30 Eylül 2016 Cuma

Kabataş Erkek Lisesi öğrencileri yurt, yemekhane ve öğretmenleri için eylemde..!

Geçtiğimiz eğitim-öğretim yılının sonunu peş peşe protestolarla kapatan proje okullarında, öğretmenlerin sürgün edilmesine yönelik tepkiler büyüyor. Kabataş Erkek Lisesi öğrencileri öğretmenlerinin sürgün ve tasfiye edilmesine, okul yurdunun kapatılmasına ve yemekhanenin özelleştirilmesine karşı oturma ve kitap okuma eylemi gerçekleştirdi.

“Öğretmenime dokunma”, “Yemekhaneme dokunma”, “Yurduma dokunma” dövizleri hazırlayan öğrenciler, sürgün edilen öğretmenlerinin yerine gelen bir öğretmenin kendisini “Merhaba, benim adım ……, Süleymancıyım” diyerek tanıtmasının, eğitim alanındaki gerici saldırının okullarındaki yansıması olduğunu söyledi

Mamak’taki 12 Eylül işkencesine ‘zaman aşımı’: İlhan Erdost’un öldürülmesine takipsizlik..!

12 Eylül askeri darbesinin ardından Mamak Askeri Cezaevi’ndeyken ya da gözaltındayken öldürülenlerin ailelerinin yaptığı şikayet üzerine, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı kararını verdi. Başsavcılık, davanın zaman aşımına uğradığına karar verdi.
Bianet’te yer alan habere göre, savcılık, 129 kişinin şikayetiyle dönemin polis ve asker şüphelileri hakkında yürüttüğü soruşturmada, “suçlamalar zaman aşımına uğradığı gerekçesiyle” takipsizlik kararı verdi.
İlhan Erdost’un öldürülmesine takipsizlik
1980’de Mamak Askeri Cezaevi’nde öldürülen yayıncı İlhan Erdost’un öldürülmesine ilişkin de takipsizlik kararı verildi.
Soruşturmanın şüphelileri arasında Mamak Askeri Cezaevi Müdürü Albay Raci Tetik, eski Ankara emniyet müdürleri Cevdet Saral, Ali Akan ve Ülkü Met ile o dönemde Ankara Emniyet Müdürlüğü ve Mamak Askeri Cezaevinde görev yapan birçok kişi bulunuyor.
Takipsizlik kararında, 12 Eylül 1980 darbesinin öncesinde ve sonrasında kendileri ya da yakınları gözaltına alınan, tutuklanan ve Ankara Emniyet Müdürlüğü, Ulucanlar Cezaevi ve Mamak Askeri Cezaevinde işkence ve kötü muameleye maruz kaldıklarını belirten şikayetçilerin suç duyuruları üzerine soruşturmanın açıldığı ifade edildi.
’30 yıllık zaman aşımı süresi doldu’
“Kasten insan öldürme, işkence yapma, kötü muamelede bulunma” suçlarından yürütülen soruşturmanın 30 yıllık zaman aşımı süresinin dolduğu belirtildi. Kararda, suç tarihi 1980-1984 olarak belirtilerek “Müştekilerin ifadelerinde belirttikleri, insanlık onuru ve hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmayan ve suç oluşturan kasten insan öldürme, işkence ve kötü muamele suçlarının 1980-1984 döneminde işlendiğinin iddia edildiği…” ifadelerine yer verildi.
Bu sebeple de suçun üzerinden 30 yıldan fazla süre geçmiş olmasının dikkate alınması gerektiği belirtilerek “Kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz; kimseye suçu işlediği zaman kanunda o suç için konulmuş olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez. Suç ve ceza zamanaşımı ile ceza mahkumiyetinin sonuçları konusunda da yukarıdaki fıkra uygulanır.” ifadeleri kullanıldı.


Kadınlar hakları ve özgürlükleri için meydanlara çağırıyor.

kdcp-eylem-cagri-manset

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu “Kadın hareketinin 10 temel mücadele alanı” için ekim ayında meydanlara çağırıyor. “Laiklik için direneceğiz” sloganı ile yapılan çağrıda illerde düzenlenecek eylemler 10 başlıkta örgütlenecek. Boşanma hakkımızı elde etmek için, İdam değil Özgecan Yasası için, Nefret cinayetlerinin son bulması için, Hadım yönetmeliğinin kaldırılması için, Çocuk istismarını durdurmak ve AYM kararının tam iptali için, İşyerinde tacizin son bulması için, Her alanda kadınların kendi kararları için, Eğitimden mahrum bırakılan öğrenci kaıdnlar için, Kadınlar için hayati olan laiklik için, Savaşa karşı mücadeleyi yükseltmek için birlikte mücadeleye devam! Sendika.Org’a konuşan platform sözcüsü Gülsüm Kav; platform olarak OHAL sürecini başladığından bu yana kadınlara etkileri bakımından gözlemlediklerini ve ne yapılması gerektiği konusunda tartıştıklarını ifade etti. Bu tartışmalar etrafında 10 temel mücadele alanı belirleyerek bunun için eylemlilikler örgütlediklerini belirten Kav; “maddeler içinde laiklik için mücadele ve savaş karşıtı mücadele -diğer şiddet biçimlerini doğrudan beslemesi bakımından -bizim için önemliydi” dedi. 1 Eylül Dünya Barış Günü çerçevesinde yapılan eylemlerinden ardından laikliği de gündeme aldıklarını söyleyen Kav, Ayşegül Terzi’ye yapılan saldırının hedeflerinin doğruluğunu perçinlediğini ifade etti. Kav sözlerine; “Bu zor zamanlarda tek bir sorun ile değil, iç içe geçmiş bir çok temel mesele ile karşılaşmış durumdayız maalesef. İktidar memleket gündemi ne kadar yoğun olursa olsun kadın haklarına özel olarak saldırmaktan hiç geri durmuyor, diğer konularda olduğu gibi OHAL sürecini fırsata çeviriyor. Madem kadın düşmanları hiç durmuyor, biz de durmamalıyız diye düşünerek eylemlerimizi gerçekleştireceğiz. Ayrıca belirtmek gerekir ki, ne zaman çok zulüm olsa aynı oranda direniş de olur; bizde de kadına yönelik baskı arttıkça kadınlar daha çok mücadeleye katılıyor, daha çok direniyor. Bunu çok önemli buluyorum çünkü ülkenin kadınların nefes alamadığı bir hale gelmesine ramak kaldı ve bu gidişatı ancak güçlü ve dayanışma içinde bir kadın mücadelesi durdurabilir. Sonuç olarak kadınların rahat nefes alabildiği bir Türkiye için, tüm Türkiye’de eylemlerimizi yapma çabasındayız” diyerek son verdi. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun eylem takvimi:

