31 Aralık 2016 Cumartesi

Umudu Büyüterek Yeni Yıla Merhaba Demek..!

2016, hatırlamak dahi istemeyeceğimiz, aklımıza geldiğinde de “lanetleyerek” anacağımız berbat bir yıl olarak geçti...
2017'nin 'daha farklı' olabileceğine dair umut veren belirtiler de yok ortada, olanlar da şimdilik çok zayıf.
Buna rağmen 'umut'luyuz!..
Çünkü 2016'da yaşadığımız ve 2017'de de süreceğini öngördüğümüz karanlık ve kaos, tarihsel bakımdan ömrünü doldurmuş bir sistemin genel çürüyüşüne yeni boyutlar ekleyen 'ara' bir formülün de -neoliberalizm- iflasından kaynaklanıyor. Dolayısıyla, ezilen insanlık için yeni tehlikeler ve acılar kadar yeni fırsatları da içinde taşıyor. Zaten tarihteki bütün büyük altüst oluşlar da kanlı savaşlar kadar devrimler de hemen hemen hep böylesi kesitlerde yaşanmış.
“Umudumuz”un bir ayağını bu tarih okuması oluşturuyor; onun geleceğe dönük yüzünde ise tarihsel bakımdan ömrünü tamamlamış çürüyen bir sistemi hiçbir gücün ayakta tutamayacağını bilimsel kanıtlarıyla ortaya koymuş olan devrimci dünya görüşümüzün bizlere kazandırdığı bilinç açıklığı yatıyor.
Kaldı ki bu kesitte, 'umudu kuşanmak' bir bakıma zorunluluk; şimdilik elimizde olan en büyük silah! Bu yüzden zaten sınıf düşmanlarımız, attıkları bütün adımlarda öncelikle elimizden bu silahı, yani umudu almaya oynuyorlar. Bizleri umutsuzluğun, karamsarlığın, yılgınlığın dipsiz kuyusuna yuvarlamayı hedefliyorlar.

Onun için 'umut' onlara karşı kuşanmamız gereken bir silah bugün!

REİNA Katliamının Sorumlusu Yılbaşı kutlamalarını Hedef gösteren Faşist Şeriatçı Çeteleri Koruyup Kollayan AKP İktidarıdır..!

OHAL yasakları ile basın açıklaması dahil bütün demokratik hakları kısıtlayan AKP iktidarınını sınırsız özgürlük tanıdığı, hatta bizzat örgütlediği yılbaşı karşıtı propagandanın hesabını kim verecek?
Yılbaşı kutlamalarını ve Hristiyan yurttaşları hedef gösteren bu ve benzeri pankartlar herhangi bir engelle karşılaşmadan meydanlara asıldı.
İktidar destekli resmi ve gayri resmi faşist şeriatçılar haftalardır süren yılbaşı karşıtı kampanyasının ardından, Türkiye yeni yıla kanlı bir saldırı ile girdi. İstanbul’un en bilindik eğlence merkezlerinden Reina’ya düzenlenen saldırıda en az 35 kişi yaşamını yitirirken.40. aşkın kişide yaralandı.
Geriye dönüp son birkaç güne bakıldığında ise, son günlerin resmi ve iktidar destekli gayri-resmi İslamcı yapılanmaların yılbaşını kutlayanları hedef gösteren propaganda faaliyeti ile geçtiği görülüyor.
Tebliğciler meydanlara sürüldü
En basit basın açıklamasının dahi OHAL gerekçesiyle engellendiği bir atmosferde çeşitli İslamcı gruplara tabi cübbeli sarıklı kişiler Hristiyanları ve yılbaşını kutlayanları “katil, kafir, yoz, gayrimeşru” ilan ederek hedef gösteren bildiriler dağıttı. Nefret söylemi üzerine kurullu bu bildirilerin dağıtımının engellendiği yerde ise polis koruması devreye girdi.
İzmir’de “Yılbaşı kutlamayın” diyen gericilere halk müdahalesi
Yılbaşını gerici propaganda için fırsata dönüştürmeye çalışan gericiler İzmir’de meydana çıktı. Sıla Vakfı imzasıyla hazırlanan ve “Dünyayı kan gölüne çeviren Hristiyanların bayramını kutlamıyoruz” yazan bildirileri dağıtan gericiler, karşılarında OHAL bahanesiyle bildiri dağıtımına dahi saldıran polisi değil, kentlerinde, sokaklarında gericiliğe izin vermeyeceklerini söyleyen Halkevcileri buldu.
Halkevciler, “Burada bu bildirileri dağıtamazsınız. Bu şehirde gericilere, cihatçılara, tecavüzü aklayanlara, kadın düşmanlarına yer yok. Defolup gideceksiniz!” diyerek bildiri dağıtımını engelledi. Gericiler, bildiri dağıtımında ısrar ederken, meydandaki İzmirliler de destek verdi.
Tepkilerin artması üzerine alana gelen polisler, bildiriyi okuyarak “Sıkıntı yok, dağıtabilirsiniz” dedi ve alandan ayrıldı; ancak Halkevciler gericilerin peşini bırakmadı. Bildiri dağıtımını engellemek için nöbet tutmaya başlayan Halkevciler, iki kişiyi bildirilerine el koyarak alandan uzaklaştırdı.
“Çocuklar tecavüze uğradığında, yakıldığında neredeydiniz ey Müslümanlar!”
Kısa bir süre ikinci bir ekip Konak Meydanı’nın yakınındaki caminin önünde aynı bildiriyi dağıtmaya başladı. Halkevciler, bu bildiri dağıtımına da müdahale etti.
Gericilerden birinin “Kadın olduğun için sana bir şey yapmadım, yoksa başka türlü olurdu. Biz Müslümanız” demesine Halkevci Kadınlar’ın yanıtı ise “Siz kız çocuklarını yetişkin erkeklere peşkeş çeken yasaya alkış tutar, Ensar Vakfı’nda çocuklar tecavüze uğradığında göz yumarsınız. Aladağ’da 12 kız çocuğu yanarak öldüğünde neredeydiniz Müslümanlar!” oldu.
Yoldan geçen İzmirliler de grubun etrafını sararak tepkilerini gösterince gericiler alana gelen polisin arkasına sığındı. Polis bildiri dağıtmanın yasak olmadığını savunmaya çalışırken, tepkiler devam edince gericiler alandan ayrılmak zorunda kaldı.


Nuriye Gülmen 2016’nın son gününde yine nöbetteydi..!


OHAL KHK’siyle işinden olan Nuriye Gülmen direnişinin 53’üncü, 2016’nın son gününde yine Yüksel Caddesi’nde nöbetteydi. Nuriye Gülmen’in tek başına başlattığı ancak daha sonra Semih Özakça ve Acun Karadağ’ın da katıldığı, KHK’yle işinden olan Veli Saçılık’ın da destek verdiği direnişe işlerini geri alana kadar devam edeceklerini söyleyen kamu emekçileri; kar altında imza toplamaya devam etti.

