30 Eylül 2017 Cumartesi

DEVRİMCİ TUTSAKLARIN KAZANILMIŞ HAKLARI GASP EDİLEMEZ...!

Bir ülkenin hangi sistemle idare edildiğini görmek için o ülkenin hapishanelerine bakmak yeterli olacaktır.
T.C devleti kurulduğu günden bugüne bu toprakları hapishanelerle doldurdu. Bu kadar çok hapishanenin olması bu ceberut devletin niteliğini de belirler bir olgudur.
15 Temmuz darbe girişimi, OHAL ile karşı darbe rejiminin hüküm sürdüğü bu topraklardaki hapishanelerde 223 bin 541 (170 gazeteci, 500'ü) çocuk tutuklu-hükümlü bulunuyor.
Hapishanelerde yaşatılan sorunlar günbegün artarken, buna paralel olarak dışarıda da baskı, sindirme politikaları hızına hız verilerek devam ediyor. On ilin nüfusuna denk gelen tutuklu-hükümlü sayısının içerisinde bizimde çocuklarımız, yoldaşlarımız da bulunmakta.
OHAL ve KHK'lerle birlikte tüm toplumun üzerine çöken baskı, sindirme, gözaltı-tutuklama bulutları ancak toplumsal bir karşı koyuş ve mücadele ile dağıtıla bilinir.
Hapishanelerde bugüne kadar yaşanmış birçok katliam ve saldırının önceli durumlar bugün gene hapishaneler ve dışarıda boy vermeye başlamıştır.
Hemen hemen her gün bir hapishaneden saldırı ve hak gaspları haberleri bizlere ulaşmaktadır. Evlatlarımız, yoldaşlarımız dört duvar arasında iradelerine yönelen bu saldırılar karşısında doğal olarak dün olduğu gibi bugünde direniş geleneğini sürdüreceklerdir.
Edirne f tipi hapishanesinden başka yerlere sürgün edilen tutsaklar kayıtları başka yerde olmasına rağmen halen Edirne’de tutuluyor olması neyin ifadesidir bizim açımızdan anlaşılmış değildir. Bununla birlikte hapishanede baskıların arttığı, hiçbir hasta tutsağın tedavisinin keyfi bir şekilde yapılmadan sürgün edildiği görülmektedir. Gönderilen gazete, kitap vb. şeyler “kurum kabul etmiyor” denilerek adreslere iade ediliyor. Tutsakların haber ve bilgi edinme haklarına yapılan bu saldırılar bütün hapishanelerde güncellenerek devam ediyor.
Tarsus kadın hapishanede baskı ve işkenceye karşı sürmekte olan açlık grevi 45’inci gününde kısmide olsa taleplerin kabul edilmesi sonucu açlık grevleri sonlandırılmıştır. Başka hapishanelerden Tarsus'a sürgün edilen tutsaklara çıplak arama dayatılmakta, kabul edilmeyen bu saldırı fiili işkenceye dönüştürülmektedir. Aylık yapılması gereken açık görüş hakları keyfi bir tutumla engellenmekte, telefon, sohbet vb. kazanılmış haklar gasp edilmektedir. Ayakta tekmille sayımın dayatıldığı Tarsus hapishanesinde işkence normal bir işleyişe dönüştürülmüştür.
Bolu f tipi hapishanesinde "yaka kartı" uygulaması bahanesiyle tutsakların tüm kazanılmış haklarına saldırılar yapılmakta, bu hakları gasp edilmek istenmektedir.
Elâzığ hapishanesinde tutsakların sık sık arama adı altında hücrelerin dağıtılmış, kitap ve not defterlerine el konulmuştur. Açık görüşlerin sürelerine müdahale edilmiş ve ailelerin zorla dışarıya çıkartılmıştır.
Tekirdağ f tipi hapishanesinde baskılar artarak devam ediyor. Hapishanede hücreden her çıkışta farklı bahanelerle tutsaklara işkence yapılmaktadır. Diyaliz ve sara hastası olan hasta tutsaklar ölümü bekler duruma sürüklenmek istenmektedir. Hücre aramalarının köpeklerle yapıldığı "devlete itaat edeceksiniz" türü tehditler olduğu bizlere ulaşan bilgiler arasındadır. Hastane randevusu olan, görüş, telefon vb. hücrelerden her çıkışta tutsaklara “beyaz atlet" uygulaması dayatılmakta, tutsaklar bu saldırıya itiraz ederek sloganlarla tepkilerini dile getirmektedirler. Tutsakların bu direncini kırmak adına yapılan işkenceler günlük hal almış durumdadır. Yazılı basın ve kitap girişleri tümden sonlandırılmıştır.
TTE saldırısının gündemde olduğu bugünlerde hapishanelerden gelen bu bilgiler yarın yaşanacak olanların habercisi niteliğindedir. Bizler devrimci-yurtsever tutsakların aileleri, yoldaşları olarak yaşanan ve yaşanacak olan daha kötü sonuçlara karşı toplumun tüm duyarlı kesinlerini hapishanelerde yaşanmakta olan bu işkencelere karşı duyarlı olmaya ve birlikte mücadele etmeye çağırıyoruz...
Tutsaklarla Dayanışma İnisiyatifi.

Erdoğan yalan söylemeye devam ediyor: “İmam Hatipleri CHP Kurdu, Cenaze Yıkayacak İmam Yoktu”..!


İstanbul’da adının verildiği imam hatip lisesinin açılışına katılan AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan, tek bacak üzerine onlarca yalan söylemeye devam ediyor. Halkın dini duygularını kullanmada oldukça mahir olan Erdoğan sanki diyaneti cumhuriyet kurmamış gibi CHPyi eleştirerek, “tek parti CHP’sinin derdi bizim bildiğimiz anlamda imam hatipler açmak değil, cenaze namazı kıldırmayı bilecek kadar dini bilgiye sahip kişilerin yetiştirilmesiydi. Cenaze yıkayacak imam yoktu. Türkiye o hale gelmişti” dedi.
Erdoğan’ın açıklamalarının satır başları şöyle:
“Hamd olsun 1 milyon 300 bin imam hatip öğrencisi var”
“İlk adım atıldığı zaman ölüleri yıkayacak gassal denilen bunu yetiştirmek üzere bu okulların kurulması var idi. Fakat gün ola harman ola, devran değişti. Ve değiştiği gibi de buralardan işte hamdolsun bizler yetiştik. Buradan ilim adamları da yetişti, nice akademisyenler, profesörler yetişti. Yok yok hepsi oldu. Ama baktılar ki bunlar farklı gidiyor, bu sefer ön kestiler. ‘Kapatalım’ dediler ve kapattılar. Türkiye genelindeki öğrenci potansiyelini 600 binden 60 bine düşürdüler. Neyle? O meşhur 28 Şubat’la. Ama şimdi hamdolsun ortası lisesiyle 1 milyon 300 bin öğrencisi var.
Kemiyet değildir asıl olan, keyfiyettir asıl olan. Şimdi siz keyfiyete talim olacaksınız. Buradan ilmiyle, irfanıyla bu ülkenin geleceğine gerçekten hakim olacak bilgi donanımıyla yetişmenizi bekliyoruz.”
“İmam Hatipleri CHP Kurdu, Cenaze Yıkayacak İmam Yoktu”
“İşin esasına baktığımızda karşımıza çıkan fotoğraf şudur. İmam hatip okulları ile igili ilk adımlar tek parti döneminde atılmıştır. Tek parti CHP’sinin derdi bizim bildiğimiz anlamda imam hatipler açmak değil, cenaze namazı kıldırmayı bilecek kadar dini bilgiye sahip kişilerin yetiştirilmesiydi. Cenaze yıkayacak imam yoktu. Türkiye o hale gelmişti. Cenazelerimiz ortada kalıyordu. İşte onun için cenaze yıkayıcısı yetiştirilsin diye böyle bir adım atıldı. Tek parti döneminde köklü dini kurumların kapısına kilit vuruldu.Milletimiz bırakınız Kuran-ı Kerim eğitimi, cenazesinin ortada kalacağından korkmaya başlamıştı.
Demek ki amaç cenaze kaldırmak için imam hatip yetiştirmek değil, şeriat iktidarı için siyasal İslamcı kadro yetiştirmek amaçlı imam hatiplerin yaygınlaştırıldığı görülmektedir.