Aslı Erdoğan: Hep beraber yürüyerek çıkacağız bu geceden

Kapatılan Özgür Gündem gazetesinin Yayın Danışma Kurulu üyesi ve yazar Aslı Erdoğan "Özgürlük Nöbeti"ne mesaj göndedi.
Erdoğan, direnmek dayanışmak ve umut etmek sözcüklerinin içi boş sözcükler olmadığını belirterek, "Hep beraber yürüyerek çıkacağız bu geceden" dedi.
Kapatılan Özgür Gündem Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Zana Kaya, Yazı İşleri Müdürü İnan Kızılkaya ve Yayın Danışma Kurulu üyeleri yazar Aslı Erdoğan ve dil bilimci-çevirmen Necmiye Alpay için başlatılan "Özgürlük Nöbeti"nin 11'incisi Bakırköy Kadın Kapalı Cezaevi önünde gerçekleşti. Nöbete Emek Partisi (EMEP) Genel Başkanı Selma Gürkan,İHD, Birleşik Haziran Hareketi (BHH) Bakırköy, İstanbul Tabip Odası ve Necmiye Alpay'ın 12 Eylül askeri darbesinde Mamak Cezaevi'nde kalan koğuş arkadaşları ve çok sayıda kişi katıldı.
Nöbette ilk olarak konuşan EMEP Genel Başkanı Selma Gürkan, nöbete parti temsilcisi olarak katılmadığını, 11 Eylül askeri darbe zamanında Necmiye Alpay'ın Mamak Cezaevi'nde kalan kadın arkadaşları olarak katıldıklarını söyledi. Kendilerine "Mamak Cezaevi Kaktüsleri" adını verdiklerini söyleyen Gürkan, "Kaktüsler Susuz da Yaşar" kitabından kesitler okuyarak cezaevi önünden şöyle seslendi: "Mamak Cezaevi'nde ürkektik. Önce ürktük çekindik, korktuk ve de sustuk sonra toparlandık. İnsanlığımızı kişiliğimizi devrimci değerlerimizi savunmak üzere güçlerimizi birleştirdik."
'GERÇEĞİN IŞIĞINI SÖNDÜREMEYECEKLER'
Kapatılan televizyon ve radyolar üzerindeki baskıya da tepki gösteren Gürkan, "Hayat nasıl akıyor ve akmaya devam edecekse, hayatın sesini susturamayacaklar. Gerçeğin ışığını söndüremeyecekler" dedi. Gürkan, son olarak koğuşta kalan kadın arkadaşlar olarak Necmiye Alpay'a kartpostal göndereceklerini söyledi.
'NÖBET, YÖNETENLER UTANÇ'
BHH Bakırköy adına konuşan Didem Koryürek ise, özgürlük nöbetinin kendileri için onur, yönetenler için de utanç olduğunu söyleyerek, "Bu felakete omuz omuza vererek karşı duracağız" dedi. Nöbette CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun Aslı Erdoğan ve Necmiye Alpay için yazdığı dayanışma notu da okundu.
Yapılan konuşmalar ardından Aslı Erdoğan ve Necmiye Alpay'ı ziyaret eden avukatın getirdiği not okundu.
'HEP BERABER YÜRÜYEREK ÇIKACAĞIZ BU GECEDEN'
Aslı Erdoğan'ın yazmış olduğu not şöyle:" Nerede bekleriz hiç bitmeyen şafak vaktini? Gece uzun, şafağı beklerken hep beraber. Artık içi boş sözcükler değil bunlar. Direnmek, dayanışmak, umut etmek. Hep beraber yürüyerek çıkacağız bu geceden."
'HUKUKU ANLAMAYA DEVAM ETMEK ŞART'


Necmiye Alpay’dan eylemcilere ulaşan not ise şu şekilde: "Bir an önce yanınızda olmak istiyorum yerime kimseyi bırakmamak kaydıyla. Hukuku anlamaya devam etmek şart. Kendisi bizden git gide uzaklaşarak kaçıyor. Sesimiz az duyulsa da hala gün..."

Sanatçı ve yazarlar: Baskılara seyirci kalmayalım

Hayatın Sesi TV, Zarok TV, TV 10 da dahil olmak 12 televizyon kanalı ve 11 radyonun yayınının durdurulmasına sanatçı ve yazarlar tepki gösterdi.
Sevda Aydın ve Alicem Aydın'ın Evrensel'de yer alan haberine göre, OHAL kararlarıyla medyaya müdahale eden, yayın durduran iktidarı sert sözlerle eleştiren sanatçı ve yazarlar, Türkiye’de demokrasinin acil bir ihtiyaç olduğunu söylüyor. 
SİVİL İRADENİN YAPAMADIĞI DARBE İLE YAPILIYOR
Aytaç Arman (Oyuncu): Söylenecek bir şey de kalmadı, bu gelişmeler karşısında. Darbeler, OHAL’ler KHK’ler... Düşünce özgürlüğü rafa kalktı. Aklı rafa kaldırdılar. Akla davet edeceğiz. Bunun ötesi ne denir ki... medya kurumları mahkeme kararı bile olmadan, hiçbir izahta bulunma zahmetine bile girilmeden kapatılıyor. Bu çok vahim bir durum. “Ben yaptım oldu”larla bizi çok garip bir yolculuğa çıkardılar... Yıllarca biz oynardık milyonlar seyrederdi Şimdi biz seyirci kaldık.. Anayasa rafta biz ona, o bize bakıyor. OHAL, Bu hal böyle gidecek öyle görünüyor. Sivil iradenin yapamadığı darbe ile yapılıyor. Toplum olarak ses çıkarmalıyız. Meclisteki temsilcilerimiz bugün üzerine düşeni yapmalı. “Yapamazsınız” Diyor muhalefet sözcüsü kanalın birinde, “Yaptırmayız” Demek gerekiyor mu?. Yapıyorlar zaten her şeyi, “yaptırmayız” demeliyiz artık. Umutsuz değilim, değiliz ama iyi şeyler söylemiyoruz, karamsarlığın karanlığı her geçen gün daha da koyulaşıyor. Demokrasi naneli sakız oldu.
OHAL’İ ÇOK SEVDİLER
Nur Sürer (Oyuncu): 12 Eylül’de bile böyle şeyler yaşamadık, o dönem de bölgede yaşananlar kimsenin umurunda olmadı. OHAL iktidarların rahatlıkla bir ülkeyi yönetebileceklerini düşünmeleri için çok uygun bir fırsat. Evren de bunu yaşadı. Örneğin Türkiye’de uzun bir süredir tartışılan başkanlık sistemi konusu her nedense darbeden beri mevzu edilmiyor. APK’nin medya sözcüleri bu konuda tek satır yazmıyor/söylemiyor. Çünkü artık bu tartışmaya gerek bile kalmadı. Darbe ve OHAL sürecinde zaten tek adam rahatlığındalar. Bu yüzden OHAL’i de çok sevdiler ve uzatmak istiyorlar. Ama tabii nereye kadar sürer bunu bilemiyoruz. 12 Eylül’le karşılaştırıyorum sık sık yaşananları, bugün sokaklara çıkanların büyükleri, tankların önüne çıkanlar, 12 Eylülde neden çıkmamışlardı diyorum. Eminim onların hepsi “Evren Anayasasına” evet oyu vermişlerdi. O zamandan beri öyle bir anayasa ile idare ediliyoruz. Herkes memnun bu Anayasa’dan CHP de buna dahil. 
ORTAK MÜCADELE ETMELİYİZ
Barış Atay (Oyuncu): Darbe girişimi sonrası ilan edilen OHAL’in bütün muhalif kesimlere yöneleceğini biliyorduk. Bunu defalarca söyledik. OHAL’in bize yöneleceğini tutuklanan akademisyenlerden, siyasetçilerden, laiklik bildirisi dağıtan Erkan Baş’ın işkence ile gözaltına alınmasından son olarak da kapatılan televizyon ve radyolardan anladık. Şu an yapılması gereken tek şey farklılıkları göz ardı ederek ortak mücadele zemini oluşturmamız gerekiyor.
BASININ SUSTURULMASINA KARŞIYIZ
Mert Fırat (Oyuncu): Basının susturulmasının karşısındayız. Basın özgürlüğü açısından farklı mecralarda özgürlük mücadelemizi sürdürmek için elimizden geleni yapmaya hazırız
Levent Üzümcü (Oyuncu): Onun “Bu, Allah’ın bize bir lütfu” HAL’i. OHAL’i uzattılar. Uzatsınlar, keyfini sürsünler ama bu devran böyle gitmez. Bunu söylerken de bir tehdit falan olsun diye demiyorum. Sonuçta bir tarih var, diyalektik diye bir şey var. Bırakınız bunların keyfini sürsünler. 
Sema Kaygusuz (Yazar): Sen yalnızca benim tasvip ettiğim TV kanallarından benim söyleyeceklerimi dinle, diyor OHAL. Hepimizi edilgen birer TV seyircisine, radyo dinleyicisine indirgiyorlar. Otoriter rejimlerin düşünce süreci her zaman böyle yavan, böyle basittir ve her zaman fazla hayalperest olurlar. 
BARIŞ HAYALİMİZ HİÇ BİTMEDİ
Ercan Kesal (Yazar): Homeros, Odysseia’da: “Ölümlülerin başlarına gelen her şeyin, gelecek kuşakların bu olayların şarkısını söylemeleri için yaşandığını” söyler. Homeros’a yurt olmuş bu topraklardan hepimiz geçip gideceğiz; tıpkı bizden önce gelip gitmiş binlerce uygarlık gibi, yaşayıp ölmüş milyonlarca insan gibi. Ama yeryüzü kalacak; Anadolu kalacak. Barış, çok seslilik ve bir arada yaşamanın hüküm sürdüğü bir ülke hayalimiz hiç bitmemeli. Yaşadığımız ülkeyi bizden sonrakilere daha güzel bırakmalıyız. Yeter ki iyiliğe olan inancımızı kaybetmeyelim.
KANALLARIN KAPATILMASI DEMOKRASİ İLKELERİNE AYKIRI
Füsun Demirel (Oyuncu): Dünya geneli ve tarihe baktığımızda adaletsizlikler, kısıtlamalar, ve yoksulluğun halkı daha çok isyana ve suça teşvik ettiğini görmekteyiz. 15 Temmuz Türkiye kaderi için önemli bir tarih olarak her zaman yerini koruyacaktır.
Sonrası süreçte bir bütün olarak siyasi görüş ne olursa olsun halk meydanlarda ve sadece bunun için bile inanılmaz bir demokrasi umudu yeşermiştir. Meydanlardaydı Fakat kanal, gazete ve iletişim araçlarının kapanmasının demokrasi ilkesine aykırı olduğu kanısındayım.
Ve bunun bir yanlış anlaşılma olduğunu umuyor, bir an önce yayınların tekrar başlamasını diliyorum.
Bizler ancak birlik, beraberlik, hep bir arada yaşayabilirlik olduğu sürece mutlu bir toplum olabiliriz. 
Yaşar Kurt (Müzisyen): Özgür basına yöneltilen bu kapatma işlemleri elbetteki hukuksuzdur ve çok büyük bir yanılgıdır. Fakat tüm bu uygulamalar özgür basın emekçilerini asla susturamayacaktır. Onlar her şeye rağmen çalışmamlarını yerine getirecektir. Bu haksız kapatılmaların son bulmasını istiyorum ve bunun da gerçekleşeceğini umuyorum.