Eğitimde 2016 karnesi: 'Dinselleştirme' pekiyi..!

Eğitim İş Sendikası 2016 – 2017 yılı için eğitimde değerlendirme raporu yayınladı. Raporda, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra tüm Türkiye’de ilan edilen OHAL uygulamaları nedeniyle geçmiş yıllardan farklı bir yıl olduğu belirtildi. Raporda ayrıca, “MEB tarafından son dönemde yapılan bazı değişiklikler ve uygulamalarla yüz binlerce öğrenci ve veli yine mağdur edileceği” gibi bilgilere de yer verildi. Eğitim İş Genel Başkanı Mehmet Balık, eğitimde bu yılın en önemli olaylarını 70 bine yakın öğretmenin açığa alındığını söyleyerek, kazanılan en önemli olayın ise, Danıştay’a açtıkları dava sonucunda valiliklerin artık gelişigüzel imam-hatip açamayacağının altını çizdi.
‘KİTAPLAR TEOG SINAVINDAN SONRA BASILDI’
2016-2017 Eğitim-Öğretim Yılı’nı değerlendiren Balık, Olağanüstü hal ile birlikte okullarda yardımcı ders kitaplarının toplatılması ve Temel Eğitimden Ortaöğretime Geçiş Sınavı (TEOG)’ndan sonra yeni ders kitaplarının basılması ile büyük sorunlar yaşandığını söylüyor: “2016-2017 Eğitim Öğretim Yılı’nın en önemli sorunları başta 70 bine yakın öğretmenin açığa alınması ile başlayan bir yıl olması ayrıca ders kitaplarının toplatılması ve yeni ders kitaplarının TEOG sınavından sonra basılması bu yılın en önemli sorunları arasında yerini aldı. Açığa alma işlemlerinde FETÖ’cü, PKK’ya destek olanlar vardır ama bu öğretmenlerden yüzde 98 arkadaşımızın hiçbir alakası olmayan kişilerdi. Bu da işin en can alıcı tarafıydı. Eğitim öğretim olarak düzenli bir yıl olarak geçirdiğimiz söylenemez. Ama bizim için en sevindirici noktası ise en son kazanılan Konya’da valiliklere imam-hatip açma yetkisi veren yönetmeliğin iptali için Danıştay’a açtığımız davanın sonucunda bu yönetmeliğin iptal edilmesi ve ayrıca okulların isimlerinin değiştirilemeyecek olmasıdır. Bunlardan en önemlisi de Konya Selçuklu’da bulunan İsmail Hakkı Tonguç İmam Hatip Ortaokulu’nun ismi Erdem Beyazıt İmam Hatip Ortaokulu olarak, Mustafa Necati ilkokulu’nun ismi ise Cemil Meriç İlkokulu olarak Valilik kararı ile değiştirildi.”
‘EĞİTİMDE DİNSELLEŞTİRME HAT SAFHADA’
2016-2017 Öğretim yılında eğitim alanında gündemden düşmeyen İmam Hatip Okulları oldu. Balık, “Eğitimde dinselleştirme Ak Parti ile başlayan ama özellikle bu yıl hat safhaya ulaşan eğitimde dönüştürme politikasıdır’ diyerek Türkiye’deki imam-hatiplerin yüzde 80’inin normal okullara dönüştürülmesi gerektiğini savunuyor: “Türkiye’deki imam ve imam hatip mezunu ihtiyacı belliyken AK Parti bunu abartarak tüm okulları imam-hatiplere dönüştürüp meslek lisesi formatından imam-hatibi çıkarmayı amaçladı. Bu kesinlikle yanlıştır. Türkiye’deki imam-hatip okullarının yüzde 80’inin normal okullara dönüştürülmesi gerekiyor. Bu okulların Fen, Anadolu, Meslek ve Sanat liselerine dönüştürülmesi gerekir. Sadece ‘dindar nesil yetiştiriyoruz’ adı altında eğitim çok çok gerilere götürüldü. Örneğin, PİSA sınavı ve TEOG sınavındaki başarı, öğrencilerin sınavlarda sıfır çekmesi bu durumu ortaya koymuştur.”
BÜTÇEDEN YİNE EĞİTİME PAY YOK
Raporda aktarılan bilgilerden bir tanesi de eğitime ayrılan bütçe… Konuya ilişkin olarak şu bilgiler paylaşıldı: “Milli Eğitim Bakanlığı bütçesi, okul, derslik, öğretmen ihtiyacı ve altyapı sorunlarına rağmen 2016 yılı için 76 milyar TL olarak belirlenmiştir. OECD ülkelerinde milli gelirin ortalama yüzde 6’sı eğitime ayrılırken, Türkiye milli gelirin yaklaşık yüzde 3,45’ine karşılık gelen bu bütçeyle eğitime en az pay ayıran ülkeler arasında yer almaktan kendini kurtaramamıştır. Öngörülen milli eğitim bütçesiyle parasız, nitelikli ve herkese eğitim anlayışının yaşama geçirilmesi mümkün değil.”
TAŞIMALI EĞİTİM BÜYÜK SORUN
Yine aynı raporda kırsal kesimde pek çok köy okulunun işlevsiz kaldığı, geçtiğimiz öğretim yılında taşımalı eğitimin arttığı da belirtildi. 2012 yılından 2015 2016 yıllarına kadar öğrencilerin taşımalı eğitime ilişkin verilerin olduğu raporda önümüzdeki öğretim yılında da taşımalı eğitimin artarak devam edeceği vurgulandı: “2012-2013 eğitim öğretim yılında taşınan öğrenci sayısı 801 bin 708’di. 2013-2014 eğitim öğretim yılında toplam 23 bin 880 okul, 10 bin 551 merkez okula taşınırken taşınan ilkokul ve ortaokul öğrenci sayısı 825 bin 90’a çıkmıştır. 2014-2015 eğitim öğretim yılında ise 27 bin 921 okul, 10 bin 748 merkez okula taşınmaktayken, taşınan öğrenci sayısı ise 850 bin 405’ti. 2015-2016 eğitim öğretim yılında ise 43 bin 959 okul, 11 bin 853 merkez okula taşınırken, taşınan öğrenci sayısı ise 808 bin 332 olmuştur.”

Değerlendirme raporunun sonuç bölümünde ise eğitim sisteminde yaşanan sorunların aşılmasının eğitimin eşit, parasız ve kamusal niteliğinin artırılması ile mümkün olacağı aktarıldı: “Ülkemizin geleceğini oluşturacak yeni kuşaklar, değerler eğitimi adı altında verilen din eğitimiyle değil, akıl, bilim ve sanat ortamında verilen eğitim sistemiyle yetiştirilmelidir.”

MERHABA 2017…..!

