31 Aralık 2017 Pazar

Yeni Yılda Her Bir Devrimci Kendisini Yenileyip, Yaratıcı, Üretici ve Etkin Kişi Olmalıdır..!

Uzun yıllardan bu yana devrimci hareket dağınık ve yığınlardan kopukluğunu aşmada başarılı çıkış yaptığı söylenemez. 12 eylülün ideolojik-politik saldırılarının yarattığı öz güven eksikliği ve kitlelerden yabancı hali hala aşılabilmiş değil. Bunda nesnel koşulların yanında elbette devrimci hareketin kadroların yetersiz ve yetmezlikle içinde olmasının önemli etkisi vardır.
Var olanla yetinen ve koşullara boyun eğen bir kadro tipiyle mevcut olumsuzlukları yarıp çıkmak ve buz kıran rolü oynama güçtür.
Çok konuşan ama az iş yapan, önünü koymuş olduğu görevleri yerine getirmeyen, eleştiri-özeleştiriyi yozlaştırıp ayağa düşüren bir
önderlik ve bu önderliğin yönettiği kadro tipinde iktidarı alma kararlığı içinde tutkuyla mücadeleye sıkıca sarılma ve yalnız kalsa bile bir örgüt gibi davranan kadrola kuşağı yetiştirmeden faşizmin, gericiliğin ve oportünizmin legalist var olanla yetinen ve kendi çalıp kendi oynayan durumunu aşmak mümkün olmaz. "Daha az devrimci gevezelik, daha fazla günlük iş. İşte şu anda, komünizmi hayata geçirme uğraşı içinde olduğumuz şu anda, yapmamız gereken temel şey" diyordu, Lenin yoldaş . Yani Lenin yoldaşın yüzyıl önceden söylemiş olduğu bu söz, günlük politik görevlerimize sıkıca sarılmayı, işimizi hiç aksatmadan kitlelere gitmememiz salık veriyor. Örgütsel pratik çalışmalarda geri durduğumuz anda (hani halkımız da bir özdeyişte dile getirir ya: "işleyen demir ışıldar"), paslanmaya başlarız. Haliyle teoriyi pratiğe sürmüyorsak burada, devrimci kişiliğimiz de erezyon kapıyı çalar Bir bilim adamının da, bir sporcunun da, bir sanatçının da sürekli kendisini geliştirmesi için ne yapması gerekir? Elbette araştırması, incelemesi ve çalışması gerekir. Üretmesi gerekir. Çalışmayı bıraktığı anda, bilimde yeni buluşlar yapabilir mi, bir bilim adamı? Yapamaz. Sanatçı yeni eserler ortaya koyabilir mi? Koyamaz. Tıpkı bunun gibi devrimcilik de bir güzel sanattır yoldaşlar, yeniyi bulmak ve eskiyi aşmaktır. Haliyle sıkıca hem de planlı olarak 24 saat dur durak n bilmeden çalışmamız gerekir her şeyden önce.
Demek ki hareketli, değişim ve dönüşüne önderlik eden dinamik karakterin birincil özelliği, ya da kuralı, ya da ilkesi diyelim: günlük iş. Günlük görevlere hep gönüllü olacağız yoldaşlar. İşte  İbrahim, İrfan ve diğer yoldaşların başarıya yürümede temel özelliklerinden biriydi bu i.
Yine biliyoruz ki devrimcilik risk almak demektir. Haliyle devrimci bir önder ve kadro her daima riskli görevlere hazır olmalı ve bu zorlu görevleri omuzlamakta, hiç tereddüt göstermemelidir Devrimci savaşımda kadrolar bakımından ikinci
kapıyı çalıyor; girişken ve yaratıcılık.
Yani koşulları en iyi şekilde kavrayacak, somut durumun somut tahlilini yaparak, en doğru şekilde maddi olguları, emekçilerin içinde bulunduğu gerçekliği ve karşı devrimin durumunu olduğu gibi tahlil edip kavrayacak ve onları devrimci dönüşüme uğratmak için en doğru öneri ve taktikleri getirecek. Elbette öneri ve taktikler belirlemekle sınırlı kalmayacak, o öneri ve taktiklerin yoldaşları tarafından da kabul edildiği anda, hayata geçirilmesi için en önde yer alacak. mücadeleye tün benliğiyle katılacak.
Demek ki, her devrimci kadro devrimci görevlere hazır olmalı ve aldığı görevleri yerine getirmede inay tçı ve ısrarlı olmalıdır. Verilen görevlerle kendisini sınırlayan devrimci başarılı olamaz. Bu da yetersiz devrimcilik demektir. Yani girişken ve yaratıcı devrimci kişiliğimizi a tam olarak geliştiremeyiz. Hep görevi başka yoldaşlardan, önderlerden, kadrolardan beklersek, gerçek devrimci olamayız .. Elbette önderlerimiz, deneyim ve tecrübe sahi olan yoldaşlarımız gelişmeleri ve süreçleri bizden daha önceden ve doğru görebilirler ama biliyoruz ki yanılmaz insan yoktur. Hepimiz, herkes zaman zaman hatalara ve yanılgıya düşebiliyoruz. En büyük Usta'larımız bile bunu itiraf etmişlerdir. Hatta açıkça söylemekten çekinmemiştirler. O zaman hepimiz, girişken ve yaratıcı olacağız, üretken olacağız inisiyatifli olacağız, üretici olacağız. Devrimci bir görevin başarılması için neler yapmamız gerekir, nasıl çalışmamız gerekir, kimlerle bağlar kurmamız gerekir? Bunlara hep kafa yoracağız ve üretken olacağız. Eğer bunu yapmazsak komünist önderlerin sıklıkla eleştirdikleri bir yön, yahut da kötü devrimciler için bir nitelemesi var: geveze ve İşgüzar olmak. İşte o duruma düşebilir insan. O zaman bilinçlice somut durumu tahlil edeceğiz, ona uygun öneri ve çözümler üreteceğiz. Bu hepimizin, her devrimcinin görevi. Sadece başkasından beklemeyeceğiz. Önderlerimizden, deneyim sahibi kadrolardan ,beklemeyeceğiz. Hepimizin bu işle birincil derecede yükümlü, devrimciler olduğumuzu hissedeceğiz, yürekten duyacağız. İşte devrimci yaratıcılıktır ve devrimci girişkenlik budur..
Devrimci dinamik karakterimizin ikinci önemli özelliği de budur,
Devrimi dinamik karakterimizin üçüncü özelliği için; kavganın her cephesinde ön görülü ve uyanık olmak.
Uyanık olmak. Devrimci kavga, adı üstünde bir kavga, bir savaş. Sınıflar arasında savaş demektir devrimcilik. Sınıflar savaşı... O savaşın emekçi halk tarafında, halk safında yer almak ve onları devrim ve sosyalizm savaşımına kazanmaktır devrimciliktir. İşte yeni bir yıla girerken kendisine devrimci sosyalist diyen kadrolar, şapkalarını önlerine koyup bir yıl içinde ne kadar başarılı olup olmadıklarının muhasebesini yaparak, hata ve yetmezliklerden gereken devrimci dersleri çıkararak yeni yıla her bakımdan bilenmiş olarak girmelidirler.


ÇOCUKLARA YÖNELİK HAK İHLALİ RAPORU: SON 7 YILDA 3 BİN 947 ÇOCUK ÖLDÜ..!

CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, son 7 yılda yaşanan, çocuklara yönelik hak ihlallerini raporlaştırdı. Rapora göre 2011-2018 yılları arasında 3 bin 947 çocuğun yaşam hakkı ihlal edildi. Sadece son bir yılda 243 çocuk cinsel istismara maruz kaldı.
Rapora OHAL KHS’sı ile kapatılan Gündem Çocuk Derneği’nin bu alanda yaptığı önemli çalışmaları hatırlatarak başlayan Tanrıkulu, “Gündem Çocuk Derneği 22 Kasım 2016’da sabaha karşı yayımlanan 677 sayılı Kanun Hükmündeki Kararname ile kapatıldı. Gündem Çocuk Derneği’nin kapatılması yürüttüğü pek çok çalışmanın da yarım kalmasına neden oldu.
2011’den bu yana yayımlanan Türkiye’de Çocuğun Yaşam Hakkı Raporu, Türkiye’de Çocuğa Yönelik Ayırımcılık Raporu, Yasamada Çocuk Raporu, Mülteci Çocukların Vatansızlık Riski Raporu, Milli Eğitim Bakanlığıyla yürütülmekte olan Okullarda Fiziksel Güvenlik Projesi, Çocuğa Yönelik Ticari Cinsel Sömürüye Son Projesi, çocuk evliliklerinin yasaklanması için Anayasa Mahkemesi’ndeki başvurunun takibi, çocukların mağdur konumda olduğu istismar ve hak ihlali davalarının izlenmesi bunlardan sadece bazıları” dedi.
Gazete Duvar’ın haberine göre, hak ihlalleri üzerine çalışmalarıyla tanınan hukukçu milletvekili Sezgin Tanrıkulu’nun raporunda yer alan bilgiler şunlar:
2011-2018 yılları arasında -en az- 3 bin 947 çocuğun yaşam hakkının ihlal edildi. 2017 yılı içinde meydana gelen çocuğun yaşam hakkı ihlali olaylarının dökümü ise şöyle:
2017 yılının ilk 11 ayında 56(4’ü mülteci) çocuk, trafik kazası, okul kazası, boğulma gibi yeterli önlemlerin alınmasıyla önüne geçilebilecek nedenlerle hayatını kaybetti.
2017 yılında en az 31 çocuk şiddet olayları sonucunda yaşamını yitirdi. Bu olayların en az 10’unun bireysel silahlanma sonucunda meydana geldiğine dikkat çekmekte yarar var.
2017 yılında Adana’nın Aladağ ilçesinde yangın çıkan bir yurtta 12 çocuk yaşamını yitirdi.
2017 yılında 3’ü mülteci en az 4 çocuk sağlık kurumlarının ihmali nedeniyle yaşamını yitirdi.
2017 yılında cezaevlerinde çıkan olaylarda en az 3 çocuk yaşamını yitirdi.
2017 yılında polis ve asker araçlarının neden olduğu olaylarda en az 8 çocuk yaşamını yitirdi.
2017 yılında polisler tarafından dövülen 1 çocuk (Yiğitcan Camgöz) yaşamını yitirdi.
2017’de cinsel şiddet nedeniyle 1’i bebek 3 çocuk yaşamını yitirdi. (30 Ocak 2017’de tarihinde Van’da erkek ya da erkekler 38 günlük bir bebeğe cinsel istismarda bulundu, darp ederek ağır yaraladı, hastaneye getirilen bebek hayatını kaybetti.)
Çocuk evliliklerin neden olduğu olaylarda en az 1 kişi yaşamını yitirdi. (23 Temmuz 2017 tarihinde T.E. (16), dört ay önce dini nikahla evlendiği kocası O.K.’yı (18) silahla vurarak öldürdü.)
2017 yılında meydana gelen iş kazalarında en az 57 çocuk yaşamını yitirdi.
2017 yılında göç yollarında (Türkiye sınırlarında ve karasularında) meydana gelen olaylarda en az 6 çocuk yaşamını yitirdi.
2017 yılında en az 243 çocuk cinsel tacize maruz kaldı. Bu olaylar içinde okulların, yurtların ve kursların ağırlığı dikkat çekicidir. Şikayet edilmeyen, kayıtlara geçmeyen, basına ve sivil toplum örgütlerine yansımayan olaylar düşünüldüğünde gerçeğin bunun kat be kat üzerindedir.
Türkiye İstatistik Kurumu’nun 2015 verilerine göre toplam 602 bin 982 resmi evlilikten 31 bin 337’sinde 16-17 yaşındaki kız çocukları “gelin”. Bu rakam toplam evliliklerin yüzde 5,2’sine denk.
Adalet Bakanlığı verilerine göre 2017 yılı temmuz ayı itibariyle cezaevlerinde annesinin yanında kalan 0-6 yaş grubu çocuk sayısı 668. Bu çocukların 249’u da bir yaş ve altında. Bu sayı yine Adalet Bakanlığı verilerine göre 30 Ocak 2014 tarihi itibarıyle 339, 7 Nisan 2017 tarihi itibarıyle 594’tü. (Dünyanın birçok ülkesinde çocuklar 7 yaşından gün alana kadar cezaevlerinde kalamaz. Ülkemizde ise ilköğretim başlama yaşı 66 aya inmiş iken aynı çocuk cezaevinde mevzuat gereği 72 aya kadar annesinin yanında kalabilmektedir.)
Altınbaş Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Fulya Giray Sözen’in verdiği bilgiye göre cezaevinde 12-18 yaş arasında yaklaşık 200 bin civarında çocuk bulunuyor.
Türkiye’de halen 1 milyon 500 bini aşkın geçici koruma statüsü almış -18 yaş altı- Suriyeli sığınmacı çocuk yaşıyor. Resmi verilere göre çocuklardan 120 bine yakını aileleriyle birlikte 25 ilde oluşturulan geçici barınma merkezlerinde yaşıyor. Türkiye’ye kaçak yollardan giren ve kayıt altına alınmayanların sayısı ise net olarak bilinmiyor.

Yaşam hakkı ihlallerinin dışında evde, sokakta, okulda şiddete maruz kalan hatta yaralanan çocukların sayısı da bilinmemektedir.

Cumartesi Anneleri: Yeni yılda dileğimiz; kayıplarımızı bulmak..!

27 Mayıs 1995’ten bu yana her Cumartesi günü Galatasaray Meydanı’nda bir araya gelen Cumartesi Anneleri, yeni yıl dolayısıyla Galatasaray Meydanı’nda mumlar yakıp, “Yeni yılda dileğimiz; kayıplarımızı bulmak!” dedi.
Açıklamanın yapıldığı alana üzerinde kayıplarının fotoğraflarının asılı bulunduğu yılbaşı ağacı bırakıldı.
Yılbaşı ağacı fotoğraflarla süslenirken, burada açıklama yapan 1994 yılında Gazi Mahallesinde polisler tarafından gözaltına alındıktan sonra kaybedilen Hasan Ocak'ın kardeşi Maside Ocak konuştu.
20 yıldır kayıplarının akıbetini öğrenmek amacıyla Galatasaray Meydanında olduklarını kaydeden Ocak, "Herkes yılbaşı telaşındayken, sevdikleri ile birlikte olmayı planlarken bizim de yeni yılda dileğimiz kayıplarımızı bulmak diyerek Galatasaray'dayız. İnsanlar yılbaşı ağacını süslerken biz dilek ağacımızla Galatasaray'dayız" dedi.
Ocak, 2018 yılının demokratik hukuk devletine giden yolun başlangıcı olsun temennisinde bulundu.

Yapılan açıklanın ardından eyleme destek veren müzik grubu Bandista, "Benim Annem Cumartesi" ezgisini seslendirdi.

AKP’de En Büyük Kavga… “Sinsi…Yazıklar Olsun!