MEDLOG LOJİSTİK ÖNÜNDE DİRENİŞTEKİ İŞÇİLERE POLİS SALDIRDI..!


İSK’e bağlı Nakliyat-İş üyesi Medlog Lojistik işçileri işe geri alınmaları için şirketin Zincirlikuyu’daki Genel Merkezi önünde oturma eylemine başladı. İstanbul, İzmir, Mersin, Bursa ve Kocaeli’nden gelen işçiler Nakliyat-İş Genel Başkanı Ali Rıza Küçükosmanoğlu, sendika yöneticileri ve avukatlar Medlog Lojistik patronunun işçi, sendika düşmanlığından vazgeçene kadar oturma eylemlerine devam edeceklerini belirttiler. Medlog Lojistik patronu işçilerin içeriye girmelerini engellemek için kapıları kilitledi. Oturma eylemi yoğun polis ablukası altında devam ederken polis direnişteki işçilere saldırdı. İşçiler saldırıya sloganlarla karşılık verirken polis ile işçiler arasındaki gerginliğin devam ettiği bildirildi.

HEVÎ (UMUT) KADIN ATÖLYESİ KAYYIM KARARIYLA KAPATILDI

hevi-kadin-atolyesi-copyBatman’da 2 Temmuz 2011’de açılan ve yüzlerce kadına dikiş-nakış, kilim dokuma, kuaförlük gibi mesleki kursların verildiği Hevî (Umut) Kadın Atölyesi, belediyeye atanan kayyım tarafından kapatıldı.
Sabah saatlerinde atölyeye giden belediye ekipleri, atölyede çalışan kadınlara, “eşyalarınızı toplayın burayı kapatıyoruz” şeklinde bildirimde bulundu.
Önceki gün de Batman’da kültür ve sanat faaliyeti yürüten 4 halkevi kayyım tarafından kapatılmıştı. (DİHA)

Medyaya sansür: İMC TV, Hayatın Sesi ve Özgür Radyo'ya erişim engeli..!

Medyaya sansür: İMC TV, Hayatın Sesi ve Özgür Radyo'ya erişim engeliOlağanüstü Hal (OHAL) kapsamında çıkarılan Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile kapatılan 12 televizyon ve 11 radyo kanalı arasında bulunan İMC TV'nininternet yayını kesildi.

Hakkında kapatma kararı alındığı yönünde herhangi bir bildirimde bulunulmamasına rağmen 95.1 frekansından yayın yapan Özgür Radyo'nun da "www.ozgurradyo.com" uzantılı internet sitesine Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK) tarafından erişim engeli getirildi.
Radyonun web sitesine girmek isteyenler, site hakkında alınan "Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu'unn 30.09.2016 tarih ve 490.05.01.2016-151554 sayılı kararına istinaden Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu tarafından idari tedbir uygulanmaktadır" kararı ile karşılaştı.

Bu gelişmelerin hemen ardından Hayatın Sesi ve İMC TV’nin web sitesi erişim, Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK) kararı ile engellendi.

BTK’nin web sitesinde İMC TV için aşağıdaki bilgiye yer verildi:

“5651 sayılı Kanun uyarınca yapılan teknik inceleme ve hukuki değerlendirme sonucunda bu İnternet sitesi (imctv.com.tr) hakkındaki Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu’nın 30/09/2016 tarih ve 490.05.01.2016.-151547 sayılı kararına istinaden Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu tarafından İDARİ TEDBİR uygulanmaktadır.”

Kolombiya dersi: Önce anlaşma, sonra silah bırakma..!

