30 Temmuz 2009 Perşembe

'Cezaevlerinde tahliye edilmeyi bekleyen tutuklu ve hükümlü var'

Sincan F Tipi Kapalı Cezaevi'nde bulunan Mahmut Soner, İHD'ye gönderdiği mektupta, kanser hastası tutuklu ve hükümlülerin durumuna dikkat çekerek, 'Son günlerde Erol Zavar, İsmet Ablak ve Güler Zere adlı tutukluların ismi öne çıksa da, bunlar gibi acilen tahliye olması gereken 10'un üzerine hükümlü ve tutulu var' dedi.

Sincan F Tipi Kapalı Cezaevi'nde bulunan kanser hastası Erol Zavar'ın oda arkadaşı Mahmut Soner, İHD İzmir Şubesi'ne gönderdiği mektupla kanser hastası tutuklu ve hükümlülerin durumuna dikkat çekti. Son günlerde kanser hastası Erol Zavar ve Güler Zere ile Erzurum Cezaevi'nde yaşamını yitiren İsmet Ablak adlı tutukluların isimlerinin öne çıktığını ifade eden Soner, ancak onlar gibi acilen tahliye bekleyen 10'un üzerinde kanser hastası tutuklu ve hükümlü olduğunu belirtti. Türkiye'nin değişik cezaevlerinde bulunan Avni Uçar, Aynur Epli, Gazi Dağ, Gülezar Akın, İnayet Mete, İsmet Ayaz, İzzet Turan, Memduh Kılıç, Nesimi Kalkan ve Yusuf Kaplan adlı tutuklu ve hükümlülerin kanser hastası olduklarının hatırlatıldığı mektupta, bu tutuklu ve hükümlülerin acilen tahliye olmaları gerektiği vurgulandı.

Cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlü hastaların durumuna ilişkin Cumhurbaşkanlığı Köşkü'nde yapılan açıklamaya değinen Soner, 'Açıklamada yasal prosedür hatırlatılmış. Son yılların modası bu. Bir şeyler sorgulamaya başladığında, ilgili kurumlardan bir açıklama yapılır; her şeyin nasılda ''yasalara uygun' olduğu söylenir. Siz istediğinizi sorgulayın, sorun, yazın, ben bildiğimi okurum demenin kibarcası. Bu açıklamalar hiçbir şey söylememenin de biçimidir aynı zamanda' diye belirtti.

'Her şey yasal prosedüre uyduruluyor'

Yasaya göre hayati sorun teşkil eden ve sürekli hastalığı olan hükümlünün cezası, Adli Tıp raporuyla saptandığında, ilgili Cumhuriyet Savcılığı tarafından 6 ay sürelerle erteleme yetkisi olduğunu söyleyen Soner, şunları belirtti: 'Adli Tıp raporunun bulunduğu dosyanın Adalet Bakanlığı'nca gönderilmesi durumda Cumhurbaşkanı tarafından cezası hafifletilebilir ya da tümden kaldırılabilir. Cumhurbaşkanlığı'nın hatırlattığı 'yasal prosedür' işte budur. Açıklamada dosyaların köşke gönderilmediği de söyleniyordu. Oysa Erol Zavar hakkında Cumhurbaşkanlığı'na yapılmış onlarca başvuru var. Geçen yıl Milletvekili Ufuk Uras da Cumhurbaşkanlığı'yla Erol Zavar hakkında görüşme gerçekleştirmişti ve Cumhurbaşkanı, aynı cevabı vermişti. Ufuk Uras'a 'yasal prosedür' demişti. Acaba bu yasal prosedür Cumhurbaşkanı'nın dosyaları Adalet Bakanlığı'ndan istemesine engel midir? Cumhurbaşkanı herhalde gazete okuyor, haberleri izliyordur. Erol için yüzlerce haber yayınlandı. Cumhur' un yani halkın başkanı olarak, başkanlığını yaptığı insanların taleplerini, hayatlarını görmezden gelmeye hakkı yoktur. Bir yıldır hala dosya gelmediyse, yasal prosedürün işlemesinde Adalet Bakanlığı ya da Adli Tıp kanalarında bir tıkanma var demektir. Bunu Cumhurbaşkanı'nın görmemesi mümkün değildir. Tıkanmanın kaynağını bulup gidermek ise ilk elden Cumhurbaşkanlığı'nın görevi olmalıdır.'

'Adli Tıp'ın güvenirliliği kalmamıştır'

Soner, yazdığı mektupta, Adli Tıp'ın son 6-7 yılın en tartışmalı kurumlarının başında geldiğini ifade ederek, özellikle tecavüze uğramış çocuklar hakkında hazırladığı ''ruh sağlığı bozulmamıştır'' raporlarıyla imza attığı skandallar, kurum olarak varlığını tartışmalı hale getirdiğini belirtiyor. Soner, 'Yalnızca bu bile Cumhurbaşkanı'nı düşündürmeli ve harekete geçirmelidir. Çünkü onun raporlarıyla insanlar hakkında olumlu olumsuz, yaşamsal ölümcül kararlar verilmektedir. Adli Tıp ülkedeki onlarca kilit kurum gibi atamayla çalışmaktadır. Yani bağımsız değildir, yürütmeye bağlıdır. Demokrasiyi daha da darlaştıran etkenlerden biridir bu. Yürütme, halka karşı, kendisini, devleti koruyacak kişileri atamakta, bu kişiler de mevcut olanı koruyacak tarzda davranmaktadır. İşte Erol Zavar mesane kanseridir ve Adli Tıp sürekli 'hapishanede kalabilir' raporu düzenliyor. Oysa geçtiğimiz günlerde bir başka mesane kanserli hastanın Cumhurbaşkanı tarafından affedildiğini yazdı gazeteler. Adli Tıp o kişi için

'Hapishanede kalamaz' raporu düzenlemiş belli ki. İşte bu çifte standardın nedeni, atamayla oluşan kurumun kendisini halka, işçilere, emekçilere, yoksullara karşı değil, devlete karşı sorumlu saymasındadır' dedi.

DİHA

İspanya ETA'nın 50'inci yılında bombalarla sarsıldı

Bask ülkesinin bağımsızlığı için 1959'dan bu yana mücadele eden ETA örgütü 50'inci kuruluş yıldönümü kutlamalarına hazırlanırken, İspanya'da son 24 saat içinde bombalı eylemler arttı.

İspanya'nın Mayorka adasında Sivil Muhafızların Kışlası önünde bugün meydana gelen patlamada 2 muhafızın öldüğü, çok sayıda kişinin yaralandığı bildirildi. Saldırının, İspanya Kraliyet ailesinin geleneksel olarak yaz tatilini geçirdiği Marivent Sarayına birkaç kilometre uzağında meydana gelmesi dikkat çekti.

İspanya basınına göre Mayorka adasındaki patlama Palmanova sahili yakınındaki Sivil Savunma Kışlasının önünde saat 14:00 sıralarında meydana geldi. İlk bilgilere göre bomba yüklü aracın yol açtığı patlamada 2 sivil muhafızın öldüğü, çok sayıda kişi de yaralandığı belirtiliyor. Patlamada muhafızlar kışlasının bir bölümünün yandığı kaydedildi. Polis, bombalı saldırı faillerinin kaçışını önlemek için adadaki hava ve deniz ulaşımını kapattıklarını duyurdu.

Mayorka'daki saldırı İspanya'da son 24 saat içinde Sivil Muhafızlara ait kışlalara yönelik düzenlenen ikinci saldırı oldu. Dün ülkenin kuzeyindeki Burgos kenti sivil muhafızlar kışlası önünde şiddetli bir patlama meydana gelmişti. Kışlanın ön kısmının tamamen tahrip olduğu, bomba yüklü aracın yol açtığı patlamada 46 kişi yaralanmıştı.

Polis patlamalardan, Cuma günü 50. Kuruluş yıldönümünü kutlamaya hazırlanan Bask ülkesinin bağımsızlığı için mücadele veren ETA örgütünü sorumlu tutuyor. Ancak, geçmişte bombalı saldırılarda ölümleri engellemek için polisi uyarmasıyla tanınan ETA'dan şimdiye kadar herhangi bir açıklama yapılmadı.

Öte yandan Saldırıdan ETA'yı sorumlu tutan hükümet yetkililerinden Ramon Socias 'her zamankinden daha fazla çaresiz ve tehlikeli olmaya başladılar' dedi.

El Mundo gazetesi, Pazar günü geçtiği bir haberde Fransız polisinden ETA'nın bomba yüklü 3 aracı İspanya'ya sokmak istediği bilgisi üzerine güvenlik birimlerinin alarma geçirildiğini yazmıştı.

ETA, son olarak 19 haziran günü Bilbao kentinde polis şefinin aracına yerleştirilen bombalı saldırıda ölmesi olayından da sorumlu tutuluyor.

İspanya ile Fransa'nın haziran ve temmuz aylarında düzenledikleri operasyonlarda, ETA üyesi olmakla suçlanan 18 kişiyi gözaltına aldı.

İspanya Hükümeti ile ETA arasında 2006 başlarında varılan ateşkes anlaşması aralık 2006'da Madrid havaalanında 2 kişinin ölümüyle sonuçlanan bombalı saldırı sonrası bozuldu. ETA, ateşkesi tek taraflı olarak bitiren hükümeti, ateşkes boyunca çözüm için adım atmama ve Bask ülkesinde baskılarını arttırmakla suçluyordu.

Suçlamaları reddeden hükümet, Bask ülkesinde ETA ile bağlantısı olan siyasi partileri kapatarak Bask'ın bağımsızlığını savunan kesimler üzerinde yoğun baskı uyguladı.

Fransa ile ortaklaşa son 1 yıl içinde yürütülen operasyonlarda aralarında ETA üst düzey üyelerinin bulunduğu onlarca kişi tutuklandı, yüzlerce kişi ise soruşturmalardan geçirildi.

MADRİD - ANF
'Babamı istiyorum' diyen çocuklar belirledi taleplerimizi...


Her şeyi kirlettiler...

Temiz ruhlar, aşklar, arkadaşlıklar; insanı diri tutan umutlar, arzular kirletildi...

Özgür yaşam arayışında olan sosyal insan kümelerinin starı, güvenle yüreklerini oturttukları konağıdır sevgi...

Sevgi kirletildi.

İnsanın güven duygusu, yaşama ve yaşatma gücü kırıldı böylece...

Bu şirin ülkede suçlar ve suçlular tanımladı her şeyi... Onlar yönetti...

Kan dökerek çizdiler çizgilerini; siyasal ve sosyal yasalarını da tabi ki...

Yaşatanlar değil öldürenler, güvenlik için 'ölüm kuyularını' dolduranlar belirledi hayatımızı...

Faili meçhul sevenler, barış arayışımıza toplu mezarlar kazanlar, 'insanca yaşamak istiyoruz' diyen dillerimizi kesenler, ince narin boynumuza 'ağır' ipi geçirenler yani...

Bu doğurgan topraklar, nice uygarlıklara beşiklik etmiş barışık insanlar iklimi, 'öldürmek' , 'yok etmek' isteğiyle dolu kirli ruhların darbeleriyle dövülüp durdu...

Durmaksızın... Yeniden

Bayramlarında, festivallerinde, hep bir ağızdan özgürlük/güzellik türkülerini söyledikleri mutlu günlerinde bile bu halk; kurşunlanmış, başları ezilmiş, vücutları tanınmaz hale getirilmiş kadın ve erkeklerin bedenlerini taşıdı hep...

Ha bire... Sayısız...

Güzel düşlerinde vuruldu hep, güzel anlarında kesildi nefesi. Yarım kaldı her şey...

* * *

Velhasıl,

Toplumsal barış ve adalet düşünden uzak olanlar belirlemek istedi hayat hattımızı...

Ölüm kuyularına inen 'kırmızı çizgileri' onlar çizdi. Çözümsüz, özgürlüksüz, sevgisiz, yarınsız çizgileri. Kalın...Kanlı...

Lakin,

Çok değil daha dün, Şırnak Beytüşşebap da olduğu gibi, gelecek güzel günler için faili meçhule gitmiş babalarını, annelerini, kardeşlerini, arkadaşlarını isteyen çocukların feryadı belirledi isteklerimizi...

Yolumuzu, yol haritamızı onlar çizdi!

Barışı onlar istedi... Çözümü onlar...

Kirli ruhların ve o ruhu taşıyan bedenlerin çizdiği kırmızı çizgilerin öte yakasında kalan umudu... Güzelliği... Hakikati... Hakkaniyeti... Nasfeti...

Onlar istedi, her bir yitirdiğinin ardından; gözlerimizin içine bakarak...

Bir daha, bir daha bakarak...

* * *

Gerçek şu ki, hayatımızda 'Hançer Timi!' Suratsız insanlar, kimliksiz gölgeler!

Ve içimizde, kirletilmemiş temiz ruhlar kentinde bir nehir akar durur; çığlık çığlığa, bir halkın acılı tarihidir bu. Bir halkın dünü, bugünü...

Yitirdiklerinin ardından geleceklerini isteyen çocukların isteği...

Ve Şırnak'ın Beytüşşebap ilçesinde katledilen Necman Ölmez ve Ferhat Ediş'lerin, onların ve ondan öncekilerin, bir çocuğun çığlığına dönüşen isteğidir bizi ve bizden öncekilerini sorumluluk altına koyan...

Sonrakilerini de etkileyecek olan...

Kürt mücadelesi nedir, talepleri ne anlam taşır derseniz eğer, 'babasını isteyen çocuğun çığlığıdır' derim ben...

Şırnak Beytüşşebap'ta, 'Bawê min kani? Ez bawê xwe dixazim!' diyen çocuğun, annesini, annelerimizi acıyla yere bırakan çığlığı...

* * *

DTP'li Necman Ölmez ve Ferhat Ediş'i kimlerin katlettiği değildir önemli olan, katledilmiş olmalarıdır hunharca... Başlarını taşla ezen, sonra da bir taş yığınının altında bırakan, üzerlerini çalı/çırpıyla örten saldırganlıktır önemli olan... Yıllarca devletin büyüttüğü, göz yumduğu, tolere ettiği, Kürtlere reva gördüğü saldırganlık...

İster 'Hançer Timi', ister korucu itirafçı ekibi, ister çeteler meteler ne fark eder; bu 'çözüm aralığı'nda, cana kastedilmiş olmasıdır önemli olan.

'Kahramanını' -ki babalar onlar için hep kahramandır- kaybeden çocukların çığlığındaki istek birde!

Herkesi, her birimizi bir daha bir daha uyarıp duran istek...
Delil Karakoçan

Lice'de polis şiddetine vatandaş tepkisi

Diyarbakır'ın Lice İlçesi'nde biri muhtar 2 kişinin polisler tarafından hem sokak ortasında hem de karakolda darp edilmesi vatandaşların tepkisine neden oldu. Belediye Başkanı Fikriye Aytin ve mahalle muhtarlarının da bulunduğu kalabalık bir grup, polis şiddetini protesto ederken, yüzlerce kişi, görevli polisler hakkında Lice Cumhuriyet Savcılığı'na suç duyurusunda bulundu.

Alınan bilgilere göre, Diyarbakır'ın Lice İlçesi'nde önceki gece Saruhan ve Özkan aile fertleri arasında kavga çıktı. İlhan Şanlı adlı vatandaş, aileleri ayırmak için girişimlerde bulunurken, polis, olay yerine gelmeden Çarşı Mahallesi Muhtarı Abdulvahap Ergün'ün olay mahalline gitmesini istedi. Bu sırada olay yerine gelen panzerli polis ekipleri, kavgayı ayırmak isteyen Şanlı ile muhtar Ergün'ü tekme tokat dövdü. Polislerin, küfürler savurarak vatandaşları tehdit ettiği belirtildi. Olayın ardından Ergün ve Şanlı, polisler tarafından gözaltına alınarak Lice İlçe Emniyet Amirliği'ne götürülürken, Ergün ve Şanlı'nın burada da polisin dayak ve hakaretlerine maruz kaldığı iddia edildi. İlhan Şanlı'nın daha önce beyin ameliyatı olduğunu polislere iletmesine rağmen polislerin ısrarla kafasına vurduğu ileri sürüldü.