Erdoğan’ın konuşmasından satır başları:
“Darbe girişiminden yaklaşık iki hafta sonra çıkardığımız KHK’da kamu görevlilerinin aldığı kararlar ve eylemlerinin sorumluluk doğurmayacağı hükmünü getirmişiz. Üstelik bu kararname Meclis’te de görüşülerek yasalaşmıştı. Yani tüm vekillerin haberi var. Aynı hükümleri içeren düzenlemeye 15 Temmuz’da cesaretle darbecilere karşı koyan sivil vatandaşlar için de ihtiyaç duyulduğu görülmüştür. Nedense büyük bir gürültü koparılmaya başladı. Bana göre büyük değil. Tuhaf kampanyalar başlatıldı. Hatta içimizden bazıları da bu kampanyaya katıldı. 16 Nisan’da da bugün bu kampanyaya katılanlar ‘Evet’ demedi. Biz bir yolda aynı dava arkadaşı değil miyiz? Nasıl oluyor da bir anda affedersiniz Bay Kemal’in kayığına biniyorsunuz. Özellikle CHP’nin bazı milletvekilleri her türlü terbiye ve haysiyet sınırını aşan cümlelerle güya hükümete ama aslında millete hakaret etmeye başladı. Hele Muğla Milletvekili var ki, terbiyesiz, ahlaksız ifadelerle benim milletime saldırmıştır. Üstelik de hukukçu olan kişi KHK’ya okumamıştır. Şimdi dava açılacak. Cehalet paçalarından terbiyesizlik suratından akıyor. Partisinin başındaki zata özenmiş olacak ki milletimize saldırma cürreti gösteriyor. Bizi şaşırtan hiç beklemediğimiz gelişmeler var. Bu husumet kervanına dava arkadaşlarımızdan bazılar katıldı, katılıyor. Yazıklar olsun! Biz fazla bir şey söylemeyeceğiz.
Ortada bir hata varsa düzeltilir. Talep varsa karşılanır ama biz bunu akşam yatıp sabah kalkıp yapmadık ki. Biz Bay Kemal’in partisİ miyiz? Herkesi küçük hesaplardan ayrı durmaya davet ediyorum.”
Kılıçdaroğlu’na tek tip kıyafet tepkisi
“Ana muhalefetin maalesef bugün başındaki zatın bu 15 Temmuz Şehitler Köprüsü’nde şehit edilen 34 vatandaşımızın değil de onları alçakça şehit eden katillerin yanında saf tuttuğunu görüyoruz. Söylediği şeye bak, tek tip elbiseyle ilgili. ‘Onların yakınları yok mu, onları o halde gördükleri zaman ne yapacaklar, üzülmeyecek mi, şöyle olmayacak mı, böyle olmayacak mı?’ diyor. Ya sen ne cins adamsın be? Sen benim 251 şehidimin yakınlarını düşünmüyorsun, sen benim 2 bin 193 gazimin yakınlarını düşünmüyorsun. ‘Onların acaba yakınları, evlatları, kardeşleri şehit olduğu zaman ne yaptılar, ne yapıyorlar’ diye soruyor musun Bunu düşünüyor musun? Yok. Bir kasetle CD ile gelmedik bizim farkımız var.”
“Recep efendi bunları başımıza siz sardınız.”
“Sağlık Meslek Liseleri’nden mezun olanların önü açıktır. Bundan hiç endişeniz olmasın. Yardımcılık istemiyoruz diyorlar. Recep efendi bunları başımıza siz sardınız.(Sağlık Bakanı Recep Akdağ) Her şey yardımcılıkla başlar. Çıraklık kalfalık ustalık.
Madem Suriye’de her şey güllük gülistanlık, 3 milyonun üzerinde insan niye bizim topraklarımızda yaşamaya devam ediyor Çünkü biz de bu insanlar da biliyor ki sınırın öte tarafında sadece örgüt isimleri, sadece örgüt işaretleri değişiyor, zulüm baki. Dün zalimin adı rejimdi, dün zalimin adı DEAŞ’tı, bugün zalimin adı YPG/PYD’dir. Biz DEAŞ’a ne yaptıysak bu örgüte de aynısını yapacak ve mutlaka sınırlarımızın ötesini güvenli hale getireceğiz.”


Faşizmin Mezar düşmanlığı Sürüyor.;Bitlis'te PKK'lilerin cenazeleri mezarlıktan çıkarıldı..!

