlara tavır alıp devrimci-komünist bir temelde bu akımların yanlışlarına karşı cepheden savaş açan devrimci akımlar, legal-illegal çalışma ilişkisini sağlam bir eminde oturtamadılar. Ya tümüyle kitlelerden izole kendi içine kapanmış bir yerde halktan da gizlenmeye çalışan sekter illegal çalışmaya yada kitleleri kazanma ve onların içinde erime adına tamamıyla legal-yarı legal örgütlenme ve mücadele içine yönelindi.
Devrimci ve komünist hareket kendinde önce sağlam ve örnek alınacak güçlü bir illegal çalışma deneyimine sahip değildi. 1970-73 iki yıllık hızla yeraltı örgütlenmesine yönelim ve silahlı direnişi örgütleme çabası ardında alınan ağır yenilgiyle kesintiye uğradı., Sağlam yer altı çalışması yaratamadan ağır yenilginin ardında yeniden toparlanma sürecinde örgütlerin merkezi önderlikleri ikinci derece kadrolar ve nispeten zorlu savaşım içinde geçmemiş yeni kuşaklarda oluştu.
Hızla gelişme ve kitleselleşme adına illegaliteyi temel alan ve bunda asla geri adım atmayan bir devrimci örgütsel çalışma yerine ağırlıklı olarak legal-yarı legal örgütler ve çalışma tarzıyla devrimci savaşım örgütlenmeye çalışıldı. 1974-80 arası bir yerde devrimci harekete damgasını vuran yarı-legal*legal çalışma ve eylem tarzı oldu. hemen herkesin bir birini tanııdığı, adlarını bildiği, kimlerin örgütün önemli kadroları konumunda olduğunu bir noktada bilmeyen kimse yoktu. Dernekler, demokratik kurumlar, ve devrimci yayın organları adeta örgütlerin merkezi olarak konumlandıkları ve önemli kadrolarının girip çıktıkları yerler oldu.
Nitekim 12 eylül faşist darbesi devrimci-komünist hareketin faşizme karşı yeraltı örgütlenmesinde nasıl başarısız olduğunu yakıcı olarak ortaya koydu. Bir çok anlı şanlı örgütlerin merkezi yapıları kısa zaman içinde çökertildi ve yüzlerce insan işkencehanelere toplandı, zindanlara kapatılarak ilk bir yıl içinde örgütlerin çoğunluğunun merkezi yapıları ve örgütsel gövdeleri düşman tarafından bilinir hale getirildi. Göstermelik illegal aslında legal çalışmayı temel almış olan örgütlerde çözülen bir kişinin onlarca bazen yüzlerce kişiyi polise verdiğini biliyoruz.
Tüm bunlar bize aslında devrimci ve komünist hareketin M.Suphi ve 14 yoldaşının akibetin de yeterince ders almadıklarını gösteriyordu.
12 eylül 1980 faşist darbesinin ardında yeniden toparlanma sürecinde de devrimci-komünist hareket legal-illegal çalışma üzerine bolca öz-eleştiri yapmasına karşın, bunun gereklerine uygun davranma başarısını göstermedi gösteremedi.
Sözde faşizmin ve anti-demokratik gericiliğin politik olarak egemen olduğu bizim gibi ülkelerde devrimci ve komünist hareket sıkıca illegal temelde örgütlenmeyi önde tutması ve buradan eğilip bükülmeden ilerlemesi zorunluydu. Ama tüm bunların sözde kaldığını teori ile pratik arasında bu alanda da tamamıyla uyumsuzluğun egemen olduğunu söylemeliyiz. Bir yandan hızla kitleselleşme ve erken devrim hayallerinin etkisi öte yandan Kürt ulusal hareketinin baskılanması nedeniyle illegal mücadelenin zorluklarından hızla uzaklaşarak legalizm'in albenisine kapılarak nasıl bir örgüt ve nasıl bir devrimci mücadele yaklaşımından uzaklaşıldığını ve yine eleştirilip mahkum edilen legal yad yarı-legal örgüt ve mücadele yöntemlerine dönüldüğünü görüyoruz.
Yaklaşık 40. yılı aşkındır bu aynı fasit daire içinde dönülüp duruluyor. Devrimci hareketin ana gövdesinin hala legal yarı legal örgütlenme ve çalışma tarzın içinde olması ve yine olumlu pratik örnek olarak gösterilen PKK’nin önderi Öcalan’ın 1998 de Suriye’de yönünü emperyalist mabete yönünü dönüp burada T.C’ye teslim edilmesi süreci bir noktada M.Suphi ve yoldaşlarının hunharca katledilmesinde yeterli ders alınmadığını yakıcı olarak açığa sermektedir. Tüm bunlar devrimci hareketin kendi pratiğinde öğrenerek ilerlemeyi başaramaması hali kaçınılmaz olarak devrimci saflarda umut kırılmasına neden oluyor ve zorlu süreçlerde geçmiş bir çok devrimcinin mücadele saflarında uzaklaşmasına neden olmaktadır
kendisini
Yani M.Suphi ve 14 yoldaşının Kemalist gericiler tarafından katledilmesinin üzerinde 99.yıl gibi uzun bir süreç geçmesine karşın, devrimci ve komünist hareket, burjuvaziye hiç bir biçimde güvenilmeyeceğini ve yine burjuvazinin çizdiği sınırlar içinde kalınarak, devrimi zafere taşıyacak sözü özü bir, yeraltı çalışmasını kendisine temel almış ve her koşulda iktidar hedefine bağlanmış bir komünist partisinin yaratılmasını başaramamış olması, bu konuda çıkarılan derslerin yeterince özümlenemediğini gösteriyor.