Yeni yıl her bakımdan, eşitlik ve özgürlük savaşımını yukarı çektiğimiz bir yıl olması dileğiyle.
MERHABA 2017…..!
Faşist karşı devrimin zulmüne inat devrim ve sosyalizm sesi çoğalıyor, yayılıyor! İşçi, emekçi ve Kürtlere yönelik topyekün saldırı ve kuşatma örgütlü direnişle yarılmaya çalışılıyor. İşçilerin, emekçilerin, gençlerin, kadınların; sömürüsüz, sınıfsız, eşit ve özgür bir dünya arayışıdır, zafere tutunan direnişçilerin aklında ve yüreğinde dimdik ayaktadır geleceğe olan inanç!
Onun içindir ki 2017 yılı bütün işçiler, emekçiler ve devrimciler için her bakımdan başarı dolu bir yıl olsun.
2017 Yılını Mücadele Yılı Yapmak İçin İleri!
Yaşasın Devrim ve Sosyalizm Kavgamız..!

   HALKIN BİRLİĞİ

Türkiye’de bu yıl 839 gazeteci yargılandı..!


TGC, 2016 yılında 780 gazetecinin basın kartı iptal edildiğini, 839 gazeteciye yaptıkları haberler nedeniyle dava açıldığını, 189 gazetecinin sözlü ve fiziksel saldırıya uğradığını açıkladı. TGC raporuna göre 143 gazeteci yeni yıla cezaevinde giriyor. Bu sayı Ahmet Şık’ın da tutuklanmasıyla 144’e yükseldi.
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC) 2016 yılı basın raporunu açıkladı.
Rapora göre Türkiye, tutuklu 143 gazeteci ile gazetecilerin tutuklu olduğu ülkeler sıralamasında birinci sırada yer alıyor.
2016 yılında 780 gazetecinin basın kartı iptal edildiği belirtilen raporda bu yıl 839 gazeteci yaptıkları haberler nedeniyle hakim karşısında çıktı.
Raporda geride bıraktığımız yılda 189 gazetecinin sözlü ve fiziksel saldırıya uğradığı, 157 yayın organının kapatıldığı kaydedildi.

2016 yılında 14 toplumsal olayın ardından yayın yasağı kararı verildiğine dikkat çekilen raporda dünyada toplam 348 gazetecinin tutuklu olduğu bilgisi paylaşıldı.

Cumartesi Anneleri: “Onları aramaktan vazgeçmeyeceğiz”..!

Bu hafta hayatını kaybeden mücadele arkadaşları Fatma Morsümbül’ü anan Cumartesi Anneleri, 2016 yılı için “Gidişin olsun dönüşün olmasın” diyerek, 2017 yılında da mücadelelerini sürdüreceklerini belirtti
Cumartesi Anneleri, kayıp yakınlarının akıbetini sormak ve faillerin yargılanması için 614’üncü kez Galatasaray Meydanı’nda bir araya geldi. Eylemde, üzerine kımızı karanfiller ile “barışı” simgeleyen beyaz tülbendin bırakıldığı, “Failler belli kayıplar nerede” pankartı açılarak kayıpların fotoğraflarının bulunduğu dövizler taşındı.
Eyleme Halkların Demokratik Partisi (HDP) Grup Başkanvekili Filiz Kerestecioğlu, önceki gün serbest bırakılan yazar Necmiye Alpay, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Milletvekili Sezgin Tanrıkulu ve çok sayıda kişi katıldı.
“Kaybettiğiniz insanları da mı tanımıyorsunuz?”
İlk olarak 23 Şubat 1995’te gözaltında kaybedilen Murat Yıldız’ın annesi Hanife Yıldız konuştu. Konuşmasına “İlk önce soralım biz 21 yıldır burada ne yapıyoruz?” diye sorarak başlayan Yıldız, yıllarca adaleti aradıklarını ve seslerini bütün dünyaya ilettiklerini ancak Türkiye’ye duyuramadıklarını söyledi. Kayıp fotoğraflarını taşıyan Cumartesi İnsanları’na fotoğrafları kaldırtan Yıldız, “Bizi duymadınız ve tanımıyorsunuz. Peki, bu kaybettiğiniz insanları da mı tanımıyorsunuz?” sözleriyle devlet yetkililerine sordu.
Geçtiğimiz günlerde yaşamını yitiren Cumartesi Anneleri’nden Fatma Morsümbül’ün, “Oğlumun bir kemiğini versinler bir ömür boyu onu taşırım” sözlerini hatırlatan Yıldız, Morsümbül’ün oğlunun şimdi onun kemiklerini taşıdığını söyledi. Türkiye’de ağlamayan hiçbir annenin kalmadığını ifade eden Yıldız, “Asker, polis ve diğer bütün ölümlerin sorumlusu devleti yönetenlerdir” dedi.
“Onları aramaktan vazgeçmeyeceğiz”
19 Ekim 1995’te gözaltında kaybedilen Fehmi Tosun’un eşi Hanım Tosun da yıllarca acı çektiklerini ve kayıplarının artık faillerinin yargılanmasını istedi. Son süreçte yaşamını yitiren Cumartesi Anneleri’nden Asiye Karakoç ile Fatma Morsümbül’e ilişkin de konuşan Tosun, Morsümbül ile birlikte mücadele ettiklerini söyledi. Tosun, “Bu meydanda Fatma anne ile birlikte gözaltına alındık, coplandık, gaz yedik. Ama Fatma anne mücadelesinden vazgeçmedi” dedi. Tosun, “Şu an Fatma anne Hüseyin’e yakın mı diye düşünüyorum. Keşke son nefesinde yanında olsaydım da ona, ‘Kimsesizler mezarındakilere söyle onları aramaktan vazgeçmeyeceğiz. Failleri yargılanıncaya kadar mücadele edeceğiz’ deseydim” diye konuştu.
“Onun mücadelesi, bizim mücadelemizdir”
12 Eylül darbesinin ardından gözaltına alınarak ve işkence edilerek katledilen Cemil Kırbayır’ın ağabeyi Mikail Kırbayır da, Morsümbül’ü anımsatarak, “Giderken omuzlarımıza sorumluluk yükleyerek gitti. Onun mücadelesi bizim mücadelemizdir” dedi. 2016 yılında insanların evlerinin bombalandığını, insanların kendi cenazeleri ile birlikte günlerce aynı yerde kaldığını ve daha birçok kötü olayın yaşandığına dikkat çeken Kırbayır, “Gidişin olsun dönüşün olmasın” dediği 2016 olaylarının bir daha yaşanmaması temennisinde bulundu.
“Mücadelemizi karartamazsınız”
Daha sonra 21 Mart 1995’te gözaltına alındıktan 5 gün sonra cenazesi bulunan Hasan Ocak’ın ağabeyi Hasan Ali Ocak, birçok Cumartesi annesinin adaleti görmeden yaşamını yitirdiğini söyledi.
CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu da, annelerin çocuklarının kemiklerini bulamadan gittiğini belirtti. 2016 yılında birçok ölümün olduğunu dile getiren Tanrıkulu, “2017’de de bu ölümlerin anmalarını yapacağız. Lanet olsun böyle bir tarihe” diyerek yeni yılda ölümlerin olmamasını istedi.
“2017’de tünelin sonundaki aydınlığa kavuşacağız”
Tanrıkulu’nun ardından konuşan HDP Grup Başkanvekili Filiz Kerestecioğlu da, annelerin “Sesimizi duymuyorlar” sözlerine karşılık olarak, “Bu meydanda olmamıza neden olanlar, kayıplara neden olanlar ve ülkeyi yine aynı politikayla yöneteceklerini düşünenler aslında sesinizi duyuyor” dedi. 2016 yılının kapkaranlık bir tünel olduğunu söyleyen Kerestecioğlu, 2017 yılında birlikte mücadele ederek tünelin sonundaki aydınlığa kavuşacaklarını söyledi. Kerestecioğlu ayrıca tutuklu olan HDP’lilere ve gazetecilere de değinerek doğruyu yazmaktan ve söylemekten vazgeçmediklerini söyledi.
Hükümete çağrı
Bu hafta 2016 yılında yaşanan gözaltında kayıplara dikkat çekildi.
Basın metnini okuyan Cumartesi İnsanları’ndan Sebla Arcan, Türkiye’de bugün hüküm süren bir rejim demokrasinin değil, insan hakları, hukuk ve adalet krizinin olduğunu vurgulayarak, “Yeni yıl dileğimiz: hukukun üstünlüğünün, huzurun ve barışın bu topraklarda egemen olmasıdır. Kayıplarımıza ulaşmamızı ve kaybedenlerden hesap sormamızı sağlayacak demokratik bir rejimin inşasıdır. Evlatlarımızın kanıyla değil, canıyla, hak ve özgürlükleriyle var olduğu bir vatandır” dedi. Arcan ayrıca hükümeti, gözaltında kaybetme suçunun tekrarlanmaması için gerekli adli, idari ve hukuki düzenlemeleri yapma yükümlüğünü yerine getirmeye çağırdı.
“İktidarın sorumluluğudur”
2016 yılında İnsan Hakları Derneği’ne (İHD) 3 kayıp iddiası ile başvuru yapıldığını hatırlatan Arcan, yaşanan üç vakada da hükümetin aynı tavrı takındığını ve hiçbir aşamada kamuoyuna açıklamada bulunmadığını söyledi. Şırnak’ta gözaltına alınarak kaybedilmek istenen Hurşit Külter, Ankara’da Müjgan Ekin ve Diyarbakır’da Taşkın Yasak’ın durumlarına dikkat çeken Arcan, “Sağ oldukları bilgisini almak bizim için sevindiricidir. Bütün bu yaşananlar kayıt dışı gözaltı işlemlerinin yapıldığını ve tamamen keyfi bir sürecin işletildiğini gösteriyor. Bu insanları kayıt dışı gözaltında tutan, işkence yapan kişileri açığa çıkartmak, onlara ne olduğunu açıklamak iktidarın sorumluluğudur” şeklinde konuştu.