Bitlis’in Tatvan ilçesinde bulunan Garzan Mezarlığı’ndaki 267 PKK’linin cenazesi mezarlardan çıkarıldı. Ailelere cenazelerin neden mezarlardan çıkarıldığına ilişkin bilgi verilmedi. Cenazelerin, İstanbul Adli Tıp kurumu’na götürüldüğü iddia ediliyor.
Evrensel’den İnanç Yıldız ve Serpil Berk’in haberine göre Tatvan bağlı Yukarı Ölek (Oleka Jor) köyünde önce sokağa çıkma yasağı ilan deldi. Yasağın ardından Garzan Mezarlığı’ndaki 267 PKK’linin cenazesi, mezarlıktan çıkarılarak götürüldü.
‘SAVCILIK GİZLİLİK KARARI ALDI’
Mezarlıkta inceleme yapan İnsan Hakları Derneği (İHD) Bitlis Şube Başkanı Fatih Şanlı, yapılanların hukuka aykırı olduğunu söyledi. Olayı öğrendikten sonra resmi makamlarla görüşemediklerini aktaran Şanlı, şunları anlattı:
“Bu konuda bir kapalılık var. Bir ailenin başvurusu oldu bize. O ailenin de savcılıkla yaptığı görüşmede kendilerine cenazelerin İstanbul Adli Tıp Kurumu’na götürülüp kimlik tespitleri yapıldıktan sonra ailelere teslim edileceği söylenmiş. Zaten kimliği belli yasal prosedür gereği defnedilmiş cenazelerin tekrardan çıkarılması ve ailelere haber verilmemesi bir nevi cenaze kaçırır gibi yapılması doğru değil. Savcılık aldığımız duyuma göre ailenin başvurusundan sonra konuya ilişkin gizlilik kararı aldı.”
‘DEVLET AİLELERİ ÇAĞIRMALIYDI’
Cenazelerin resmi prosedürlere uygun şekilde gömüldüğünü belirten Şanlı, şöyle devam etti: “Bu insanların aileleri, arkadaşları, sevenleri bu topraklarda yaşıyor. Cenazelere saygısız bir tutum geliştirmekle ailelere ikinci bir travma yaşatıldı. Devlet şunu yapmalıydı aileleri çağırmalı planını onlarla paylaşmalı, ailelerin ve avukatların gözetiminde cenazelerin kimlik tespiti yapılmalıydı süreç böyle işletilmeliydi ki bazı cenazeler için zaten böyle bir şeye gerek yok. Maalesef kendi hukukunu da çiğnedi.”
‘SÜREKLİ FARKLI ŞEYLER SÖYLENİYOR’
Cenazesi çıkarılanlardan birisinin yakını olan Devrim Döner cenazelerin götürüldüğü yer konusunda kendilerine sürekli farklı şeyler söylendeğini aktardı. Döner, daha önce de mezarlığa saldırıların olduğunu, bombalama yapıldığını, mezar taşlarının kırıldığını söyledi.
Top atışı olduğundan cenazelerin toprağın üzerine çıkmaması için cenazelerin defin sırasında mezarların derin kazıldığını ya da mezarlığın üstünün betonla kapatıldığını belirten Döner, şöyle dedi:
“Mezara bile tahammülleri yok. Ölü insandan bile mi korkuyorlar. Ölü insan kalkıp ateş mi edecek. Sonuçta ölmüş. Kendileri dini çok ön plana çıkarıyorlar. Ölülere saygıları olması lazım. Bunlar da İslam’a göre defin edilmiş. peki Müslüman Müslüman’a bunu yapar mı?
Zaten 3 senedir biz cenazelerimizi bile göremiyorduk. Mezarlığa giremiyorduk. Sürekli bir top atışı, mezarlığın etrafına mayın döşeme. İnsan şu an sadece öfke duyuyor. İnsanlar ’90’lara geri mi döndük. Acaba JİTEM geri mi geldi’ diyor” dedi.
Zından Silivri
Silivri Cezaevi’nde Plastik Süpürge Sopasıyla Falaka..!
Silivri 9 Nolu Cezaevindeki hücreye düzenlenen baskında müvekkillerinin darp edildiğini anlatan avukat Çakır, “ayaklarına plastik süpürge sopasıyla, sopa kırılana kadar vurulduğunu anlattılar” dedi.
İstanbul, Silivri 9 Nolu Cezaevi’ndeki müvekkilleriyle görüşen avukat Ezgi Çakır, mahpusların maruz kaldığı saldırıları bianet’le paylaştı.
Avukat Çakır, tutuklulardan aldığı bilgiye göre, “Mahpuslardan Umut Gündüz Altın ve Hasan Farsak’ın hücresine giren gardiyanlarca ayakkabılarının çıkarılıp falakaya yatırıldığını, ayaklarına, plastik süpürge sopasıyla vurulduğunu, falakanın sopa kırılana dek sürdüğünü” aktardı.
Ezgi Çakır mahpusların maruz kaldıkları şiddetle ilgili Silivri Cumhuriyet Başsavcılığına şikayette bulunduklarını, kendisinin de suç duyurusu yapacağını açıkladı.
“Bu soğukta, ‘halı sahada sohbet edin’ deniyor”
Avukat Çakır, müvekkilleriyle dün görüştüğünü, 22 Aralık 2017’de meydana gelen olayı da bu görüşmede öğrendiğini belirtti.
Çakıri kendisine aktarılanlarla ilgili şu bilgileri verdi:
“Mahpusların birbirleriyle iletişim kurmaları çerçevesindeki sohbet hakkı, kendi istedikleri mahpuslarla değil, hapishane idaresinin belirlediği mahpuslarla kullandırılıyor. Ayrıca, bu soğukta sohbet hakkını halı sahada, açık havada kullanmaları isteniyor.
“Önceki hafta da tutuklular, aynı hapishanedeki başka bir mahpus olan Remzi Uçucu ile görüşme talebini cezaevi idaresine ilettiklerini, bu gerçekleşmeyince de kapıya vurma eylemini bir sonraki safhaya taşıyıp en son havalandırma kapılarını kırdıklarını anlattılar.
“Hapishane idaresi bunun üzerine hücrelerine 20'den fazla gardiyanla giriyor, mahpuslardan Umut Gündüz Altın ve Hasan Farsak’ın ayakkabılarını çıkarıp falakaya yatırıyorlar. “Vileda” diye anılan, suyla paspas yapmada kullanılan temizlik malzemesinin plastik sopasıyla beş dakika kadar çıplak ayaklarına vuruyorlar. Bu işkence sopa kırılana kadar sürüyor.”
“Dur, burada kamera var”
Avukat Ezgi Çakır, diğer hücrelerdeki mahpusların da darp edildiğini anlattı:
“Diğer mahpuslar Fatih Özgür Aydın ve Şerif Turunç’u da süngerli odaya [süngerle kaplı tecrit odası] götürüyorlar.
“Yere yatırıp kelepçeledikleri Aydın’ın ayrıca baş bölgesine yumruk ve tekmeyle vuruyorlar. Hücredeki diğer iki kişiye de ‘Kalp hastası olan hanginiz?’ diye soran gardiyanlar, bir mahpus fenalaşınca onu dövmeyi bırakıyorlar.
“Aydın, koridora sürüklenerek çıkarıldığını, gardiyanların koridorda birbirlerini uyararak ‘Dur, burada kamera var’ dediklerini anlattı. Ayrıca süngerli odada kemerini ve ayakkabılarını çıkarttıklarını, pantolonunu da çıkarmak istediklerini, direnince de düğmesini açıp bıraktıklarını aktardı.”
Avukat Ezgi Çakır, darp edilen mahpuslardan Şeref Turunç’un başına ve ensesine aldığı darbelerle kanama oluştuğunu, öksürük ve mide bulantısı da olunca önce hapishane revirine ve Silivri Cezaevi Kampus Hastanesine sonra da Silivri Devlet Hastanesine götürüldüğünü söyledi.
Çakır, muayenelerin ardından “Bir şeyin yok” denerek Turunç’un hapishaneye geri gönderildiğini ifade etti.
Eşlerin mektuplaşması da yasak
Hapishanedeki kitap ve dergi sınırlamasından da bahseden Çakır, Fatih Özgür Aydın ile aynı hapishanedeki eşi Yeter Gönül’ün mektuplaşmasına da “aynı hapishanede olduğunuz için mektuplaşamazsınız” denerek izin verilmediğini söyledi:
“Aydın’ın eşi Gönül’e PTT üzerinden gönderdiği mektubu bu gerekçeyle kendisine vermediler.”
Çakır ayrıca, açlık grevindeki eğitimciler Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’ya destek vermesinin ardından tutuklanan Nazife Onay’ın vücudundaki kistin kontrol edilmesi talebinin karşılanmadığını, hastaneye götürüldüğünde gereken testlerin yapılmadığını belirtti ve tedaviye başlamada geç kalınmasından endişe ettiklerini aktardı.

Ayça Söylemez/ Bianet.org

Yeni Yıl 2018’e Merhaba Derken;


2018 Kavgayı Harladığımız Yıl Olsun..!
“Kötü şey, yoldaşlarda, dostlarda,
sevdiklerinden uzaklarda olmaktır,
Yasaklanmak bütün yaşantıları
Kapatıldığında dört duvar arasında
Ama yüreği hep yanan bir genç olarak kalmak
Neler gelmez ki insanların aklına
Sevinçli özgür günlere dair
Kalmıştır yüzlerce anı uzakta”
Değerli yoldaşlar, doslar, emekçiler;
Sömürü ve zulmü bir gün mutlaka yeneceğiz. Sonra bin defa yana yıkıla çoğalacağız. Bütün işçiler, emekçiler yoldaşlar yürüyeceğiz bulvarlarda. Yürüyeceğiz, eskiye vurup yeni kurmanın coşkusuyla. Taksimde yakılan isyan ateşinin ısısıyla Türkiye Kuzey Kürdistan’ın her yerinde süren direnişle…
Yeni bir yıla daha merhaba diyeceğiz, dünyanın dört bir yanında bütün emekçilerin kalbi aynı doğrultuda atacaktır; “ sömürü ve zulüm yenilecek, özgür yarınlar bizim olacak ” diye. Geziden Kürdistan’a Rojava’ya uzanan emekçilerin direnişi, tüm ülkeyi ısıtıp ayağa kaldıracaktır. Daha bugünden Erdoğan’ın önderliğindeki AKP’nin iç savaş tamtamları çaldığı, Hitler taslağı şeflik rejimini pratiğe sürdüğü, en küçük muhalefetin OHAL-KHK rejimiyle ezip dağıtmaya çalıştığı, işsizlik, yokluk, yoksulluğun derinleşerek sürdüğü, bir yandan zenginlerin daha da zenginleşirken üreten ve tarana emekçilerin açlık ve işsizlikle boğuştuğu Türkiye de, 2018’in her bakımdan kavga yüklü ve zorlu geçeceğini görmeli ve ona göre hazırlanmalıyız. Yolu yok direnenler ve dövüşenler kazanacaktır
2018 yılı; ezilen ve sömürülen bütün işçi ve emekçilere, demokrasi ve özgürlük için dövüşenlere; başarı ve mutluluk getirsin.
Yeni Yıl Eskinin Yıkılıp Yeninin Bayraklaştırıldığı Yıl Olsun..!
Faşizme Ölüm Halka Özgürlük…!
Kahrolsun Vahşi Emperyalizm –Kapitalizm ve Faşizm..!
Yaşasın Devrim ve Sosyalizm Mücadelemiz..!
Halkın Birliği gazetesi
devrimcihalkinbirgi@gmail.com
Halkinbirligi.net

30 Aralık 2017 Cumartesi

Yeni yılda Kadınlar Kavgayı Büyütecek..!