Dünya medyasında Kolombiya devleti ile FARC gerillaları arasında imzalanan barış anlaşması birinci haber olurken, Türkiye'de yandaş medya bu gelişmeye televizyon ekranlarında, gazete sayfalarında yer vermedi. Eğer verseydi AKP iktidarının reddettiği bir gerçek ortaya çıkacaktı; çatışan taraflar arasında bir anlaşma olmadan kimse silah bırakmaz.
Dünya medyası neredeyse yıkılıyor. Hepsinin birinci sayfasını süslüyor haber.
Fotoğraflarıyla, barış anlaşmasının simgesi olan mermi kovanından kalemin görselleriyle, anlaşmanın arka planına ilişkin bilgilerle, “bundan sonra ne olacak” sorusuna aranan yanıtlarla, çatışma sürecinin tarihsel geçmişiyle; mağdurlarla, yakınlarını yitiren insanlarla yapılan söyleşilerle batı dünyasında yaşayan herkes enine boyuna haberdar oluyor 50 yıllık savaşın ardından Kolombiya devleti ile FARC örgütü arasında imzalanan barış mutabakatından.
Bu anlaşma dünyanın başka bir ucunda da gerek yaşanılan süreç, gerekse de sonuçları açısından Türkiye açısından çok önemli. Hatta yaşadığımız kanlı, çatışmalı bir yıkım sürecinin nasıl çatışmasızlığa dönüştürülebileceğine ilişkin çok değerli bir örnek; tıpkı çeşitli tarihlerde dünyanın dört bir yanında yapılan diğer barış anlaşmaları gibi…
Ama o ne? Birkaç gazete ve çoğu Türksat’tan atılan televizyonlar dışında Türkiye medyasında, hele hele yandaş medyada “tık” yok. Sanki dünyada hiç böyle bir olay gerçekleşmemiş gibi ıslık çalıyorlar gökyüzüne baka baka.
Televizyonların ekranlarını, gazetelerinin birinci sayfalarını kapatıyorlar Kolombiya-FARC barışına.
Çünkü yandaş oldukları anlayış, doluştukları havuzun efendileri bugünlerde hiç de sevmiyor “barış” sözcüğünü, terörist ilan ediyor “barış” diyenleri. Emrine girdikleri Saray istiyor ki daha çok çalınsın savaş tamtamları, yetersiz buluyor “yurtta savaş”ı, “cihanda da savaş” deyip komşu bir ülkenin bataklığa dönüşen topraklarına sürüyor askerlerini.
Oysa, 2014’te Öcalan’ın Newroz mesajı okununca, 28 Şubat 2015’te Dolmabahçe’deki Başbakanlık Çalışma Ofisinde 10 maddelik mutabakat metni okununca nasıl da “barış güvercini” kesilmişlerdi. Sabah’ından Akşam’ına, Güneş’inden Takvim’ine, Yeni Şafak’ından Star’ına hepsinin manşetleri “beyaz güvercin” olmuş uçuyordu sanki; “Şimdi barış zamanı”, “Barış çok yakın”, “Barış baharı”, “Barış’a dev adım”, “Tarihi çağrı”, “Güzel şeyler oluyor…”
AKP iktidarı müzakere masasını devirinceye kadar müthiş bir yetenekle “barış güvercini” taklidi yaptılar. Tekrar başlayınca savaş tamtamları çalmaya, bunlar gerçek kimliklerine rücu ettiler. Anlaşıldı ki bunlar “barış güvercini” görünümlü “leş kargaları”ymış.
Şimdi televizyonlarının ekranlarını, gazetelerinin sayfalarını “hücum borusu” olarak kullanıyorlar.
Deneyimli gazeteci ve medya eleştirmeni Ragıp Duran, dünya medyası ile Türkiye’deki medyanın Kolombiya barışına karşı takındığı farklı tutumu değerlendirirken ilginç bir tesbit yapıyor:
“Bu barış süreci ister istemez Türkiye’de yaşanan çatışmalı ortamı çağrıştırıyor. Birincisi bu çağrışımından çekindikleri için, ikincisi de savaştan yana oldukları için haberi vermekten çekindiler. Çünkü bu haberi verdiğin zaman Türkiye çağrışımını engelleyemiyorsun. Türkiye’de barış büyük bir özlem. O özlemi hatırlatmamak için bu haberi hiç girmemeyi tercih ettiler.”
Çünkü Kolombiya’da imzalanan barış anlaşmasının haberini verseler, boş bir mermi kovanının nasıl bir kaleme dönüştüğünü göstermek zorunda kalacaklar.
Eğer Kolombiya-FARC anlaşmasının ayrıntılarını aktarırlarsa görülecek ki , Türkiye’yi yönetenler barış değil; bu savaşın, çatışmalı ortamın sürmesini istiyor.
Kolombiya’daki anlaşmanın ortaya çıkardığı pek çok gerçek var ve bu gelişmenin bütün ayrıntılarını gözler önüne sermek Türkiye’de söylenen yalanları ortaya çıkartacak. Aslında bu ülkeyi yönetenlerin hiç de barıştan yana olmadığını deşifre edecek.
Birincisi, Venezuella’sından Küba’sına, BM’den Norveç’ine, dünyanın dört bir yanındaki sivil toplum örgütlerine kadar birçok ülke, kuruluş “üçüncü göz” olarak çeşitli dönemlerde etkin sorumluluk üstleniyorlar. Barış sürecine ciddi katkıları oluyor.
Oysa, masa devrildiğinden bu yana AKP iktidarının görüşü “Ne üçüncü gözü, ne ihtiyaç var üçüncü göze, biz milli ve yerli çözüm gerçekleştireceğiz” kıvamında.
İkincisi, Kolombiya’da barış anlaşması imzalandı ama FARC hala silahları bırakmadı. Geçenlerde, sivil toplum örgütlerinin sekretaryasında Kolombiya barış sürecine katılan Fransız Vicente Vallies’in Diyarbakır’daki yuvarlak masada aktardığına göre gerillaların tümüyle silah bırakması anlaşmanın imzalanmasından sonra geçecek altı ayı aşkın bir sürede tamamlanacak.
190 gün içinde önce gerillaların yüzde 40’ı, ardından yüzde 30’u, son olarak da diğer yüzde 30’u silahları bırakacak.
Bu sadece Kolombiya için geçerli bir durum değil, dünyanın dört bir yanında barışla sonuçlanan çatışmalı süreçlerin hemen hemen tümünde varılan anlaşmaların neredeyse en son maddesi olmuş isyancıların silah bırakması.
Kolombiya’da yaşanan bu gerçek de Türkiye’de iktidarın oynadığı savaş oyununu tümüyle teşhir ediyor.
İşte bu yüzden de yandaş medya ekranlarından ve sayfalarından uzak tutuyor Kolombiya-FARC barışını.
Yabancı gazeteler Kolombiya’da imzalanan barış anlaşmasından bir tek o ülkedeki uyuşturucu kartellerinin rahatsız olduğunu da yazdı.
Şimdi buradan bakınca görünen şu; Kolombiya devleti ile FARC arasında imzalanan barış anlaşmasından rahatsız olan iki kesim var; birincisi Kolombiya’daki uyuşturucu kartelleri, ikincisi de Türkiye’deki yandaş medya.
DÜNYA MERSİN’E, TÜRKİYE TERSİNE
Dünyanın çatışmalı bölgelerinde anlaşmayla sonuçlanın iç savaşların nasıl bitirildiğine şöyle bir göz atmak bile insanı kesin olarak şu sonuca götürüyor; Türkiye’nin uyguladığı politikalar, izlediği yöntemlerle bu ülkede silahlar susmaz.
Endonezya’da silahlar mesala nasıl susturulmuş, bir bakalım.
Açe bölgesinin bağımsızlığı için savaşan Özgür Açe Ordusu (GAM) ile Endonezya devleti arasında 26 yıl sürmüş çatışma. 15 bin kişi yaşamını yitirmiş.
2002’de devletle GAM arasında ‘Düşmanlıkları Durdurma Anlaşması’ imzalanır. Bu uzlaşmaya göre Endenozya ordusu Açe bölgesinde saldırı pozisyonundan savunma pozisyonuna geçmeyi, GAM da “barış bölgeleri” olarak tanımlanan alanlarda silahlarını depolara bırakmayı kabul eder.
Önce çatışmalar düşüşe geçer, sonra yeniden başlar. Sonra Tsunami felaketinin ardından 2004 Aralık’ında görüşmeler yeniden başlar. GAM bağımsızlık talebinden vazgeçtiğini açıklar, hükümet de ilk adım olarak Açe bölgesindeki olağanüstü hal uygulamasını kaldırır.
Beşinci görüşmede varılan anlaşmaya göre Endonezya hükümeti Açe dışından gönderilmiş tüm askeri birlikleri geri çekecek, GAM da silahlarını bırakacaktı. Hükümet GAM üyelerine af getirdi, tutukluları da serbest bıraktı. AB öncülüğündeki Açe Gözlem Misyonu’nun denetiminde GAM’ın silahları alındı ve “organik olmayan askeri güçler” de bölgeden çıkarıldı.
BBC Türkçe’den Mahmut Hamsici yaptığı “Dünyadaki barış süreçlerinde silahsızlanma hangi aşamada geliyor?” başlıklı çalışmada sürecin gelişimini Endonezyalı gazeteci Mohamad Susilo’ya dayanarak aktarıyor:
“Devlet Başkan Yardımcısı Jusus Kala GAM’ın silahları bırakması için parlak bir fikir ortaya koydu. Formül, ‘cash and carry’ (ver parayı, götür ürünü) adını taşıyordu. Bu, GAM’ın bırakacağı silah sayısına paralel olarak Endonezya’nın bölgeden askeri birliklerini çekmesine dayanıyordu. GAM’ın yaklaşık 840 silahı vardı. GAM 300 silahını bıraktığında 100 asker birliğini çekecekti. Bu plan kapsamında GAM tüm silahlarını teslim ederken Endonezya ordusu da Açe bölgesinden 24 bin askerini geri çekti.”
Endonezya’nın Açe bölgesinde sonuç şu:
“GAM üyelerine af, Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu, Açe bölgesinde siyasi parti kuruluşlarına izin ve özerkliği içeren anlaşma maddelerinin hayata geçirilmesinin ardından Açe’de özerklik ilan edildi, GAM üyelerinin kurduğu siyasi parti seçimleri kazandı ve yerel yönetim bu partiye geçti.”
El Salvador’da 12 yıl sürer savaş ve binlerce insan yaşamını yitirir. 1990-1992 arasında hükümet ile Farabundo Marti Ulusal Kurtuluş Cephesi (FMLN) arasında gerçekleşen barış görüşmelerinde silahsızlanma son gündem maddesi olur. Müzakere sürecinin sonlarında silahsızlanma aşamasından önce, genel af çıkarılır ardından anlaşma imzalanır. Bu anlaşmanın imzalanmasından sonra da silahların imhasına başlanır.
En bilinen örnek bu konuda IRA. Örgütün en yoğun silahlı eylemlerini gerçekleştirdiği 1980’li yıllarda İngiltere Başbakanı Margaret Thatcher devletin İRA’yla görüşmesi için silahların susması önkoşulunu koyar. Elbette sonuç olarak silahlar susmaz.
Kuzey İrlanda sorunu ancak İşçi Partisi lideri Tony Blair’in İngiltere Başbakanı olmasından sonra çözülür.
Blair 1998’de hiçbir ön şart koymadan, 25 yıllık çatışmayı sonlandırmak amacıyla İRA’nın yasal kolu olan Sinn Fein’le görüşmeye başlar. Aynı yıl anlaşma imzalanır. IRA silah bırakacaktır, İngiltere de, IRA mahkumlarını serbest bırakmayı, askerlerinin bir bölümünü çekmeyi, Kuzey İrlanda’ya yerinden yönetim hakkı vermeyi kabul eder.
Ancak IRA’nın silah bırakması 2005’te sonuçlanır ve bugün IRA diye silahlı bir örgüt yoktur.
Bu konuda verilecek örnek çok ama ne yazık ki bu örnekler arasında henüz Türkiye yok.
MERMİLER KALEME DÖNÜŞENE DEK SAVAŞLAR SÜRECEK
Müzakere masasının daha kurulmadan dağılmasının ardından Türkiye’yi yönetenler öyle bir politika izlemeye başladı ki, bu yaklaşım biraz da AKP’nin “barış”a yaklaşımının bile bile olmayacak duaya “Amin” demesine benziyordu.
Örneğin Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, 13 Şubat 2016’da Antalya’da konuşuyor:
“Terör örgütü ya silah bırakacak ya da sonuna kadar temizleyeceğiz.”
Cumhurbaşkanı Erdoğan 19 Ağustos 2015’te 9. Muhtarlar Toplantısı yapıyor:
“Terörist silah bırakacak, sadece bırakmayacak, betona gömecek.”
28 Mayıs 2016’da gittiği Diyarbakır’da aynı çizgisini koruyordu Erdoğan:
“Silahı, bombayı gömerler, koordinatlarını verirler. Gelirler parlamentoda siyaset yaparlar.”
Oysa bu ülkede bırakın eline silah alanların gömüp siyaset yapmasını, eline silah almamış HDP’lerin bile siyaset yapma olanakları giderek imkansız hale geliyordu.
Hiçbir müzakere, anlaşma olmadan silahların betona gömülmesi talebinde bulunan Erdoğan’a bir inşaat mühendisi hassaslığıyla yanıt veriyordu HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş:
“Yani ‘Hadi silahlarınızı betona gömün’ diye Kandil’e seslendiğinde, oradakiler de ‘Hadi getirelim gömelim’ demezler, demiyorlar. Bu iş için bile bir yasa çıkarması lazım parlamentonun. Silahlarını nereye bırakacaklar? Hangi betona gömecekler? Bu betonun çimentosunu, kumunu nereden alacak? Bunun için bile bir yasanın olması lazım.”
Bütün dünya örneklerinin gösterdiği gibi, müzakere masasına “silahları bırakın” ön şartı olmadan oturulunca ancak o ülkeye “barış” geliyor.
Sorunu çözmeye, çatışmaları sonlandırmaya niyeti olmayan devletler hep “önce silahları bırakın” şartını öne sürmüşler.
Tıpkı, Türkiye’de yaşanan “çözüm” daha doğrusu şu anda yaşadığımız “çözümsüzlük” sürecindeki gibi.
İşte bu yüzden de yandaş medya, emrinde olduğu iktidarın günahını halının altına süpürmek, “savaşçı” tutumunu gizlemek için Kolombiya’da FARC gerillalarıyla yapılan barış anlaşmasının haberini veremedi.
Çünkü diğer örneklerde olduğu gibi Kolombiya’da devletin gerillalarla vardığı uzlaşma da gösteriyordu ki, önce anlaşma imzalanacak, silahlar sonra bırakılacak.
Kolombiya’daki tarihi anlaşmanın ortaya çıkardığı bir gerçek var.
Bu çağda, üzerinde “mermiler geçmişi yazdı, eğitim geleceğimizi yazacak” şiarı bulunan bir kaleme dönüşmeden boş kovanlar, bu savaşlar sürecek.
Celal Başlangıç