Ahmet Türk: Kürtler açlık tehdidiyle geri adım atmaz..!

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Irak Federe Kürdistan Bölgesi'nde yapılan bağımsızlık referandum sonrası "Yaptırımlar başlarsa yiyecek ekmek dahi bulamayacaklar" sözleri Kürtlerde büyük tepkiye yol açtı.
90'LI YILLARDA UYGULANDI
Erdoğan'ın özelikle "açlıkla terbiye" içeren açıklamaları 1990'lı yıllarda Kürt illerinde en sık uygulanan yiyecek ambargosu olmuştu. Kürt illerinde erzak alımına kota uygulaması getirildi. Evlerde nüfus sayısına bakılmadan ayda sadece bir torba un verildi. Aynı yıllarda evlere baskın yapılarak erzaklar toplatıldı. Bu uygulamalara "PKK'lilere yardım ediyorlar" şeklinde gerekçeler gösterildi.
SU BİLE VERİLMEDİ
Yakın dönemde de 16 Ağustos 2015 tarihinde başlayan ve aralıklarla devam "sokağa çıkma yasakları" boyunca da benzer uygulamalar yaşandı. Yasağın uygulandığı Sur, Cizre, Silopi, Nusaybin, Şırnak ve Yüksekova gibi kentlerde yurttaşlar su dahil olmak üzere temel gıda maddelerine ulaşamadı, bu durum uluslararası kurumlarca da raporlaştırıldı.
Kürt illerindeki belediyelere kayyum atanmasından sonra, belediyelerde çalışan binlerce kişi işten çıkartıldı. İşten atılanlar, Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile ihraç edilen yüz binlerce kamu emekçisi gibi "medeni ölüme" terk edildi. Yargı kararı olmaksızın ihraç edilenler de "terörist" algısıyla özel sektörde iş bulamadı.
ROJAVA'YA KAPILAR KAPATILDI
Suriye iç savaşıyla birlikte Rojava'ya da Türkiye tarafından ambargo uygulandı. Türkiye, Rojava sınırındaki kapıları kapatarak, DAİŞ'e karşı savaşan güçlere ve savaş mağduru halka gıda yardımlarını engelledi.
TÜRK: SONUÇ VERMEZ

Kürt siyasetçi Ahmet Türk, söz konusu politikanın sonuç vermeyeceğini söyledi. Türk, şu değerlendirmede bulundu: "Kürtler, Ortadoğu’da söz sahibi bir halktır. İktidar Kürtlerle iyi ilişkileri geliştireceğine, Kürtleri potansiyel tehlike olarak görmeye devam ediyor. Kürtlerle daha iyi ilişkiler kurarak, Ortadoğu’da daha etkin bir alan bulabilirler. Ama yüzyıldır olduğu gibi hala da Kürtleri potansiyel tehlike görmek bölge ülkelerine yarar getirmez. Kürtleri açlıkla tehdit etmek hiçbir sonuç getirmedi, getirmeyecektir de. Bakın Rojava örneğine; tüm kapılar kapalı olmasına rağmen oradaki insanlar açlık tehdidi ile geri adım atmadı. Federal Kürdistan Bölgesi’nde de aynı durum olacaktır.”

Faşist Çetelerin Tasmasını Devlet Çözüyor mu: Ülkü Ocağı'nda Kalaşnikof'la Kerkük fotoğrafı..!

IKBY'nin bağımsızlık referandumu, Kuzey Irak’a askeri müdahale tartışmalarını başlattı. Askeri müdahale tartışmaları sürerken MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli “En az beş bin ülkücü gönüllü, başta Kerkük olmak üzere, Türkmenlerin yaşadığı Türk kentlerindeki varlık, birlik ve dirlik mücadelesine katılmak üzere hazır beklemektedir” açıklamasını yapmıştı. “Hazır bekleyen 5 bin ülkücü” sözlerinin tartışması sürereken İstanbul Ülkü Ocağı İl Başkan Yardımcısı Deniz Güzelay’ın paylaştığı fotoğraf dikkat çekti. Kağıthane Ülkü Ocağı Başkanı elinde kalaşnikofla poz verdi.
Cumhuriyet'in haberine göre; Bahçeli’nin bu açıklaması büyük yankı uyandırdı. Bahçeli’nin sözlerine açıklık getiren MHP Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın, "Türkmenlerin umudunu diri tutma gayesi yatmaktadır" dedi.
Kamuoyunda “Hazır bekleyen 5 bin ülkücü” tartışması sürerken İstanbul Ülkü Ocağı İl Başkan Yardımcısı Deniz Güzelay’ın paylaştığı fotoğraf dikkat çekti.
Ülkü Ocağı'nda kalaşnikoflu fotoğraf
Güzelay’ın paylaştığı fotoğrafta elinde otomatik bir silah ve yanında elinde Kaleşnikof olan Kağıthane Ülkü Ocakları Başkanı Engin Kayacık görünüyor.
"Türklüğün yaşaması, bekasının güvenceye alınması, Türkmen yurtlarının üzerindeki kabus bulutunun dağıtılması hususunda her mihneti, her meşakkati, her çileyi göze aldığımız bilinmeli, herkes hesabını buna göre yapmalıdır".. 5000 Ülkücü KERKÜK'e gitmek için hazırdır..”
İstanbul Ülkü Ocakları Başkan Yardımcısı Güzelay’ın bu fotoğrafı “Kerkük için hazır olan 5 bin ülkücü bunlar mı” sorusunu akıllara getirdi


29 Eylül 2017 Cuma

AKP'nin Sağlık Reformu Çöktü..!