Çok şey kazandı, çok şey kaybetti kadınlar 2017’de. Tartı hangisini ağır çekti sorusuna cevap vermek ise kolay değil. Çünkü her bir kayıp, aslında o kayba karşı bir mücadele deneyimi de biriktirdiği için haneye yazılan bir kazanım da oldu aynı zamanda… Ama karşı karşıya olduğumuz “yeni düzen”, mücadele deneyimlerimizi de yöntemlerimizi de gözden geçirmemizi gerekli kılıyor. Bakarsın, bu da haneye kazanım yazılır.
Başlayalım…
HİZA ÇİZGİSİ GÜNBEGÜN AŞAĞIYA…
2017; kadınlara “Hayatta kalabilmek için hayattan vazgeçmenin zorunlu kılındığı” bir yıl oldu. Kadına yönelik şiddetin her türlüsü, her türden arttı. Şiddetin en vahşi biçimleri ‘fıtrat, biat, itaat’ üçgeninde normalleştirilmeye çalışıldı.Yaşamanın sınırları her geçen gün daha da geri çekildi kadınlar için. Ev içleri, sokaklar, parklar, hastaneler, okullar, Meclis, belediye binaları, yurtlar, kampüsler, toplu taşıma araçları, işyerleri…
Aklınıza gelebilecek her yer kadınların giyimleri, davranışları, kahkahaları nedeniyle, ama çokça “Bir kadın olarak varolmaları” gibi en temel haklarına göz dikmeye çeşitli gerekçelerle kılıf uydurularak saldırıldığı bir yıl oldu. Dolmuşta tekmeli saldırı, otobüste tecavüz, parkta darp, kampüste taciz, evde kaynar suyla haşlama, mülteci kadınlara dönük akıl almaz muameleler… Sadece bu kadarını söylesek bile aklınıza bin türlü örnek gelebilecek bir saldırı furyası yaşadığımız… “Hayatta kalmak istiyorsan, sana çekilen hizaya boyun eğeceksin.” Ama o hiza da her geçen gün aşağıya, daha aşağıya çekildiği için yaşamaya çalışmak, giderek sürünmeyi kabul etmek anlamına geldi… Baksanıza, bir kadının kapı dışına bıraktığı ayakkabıya hallenen bir erkeği masum gören ve kadına günah yazan sefil akılların “akıl hocalığı”na kadar düştü mevzu!
ZORLAR, ZORBALAR…
2017; kadınların 200 yıllık mücadeleyle kazandıkları haklarının bir bir geri alınması için korkunç bir geriye götürme harekatı yılı oldu. Zaten pek çok yaşamsal hakkın kağıt üstünde olmasının yarattığı gündelik “zor”a, bu haklara kağıt üstünde bile tahammül edemeyişin zorbalığı eklendi. Müftülere nikah yetkisinden, mağdur hakları yasasına, çalışma hayatında eşitlik sağlama yükümlülüğünü hükümete veren genelgenin lağvedilmesinden, kadınların nafaka ve miras hakkına göz dikilmesine, şiddete uğradığımızda karakollara başvurma hakkı ya da şiddeti önleme yasasının kazanımlarına dönük saldırılardan, boşanmalarda Arabuluculuk Kanunu ile kadınları şiddet dolu bir evliliğe mahkum etme operasyonuna kadar onlarca yasal düzenleme söz konusu oldu bu yıl. 200 yıl öncenin temel hakları, bugünün sorgulananları oldular.
TESADÜF DEĞİL, TEK ADAM YÖNETİMİ
Ne artan ve vahşileşen şiddet tesadüftü, ne de her yeni gün yeni bir geriletme hamlesi olarak karşımıza çıkan yasal düzenlemeler…Böylesi bir saldırı ve zorbalık, ancak “tek adam/tek parti yönetimi”nde bu kadar kolay olabilirdi. Böylesi bir saldırı ve zorbalık, “tek adam/tek parti yönetiminin” toplumsalın, siyasalın, kültürelin üzerinde iktidar kurabilmesi için elzemdi…Kadınların her gün karşı karşıya kaldığı bu saldırılar, aslında tek adam/tek parti yönetiminin kurucu unsurlarından. Dayatma ve dikta, kadınlar için “soyut” mefhumlar değil, kadınların canlarıyla, bedenleriyle, ruhlarıyla ödedikleri somut bedeller olarak yaşanıyor.
Elbetteki kadınlar sadece OHAL’de cisimleşen bu yönetim anlayışının adım adım tesis edildiği dönemde değil, her dönemde benzer sorunları ağır biçimlerde yaşıyorlardı. Ama, OHAL’le değişenler var. Kadınlar karakol kapılarından “Biz burada devletin bekası için uğraşıyoruz, yediğin iki tokadın ne önemi var” diye geri gönderiliyor, kadınların hayatlarını kolaylaştıran ve değiştiren kadın kurumları bir gecede kapatılıyor, basit bir boşanma davası bile seneye atılabiliyor. OHAL düzeninin yerleşik hale getirilmeye çalışıldığı son 6 aydır kadın cinayetlerinde gözle görülen değişimler de yaşandı; kadınlara dönük her türlü işkenceyi normalleştirme girişimleri, kadınların bu şiddete dur deme çabasının önünde duran devlet zoru, kadınların yaşamsal haklarına sahip çıkışının bizzat devlet kurumları tarafından engellenmesi… Yeni doğum yapmış kadınların alelacele gözaltına alınmaları “terör” bahanesiyle olağanlaştırılıyor. Kadın vekiller, yerel yöneticiler, kadın kurumu temsilcileri, kadın hareketinin bileşenleri mesnetsizce tutuklanıyor. Parlamentonun “ağırlaştırılmış” gündeminde kadınların yaşadığı ağır sorunlar iyice görünmez duruma geliyor.
BİR TEK KADIN BİLE ‘ADALET’ GÖRMEDİ
Bugün, Türkiye’de bir tek kadın bile hakkın haklıya teslim edilmesinin güvence altında olduğunu düşünmüyor. (Referandum sürecinde AKP Kadın Kollarının yaptırdığı anketi hatırlayalım; kadınların en çok şikayet ettiği konuların başında “Kadınların karşı karşıya kaldığı haksızlıklar” geliyordu. Başkanlık sistemine ilişkin ‘kadınlara ve çocuklara dönük şiddetin azalması için hızlı adımlar atılacak mı, aile geçimi rahatlayacak mı?’soruları ilk iki sırayı alıyordu.) AKP’ye oy verdiğini saklamayan ve AKP savunusu da yapan kadınlar söz konusu kadınların yaşadıkları ve adalet mekanizmalarında yaşananlar olunca, adaletsiz yargı kararlarının en acımasızlarını bizzat yaşayanlar olarak, kız kardeşleri, akrabaları, komşuları, arkadaşları, bir tanıdıkları bu “adaletsizlikle” yaşam boyu şiddete mahkum edilenler olarak çok ciddi bir “haksızlık” duygusu ile yaşıyor. Ve “tek adam tek parti yönetimi”, bu duygunun bir bilince ve hesap sormaya dönüşmesinin de önündeki en önemli engel olarak çıkıyor.
BUNLAR, HİKAYENİN ‘KAYIP’ KISMI… KAZANIM NEREDE?
Derseniz… Bütün bu saldırı furyası, bir yanıyla yükseltilmeye çalışılan bölünmenin ve kutuplaşmanın kadınlar arasında “işletilememesinin” de en önemli nedeni. Çünkü giderek daha geriye çekilen haklar, kadınları şu ya da bu parti, inanç, düşüncenin tarafı olmakta değil, “ayakta kalabilmekte”, “yaşayabilmekte” ortaklaştırıyor. Kadın mücadelesinin zemini genişliyor. Kadın hareketinin de sorumlulukları ve alanı da öyle…
Bu yazıyı yazmadan evvel sordum çevremdeki kadınlara, 2017’yi tanımlasanız ne derdiniz diye… Sanki sözleşmişler gibi hepsi ayrı ayrı “Ne çektik kıııızzzz…” nidasıyla yanıt verdi… Ne çektik be sevgili okur…
Bugünler geçecek. Geriye kadınların bu derece olağanüstü koşullarda bile sokağı bırakmamaktaki, “hayır” demekteki, mahallelerin ötesine geçerek bağlar kurmaktaki, dayanışmayla ayakta kalma zorunluluğunu bir güce çevirme çabasındaki dirençleri kalacak.
Sevda Karaca
Evrensel