3 saat sonra gözaltına alınan 2 kişi hastaneye götürülürken, yapılan işlemlerde gözaltı saatinin de hastaneye götürüldüğü saat şeklinde düzenlendiği belirtildi. Savcılığa çıkarılan Şanlı, serbest bırakılırken, tutuklama talebiyle mahkemeye çıkarılan muhtar Ergün'e '500 TL Adli Kontrol' ve '15 günde bir Lice İlçe Emniyet Amirliği'ne imza verme' cezası verildi. Kavgaya karıştıkları için gözaltına alınan İdris Özkan, kavgaya sebebiyet verdiği gerekçesiyle çıkarıldığı adli mercilerce tutuklanırken, kavgada yaralanan Ekrem Saruhan ise Diyarbakır Devlet Hastanesi'nde tedavi altına alındı.

DTP olayın 'takipçisi' olacağız

Polis ekiplerinin ilçedeki tutumu, DTP Lice İlçe binasında yapılan basın açıklamasıyla protesto edildi. Açıklamaya, Belediye Başkanı Fikriye Aytin, belediye meclis üyeleri ve mahalle muhtarlarının da aralarında bulunduğu yüzlerce kişi katıldı. Açıklamayı okuyan DTP Yöneticisi İdris Özbahçıvan, KCK'nin ilan ettiği çatışmasızlık sürecinde, devlet güçlerinin bölge illerinde süreci sabote edici ve provokatif şiddet eylemleri ile Kürtlere yönelmesinin kaygı verici olduğunu belirtti. 'Şırnak'ın Beytüşşebap İlçesi'nde iki DTP'li üyenin devlet güçlerince infaz edilmesi, Iğdır'daki yargısız infazların ve en son Lice merkezinde bir mahalle muhtarına ve sivil bir vatandaşımıza sokak ortasında yapılan şiddet başta bütün Kürtler olmak üzere Licelilerin manevi şahsiyetlerine karşı yapılan çirkin bir saldırıdır. Şiddetle kınıyoruz' diyen Özbahçıvan, devletin iyi çocuklarının Kürt illerinde tekrar iş başında olduğunu söyledi. Licelilerin tarih boyunca hiçbir zulme boyun eğmediklerini ve eğmeyeceklerini aktaran Özbahçıvan, 'Kürtler iyi çocuklara gerekli cevabı verecektir 'diye konuştu.

Basın açıklamasının ardından mahalle muhtarları ile birlikte yüzlerce kişi, Lice Cumhuriyet Başsavcılığı'na giderek 'yetkilerini aşan polisler' hakkında suç duyurusunda bulundu.

DİHA
Nur Birgen'in JİTEM adaleti!


İşkenceci, kontrgerilla, sapık ve tecavüzcüleri aklayan raporlarıyla dikkatleri çeken Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulu Başkanı Nur Birgen'in JİTEM kurucusu Arif Doğan'ın tahliye edilmesine neden olan raporun altında imzası olduğu ortaya çıktı. Birgen, kanser hastası Güler Zere için ise cezaevinde tedavi edilebileceği yönünde rapor vermişti.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nin JİTEM kurucusu albay Arif Doğan hakkındaki tahliye kararını başkanlığını Nur Birgen'in yaptığı Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Dairesi'nin verdiği rapor doğrultusunda aldığı ortaya çıktı.

JİTEM'ci Doğan'ın ileri derecede kalp yetmezliği olduğu belirtilen raporda, hastane şartlarında yatırmanın da takibinin uygun bulunduğu bu karara da oy birliği ile ulaşıldığı belirtiliyor.

Raporda, Arif Doğan'ın muayene için getirildiğinde dizlerinin üzerine çökerek ağladığı ve, 'Yattığı hastanenin dahi adını bilmiyor. Ölmek istediğini ancak torunları için yaşamak istediğini söylüyor. 1998 yılında emekli olduğunu öncesinde de dağlarda çalıştığını söylüyor' sözleri yer alıyor.

Nur Birgen'in suç dosyası

Nur Birgen, 1995 yılında Yeni Demokrasi Hareketi binasını işgal ettikleri için gözaltına alınan gençlere işkenceye uğradıkları halde sağlam raporu verir. Kendisinden önce ve sonra verilen raporların tamamında işkence yapıldığının saptanmasına karşın işkence iddialarını redden bir rapor yazan dönemin Beyoğlu Adli Tıp Şube Müdürü Dr Nur Birgen hakkında soruşturma başlatılır ve İstanbul Tabib Odası tarafından 1998 yılında şahısların muayenesi ve rapor yazımında kusurlu olduğu ve travmatik lezyonlara sebebiyet verenleri koruduğu için 6 ay meslekten men cezası verilir.

Dr Nur Birgen daha sonra da Vernike Coskakof'lu 16 hükümlüye birbiriyle çelişen raporlar verdiği için ceza alır. Hükümlüler için ilkin cezaevinde iyileşemez, daha sonra da iyleşti cezaevinde kalabilir raporu veren Birgen ve kurumda ki diğer doktorlara gerçeğe aykırı rapor düzenledikleri gerekçesiyle bir ay süreyle geçici olarak meskenden men cezası verilir.

Toplam 4 kez meslekten men cezasına çarptırılan Dr Nur Birgen, her şeye rağmen yükselişini sürdürür. 1995 yılında rapor yazımında kusur işleyerek, travmatik lezyonlara sebebiyet verenleri koruyan Nur Birgen, bu hizmetinin karşılığını alır ve 1997 yılında Beyoğlu Adlı Tıp Şube Müdürlüğü'nden Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulu Başkanlığı'na atanı.

2000 yılının mart ayında trafik kazası geçiren Susurluk sanığı İbrahim Şahin hakkında hazırlanan raporla Şahin af edilir. Raporun altında ki imza ise yine Dr Nur Birgen' ne aittir.

Daha sonrada farklı raporlara da imza atan Birgen 2006 yılında hakim ve savcıların işkenceye karşı eğitilmesini amaçlayan bir projenin başına getirilir. İşkence görenlere sağlam raporu verdiği için meslekten men cezası alan Birgen'nin organizasyonun başına getirilmesi Meslek Odaları tarafından protesto edildiği gibi proje için 3 milyon euroluk gibi bir ödenek hazırlayan Avrupa Birliği bile Birgen'i veto eder ve projeye rafa kaldırılır. Ancak Birgen yine ödüllendirilir ve 3. Adli Tıp İhtisas Kurulu Başkanlığına atanır.

En son 14 yıldır tutuklu olan ve cezaevinde damak kanserine yakalanan devrimci tutsak Güler Zere hakkında verilen 5 raporda tedavisinin cezaevi koşullarında sürdürülemeyeceği belirtilmesine rağmen Zere'nin tahliyesine gerek yoktur raporuna imza yine Dr Nur Birgen'e aittir.

Geçen hafta Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Adli Tıp Kurumu'nun denetlenmesi için Devlet Denetleme Kurumu'na verdiği talimatın ardından kurumda yeni atamalar yapıldı. Ancak Birgen'e yine dokunulmadı.

ANF

Iğdır'da 5 bin kişi polis infazını protesto etti

Iğdır'da önceki gün bir vatandaşın öldürülerek dereye atılmasını protesto eden 5 bin kişi yürüyüş düzenledi. Yürüyüşe katılan Iğdır Milletvekilli Pervin Buldan, Türkiye Cumhuriyeti'nin hukuk devletinin olmadığını söyleyerek, 'Önceki gün özel harekat timleri tarafından gerçekleşen infaz Türkiye'nin gerçek yüzünü ortaya koymuştur' dedi.

Iğdır'da önceki gün Yedikasım Mahallesi Kanal Başı Sokak'ta özel harekat timleri tarafından durdurulan araçta bulunan vatandaşın öldürülerek dereye atılması kitlesel bir basın açıklaması yapıldı. Açıklamaya DTP Iğdır Milletvekilli Pervin Buldan, DTP Iğdır Belediye Başkanı M. Nuri Güneş, Kağızman Belediye Başkanı Mehmet Alkan, DTP Kars, Erzurum, Iğdır, Ağrı il ve ilçe örgüt yöneticilerinin yanı sıra toplanan binlerce kişi DTP Iğdır İl Örgütü binası yanında bulunan Karanfil Sokakta bir araya geldi. 'Özgür Kimlik, özgür önderlik demokratik özerklik', 'Çözümün muhatabı İmralı'dadır', 'Berxwedan yoldaş ölümsüzdür' pankartları açılarak, '15 Ağustos Eruh'ta dirildik, yol haritasıyla İmralı'da özgürleşeceğiz', 'PKK halktır halk burada', 'Disa disa serhildan seroke me Öcalan', 'Iğdır'da akan kan yerde kalmayacak' dövizleri açılarak, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın posterleri ile PKK'nin bayrakları açıldı. PKK ve Öcalan lehine sloganlar atıldı.

'Barış süreci baltalanmak isteniyor'
Bir dakikalık saygı duruşunun ardından, basın açıklamasını yapan DTP Iğdır İl Başkanı Ahmet Barbaros, son dönemlerde Beytüşebap ve Iğdır'da yaşanan olayların provakatörlük niteliğinde olduğunu belirterek, geliştirilmek istenen barış sürecini baltalamaya çalışıldığını söyledi. Barbaros, ardından konuşan Iğdır Belediye Başkanı M. Nuri Güneş, Türkiye'de 30 yıldır devam eden çatışmaların ve operasyonların Türk ve Kürt halkına ve fayda sağlamadığını ve talep edilen onurlu bir barışın çok görülmemesi gerektiğini söyledi. Güneş, 'Türkiye'de bulunan tüm farklı kesimin geliştirilmek istenen barış sürecine katkı sunması gerekir' şeklinde konuşarak, 'Tüm provokasyonlara edi bes e diyoruz. 15 Ağustos'ta geliştirilecek olan yol haritasının tüm kesimler tarafından destekleneceğine inanıyoruz' dedi.
Iğdır Milletvekili Pervin Buldan, İsmet Ablak ve Şırnak'ta iki DTP'linin öldürülmesinin provokasyon niteliğinde olduğunu belirterek, 'Geçen gün Iğdır'da yoldaşlarımız özel harekat timleri tarafından hunharca katledildi. Berxwedan yoldaş tutuklanabilinirdi, gözaltına alınabilinirdi, yargılanabilinirdi, ancak açık bir şekilde infaz edilmiştir' dedi. Türkiye Cumhuriyeti'nin hukuk devleti olmadığını söyleyen Buldan, '1991'lerde Vedat Aydınlar'ın, Musa Anterler'in ve Mehmet Sincarlar'ın nasıl kafalarına sıktılarsa Berxwedan yoldaşımızın da kafasına sıkmışlardır. Onlar bunu bilmeliler ki Berxwedan yoldaşımızın arkasında milyonlarca Kürt halkı vardır' dedi.
Yapılan açıklamaların ardından yaklaşık 5 bin kişi infazın gerçekleştiği Doğubeyazıt Caddesi'nde bulunan Kanal Başı Sokağı'na yürüdü. Orda karanfiller bırakılarak, 'Şehid namirin' sloganları atıldı. Kadınlar ise ağıt yakarak zılgıtlar çekti. Bu arada basın açıklaması ve yürüyüş sırasında polisin yoğun önlem aldığı görüldü.

DİHA

'Türkiye'nin kontrolünde 40 nükleer bomba var'

NATO, Soğuk Savaş döneminde Sovyet tehdidine karşı Türkiye, Belçika, Hollanda, Almanya ve İtalya’ya yerleştirildiği iddia edilen nükleer silahları sahiplenmedi.
NATO Sözcüsü James Appathurai, düzenlediği basın toplantısında, Belçika Senatosunun Avrupa’daki nükleer silahları tartıştığının hatırlatılması üzerine “NATO’nun hiçbir nükleer silahı yok. Nükleer silahlar üye ülkelere ait. NATO komutasında hiçbir (nükleer) silah yok” dedi.
Appathurai, NATO bünyesinde faaliyet gösteren Nükleer Planlama Grubu’nun “NATO müttefiklerinin bulundurduğu nükleer silahların güvenlik standartlarının belirlenmesine, diğer uzmanlık alanlarına ve finansmanına katkı sağlayarak bunların korunmasını güvence altına aldığını” belirtti. NATO’nun bunun dışında nükleer silahlarla ilgili bir sorumluluğu olmadığını anlatan Appathurai, “Nükleer silahlar üye devletlerin kendilerine ait. Bundan anlayacağınız (NATO üyelerindeki nükleer silahlar) Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması’nın kapsamına giriyor. Bu nedenle bunlar nükleer silaha sahip olduğunu deklare etmiş ülkelere ait” diye konuştu. ABD nükleer silahlarına evsahipliği yaptığı iddia edilen NATO üyeleri Türkiye, Belçika, Hollanda, Almanya ve İtalya, 1968 yılında Birleşmiş Milletler genel kurulunda görüşülerek imzaya açılan ve 1970 yılında yürürlüğe giren Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması’nın kısa sürede parçası olmuştu. Türkiye, 1 Ocak 1967 tarihinden önce nükleer silah ve patlayıcıya sahip olan ABD, Rusya, Fransa, İngiltere ve Çin’in “nükleer silah sahibi ülkeler” olarak kabul edildiği söz konusu anlaşmayı 28 Ocak 1969 tarihinde imzalamış ve 28 Kasım 1979 tarihinde Bakanlar Kurulu kararı ile onaylayarak taraf ülke haline gelmişti.
Anlaşma uyarınca nükleer silah sahibi taraf ülkeler, nükleer silah sahibi olmayan ülkelere nükleer silah veya diğer nükleer patlayıcıları temin etmeleri ve yapmaları için yardımda bulunmamayı taahhüt ederken nükleer silah sahibi olmayan taraf ülkelerin bu silah ve patlayıcıları temin ya da imal etmemeleri gerekiyor.

TÜRKİYE’DE “TAKTİK NÜKLEER SİLAH” İDDİASI
Amerikan Bilim Adamları Federasyonu ve İtalyan Silahsızlanma Bilim Adamları Birliği başta olmak üzere çeşitli kaynaklarca, 2009 yılı itibariyle Türkiye’de İncirlik üssünde 90 nükleer bombanın bulunduğunu iddia edilirken, bunların 50’sinin ABD ve 40’ının evsahibi ülke (Türkiye) kontrolünde olduğu ileri sürülüyor.
Uluslararası kaynaklara göre Türkiye’de daha önce Balıkesir ve Akıncı üslerinde tutulan nükleer silahlar ise 1996 yılında geri çekildi. Bilim adamlarının Avrupa’daki Amerikan nükleer silahlarıyla ilgili hazırladıkları raporlarda, ABD’nin Türkiye’daki 90 “taktik nükleer silah” dışında Belçika’nın Kleine Brogel, Hollanda’nın Volkel ve Almanya’nın Büchel hava üslerinde 20’şer ve İtalya’nın Aviano hava üssünde 50 nükleer silah bulundurduğu iddia ediliyor. Yunanistan’ın Araksos üssündeki nükleer silahların ise 2001 yılında ABD tarafından tamamen geri çekildiği belirtiliyor. Bu durumda ABD’nin Avrupa’daki toplam 200 nükleer bombasının yarısına yakınına Türkiye evsahipliği yapıyor.
Nükleer silahlarla ilgili uluslararası raporlarda, ABD’nin 2005-2008 yılları arasında Almanya’dan 130, İngiltere’den 110 ve İtalya’dan 40 nükleer silahı geri çekerken Türkiye, Belçika ve Hollanda’daki nükleer cephanenin sabit kaldığı ileri sürülüyor.

BELÇİKA’DA NÜKLEER SİLAH TARTIŞMASI

Belçika’da nükleer silahların yasaklanmasını öngören bir yasa tasarısının Senatoya getirilmesi, siyasi arenada hararetli tartışmalara neden oluyor. Sosyalist üye Philippe Mahoux tarafından Senatoya sunulan yasa tasarısında, ülkede bulunan ABD nükleer bombalarının yasaklanması isteniyor. Belçikalı senatör Mahoux, “nükleer silahlardan arındırılma ile NATO’ya sadakat konularının tezat oluşturmadığını” savunurken, sunduğu yasa tasarısının NATO ve ABD’de yol açtığı rahatsızlığın bilincinde olduğunu, bu tasarının kolaylıkla onaylanacağına inanacak kadar “saf olmadığını” belirtiyor. Belçika’daki tartışmalarda, nükleer silah stoklarından vazgeçilmesi iradesinin NATO anlaşmaları ve yükümlülükleri çerçevesinde mümkün olmadığını, “dayanışma” gerektiğini, “Avrupa’nın nükleer silahsız savunulamayacağını”, sunulan yasa tasarının “iyi bir fikir” olarak görülmediğini söyleyenler arasında, Liberal Senato Başkanı Armand De Decker de bulunuyor. De Decker, “Pakistan’da iktidarın ve dolayısıyla nükleer silahların Taliban’ın eline geçmesi halinde, Avrupa’da konuşlandırılan nükleer silahların caydırıcı olacağı” örneğini veriyor.
Yasa tasarısına muhalifler, Belçika’nın dünyanın en önde gelen silah üreticileri ve ihracatçıları arasında yer aldığını, NATO’nun Avrupa Kuvvetleri Komutanlığı (SHAPE) ve Genel Merkezinin Belçika’da bulunduğunu da hatırlatıyor.