“Zorla kaybetmelerin Türkiye’de yeniden sistemli bir pratiğe dönüşmemesi arzusuyla bu sorularımıza resmi yanıtlar almakta ısrarcı olacağız” diyen Arcan, 2017 yılında da gözaltında kaybetme ve cezasızlığa karşı mücadelelerini sürdüreceklerini belirtti.

Hizbullah: “Biz ABD, Suudiler veya Türkiye’nin kararıyla Suriye’de değiliz”..!

“Biz ABD, Suudiler veya Türkiye’nin kararı ile Suriye’de değiliz” diyen Hizbullah Siyasi Konseyi Başkanı İbrahim Emin Elseyyid, “teröristler tamamen yenilene kadar” Suriye’de kalmaya devam edeceklerini söyledi.
Tesnim Haber Ajansı’nın haberine göre, Lübnanlı Maruni Hristiyanların lideri Kardinal Beşare Petrol Rai’yi ziyaret eden Elseyyid’in, Noel ve yeni yıl için iyi dileklerini ilettiği belirtildi.
Elseyid, Türkiye’nin Hizbullah dahil tüm yabancılardan Suriye’yi terk etmelerini istemesi ile ilgili şunları söyledi:
Biz ABD, Suudiler veya Türkiye’nin kararı ile Suriye’de değiliz. Biz Suriye hükümeti ile işbirliği çerçevesinde ve teröristlerle mücadele için oradayız. Uygun zamanda Suriye’den çıkarız fakat Türkiye’nin kararını yerine getirmeye mecbur değiliz. Biz teröristlerin tam yenilmesine kadar Suriye’de kalacağız.

30 Aralık 2016 Cuma

YOL TV: RTÜK milli seferberlik çağrısına uydu, biz uymayacağız..!

RTÜK’ün Yol TV’nin yayınını durdurması Galatasaray Lisesi önünde protesto edildi. Kanal adına konuşan Yol TV Haber Müdürü Işıl Kurt “Savaş iktidarını sürdürmek isteyenler sesimizi kısmaya çalışıyor” ifadelerini kullandı.
Kararın toplumda ayrışmaya neden olacağını belirten Kurt “Eğer bir ülkede milletvekilleri, gazeteciler sesini duyuramıyorsa, bir şeyler ters gidiyor demektir. Daha önce Tv 10, Hayat TV, İMC TV kapatıldı. Şimdi de Yol TV. Böylece RTÜK, milli seferberlik çağrısına uydu. Ama biz bu çağrıya uymayacağız. Bir şekilde seslerimizi duyuracağız. Ne Aleviler ne de başka kesimlerin sesi kısılamayacaktır” diye konuştu.

An itibarıyla 10 bin gazetecinin işsiz olduğunu, 100’den fazla gazetecinin cezaevlerinde tutulduğunu hatırlatan Türkiye Gazeteciler Sendikası Genel Başkanı Gökhan Durmuş “Bir ülkede basın özgür değilse o ülkede kimse için özgürlük, hukuk yoktur. Buna karşı hep birlikte mücadele etmek zorundayız. TGS olarak Yol TV ile birlikte mücadelemizi sürdüreceğiz” ifadelerini kullandı.

Erdoğan Talimat Verdi Gazeteci Ahmet Şık tutuklandı..!