Bugün bir çok dergi çevresi ve akımın Mustafa Suphi'ye sahip çıkmaları hiç de gerçekçi değildir. Çünkü Mustafa Suphi yolunda ilerlemek her türden revizyonizme, sınıf uzlaşmacılığına, faşist şovenist saldırılara ve sosyal şovenizme karşı proletaryanın bağımsız devrimci siyasetini kararlılıkla savunmakla mümkündür. Bugün faşist diktatörlüğün işçi, emekçi ve Kürt düşmanlığı yapan ırkçı şovenist politikalarına payanda olanlar ve Kürt sorununda sosyal şovenist bir konumda duranlara, Mustafa Suphi'nin fikirleri değil, Şefik Hüsnü'nün oportünist fikirleri ışık tutmaktadır. Mustafa Suphi yoldaş mücadelesi boyunca emperyalist savaşa karşı ve işbirlikçilerine karşı kararlı bir mücadele yürüterek proletaryanın bağımsız devrimci siyasetini sonuna dek savundu. Çünkü Mustafa Suphi yoldaş proleter enternasyonalist bir komünistti. Bu bakımdan Marksizm-Leninizm’in kendileriyle başladığını iddia edenler, Mustafa Suphi'nin bize bıraktığı değerli mirasa sahip çıkmaları sahtekarlıktan öteye gitmez.
Aynı zamanda Mustafa Suphi'nin çizgisi ile Şefik Hüsnü'nün sosyal şoven çizgisinin aynı kefeye koyanların böyle bir iddiaları da lafızlardan öteye gitmez. Bu komünist mirasa sahip çıkmak bu temelde gelişmek ancak bugün anti.Marksist akımların saldırılarına karşı bu davayı titizlikle korumakla mümkündür. Komünist hareket M-L düşman akımlara karşı mücadele içinde bu değerli mirasın temelinde gelişmektedir. Komünist hareket, bugün M-L kendisiyle başladığını iddia etmekte olan her türden oportünist inkarcılığa karşı mücadele ederek bu mirası titizlikle korumaktadır. Mustafa Suphi yoldaşın fikirleri bugün her zamankinden daha çok bize ışık tutmaktadır. Komünist hareket anti-Marksist akımlara karşı ve inkarcılığa karşı kararlı mücadelesini proletarya partisini kurma tarihi görevini yerine getirecek bu mirasa layık olduğunu ispatlayacaktır.
Türkiye işçi sınıfı ve emekçi halk kitleleri katledilişlerinin 99. yıldönümünde Mustafa Suphi ve 14 yoldaşını unutmayacaktır. Onların mücadeleleri, bugün Türkiye devriminin yolunu aydınlatmakta ve faşist diktatörlüğü yıkma ve işçilerin ve emekçilerin devrimci konseyler iktidarını kurma mücadelesinde, işçi sınıfı ve emekçi halk kitlelerinin elinde kanlarıyla kızıllaşan bir bayraktır. Ve bu bayrak kavgamızda hep dalganacaktır.
M.Suphi ve 14'ler devrimci kavgamızda yaşıyorlar..!

21 Ocak 2020 Salı

İşkencede Direnişin ve Fedakarlığın Meral Yakar..!


meral yakar ile ilgili görsel sonucu
1973 yılının Ocak ayının 22'sinde Meral Yakar yoldaş, İstanbul Ümraniye'de kaldığı bir evde yoldaşının kaza kurşunuyla yaralandı. 22 Ocak 1973 yılında kaldırıldığı İstanbul Haydarpaşa Numune Hastane'sin de konuşmadığından dolayı 25 Ocak 1973 yılında katledildi.
Meral yoldaş, Gaziantep'in Nizip ilçesinde yoksyl bir ailenin çocuğu olarak dünya gözlerini açtı. Başarılı bir öğrenci olduğundan İzmir Yüksek Öğretmen okuluna seçildi. Liseyi burada bitirdi. Aynı yıllarda büyük bir coşkuyla mücadeleye atıldı. Sivil faşistlere, polislere ve okul idaresine karşı mücadelelerde kararlılıkla yer aldı.