NATO’YA GÖRE “NÜKLEER CAYDIRICILIK” POLİTİKASI DEĞİŞMEDİ

NATO Sözcüsü James Appathurai, NATO’nun nükleer caydırıcılık politikasının değişmediğini vurgulayarak, “Buna göre NATO üyelerinin güvenliğinin sağlanması ve caydırıcılık için konvansiyonel silahlar yanında asgari düzeyde nükleer kapasite bulundurulması zorunlu” dedi.
Appathurai, NATO’nun yeni stratejik belgesi hazırlanırken nükleer politikasını gözden geçirebileceğini fakat “bugüne dek hiçbir üye ülkeden (nükleer politikada) hiçbir değişiklik talebinin gelmediğini” ifade etti.(Milliyet)

İşte çok tartışılan Mahmur Kampı

Hakkari ve Şırnak'ın sınır şeridi üzerinde bulunan köylüler 15 yıl önce sınırı kaçak geçerek Kuzey Irak'taki dağlık kesimde oluşturdukları, Bihere, Seraniş, Besive, Geliye Kıymete ve BM gözetiminde oluşturulan Duhok yakınlarındaki Etruş, Ninova, Nehdare kamplarında yaşadı. Bu kişiler 2003 yılında kadar 36 paralelin üzerinde bulunan Saddam Hüseyin denetimindeki bölgede bulunan Musul yakınlarındaki Mahmur Kampı'na yerleştirildi. Kampta belediyelerini, yönetim kadrosu oluşturan Türkiyeli Kürt mülteciler, kurdukları okullarla çocuklara Kürtçe eğitim verilirken, 350 öğrencinin ise Erbil ve Süleymaniye Üniversitelerine gittikleri, 300'ünün ise bu yıl üniversiteden mezun olduğu kaydedildi.

KAMPTA 60 YÖNETİCİ VAR
Erbil'e yaklaşık 100 kilometre uzaklıkta bulunan BM denetimindeki Mahmur Kampı, Musul'a bağlı. Irak Merkezi Hükümeti'ne bağlı bölgede yer almasına rağmen kampta Kürtler'den oluşan merkezi hükümete bağlı güvenlik güçleri görev yapıyor. Mahmur Kampı'nda ihtiyaçları BM tarafından karşılanan mültecilerden çoğu geçen yıllarla birlikte Erbil, Süleymaniye, Musul ve Duhok'ta çeşitli alanlarda iş yapmaya başladı. Mahmur Kampı'nda oluşturulan ve 60 kişiden oluşan yönetim kadrosunun aldığı bütün kararlara 12 bin kişi harfiyen uyuyor. Yönetimin izni olmadan kampa gazeteci alınmıyor. DHA muhabirinin girişteki güvenlik binasında görüştüğü kamp yöneticileri, aldıkları karar uyarınca yerli ve yabancı hiçbir gazeteciyle görüşmediklerini söyledi.
DHA muhabirinin Kuzey Irak’taki kaynaklardan edindiği bilgilere göre, Türkiye'de Kürt sorununn çözülmesi için başlatılan süreç devam ederken, yıllardan bu yana PKK'ya eleman sağladığı belirtilen Mahmur Kampı'nın tasfiyesinin gündeme getirildiği, ABD-Irak ve Türkiye üçlü mekanizmasının, bu konuda çalışma yaptıkları kaydedildi. Üçlü mekanizmada yer alan Bölgesel Kürt Hükümeti yetkililerin kendilerini Mahmur'un tasfiyesinden uzak tutmaya çalıştıkları, bu nedenle ABD ve Türkiye'nin kampın tasfiye işini Araplar'a havale etmeyi planladıkları ileri sürüldü.
Mahmur Kampı ile ilgili planlardan BM'nin haberdar olmadığı, böyle bir plan olması halinde bile BM'nin buna izin vermeyeceği iddia edildi. Yerel kaynaklar, şu görüşleri savundu:
“Türkiye’de Kürt sorununun çözümüne yönelik bazı adımlar atılıyor. Görüşmeler yapılıyor. Görüşmeler burada da devam ediyor. Türkiye-Irak ve ABD, PKK'nın dağdan indirilmesinden önce Mahmur'u tasfiye etmeye çalışıyorlar. Türkiye direkt bu işe giremediği için bu işte önce Kürt yönetimini kullanmak istedi. Kürt yönetimi bu işe yanaşmayınca oluşturulan bu üçlü ittifak Mahmur'u BM denetiminden çıkarıp Merkezi Irak Hükümeti'nin kontrolüne vermeyi planlıyor. Irak hükümeti ise, yavaş yavaş zor da kullanarak Mahmur'daki Türkiyeli Kürt mültcileri bir şekilde tasfiye etmeye başlayacak. Tabii bu oldukça zor bir şey. Bu kampta 12 bin insan yaşıyor. Yılladır bu kamptalar. Hepsi çoluk çocuk sahibi olmuş. BM gözetimi altında bulunan bu kampta böylesi bir tasfiye planını uygulamak çok zor. Bu işin en makül çözüm yolu bu kamptakilerin tekrar ülkelerine dönebilmeleri için uygun koşulların yaratılmasıdır.”(dha)

Hamas Gazze'yi örtüye sokuyor

Filistin’de demokratik seçimi kazanan ama El Fetih’in darbe komplosuyla karşı karşıya kalan Hamas’ın, Haziran 2007’de tümüyle ele geçirdiği Gazze’de İslami ideolojisini insanların özel yaşamına dayatmaya başladığı iddia ediliyor. Son olarak yüksek mahkeme başyargıcının eylülden itibaren kadın avukatlara duruşmalara başörtülü ve uzun pardesü giyerek girmeleri talimatı verdiği Gazze’den, Din İşleri Bakanlığı’nın yürüttüğü ‘fazilet mücadelesine’ koşut özellikle giyim kuşam, kadın-erkek ilişkileri konusunda baskı yapıldığı haberleri geliyor.
Amerikan haber ajansı AP, polisin iç çamaşırı satan mağazalara cansız mankenlerin üzerlerini örtmesi talimatı verdiğini, plajlardaki devriye gücünün bekâr çiftleri ayırıp erkekleri gömlek yada tişört giymeye zorladığını aktarıp “Kurallar belirsiz. Kuralları çiğneyenlerin dövüldüğü ve öğretmenlerin kızlara başörtüsü takmaları için baskı yapmalarının söylendiğine dair haberler var” dedi.

Öğretmenlere bakanlık talimatı
AP “Hamas ideolojisini insanların özel yaşamına taşıyacak kadar kendini güçlenmiş hissediyor” yorumunu yaparken, Hamas ‘fazilet mücadelesi’nin hala gönüllülük esasına göre yürütüldüğünde ısrarlı. Din İşleri Bakanlığı ‘yapılması meşru olanlar ve haram olanlar’ listesi çıkarıp sokaklara asıyor, camilerde ahlak üzerine hutbeler verdiriyor, düğünlerde harem selamlık uygulamalara gidilmesi ve gençlerin müstehcen sözleri olan müzikleri dinlememesi çağrısı yapıyor.
Okullarda başörtüsü takıp takmamak öğrencilerin isteğine bağlı olsa da liselerden birinde kayıtta böşürtüsü ve uzun elbise zorunluluğu getirdi. Eğitim Bakanlığı sözcüsü Halid Radi, öğretmenlerden kız öğrencilere örtünmeleri yönünde baskı yapmalarının istendiğini söyledi. Mağaza sahipleri ise çıplak mankenlerin örtülmesi ve İslam’ın insan suretini haram kıldığı iddiasıyla mankenlerin başsız hale getirilmesi talimatı aldı. Dükkan sahipleri iç çamaşırı paketlerindeki kadın resimlerini de yırtmak zorunda kaldı. Dayatma özellikle alt gelir gruplarının gittiği marketlerde yapılırken zengin semtlerde özgürlüklere şimdilik dokunulmuyor.

Plajda kız-erkek gezmeye dayak
Plajda 18 yaşındaki Muhammed Amta ise sivil bir güvenlikçinin kendisinden İslami görünmediği gerekçesiyle gömlek giymesini, Batı kültürünü yansıtıyor diye iki gümüş yüzüğünü ve örgü bileziğini çıkarmasını istediğini söyledi. Bir cankurtaran da dizlere kadar şort ve fanila giyme talimatı aldığını aktardı. Geçen ay sahilde bir kızla birlikte yürüyen üç genç ahlaksız hareketlerde bulundukları suçlamasıyla gözaltına alınıp dayak yemişti. Hamas hükümeti bu muameleyi kınarken örgütün liderlerinden Yunus Astal, BM’nin yaz kamplarındaki yüzme ve dans dersleriyle gençlerin ‘ahlaksız’ davranmaya itildiğini ve uyuşturucuya alıştıklarını öne sürmüştü.

‘İslami uygulama kaçınılmaz’
Din İşleri Bakan Yardımcısı Abdullap Ebu Carbu, fazilet kampanyasını “İnsanları ahlaklı olmaya ve günahlardan uzak durmaya teşvik ediyoruz” diye savundu. Hamas’ın görüşlerini dayatmadığını ama teşvik yöntemiyle aşamalı olarak toplum yaşamına soktuğunu söyleyen Ebu Carbu, İslami kuralların gelecekte kaçınılmaz olarak uygulanacağını söyledi.
Mahkemelerde başörtüsü zorunluluğundan 150 kadın avukattan sadece 10’unun etkilenmesi beklenirken, başı açık avukat Subhiye Cuma “Kişisel özgürlüklerimiz elimizden alıyor” diyerek emre uymayacağını ve halk tepkisinin Hamas’ı geri adıma zorlayacağına inandığını söyledi. İnsan hakları savunucularından Halil Ebu Şammala “Toplumu İslamlaştırma girişimleri var. Hamas’ın yalanlamaları sokakta gördüklerimizle çelişiyor” derken, Hamdi Şekur, Gazze’deki muhafazakârlaşmadan İsrail’in ambargo politikasını sorumlu tutarak “Tecrit aşırılıkçılık ve karanlık fikirleri besliyor” yorumunu yaptı. (ap)

Kemal Türkler davasında beraat 'direnişi'

Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun (DİSK) eski Genel Başkanı Kemal Türkler’in katil zanlısı olduğu iddiasıyla yargılanan Ünal Osmanağaoğlu ile ilgili Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin ikinci kez verdiği bozma kararına karşın, Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nden yine ‘beraat’ çıktı. Türkler ailesinin avukatı Rasim Öz, oyçokluğuyla alınan karar sonrası yargılamanın taraflı olduğunu savunarak, temyiz dilekçesi verdi. Zamanaşımına 11 ay kala, karar sırası şimdi, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nda... Bakırköy Adliyesi, dün yine tarihi bir davaya sahne oldu. Duruşmaya Türkler’in eşi Sabahat Türkler, kızları Yasemin Türkler, Nilgün Soydan ve torunu Burç Akpınar ile DİSK Başkanı Süleyman Çelebi ile DİSK, CHP, TKP ve ÖDP’liler de katıldı. “Kemal Türkler için 29 yıldır adalet bekliyoruz” yazılı dövizler taşıyan grup, “Kemal Türkler ölümsüzdür” sloganı attı.

Küçük salonda izdiham
Duruşma, Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nin küçük salonunda görüleceği için koridorda izdiham yaşandı. Kısıtlı sayıda kişi alınınca kapıda kalanlar tepki gösterdi ve duruşma başlayamadı. Mahkeme Başkanı Ali Asker Kazak, “Baskı altında mı karar vereceğiz! Mahkemeyi iptal ederim!” diye bağırdı. Bu ihtar üzerine sessizlik sağlandı.
Türkler ailesi avukatları Yargıtay’ın bozma kararına uyulmasını istedi. Görüşü sorulan sanık Ünal Osmanağaoğlu ise, Yargıtay’ın siyasi karar aldığını savunarak, şöyle dedi: “Hazırlık aşamasında ifade veren sanık Abdulsamet Karakuş, eşkalimi tarif ederken de ‘1.80 boyunda, kıvırcık saçlı ve basık burunlu’ biri olduğumu söylemiştir. Benim burnum basık mı? Türkler’in kızı Nilgün Soydan, 19 yıl sustuğu halde, teşhiste, beni olay yerinde gördüğünü söylemiş. Tanık Abdurrahman Bozturk, olaya kısa boylu üç kişinin karıştığını söyleyip, ‘Bu uzun boylu’ diyerek beni teşhis etmemiştir.” Son sözü sorulan Osmanağaoğlu, mahkemenin beraat kararında direnmesini istedi.
Mahkeme, oyçokluğuyla beraat kararında ısrar etti. Hâkim üye Atilla Tanrıvermiş ‘sanığın mahkûmiyetinin icap ettiğini’ savunup şerh koydu. Karardan sonra mahkeme başkanı Kazan’a bağıran avukat Rasim Öz, “Sizi tebrik ediyoruz. Bizi mahcup etmediniz. Ankara’da da hâkimler var” diyerek, temyiz dilekçesini hazır ettiğini söyledi. Bunun üzerine Kazan, salonu boşalttırdı ve tutanak tutturdu.

‘Satılmış yargı’
Grup topluca “Kemal Türkler ölümsüzdür”, “Satılmış yargı istemiyoruz” diye slogan atarak dışarı çıktı. Adliye önünde açıklama yapan Rasim Öz, temyiz dilekçesi verdiklerini, kararın Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nda görüleceğini açıkladı. Çelebi ise 12 Eylül gününü Türkler’i anma ve karanlıkların aydınlığa çıkması için mücadele günü ilan edeceklerini söyledi.
Türkler’in kızı Nilgün Soydan ise “Satılmış yargının kararına saygı duymuyorum” dedi.
Kemal Türkler, 22 Temmuz 1980’de öldürülmüştü. Bir yıl sonra açılan davada iki sanık 32 yıl hapse çarptırıldı. Tetikçi olduğu öne sürülen Osmanağaoğlu ise 1999’da yakalandı. 2003’te Osmanağaoğlu hakkında ‘beraat’ verildi. Yargıtay 9. Ceza Dairesi‘ni bunu 2007’de bozdu. Mahkeme, kararında direnince dosya yeniden Yargıtay’a gitti. Yargıtay, tekrar bozunca dosya bir kez mahkemeye döndü. Türkler ailesi, 22 Temmuz 2010’da cinayetini 30. yıla gireceğini anımsatarak, bu davanın zamanaşımına sokulmak istendiğini savunuyor.

Hükümet bir türlü açmıyor

İÇİŞLERİ Bakanı Beşir Atalay “Kürt açılımı”nı ilan edecek diye sabahtan beri TV karşısında büyük heyecan içinde bekledim.

Beşir Atalay kürsüde hemen hemen 20 dakika konuştu ve kusura bakmasın ama hiçbir şey söylemedi. Pardon söyledi; bu meselede üslup ve yöntemin de önemli olduğunu, hatta içerikten de önemli olabileceğini söyledi. Meseleyi ele alırken kullanacakları yöntemden örnekler verdi. Ayrıca, konu üzerinde hassasiyetle durduklarını, her türlü merci ile (galiba DTP, PKK hariç) görüşeceklerini bildirdi.
Bizzat kendisi, çalışma sürecinin 2005’te Başbakan’ın demokratik açılım sürecini başlatması ile hayata geçtiğini ilan etti. Ancak, aynı Atalay somut sorular karşısında “Çalışmalara daha yeni başladık” dedi.