Ahmet Şık Şık 'FETÖ', 'DHKP-C' ve 'PKK' propagandası yaptığı öne sürülerek Erdoğanın talimatıyla tutuklandı.
Ahmet Şık, dün İstanbul'daki evine yapılan baskınla gözaltına alınmıştı.Ahmet Şık'ın tutuklanması meslektaşları tarafından alkışlarla protesto edildi.
azeteci Ahmet Şık, 24 saatlik gözaltı süresinin ardından adliyeye sevk edildi. Yaptığı haberler ve attığı tweetler gerekçe gösterilerek dün İstanbul’daki evine yapılan baskınla gözaltına alınan Gazeteci Ahmet Şık, İstanbul Emniyet Müdürlüğüne getirildi. Şık’ın “Gazeteciliği böyle soruşturamazsınız. Beş yıl öncesinin aynısı tekrar ediyor” dediği belirtildi. Şık, Çağlayan Adliyesine sevk edildi.
SAVCI, AHMET ŞIK'A YAPTIĞI HABERLERİ SORDU
Savcının, Gazeteci Ahmet Şık'a attığı 12 tweeti ve bazı haberlerini sorduğu öğrenildi. Şık'a yöneltilen sorular arasında, Cemil Bayık ile yaptığı röportaj, MİT'in Suriye'deki cihatçılarla bağlantısına dair haberi ve Çağlayan Adliyesi'nde Savcı Mehmet Selim Kiraz'ı rehin alan Bahtiyar Doğruyol ve Şafak Yayla ile telefonla görüşerek yaptığı haber de yer alıyor.
Ahmet Şık’ın avukatlarından Tora Pekin, Şık’a yöneltilen suçlamaların belli olmadığını, TCK’nin 301. maddesinden soruşturma için izin alınması gerektiğini ve bu iznin alınıp alınmadığını sordu.Evrensel’e konuşan Avukat Can Atalay da, Ahmet Şık’ın adliyeye götürüldüğünü aktardı. Atalay, “Hukuki olarak işlem nedir bilmiyoruz” dedi.
Cumhuriyet, Ahmet Şık'ın savcının soruları karşısında verdiği ifadesini yayımladı:
"Ben yukarıdaki soruların hepsine genel olarak cevap vermek istiyorum, 15 Temmuz kalkışması başarılı olsaydı, su an yaşadığımızı yaşamış olacaktık, yani darbenin engellenmiş olması bir cuntanın iktidarda olduğunu değiştirmiyor ve böyle bir dönemde zaten geçmişten beri sorunlu olan yargının kendisinin hukukla bağının bu kadar zayıf olduğu bir süreçte mesleki faliyetlerimin soruşturma konusu edilmesini meslek ahlakıma hakaret sayarım, kimsenin de haddine değildir.
Dolayısıyla bu sorulara yanıt vermek istemiyorum, yargı bağımsız tarafsız ve adil olabilseydi o zaman ifade vermek isterdim, zaten böyle bir soruşturma olmazdı. Savcılık makamının yönelttiği sorulardan birisi Sabah Gazetesi'nde Nazif Karaman'ın imzasıyla yayınlanan bir haberden yola çıkılarak yöneltilmiştir, haber metninde savcılık makamı kastedilerek şahsımın suçlandığına ilişkin bazı konular dile getirilmektedir, ancak soru bizzat haber metninde yazan konu ile ilgilidir. Haberi yazan kişinin iddiasına ne diyorsunuz şeklindedir.
Soruşturmayı Adalet Bakanlığı'na bağlı savcılık makamımı yürütmektedir, yoksa bir medya çalışanı mı yürütmektedir. Şuanda sahnelenen senaryoyu daha önce ben yaşadım, 2011 yılında AKP ve Gülen cemaatini taht kavgasına tutuşunca şuanda yaşanan savaş günlerine gelindi, günümüzün kullanışlı sözcüğü de daha önce adlandırılan bahsetmekten bile korkulan Gülen Cemaatini kasteden FETÖ olarak karşımıza çıktı. Ergenekon sürecinde poliste yargıda örgütlenmiş bir suç örgüt olarak çalışan Gülen cemati kadroları ve bu çetenin siyasi onay makamı AKP hükümeti hedef aldıkları her kim ise öncelikle kendilerine yakın medya organlarında asılsız suçlamalarla itibar suikastine uğratıldı, daha sonra bu suç örgütüne mensup polisler hedef alınan kişiyi gözaltına alır, gözaltının süresinin sonunda suç örgütünün başka bir uzantısı olan savcılık makamının karşısına çıkartılırdı, Orada karşınıza çıkacak sonuç belliydi, tutuklama istemiyle sevk olma, hakimler zaten bu suç örgütü zincirinin diğer halkasıydı, yani suçlama sorgulama, hüküm ve her şey önceden belirlenmiş bir senaryonun parçasıydı, iki eski iktidar ortağının birbirleriyle savaşa tutuşmaları neticesinde Gülen cemaati kadroları büyük oranda polis teşkilatı ve yargıdan tasfiye ediliyormuş gibi görünüyor, Ancak o dönemde karşımıza çıkan hukuğun paspas edilmesi süreci yeni figüranlarıyla ve daha pespaye bir biçimde sergilenmeye devam ediyor. 5 yıl önceki Ergenekon örgütü bağlamında suçlandığım da mesleki faaliyetlerim soruşturma konusu olmuştu, Şimdi de mesleki faaliyetlerim başka bir isimle soruşturma konusu edilmeye çalışılıyor, bu aşamada söyleyecek başka bir sözüm yoktur.


Demokratik Kurumlara Yönelik OHAK Zulmü Devam ediyor..!

İçişleri Bakanlığı, 94 derneğin faaliyetinin durdurulduğunu açıkladı.
Bakanlıktan yapılan açıklama şöyle:
OHAL Kanunu’nun 11. maddesi kapsamında genel güvenlik, asayiş ve kamu düzenini korumak amacıyla 20 ilimizde milli güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen; FETÖ bağlantılı 42, PKK/KCK bağlantılı 26, DHKP-C bağlantılı 3, diğer aşırı sol örgütlerle bağlantılı 19 ve DEAŞ bağlantılı 4 olmak üzere 94 derneğin faaliyetleri valiliklerimizce durdurulmuştur.
Bunlara ilişkin inceleme, değerlendirme çalışmaları devam etmekte olup, terör örgütleri ile irtibatlı tüm yapı, grup, oluşum, kurum ve kuruluşlarla mücadelemiz kararlılıkla devam edecektir.
Daha önce, 23 Temmuz 2016 tarih ve 667 sayılı KHK ve 22 Kasım 2016 tarih ve 677 sayılı KHK’lar ile; FETÖ bağlantılı 1108, PKK/KCK bağlantılı 189, DHKP-C bağlantılı 20 ve DEAŞ bağlantılı 8 olmak üzere toplam 1325 dernek kapatılmıştır.


29 Aralık 2016 Perşembe

Hatay Halk Cephesinden DHKC Kır Gerillası Leyla Aracı İle İlgili Açıklama..!