Uyuşturucuyla mücadelede Hitler modeli

duterteFilipinler Devlet Başkanı Rodrigo Duterte yürüttüğü uyuşturucuyla mücadele savaşını Yahudi soykırımına benzetti. Duterte, “Hitler 3 milyon Yahudiyi katletti. Ülkemde 3 milyon uyuşturucu bağımlısı var. Onları Hitler gibi katletmekten memnuniyet duyarım” dedi.
Rodrigo Duterte, daha önce de Davao kentinde belediye başkanlığı yaptığı dönemde “suçluları” öldürtmek için ölüm mangalarına onay vermekle suçlanıyordu. Duterte bu tartışmalı açıklamayı da Davao’da yaptı.
UYUŞTURUCU KULLANICILARINA YARGISIZ İNFAZ
Duterte Filipinler’de iktidara geldiği Haziran ayından beri uyuşturucu kaçakçılarına ve kullanıcılarına karşı kanlı bir kampanyaya öncülük ediyor.
Yahudi soykırımı sırasında 6 milyon Yahudi’nin Hitler rejimi tarafından öldürüldüğü biliniyor. Resmi kaynaklara göre Duterte’nin görevlendirdiği güvenlik güçleri veya gönüllü milisler tarafından gerçekleştirilen yargısız infazlarda 3 binden fazla uyuşturucu satıcısı ve kullanıcısı öldürüldü.
Öldürülenler genellikle sokakta bırakıldıktan sonra yanlarına nelerle suçlandıklarını sıralayan birer mesaj bırakılıyor.
(Kaynak: BBC Türkçe)

RedHack Vurdu AKP Yalakası Mehmet Ali Yalçındağ Doğan Yayın Başkanlığı görevinden İstifa etmek zorunda kaldı.