Basın toplantısında söylediği tek somut şey ise Cumhurbaşkanı’nın evvelsi gün söyledikleridir: “Daha çok demokrasi ve haklar bu sorunu (otomatikman) çözer!”
Bu doğruluğu kendinden menkul basmakalıp cümleyi cebinizde her daim taşır ve bir konuda hiçbir şey söylemek istemediğiniz zaman joker kâğıdı gibi ortaya çıkarırsınız.


Kulakları çınlasın, Mehmet Altan da kendisine adres bile sormaya kalksanız, “Meseleyi küresel boyutta ele almak ve ilk önce değişen dünya koşullarındaki yerine bakmak lazım” diye cevaplandırır. Onun da son 10 yıllık joker kartı bu cümledir.


* * *


Kürt meselesi 70 yıldır var, bu hükümet işbaşına 7 yıl evvel geldi. AKP kurulduğu andan beri “Kürt meselesi”ni Türkiye’nin en önemli meselelerinden birisi olarak takdim etti. Başbakan 2005’te “demokratik açılım” yapmaya kalktı ama danışmanları ona “demokratik cumhuriyet” dedirtince terimin esas sahibi Apo’dan aferin aldı ve anında çark etti. Önce “alt-kimlik üst kimlik” dedi, sonra “Ya sev, ya terk et” bağlamında bir söyleme sarıldı.


Cumhurbaşkanı da seçildiğinde ilk ziyaretini 2 yıl önce Güneydoğu’ya yaptı ve “meselenin mana ve önemini” vurguladı ama geçen mayısta “tarihi fırsat”tan bahis açana dek bu konuda hemen hiçbir somut çalışma yaptırmadı. “Tarihi fırsat”ın ne olduğunu da bugüne dek kimse anlamadı.


Bugün de “Kürt açılımı” gündemde. Neden? Bu köşede günlerdir iddia ediyorum ki, esas olan “Kuzey Irak açılımı”dır.


“Kürt açılımı” sadece “Kuzey Irak açılımı”nın tabii bir sonucudur.


“Kuzey Irak açılımı” ise gündeme, Obamania tutkunlarının zannettiği gibi, bölgeye daha fazla demokrasi yerleştirmek için değil, ABD’nin bölgedeki çıkarlarının korunması için gelmiştir. Kabul! “Kuzey Irak açılımı” bile Türkiye’ye tarihi bir fırsat sunuyor ama Türkiye’nin bu fırsatı kullanmasını bilmesi lazım!


Kusura bakılmasın ama bu fırsatı kullanmak için yeni akıllar, yeni fikirler gerekmiyor.
Mangal gibi yürek gerekiyor!


Mesele kökü tarihe gömülmüş çok ama çok zor bir meseledir. Ancak, meseleyi çözmeyi ise bu işi Gordion’un düğümünü çözecek siyasi irade becerir.


* * *


Gözüken odur ki, şu ana dek ortaya somut öneriler koyacak ve bu önerilerin siyasi risklerini yüklenecek bir irade çıkmadı. Bu iradeyi, görev tarifi gereği Başbakan’ın göstermesi gerekiyor.

Bunun için de cesarete ihtiyaç var!

O yoksa, işte böyle ortada top çevirirsin!

Başbakan’a açık çağrımdır. Kürt açılımı Kürtler muhatap alınmadan bir yere gitmez. Tamam, PKK ile görüşmüyorsun, hazırla somut programını, al demokratik kurallara uygun olarak seçilmiş DTP’yi karşına, diyaloğu başlat! Gerisi zaten kendiliğinden gelir!

Yoksa, lütfen Kürtleri bir kez daha oyalama!

Cüneyt Ülsever
Hürriyet / 30.07.09

Erkek egemen düzenin faşizmi

Faşizmin kurduğu dünya ve dil, erkek egemendir. Kadınsız bir dünyanın tepkisel erkek kalabalıklarıdır.
Kadınları kamusal alandan sürmeye dönük çabalardaki faşist karakter kendini hemen belli eder.
Kadın ya ana ya da hizmetçidir, başka bir toplumsal rolü yoktur.
'Erkekliği' tapınma seviyesinde yüceltirken kadın, kaypak, kirli ve güvenilmezdir.
Katı ve üstün erkek kimliği kadını değersizleştirerek kendini var eder.
Şiddeti bir değer olarak içselleştiren faşizm tarihi bir erkeklik 'kültüdür.'
Kadının tekinsiz, yumuşak varlığını bir tehdit gibi algılar.
Bu köktenci tavrın altında erkekliğe dair biyolojik bir korku yatar.
Faşizm, fiziki şiddetin yanında aşağılayan, hakaretamiz, cinsiyetçi ayrımcı dilinde de ağır bir şiddet taşır.
Tarihten tecrit edilmiş kütlesel faşizm gündelik hayatın içinde kendini esneterek, incelterek sürdürür.
Ve çoğunlukla da erkek dilinde yaşar.
Faşizmin kapitalizmle esneyerek, modernleştirilmiş güncel yorumlarına her gün şahitiz.
Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nin Başhekimi yaptığı denetim esnasında iki temizlik personelinin nasıl çalıştığını öğrenmek için oradaki yetkililere 'Bunlardan şikayetçi misiniz?' diye sorar.
'Hayır şikayetçi değiliz!' cevabı üzerine 'Bunlardan her şey beklenir fuhuş dahi' diyerek arkasını döner gider.
Taşeron şirkette çalışan temizlik personeli ise maruz kaldığı davranışı amirlerine anlatınca başhekimin yorgun olduğu için öyle ifade ettiği ve idare etmesi söylenmiş.
Beş gün sonra da hakarete maruz kalan işçilerle birlikte dayanışmaya giren arkadaşları işten atılmış.
Sendikasız, taşeron işçi iseniz üstelik de kadınsanız emeğiniz çok ucuz, varlığınız çok değersiz.
Hakarete, aşağılanmaya, cinsiyetçi tavra katlanmak zorundasınız, amirleriniz yorgun olabilir.
Çünkü şiddetin nesnesi bugünün iş koşullarında sizsinizdir.
Bu arada Bursa Yenişehir Belediyesi, işten ayrılmak istemeyen üç kadın personeli ilçe merkezindeki umumi tuvaletlerin temizliğiyle görevlendirdi.
Yıllardır emlak servisinde görevli ve odacı olarak çalışan üç kadın, bunun üzerine işlerinden ayrılmak zorunda kalmış.
Belediye Başkanı 'işçi giderlerimiz yüksekti, düşürmek için bu kararı aldık' demiş.
O kadınların onurları ve öz saygılarını inciterek maliyet düşürmek nasıl da kadını yok sayan bir uygulama...
Binlerce yıllık erkek egemenliğinin kadın üzerindeki acımasızlığı ve baskısı faşist bir hareket olup dile geliyor.
Kılıktan kılığa giren bu dilin, kadını zedeleyici, ezici, baskılayıcı gücü her an ortaya çıkabilir.
Kadını kamusal alanda, üretimde görmeye dayanamayan yeni-faşizm söyleminin en büyük destekçisi ise kapitalist düzenin acımazsızlığı tabii ki.
Erkek egemen düzenin dili faşizm, kuralları kapitalizm olunca kadının emeği ilk vurulan oluyor.

Nihal Kemaloğlu
Akşam / 30.07.09


--------------------------------------------------------------------------------

Caracas, Bogota elçisini çekiyor

Venezuela Cumhurbaşkanı Hugo Chavez, sınır komşusu Kolombiya'daki büyükelçisini geri çekeceğini ve iki ülke arasındaki ilişkilerin dondurulacağını açıkladı.


Devlet televizyonunda konuşan Hugo Chavez, Kolombiya'yla ikili ticaret anlaşmalarını da askıya alacaklarını belirtti.

Venezuela ile Kolombiya arasında, Kolombiya'daki Marksist FARC gerillalarına sağlanan cephaneyle ilgili anlaşmazlık yaşanmıştı.

Kolombiya hükümeti, sol kanat FARC gerillalarının kamplarında Venezuela'nın İsveç'ten satın aldığı roket atarlara rastlandığını ileri sürmüştü.

Chavez açıklamasında bu iddiaları reddetti ve Kolombiya hükümetinin sorumsuzca davrandığını belirtti.

Venezuela lideri, "Bogota'daki büyükelçimizin geri çekilmesi emri verdim. Kolombiya'yla ilişkilerimizi donduracağız." dedi.

Ticari ilişkilerin de askıya alınacağı uyarısında bulunan Chavez, Kolombiya'dan yapılan ithalatın Brezilya ve Ekvador gibi diğer ülkelere aktarılacağını söyledi.

Venezuela, Kolombiya'nın en büyük ticari ortaklarından biri. Ülke ticaretinin yaklaşık üçte biri Venezuela'yla yapılıyor.

Bogota hükümeti, Pazartesi günü, askerlerinin bir FARC kampına düzenledikleri baskında baskın İsveç yapımı tanksavar silahlar bulduklarını açıklamıştı.

İsveçli yetkililer, bu silahların 1980'lerde Venezuela'ya sattıkları silahlar olup olmadığını araştırmak üzere soruşturma başlattıklarını söylüyor.

Kolombiya'daki Marksist FARC gerillaları 1960'lı yıllardan bu yana Bogota hükümetine karşı silahlı mücadele veriyor.

Üs tartışmaları

BBC'nin Caracas'taki muhabiri Will Grant, iki ülke ilişkilerinin Kolombiya'nın topraklarındaki dört askerî üssü ABD'nin kullanımına açacağını açıklamasından bu yana gergin olduğuna dikkat çekiyor.

Washington ve Bogota yönetimleri Kolombiya'da uyuşturucu kaçakçılığıyla mücadeleye yönelik bir ikili anlaşma imzalamak için pazarlıkları sürdürüyorlar.

Venezuela Cumhurbaşkanı Chavez, bu adımından ötürü, komşu ülkelerden Kolombiya'yla ilişkilerin gözden geçirilmesi yönünde talimat vermişti.

Chavez, bunun Kolombiya'yı "Latin Amerika'nın İsrail'i" haline getirme çabasının bir parçası olduğunu ileri sürüyor.

BBC Turkish

Irak’ta Halkın Mücahitleri’ne kanlı operasyon

Irak güvenlik güçleri, İranlı muhalif Halkın Mücahitleri Örgütü'nün Irak'taki Eşref kampına operasyon düzenleyerek kampın kontrolünü ele aldığı, çıkan olaylarda en az 3 kişi öldü, 320 kişi de yaralandı.

Irak güvenlik güçleri, İranlı muhalif Halkın Mücahitleri Örgütü'nün kampına operasyon düzenledi ve kampın kontrolünü ele geçirdi.

Irak polisi, Bağdat'ın kuzeyinde Diyala bölgesinde yer alan kampa barışçıl yollarla girmek için örgütle yapılan görüşmelerin başarısızlıkla sonuçlandığını belirtti.

Bölgeden gelen ilk bilgilere operasyonda 3 kişi öldü, 320 kişi yaralandı ancak Iraklı yetkililer bu bilgiyi henüz doğrulamadı.

Irak polisi, Bağdat'ın kuzeyinde Diyala bölgesinde yer alan, 3 bin 500 kişinin yaşadığı ve 1980'li yıllarda inşa edil kampın kontrol altına alındığını, kampta yaşayan 50 kadar kişinin de gözaltına alındığını açıkladı.

Irak'taki Amerikan birliklerinin komutanı Korgeneral Ray Odierno, kampa operasyon düzenlenmesine şaşırdığını belirterek, Iraklı yetkililerin şimdiye dek İranlı muhaliflere ‘insani bir biçimde muamele ettiğini’ kaydedetti ve ''Bunu yapacaklarını bilmiyorduk'' dedi.

Odierno ayrıca, İran'ın Irak'a yönelik politikasını eleştirdi. İran'ın Irak'ta yapılacak seçimleri etkilemeye çalıştığını savunan Odierno, Tahran rejiminin özellikle Irak'taki Şiiler üzerinde ‘yumuşak güç’ kullanmaya çalıştığını söyledi.

Radikal

Örtülü ödenekten 6 ayda 206 milyon harcandı

Başbakanlık, yılın ilk yarısındaki harcamalarının dökümünü çıkardı. İstihbarat, savunma, devlet itibarı gibi amaçlarla kullanımı Başbakan’ın emrine sunulan örtülü ödenekten 6 ayda 206 milyon lira harcandı.

Başbakanlık kurumsal mali durum ve beklentiler raporuyla ilk altı aydaki harcamalarının detayını açıkladı.

1 milyar 837 milyon liralık bütçenin yüzde 51.1'ine denk gelen 940 milyon lirası ilk yarıyılda harcandı. Yıl sonu gerçekleşme tahmini ise 2 milyar 73 milyon lira. Başbakanlık, bütçe ödeneğinin 236 milyon lira üstünde harcayacak.

Personel ve sosyal güvenlik ödenekleri yetmeyecek, ek kaynağa ihtiyaç olacak. Örtülü ödenek harcamalarıyla ilgili detaylar da dikkat çekici. Başbakanlık bütçesinde oran olarak en yüksek gerçekleşme, başlangıç ödeneğinin yüzde 1.208 üstüne çıkan Özel Kalem Müdürlüğü harcamalarında oldu.

Daha önce Özel Kalem Müdürlüğü bütçesinde gösterilen il özel idarelerine yardım ödeneği başka bir birime kaydırılınca Özel Kalem Müdürlüğü ödeneği 2008'e göre düşük kaldı. Ancak miktar olarak artışın kaynağı, örtülü ödenek harcamaları.

Özel Kalem Müdürlüğü'nün toplam harcaması 212 milyon lira olurken, örtülü ödenekte altı aylık harcama 205 milyon 814 bin liraya ulaştı. Örtülü ödenekten 2008'in aynı döneminde 156.3 milyon lira harcanmıştı.

2008'e göre en yüksek oransal artış ise yüzde 114.5 artan mal ve hizmet alımı giderlerinde görüldü. 30 puanlık artışın 10 puanının sebebi, yılbaşında her kurumdan yapılan kesinti oldu. diğer sebepler ise örtülü ödenek harcamalarıyla önceki yıllarda ertelenen ihtiyaçların bu yıl karşılanması olarak belirlendi.

Rapor, örtülü ödenek harcamalarının, yıl içindeki ihtiyaçlar nedeniyle çoğu zaman çok yüksek olduğuna dikkat çekiyor. Bütçesinde gösterilmesine rağmen Özel Kalem Müdürlüğü'nün örtülü ödenek kullanımında takdir yetkisi bulunmadığı da vurgulanıyor.

NTVMSNBC

Zenginlerin aşıya hücumu yoksulları kaygılandırdı

Birçok ülkede domuz gribine yakalananların sayısı hızla artarken, tüm dünya ekim ayında piyasaya çıkacak aşıyı bekliyor.
Dünya Sağlık Örgütü zengin ülkelerin büyük siparişleri yüzünden yoksul ülkelerin açıkta kalacağı uyarısında bulundu.

Bir yıl içinde dünyadaki tüm laboratuvarlarda ancak 900 milyon doz domuz gribi aşısı üretilebileceği belirtililiyor.

Dünya nüfusu ise 6 milyar 800 milyon.
Amerika Birleşik Devletleri domuz gribi aşısı için bir milyar dolarlık bütçe ayırdı.

İngiltere, bu yıl içinde 30 milyon kişinin aşılanmasını planlıyor.

Almanya 50 milyon, Fransa da 94 milyon doz aşı siparişi verdi.

Amerika Birleşik Devletleri'nde Sağlık Bakanlığı'na bağlı bir komisyon, aşı için önceliğin hamile kadınlar, sağlık sektörü çalışanları, çocuklar ve 24 yaşın altındaki kişilere verilmesi tavsiyesinde bulundu.

Amerika'da bu gruplara toplam 150 milyon kişi giriyor.

Ancak komisyon ekime kadar yeterli aşı stoğunun olmaması durumunda bu listenin değiştirileceğini açıkladı.
Domuz gribinden daha az etkilenen yaşlılara ise normal grip aşısı yaptırmaları öneriliyor. BBC'nin Washington'daki muhabiri Daniel Sandford, 10 hafta önce zirveye çıkan aşı vaka sayısının azalmakta olduğu bildirdi.
Ancak uzmanlar, özellikle sonbahar aylarıyla birlikte havaların soğuması ardından vaka sayısının yeniden artacağı tahmininde bulunuyor.
Amerika Birleşik Devletleri'nde çarşamba günü yayımlanan yeni bir rapor özellikle hamile kadınların H1N1 virüsüne yakalandıktan sonra hastanede tedavi görme gereksiniminin yüksek olduğuna dikkat çekiyor.
Rapora göre, hamile bir kadının domuz gribinine yakalandıktan sonra hastanelik olma olasılığı sıradan insanlarla karşılaştırıldığında dört kat daha fazla.