SURİYE’DE, “VALLAHİ SİZİ SİLECEĞİZ” DİYEN YAHYA ADNAN’DAN TÜRKİYELİ DEVRİMCİ LEYLA ARACI’YLA TAŞINAN BAYRAK
Antakya’nın yiğit Arap kızı Leyla Aracı.
Devrim ve sosyalizm sevdalısı...
Bir ömrüm var Türkiye halklarının bağımsızlık mücadelesine adayan...
Arap halkı, Türkiye halkları devrim mücadelesine olan bu değerli naçizane katkılarını unutmayacak, binlerce yiğit Arap evladı tuttuğun kızıl bayrağı zafere taşıyacak, emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı mücadeleyi yükselteceklerdir.
Suriye’de Amerika emperyalizmine ve işbirlikçilerine karşı savaşıp şehit edilen, “vallahi sizi sileceğiz” diyen Yahya Adnan’ın o düşmana olan öfkesini Türkiye sathına yayan Leyla Aracı; nasıl ki Yahya Adnan’ın yoldaşları Suriye’deki çeteleri siliyorsa, bizler de Leyla Aracı’nın bizlere bıraktığı çizgide Amerika ve işbirlikçi AKP’yi Türkiye topraklarından silip atacağız.
Seni seviyoruz halkı için Dersim topraklarında dövüşen ve ölümsüzleşen yiğit devrimci. Antakya’nın cesur onurlu Arap kadını...
Sana söz; bir kez de dünyayı Türkiye’den sarsacağız...
LEYLA ARACI ÖLÜMSÜZDÜR
HESABINI SORACAĞIZ
HATAY HALK CEPHESİ

ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ ERDOĞANIN PADİŞAHLIĞI İLAN ETMEYİ AMAÇLIYOR ..!

AKP’nin sunduğu ve MHP’nin üzerinde mutabakata vardığı yeni Anayasa değişimi tamamıyla eski parlamentoyu yok eden ve tek kişinin yönetimini egemen kılan padişahlık rejimine yasal değişikliği amaçlıyor.
Daha evvel Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın birkaç yıldır üzerine konuştuğu aklındaki başkanlık önerisini değerlendirdiğimizde getirmek istenilen sisteme ilişkin ortaya enteresan bir karışım çıktığını bir gerçekti. Kesinlikle demokrasiden uzak, mutlak monarşiye yakın, ziyadesiyle cesur ve bir o kadar da korkutucuydu.
Her ne kadar anayasasının ilk dört madde değişmemiş ise de, o akıldaki Türk tipi sistem geldi. Şunu çok net söyleyebilirim; bu teklif ülkeye ‘daimi OHAL’ getiriyor.
Nasıl oluyor? Özetle, en belirgin kısımları ele alırsak şöyle (madde sırasıyla ilerleyeceğim):
– Bağımsız denetim mekanizması adına en ürkütücü olduğunu düşündüğümüz değişikliklerden biri; TBMM ile cumhurbaşkanı seçimlerinin beş yılda bir ve aynı anda yapılacak olması. Bakınız, hani deniyor ki ya başkanlık sisteminin en demokratik işlediği yer ABD diye, işte orada meclis ve başkan farklı farklı zamanlarda seçilir ki, başkan çoğunluk partiden olmasın, ayrıca bağımsız bir değerlendirme yapılabilsin ve dolayısıyla güç tek bir elde toplanmasın.
Burada ise birlikte seçilecek ve halk hangi partiye oy verdiyse çok büyük ihtimalle o cumhurbaşkanı olarak da parti ile ilintili kişiye oy verecek, bağımsız bir değerlendirme yapamayacak. Zira cumhurbaşkanının partili olmasının da önü açıldı. Tam demokratik cümbüş.
Ve seçtiğiniz cumhurbaşkanıyla beş yıl birlikte yaşamak zorundasınız. Yine ilerde göreceğiz, TBMM fesholur fakat cumhurbaşkanı fesholmaz, seçtiniz bir kere pişman da olsanız ne fayda.
Normalde demokratik yapılarda bu süre kısa tutulur. Örneğin Amerika’da Meclis iki yılda bir, Başkan dört yılda bir seçilir ki halk meclisten memnun kalmazsa değiştiriversin diye.
– Mevcut 87. Madde TBMM’nin görev ve yetkilerini sayar. Yeni teklifte şu kısım yok: ‘Bakanlar Kurulu’nu ve bakanları denetlemek; Bakanlar Kurulu’na belli konularda kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi vermek’. Yok; çünkü bu kısım bu teklifle meclisin elinden alındı, cumhurbaşkanına verildi.
– Cumhurbaşkanının görev ve yetkilerini düzenleyen 104. Madde’de en önemli değişiklik; ‘Cumhurbaşkanı yardımcıları ile bakanları atar ve görevlerine son verir’ hükmü ile ‘Üst düzey kamu yöneticilerini atar ve görevlerine son verir’ hükmü.
Yeni teklifte başbakanlık kurumunun tamamen kaldırıldığını görüyoruz. Bununla birlikte bakanların doğrudan cumhurbaşkanının iradesine bağlanmış olduğunu. Ayrıca ‘üst düzey kamu yöneticisi’ derken, her ne kadar kimlerden bahsedildiği anlaşılmamakta ve tamamen genel bir ifade kullanılmakta ise de, devletin her bir kademesindeki yöneticiye cumhurbaşkanının doğrudan müdahale edebileceğini anlıyoruz. Bu da cumhurbaşkanının iradesi ne ise, devletin de iradesinin o yönde işleyeceği anlamına geliyor.
Peki, fikir özgürlüğü? Yahut demokrasinin anlamı?
– Yukarıda bahsettiğim; TBMM ile cumhurbaşkanının aynı anda seçilmesi meselesi vardı ya, işte o durum ne derece mühimse demek ki, 106. Madde’de de kendini gösteriyor: Eğer cumhurbaşkanlığı makamı herhangi bir sebeple boşalırsa, genel seçime 1 yıldan az süre kalmışsa, TBMM seçimi de cumhurbaşkanı seçimi ile yenilenir. Genel seçime bir yıldan fazla kalmışsa, seçilen cumhurbaşkanı TBMM seçim tarihine kadar görevine devam eder. Kalan süreyi tamamlayan Cumhurbaşkanı açısından bu süre dönemden sayılmaz(!) TBMM genel seçimlerinin yapılacağı tarihte her iki seçim birlikte yapılır.
Aynı maddede, kesinlikle hukuka aykırı olduğunu düşündüğüm bir diğer hüküm de ‘Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlar, göreviyle ilgili olmayan suçlarda yasama dokunulmazlığına ilişkin hükümlerden yararlanır’ hükmü. Politikacıların, her ne sıfatta olursa olsun göreviyle ilgili olmayan suçlarda yasama dokunulmazlığından faydalanması kati surette hukuka, insan haklarına ve eşitlik ilkesine aykırıdır.
– TBMM ve cumhurbaşkanı seçimlerinin yenilenmesini konu alan 116. Madde, TBMM’nin seçimlerin yenilenmesi halinde beşte üç oy çokluğu ile seçimlerin yenilenmesine karar verebileceğini ve TBMM genel seçimi ile cumhurbaşkanlığı seçiminin de aynı anda yapılacağını belirterek, bu aynı anda seçim konusunu üçüncü kez karşımıza çıkarıyor. Ve bu kez şöyle bir çelişkiyi de ortaya çıkarıyor:
Normalde cumhurbaşkanının en fazla iki dönem görev yapabileceği belirtilmişken, maddenin devamında “Cumhurbaşkanının ikinci döneminde meclis tarafından seçimlerin yenilenmesine karar verilmesi halinde cumhurbaşkanı bir defa daha aday olabilir” diyerek, en fazla iki dönem görev yapabileceğine ilişkin hükmü bertaraf ediyor.
– Ve tabii ki olağanüstü hale ilişkin teklifte, demokratik mantığa kati surette sığmayacak şekilde, olağanüstü hallerde cumhurbaşkanının, olağanüstü halin gerekli kıldığı konularda “Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi” çıkarabileceği hükmü getirilmiş. 40 yıllık ‘Kanun Hükmünde Kararname’ olmuş size ‘Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’. Darbe Anayasası diye eleştirilen mevcut Anayasa’da bile en azından Bakanlar Kurulu diyor. Bir değil birkaç kişi var en azından. Açıkçası, hükmün dili dahi kulağa hoş gelmiyor: ‘Cumhurbaşkanı ilgili konuda kararname çıkarabilir..’*
Gerçi yeni teklife şöyle baştan aşağı bir baktığınızda o kadar ‘cumhurbaşkanı’ üzerine kurulu ki, değişikliğin salt cumhurbaşkanı için yapıldığını anlıyorsunuz. Bu da ‘daha demokratik’ bir Anayasa olduğu fikrini anında çürütüveriyor. Hoş, sanırım kimsenin böyle bir iddiası da yoktu. En başta belirttiğim, başkanlık önerisinden pek bir farkı olmadığı kanaati de buna dayanıyor zaten.
– Yine, mevcut Anayasa’da kamu tüzel kişiliğinin ancak kanunla veya kanunun açıkça verdiği yetkiye dayanarak kurulabileceği belirtilmişken, yeni teklifle cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle de kurulabileceği belirtiliyor. Ayrıca şu, bir muammadan ibaret ‘üst düzey kamu yöneticilerinin’ atanmasına ilişkin usul ve esasların da cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenleneceği fıkrası da eklenmiş. Yani bu hükümde, cumhurbaşkanının üstün iradesi iki kere devreye giriyor.
En sevdiğim kısmı sona koydum:
– HSYK’nın 13 üyesinin yedisinin cumhurbaşkanı tarafından, diğer yarısının ise TBMM tarafından seçileceği düzenlemesi yer alıyor.
Ne yazık ki yargı bağımsızlığı adına felaket diye nitelendirebileceğimiz bir düzenleme. Zira, yarısının yine ve yine cumhurbaşkanının tarafından atandığı bir HSYK’dan bağımsız ve -1. Madde’ye eklenen ibarenin aksine- ‘tarafsız’ bir tutum beklemek saflık olur.
Tabii, başkaca birçok değişiklik var; yalnız en çarpıcı olanlar bunlar. Bir ülkede tam demokrasi olup olmadığını anlamak istiyorsanız dikkat etmeniz gereken en temel nokta şudur: ‘kuvvetler ayrılığı’ dediğimiz, yasama-yürütme-yargı erkleri birbirinden bağımsız mı? Güç, bu üç erkten herhangi birinde yahut ikisinde mi toplanmış? Eğer bağımsız değilse ve güç üç erkten herhangi birinde veya ikisinde toplanmışsa, orada kati surette demokratik bir ortamdan bahsetmek mümkün değildir.
Bizim Anayasamız zaten pek de sağlıklı bir Anayasa değildi. Özellikle, 2010 değişikliğinden sonra yürütme son derece güçlendirilmiş ve zaten evvelden bozuk olan denge-denetleme mekanizması daha da bozulmuştu. Fakat bu son teklifle, sanırım dünyanın hiçbir yerinde olmayan enteresan bir sistemle karşı karşıyayız. Parlamenter görünümlü Başkanlık sistemi demek mümkün. TBMM’nin birçok yetkisinin elinden alınarak Cumhurbaşkanına devredildiğini, meclisin bir nevi by-pass edildiği/işlevsiz bırakıldığı, Cumhurbaşkanı tarafından atanan bakanların yine yalnızca cumhurbaşkanına karşı sorumlu olduğu, yargının yürütmenin iradesine bağımlı kılındığı, dolayısıyla denetleme mekanizmasının temelinden çöktüğü, kısacası gücün tek elde, yürütmede, toplandığı bir Anayasa bu.
Elbette takdir halkımızın..
Tuba Torun