Türkiye’nin sağlığı, AKP’nin 2003 yılından itibaren “Sağlıkta Dönüşüm Programı” adını verdiği ‘reform’ ile yeniden yapılandırıldı. 15 yılda kurumlar, yöneticiler, aile hekimliği, hastaneler ve Genel Sağlık Sigortası dönüşümden nasibini alırken muayene ücreti, ilaç farkı gibi terimler de litaratüre girdi. Sağlık hizmetlerinin özelleştirildiği ve hastaların müşteri olarak görüldüğü Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın faturası ağır oldu.
2003 yılında AKP Hükümeti’nin “Sağlıkta Dönüşüm Programı” adı altında sunduğu reform paketi sonrasında sağlık alanında özelleştirmelerin ilk adımı atıldı. Bu paketle başlayan dönüşüm, birinci basamakta topluma yönelik sağlık hizmeti yerine başvurana hizmet verme anlayışını egemen kıldı.
Hastane hizmetlerinin özelleştirilmeye başlanmasıyla kamu hastane birlikleri oluşturuldu. Döner sermaye ve performansa dayalı ödeme sistemi ile sağlık çalışanları kamu kurumları içinde rekabete dayalı bir ücretlendirme mekanizması içine çekildi. Hastaların da ödedikleri vergilere ek olarak katkı payı ödemesi zorunlu kılındı.
İflas sinyali
Parası olmayana sağlık güvencesi denilerek oluşturulan Genel Sağlık Sigortası kapsamında faydalanılacak hizmetler, SGK tarafından yeniden belirlendi. Ancak yıllar içinde çok daha fazla sağlık hizmeti Genel Sağlık Sigortası temel teminat paketi dışında kaldı. Sigorta yalnızca “temel teminat paketi” kapsamındaki sağlık giderlerini karşılarken pakete dahil olmayan sağlık giderleri “özel sağlık sigortası” ya da “kişisel ek ödeme” ile karşılanmaya başlanması AKP politikalarının özelleştirme vurgusunu ve halka sağlık götürme propagandasının da iflas etmeye başladığını gözler önüne serdi.
Yıl 2004: Dönüşüm başladı
Sağlık hizmetinin özelleştirilmesindeki en önemli adım olan ‘Aile Hekimliği’ için AKP hükümeti 2004 yılında 40 milyon Avro kredi aldı. Aşılama, gebe ve bebek takiplerini yürüten, salgın hastalıklarla mücadele yürüten sağlık ocaklarının Aile Hekimlikleri modeliyle kapatılması amacıyla 2005 yılında Düzce’de başlatılan pilot uygulama 2006 yılında 10 ile yayıldı ve çok sayıda olumsuzluk yaşandı ancak görmezden gelindi. Herkese parası kadar sağlık hizmeti sunan Aile Hekimliği uygulamasında iş güvencesi içermeyen sözleşmeli çalışma şekline dönüştürüldü.
Yıl 2006: Sağlıkta ihale ile satım
SSK hastanelerinin Sağlık Bakanlığı’na devri ile hastanelerde verilen sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesi ve hastanelerin işletmeleştirilmesinin yolu açıldı. SSK’nin ilaç ve sağlık hizmetlerini artık üretmeyip satın alma yoluna gitmesi ile masraflar giderek ağırlaştı. Hastaneler ve İl Sağlık Müdürlükleri’nin tamamında temizlik ve bakım-onarım hizmetleri, büyük olan hastanelerde yemek ve güvenlik hizmetleri ihale ile satıldı.
Yıl 2007: Borçlar yetmedi
Özlük hakları elinden alınan sağlık çalışanları sözleşmeli statüye geçirilerek ekip hizmeti anlayışı terk edildi. Sağlık Bakanlığı, birinci basamak sağlık hizmetlerini özelleştirmek amacıyla Dünya Bankası’ndan kredi aldı. Hastanelerin radyoloji, görüntüleme merkezleri, labaratuvar, yoğun bakım hizmet birimleri özel sektöre ihale edildi. TBMM komisyonlarında görüşülen “Kamu Hastane Birlikleri Pilot Uygulaması Hakkında Kanun Tasarısı”na sağlık emekçilerinin iş güvencelerinin ortadan kaldırılması, hastanelerin kendi kendine yeten işletmeler olması, daha az personelle daha çok iş yaptırılması, genel bütçeden hastanelere ödenek verilmemesi, herkesin ihtiyacı kadar değil ancak parası kadar sağlık hizmeti alması, hastanelerin zaman içinde kârlılık ve verimlilik ilkesi uyarınca özel sektöre devredilmesi hedeflendi. 2005 yılına kadar haftalık 40 saat çalışma süresi torba yasa ve genelgelerle 45 saate çıkarıldı. Radyoloji çalışanlarının haftalık 25 saatlik çalışma süreleri de 45 saate çıkarıldı. 2007 yılında genel seçimlerin de etkisiyle personel alımı yapan Sağlık Bakanlığı tercihini sözleşmeli istihdamdan yana kullandı.
Yıl 2008: Sağlık cepten yedi
Yeni bir vergi yükü getiren Genel Sağlık Sigortası 2008 yılında uygulamaya kondu. Bu uygulamada, sağlıkta özelleştirmelerin devam edeceği, bunun hükümetin temel başlıklarından biri olduğu belirtildi. Kamu ve özel sağlık sigortalarına rağmen ihtiyaç duyulan sağlık hizmetine ulaşmadaki engellerden biri olan katkı payı ile devletin belirlemiş olduğu fiyatların üzerinde kalan kısmını kişinin doğrudan kendi cebinden finanse etmesi gerekti.
Yıl 2009: ‘Katılana’ pay
Ekim 2009 tarihinden itibaren devlet hastanesine başvuranlardan 8 TL, özel hastaneye başvuranlardan ise 12 TL katılım payı alınmasına başlandı. Muayene sonrasında doktor reçete yazmış ise 3 TL katılım payı da eczaneler tarafından alınmaya başlandı. Muayene parası en düşük özel hastanede 100 TL civarına, kamuda ise son tebliğ ile 15 TL’den 30 TL’ye çıktı.