Daha sonra İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesine girdi. Okula kaydedildiği günden itibaren aktif olarak mücadeleyi omuzladı. Bu dönemde Marksist eserleri ciddiyetle inceledi. Askeri faşist diktatörlüğün cellatları yaralı haldeyken kafasına kurşun sıkılarak 19 Mart 1973'te katledilen silah yoldaşı A. Muharrem Çiçekle tanışması da bu yıllara dayanır. Onun militan ve ele avuca sığmaz savaşçılığından derinden etkilenen Meral, komutanı A. Muharrem'in izin de yürürdü. Onun gibi sağlam ve her cephede düşmana karşı savaşan bir militan olmak için çalıştı ve bunu da başardı. Meral yoldaş okulda mücadeleler içinde öne çıkar. Çalışkanlığı görev aşkıyla dolu olması, alçak gönüllüğü ve devrime olan sarsılmaz bağlılığıyla, kısa sürede çevresinin sevgi ve güvenimizi kazandı. O bu erdemleriyle çevresine örnek oldu.
12 Mart asker faşist diktatörlüğünün balyoz hareketine dayanamayarak kendine devrimci süsü veren birçok tatlı su balığı, iyi gün dostu palavracı çıktı. Bunlar zoru gördüklerinde küçük burjuva teslim bayrağını çekerek, mücadele saflarını terk ederek, sıcak köşelerine çekildiler. Meral yoldaş ise, sağlam amacı ve sürekli devrimciliğiyle öne çıkan militanlardan oldu. O 12 Mart döneminin ağır baskı ve terör koşullarında gerilemedi, yılgınlığa kapılmadı, aksine bu tipleri küçümsedi, daha ön saflarda görevlere talip aldı.
Meral yoldaş, bu yıllarda ilk dönemlerde, PDA'nın gençlik örgütü İhtilalci Gençlik Birliği içinde faal görev aldı.
Polisin ağır baskı ve takibatlarına rağmen, görevlerini her defasında büyük bir şevk ve coşkuyla yerine getirdi. Onun için devrim, hava ve su kadar zaruriydi. İşte bunun yığınlara kavratılması gerekiyordu. Bunun için okulda gençliği 12 Mart faşist cuntasına karşı mücadeleye katmak için yoğun bir çalışma içinde oldu. İllegal bildiriler gençliğin elinden düşmedi. Bunda Meral'in belirleyici bir rolü vardı. Aldığı dağıtım görevlerini gizlilik kurallarına uygun davranarak, aldığı devrimci görevleri yüksek bir bilinç ve sorumluluk duygusuyla yerine getiriyordu. Bildirileri elden ele dolaşması polisi çılgına çeviriyordu. Ama bildiriyi dağıtanlar ele geçirilemiyordu.
Bu durumda polis denetimlerini daha da sıkılaştırıyordu. Ama tüm bu tedbirler sonuç vermedi. Meral yoldaş aldığı görevleri yerine getirmeyi başarıyla sürdürdü. A. Muharrem Çiçek yoldaşın yakın desteğiyle Meral daha büyük yolunu aralıyordu.
1972 Nisan'ında PDA oportünizmiyle yollarını ayıran bir grup komünistin kurduğu TKP-ML Hareketinin saflarında yer almakta tereddüt etmedi. PDA'nın çizgisinin sağcı ve reformist özünü yaşadığı pratik içinde yakıcı olarak görmüştü. İhtilalci bir temelde yükselen ve düzene silahlı savaşımla başkaldırıcı İ.K'nın önderliğindeki TKP-ML Hareketi'nde Marksist-Leninist Gençlik Birliği saflarında bir süreç çalıştı. Daha sonra örgütü ve mücadelenin ihtiyaçları gereği okulunu terk ederek, işçi sınıfı saflarında savaşım yürütmeye başladı.
O ağır gizlilik koşullarında, mücadelenin zorluklarını severek göğüsledi. Zor şartlar altında geri adım atmadı-aksine onların üstüne yürüdü. Meral oldukça mütevazi ve görev ayrımı yapmayan, devrim için en basit görevi bile büyük bir sorumluluk duygusuyla yerine getirendi Meral yoldaş. Mücadelenin ihtiyaçlarından doğan her göreve sıkıca sarılarak diğer yoldaşlarına örnek oldu. O görevlerin ağırlığı ve bütün enerjisini devrimci savaşıma hasrettiğinin gündeme girdiğinden, o işçiler arasında çalışmalarının yanında daktiloyla çoğaltmaya kadar bir çok iş yaptı.
Yine daktiloyla yazı çoğaltma görevini sürdürdüğü bir sırada Ümraniye'de kaldığı bir evde yoldaşının kaza kurşunuyla yaralandı. Meral'i hemen hastaneye götürdü. Meral yoldaş, kendisini hastaneye getiren yoldaşı, yakalanmaması için ısrarla kendisini bırakıp gitmesini ve evi boşaltmasını söyledi. Yoldaşının yakalanmaması için kendi hayatından daha üstün tutmak, devrimci fedakarlığın en ileri örneğini verdi.
Meral yoldaş yaralı olarak yattığı hastanede polisin baskılarına ve konuşmasına tedavi edilemeyeceği saldırısına, konuşmayarak yanıt verdi. Canına karşı, yoldaşlarını isteyen işkencecilere Meral'in yanıtı açıktı; davamızın zafere taşınması için, canım feda olsun. Faşist işkencelerin bütün teslim alma saldırılarını devrimci direnişle yanıtlayan Meral yoldaş polisin öldürme tehditlerine kulak asmadı. O zaten ölümle evli ve yaşamla nişanlıydı. Yani o devrim ve örgütü için ölüme hazır bir devrim savaşçısıydı. O yaralı haliyle devrime, halka sarsılmaz inanç ve sadakatle faşist işkencecilerin önünde kaya gibi dimdik ayakta durdu, boyun eğmedi. Aynı inanç, sağlamlık ve kararlılıkla 25 Ocak 1973'te şehitler arasında yerini aldı.