BBC Turkish / 30.07.09


--------------------------------------------------------------------------------

Kemal Türkler davasında zamanaşımı oyunu mu?

Kemal Türkler davasına 'ödenek yokluğu' nedeniyle sanık getirilmeyince avukatlar araştırdı ve aslında ödeneğin olduğunu ortaya çıkardı. DİSK avukatları davanın zamanaşımına sokulmaya çalışıldığını öne sürüyor.

Eski Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) Genel Başkanı Kemal Türkler’in 1980 yılında öldürülmesine ilişkin davada, sanık Ünal Osman Ağaoğlu’nun 2 Temmuz’daki son celsede duruşmaya getirilmeme nedeni olanak gösterilen ‘ödenek yokluğu’ savunması asılsız çıktı. DİSK avukatları davanın zamanaşımına girmesinin hedeflendiğini öne sürüyor.

Türkler’i cinayetinin tetikçisi olduğu iddiasıyla yargılanan Ağaoğlu’nun beraat kararı Yargıtay’da ikinci kez bozulması sonrası dava Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yeniden görülmeye başlanmıştı. Başka bir davadan ötürü Bandırma M Tipi Kapalı Cezaevi’nde bulunan Ağaoğlu, 11 Haziran’daki duruşmaya hukuk fakültesi sınavlarına girdiği için katılmazken, 2 Temmuz’daki celseye ise, cezaevinin mahkemeye gönderdiği yazıya göre, ‘ödenek yokluğu’ndan getirilmedi. Bu yüzden Ağaoğlu’nun bozma kararına ilişkin ifadesi alınamamış ve yargılamaya geçilememişti.

DİSK avukatı Nevdet Okcan, duruşma sonrasında bunu Adalet Bakanlığı’na sordu. Adalet Bakanlık Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü 15 Temmuz’da DİSK’e gönderdiği yanıtta, sanıkların duruşmalara getirilip götürülmesi için cezaevine 2009’da 96 bin 450 TL ödenek gönderildiği belirtildi.

Okcan, cinayetin 22 Temmuz 1980’de işlendiğini anımsatarak, sanık avukatlarının davayı zamanaşımını sokmak istediğini, kendi hesaplarına göre bu süre için bir yıl kaldığını belirtip şöyle dedi: “Bizce bu tür suçlarda zamanaşımını olmaz. Ama onlar zamanaşımına sokmak istiyorlar. Buna oynuyorlar tabi.”

Davayı takip eden avukat Rasim Öz ise amacın zamanaşımı değil, yedi TİP’linin katlinden ötürü Ağaoğlu hakkında kesinleşen cezaya ilişkin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nce (AİHM) verilen lehte kararın çıkmasını beklemek. Yedi TİP’li cinayetinde hakkında kesinleşmiş ceza bulunan Ağaoğlu, davayı AİHM’e taşımış, AİHM adil yargılanmanın ihlal edildiğini açıklamıştı.

Radikal / 30.07.09


--------------------------------------------------------------------------------

Alpagut işçisi Grvede...

Çorum’da kurulu bulunan Alpagut Linyit İşletmesi, Türkiye işçi sınıfı tarihinde önemli bir yere sahiptir. 1969 yılında Alpagut işçilerine düşük ücret ve uzun çalışma saatleri dayatılır. Ücretler ise tam bir pervasızlıkla parça parça ödenir. Yerin onlarca metre altında çalışan işçiler, alınmayan işgüvenliği tedbirleri ile daha kötü koşullarda, ölümle burun buruna çalışmaya zorlanır. Alpagut patronunun bu saldırıları karşısında neler yapılabileceğini tartışan işçiler, aralarından temsilciler seçerek, Ankara’ya örgütlü oldukları Maden İşçileri Sendikası’na basınç yaparlar. Ancak sendika hiçbir tutum almaz. İleri sürülen talepler üretimin düşüklüğü bahanesiyle reddedilir. Alpagut patronu sendikanın da tutum almamasını fırsat bilerek işçilerin maaşlarını 73 gün boyunca ödemez.

Bunun üzerine 786 Alpagut işçisi sendikaya rağmen 13 Haziran günü işletmeyi işgal ederek, yönetime el koyarlar. İlk iş olarak bütün işçilerin katıldığı İşçi Genel Kurulu oluşturulur. Üretim ve satış tekrar düzenlenir. İşçi Genel Kurulu tarafından seçilen temsilcilerden oluşan İşçi Konseyleriyle işletmeyi yönetmeye başlarlar. Sekizer saatlik üç vardiya sistemine geçilir. Vardiyası biten işçi 8 saat daha kalarak işletmeyi korur. Patronun üretim düşük söylemiyle hiçbir talebi kabul etmediği, zarar ediyoruz söylemiyle işçilerin ücretlerinin ödenmediği Alpagut, 2 hafta içinde kar etmeye başlar. Üretim % 50 artar. Günlük satış 8 bin liradan 40 bin liraya çıkar. İşgalin ardından sendikada gelerek işletmenin yönetimine katılır.

Alpagut işçileri hayata geçirdikleri bu olayla üretenler olarak, yönetebileceklerini de göstermiş oldular. İşçiler olmadığında çalışmayan işletme, patron olmadan işçilerin kendi yönetimiyle bir düzene girmiş, üretim artarak, kar edilmeye başlanmıştır. Alpagut’un etkisinin kendi sınırlarını aşarak yayılacağından korkan sermaye devletini ise korku sarar. Patronların karlarına kar katmalarını sağlayan, zevk-i sefa içinde yaşamaları için çalışan, dünyanın bütün zenginliklerini yaratan “ayak takımı”, bir işletmede yönetime el koyarak, kendisi için üretir. Bunun ülke geneline yayılması demek patronların sonu anmalına gelir. Bu korku ve telaşla İçişleri Bakanlığı devreye girer. Ankara’dan Çorum’a jandarma birlikleri sevk edilir. Maden ocağı jandarma birlikleri tarafından kuşatılır. Sendikacılarında çabalarıyla işçiler 35 gün sonra işletmeden çıkartılır. İşgale öncülük eden işçiler işten atılır. İşçiler eylemlerine iki gün madene inmeyerek devam ederler. Daha sonra patronlar toplu sözleşme imzalanır. Atılan işçiler tekrar işe alınır. Alpagut işçilerin talepleri üzerine Türkiye Kömür İşletmelerine devredilir.

Alpagut işçileri Türkiye’de bir ilki gerçekleştirerek önemli bir deneyime imza attılar. İşçi sınıfına izlenmesi gereken yolu tüm açıklığıyla gösterdiler. İşçileri “ayak takımı” olarak görenlere, yönetimi aldıklarında neler yapabileceklerini de gösterdiler.

40 yıl sonra Alpagut’ta fiili grev...
Aradan geçen kırk yılın ardından, Alpagut işçileri yine mücadele yolunu seçtiler ve fiili bir grev başlattılar. Türkiye Kömür İşletmeleri’nden özelleştirme ile özel sektöre geçen Çelikler Alpagut Dodurga Linyit İşletmesi’nde ücret anlaşmazlığı nedeniyle 200’e yakın işçi geçtiğimiz cuma günü fiili olarak greve çıktı.

Krizle birlikte çalışma koşulları daha da ağırlaşan Alpagut işçileri bir dizi haktan yoksun çalışıyorlar. Sosyal haklarının neredeyse hiçbirisi verilmiyor. Bir yıldır maaşlarına zam yapılmıyor. Ustalar 800 TL, usta yardımcıları 653 TL, normal işçiler ise 567 TL alıyor. “% 8 zam yaparım, beğenen çalışsın, beğenmeyen gitsin” diyen Alpagut patronu, işçilerin günlük ücretlere seyyanen 5 TL zam talebini, zarar ediyoruz söylemiyle vermiyor. Alpagut işçileri ise patronun dayatmalarına karşı grev silahıyla cevap verdiler.

Üç vardiyanın da ocağa inmemesi sonucu Alpagut Linyit’te üretim tamamen dururken Alpagut işçileri talepleri kabul edilinceye kadar greve devam edeceklerini söylüyor ve kazanacaklarına inanıyorlar. 40 yıl önceki Alpagut işçilerinin mücadele geleneğini yaşatıyorlar. Krize karşı sınıf kardeşlerine izlenmesi gereken yolu gösteriyorlar.

29 Temmuz 2009 Çarşamba

İşte o JİTEM'cilerin listesi

Eski JİTEM itirafçısı Abdülkadir Aygan, 1990-2000 yılları arasında JİTEM görev yapmış askerlerin listesini yayınladı. Aygan, Hükümete ve savcılara sesleniyor, JİTEM yapılanmasını deşifre ediyor. Listede Veli Küçük, Arif Doğan, Cem Ersever gibi isimler yer alıyor.
Aygan, Kürdistan'da kirli savaş yöntemi olarak kullanılan faili meçhul cinayetlerinin arttığı 1990-2000 yılları JİTEM'de görevli askerlerin isimlerin internetten deşifre etti.
Kimler yok ki. Ergenekon tutuklusu emekli Tuğgeneral Veli Küçük... Gatakulli ile tahliye edilen albay Arif Doğan... Evinde ölü bulunan Amanoslar'da kirli savaş tufanı Abdulkerim Kırcı...
JİTEM'de emir-komuta zinciri
Aygan, “Hükümete ve savcılara son çağrımdır” başlıklı yazısında, Ergenekon soruşturması kapsamında her türlü bilgi ve belgeyle birlikte yardıma hazır olduğunu dile getirdi. Aygan, yazıda, "İş işten geçmeden bu şer odaklarının yakasına yapışınız. Mazlum ve çilekeş halk sizi destekleyecektir" ifadelerine yar verdi.
Aygan, emir komuta zinciri, kontrgerilla örgütünün yapılanması hakkında şöyle bilgiler verdi : “Normal insanların özel hayatı bile JİTEM şefleri tarafından kontrol altındayken, sivil memur çalışanlar emirsiz hareket edebilir mi? JİTEM'de personel adımını dışarı atmadan önce görev formu doldurulur. Göreve çıkan personelin kimliği, görevin niteliği, görev yeri, görev başlangıç ve bitiş tarih ve zamanı, hepsi resmî görev defterine işlenir. Göreve gönderen kimdir? Teşkilatın amiri. Demek ki yapılan her şey emir-komuta zinciri içerisinde ve amirin talimatıyla yapılmıştır.”
JİTEM'in ucu karargahta
Aygan'ın JİTEM yapılanmasını ise şöyle açıkladı:
İSTİHBARAT BAŞKANI: General, Jandarma Genel Komutanlığı karargahında.
JANDARMA GRUP KOMUTANLIĞI (JİTEM): Ankara'da, albay, yarbay, binbaşı.
GRUPLAR KOMUTANLIĞI: Ankara-İstanbul-Adana-Mersin-Samsun ve Antalya JİTEM Tim komutanlıkları. (Tim komutanlığı görevinde yüzbaşı, üsteğmen veya teğmenler görevlendirilmişti.) Diyarbakır JİTEM Grup Komutanlığı'na bağlı: Batman-Elazığ-Mardin-Silopi-Van-Hakkari ve Erzurum JİTEM Tim komutanlıkları vardı.
Listede 56 kişi var
Listede yer alan isimler ise şöyle:
SUBAYLAR: Ali Akgöz, Veli Küçük, Arif Doğan, A. Cem Ersever, Aytekin Özen, Nurettin Ata, Hüseyin Kara, Ali Yıldız, Abdulkerim Kırcı, Cahit Aydın, Cemal Temizöz, Kadir Tahir, Zahit Engin, Savaş Gevrekçi, Tunay Yanardağ, Mustafa Karaduman, Musa Sümbül, Osman Aksu, Fatih Aslan.
ASTSUBAYLAR: Osman Altıntaş, Mehmet ..., Adnan Erdeve, İbrahim Gökçeyrek, Necmettin Çekiç, Ali Tellioğlu, Seyfullah Cural, Ali Savar, Ergün Çetin, Üzeyir Demirhan, Yusuf Aslan, Ufuk Kırılmaz, Şaban Bayram.
UZMAN ÇAVUŞLAR: Mustafa Uzel, Yakup Toprak, Cemal Yaşar, Recep Kara, Yüksel Uğur, Abdulkadir Öztürk, Şerif Yıldız, Murat Kaya, Mustafa Genç, Tuncay Şahiner, Mürsel Gözütok, Yavuz Gündoğdu, Oktay Yazıcı, Ahmet Karaçar ve Fevzi Yılmaz.

SİVİL MEMURLAR: Kemal Emluk, Saniye Emluk, Hatice Elmas, Serpil Toprak, Abdülkadir Aygan, Abdulkadir Karataş, Hasan Adak, Abdullah ve Hoca.

Zana’ya 1 yıl 3 ay hapis cezası

DEP Eski Milletvekili Leyla Zana İngiltere’de yaptığı bir konuşmada “İnsanlar için beyin ve yürek neyse Kürtler için de Abdullah Öcalan ve PKK aynı şeydir” sözlerinden dolayı “örgüt propagandası” yaptığı iddiasıyla 1 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırıldı.
DEP Eski Milletvekili Leyla Zana İngiltere’de yaptığı bir konuşmada “İnsanlar için beyin ve yürek neyse Kürtler için de Abdullah Öcalan ve PKK aynı şeydir” sözlerinden dolayı “örgüt propagandası” yaptığı iddiasıyla 1 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırıldı.
Diyarbakır 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nde dün görülen Zana’nın katılmadığı duruşmada, Avukatları Cabbar Leygara, Meral Danış Beştaş ve Hayrettin Güzel hazır bulundu.
Zana’nın Avukatlarından Leygara savunmasını, Leyla Zana’nın siyasi hayatı ve kişiliği uluslararası kamuoyu tarafından tanınması ve son dönemlerde Kürt sorununun çözümü konusunda yoğunlaşan tartışmalar üzerine kurdu. Laygara, Zana’ın konumu gereği Kürtler PKK ve Öcalan hakkındaki görüşlerini kamuoyu ile paylaştığını söyledi. Laygara, “Müvekkilim Leyla Zana, fikir ve düşüncelerini açıklarken, hiçbir kaygıya kapılmadan cesurca açıklar. Amacı yıllardır siyasette elde ettiği tecrübelerini halkla paylaşmaktır” dedi.
Zana’nın kamuoyu tarafından bilindiğini ve açıklamalarının propaganda amacı taşımadığını ifade eden Leygara, Zana’nın dünyanın saygın üniversitelerinde konuşma yapmak amacı ile davet edilirken, Türkiye’de dava açılmasını Türkiye’deki hukuk sisteminin durumunu gösterdiğini söyledi.
KÜRT SORUNU TARTIŞILIRKEN!
Savunmasında Kürt sorununun “resmi” ideolojinin kıskacından kurtarılması gerektiğini belirten Leygara, yapılan düzenlemelerin de Kürt sorunu çözümü açısından yeterli olmadığını söyleyerek, “Hayatın gerçeği karşısında hiçbir doğma tutunmamıştır. Doğaldır ki egemen olan dogmatik olan resmi ideoloji de tutunamamaktadır” dedi. Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök’ün “Kürt sorunun çözümü için Öcalan’ı dikkate almak gerekiyor” ve AKP’li milletvekillerinin “Gerekirse Öcalan’la görüşülmeli” sözlerini hatırlatan Laygara, “Yani Öcalan muhatap alınmalıdır diyorlar. Müvekkilimin söyleminden bir adım öndeler. Bir yıl sonra Öcalan PKK, Kürt sorunu, af tartışmaları müvekkilimin tespitlerinin çok ilerisinde olacaktır. Bütün bunlar bir arada düşünüldüğünde müvekkilimin propaganda yapma kastı taşımadığı ortadadır” diyerek, Zana’nın beraatını istedi. Laygara’nın ardından savunma yapan Meral Danış Beştaş da, Zana’nın sözlerinin düşünce ve ifade kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini belirtti. Kürt sorununun tartışıldığı bir dönemde mahkemenin kararının bir ilk olmasını temenni ettiklerini ifade eden Danış, müvekkilinin beraatını istedi.
CEZA ERTELENMEDİ
Mahkeme heyeti, Zana’yı TMK’nın “örgüt propagandası yapmak” fiilini düzenleyen 7/2 maddesi uyarınca 1 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırdı. Zana’ın duruşmadaki iyi halini göz önünde bulunduran mahkeme heyeti, cezayı 1 yıl 3 ay hapse indirdi. Mahkeme heyeti, ayrıca Leyla Zana’ya verilen ceza için başka bir seçeneğe ve ertelenmesine yer olmadığına karar verdi. (DİYARBAKIR)