KHK ile “Sağlık Bakanlığı Teşkilat Yapısı” düzenlendi. İcracı olmaktan çıkan Bakanlık, denetleyici, düzenleyici konuma geldi. Sağlık Bakanlığı’nın temel görevi olan sağlık hizmeti sunumu, bağlı kuruluşları olan Halk Sağlığı ve Kamu Hastane Kurumu’na devredildi. Devlet hastaneleri “şirket hastanelerine” dönüştürülürken sisteme sahip çıkıp yönetecek CEO olarak nitelendirilen ‘genel sekreter’ler göreve getirildi. Hazine arazileri üstüne “şehir hastanelerinin” kurulmasıyla Kamu - Özel Ortaklığı hayata geçirildi. Özel hastane veya sağlık kurumlarının lisanslarının açık arttırmayla satılması düzenlendi. Muayene açma ruhsatının ihaleyle satılabileceği düzenlemelerin önü açıldı. Sağlık Bakanlığı’na, sağlık çalışanlarını meslekten men etme yetkisi verilirken diğer yandan mevcut klinik şef ve şef yardımcılarının unvanları ile başhemşirelik unvanı iptal edildi. Gönüllü Sağlık Denetmeni kavramıyla hasta ile sağlık çalışanı arasına üçüncü kişilerin girmesine izin verildi.
Yıl 2012: Tepkiler büyüdü
Temmuz 2012’de yayımlanan torba yasayla ‘Aile Hekimliği Kanunu’nda değişiklik yapılarak Aile Sağlığı Merkezi’nde çalışan hekim ve diğer sağlık çalışanlarına başta kamu hastane acil birimleri ve 112 ambulans birimlerinin normal mesaisine ek olarak acil nöbet tutulmasının önü açıldı. Sağlık emekçilerinin tepkisi üzerine daha sonra yürürlüğe giren Aile Hekimliği Uygulama Yönetmeliği ile nöbet uygulaması yumuşatılarak uygulanamadı.
Yıl 2013: Çalışanlar çok yönlü
Yıl 2013’e geldiğinde hükümet, Sağlıkta Dönüşüm Programı’nı sürdürmeye devam etti. Acil birimlerinin önü hastalarla dolup taştı ve sağlık çalışanlarına şiddetin en sık yaşandığı yerlere dönüşen acillerde çalışmak oldukça zorlu hale geldi. Hükümet, bu problemleri gidermenin yolunu Aile Sağlığı Merkezleri’nde sözleşmeli çalışan sağlık çalışanlarını bu birimlerde çok yönlü çalıştırmayı öngörerek buldu. Bu sözleşme Aile Hekimliği Ödeme ve Sözleşme Yönetmeliği’ne, Yataklı Tedavi Kurumları İşletme Yönetmeliği’ne, anayasanın çalışanın dinlenme hakkı maddesine ve Avrupa Birliği mevzuatlarına aykırı olması yayınlanmasına engel olmadı.
Yıl 2014: Niteliklere göre ayrıştırma yok
Fazla çalışma ve nöbetler konusu 2014’te yasalaştı. Aile Hekimliği Kanunu’na getirilen düzenleme sonucu aile hekimlerine ve aile sağlığı çalışanlarına haftalık çalışma süresi ve mesai saatleri dışında ayda asgari 8 saat nöbet görevi verileceği düzenlendi. Zorunlu nöbetin öncelikle hastane acil servislerinde tutulması ile ilgili genelge çıkarıldı. Hekim dışındaki farklı meslekleri yani hemşire, ebe, acil tıp teknisyenini bir meslek olarak kabul edip onlara topluca eleman deyip, hepsine niteliği çok zayıf olan aynı görevleri verdi. Aile Hekimliği düzeni, çalışanları normal mesai saatlerinin dışında daha fazla sürelerle çalışmayı ve acil nöbetleri tutmayı zorunlu kıldı. Bu yeni düzen ile koruyucu sağlık hizmetleri değil muayenehanecilik ön plana çıktı.
Yıl 2015: Devir bitmedi
2015 yılının başında SSK sağlık kurumları Sağlık Bakanlığı’na devredildi. Özelleştirmek için devredilen SSK sağlık kurumları ile dönüşüm devam etti.
Yıl 2017: GATA tarih oldu
Darbe girişiminin ardından OHAL ile yönetilen Türkiye’de çıkan KHK ile GATA ve askeri hastaneler Sağlık Bakanlığı’na devredildi. Hükümet, yayımladığı KHK’de GATA’ya bağlı yükseköğretim birimlerinin Sağlık Bilimleri Üniversitesi’ne; Gülhane Askeri Tıp Akademisi’ne bağlı eğitim hastaneleri, TSK Rehabilitasyon ve Bakım Merkezi ile asker hastaneleri, dispanser ve benzeri sağlık birimleri ile Jandarma Genel Komutanlığı’na ait sağlık kuruluşlarının Sağlık Bakanlığı’na devrine ve personelin geçişine ilişkin usul ve esaslar düzenlendi.
Yıl 2017: Eskiye dönüşüm
Tüm bu yaşanılanların ardından 2003 yılından beri hükümet kanadı tarafından övülerek anlatılan Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın başarısızlığı, yayımlanan son KHK ile ilan edildi. Yap boz tahtasına dönen sağlık sisteminde artan bürokrasi ve kadrolaşma gerekçe gösterilerek tekrardan tek çatı haline dönülmeye çalışılıyor. İllerde sağlıkla ilgili üç başlı yönetimde koordinasyon sorunu yaşandı ve yetki karmaşası ortaya çıktı. Yaratılan bürokrasi, sağlık hizmetlerinde gecikme oluşturdu. Ayrıca, yeni oluşturulan kadroların, Menzil Cemaati tarafından kadrolaştığı söylendi. Yaşanan bu sorunların ardından eskisine benzer bir yapıya dönüştürmek üzere durum Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a iletildi ve Erdoğan’ın talimatı ile yeni düzenleme geldi. KHK ile Sağlık Bakanlığı’ndaki üst düzey yöneticilerin görevleri sona erdirildi. İl ve ilçe sağlık müdürlükleri yeniden yapılandırıldı, 9 bin 831 adet yeni kadro ihdas eden bakanlıkta bir gecede boş bırakılan makamlara yeniden kadrolaşmanın önü açıldı.