Doğan Yayın Başkanlığı görevinden ayrılma kararı alan Mehmet Ali Yalçındağ, bir açıklama yaptı. “Bütün hayatım boyunca ve üstlendiğim tüm görevlerde çatışmadan uzak durdum. Uzlaşma ve diyaloğu en iyi yöntem olarak benimsedim… Kişisel bilgisayarlarımda yapılan teknik incelemede, bu e-postaların benim tarafımdan yazılmadığı, benim bilgisayarım tarafından gönderilmediği ortaya çıkmıştır. Bu çirkin bir sahtekarlıktır” diyen Yalçındağ’ın açıklaması şöyle; “1989 yılından bu yana, Doğan Grubu'na bağlı kuruluşlarda farklı görevlerde bulundum. En üst düzeyde sorumluluk aldım. 2016'dan bu yana da görevim Doğan medya kuruluşlarının koordinasyonuydu. Bu görevlerimi her zaman Kurumsal yapımızın belirlediği dürüst ve ilkeli yayın politikalarına olan inancımla yerine getirdim. Tüm çalışmalarımda uzlaşarak, birlik ve beraberlik içinde üretmenin (her zaman) yapıcı ve verimli olduğuna inanarak çalıştım. Medyanın sorgulayıcı ve kamuoyundaki tartışmaların önünü açıcı rolünün ne kadar önemli olduğunu 20 yıllık yöneticilik tecrübelerim de gördüm. Çalışmalarımda, Doğan Yayın İlkeleri'ne hassasiyetle uyulmasına, yayınlarımızın evrensel değerlere uygun, adil ve tarafsız olmasına özen gösterdim. Aynı zamanda, her yayın kuruluşumuzun kendi kültürüne uygun yayın yapmasının önemini bilerek, bu yapıya müdahale etmedim. Son dönemde ülkemiz iki büyük tehditle karşı karşıya kaldı: Terör ve 15 Temmuz FETÖ darbe girişimi. Bu tehditlere karşı Doğan Medyası, demokrasiye olan bağlılığı, ülke birlik ve bütünlüğüne yönelik hassasiyeti ile en tepe yönetiminden tüm çalışanlarına kadar önemli bir sınav verdi ve rol oynadı. Bu ilkeli duruşun bir parçası olmaktan, mutluluk duyuyorum. Bütün hayatım boyunca ve üstlendiğim tüm görevlerde çatışmadan uzak durdum. Uzlaşma ve diyaloğu en iyi yöntem olarak benimsedim. Her kesimle samimi görüş alışverişine önem verdim. Hükümetler ile medyanın kavgasının ülkeye bir yarar getirmediğine inandım. Eleştirilerin yapıcı olmasını ve diyalog kanallarının açık tutulmasından yana oldum. Bu tutum ve yapımdan rahatsızlık duyan bazı çevrelerin beni hedef göstererek, 
Şahsımı Doğan Grubunu yıpratma çabası içine girdiklerini görüyorum. Her fırsatta dile getirdiğim bu görüşlerimi hatırlatmamın nedeni, son günlerde dijital ortam ve sosyal medyada bana ait olduğu iddia edilen e-posta mesajları yayınlandı. Kişisel bilgisayarlarımda yapılan teknik incelemede, bu e-postaların benim tarafımdan yazılmadığı, benim bilgisayarım tarafından gönderilmediği ortaya çıkmıştır. Bu çirkin bir sahtekarlıktır. Bu sahtekarlığın nasıl yapıldığına ilişkin kapsamlı teknik incelemelerimizi sürdürüyoruz . Bu yayınlara karşı her türlü hukuki hakkımı kullanacağım. Bu sene başından beri, özveri ve itinayla sürdürdüğüm bu zor görevi, şahsıma yönelik bu saldırıların Doğan grubunun itibarına hiçbir şekilde zarar vermemesi maksadı ile bugün itibariyle bırakma kararı aldım. Görevimi bırakmam, ne kendi doğrularımı savunmaktan beni alıkoyacak ne de mensubu olmaktan onur duyduğum Doğan Grubu medyasını ilkelere bağlı yayın politikasından caydırabilecektir. Bu süreçte, her daim olduğu gibi yanımda olan ve beni destekleyen Onursal Başkanımız Sn. Aydın Doğan’a, ve Doğan Yayın Grubu’nda birlikte çalıştığım, bana destek olan bütün çalışma arkadaşlarıma teşekkür ederim. Kamuoyuna saygılarımla duyururum” İSTANBUL (DHA)

29 Eylül 2016 Perşembe

İstanbul Tıp Fakültesi'nde direniş: İşe geri dönene kadar...

İstanbul Tıp Fakültesi Hastanesinde haksız yere işlerine son verilen  2 işçi ve sürgün edilen hastanenin 16 yıllık çalışanı, işe geri alınmak için direnişe başladı.
İstanbul Tıp Fakültesi Hastanesi, bilinen adıyla Çapa Hastanesinde, haksız hukuksuz işten atmalar, sürgünler emek örgütlerinin ve çalışanların tepkilerine rağmen devam edince işlerine son verilen işçiler işlerine geri dönmek için hastane önünde direnişe başlattı.

SEN MİSİN TAŞERON İŞÇİNİN HAKKINI ARAYAN

İlk olarak 16 yıldır İstanbul Üniversitesi laboratuvarlarında tek deneyimli  laboratuvar teknisyeni olarak çalışan Güneş Cengiz İstanbul Üniversitesi Avcılar Mediko’ya sürgün edildi. Cengiz’in sürgün edilme nedeni, SES işyeri temsilcisi olarak taşeron işçi mücadelesi yürütmesi.
İstanbul Tıp Fakültesinde 10 yıldır taşeron hastabakıcı olarak çalışan Cemal Bilgin, taşeron işçilerin sorunlarını ve hastane yemekhanesinde yaşanan gıda zehirlenmesini gündeme getirdiği için işten çıkarıldı.
10 yıldır santral operatörü olarak çalışan Ali Doğan da işitme kaybından dolayı aldığı meslek hastalığı raporu ile işten atıldı.
Hastane yönetimi bu 3 çalışanının dile getirdiği sorunlara çözümü onları sürgün etmekte ve işten çıkarmakta buldu. Şimdi hastanenin girişinde bir standt açarak direnişe başlayan 3 işçi işlerine geri dönmek ve hastane yönetiminden sorunların üzerini örtmek yerine çözüm bulacak bir tutum sergilemesini istiyorlar. Direnişlerinin ilk gününde konuştuğumuz işçiler talepleri yerine getirilene kadar direnmeye devam edeceklerini söyledi.

‘ZEHİRLENME ARAŞTIRILSIN’ DEDİ...