Meral yoldaşın bu kısa devrimci yaşamı bütün devrimcilere örnek oldu. Nice Meral'ler bugün devrim ve sosyalizm savaşımını örmek için, devrim kavgamızda yerlerini alarak, kadınların özgürleşmesi savaşımında daha aktif görevler üstlenmektedirler. Onun erdemlerinde öğreneceğimiz çok şeyler vardır.
Anısı mücadelemizde sonsuza dek yaşayacaktır. Şehitlerimizi her anışımızda kinimiz daha bilenmekte, onların şerefle taşıdığı proletaryanın kızıl bayrağını daha da yükseltme, zafer burçlarına çekme azmimiz pekişmektedir.
Halklar arasındaki düşmanlığın temeli..!

ÖLÜMÜNİN 96.YILINDA LENİNDE ÖĞRENEREK İLERLEMEK…!

Dünya proletaryası ve komünist hareketinin önderlerinden ve çağımızın Marksizm’i Lenin yoldaşın ölümünün 96. Yılındayız.
Emperyalist kapitalizmin tarihsel krizine bağlı olarak dünya ölçeğinde yayılan faşist baskı, zulüm ve emperyalist yıkım savaşları devrim için yola çıkmış proleter devrimcilerinin önüne olağan dönemlere kıyasla çok daha ağır ve yüklü görevler koyuyor. Tarihin bu tür kesitleri, devrimci inanç ve iradenin, örgütsel bağlılığın sınandığı denendiği dönemlerdir. Böylesi dönemlerde, işçi sınıfının ve emekçi yığınların mücadele tarihindeki örnek olucu örnekleri hatırlamak, olumsuzlukları aşmak ve yenmek, sosyalist olanı örnek almak ve en zor koşullara meydan okuyarak devrimci yükseliş için hazırlanan komünist önderlerden ders almak büyük bir önem kazanır. Bu bağlamda, işçi sınıfının komünist önderi Lenin’in, onun en yakın mücadele yoldaşı Krupskaya’nın ve benzeri Bolşeviklerin devrime adanmış yaşamları unutulamaz ve unutulmamalıdır.
Komünist Önderlik Devrimci Mücadele İçinde Oluşur ve Gelişir..!
Lenin ve Krupskaya’nın işçi sınıfının kurtuluş kavgasına adanmış yaşamları, bu konudaki pek çok ciddi biyografik çalışmanın yanı sıra Krupskaya’nın anıları sayesinde dünden bugüne ışık tutuyor. Lenin’le birlikte ilmek ilmek örülen örnek bir devrimci mücadele ve yaşamdan doğrudan damıtılmış bu anılar özel bir önem taşıyor. Nadejda Krupskaya (1869-1939), daha gençlik yıllarında Çarlık Rusyası’nın zor koşullarında Petersburg’da devrimci hareket içinde yer alan bir militan kadın savaşçıdır. 1894 yılında Sibirya’da sürgündeyken Lenin’le karşılaşır ve Lenin’in yaşam ve mücadele yoldaşı olarak yıllarını Bolşevik örgütlülüğü inşa etmeye adar.
Krupskaya’nın kaleme aldığı-Leninle Anılar- anılar, onun Lenin’le karşılaştığı 1894 yılından Ekim Devriminin gerçekleştiği 1917 yılına uzanmakta ve 1919 yılına dair bazı anlatımlarla son bulmaktadır. Kuşkusuz ki, tüm bu zaman dilimi Bolşevik mücadele açısından muazzam derecede tarihsel bir önem taşır. Çünkü söz konusu yıllar, işçiler arasında kitle hareketinin gelişimine, yeraltı faaliyetinin en zor koşullarında çelikleşmiş güçlü ve sağlam bir komünist işçi partisinin yaratılışına, işçi sınıfının devrimci bilincinin ve örgütünün güçlenişine sahne olmuştur. Bu tarihsel dönem, Lenin ve Bolşevikler öncülüğünde proleter devrimin zaferiyle sonuçlanan mücadelelerin dönemidir.