gazeteduvar

Aslı Erdoğan ve Necmiye Alpay serbest bırakıldı..!

Mahkemenin tahliye kararının ardından yazarlar Aslı Erdoğan ve Necmiye Alpay tutuklu bulundukları Bakırköy Kadın Cezaevi’nden serbest bırakıldı.
Cezaevinden ilk olarak Necmiye Alpay çıktı. Tahliye kararını değerlendiren Necmiye Alpay, şunları söyledi:
“İçeride kalan kadınlar olduğu için kötü hissediyorum. Yarın nöbete gelmeyi düşünüyorum. Tabi ilk yarın ne yaparım diye düşünmek oldu. Tabi ki nöbete geleceğim, cumartesi Cumhuriyet’e giderim, Barış Vakfı’na diye düşünürken birden anladım ki yarın nöbet olmayabilir. Onu anlayınca çok fena hissettim ve burada ilan ediyorum, lütfen bunu düşünelim, bizim adımız olmadan da kadın tutsaklara özgürlük başlığı altında nöbet tutmak şart. Çünkü baskılar burada artıyor.”
Tahliye kararını duyunca ne hissettiği sorulan Alpay, “Olması gereken gecikmiş, aslında hiç olmaması gereken bir davranış olarak karşıladım” diye yanıtladı.

Alpay’ın ardından Aslı Erdoğan da cezaevinden tahliye edildi. 

Yol Tv, izleyicilerini desteğe çağırıyor

Yol Tv: 17:55 itibariyle yayınımız durduruldu! Tüm izleyicilerimizi, dostlarımızı #YolTVSusturulamaz demeye çağırıyoruz.
Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) Yol TV’nin yayınlarının sona erdirilmesine karar verdi. Kanal henüz kendilerine ulaşan bir tebligat olmadığını duyurmuştu:
Bugün Yol Tv, sosyal medya hesaplarından duyurdu: ”17:55 itibariyle yayınımız durduruldu! Tüm izleyicilerimizi, dostlarımızı #YolTVSusturulamaz demeye çağırıyoruz.”
Yol Tv, 22 Aralık tarihinde, “Bugün Anadolu Ajansı’nın yaptığı haberle RTÜK’ün Yol TV’nin yayınını durdurma kararı aldığını öğrendik. Karar; kanalı kapatma değil yayının durdurulması yönündedir. Öte yandan da henüz kanalımıza tebliğ edilen bir karar yoktur. İçinden geçtiğimiz bu süreçte tek sesli bir toplum yaratma çabası muhalif basının hedef alınmasıyla sürmektedir. Onlarca yayın kuruluşunun kapatılmasının ardından kanalımız hakkında da verilen bu karar hukuksuzdur. Alevilerin, emekçilerin, kadınların, gençlerin ve tüm halkların kanalı olarak yayınımıza devam ediyoruz. Gerçeklerin takipçisi olmaya devam edeceğiz, dayanışmayla bu günleri de aşacağız.” açıklamasını yapmıştı

Sahibin Sesi AA, suçlamaları Ahmet Şık’tan önce öğrenip duyurdu: Hedef yine Muhalif gazetecilik!