3 yıldır  işçi sağlığı ve güvenliği yasasına göre işçi baştemsilcisi olduğunu söyleyen Cemal Bilgin, hastane yemekhanesinde ağustos ayında meydana gelen ve 40’ın üzerinde sağlık çalışanının acil servislere başvurmasıyla ortaya çıkan zehirlenme olayının araştırılmasını istediği için işine son verildiğini anlattı. Bilgin hastanenin zehirlenmeyi yalanladığını, araştırmadığını belirterek “Ben burada işçi baştemsilcisiyim ve bu olayı araştırmak zorundayım, 40’ın üzerinde çalışan zehirlendi sonuçta. O gün olaydan etkilenen arkadaşlarıma geçmiş olsun demek için ziyaret ettiğimde onların acil servisten aldıkları sonuçlara da baktım. Bazı arkadaşlarımıza iki ayrı sonuç verilmişti, ilkinde zehirlenmeye neden olan bakteri mevcutken, diğerinde bu bakteri yok deniyor, sonrasında hocalarımızla görüştüğümde bana zehirlenme olduğunu söylediler. Hastane ise reddediyor, böyle olunca da olayın üzerine gittim” diye konuştu. Bilgin hastanenin zehirlenmeye dair açıklamalarının ikna etmediğini ve çelişkili olduğunu ifade ederek, “Bu hastanenin yemekhanesinden sadece çalışanlar değil, hastalar da besleniyor ve bu ciddi bir durum. Benim bu olayın araştırılmasını istemem kadar doğal bir şey yok. Ama hastane yönetimi taşeron firmaya adeta direktif vererek işime son verdi” dedi.  Bilgin işe geri dönme taleplerinin yanında sürgün ve rotasyonların durdurulmasını, mahkeme kararlarının ve müfettiş raporlarının uygulanmasını ve tüm taşeron işçilerin kadrolu ve güvenli çalışmasını istediklerini dile getirdi.

‘SONUNA KADAR HAKKIMIZI ARAYACAĞIZ’

Taşeron işçilerin sorunlarını dile getirdiği için İstanbul Üniversitesi Avcılar Mediko’ya sürgün edilen Güneş Cengiz üniversitenin 16 yıllık çalışanı olduğunu, 2010 yılına kadar taşeron olarak çalıştığını söyledi. Cengiz 2010 yılında taşeron işçileri derneğini kurduklarını ve o günden beri taşeron işçilerin haklarını aradıklarını anlattı. Cengiz kadroya geçtikten sonra SES’e üye olduğunu belirterek “Ben burada hem SES iş yeri temsilcisi olarak hem taşeron işçileri derneği aracılığıyla taşeron işçilerin sorunlarını dile getirdim, mücadele ettim ve bu nedenle de sürgün edildim” şeklinde konuştu. Aynı zamanda bu üniversitede okuduğunu söyleyen Cengiz, “Bu kadar kötü bir yönetimle karşılaşmamıştık daha önce. Yemekhanedeki zehirlenme olayında bile hastane yemekhaneye astığı yazıda bakteriye virüs demiş, burada hiçbir bilgisi olmayan sadece yönetici vasfı olan insanlar görev başında” diye tepkisini dile getirdi. Cengiz hak mücadelesi verdiği için sürgün edildiğini belirterek, “Ben Çapa’daki işime, diğer arkadaşlarım da işlerine geri dönene kadar biz burada direnişimizi sürdüreceğiz. Korkmuyoruz, sonuna kadar hakkımızı arayacağız” dedi.

İstanbul’da kapatılan kanallar için eylem: Haber alma hakkımız engellenemez

hayat-tv-kapatilma-protesto-3Galatasaray Meydanı’nda Hayatın Sesi TV, Zarok TV, TV 10 da dahil birçok televizyon kanalı ve radyonun yayınının durdurulması protesto edilerek “Bu karanlığı hep beraber yıkacağız” denildi
Hayatın Sesi TV, Zarok TV, TV 10 da dahil birçok televizyon kanalı ve radyonun yayınının durdurulması İstanbul’da Galatasaray Meydanı’nda protesto edildi.
Eylemde “Özgür basın susturulamaz”, “Haber alma hakkımız engellenemez”, “OHAL’e hayır demokratik Türkiye” sloganları atıldı. Açıklamaya direnişteki Avcılar Belediyesi işçileri dahil çok sayıda emekçinin yanı sıra CHP Milletvekilleri Barış Yarkadaş, Eren Erdem, Ali Şeker, Sezgin Tanrıkulu ve Mahmut Tanal, EMEP Genel Başkanı Selma Gürkan, ÖDP Başkanlar Kurulu Üyesi Alper Taş, HDP İstanbul İl Eş Başkanı Doğan Erbaş ve Halkevleri Genel Başkan Yardımcı Nuri Günay, DİSK Basın-İş ve TGS yöneticileri de katıldı.
Açıklamada konuşan TV10 Yönetim Kurulu Başkanı Veli Büyükşahin, “Bu ülkenin ötekileştirilenleri kendilerini ifade edecekleri bir alan arıyorlar. TV10 da tüm Alevilerin sesi soluğu olmaya çalıştı. Emevi ve Yezid siyasete boyun eğmeyeceğiz” dedi.Hayatın Sesi TV Haber Müdürü Gökhan Çetin, baskı politikalarının sonuçlarından herkesin nasibini aldığı bir dönemden geçildiğini ifade ederek şunları söyledi:
hayat-tv-kapatilma-protesto-2
Egemenlerden farklı ses çıkaranların, biat etmeyenlerin sesi boğulmak isteniyor. Bu ülkede hak arayan hak alma mücadelesi yürüten tüm kesimlerin sesi boğulmak isteniyor. Savaş politikası uygulayanlar basın özgürlüğüne ve gerçeğe düşman olmuşlardır. Baskı politikalarını uygulayanlar her zaman tarihin çöplüğünde boğulmuştur. Geleceğe gerçekler yön verecek. OHAL uzatılmasın istediğimiz için sesimiz kısılmak isteniyor. 301 madencinin hayatını kaybettiği Soma madencileri mi, baskılara karşı susmayan kadınlar mı, barış isteyen emek demokrasi güçleri mi milli güvenliği tehdit ediyor? Kazanan gerçekler olacak.
Eylemde Türkiye Gazeteciler Sendikası adına konuşan Arzu Demir “AKP Saray rejimi fantastik bir dünyaya ve kandırıldıklarına inanmamızı istedikleri için Cizre bodrumlarında yaşananları unutturmak için televizyonları kapatıyorlar” dedi.
CHP Milletvekili Barış Yarkadaş ise 10 CHP’li vekille eyleme geldiklerini belirterek “Kıyım hükmünde kararnamelerle kapatılan basın kurumlarının yanındayız. AKP iktidarı tek sesli bir basın istiyor” ifadelerini kullandı.
“AKP iktidarı tek sesli bir basın istiyor”
Türk-İş’e bağlı Belediye-İş 2 Nolu Şube Başkan Yardımcısı Ercan Gürünlü ise “Esas kısmak istedikleri işçilerin sesi, Kürt halkının sesi, memurların sesidir. Özgür basının yanında olacağız” dedi.
“Elimizde bir tek gücümüz var direneceğiz”
DİSK/Gıda-İş Genel Başkanı Seyit Aslan, burjuva medyaya da sıra geleceğin, devletin burjuva medyayı nasıl kontrol altına aldığını RedHack belgeleriyle gördüklerini belirtti.
TTB Genel Sekreteri Samet Mengüç de “Elimizde bir tek gücümüz var direneceğiz. Saray ve AKP hükümetiyle olan hiçbir hali kabul etmiyoruz” dedi.
TMMOB İKK Sözcüsü Cevahir Efe Akçelik, AKP iktidarının OHAL ve KHK’lerle özgür basına ayar vermeye çalıştığını söyledi.
“Bu karanlığı hep beraber yıkacağız”
DİSK Basın-İş Genel Başkanı Faruk Eren de “Kapatılan kanallardan biri de İMC. Ben de bir İMC çalışanıyım. Biz neredeyse her gün bugün basın için kara gün diyoruz. Bu karanlığı hep beraber yıkacağız” dedi.
“Halkın sesini yansıtan televizyon ekranlarının karartılması kabul edilemez”
Basın açıklamasını KESK İstanbul Şubeler Platformu Dönem Sözcüsü Sevtap Akdağ okudu. Akdağ, emekçilerin ve halkın sesini yansıtan televizyon ekranlarının karartılmasının kabul edilemez olduğu vurgulandı. OHAL’in gerekçe gösterilerek çok sayıda televizyon kanalının yayının durdurulmuş olmasını “Darbecilerin atmaya cesaret edeceği adımlar” olduğunu belirten Akdağ şunları söyledi:
Emek ve demokrasi mücadelesinde yayınlarıyla yanımızda olan, halkın bağımsız ve gerçek haber alma hakkına önemli katkılar sunan Hayatın Sesi Tv, Tv 10, Jiyan tv, Zarok tv, Van tv gibi televizyonlarında arasında bulunduğu çok sayıda televizyon kanalının ekranları 28 Eylül 2016 akşamı hükümet darbesiyle karartılmıştır. Hükümet bu tutumuyla farklı seslere, kimliklere, inançlara ve kültürlere ne kadar tahammülsüz ve düşman olduğunu bir kez daha kanıtlamıştır. Yasakçı, baskıcı tutum ve politikaların Türkiye’yi sonu görülmeyen derin bir karanlığın içine çektiği açıktır.