İsrail, UNESCO'dan ayrıldı

İsrail, Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) üyeliğinden çekildi.
İsrail ayrılma kararına ilişkin, UNESCO'nun Filistin topraklarında taraflı tutum sergilediğini ve tarihi korumadığını gerekçe gösterdi.
UNESCO Başkanı Audrey Azoulay tarafından yayınlanan bildiride İsrail'in, üyelikten çekildiği açıklandı. İHA'nın haberine göre Azoulay, İsrail Hükümeti'nin 12 Ekim 2017'de ilan ettiği kararın, bugün yürürlüğe girmesiyle çekilmesinin ardından derin üzüntü duyduklarını ifade etti.
Ayrıca ABD'de "İsrail karşıtı tutumu" ve "yapısal reform ihtiyacı" nedeniyle ayrıldığını açıklamıştı.
Öte yandan, İsrail 16 Eylül 1949'dan günümüze UNESCO üyeliğinde yer almıştır.

Cumartesi anneleri yılbaşı ağacı

Referandumdan KHK'lara: 2017'de Türkiye siyasetine damga vuran olaylar..!

2016 yılını 15 Temmuz darbe girişiminin gölgesinde tamamlayan Türkiye, 2017'de de bu olayın uzantılarıyla birlikte siyaseten hareketli bir yıl geçirdi.
Yıla damgasını vuran tartışmalar arasında cumhurbaşkanlığı sisteminin referandumda kabulü, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Adalet ve Kalkınma Partisi'ne (AKP) geri dönmesi, ana muhalefetteki Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun "Adalet Yürüyüşü", olağanüstü halin (OHAL) devamı ve bir diz Kanun Hükmünde Kararname (KHK) yer alıyor.
BBC Türkçe’den Ayşe Sayın’ın haberine göre, 2017'de yaşanan önemli siyasi olaylar şöyle:
CUMHURBAŞKANLIĞI SİSTEMİ MECLİS'TE
Darbe girişimi sonrası Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın bile bir süreliğine gündeminden kaldırdığı "cumhurbaşkanlığı sistemi" tartışması Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin, Ekim 2016'da parti grubunda yaptığı "Başkanlık önerini Meclis'e getir" çağrısı ile yeni bir ivme kazandı.
AKP ile MHP'nin hızlı çalışmasıyla 2017 başında Meclis'e sunulan ve parlamenter sistemden cumhurbaşkanlığı sistemine geçişi öngören Anayasa değişikliği paketi, 20 Ocak'ta Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde (TBMM) AKP ve MHP'lilerin desteğiyle 339 oyla kabul edildi.
Ancak 550 sandalyeli Meclis'te, referandumsuz kabul için gereken 367 milletvekilinin desteğine ulaşılamadığı için paket de referanduma götürüldü.
16 NİSAN REFERANDUMU
AKP ve MHP'nin "cumhurbaşkanlığı" olarak adlandırdığı sisteme geçilmesini öngören Anayasa değişikliğinin 16 Nisan'da halkoyuna sunulması kararlaştırıldı.
İktidar ve ona destek veren MHP, "Güçlü Türkiye" sloganı ile seçmen karşısına çıkarken, CHP "tek adam rejimi"ne vurgu yapan bir kampanya yürüttü.
OHAL koşullarında gidilen ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, bizzat meydan meydan gezerek yürüttüğü kampanya sonunda, seçmenin yüzde 51'i yeni sisteme "Evet" dedi.
Ancak girdiği hemen her seçimden açık ara zaferle çıkan Erdoğan'ın, referandumdan aldığı sonuç "kritik ve kılpayı" olarak nitelendirildi.
Dahası AKP'nin her seçimden başarıyla çıktığı İstanbul ve Ankara'nın da aralarında bulunduğu metropol kentlerde "Hayır" oylarının yüksek çıkması, Cumhurbaşkanlığı Sarayı ve AKP Genel Merkezi'nde hayal kırıklığı yarattı.
YSK MÜHÜRSÜZ OY PUSULALARINI GEÇERLİ SAYDI
Muhalefete göre ise referandumda Yüksek Seçim Kurulu'nun (YSK), "mühürsüz oy pusulalarının" geçerli sayılması yönündeki kararı, referandumu tartışmalı hale getirdi.
Erdoğan ve ekibinin yaptığı ilk iş referandum sonuçlarını detaylı olarak irdelenmesi kararı almak ve sonraki adımları buna göre atmak oldu. Sonraki aylarda "metal yorgunluğu" olarak adlandırılan ve hem parti teşkilatlarında hem de belediyelerde "görevden alma-istifa" operasyonlarının da öncü adımı oldu.
ERDOĞAN YENİDEN AKP GENEL BAŞKANI
Anayasa değişikliğine göre, başkanlık sistemine ilişkin hükümler 2019'daki seçimlerde yürürlüğe girecek olsa da, referandumdan hemen sonra Erdoğan'a yeniden partisi AKP'nin başına geçme olanağı sundu.
Anayasa'da yapılan değişiklik, "Cumhurbaşkanının varsa partisiyle ilişiği kesilir" hükmünü ortadan kaldırdığı için Erdoğan'a önce partiye üyelik, sonra da Genel Başkanlık yolu açıldı. AKP'nin 21 Mayıs'ta yapılan Olağanüstü Kongresi'nde, Erdoğan geçerli 1414 delegenin oyuyla genel başkan seçilerek, Cumhurbaşkanlığının yanı sıra, AKP Genel Başkanı olarak aktif siyasetteki rolünü ve etkinliğini genişletti.
'METAL YORGUNLUĞU' İSTİFALARI
Genel başkan seçildiği kongrede, "Önümüzdeki aylar Türkiye'nin terörle mücadeleden ekonomiye, hak ve özgürlüklerin genişletilmesinden yatırımlara kadar her alanda adeta bir sıçrama dönemi olacaktır" mesajı veren Erdoğan, parti yönetimi ve teşkilatlarla işe başladı.
Erdoğan'ın yaz aylarında ilk kez dile getirdiği "metal yorgunluğu" ifadesi ile önce partinin il ve ilçe örgütlerinde "istifa" yoluyla değişikliğe gidilmesi süreci başladı.
Ancak "metal yorgunluğunun" ülke gündemine girmesi yılın son yarısında başlayan büyükşehir belediye başkanlarının istifa ettirilmesi ile başladı.
Önce Eylül ayında İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, "görevinde başarılı olduğuna inanmasına" karşın, istifa etti.
Niğde, Düzce belediye başkanları da "itirazsız" istifa kararı alırken, Ankara'yı 23 yıldır kesintisiz olarak yöneten Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek ile Balıkesir Belediye Başkanı Ahmet Edip Uğur ve Bursa Belediye Başkanı Recep Altepe, "gönülsüz" olarak Erdoğan'ın talimatlarıyla koltuklarını terk etmek zorunda kaldılar.