‘Bu Yasalar Böyle Geçmez’ diyen kadınlar yarın sokaklarda..!

“Bu Yasalar Böyle Geçmez” diyen 100’e yakın kadın örgütü, müftülere resmi nikah kıyma yetkisi verilmesi üzerinden tepki toplayan Nüfus Hizmetleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Mağdur Hakları Yasa Tasarısı’na ilişkin yarın bir çok ilde eylem gerçekleştirecek. TBMM’nin açıldığı gün olan 2 Ekim’de ise kadınlar ‘Bu yasalar böyle geçmez’ demek için Ankara’da olacak. Kampanya adına konuştuğumuz kadınlar, yarın sokakta olacaklarını, tüm kadınların hayatlarına sahip çıkmak için sokaklarda olması gerektiğini söyledi.
‘EŞİTLİK VE ÖZGÜRLÜK TALEBİMİZİ SÖYLEMEKTE ISRAR EDECEĞİZ’
Kampanya adına konuşan kadınlardan Şenay Kumuz,”Tabii ki bir düzenleme yapılmasını talep ediyoruz ama bu düzenlemeyi yaparken hükümet kadın örgütlerinin görüşünü almadan bu düzenlemenin hayatını etkileyen kadınlara sormadan bunu yapıyor. Sonra kendisi gibi aynı düşüncelere sahip kadın ve örgütleri referans aldığını söylüyor. Bunu kabul etmiyoruz. Kadınların hayatını etkileyecek bu yasanın kadın örgütlerinin görüşleri alınarak kazanımları yok etmeden yapılmalı. Elbette bu hükümetten bunu beklemek zor. Mesela nikah kıymanın müftülükler üzerinden yapılacak olması toplumun ikiye ayrılması anlamına gelecek. Bu sadece bir yanı.18 maddenin her biri kadınların hayatını zapturapt altına almakta. Kadınlara yönelik baskı ve şiddetin artması anlamına gelir. Zaten kadınlar olarak sokakta hedef haline geldiğimizi düşününce bu yasalar bunu daha da kolay hale getirecektir. Kadınlar olarak yasaların bu haliyle geçmesini istemiyoruz. Eşitlik ve özgürlük talebimizi söylemekte ısrar edeceğiz” dedi.
‘DÜZENLEMELERİ KADINLARA SORUN’
Rüya Kurtuluş ise, “Kadınların hayatını çokça ilgilendiren yasa tasarısı ile ilgili sokağa çıkacağız. 12-13 ilde kadınların sokağa çıkacağını biliyoruz. 2 Ekim’de de Meclis önünde olacağız.” dedi. “Bu yasaların özellikle de Nüfus Hizmetleri Kanun Tasarısı’nın müftülere nikah kıyma yetkisinin verilmesi kadınların hayatını yakından ilgilendiriyor.” diyen Kurtuluş, “Birincisi Diyanet gibi kadın ve erkeği eşit saymayan ve tek bir mezhebim kurallarını bütün topluma yaymaya çalışan bir kurum, kadınların hayatına doğrudan müdahale eder hale geliyor. Dini kurumların gündelik hayatın içerisine, medeni hukuk alanına girmemesi gerektiğini düşünüyoruz. Kadınların hayatıyla ilgili düzenlemeleri kadınlara sormak gerekir. Kadın örgütlerinin fikirlerinin alınması gerekir ama AKP son yıllarda 2010’dan bu yana bir dizi düzenlemeyi kafasına göre yapmaya başladı. Her birini engellemek için sokaklara çıktık. Durdurduğumuz bir çok yasa oldu. Bunu da engelleyeceğimizi düşünüyoruz. Hiç gündemde yokken kadınlar olarak sokaklara çıktık, anlatmaya çalıştık, bildiriler dağıttık, sohbetler ettik. 1 Ekim eylemini örgütledik. Şimdi bütün kadınları bu eyleme güç vermeye çağırıyoruz.” ifadelerini kullandı.
‘BU YASALAR KADINLARIN LEHİNE DEĞİL, ALEYHİNE’
Feride Eralp ise, “Bu yasalar böyle geçmez diyoruz. Çünkü iki yasa tasarısı da birbirinden çok farklı. Ama ikisinin de temelinde şunu görüyoruz; kadın erkek eşitsizliğinin derinleştiğini.” dedi. “Bizim hayatlarımızla ilgili, nasıl yaşayacağımızla dair yasa tasarılarının yapımında kadın örgütlerinin görüşleri yok sayıldı” diyen Eralp, Mağdur Hakları Yasa Tasarısı’nın kadınların İstanbul Sözleşmesi bağlamında çıkması için uzun yıllardır uğraşılan bir yasa olduğunu hatırlattı. Eralp, tasarının erkek şiddetine karşı alanda çalışan kadın örgütlerine danışılmadan hazırlandığı için eksik ve muğlak olduğunu belirtti. Bu yasaların kadınların lehine değil, aleyhine olduğunu söyleyen Eralp, “Günümüzde aile kurumunun şekillendirilmesinde Türkiye Diyanet Vakfı, Diyanet İşleri Başkanlığı, müftülükler, müftülüklere bağlı aile ve dini rehberlik büroları en önemli paydaşlardan biri haline gelmiş durumda. Bu kurumlarda çalışanlar psikolojik danışmanlık eğitimi almadan ‘aile terapisi’ veriyor. Şimdi evlilik için de yine kadın-erkek eşitliğini temel almayan bu kuruma başvurulması hedefleniyor bu yasa tasarısıyla. Elbette bu bir ‘seçenek’, yani zorunlu değil; ama toplumsal baskının nasıl bir zorundalık yaratma biçimi haline geldiğini de unutmayalım. Yani ‘seçenek’ ibaresi yaşadığımız koşullarda, hele ki biz kadınlar için rahatlıkla ‘Adımıza seçim yapılması’ anlamına gelebiliyor”dedi.”Müftülük yasasına karşı, kadınları hayatlarına sahip çıkmak için sokaklara çağırıyoruz” diyen Eralp, “Buna karşı çıkmak için ‘Bu yasalar böyle geçmez’ demek için yarın sokakta olacağız. Tüm kadınları bize sorulmadan hayatlarımızı belirlemek adına yapılan ve eşitsizliği derinleştiren yasal düzenlemelere itiraz etmeye, hep birlikte sesimizi yükseltmeye çağırıyoruz” diye konuştu.
İL İL EYLEM YER VE SAATLERİ:
Adana - saat 16.00 Atatürk Parkı
Ankara - saat 15.00
Antakya - saat 15.00
Bursa - saat 17.00 Heykel Meydanı
Eskişehir - saat 15.00 Kanatlı AVM önü
Hopa - saat 15.00 Hopa Parkı
İstanbul - saat 15.00 Kadıköy Süreyya Operası önü
İzmir - saat 15.00 Karşıyaka Çarşı
Kocaeli - saat 15.00 İnsan Hakları Parkı
Trabzon - saat 15.00

Mersin - 2 Ekim’de basın toplantısı yapılacak

HANİ BORÇ VEREN ÜLKE OLMUŞTUK; TÜRKİYE’NİN DIŞ BORCU REKORA GİDİYOR: 14 YIL SONDA İLK KEZ MİLLİ GELİRİN YARISINI AŞTI..!

Yalan kimse ölmediğine göre, tek bacak kırk yalan sayan ve bu yalanları din ve Allah'la bezeyen AKP'nin 15.yılık iktidarı döneminde dış borç görülmemiş düzeyde arttı
Türkiye’nin brüt dış borç stoku, yılın ikinci çeyreğinde 20 milyar dolardan da fazla artarak, 2003 yılından bu yana ilk kez milli gelirin yarısını aştı. Hazine Müsteşarlığı verilerine göre, Türkiye’nin brüt dış borç stoku, 30 Haziran itibarıyla mart sonundaki 412 milyar dolardan 432.4 milyar dolara çıktı.
Böylece, mart sonunda yüzde 48.6 olan dış borçların stokun milli gelire oranı, milli gelirin yarısını da aşarak yüzde 51.8 düzeyine tırmandı. Aynı tarihte, Türkiye’nin net dış borç stoku 267 milyar dolardan 283.1 milyar dolara yükseldi ve net dış borç stokunun milli gelire oranı yüzde 31.5 düzeyinden yüzde 33.9 düzeyine yükseldi.

Türkiye’nin 2003 yılı ikinci çeyrek sonunda 135 milyar dolar olan toplam dış borçlarının milli gelire oranı yüzde 52.4 düzeyindeydi.

Yükselde Polis müdahalesine cevap: Nuriye ve Semih yalnız değildir..!

Akademisyen Nuriye Gülmen ve öğretmen Semih Özakça'nın açlık grevi eylemi 205'inci gününe girdi. Nuriye Gülmen açlık grevi eylemini zorla kaldırıldığı Numune Hastanesi yoğun bakım servisinde sürdürürken, Özakça ise açlık grevine tutulduğu Sincan İnfaz Kampüs Hastanesi'nde devam ediyor.
Gülmen ve Özakça'ya destek olmak ve işlerine iade edilme talebiyle ihraç edilen kamu emekçileri tarafından sürdürülen "İşimizi geri istiyoruz" eylemi ise 325'inci gününe girdi.
Yüksel Caddesi'nde bulunan İnsan Hakları Anıtı önünde açıklama yapmak isteyen eylemcilere polis izin vermedi. Bunun üzerine eylemciler Konur Sokak'ta polis kalkanları önünde "Açlık grevinin 205'inci günü, Nuriye ve Semih işe geri alınsın", “İşini istemek suç değildir", "Nazife Onay serbest bırakılsın" pankartını açtı. "Nuriye ve Semih yalnız değildir" sloganını atan eylemcilere polis, açılan pankartı yırtarak müdahale etti.

Polis eylemcileri sokağın sonuna kadar uzaklaştırırken, etrafta toplanan yurttaşlar da alkışlarla eyleme destek verdi. Eylemciler polisin müdahalesine, "Nuriye ve Semih yalnız değildir" şeklinde slogan atarak karşılık verdi. 

AKP YÜKLÜ BORÇLARI ÖDEMEK İÇİN GETİRİLEN VERGİ ARTIŞLARININ AİLE BAŞI YÜKÜ BİN 400 LİRA!