Lenin ve Krupskaya’nın Ekim Devrimini önceleyen ikinci yurt-dışı mültecilik yıllarının (1906-1917), bu mücadeleler tarihi içinde ayrı bir yeri vardır. Zira bu yıllar, emperyalist savaş ortamında işçi sınıfının komünist partilerindeki oportünizmin İkinci Enternasyonalin çöküşüne yol açtığı, dünya proletaryasının tamamen yeni sorunlarla karşılaştığı ve yeni yollar bulunmasının zorunlu olduğu, nihayet işçi ve emekçi yığınların katıldığı devriminin ve yeni bir enternasyonalin doğumunun mayalandığı bir dönemdir. Bütün bu dönem boyunca verilen mücadele derinlemesine kavranmadan, Lenin’in Ekim Devriminin ve dünya devriminin önderliğine yükselişinin kavranamayacağını ifade eder Krupskaya. Çünkü önderler mücadelelerin içinde biçimlenir, mücadelelerin içinden çıkarlar ve güçlerini bu mücadelelerden alırlar. Özetle vurgulamak gerekirse, Lenin’in yaşamıyla mücadelesinin nasıl iç içe dokunduğunu anlamadan, işçi sınıfını zafere ulaştıran Bolşevik tarzı kavramak da asla mümkün değildir.
Komünistler Yaşama ve Mücadeleye Adanmışlıklarıyla Öne Çıkarlar..!
Lenin ve Krupskaya’nın sıklıkla vurguladıkları üzere, bir Bolşevik düşünce berraklığına, gerçeği görme yetisine ve kendini boş hayallere, sol yada sağ oportünist lafazanlığa kaptırmama gibi sağlam özelliklere sahip olmalıdır. Komünist devrimci kişiliği bu gibi özellikler temelinde gelişen Lenin’in devrimci iradesi ve devrimci kararlılığı, dün olduğu üzere bugün de tüm proleter devrimcilere örnektir. Genelde Asyatik-doğu toplumlarında geçmişin derin etkileri nedeniyle kişilerin yaşamında plansızlığın, savrukluğun, tembelliğin ağır bastığı yanlış değildi. Rusya da böyle bir ülkedir.
Neki Rusya da, Lenin, Krupskaya, Sverdlov, Stalin vb. gibi Bolşevik öncüler yalnızca dönemlerine değil geleceğe de örnek teşkil eden yeni ve aydınlık bir yol açmışlardır. İşlerin örgütlenme ve yürütülme tarzında Rusyanın doğu geçmişiyle benzer izler taşıyan Türkiye’de de, proleter devrimcileri açılan bu yoldan yürümeleri mücadelenin olmazsa olmazıdır. İşte bu gelenek, İbrahim Kaypakkaya yoldaştan İrfan Çelike, Münir Dışkayada Ali Aktaşa, Kemal Yazardan Ali Ekber Barışa, Fahri Kaya yoldaşlara uzanan komünist hareketin çizgisinin de mayasını ve gelişiminin özünü oluşturuyor.
Hangi iş söz konusu olursa olsun, kalıcı ve sağlam bir sonuç elde edebilmek için, yeterli çaba sarf edilmeli, ter akıtılmalı, sabırla, inatla, ısrarla ve özenle amaca doğru yol alınmalı. Devrim ve sosyalizm mücadelesinin geneli ve devrimci ve sosyalist kişiliğin oluşturulması açısından da aynı kural geçerlidir. Sabırsız, plansız, özensiz ve azimsiz tarzda iş yapanın anlamlı bir devrimci ürün vermesi ve kendi devrimci dönüşümünü arzulanan şekilde başarması asla mümkün olmayacaktır. Tembel ve plansız, başladığı işi sonuna kadar götürme iradesi göstermeyen, engelleri tanımaz bir hatta yürümeyen insan her zaman başarısızlığına bahaneler uydurma peşinde olur, performans düşüklüğünün suçunu hep koşulların ve başkalarının olumsuzluğuna, dönemin zorluğuna, motivasyon eksikliğine vb. yükler. Sanki devrimci ve sosyalizm mücadelesi yalnızca kolay koşullarda ve kolay dönemlerde yürütülürmüş gibi!
Bu gibi konularda da Lenin’in yaşamı ve mücadelesi biz komünistlere önde gelen bir örnektir. Mücadele aşkıyla ve yaşam coşkusuyla, çalışma azmiyle dolu bu devrimci insan, aslında kendini ne zorlu koşullarda var etmiş, nice sıkıntılara, yokluğa ve sinir bozucu durumlara göğüs germiştir. Bilindiği ve bir çok devrimcinin de yaşamış olduğu gibi, yurt dışındaki mültecilik yılları son derece yorucu ve yıpratıcı yıllardır. Ne var ki Lenin, her türlü zorluğa rağmen gerektiğinde sinirlerini çelik gibi germesini bilen ve hiçbir şeyin mücadele azmini ve devrimci kararlılığını kemirmesine izin vermeyen örnek bir Bolşevik önderdir. O nedenle o zorlu yıllar, Lenin’den kararlı bir önder ve kitleleri zafere ulaştırmak için ihtiyaç duyulan öncü savaşçıyı yaratmıştır.
Nitekim Lenin de, zor yıllara rağmen oportünizmle ve her türlü döneklikle, konforizmle, zamanı boşa harcamakla, günlük yaşamın içinde boğulmakla hep arasına kalın sınır çekmiş, hep aynı heyecan ve tavizsizlikle çürüme ve yozlaşmaya karşı savaşmıştır. Zaman ilerledikçe Lenin’in baskı ve sömürüye karşı duyduğu derin nefret daha da büyümüş ve yaşamını tereddütsüz biçimde proletaryanın davasına adamıştır. Aynı derin inançla bu yola baş koyan Krupskaya, Lenin’in tüm yaşamının bu davaya bağlı olduğunu hatırlatır. Bu varoluş şekli, Lenin için, başka türlüsü mümkün olamayacak derecede doğaldır ve proleter devrimciliğin içselleştirilmesi işte bu şekilde tüm tereddütleri dışlayan bir yaşam ve mücadele algısında somutlanır.