Bu tablo, halkın önemli bir bölümünün "seçtikleri belediye başkanları tarafından yönetilmediği" eleştirilerini de beraberinde getirdi. "Doğrulukpayı.com" adlı sitenin araştırmasına göre; OHAL kapsamında çıkarılan KHK'larla görevden alınan Halkların Demokratik Partisi'nden başkanlar ve istifa ettirilen AKP'li başkanlarının seçim bölgeleri dikkate alındığında nüfusun yüzde 43'ü "seçtikleri başkan tarafından yönetilmiyor."
ENİS BERBEROĞLU TUTUKLANDI
2016'da, CHP'nin de desteklediği anayasa değişikliği ile parlamentoda halen görev yapan milletvekillerinin dokunulmazlıkları kaldırıldı.
Bu kapsamda HDP Eş Başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ'ın da aralarında bulunduğu çok sayıda milletvekili tutuklandı.
Ancak 2017'de CHP İstanbul Milletvekili Enis Berberoğlu'nun dokunulmazlığı da, Cumhuriyet gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ve Ankara Temsilcisi Erdem Gül'ün yargılandığı "MİT TIR'ları" davası kapsamında açılan soruşturmadan kalkmış oldu.
Mahkeme heyeti, Enis Berberoğlu hakkında son derece hızlı bir yargılama yürüttü ve "devletin gizli kalması gereken bilgilerin, siyasal ve askeri casusluk maksadıyla açıklamak" suçlamasından 25 yıl hapis cezasına hükmetti. Enis Berberoğlu, hükmün verildiği 14 Haziran'da tutuklanarak, İstanbul'daki Maltepe Cezaevi'ne konuldu.
KILIÇDAROĞLU 'ADALET YÜRÜYÜŞÜ'NÜ BAŞLATTI
Enis Berberoğlu'nun tutuklanması, CHP için de önemli bir "milat" oldu.
Verilen cezayı ve tutuklama kararını "CHP'ye siyasi operasyonun ilk halkası" olarak değerlendiren CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, tutuklama kararının hemen ardından, Gandi'nin "tuz yürüyüşü"nü anımsatan kararını yaşama geçirdi.
Kılıçdaroğlu, "en barışçıl protesto eylemi" olarak nitelendirdiği "Adalet Yürüyüşü"nü başlatma kararı aldı. Ankara Güvenpark'tan yürüyüşe başlayan Kılıçdaroğlu'nun bu eylemi, yaz aylarında siyasi yaşama damgasını vurdu.
Kılıçdaroğlu, 15 Haziran'da başlattığı ve 432 kilometrelik yolun tamamını kat ettiği yürüyüşü 23 günde, İstanbul Maltepe Cezaevi önünde düzenlediği bir mitingle tamamladı. Yol boyunca CHP'lilerin yanısıra, farklı siyasi görüş ve partilerden isimler zaman zaman Kılıçdaroğlu'na eşlik etti.
"Hak, hukuk, adalet" talepleri ile yola çıkan Kılıçdaroğlu, elinde sadece "Adalet" yazılı pankart taşıdı. Kimi küçük çaplı protestolara karşın, yürüyüş "olaysız" denilebilecek bir havada tamamlandı.
Kılıçdaroğlu mitingde, "15 Temmuz darbe girişiminin siyasi ayağının ortaya çıkarılıp, hesap sorulması; OHAL'in sona erdirilmesi, yargıya siyasi müdahalenin sona erdirilmesi, OHAL mağdurlarının yargıya erişim hakkını kısıtlayan uygulamalara son verilmesi, tutuklu gazetecilerin derhal serbest bırakılması, mühürsüz oyların geçersiz sayıldığı referandumun geçersiz sayılması, laik eğitim, her türlü ayrımcılığa/kutuplaştırma siyasetine son verilmesi, barışcıl dış politika" taleplerini içeren 10 maddelik bildirge açıkladı.
MERAL AKŞENER İYİ PARTİ'Yİ KURDU
Doğru Yol Partisi (DYP)-Refah Partisi hükümetinde İçişleri Bakanlığı yapan, kuruluşu aşamasında AKP'ye geçen ama kısa süre sonra bu partiden ayrılan ve daha sonra MHP Milletvekili olarak TBMM Başkanvekilliği görevinde bulunan Meral Akşener, 2017'de siyaset sahnesine "genel başkan" olarak çıktı.
Devlet Bahçeli'nin 1 Kasım 2015'teki genel seçimlerinde milletvekilliğine aday göstermediği Akşener ve bir dönem Bahçeli'nin yakınında yer alan bazı isimlerin "olağanüstü kongre" istemesiyle başlayan kriz, Akşener ve arkadaşlarının partiden ihracıyla sonuçlanmıştı.
16 Nisan referandum kampanyasında, kendisine destek verenlerle birlikte "Hayır" kampanyasını yürüten Akşener, referandumun ardından "parti kurmak" için harekete geçti. Akşener, yılsonuna doğru kurmayı planladığı siyasi partiyi, "erken baskın seçim" olasılığını dikkate alarak öne çekti.
25 Ekim'de İYİ Parti'nin kuruluş dilekçesini İçişleri Bakanlığı'na verdi ve aynı gün Ankara Nazım Hikmet Kültür Merkezi'nde de kuruluşu ilan ve kurucu genel başkan oldu. MHP'den ayrılan Ümit Özdağ, Koray Aydın, Durmuş Yılmaz'ın da aralarında bulunduğu isimler parti yönetimine girdi.
Akşener, seçime girme yeterliliğini sağlamak için de partisinin Birinci Olağan Kurultayı'nı da 10 Aralık'ta gerçekleştirdi. MHP ve CHP'den ayrılan toplam 5 milletvekili ile parlamentoda temsil edilen İYİ Parti'nin genel başkanı Akşener, 2019'da cumhurbaşkanı adayı olduğunu da ilan etti.
HDP’NİN 10 MİLLETVEKİLİ CEZAEVİNDE
Parlamentoda sandalye sayısı açısından üçüncü parti konumundaki HDP, 2016 Kasımında başlayan tutuklama operasyonları çerçevesinde Eş başkanlar Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ ile çok sayıda milletvekili ve parti yöneticisi 2017'yi cezaevinde geçirdi.
HDP Eş Başkanı Figen Yüksekdağ'ın milletvekilliği, dokunulmazlığı kaldırılan bir dosyadan dolayı hakkındaki cezai hüküm kesinleştiği gerekçesiyle milletvekilliği düşürüldü. Yerine Serpil Kemalbay HDP Eş Genel Başkanı seçildi.
Kasım 2016'dan beri cezaevinde bulunan Selahattin Demirtaş, "kelepçeli" olarak duruşmaya gelmeyi reddettiği için şimdiye kadar hakim karşısına çıkamadı.
Demirtaş'la birlikte beş HDP'linin milletvekilliği daha düşürüldü, dokuz milletvekilliğinin ise tutukluluğu sürüyor. CHP İstanbul Milletvekili Enis Berberoğlu'nun da tutukluluğu sürdüğü için halen 10 milletvekili cezaevinde bulunuyor ve bu sayıyla Türkiye, tutuklu milletvekilleri açısından bir rekoru da elinde bulunduruyor.
ERKEN SEÇİM, İTTİFAK, BARAJ TARTIŞMASI
Darbe girişimi sonrası AKP hükümetine tam destek veren ve sonrasında verdiği destekle de "cumhurbaşkanlığı sistemi"nin yolunu açan MHP, yılın son aylarına doğru iki yeni tartışmayı ülke gündemine soktu.
MHP lideri Bahçeli, önce "seçim barajı"nın düşürülmesini, daha sonra da seçimlerden siyasi partilerin "resmen" ittifak yapabilmesine olanak tanıyacak yasal düzenleme yapılması taleplerini tartışmaya açtı.
Bahçeli'nin bu çıkışı, İYİ Parti'nin kurulmasıyla "baraj altında kalacağı" kaygısından kaynaklandığı yorumlarına neden oldu. İttifak çağrısına, AKP ve Erdoğan'dan kısmen olumlu yanıt geldi.