İŞTE CAZİBE MERKEZİ

Giresun beş gün aradan sonra ikinci kez sele teslim oldu. Geçen perşembe günü kentin batı yakasındaki Bulancak İlçesi ve çevresinde etkili olan sel,bu kez de doğu yakasını vurdu. Yüzlerce ev ve işyeri sular altında kaldı, ilçelerle ulaşım kesildi.
Giresun beş gün aradan sonra ikinci kez sele teslim oldu. Geçen perşembe günü kentin batı yakasındaki Bulancak İlçesi ve çevresinde etkili olan sel, bu kez de doğu yakasını vurdu. Yüzlerce ev ve işyeri sular altında kaldı, ilçelerle ulaşım kesildi. 12 saat aralıksız yağan yağmur kentin bütün altyapı sistemi çökertti.
Selin bu kadar etkili olmasında en önemli faktörün ise suyun denize akışını engelleyen Karadeniz Sahil Yolu olduğu belirtildi. Yıllardır halkın ve uzmanların karşı çıkmasına rağmen yapımında ısrar edilen, AKP Hükümetinin de bolca propagandasını yaptığı yol özellikle Doğu Karadeniz’deki kentleri yaşanmaz hale getirdi.
VUSLATA ERİLEN GÜN
Karadeniz Sahil Yolu’nun açılışında konuşan Başbakan Tayyip Erdoğan bu yol ile Karadeniz Bölgesi’nin bir ekonomik cazibe merkezi olacağını iddia etmiş, dönemin Bayındırlık ve İskan Bakanı Faruk Nafiz Özak da Karadeniz Sahil yolunu överek “Bugün bir rüyanın gerçek olduğunu görüyoruz. Yıllar süren çileden sonra vuslata erilen gündür” demişti.
Önceki gün yaşanan selin ardından konuşan Giresun Belediye Başkanı CHP’li Kerim Aksu, Karadeniz Sahil Yolu’nun sadece koyları ve doğal güzellikleri değil şehirleri de mahvettiğini kaydetti.
YİNE DERELER TAŞTI
Doğu Karadeniz Bölgesi’nin sahil kesiminde bir haftadır etkisini gösteren yağmur, 5 günlük aranın ardından Giresun’u yeniden etkisi altına aldı. Önceki gün akşam saat 19.00’da başlayan ve sabaha kadar aralıklarla etkisini sürdüren şiddetli yağış nedeniyle kentin ana arterleri trafiğe kapandı. Kentte yüzlerce dükkan ve konutu su bastı. Şehrin doğu yakasındaki Aksu, Boğacık ve Sütlaç dereleri taştı. Yer yer heyelanların meydana geldiği Giresun-Sivas karayolu ulaşıma kapandı.
Giresun kent merkezinde sık sık elektrik kesintileri yaşandı. Yağışın kentin ana arterlerini sular altında bırakması nedeniyle şehir içi ulaşım felç oldu, sokaklarda büyük çukurlar ve çökmeler meydana geldi. Giresun Belediyesi itfaiye ekiplerinin mahsur kalan toplam 16 kişiyi kurtardığı öğrenildi.
Selin yaptığı tahribat da gün ışıkları ile beraber ortaya çıktı. Bazı noktalarda sel kaldırımı sökerek çukurlar oluştururken, Karadeniz Sahil Yolu’nda su birikintileri nedeniyle ulaşım kontrollü sağlanıyor.
CAN KAYBI YOK
Günün ilk ışıkları ile birlikte esnaf iş yerinde su tahliye çalışmalarına başladı. Diğer yandan Giresun’da aralıklı bir şekilde yağmur devam ediyor. Giresun Belediye Başkanı Kerim Aksu ise çöken evler olduğunu, yolların bozulduğunu ama can kaybını bulunmadığını açıkladı. Şu ana kadar 3 evin çöktüğünü dile getiren Aksu, yağışın devam etmesi sebebiyle kaç ev işyerini su bastığı konusunda bilgi alamadıkları için rakam veremeyeceğini ama binden aşağı olmayacağını tahmin ettiğini sözlerine ekledi.
Duroğlu Beldesi’nde Aksu Nehri’nin yan kollarının taşması sonucu Giresun-Dereli yolu da kapandı. Yol üzerinde büyük tonajlı araçların geçişlerine izin verilmiyor. Güzergâhtaki çok sayıdaki ev selden etkilendi. Rasim Aydın’ın aracı sel sularının getirdiği çakılların altında kaldı. Evinin etrafında toprak kayması olan Aydın’ın küçükbaş hayvanları telef oldu.
7 KİŞİ SON ANDA KURTULDU
Giresun-Dereli yolu üzerinde Selime-Mehmet Devrim çiftinin evi sabah toprak kaymasının etkisinde kaldı. Ailenin çocukları ve misafirleriyle birlikte evde bulunan 7 kişiyi Mehmet Devrim’in dikkati kurtardı. Devrim, 30 yılda biriktirdiklerinin bir anda kaybolduğunu dile getirdi.
ULAŞIM FELÇ
Duroğlu Beldesi’nden geçerek Aksu deresine bağlanan küçük bir derenin tahrip ettiği Karadeniz Sahil Yolu’nu açma çalışmaları suyun şiddeti nedeniyle yarım bırakıldı. Oluşan kuyruk nedeniyle bazı araçlar yüksek köy yollarından Giresun’a ulaşmaya çalıştı. Karadeniz Sahil Yolu bir saat süreyle ulaşıma kapandı. Sivas yolu güzergahındaki Dereli, Şebinkarahisar, Alucra ve Çamoluk ilçelerine uzun süre ulaşım sağlanamadı. Yağmur enerji nakil hatlarını da etkiledi.
AFET BÖLGESİİLAN EDİLDİ
Bayındırlık ve İskan Bakanı Mustafa Demir, Giresun’un afet bölgesi ilan edildiğini açıkladı. Giresun’da selden zarar gören yerlerde incelemelerde bulunan Bakan Demir, “Giresun, 7269 Sayılı yasaya istinaden, afet bölgesi ilan edildi” dedi.
Özellikle kırsal kesim ve belediyelerdeki tüm altyapı hasar tespitleri yapıldığını anlatan Bakan Demir, şunları söyledi: “Bunlara ilişkin hem bakanlığımız kaynaklarından, hem özellikle belediyelerle ilgili Maliye Bakanlığımızdan ödenekler talep ederek, söz konusu hasarların giderilmesi ve özellikle yenilerinin yapılmasına harcanacak. Acil ihtiyaçlar için Valiliğimize, Belediyemize bir miktar kaynak aktarılmıştır. Başbakanlıktan ve bakanlık Acil Ödenek Fonu’ndan Giresun’a 700 bin liraya yakın para intikal etti. Başbakanlıktan da 600 bin lira para geldi. Bunlar, vatandaşların iaşeleri, acil barınmaları, kurtarma çalışmalarında harcanacak olan paralar. Şu anda valimize ulaşmış durumda.”
SELZEDE KADINDAN BAKAN’A TEPKİ
İncelemelerde bulunmak için Giresun’a giden Bayındırlık ve İskan Bakanı Mustafa Demir’e Keşap İlçesi’ne bağlı Yolağzı Köyü’nde bir kadın tepki gösterdi. Bakan Demir’in yolunu kesen Yüksel Güzel, “Buraya gösteriş için gelmeyin. Bizim de sorunlarımızı dinleyin” diyerek, Yolağzı deresinin kenarındaki evinin her su taşkınında zarar gördüğünü, başvuruda bulunmasına rağmen hiçbir önlem alınmadığını söyledi.
FINDIĞA ZARAR VERECEK
Yaklaşık 1 hafta sonra hasat edilmeye başlanacak olan fındığın da aşırı yağışlardan etkilenebileceği dikkat çeken Giresun Ziraat Odası Başkanı Özer Akbaşlı da bir hafta önce meydana gelen sel felaketi sonrasında fındık arazilerinde hasar tesbiti için çalışma başlattıklarını belirtti. “Ancak daha bu çalışma bitmeden benzer, hatta daha da büyük bir felaket yaşadık. Hasar tespiti sonrasında fındığın gördüğü zararı belirlemeye çalışacağız. Ayrıca bu yıl fındık ürününde bakteriyel yanık görüldü. Şimdi korkumuz bunun yağışla yayılması” diyen Akbaşlı, yeni fındık stratejisi kapsamında 750 kodunun üzerindeki fındıklıkların söküleceği yönündeki kararı da hatırlatarak, toprağı tutan fındığın sökülmesi halinde bölgede ileride daha büyük sel felaketlerinin yaşanabileceğini kaydetti.
SEL VE HEYELAN RİSKİ SÜRÜYOR
Meteoroloji Genel Müdürlüğü Uyarı ve Tahminler Sorumlusu Ümit Turgut Giresun’un 10 günde metrekareye 405 kg yağış aldığını belirterek “Burası bu yönüyle 100 yılın felaketini yaşıyor” dedi. Turgut, “Özellikle hafta sonuna kadar yağışlar devam edecek. Giresun’un 10 günlük yağış miktarlarını topladım, metrekareyi 405 kg yağış düşmüş. Son 59 yılın en ciddi miktarı. Hafta sonuna kadar yağış sürecek, eski şiddetinde olmayacak ama artık toprak doygun halde... Bundan sonraki miktarlar yeniden akışa geçecek, bu da sel ve heyelan riskini beraberinde getiriyor” dedi.

Hükümetin gözü dışarıda

Kürt Sorununun çözümüne ilişkin önceki gün Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’den gelen sorunu Türkiye kendi inisiyatifi ile çözmeli açıklamasının tersine sınır ötesinde çözüm arayışları sürüyor.
Kürt Sorununun çözümüne ilişkin önceki gün Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’den gelen sorunu Türkiye kendi inisiyatifi ile çözmeli açıklamasının tersine sınır ötesinde çözüm arayışları sürüyor.
Ankara’da toplanan üçlü zirvenin gündeminde Kuzey Irak’taki PKK varlığı, Mahmur Kampı’nın kapatılması gibi başlıklar yer aldı. PKK’ye karşı Türkiye, Amerika Birleşik Devletleri ve Irak tarafından oluşturulan üçlü mekanizma toplantısı Ankara’da yapıldı.
Üçlü mekanizmanın bakanlar düzeyindeki ana komitesinin üçüncü toplantısı Dışişleri Bakanlığı’nda yapıldı.
19 kişilik Irak heyetine, Irak’ın Ulusal Güvenlikten Sorumlu Devlet Bakanı Şirvan El Vaili başkanlık etti. Heyette, Kuzey Irak’taki Bölgesel Kürt Yönetimi Yetkilisi Necip Osman da yer aldı. Toplantıda, Türk heyetine İçişleri Bakanı Beşir Atalay başkanlık yaptı. Amerika Birleşik Devletleri’ni ise, Irak’taki Çok Uluslu Gücün Komutan Yardımcısı Steven Hammer temsil etti.
ATALAY: SOMUT SONUÇ PEŞİNDEYİZ
Toplantıya ilişkin açıklama yapan İçişleri Bakanı Beşir Atalay üçlü mekanizmaya her üç tarafın da verdiği önemin ortaya konduğunu söyledi. Atalay toplantıda, son toplantıdan bu yana elde edilen gelişmelerin ele alındığını, önümüzdeki dönemde atılması gereken adımların gözden geçirildiğini söyledi.
Atalay “Kuzey Irak’taki hareketliliği değerlendirdik. Türkiye olarak daha somut sonuçlar peşindeyiz, daha fazla beklentimiz var. Güvenlik noktasında eğitim amaçlı işbirliği konusunu görüştük. Bundan sonraki toplantımızı ekim ayında Bağdat’ta yapacağız” dedi.
İçişleri Bakanı Beşir Atalay, Mahmur Kampı’yla ilgili soruya “Mahmur ve diğer konular bir bütündür. Mahmur Kampı da gündemimizde, inceliyoruz. Çok nüfus olduğu için daha fazla bilgiye ihtiyaç var. Bugünkü toplantıda bunu da konuştuk” yanıtını verdi.
Atalay, Irak’tan iadesi istenen PKK’liler konusunda “İsimler 150’nin üzerinde” açıklamasında bulundu.
KÜRT AÇILIMI BUGÜN-YARIN
Atalay, Kürt açılımıyla ilgili bakanlığın yürüttüğü çalışma konusunda da “Demokratik açılım ve soruna ilişkin çalışmalarımız sürüyor. Çok geçmeden yarın ya da öbür gün bilgi vereceğim” dedi. Irak’ın Ulusal Güvenlikten Sorumlu Devlet Bakanı Şirvan El Vaili de “PKK unsurlarını Irak’tan temizlemeyi amaçlıyoruz. Irak olarak bu konuya bütün ağırlığımızı koyuyor, çalışmalarımızı sürdürüyoruz. PKK Irak için de tehlike teşkil ediyor” dedi. (HABER MERKEZİ)

'Ediş ve Ölmez asker kurşunu ile öldürüldü' iddiası

Şırnak'ın Beytüşşebap (Elkê) İlçesi'nde DTP'li Necman Ölmez ve Ferhat Ediş'in öldürülmesinde askerlere ait kurşunun kullanıldığını öne süren Ferhat Ediş'in kardeşi Nihat Ediş, 'Kardeşim öldürüldüğü yerde bir ağacın gövdesine saplanmış mermi bulduk. Bu mermi sadece askerlerin kullandığı M-16 silahının mermisidir' dedi.

Beytüşşebap (Elkê) İlçesi'nde DTP'li Necman Ölmez ve Ferhat Ediş'in öldürülmesine ilişkin ayrıntılar ortaya çıkmaya devam ediyor. Olayda yaşamını yitiren Ferhat Ediş'in kardeşi Nihat Ediş, olayın üstünün kapatılmak istendiğini söyledi. Kardeşi ve akrabası olan Ölmez'in maddi nedenlerden öldürüldüğünün söylenmesinin doğru olmadığını ifade eden Ediş, kimsenin para için canını ortaya atmayacağını belirtti. Yaşanan olayın aydınlanması için ellerinden geleni yapacaklarını kaydeden Ediş, olayın olduğu bölgede savcılığın ardından kendilerinin de inceleme yaptığını ifade etti. Yaptıkları incelemede kardeşinin öldürüldüğü yerin hemen yanında bir ceviz ağacını saplanmış şekilde bir merminin bulduğunu belirten Ediş, merminin çelikten yapıldığını ve zırhlı araçlarda kullanıldığını belirtti. Merminin arka kısmının sekme sonucu ağaca saplandığını söyleyen Ediş, 'Bu mermi zırhlı araçlara ateş açmak için üretiliyor ve sadece askerin elinde olan bir mermidir. Hiçbir sivil insanın elinde bulunmayacak bir mermidir. Zaten sivil insanların kullanması yasaktır. Mermi M-16 tipi silahlarda kullanılıyor ve asker dışında kimsede bulunmaz. Bu ya askerdedir ya da asker birilerine vermiştir. Biz silahları iyi tanıyoruz ve merminin kimler tarafından kullanıldığı ortadadır' diye konuştu.