Lenin’in devrim ve sosyalizm mücadelesi açısından seve seve göze aldığı fedakarlıklar konusunda Krupskaya çok çarpıcı örnekler aktarır. Lenin, davaya engel olduklarını gördüğü en yakın dostlarından bile ayrılma kararlılığını göstermiştir. Buna karşın, eğer mücadele için gerekliyse, dünkü siyasal rakiplerine tereddüt etmeden yeniden ve yoldaşça yaklaşmasını da bilmiştir. Bu siyasal esneklik ilkesiz bir ödün değildir ve yoldaşça yakınlaşma devrimci eleştiri bağlamında söylenmesi gerekenin açıkça ve lafı dolandırmadan söylenmesini asla dışlamaz. Bir proleter devrimci, özelde çevresindeki insan ilişkilerini çalışmalarını aksatmayacak bir sıkılıkla düzenlerken, örgütsel açıdan insan ilişkilerinde son derece esnek, girişken ve insan dostu olabilmelidir. Bu konuda olumlu ve olumsuzundan çeşitli örnekler hatırlanabilir.
Örneğin Rus devrimcilerinin çeşitli Avrupa ülkelerinde geçirdiği mültecilik yılları çok sayıda insanı Rusya’daki mücadeleden kopartıp köksüzlüğe, boşluğa çürüme ve yozlaşmaya sürüklemiştir. Oysa Lenin ve Krupskaya, Rusya’da bağlantılı oldukları kişilerle her zaman sıkı ve sürekli bir ilişkiyi sürdürmüşlerdir. Kilometrelerce uzakta olsalar da Bolşeviklerin yurt dışı ziyaretlerini, yurt dışı çalışma ve toplantılarını bizzat örgütlemişlerdir. Krupskaya, Lenin’in hemen her mektubunda, Rusyadaki yoldaşlardan işçilerle daha çok ilişkiler kurmaları talebinde bulunduğunu ve devrimci bir örgütün gücünün onun ilişkilerinin sayısına bağlı olduğunu vurguladığını hatırlatır.
Sınıf içinde devrimci çalışmayı başarıyla yürütebilmek için işçi sınıfının günlük yaşantısını, işçilerin çalışma ve yaşam koşullarını, işçi kitlelerinin ruh halini yakından bilmek ve derinden hissetmek şarttır. Bolşevik tarzda çalışma, küçük-burjuva devrimcisinin aniden parlayıp sönen koşturmacasından veya sınıftan kopuk kahramanca işler yapma anlayışından tamamen farklı bir niteliğe sahiptir. Her zaman vurguladığımız gibi, Bolşevik çalışma tarzı uzun soluklu, planlı, sabırlı, ısrarlı ve azimli bir mücadele anlayışına dayanır. Proleter devrimciler, ilişkiye geçtikleri işçilere ve emekçilere, onların mücadeleci dostları olduklarını en sıcak ve en içten biçimde hissettirerek işçilerin güvenini kazanırlar. İşçi ve emekçilerin sıradan ve küçük görünen ekonomik talepleri için mücadelelerine sahip çıkarak, sınıfın kitlesiyle bağlar kurmayı başarırlar. Bunu kavrayamayan ya da başaramayanlar, işçileri devrimci-sosyalist hedeflere doğru ilerletmeye de muktedir olamazlar. Bu konularda Lenin’in ortaya koyduğu pratik ve gelecek kuşaklara aktardığı dersler son derece eğiticidir.
Mücadelede teori ile pratiği birleştirmeyi, propaganda ve ajitasyon çalışmasını tek boyutluluğa düşmeden devrimci bir denge sağlayarak yürütmeyi başarmak şarttır. Lenin her vesileyle tek taraflı olmanın temel bir hata olacağını belirtmiştir. Sınıfın öncü unsurlarına devrimci bilinç taşımak adına mücadeleden kopuk bir “devrimci eğitim” noktasına sürüklenenler, olsa olsa, sekter ve kendi içine kapalı küçük çevreler yaratabilirler. Ters uçta ise, sınıfı uyarmak üzere yürütülen ekonomik ajitasyon çalışmasını mutlaklaştıran ve işçilerin siyasal eğitimini sendikal bir aydınlatma faaliyetine indirgeyen ekonomizm eğilimi yer alır. Bütün bu eğilimler vaktiyle RSDİP (Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi) temelinde yürüyen mücadelede somutlanmıştır. Ekonomizm eğilimini eleştiren Lenin, diğer uçta yer alan sınıftan kopuk aydın eğilimine karşı da ödünsüz biçimde mücadele yürütmüştür.