Ancak, parti içinde özellikle bazı Doğu ve Güneydoğu milletvekillerinin "Kürt oylarının kaybedileceği" endişesiyle ittifak önerisine sıcak bakmasa da AKP ve Erdoğan, MHP'nin bu çağrısını ciddi olarak değerlendiriyor.
AKP, yüzde 10'luk seçim barajının düşürülmesine ise sıcak bakmıyor.
MHP'nin ön alması ile başlayan seçim sistemi, ittifak ve baraj tartışmaları muhalefet tarafından "baskın erken seçim işareti" olarak yorumlanıyor. Ancak AKP sözcüleri, yerel seçimler ile cumhurbaşkanlığı ve milletvekili genel seçimlerinin zamanında, yani 2019'da yapılacağını ifade ediyor.
MAN ADASI BELGELERİ İLE İKLİM DAHA DA SERTLEŞTİ
CHP lideri Kılıçdaroğlu'nun, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın oğlu, kardeşi ve eniştesinin vergi cenneti olarak anılan Man Adası'nda kurulu şirket aracılığıyla "vergiden kaçındığı" iddiasını partisinin grup toplantısında açıklaması, siyasette zaten gergin olan havanın daha da gerilmesine neden oldu.
Kılıçaroğlu, 21 Kasım tarihli grup toplantısında Erdoğan'a, "Çocuklarının, eniştenin, dünürünün, kardeşinin, eski özel kalem müdürünün yurt dışında vergi cennetlerinde bir şirkete milyonlarca dolar para gönderdiklerini biliyor muydun?" diye sordu.
Bu iddiaya Erdoğan'ın çok sert tepki gösterdi ve "Tayyip Erdoğan'ın yurtdışıda bir kuruşu varsa Cumhurbaşkanlığı makamında 1 dakika durmayacağım" yanıtıyla Kılıçdaroğlu'nu iddiasını kanıtlamaya çağırdı.
CHP lideri de bir hafta sonraki grup toplantısında Erdoğan'ın yakınlarının Man Adası'nda 1 sterlin sermaye ile kurulan Bellway adlı şirkete 15 Aralık 2011 ile 4 Ocak 2012 arasında toplamda 15 milyon dolar para aktarıldığını iddia ederek, banka dekontları ve swift mesajlarını kürsüden gösterdi, daha sonra bu belgeler medya aracılıyla kamuoyuna yansıdı.
Erdoğan ve AKP yöneticileri, söz konusu belgelerin sahte olduğunu ve yurt dışına para aktarımını değil, para girişini gösterdiğini söyledi ancak tartışmalar ve gerginlikler dinmedi. Bellway şirketi temsilcileri CHP hakkında suç duyurusunda bulundu.
İddialar üzerine Ankara Savcılığı harekete geçerek, söz konusu belgeleri CHP'den isteyerek inceleme başlattı.
Kılıçdaroğlu daha sonra, MİT'in, ABD'de yargılandığı davada itirafçı olan iş adamı Reza Zarrab konusunda Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı "uyardığı" yönündeki bir bilgi notunu da kamuoyuna açıkladı. Ancak MİT kendilerinin böyle bir raporu olmadığını açıkladı.
CHP'Lİ BELEDİYEYE OPERASYON
İstifa ettirilen AKP'li belediye başkanları hakkında harekete geçmeyen İçişleri Bakanlığı, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın sert sözlerle hedef aldığı CHP'li belediyeler için ise düğmeye bastı.
Uzun süredir kulislerde dile getirilen "CHP'li belediye başkanlarına da operasyon yapılacağı" yönündeki iddia yılın son aylarında yaşama geçti ve CHP'li Ataşehir Belediye Başkanı Battal İlgezdi, 8 Aralık'ta İçişleri Bakanlığı eliyle görevden uzaklaştırıldı.
Uzaklaştırmaya gerekçe olarak İlgezdi hakkındaki imar usulsüzlükleri gösterildi. İçişleri Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada, "Mülkiye Müffetişleri'nin raporları ve adli soruşturmalar ve kovuşturmalar nedeniyle" görevden uzaklaştırıldığı açıklandı. Açıklamada İlgezdi'nin görevden uzaklaştırılmasında, "İmar Kanununa, Mal Bildiriminde Bulunulması Rüşvet ve Yolsuzluklarla Mücadele Kanununa, Devlet İhale Kanununa aykırı hareket edilmesi", ile "Görevi Kötüye Kullanma, Belediyenin/Kamunun zararına sebebiyet verme, İhaleye Fesat Karıştırma, Haksız Mal Edinme, kamu görevlilerinin Gerçeğe Aykırı Belge Düzenlemesine göz yumulması" fiillerinin işlenmesinin etkili olduğu belirtildi.
Kılıçdaroğlu'nun kızının da 2+1 dairesinin bulunduğu Buz Rezidans'ın imar yasasına aykırı yapılması da gerekçe gösterildi. Kılıçdaroğlu, iktidar kanadından gelen bu hamlelere, "Benim, yakınlarımın malvarlıklarımızı Meclis araştırsın" diye yanıt verdi ve hemen ardından da CHP milletvekillerinin imzasıyla TBMM'ye Meclis Araştırma Önergesi verildi.
OHAL VE KHK'LER
Türkiye siyasetinde en çok tartışma yaratan uygulamalar ise 20 Temmuz 2016'dan bu yana süren OHAL kapsamında çıkarılan KHK'lar oldu.
2017'de de üç ayda bir uzatılan OHAL kapsamında 17'si bu yıl olmak üzere toplam 30 KHK çıkarıldı. Hukukçular ve muhalefetin eleştirilerine karşın, "özel araçlara kış lastiği uygulaması", "taşeron işçilere kadro" gibi OHAL kapsamı dışındaki düzenlemelerin bile KHK ile yapılması muhalif kesimlerin tepkisine yol açtı.
Binlerce kamu çalışanı, üniversite öğretim üyesi, yargı mensubu ihraç edildi. Kamuoyunda büyük tartışma yaratan KHK'lerin sonuncuları 24 Aralık'ta Resmi Gazete'de yayımlandı. 695 ve 696 nolu KHK'ler ile, cezaevlerinde darbe iddiası ve terör suçlarından tutuklu olan sanıkların "tek tip giysi" ile mahkemeye çıkarılmaları öngörüldü.
Son olarak 12 Eylül askeri darbe rejiminin uyguladığı "tek tip"i, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, ABD'nin Afganistan'ı işgalinin ardından kurulan ve El Kaide olmak üzere terör örgütü üyelerinin kapatıldığı Guantanamo Cezaevi'ni örnek göstererek savundu.
ABD'nin "utanç uygulaması" olarak gösterilen Guantanamo, askeri bir üste kurulmuş ve "hukuk dışı" uygulamalarıyla çok tartışılmıştı.
Hükümetin son çıkardığı KHK'nin en tartışmalı düzenlemesi ise "15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunun devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında hareket eden" sivillerin hukuki, idari, mali ve cezai sorumluluğu olmayacağı yönündeki hüküm oldu.
Muhalefet ve hukukçular, "bunun devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması" ifadesi "paramiliter" güç oluşturulduğu ve bu durumun "iç savaşa yol açabileceği" eleştirisini yöneltti.
11'inci Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün de eleştirdiği düzenlemeyi Adalet Bakanı Abdulhamit Gül ve bazı AKP sözcüleri "Sadece 15-16 Temmuz'da sokağa çıkan sivilleri" kapsadığını vurgulayarak savunurken, CHP iptal için bir kez daha Anayasa Mahkemesi'ne başvurdu.



Kaynak: BBC Türkçe