'Deliller görmezden gelindi'

Olayın yaşandığı yerde birçok delilin toplanmadığını belirten Ediş, merminin bile fark edilmediğini ve kendileri tarafından bulunduğunu ifade etti. İnceleme yapan savcının kendi kafasında soru işaretleri bıraktığını dile getiren Ediş, şunları ifade etti: 'Savcı beni arayarak olay yerine yaklaşmamamızı ve inceleme ekibinin helikopterler ile olay yerine geleceğini söyledi. Biz de deliller kararmasın diye olay yerine yaklaşmadık. Olay esnasında kardeşimin başına vurulan taşın üzerinde hiçbir şekilde parmak izi aranmadı. Savcıyı birçok kez ikaz ettim iyi inceleme yapması konusunda. Ancak hiçbir şekilde aldırış etmedi. Kardeşim olay yerine gelirken bisküvi ve kola getirmiş. Kola içtikleri bardaklara bile bakmadılar. Her şeyi yerinde bıraktılar. Araba bir şahıs tarafından ana cadde üzerinde tur atılmak suretiyle götürülmüş. Düşünün savcı onun üzerindeki parmak izlerini bile almadı. Direksiyona, kapıya ve vitese dokunmuştur o kişi. Ancak bunların hepsi görmezden gelindi. Öylesine bir inceleme yaptılar ve gittiler.' Olayın bir an önce aydınlanması gerektiğini dile getiren Ediş, ayrıca olay yerinde sadece 3 kişinin nöbet tuttuğunu söyledi.

'12 kişilik transit aracı olay yerinde görülmüş'

Bir nöbet yerinde, siyah ve beyaz bir mont, yöre halkının kullanmadığı kanlı peçete bulduklarına değinen Ediş, merminin hangi silahtan çıktığının ortada olduğunu ancak Adli Tıp raporunda bunun yazılmadığını söyledi. Olayda buldukları mermilerin Hançer Timi tarafından da kullanıldığını belirten Ediş, 'Görgü tanıklarının bize anlattığı kadarıyla içinde 12 kişinin bulunduğu bir aracın olayın yaşandığı saatte olay yerinde olduğu yönündedir. Ancak kaç kişinin içinde olduğuna ilişkin kesin bir şey yoktur. Taksiyi sürerek köyler arasında tur atan kişinin yöresel kıyafetli, pos bıyıklı birisi olduğunu söylediler. Ayrıca kardeşimi telefon açarak çağıran kişinin numarasına ulaştık. Turkcell hattına ait bir numaradır ve kayıtlarda kimin üzerine kayıtlı olduğu yoktur. Hatta geçen gece o numarayı aradık. Önce bizim yörenin Kürtçesi'yle konuşan bir erkek çıktı ve ardından yine Kürtçe konuşan bir kadına verdi. Ve kadın hemen telefonu kapattı. Bir daha ulaşamadık. Savcı da numarayı dinlemeye aldığını söyledi' dedi.

'DTP'li oldukları için onlarca kez tehdit edildiler'

Ediş'in amcasının oğlu ve Ölmez'in yakın akrabası olan Nihat Ediş de, Ölmez ve Ediş'in onlarca kez askerler tarafından tehdit edildiğini belirtti. Her iki kişinin de DTP'li oldukları gerekçesiyle ve özellikle seçim çalışmalarına katıldıkları için Andaç Bölük Komutanlığı askerleri tarafından öldürülmekle tehdit edildiğini iddia eden Ediş, bu yaptıklarından dolayı iki akrabasının da katledildiğini kaydetti. Son olarak Ediş ve Ölmez'in yapılan tehditler yüzünden da Berxbir Festivali'ne gitmediğini söyleyen Nihat Ediş, 'Her ikisi de DTP'ye çalışırsan işin kötü olur, başına bir iş gelir, kendine dikkat et, seni cezaevine atarız şeklinde tehdit alıyordu' diye konuştu.

'YNK ve KDP arasındaki stratejik ittifak bozulabilir'

Federal Kürdistan Bölgesi'nde 25 Temmuz günü gerçekleşen parlamento ve bölge başkanlık seçim sonuçlarını değerlendiren Standart Yayınevi Sorumlusu Mesut Abdulxalq, KDP ve YNK'nin her seçimde giderek güç kaybettiğini söyledi. Özellikle YNK'nin seçimlerde ciddi oy kaybına uğradığını belirten Abdulxalq, 'Ondan kaynaklı 2002'de her iki örgüt arasında yapılan stratejik ittifakın bozulma ihtimali var. Yine KDP bu durumda hükümet başkanlığını YNK'ye vermez' dedi.

Federal Kürdistan Bölgesi'nde yapılan seçim sonuçlarını yorumlayan Standart Yayınevi Sorumlusu Mesut Abdulxalq, KDP ve YNK'nin seçimlerde büyük yenilgi ile çıktığını söyledi. Abdulxalq, 'İktidardaki bu iki örgüt nasıl ki geçmişte dağda Kürdü Kürde kırdırdılar. Şehre indikten sonra da ilk seçimde YNK ve KDP arasında çatışmalar çıktı. Biz bu seçimlerin daha olumlu ve demokratik bir ortamda geçeceğini umuyorduk. Fakat seçim sonlarına doğru Dohuk, Hewler ve başka yerlerde seçimde yine sahtekârlık ve hile yaptılar. Her ne kadar Federal Kürdistan Hükümet başkanı yapılan bu saldırılar bizim haberimiz dışında olmuş deseler de bunun mümkün olmadığını düşünüyorum. Nasıl olursa sana bağlı olan güçler senden habersiz böyle bir şey yapıyor. Halk bu seçimlerde kimi seçeceğine karar vermişti' dedi.

'KDP ve YNK güç kaybediyor'

KDP ve YNK'nin gücünün giderek kırıldığını söyleyen Abdulxalq konuşmasını şöyle sürdürdü: '1992 yılında yapılan ilk seçimde KDP ve YNK'nin her biri yüzde 50 civarında oy almışlardı. İkinci seçimde bu oran yüzde 41'e düştü. Bu sefer ki seçimlerde yapılan sahtekarlık ve hilelere rağmen KDP ve YNK ittifakla seçime girerek yüzde atmış almışlar. Yani her biri yüzde 30 civarında oy almışlar. Bu tablo açıkça her şeyi ortaya koyuyor. Goran listesi altı ay önce kurulmuş olmasına rağmen YNK'nin etkin olduğu alanlarda oy aldı. Goran'ın KDP'nin bulunduğu alanlarda faaliyet yürütmesine çok fazla müsaade etmediler.

Yine Goran listesinin başkanı olan Noşurvan Mustafa'nın geçmişi de oy almasını engelledi. Behtinan alanında bu yönlü çok fazla anti propagandası yapıldı. Örneğin Noşurvan Mustafa'nın ulusal değil dar ve yerelci olduğu, Kürdistan'da partiler arasında yürütülen Kürdü Kürde kırdırma savaşında Noşurvan'ın ciddi rol oynadığı söylendi. Bu da halkın oy vermesini engelledi. Ben şahsen tam anlamıyla böyle olduğuna inanmıyorum olsa dahi Noşurvan 1991 yılından sonra çok fazla aktif rol oynamamıştır.'

'KDP ve YNK gizli ittifak yaptı'

KDP ve YNK arasında ittifakın çok kirli ve gizli olduğunu söyleyen Abdulxalq, 'Mesut Barzani ve Celal Talabani arasındaki anlaşma farklıdır. İşler bu anlaşmaya göre yürütülür. Mesut Barzani ile Celal Talabani arasındaki anlaşmanın ne olduğunu her iki örgütün pilot büro üyeleri bile bilmez. Hatırlarsanız Kosret Resul Ali YNK'den ayrılma noktasına geldiğinde 'Ben hükümet başkan yardımcısı ve aynı zamanda YNK Genel Sekreter Yardımcı olmama rağmen yapılan anlaşmalardan haberim yoktur. Bu anlaşmaların açıklamasını istiyorum' demişti. Federal Kürdistan Hükümeti'nin bu güne kadar iç ve dış güçlerle yapmış olduğu ittifaklar şeffaf değildir. Yapılan bu ittifaklarda her şeyden önce parti ve şahsi çıkarlar ön planda tutulmuştur. Esas olan bu çıkarlar olmuştur' diye konuştu.

'Bu ittifak bozulabilir'

YNK'nin bu seçimlerde ciddi oy kaybını söyleyen Abdulxalq, 'Ondan kaynaklı yapılan anlaşmanın bozulma ihtimali var. Yine KDP bu durumda hükümet başkanlığını YNK'ye vermez. Yine aynı şekilde KDP parlamenterleri de yarı yarıya YNK ile paylaşmayacağını da düşünüyorum. Bu sorunlardan kaynaklı hükümetin kurulması uzun bir zaman alabilir. YNK şuan bir kriz içine girmiş. Eğer YNK bu ittifakta istediklerini alamazsa KDP'ye karşı muhalefet edebilir' dedi.

ABDULLAH RAMAZAN / SERBAZ SİYAMED
DİHA

28 Temmuz 2009 Salı

ZAMLAR ZİNCİRDE BOŞANDI DAHA NE KADAR SESSİZ KALACAĞIZ !

AKP hükümeti bir yandan krizin yükünü emekçilerin sırtına bindirmek için sermaye adına paketler yayınlıyor ve sermayeden vergi indirimlerine giderken, öte yandan bütçe açığını kapatmak için dur durak bilmeden zam yapıyor. Dünyada petrol fiyatları düşerken Türkiye de AKP hükümeti 15 temmuz günü petrole yüzde 7.8’lik zam yaparak, iğneden ipliğe yüzde 20’leri bulacak zammın önü açıtı. Daha öncede elektriğe, suya ve doğal gaza yapılan zamlarla beli bükülen emekçiler, petrole yapılan yeni zamlarla , işçilere ve emekçi memurlara reva görülen 3 kuruşluk ücret zammı da kepçeyle geri alındı.

Yerel seçimler nedeniyle kesenin ağzını açan AKP hükümeti , milyarları bulan bütçe açığını kapatmak için başta doğal gaz ve petrol olmak üzere, zorunlu giderlerden su, elektrik ve taşımacılığa yüklü zam yağdırdı. Ekonomik krizin ekonomiyi daha da alabora etmesi kapitalist rejimi artan oranda bir istikrarsızlığa sürüklüyor. Bu istikrarsızlığın faturası da devlet terörü, işçi kıyımı terörü, vergi yükü ve zamlarla, işçi ve emekçi yığınların sırtına bindiriliyor.
Bilindiği üzere egemen sınıfların ve Onların hükümetleri her dönem ekonomik ve politik bunalımlarını faturasını/yükünü emekçilerin sırtına yıkmışlardır. Bugün AKP hükümeti tarafından uygulanan politikalar da aynı hedefi gütmektedir.

AKP hükümetinin “refah”, “istikrar” dediği şeye bakın enflasyon resmi yüzde 12, bütçe açığı yılın ilk yarısında da 23 milyar 205 TL, iç ve dış borç 500 milyar doları aşmış, işsizlik resmi verilere göre 4 milyonu aşmış. Bu verilen ortaya koyduğu bir gerçek var: oda ” refah” , “istikrar” dedikleri bu açmazın yükünün giderek daha fazla emekçi yığınların omuzlarına yıkıldığıdır.

AKP hükümeti, işbirlikçi tekelci burjuvaziye sınırsız kar mutluluğunu yaşatırken, derinleşen ekonomik krizin yükü; tarım ürünlerinin taban fiyatını düşük tutarak, işçilere ve memurlara yüzde 3’lük komik zam uygulayarak, alım güçlerini neredeyse sıfırlanarak emekçilere bindiriliyor. Bire bir kendisini politik düzlemde ortaya koyamasa da, sermaye sahipleri ile emekçiler arasında gelir adaletsizliği ve kutuplaşma giderek daha fazla öne çıkıyor.
Dahası, yapılan yeni zamlar ekonomik krizin faturasını tüm sonuçlarıyla ezilen ve sömürülen sınıflara çıkartmaktan başka bir anlam gelmiyor.
Başbakan Erdoğan pembe yalanlarla emekçi yığınları aldatıp, durumu olduğundan daha iyi göstermeye çalışırken ve” kriz bizi teğet geçti” derken, işçi ve emekçi yığınların yaşamlarını zamlar ve vergilerle çekilmez hale getirerek, aslında sermayenin çıkarlarından başka birşey yapmadığını gösteriyor. İşsizlik, yokluk, yoksulluk, devlet terörü ile toplumun zamlara ses çıkarmasını önleyecekler. Böylece zamlar, mevcut olan faşist baskı ve terörü daha da yoğunlaştıracaktır.
AKP hükümeti gelir uçurumlarının yaratılmasında doğan rahatsızlıklarda, özveriyi daima işçi-memur ve kır emekçileri ezilen ve sömürülen yığınlardan istemektedir. Enflasyon aşağı çekildi demagojisiyle temel girdi fiyatlarına zamlar bir birini kovalıyor.
Ücretler çok kısa zaman diliminde zamlar karşısında erirken, yine en fazla özveri istenen kesimler emekçilerdir. İşte kapitalizmin adaleti bu kadar acımasızdır. Yığınların yaşama olanaklarının hergün kısıtlanması yetmiyormuş gibi, yinede sömürücü kanlı ellerini işçi-memur ve dar gelirli emekçilerin ekmeğine uzatmaktan geri kalmıyorlar. Elbetet bu sömürünün ucu emperyalist tekellere kadar uzanıyor. Emperyalist mali kuruluşlar İMF ve Dünya Bankası ardarda “istikrar” paketi hazırlayıp devlet ve hükümetinin önüne koyuyorlar. Devlet, emperyalist bağımlılığın gereğine uyarak hareket ediyor, kemer sıkma politikasıyla, daha fazla bağımlılık ve daha fazla faşist baskı terör ve daha fazla zam çıkıyor.
Nitekim son aylarda ulaşımdan Elektiriğe, Su’dan Petrole kadar ardarda uzanan zamlar zorunu tüketim maddelerinin hepsinin zamlanmasını sağlamış ve yapılan bu zamlarla, halkın alım gücü dahada düştü : yaşam pahalılığı çekilmez boyutlara vardı. Şu anda buna yönelik emekçilerin saflarında yükselen bir tepki yoktur. Buda yeni zamları yapma da AKP hükümetini dahada cesaretlendiriyor. İşçi kıyımı, yoksulluk, zamlar ve yeni vergilerle birbirine paralel yürüyor.

Petrole yapılan zam diğer alanlara otomatik olarak yansıyacak ve yeni zamlarla ve vergilerle ( Sigarada, pasaport da, petrolde ve turizmde alınan vergiler artırıldı ), emekçilerin ekmeği daha da küçülecektir. Neki mutfaklar da tutuşan yangın hala sokaklara taşırılmadı. Emekçi yığınlar üzerinde estirilen faşist baskı ve teröre yapılan zamlar ve yeni vergiler karşısında emekçilerin lokal bazı tepkiler dışında homurdanmaktan ve kendi kendisine konuşmaktan öteye geçmiş değil. Emekçilerin örgütsüz ve dağınık olmaları nedeniyle, kendilerine çıkarılan faturayı sessizce sineye çekiyor. Dünyanın bir çok ülkenin de zamlara duyulan tepkiler kitlesel eylemler dönüşürken, Türkiye de ciddi eylemliliklere başvurulmamaktadır.
Zamlar sıralandığı ve sıralanacağı bu dönemde öne çıkarmamız gereken faktör herşeyden önce kitlelerin homurdanmalarını ve sınırlı tepkilerini, işçi kıyımı terörüne, yoksulluğa ve zamlara karşı birleşik emekçi mücadelesini örgütlemektir.

Bugünkü duyarsızlık, boyun eğiş ve suskunluk yerini eyleme, başkaldırıya: kendiliğindencilik yerini bilinçli örgütlülüğe bırakmak zorundadır. Ancak bu yoldan işçiler ve emekçiler mevcut durumu tersine çevirebilir ve zam saldırılarını geri püskürtebilir. İşçiler, emekçiler olarak: “ Zamlara Hayır ” şiarıyla yeni zamlara seyirci kalmayalım ve sesimizi alanlara çıkarak yükseltip, krizin faturasını krizin yaratıcısı egemen sınıfların sırtına yükleyelim.