İşçi sınıfının öncü komünist partisi, Marksizm-Leninizm temelinde ve sınıf mücadelesinin yasaları gereğince örgütlenen bir partidir. Böyle bir partinin inşası, sınıfın öncü unsurlarını devrimci bilinçle donatıp örgütlemeyi ve bu faaliyete adanmış kadroları gerektirir. Böyle kadrolar da ancak sınıf temelli bir mücadele içinde ve devrimci bir örgütlenmede mutlaka olması gereken gönüllü bağlılık ve disiplin anlayışı sayesinde yetişebilirler.
Aslında nereden bakılırsa bakılsın, komünist parti kurallarının inkarının altında küçük-burjuva okumuşların ideolojik sınıf tavrı yatmaktadır. Bu tür unsurlar ne tam bir sınıf devrimcisi olabilmekte ne de sosyalistlik iddiasından vazgeçmektedirler. Okumuşların üzerine sindirilen burjuva ideolojik etkilerden arınamayan biri, zorlu sınıf mücadelesinin komünist parti yaşamına dayattığı kararlılık ve adanmışlığı fuzuli disiplin olarak algılayacaktır. Ve de bu marazi özelliklerine rağmen devrimci örgütlere musallat olduğunda, orada yalnızca kendini mutlu edecek bir işleyiş arayacaktır. Böyleleri, ileri sürdükleri bahaneler her ne olursa olsun, partiyi burjuva kapitalist sisteme karşı mücadele yürüten bir örgütte olması gereken sıkılığı içinde değil de, üyelerini hoşnut edecek gevşek bir sosyal kulüp olarak kurgulamaya yatkındır.
Oysa gönül ferahlığıyla vurgulamak gerekir ki, Leninist parti anlayışının tüm işleyiş kuralları (disiplin ihtiyacı, demokratik merkeziyetçi işleyiş, denetim, rapor, eleştiri-özeleştiri vb.) işçi sınıfının devrimci mücadelesini başarıya ulaştırma amacından kaynaklanır. Ve kesinlikle bu amacın dışında kerameti kendinden menkul kurallar ve dayatmalar olamaz. Komünist parti, sınıfın kendi devriminde başarıya ulaşabilmesi için zorunlu olan bir araçtır ama yalnızca araçtır. Aracın amaçlaştırılması, her alanda olduğu gibi parti söz konusu olduğunda da kesin bir yozlaşma belirtisidir. Proleter devrim amacını benimseyen ve gerçek öznenin işçi sınıfı olduğunu içtenlikle kavrayan kadrolar, ancak bunlar demokratik merkeziyetçiliğin ve parti içi demokrasinin ne olduğunu ve sağlıklı biçimde nasıl işlemesi gerektiğini bilebilirler.
Marksizm-Leninizm, tarihi kitlelerin yaptığına derinden inanır ve burjuva kapitalist toplum söz konusu olduğunda da işçi sınıfının devrimci tarihsel misyonunu ödünsüz biçimde savunur. Proletaryanın kapitalist sömürü düzenine son verecek tarihsel eylemini başarıyla yerine getirebilmesi için, öncü nitelikte bir komünist sınıf partisine sahip olması mutlak bir gerekliliktir. Partinin görevi, mücadelede öncü bir rol oynamak, sınıfı devrimci bilinçle donatıp örgütlemek ve onun mücadeleciliğini geliştirerek pekiştirmektir.
Ne var ki mücadeleyi ilerletmek yalnızca kadroların iradi çabasıyla olabilecek bir iş değildir. Kitleleri mücadeleye çekecek nesnel koşulların olgunlaşması gerekir. Kitleler olağan burjuva yönetim dönemlerinde burjuva partilerin oy tabanını oluşturur ve reformcu seçenekleri deneyip tüketmeden de devrim yoluna destek vermezler. O nedenle sınıfın komünist partisinin geniş işçi-emekçi kitlelere sesini duyurabilmesi, onları kucaklayabilmesi için, nesnel koşulların olgunlaşması, devrimci bir durumun oluşması şarttır.
Oysa Marksizm-Leninizm devrimci teori ve devrimci pratiğin diyalektik birliği demektir. Devrimci teori olmadan başarılı bir devrimci pratik olamaz. Teorisiz bir pratik pusulasız gemiye benzer. Diğer yandan devrimci pratiğin yol göstericiliği olmadan teori devrimcileşemez ve aydınların laf kalabalığına dönüşür. Devrimci pratikle bütünleşmemiş bir teori merakı, olsa olsa yaşamın diyalektiğini kavrayamayan, körleşmiş kitap kurtları yaratır. Lenin her zaman kalıpçı, ezberci yaklaşımları, Marksizm-Leninizm'i dondurarak onu adeta bir puta çevirenleri eleştirmiştir. Yaşam kuşkusuz tüm sürprizleri, artıları ve eksileriyle her türlü teorik kavramdan daha zengindir ve o yüzden Lenin Goethe’nin o ünlü sözünü sık sık hatırlatmıştır: “Teori gridir dostum, yaşamın ebedi ağacı ise yeşildir”.