Sabah saatlerine evine yapılan polis baskınıyla gözaltına alınan gazeteci Ahmet Şık henüz savcı karşısına çıkmadan, hakkındaki suçlamalar Anadolu Ajansı eliyle servis edildi.
AA, servis haberinde Şık’ın “Türkiye Cumhuriyeti’ni, yargı organlarını, askeri ve emniyet teşkilatını alenen aşağılamak” ve “terör örgütü propagandası yapmak” olduğunu ileri sürdü.
Ahmet Şık hakkındaki suçlamalar şöyle:
“Suikastçinin Nusra’cı değil FETÖ’cü olduğunu kanıtlama gayretindeki iktidar ve yancıları katilin polis olduğu gerçeğini ne yapacaksınız?” tweeti,
“Katil devlettir deyince bozuluyorsunuz” tweeti,
“İktidar nezdinde savaş gerektirecek durumun adı artık belli. O da rejim değişikliğine konulacak son noktadır” tweeti,
“Savaş, PKK ile ülkenin belirli bir bölgesinde arada kesintiler olsa da 1984’ten bu yana var” tweeti,
“Cizre’de evlerin bodrumlarında yakılanlarla İstanbul’da bombayla parçalananları kıyaslayacağına ikisine de itiraz et” tweeti,
“Sırrı Süreyya Önder’e isnat edilen fiil suçsa, sarayda oturandan başlayarak daha bir dolu sanık olması gerekmez mi?” tweeti,
“Tahir Elçi’yi tutuklamak yerine katletmeyi tercih ettiler, katil sürüsü bir mafyasınız” tweeti,
“ABD ve AB’nin cihatçı teröre karşı müttefikimiz dedikleri PYD’nin terör örgütü olduğunu kanıtlamaya çalışanlar olağan şüpheli olmaz mı?” tweeti.
Cumhuriyet’te 13 Şubat 2015 tarihli “TIR’daki sır aydınlandı” başlıklı yazı.
Cumhuriyet’te 14 Mart 2015’te tarihli “Ya Apo Kandil’e ya biz İmralı’ya” başlıklı Cemil Bayık röportajı.
Cumhuriyet’te 8 Temmuz 2015 tarihli “Bizimki gazetecilik sizinki ihanet” başlıklı yazı.
Cumhuriyet’te 9 Temmuz 2015 tarihli “MİT tırları savcısı: MİT, Reyhanlı’ya göz yumdu onlara bilgi vermesek engellerdik” başlıklı yazı.

23-26 Eylül 2014 tarihinde Avrupa Parlamentosu ortaklığıyla Heybeliada’da düzenlenen basın özgürlüğü çalıştayında “PKK için çalışanlar da gazetecidir” sözleri.

Sosyal medyaya Şener Şen tartışması... Zuhal Olcay daha önce de çok sert eleştirmişti..!

Türkiye sinemasının önde gelen isimlerinden Şener Şen, Cumhurbaşkanlığı Kültür Sanat Büyük Ödülü'nü aldı. Şener Şen ödülü 'toplumsal barışa bir katkısı olması umudu ile' kabul ettiğini söyledi. Törende konuşan Şener Şen, "Hikayeler hayatı nasıl yaşayabiliriz konusunda bize yol göstericilerdir. Ben canlandırdığım karakterlerin iyiye ve doğruya hizmet etmesi için özenle seçtim. Bir aktör için intihar sayılabilecek uzun yıllar istediğim hikayeyi bekledim. İyiyi, doğruyu ve güzeli arayan toplumların her zaman barış içinde yaşayacağıma inandım. Bu ödülü toplumsal barışımıza bir katkısı olması umudu ile kabul ediyorum" ifadelerini kullandı.
SOSYAL MEDYA İKİYE BÖLÜNDÜ
Şener Şen'in bugün Cumhurbaşkanlığı Sarayı'ndaki ödül törenine katılması sosyal medyayı ikiye böldü. Bir kısım Şener Şen'i yaptığı konuşma nedeniyle desteklerken bir grup da Cumhurbaşkanı Erdoğan ile birlikte görüntü verdiği için eleştirdi.
Şener Şen geçtiğimiz yıl 20. Türk - Alman Film Festivali sırasında seyircilerden gelen, "Toplumsal eylemlere neden katılmıyorsunuz?" sorusunu yanıtlamıştı. Şen, "Oyuncunun ödevi, yaptığı filmlere hayat görüşünü yansımaktır. Bilfiil politikanın içinde olma, siyasetin içinde olma başka bir alandır. Bunu da sadece eylem yapan, hayatta başka hiçbir şey yapmayan, güzel film sevdalısı olmayanlara bırakıyoruz" şeklinde cevap vermiş, sosyal medyada eleştirilerin hedefi haline gelmişti.
Bu olayın ardından Cumhuriyet gazetesinden Ceren Çıplak'a bir açıklama yapan Şener Şen, "Meğer ne kadar sevgisizmişiz... Meğer ne kadar hoşgörüden yoksunmuşuz... Halkına ileri demokrasiyi layık görmeyen iktidarlar yüzünden sıradan vatandaşlar benimle aynı görüşten değilsin diye birbirleriyle kavgaya tutuşuyorlar. Türkiye’de herkesin aklını başına toplaması lazım. Bu cinnet halinden kurtulmazsak sonumuz iyi değil" ifadelerini kullanmıştı.
ZUHAL OLCAY ÇOK SERT ELEŞTİRMİŞTİ
Şener Şen'in söylediği "Eylem yapmayı, hayatta başka hiçbir şey yapmayanlara bırakıyorum" sözleri için sanatçı Zuhal Olcay'dan çok sert bir açıklama gelmişti. Hürriyet gazetesine konuşan Zuhal Olcay, "Sadece evlerimizden, güvenli ortamlarımızdan bir şeyler yazıp, “Hah bugün de görevimi yaptım” deyip huzur içinde uyuyoruz. Bir de geçenlerde şuna takıldım; Şener Şen demiş ya, “Ben eylemlere vakit ayıramayacak kadar sinemayı çok seviyorum” diye. Kendini yanlış mı ifade etti acaba diye düşündüm. Çok düşündürücü bir yanıt ve acıklı. Peki Picasso’yu, Sartre’ı, Marlene Dietrich’i ya da günümüzden Sean Penn’i nereye koyacağız? Picasso meşhur Guernica tablosunu yapmış ama faşistlere karşı lafını da söylemiştir" ifadelerini kullanmıştı.

cumhuriyet.com.tr