Orta Vadeli Program (OVP) ve Meclis’e sunulan “torba tasarı”, işçi ve memur ücretlerindeki artışları sildi süpürdü. Sendikaların hesabına göre vergi artışlarının aileye faturası 1400 lira olacak. Aynı tasarıyla ülke talana da açılıyor. Ege sahilleri kiralanacak, maden aramalarında ÇED istenmeyecek, kamu alanları satılacak.
Yeni OVP dün yayımlandı. Kamudan çok sayıda ihracın ardından ortaya çıkan personel açığını kapatmak için yeni bir yol bulundu. Bunun için emekliler yeniden devlette istihdam edilecek. OVP’de, kamudan ve özel sektörden emekli veya görevden ayrılmış liyakat sahibi üst düzey veya uzman personeli devletin çeşitli program, proje ve misyonlarında gönüllü veya ücretli çalıştırabilecek esnek bir istihdam mekanizması oluşturulacağı ifade edildi. Hükümet sadece zorunlu hallerde başvurulması gerekirken, şimdiye kadar hemen hemen her alanda “acele kamulaştırma” kararları almıştı. OVP’de bundan böyle çok zorunlu haller dışında acele kamulaştırma yapılmayacağı ifade edildi.
Lojman satılacak
Cumhuriyet’in haberine göre, OVP’de, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin uygulama esasları ve yol haritasının hazırlanacağı ifade edildi. Buna göre, yeni sistem çerçevesinde kamu idari yapısı yeniden düzenlenerek kurumlar arası görev, yetki ve sorumluluk paylaşımı netleştirilecek, idarelerin çalışma usul ve esasları belirlenecek. Büyükşehir Belediye Yasası yeniden düzenlenecek.
Meclis’e sunulan “torba tasarıda” yer alan düzenlemelerden bazıları da şöyle:
* Asgari ücretin vergi kesintisiyle 1404 liranın altında düşmesi engellenecek. Ancak bu zaten açıklanmıştı
* Şehir merkezlerindeki 10 yaşından büyük kamu lojmanları satılacak.
* Hazine’ye ait olan, belediye mücavir alan sınırlar içindeki tarımsal amaçlı kullanılan arazileri kullanıcılara satacak. Taşınmazlar piyasa fiyatından satılacak.
* Maliye Bakanlığı’ndan irtifak hakkı ile yer kiralayanlar, bu yerleri almak istediklerinde en fazla 2 yıl vade ile alabilirken bu süre 5 yıla uzatılacak.
Kaçak binaya af!
* Hazine arazileri üzerine kaçak yapılan binaların sahiplerine bu taşınmazlar doğrudan belediyeler üzerinden satılıyor. Mevcut düzenlemede bu yapıların 19.7.2003 tarihinden önce yapılmış olması gerekiyordu. Tasarı ile süre uzatılacak. Bu tarih 31.12.2009’a çekilecek.
Stratejik sektörler de indirim
Maliye Bakanı Naci Ağbal, vergilerdeki artışa rağmen stratejik sektörlerde kurumlar vergisini düşüreceklerini, bu konudaki çalışmaların sürdüğünü söyledi.
İstanbul’da konuşan Maliye Bakanı Ağbal, vergi artışlarıyla gelen Orta Vadeli Program’ın gelir artırıcı tedbirler olduğunu söyledi. Bakan Ağbal, yüzde 40’lık MTV artışının bu yıl otomobil alanlar için uygulanmayacağını açıkladı Bakan Naci Ağbal, şunları söyledi: “Biz biliyorsunuz bu düzenlemeyi yasayla yapıyoruz. Öncelikle şunu söyleyeyim MTV her sene artıyor. Enflasyon ne kadarsa otomatik olarak zaten artıyor. Eğer biz herhangi bir yasal düzenleme yapmasaydık MTV yüzde 15 oranında 2018 yılında artacaktı.
Öte yandan, Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Cemil Ertem Maliye’nin telaş içinde hareket ettiğini, vergi artışlarının gereksiz hatta sakıncalı olduğunu belirtti.
20 yıl bedava
Teknoloji geliştirme bölgeleri, organize sanayi bölgeleri, serbest bölgeler ve yerleşim alanları içerisinde bulunan sanayi sitelerinin ve sanayi işletmelerinin yerleşim yeri dışına çıkarılması için kuruluş ve genişleme aşamalarında ihtiyaç duyulan mera vasıflı yerlerin tahsis amacı değişikliklerinde yirmi yıllık ot bedeli alınmayacak.
JP Morgan’dan vergi uyarısı
Uluslararası yatırım bankası JP Morgan, Türkiye için büyüme tahminini koruduğunu ancak tahminlere yönelik risklerin dezavantaja dönüştüğünü açıkladı. Uluslararası yatırım bankası JP Morgan, 2018-2020 yılları için geçerli Orta Vadeli Program’ı (OVP) değerlendiren bir rapor yayımladı. Raporda, “Türkiye 2018 için büyüme tahminimizi yüzde 3.1 olarak koruyoruz ama yeni vergilerle tahminlere yönelik riskler dezavantaja dönüşüyor” denildi. JP Morgan, “Türkiye’de hükümet büyümeyi yüksek tutmakta kararlıysa, 2018 için enflasyonu yüzde 7’nin altında tutma tahminini yerine getirmesi çok zor” değerlendirmesini yaptı.
MTV satışları düşürür
Motorlu Araç Satıcıları Federasyonu (MA SFED) Başkanı Aydın Erkoç, Motorlu Taşıtlar Vergisi’nde (MTV) yüzde 40 artış öngören ‘torba yasa tasarısı’ndaki düzenlemeye üyelerinden ve galericilerden tepkiler geldiğini belirtti. Erkoç’a göre bu artış hem sıfır hem de ikinci el araç satışlarını düşürecek, vatandaşların araç kiralamaya yönelecek.


ERMENİLER’DE TEDİRGİNLİK: “IRKÇI SALDIRILARDAN OKULLARINDAKİ ÖĞRENCİ SAYISI DÜŞTÜ, ÜLKEYİ TERK EDİYORLAR”..!

HDP İnanç Kurulu Üyesi Murat Mıhçı, son dönemlerde artan ırkçı saldırılar nedeniyle Ermeni okullarındaki öğrenci sayısının düştüğünü söyledi. Mıhçı, “İnsanlar bu ülkede güvercin tedirginliğinde yaşamaya devam ediyor. Referandum sonrası Ermenistan ve Avrupa’ya göçler arttı” dedi.Türkiye’deki Ermeni okullarında geçen yıllara oranla yüzde 10 civarında öğrenci düşüşü söz konusu.
Halkların Demokratik Partisi (HDP) İnanç Kurulu Üyesi Murat Mıhçı, Ermeni okullarının vakıflar üzerinden yönetildiğini ve devletin geçmişte vakıf mülklerinin birçoğunu Ermenilerin elinden alması nedeniyle okulların sıkıntı yaşadığını belirtti. Ermeni okullarının ayrıca Milli Eğitim Bakanlığı’na (MEB) bağlı olduğunu kaydeden Mıhçı, Türkçe, sosyal ve tarih gibi derslerin MEB’in atadığı öğretmenler tarafından verildiğini söyledi.
‘Referandumdan sonra Ermeni göçü arttı’
Ermenilerin 16 Nisan referandumundan sonra göç etmek zorunda kaldığını ve bu sayının önceki yıllar daha fazla olduğunu aktaran Mıhçı, şöyle dedi: “Daha önce sıkıntılar başka bir boyuttaydı. Bu sıkıntıların boyutu şuydu; Ermeni okuluna kayıt ettirebilmek için hem annenin hem babanın Ermeni olması ve ikincisi mezhepsel olarak okulun kabul ettiği mezhebe ait olması gerekiyordu. Şu anda bu biraz daha farklı, anne ve babadan birisinin Ermeni olması yeterlidir. Çocuğun vaftiz olabilme koşulu aranıyor. Fakat Ermeni toplumu Lozan’dan itibaren sadece Hıristiyan olmak durumunda. Yani bir Ermeni, ateist, Deist, Budist, Müslüman olabileceği düşünülemiyor. Ermeni toplumu böyle kirimize edilerek, durumu bu hale getirerek okullarının kapamalarına neden olunuyor.”
Tekçi anlayış Ermenileri göçe zorluyor’