Yine Zetkin’in anılarında belirttiği üzere, Lenin kendisiyle konuşmak isteyen hiçbir yoldaşını geri çevirmeyen ve ona aktarılan her sorunu, her şikâyeti büyük bir dikkat ve anlayışla dinleyip yanıtlayan bir liderdir. Zetkin, “Onun gençlerle nasıl anlaştığını görmek insanı çok duygulandırırdı. Gençlerle ilişkisi yoldaşçaydı; onda, yaş farkını üstünlük gibi gören orta yaş grubunun buyurganlığına, kibir ve bilgiçliğine rastlamak imkânsızdı” diye aktarır.
Clara Zetkin, Lenin’in davranışlarını “Alman Sosyal Demokrasisinin Parti Babalarının ceberrut tavırları” ile karşılaştıracak ve Lenin’in her zaman eşitler içinde bir eşit olarak davrandığına dikkat çekecektir. Ve takiben şöyle diyecektir: “Onda iktidarı elinde tuttuğuna, belirleyici ve egemen kişi olduğuna dair en küçük bir işaret göremezdiniz. Parti içindeki otoritesini; ideal bir önder ve yoldaş olarak yarattığı saygınlıkla, onun her zaman anlayışlı olduğunu ve karşılığında da anlayış beklediğini kavrayanlara gösterdiği saygının üstünlüğüyle kazanmıştı.” Zetkin, devrim sonrasında Lenin ailesine yaptığı ziyarette anladığı üzere, 1915 Martından beri görmediği Krupskaya’nın da tevazusundan ve doğallığından zerre kadar yitirmediğini belirtir. Burjuva dünyasının deyişiyle artık “first lady” olan Krupskaya’nın, aslında ezilen ve acı çeken insanlığın davasına bağlılıkta bir numara olduğunu vurgular. “Onunla Lenin’in beraberliği, hedefler ve hayatın amacı üzerinde fikir birliğinin en güzel örneğidir” der.
Lenin’in yoldaşlarının bu bağlamda aktardığı pek çok çarpıcı örnek vardır ve bunlar sağlam bir proleter devrimcisi olmak için içten bir çaba sarf edenler açısından son derece eğiticidir. Zafere ilişkin büyük nutuklar atmamanın ve her zaman sade ve mütevazı bir tutumla görevlere odaklanmanın örneğini verir Lenin. Ekim Devriminin akşamında Sovyet toplantısında göründüğünde çılgınca bir alkışla karşılanırken, Lenin tam bir ciddiyetle herkesin dikkatini üstesinden gelinmesi gereken görevlere çeker. Lenin, devrimci iktidar kurulduğunda kendisine daha çok maaş ödemeye yeltenen yoldaşlarına öfkelenmiş ve her zaman bu gibi girişimlere karşı çıkmıştır. Ellerine iktidar fırsatı geçirdiklerinde hemen bürokratlaşan ve kendilerini ayrıcalıklara boğan tüm sözde komünistlerin cibbiliyetini teşhir edercesine, gerçek bir Bolşevik ve muzaffer işçi devriminin önderi olan Lenin, işte böyle sade, tutarlı, ilkeli ve mütevazı bir önderdir.
Lenin ve onun dönemindeki Bolşeviklerin mücadelesi ve sınıfın devrimci örgütünü yaratırken uyguladıkları tarz, bugün de Leninist parti anlayışına bağlanan sınıf devrimcileri için son derece önemlidir, eğiticidir ve örnektir. Elbette Leninist parti anlayışı kalıplaştırılarak uygulanacak bir model değil, günün somut koşullarında sınıf içindeki devrimci mücadelede yeniden yaratılarak yaşatılması gereken bir ruhtur, özdür. Komünist örgütün yaratılması bağlamında Lenin’in çabasına ve Bolşevik deneyime dair unutulmaması ve takipçisi olunması gereken öylesine çok ve önemli husus var ki. Fakat belki de en önemlileri, Lenin’in tüm mücadelesi boyunca bizzat örneklemiş olduğu üzere, devrime adanmışlığı, zorluklar karşısında yılmamayı, gericilik günlerinde bile mücadele azmini ve tarihsel iyimserliği yitirmemeyi başarmak olsa gerek.
Lenin Çarlık Rusya’sının baskı ve zulmü, ağır sürgünlük koşulları, emperyalist savaş döneminin alevleri karşısında işçi sınıfına güven, devrimci mücadele azmi ve Marksizm-Leninizm’in aşıladığı iyimserlik sayesinde her zaman ters akıntılara karşı yüzmeyi başardı ve bu konuda yoldaşlarına da örnek oldu. Bizler de Lenin’in açtığı bu devrimci yoldan ilerlemeye çalışıp, ters akıntılara karşı yüzmeyi başararak ilerlemeliyiz. Mayamız Marksizm-Leninizm ışığıyla ve proleter enternasyonalist komünistlere yaraşır bir tarihsel iyimserlikle örülüdür. Verili an kasvetli ve olumsuz bir tablo sunabilir. Ancak biliyoruz ki, en olumsuz koşullarda bile devrim ve sosyalizm savaşımını sürdürme azmine sahip olanlar, anın karamsarlığına kapılmaksızın Lenin'inden öğrenerek mücadeleyi ileri taşıyacaklardır.