MUNIR DISKAYAYI ANDIK

26 Temmuz Pazar günü Almanya’nın Berlin kentinde 30 Temmuz 1979 yılında Adana da sulama kanalında yitirdiğimiz TKP/ML Hareketi’nin MK üyesi Münir Dışkaya yoldaşı andık. Bir yoldaş devrim şehitleri anısına saygı duruşu çağrısıyla başlayan anma etkinliğine bir yoldaşın şiir okumasıyla devam etti ve ardından bir yoldaş Münir Dışkaya yoldaşın yaşamı ve mücadelesi anlatan konuşmayla sürdür. Yoldaş konuşmasında Münir yoldaşın kaybı erken ve büyük bir kayıp olduğuna vurgu yaptı. Tam da komünist harekete daha fazla yararlı olacağı bir zamanda kaybettik sözleriyle konuşmasına devam eden yoldaş Münir yoldaşı Anılarını yükleyerek geleceğimize, omuzlarımız da ağırlığını bırakarak görevlerinin, bir de avuçlarımıza ateşten bayrak, hep gidenlerin ardı sıra keşke görmeseydik, tanımasaydık diyorsak da yine sevinç ve gururunu duyarız, umutlu yürüyüşlerin ve içten yoldaşların. Biliriz ki geleceğimizin yılmayan direniş neferleri, karanlık gecelerimizin kızıl yıldızlarıdır onlar. Ne kadar acı verse de bir anda terk edişleri bizi, birden çıkıp gelecekler alınlarında ter damlalarını silerek, gülen yüzleriyle merhaba yoldaş diyecekler çalışmalarımızı denetlercesine!
Bazen imkansızı yaşamak yaratmak gibi, fakat yanar yine kavganın içinde canımız. Öfkemiz parçalar kayaları, tutamayız içimizde birikip gözlerimizde boşalan sağanak yağmuru, sel olur yoldaşlığa bağlılık, yaşama sımsıkı sarılış ve aydınlık günlerin hatırına verilen kavgada, devrime bağlanış ve direnir umut. Hep yeniden başlanır, onun için yakalayamayız zamanı ve hep yeniden yaratırız zamanı. Bugün kavga zamanıdır artık, Münirleri, İrfanların, İboların, Kemallerin, AliEkberlerin ardılı olma, yani komünist olma, kendi külünde yeniden yaşam ve Anka Kuşu'nun kanadından tutup gökyüzüne uçma zamanıdır.
Münir yoldaş seni yazmalı ve genç kuşaklara tanıtmalıyız. Senin cesaret, coşku,engel tanımayan ve yoktan var eden önder militan yanını yeniden hatırlayıp ayağa dikmeliyiz. Seni bir sıcak ayında tanıdım ve güleç yüzünle, tartışmadaki kararlılığın ve örgüte sahip çıkarken ki kartal bakışlarınla yoldaşça kenetlendik. Yıkıntılar ve güvensizlikler, yokluk ve yoksunluklar içine omuz omuza vererek zorlukları aşmayı yaşadık. Yoldaş için herşeyini vermekten geri durmayan feda ruhuna tanıklık ettik ve senin gibi yoldaşlarla omuz omuza sosyalizm kavgasını örme savaşımı içinde olduğumuz için hep gurur duyduk ve senin yarım bıraktıklarını tamamlamaya söz verdik ve eğilip bükülmeden bugün kavganı ileriye taşımaya çalışıyoruz. Sözleriyle konuşmasını sonlandırdı ve ardından Münir yoldaşı yakınen tanıyan bir yoldaş anılarını ve ondan bugüne taşımamız gereken komünist özellikler vurgu yaptı.
Şehitlere sahip çıkmanın önemine vurgu yapan yoldaş devrimci mücadeleyi geriye düşmüş durumundan ayağa kaldırmak için daha sıkı mücadeleye sarılmak gerektiğini söyleyerek Münir yoldaşı anma etkinliği sona erdi.

Münir Yoldaş Ölümsüzdür !
Anıları Mücadelemize Rehber Olacaktır !

27.07.2009
Berlin DHB taraftarları

BEHİÇ AŞÇI "DEMOKRATİK KİTLE ÖRGÜTÜ, SİYASİ PARTİ, SENDİKALAR VE DE YURTTAŞLARA ACİL ÇAĞRI!"

Avukat: avukatbehic@gmail.com
Siyasi tutsak Güler Zere 4. evrede kanser hastası. Hastalığı ilerlemiş durumda. İktidar sessiz imha ile Güler’i de öldürmeye çalışıyor.
Elbistan Hapishanesi’nde kalan Güler Zere ağzının içinde yaralar çıkınca doktora çıkmak istedi. Doktora uzun süre çıkartılmayan Güler ağzının içi yaralarla tamamen kaplanınca ve yemek yiyemez hale gelince çıkarıldığı revirden ağrı kesici ilaçlarla gönderildi. Hapishane arkadaşlarının ısrarlı çabalarıyla hastaneye sevk edilebildiğinde ağız için kanseri olduğu ortaya çıktı. İlk evrede teşhis edilebilse kolaylıkla tedavi edilebilecek bir hastalık hapishane idaresi, infaz savcısı tarafından tedavisi olanaksız hale getirildi.
Güler buna rağmen hemen hastaneye yatırılamadı. “…Yer yok…” denildi. Artık hastaneye yatırılabildiğinde hemen ameliyata alındı. Yanağının yarısı operasyonla alındı. Ama kanser yayılmıştı. İkinci kez ameliyat oldu. İkinci ameliyat da çare olmadı. Bu arada hakkında Çukurova Üniversitesi Hastanesi, Çukurova Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü, Adana Tabip Odası Başkanlığı tarafından raporlar düzenlendi. Raporların tümünde de Güler Zere’nin 4. evrede kanser hastası olduğu, tutukluluk koşullarında iyileşmesinin mümkün olmadığı, tahliye edilmesi durumunda iyileşme ihtimalinin yüzde 30 olduğuna dair rapor verdi.
Yasalara göre Güler’in tahliye edilmesi için bu raporlar yeterli idi. Ancak Elbistan İnfaz Savcısı bu kurumlardan ek rapor istedi. İnfaz savcısı “… Yüksek güvenlikli, tam teşekküllü bir hastane mahkûm koğuşunda tedavisinin mümkün olup olmadığını…” soruyordu.
İkinci kez düzenlenen raporla aslında ilk raporun çok açık olduğu halde niye ikinci kez rapor istenildiği soruldu. Güler Zere zaman geçirilmeksizin tahliye edilmeli idi. Ek raporun düzenlenmesinden sonra Elbistan İnfaz Savcısı Güler Zere’yi İstanbul Adli Tıp Kurumu’na sevk etti.
Güler gidiş-geliş 28 saat süren karayolu ile 10 dakikalık Adli Tıp muayenesine getirildi. Yolculukta toplam 3 kilo kaybetti. İki kez ameliyat olmuş birine yaptırılan 28 saatlik yolculuk işkence değilse nedir?
İki hafta sonra bu sevkin nedeni anlaşıldı. Ergenekon sanıklarına, kontrgerilla elemanlarına, İbrahim Şahin’lere 1 günde rapor düzenleyen Adli Tıp Kurumu, Güler ile ilgili raporu 2 haftada düzenleyebildi. Adli Tıp Kurumu Güler’in tahliyesine gerek olmadığına karar verdi. 10 dakikalık muayene ile bunu anlayabilmişlerdi. Adli Tıp Kurumu raporunun altında bulunan imzalar bu raporun niye böyle çıktığını da anlatıyordu. Nur Birgen başkanlığındaki bir heyet bu raporu vermişti. Nur Birgen adeta kendini işkenceyi gizlemeye adamış bir Mengele artığı idi. Bu nedenle defalarca Türk Tabipleri Birliği tarafından cezalandırıldı. Nur Birgen başkanlığındaki Adli Tıp heyeti Güler Zere’nin ölüm fermanını imzalamış oldu.
Güler’in yaşamı bizim ellerimizdedir. Onu yaşatabiliriz. Onu zulmün elinden alabiliriz. İktidar açık ki Güler’i de hapishanede öldürmek istiyor. Tıpkı daha önce öldürdükleri gibi. Biz engel olmazsak bunu başarabilirler. Ama biz Güler’in özgürlüğünü sağlayabiliriz. Tüm demokratik kitle örgütlerinin, sendika ve partilerin, aydın ve sanatçıların bu konuda yapabilecekleri olduğunu biliyoruz.
Sizleri neler yapabileceğimizi konuşmak üzere 28 Temmuz Salı düzenleyeceğimiz toplantıya davet ediyoruz. Güler için neler yapabileceğimizi konuşacağımız toplantı 18.00’de, TMMOB Makine Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi Toplantı Salonu’nda yapılacak. Rica ediyoruz, bu toplantıya katılın!
Adres: Kâtip Mustafa Çelebi Mah.
İpek Sk. No: 9/2 Beyoğlu
İrtibat: 0 532 243 85 69

BÜTÜN GEMİLER AKP HUKUMETINE DOĞRU KALKIYOR "AKP HUKUMET VE YAKIN ÇEVRESİ ZENGİNLEŞMEYE DEVAM EDİYOR"

Boğazlardan geçen gemilerden alınan geçiş ücreti ile açılan ihale, tartışma konusu oldu. Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü’nün fonunda tutulan bu paralar, sağlık malzemesi alımında kullanılıyor. Gazeteport'un haberine göre; malzeme alım ihalesini bu yıl, iktidara yakın İNKUR firması kazanınca tartışma yaşandı.
Bu tip ihalelerde yeterlilik kıstası önem taşırken, son ihalede bunun dikkate alınmadığı iddia edildi. Genel Müdürlük bugüne kadar, her hastanenin talebini lokal ihalelerle karşılarken, bu kez toplu alıma gitti. Küçük ölçekli firmalar da devre dışı kaldı.
FİRMA, AKP'YE YABANCI DEĞİL
İhaleyi kazanan İNKUR şirketine ait bilgiler İstanbul Ticaret Odası’nın (İTO) resmi internet sitesinde yer alıyor. 9 Haziran 2003’te kurulan şirketin kurucu ortaklardan Hüseyin Pehlivan, Kadir Topbaş’ın seçim kampanyasında 'Danışman' olarak görev yaptı. “Pehlivan Helvaları”nın sahibi olan Pehlivan’ın kardeşi Zeki Pehlivan ise, uzun süre Belediyenin sosyal tesislerinde görev yaptı. Şirketin bugünkü yönetiminde ise, İstanbul Büyükşehirden gıda alım ihalesi alan KİM, BURDA ve Ersan gibi market zincirlerinin yöneticiliğini yapan Atila Ersan bulunuyor. Şükrü Kamal ise AKP Bitlis Milletvekili Vahit Kiler’in kardeşlerine ait Kiler Marketler grubuna yakınlığıyla bilinen Ersan’ın ortaklığını sürdürüyor.


İDDİALAR MECLİS’TE
Bu ihale TBMM’ye de taşındı. DSP İstanbul milletvekili Ayşe Jale Ağırbaş, Sağlık Bakanı Recep Akdağ tarafından yanıtlaması istemiyle verdiği soru önergesinde, İNKUR’un ihaleye katılırken, altyapı hizmetlerini yerine getirebileceğine dair belgeleri ihale komisyonuna sunup sunmadığının açıklanmasını istedi.
Ağırbaş, “Kiler Grubu ile beraber İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin gıda ihalelerini kazanan bir firma özelliğine sahip olan İNKUR’un, sağlık sektörüne yönelmesinde bakanlığınızın bir telkini olmuş mudur? İNKUR ortaklarının, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın İstanbul Belediye Başkanlığı döneminde danışmanlığını yaptıkları, bu ihaleyi kazanmalarında siyasi yakınlığın rol oynadığı iddiaları doğru mudur?” diye sordu.

AKP bunu hep yapıyor!
AKP’nin 'kendi zenginini yarattığı' tartışması, uzun zamandır medyada yeralan belgeli haberlerle iddia olmanın ötesine geçti. İşte AKP'nin karlı ihalelerinden kısa bir derleme:
AKP’nin ilk 5 yıllık iktidarı döneminde TOKİ ve EGYO’nun yaptığı konut, altyapı ve sosyal donatı ihalelerinin tutarı 16 milyar TL. Bu ihalelerin 9 milyar 982 milyon TL’lik bölümü; yani yüzde 68’i iktidara yakın olan veya yakın durmaya çalışan şirketlere verildi.
İhale verilen şirketlerin büyük bölümü siyasal İslamcı kökenden gelen işadamlarının kurduğu Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği (MÜSİAD), Anadolu Aslanları İşadamları Derneği (ASKON), Nakşibendi tarikatının içindeki büyük cemaatlerden Nurcuların en güçlü isimlerinden Fetullah Gülen’e yakın işadamlarını bir çatı altında toplayan Türkiye Sanayici ve İşadamı Dernekleri Konfederasyonu (TUSKON) üyesi şirketler. Şirketler arasında AKP üyesi veya yöneticisi işadamlarına ait şirketler de yer alıyor.
İktidara yakın şirketlerden birçoğuna oldukça düşük kırımla ihaleler verilmesi de diğer bir metod. Sözgelimi; Ankara Yukarı Yurtçu’daki 1152 konut projesi Öz-Kar şirketine yüzde 0.6, Menemen Asarlık’taki 208 konut projesi İHE şirketine yüzde 18, Yukarı Yurtçu’daki 564 konut projesi Kalyon İnşaat’a yüzde 8.1,
İstanbul Halkalı’daki 1116 konut şirketine yüzde 9, Bursa M.K.Paşa’daki köyevi projesi Makro İnşaat’a yüzde 10.2, Düzce’deki 588 konut projesi Seha İnşaat’a yüzde 10.2, Ankara Protokol Yolu 1. Etap’taki 1008 konut projesi İlsan’a yüzde 12.1, Bursa Kestel’deki 716 konut projesi Aksa İnşaat’a yüzde 12.7 kırımla verildi.


İDDİALAR MECLİS’TE
Bu ihale TBMM’ye de taşındı. DSP İstanbul milletvekili Ayşe Jale Ağırbaş, Sağlık Bakanı Recep Akdağ tarafından yanıtlaması istemiyle verdiği soru önergesinde, İNKUR’un ihaleye katılırken, altyapı hizmetlerini yerine getirebileceğine dair belgeleri ihale komisyonuna sunup sunmadığının açıklanmasını istedi.
Ağırbaş, “Kiler Grubu ile beraber İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin gıda ihalelerini kazanan bir firma özelliğine sahip olan İNKUR’un, sağlık sektörüne yönelmesinde bakanlığınızın bir telkini olmuş mudur? İNKUR ortaklarının, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın İstanbul Belediye Başkanlığı döneminde danışmanlığını yaptıkları, bu ihaleyi kazanmalarında siyasi yakınlığın rol oynadığı iddiaları doğru mudur?” diye sordu.

AKP bunu hep yapıyor!
AKP’nin 'kendi zenginini yarattığı' tartışması, uzun zamandır medyada yeralan belgeli haberlerle iddia olmanın ötesine geçti. İşte AKP'nin karlı ihalelerinden kısa bir derleme:
AKP’nin ilk 5 yıllık iktidarı döneminde TOKİ ve EGYO’nun yaptığı konut, altyapı ve sosyal donatı ihalelerinin tutarı 16 milyar TL. Bu ihalelerin 9 milyar 982 milyon TL’lik bölümü; yani yüzde 68’i iktidara yakın olan veya yakın durmaya çalışan şirketlere verildi.
İhale verilen şirketlerin büyük bölümü siyasal İslamcı kökenden gelen işadamlarının kurduğu Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği (MÜSİAD), Anadolu Aslanları İşadamları Derneği (ASKON), Nakşibendi tarikatının içindeki büyük cemaatlerden Nurcuların en güçlü isimlerinden Fetullah Gülen’e yakın işadamlarını bir çatı altında toplayan Türkiye Sanayici ve İşadamı Dernekleri Konfederasyonu (TUSKON) üyesi şirketler. Şirketler arasında AKP üyesi veya yöneticisi işadamlarına ait şirketler de yer alıyor.
İktidara yakın şirketlerden birçoğuna oldukça düşük kırımla ihaleler verilmesi de diğer bir metod. Sözgelimi; Ankara Yukarı Yurtçu’daki 1152 konut projesi Öz-Kar şirketine yüzde 0.6, Menemen Asarlık’taki 208 konut projesi İHE şirketine yüzde 18, Yukarı Yurtçu’daki 564 konut projesi Kalyon İnşaat’a yüzde 8.1,
İstanbul Halkalı’daki 1116 konut şirketine yüzde 9, Bursa M.K.Paşa’daki köyevi projesi Makro İnşaat’a yüzde 10.2, Düzce’deki 588 konut projesi Seha İnşaat’a yüzde 10.2, Ankara Protokol Yolu 1. Etap’taki 1008 konut projesi İlsan’a yüzde 12.1, Bursa Kestel’deki 716 konut projesi Aksa İnşaat’a yüzde 12.7 kırımla verildi.