Bu coğrafyada bulunan binlerce Ermeni okulunun günümüzde neredeyse iki elin parmak sayısına düştüğünü ifade eden Mıhçı, “Ermeniler, tekçi anlayış nedeniyle çocuklarının kendi anadillerini öğrenmeleri durumunda ırkçılık tehdidi ile karşı karşıya kalacağını düşünüyor. Bu nedenle çocuklarını ya okula göndermiyor ya da başka ülkelere göç ediyor. Tabi bunlara eğitim sistemindeki bozukluklar ve eğitimdeki tekçi anlayışlar da eklendiği zaman kaçınılmaz sonuç sürüyor” diye belirtti. Asıl sorunun Türkiye’de yaşanan olaylar olduğunu belirten Mıhçı, “Örneğin son Aysel Tuğluk’un annesinin cenazesinde yaşananlar sadece gündeme geldiği için farkında olundu. Benzer şeyler zaten günlük hayatta Ermeni toplumunun başına gelen şeylerdir. Bunların tabiki gittikçe artması insanların göçüne sebep oluyor” diye konuştu.

KÜRTLERE KARŞI KONTRA SAVAŞI MI GÜNDEMDE? BEŞBİN ÜLKÜCÜYE SADAT EĞİTTİM VERDİ Mİ?

Devleti koruyup kollamak için MHP yeniden devreye mi sokuluyor. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Kuzey Irak'taki bağımsızlık referandumuna ilişkin yaptığı açıklamada 5 bin gönüllünün Irak'a geçmek için 'emir beklediğini' söyledi.
"Türkiye'nin askeri, ekonomik, siyasi ve diplomatik caydırıcılık vasıflarını kullanma ihtimal ve ilanının dikkate alınmaması bir diğer ağır sorundur" diyen Bahçeli, "Devlet yönetiminden yapılan kafa karıştırıcı ve çelişkili açıklamalar Barzani'nin değirmenine adeta su taşımış, elini güçlendirmiş, manevra alanını genişletmiştir. Ekonomik yaptırımlardan askeri müdahale seçeneklerine kadar her ihtimalin masada olduğunun söylenmesi şu ana kadar somut bir mücadele şuuruna maalesef dönüşmemiştir" dedi. Bahçeli, "Beş bin gönüllü ülkücü bekliyor" ifadelerini kullandı.
Bahçeli'nin 'gönüllü' açıklaması şöyle:
"Milliyetçi Hareket Partisi tepkisiz ve hareketsiz kalmayacaktır. Şunu herkes çok açık bilmelidir ki, hiçbir kişi, kurum ve kuruluş Irak Türkmenlerinin varlık mücadelesini samimiyetle desteklemese de, Milliyetçi-Ülkücü Hareket tarihi sorumluluğunun, milli misyonunun gereğini yapacak ve yanlarında olacaktır. Türkiye’deki Barzani severler, ihanet ve melanete hizmet eden bölünme hizmetkârları boşuna heveslenmemeli, boşuna çırpınmamalıdır. Soydaşlarımız namusumuza emanettir. Can, mal ve vatan güvenliklerine destek vermek boynumuzun borcudur. Bu kapsamda en az 5 bin Ülkücü gönüllü başta Kerkük olmak üzere, Türkmenlerin yaşadığı Türk kentlerindeki varlık, birlik ve dirlik mücadelesine katılmak üzere hazır beklemektedir.
Kararımız kesin, duruşumuz net, sözümüz senettir. Türklüğün yaşaması, bekasının güvenceye alınması, Türkmen yurtlarının üzerindeki kabus bulutunun dağıtılması hususunda her mihneti, her meşakkati, her çileyi göze aldığımız bilinmeli, herkes hesabını buna göre yapmalıdır. Kerkük; haydut inlerinden çıkan, terör kovuğundan fırlayan, zalim ve hain yuvalarında beslenip silahlanan insan müsveddelerine bırakılmayacaktır. "
Merak ettik.. Devlet Bahçeli hakkında zaman zaman Mit ajanı ya da kontrgerillanın adamı olduğu yolunda, üstelik kendi camiasından iddialar ortaya atıldı. SADAT'ın, kotr-gerillanın yeni koşullardaki yapılanması olduğunu herkes biliyor, İslamcı-Türkçü temellerde. Ve İslam coğrafyasındaki cihadistlere askeri eğitim verdiklerini de saklamıyorlar.. Acaba bu ülkücüleri de SADAT mı eğitti? SADAT'ın kurucusu Tuğgeneral Adnan Tanrıverdi, şu anda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın başdanışmanı.
Kürtlere karşı kontra savaşı mı gündemde? Bu savaş önce Suriye halklarına yürütülmüştü.. Bayırbucak Türkleri gibi adına diye. Uygur Türklerini oralara yerleştirmişlerdi.. Kimi ülkücü-MHP'liler de özel Kuvvetlerle birlikte çalışıyordu..


28 Eylül 2017 Perşembe

Sömürüye ‘Açık Lise’de Okuyanların sayısı Katlanarak Artıyor..!

Güven vermeyen eğitim politikaları, zengin aileleri çocuklarını özel okullara kaydetmeye yönlendirirken, yoksul ailelerde vahim bir sonuca yol açmaya devam ediyor.
Milli Eğitim Bakanlığı’nın rakamlarına göre; açık lisede kayıtlı öğrenci sayısı 2011-2012 öğretim yılında 940 bin 268’den 2016-2017 öğretim yılında 1 milyon 287 bin 249’a ulaştı.
Eğitim Reformu Girişimi’nin (ERG) “Öğrenciler ve Eğitime Erişim’’ başlıklı arka plan raporunda bu durumun olası nedenleri ve yapılan tespitler de, örgün eğitimden kopan çocuk ve gençlerin büyük bölümünün eğitim yaşamını sürdüremediğini ortaya koyuyor. OECD ülkeleri arasında en yüksek devamsızlık oranı Türkiye’de ve 18-24 yaş grubunda eğitimden erken ayrılma verileriyle de benzerlik gösteriyor.
Eğitimi terkte birinciyiz
EUROSTAT (Avrupa İstatistik Ofisi) 2017 verilerine göre de Türkiye yüzde 36 oranıyla 18-24 yaş arasında eğitimi terk edenlerin en yüksek olduğu ülke.
Türkiye’de kendisinden sonra en yüksek orana sahip ülkenin iki katı, üçüncü ülkenin üç katı eğitim terk eden öğrenci bulunuyor.
Cinsiyet ayrımı açısından incelendiğinde de eğitimi terk eden kadınların oranının çok yüksek olduğu görülüyor. Türkiye’de 18-24 yaş arasındaki kadınların yüzde 37.6’sı eğitimi terk ederken, erkeklerin yüzde 35’i eğitimi erken bırakıyor.
149 bin 48’i işçi
ERG’nin raporuna göre, örgün eğitimin dışına çıkanların bir kısmı açık liseye devam ediyor. Bir soru önergesine verilen cevapta, açık liseye devam eden öğrencilerden 149 bin 48’inin işçi olarak çalıştığı belirtildi.
Rapora, okullulaşma oranlarının açık öğretimi içerdiği durumda, yaş grubu, engellilik durumu, istihdama katılma durumu gibi ayrıntılı verilerin bilinmesinin ortaöğretim seviyesi için yapılacak tespitleri ve önerileri etkili kılacağı vurgulanıyor. Rapordaki diğer tespitler şöyle:
“Açık öğretime devam eden öğrencilerin ne kadarının başka derneklerde, kurslarda faaliyet gösterdiğini bilmek de önemlidir. Tüm OECD ülkelerinde çalışmayan ve eğitime katılmayan 15-29 yaşındaki insanların toplam yaş grubuna oranının en yüksek olduğu ülke Türkiye’dir. Bu yüzden açık öğretime katılan yaş grubunu bilmek ve bu grubun özelliklerini öğrenmek sadece eğitime erişime yönelik politikalar açısından değil örneğin sağlıklı bir istihdam politikası için de önemlidir.
Okulu terk, devamsızlık, açık öğretime geçiş gibi pek çok durum, istihdam, sosyoekonomik durum, toplumsal cinsiyet ve diğer dezavantajlılığı belirleyen faktörlerle ilgilidir.’’
Çocuk işçi sayısı artıyor
Eğitim Sen, örgün eğitimden koparılan ve açık liseye mecbur kalan çocuk sayısındaki devasa artışın nedenlerini şöyle sıralıyor:
* 12 yıllık eğitime apar topar geçen Bakanlık, yeterli sayıda okul binası olmadığı gerçeğini bile umursamadı. Kontenjanlar yetersiz kaldı.
* Liselere ulaşım, kayıt parası, katkı payı adı altında toplanan paralar, yemek sorunu vb. maddi sorunlar özellikle yoksul aileler açısından çocuklarını okula göndermemek için başlı başına bir gerekçe haline geldi.
* Zaten yetersiz olan lise binalarının önemli bir kısmı imam hatip liselerine dönüştürüldü. İmam hatip liselerinde bir gelecek görülmemesi liseye devam etmeme üzerinden bir sonuca neden oldu.
Sendika, bu şartların yarattığı tabloyu ise şöyle özetliyor: “İşsizlik verilerine bakıldığında eğitimli kişilerin işsiz kalma oranları çok yüksek. Gençler genel olarak eğitimde bir gelecek görmüyor. Özellikle yoksul aileler,okula göndermek yerine bir meslek öğrenebileceği işyerlerine çocuklarını göndermeyi tercih etmiş durumda. Bu durumda çocuk işçi sayısı her geçen yıl artarak devam ediyor.
Açık lisede okuyan Alper: Mimar olmayı isterdim...
Alper, ailesine baktığı için örgün eğitimi bırakıp, açık liseye kaydolmuş. İki yıldır lise 1. sınıfta olan Alper, bir fast food firmasında asgari ücret karşılığı uzun saatler boyunca çalışıyor. Bu yüzden de sınıfını geçemiyor, hayali olan mimarlığa yaklaşamıyor.
Alper’e sorduğumuz sorular ve yanıtları şöyle:
- Neden örgün eğitimde değilsin?
Çünkü aileme ben bakıyorum. Ev benim sayemde geçiniyor. Okuyordum, Lise 1’e geçmiştim. Okul güzel gidiyordu ama baktım ki okula götürecek param yok, evin kirasını vermekte zorlanıyoruz, ben de okulu bıraktım Önce gizlice bir yerde çalışıyordum. Evime, aileme ben de destek olayım dedim.
- Şimdi evde durum nasıl?
Çok şükür kimseye muhtaç değiliz, idare ediyoruz. Ben çalışıyorum. Babam günde ne kadar getirirse... Annem de çalışıyor, merdiven temizliyor ama aldığı para gene de bize yetmiyor.
- Örgün eğitime geçmek ister misin?
Durumum olsa geçmeyi düşünürdüm çünkü açık öğretim çok zor. Ders almadan sınavlara giriyorsun, kendi çabaların da yetmiyor.
- Hangi mesleği seçmek istersin?
Çalışmak zorunda olmasam, mimar olabileceğim, mühendis olabileceğim bir okula gitmek isterdim.


Kayyum, ölümünün yıl dönümünde ‘tercih’ yaptı: Ceylan Önkol Parkı’nın adı değiştirildi..!

Diyarbakır’ın Lice ilçesinin Şenlik köyünde 28 Eylül 2009’da koyunlarını otlattığı sırada Tapantepe Karakolu’ndan atılan havan mermisi sonucu yaşamını yitiren 12 yaşındaki Ceylan Önkol’un adının verildiği park, Lice Belediyesi kayyumu Sinan Başak tarafından ölüm yıl dönümünde kaldırıldı.
Kayyum Başak, Ceylan Önkol’un adının verildiği ve anıtının bulunduğu parka, Diyarbakır’ın Silvan ilçesinde 30 Ağustos 2015’te manava gittiği sırada meydana gelen bombalı saldırısında yaşamını yitiren 13 yaşındaki Fırat Sımpil’in adını verdi.
Önkol ailesi tepkili: ‘Ceylan çocuk değil mi?’
Kayyumun uygulamasına tepki gösteren Ceylan Önkol’un abisi Vedat Önkol, kardeşinin adının verildiği parktan kaldırılmasını yeni öğrendiklerini belirterek, Mezopotamya Ajansı’na şunları söyledi:
Söyleyecek bir şey bulamıyorum. Zaten her şey ortada. Ceylan çocuk değil mi? Bizimkiler onların çocuğu değil mi? Fırat da çocuk ve onun acısını da yaşıyoruz. Fırat da Ceylan gibi. Artık söylenecek her şey anlamını yitirmiştir. Anne ve babamın halen durumdan haberleri yok. Onlara nasıl söyleyeceğimi bilemiyorum. Biz de bu topraklarda yaşıyoruz. Fırat da savaş mağduru, ailesi de öyle. Fırat için yeni bir park açılışı yapılabilirdi. Bir ismin kaldırılması, yerine başka bir ismin konulması doğru değil.
‘Medeni Yıldırım Parkı’ da ’15 Temmuz Parkı’ oldu
Öte yandan Diyarbakır’ın Lice ilçesi Kayacık köyünde 2013 yılında kalekol yapımı protestosu sırasında askerlerce öldürülen Medeni Yıldırım’ın adının verildiği parkın da isminin değiştirilerek, “15 Temmuz Parkı” yapıldığı öğrenildi.