SİLAHLI SİVİL’ UNSURLARI ORTAYA ÇIKTI!

akp-silahli-siviller
Darbe girişiminde bulunulan 15 Temmuz gecesi, emniyetin envanterindeki bazı silahların AKP’ye yakın kimi kişilere dağıtıldığı yönünde daha önce üzerinde konuşulan iddiaları güçlendiren o geceye ait bazı fotoğraflar ortaya çıktı. 15 Temmuz gecesi özellikle İstanbul’da kimi grupların ellerinde silahlarla sokağa çıktığını gösteren daha önce yansıyan fotoğrafların yanı sıra Ankara’nın çeşitli yerlerinde çekilen fotoğraflarda da “Saray’ın paramiliter gücü” olarak anılan Osmanlı Ocakları’na mensup birçok kişinin ellerinde uzun namlulu silahlarla poz verdiği görülüyor.
Fotoğraflardan bir bölümü darbe bildirisinin okunduğu TRT Ankara Genel Müdürlüğü önünde çekildi. Aynı şahısların farklı yerlerde de yine uzun namlulu silahlarla çekilmiş pozları sözkonusu.
Çekilen her fotoğraf karesinde rahat tavırlarıyla dikkat çeken bu şahıslarla birlikte kimi fotoğraflarda sivil polis olduğu tahmin edilen çelik yelekli kişiler de görülüyor.
Silahlılar bu kez ‘demokrasi’ meydanında
15 Temmuz gecesi ellerinde silahlarla çektirdikleri bu fotoğraflardan sonra aynı kişilerin günlerce Kızılay Meydanı’nda gerçekleştirilen “Demokrasi Nöbeti”ne de katılarak, yine toplu şekilde fotoğraflar çektirdikleri anlaşılıyor.
Osmanlı Ocakları ilişkisi
Ortaya çıkan bu fotoğraflar son dönemde yaşanan hemen her karanlık olayın arkasında ismi geçen Osmanlı Ocakları’nı da yeniden gündeme getirdi.
Fotoğraflarda yer alanlar şahıslardan biri, Osmanlı Ocakları’nın Gençlik Kolları Başkanlığı’nı yapan ve Ankara’da mafya ilişkileriyle tanınan “dayı” lakaplı Levent Çiçek. Daha önce uyuşturucu tacirliği, gasp ve hırsızlık gibi kirli bir geçmişi olan Çiçek, “Organize suç örgütünün elebaşı olmak” suçundan 2012 yılında bir süre cezaevinde kaldıktan sonra tahliye edildi. Çiçek’in, Ankara Büyükşehir Belediyesi Başkanı Melih Gökçek’in mafya ilişkileriyle tanınan oğlu Osman Gökçek ile yakın ilişkileri olduğu da daha önce gündeme gelmişti.
Çiçek, Başbakan Yıldırım ile de fotoğraf çektirmiş
Her fotoğraf karesinde silahlı bir şekilde gözüken Çiçek’in, Başbakan Binalı Yıldırım ile çekilmiş bir fotoğrafı da mevcut. Geçmiş döneme ait olduğu tahmin edilen ve bir toplantı salonunda çekilen bu fotoğraf karesinde Çiçek’in Başbakan Yıldırım ile olan yakınlığı göz çarpıyor.
Süleyman Soylu da fotoğraf karesinde
Fotoğraflardan bir diğer ise, yine darbe gecesi elinde silah olan bir başka kişinin o günlerde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı iken, sonradan İçişleri Bakanlığı’na getirilen Süleyman Soylu ile de çektirdiği fotoğraf. Soylu’nun darbe gecesi TRT’nin darbeci askerlerden arındırılması operasyonuna bizzat öncülük ettiği ve o bölgeye giden grupları organize ettiği çokça konulmuş, hatta “bu başarısı” üzerinden daha sonra İçişleri Bakanlığı’na getirilmişti.
Fotoğraf karelerinde yer alan bu isimlerin tümünün Levent Çiçek ile birlikte çalıştığı belirtiliyor.
Sarayın paramiliter gücü: Osmanlı Ocakları
“Saray’ın paramiliter gücü” olduğu belirtilen Osmanlı Ocakları, Türkiye metropollerinde HDP ve Kürt halkına yönelik organize bir şeklide gerçekleştirilen saldırıların faili olarak sık sık gündeme gelmişti. Erdoğan’ı “lider” olarak gören ve AKP ile yakından ilişkileri olduğu bilenen Osmanlı Ocakları, Ülkü Ocakları ve Alperen Ocakları’ndan ayrılan kimi isimlerin de yer aldığı bir yapılanma. Süleyman Soylu’nun AKP’de “teşkilat başkanlığı” yaptığı dönemde Osmanlı Ocakları örgütlenmesi genişletilerek, HDP’ye karşı organize edilmişti.
15 Temmuz’da silahları kim dağıttı
Darbe girişimi gecesi sivillerin silahlandırılması tartışmalarını gündeme getiren fotoğraflar ile birlikte hükümet veya yetkililerin nasıl bir açıklama yapacağı merak edilirken, daha önce de gündeme gelen bu tür iddialar ile ilgili yetkililerden şimdiye kadar herhangi bir açıklama yapılmadı. Silahların nereden ve nasıl elde edildiği tam olarak bilinmese de, 15 Temmuz gecesi Ankara Emniyet Müdürlüğü önünde sivillere kimlik göstermeleri şartıyla silah dağıtıldığı ileri sürülmüştü.
Bu iddia, CHP Hatay Milletvekili Mevlüt Dudu tarafından Meclis gündemine de taşındı. Dudu, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun yanıtlaması istemiyle verdiği soru önergesinde şu soruları yöneltti:
” *15 Temmuz darbe girişiminin yaşandığı gece sivil vatandaşlara Ankara Emniyet Müdürlüğü tarafından silah dağıtıldığı iddiası doğru mudur?
* Kimlik göstermek suretiyle sivil vatandaşlara dağıtılan Ankara Emniyet Müdürlüğü’nün envanterine kayıtlı olan silah sayısı nedir?
* Darbenin ardından Ankara Emniyet Müdürlüğü envanterindeki kayıp silah sayısı nedir?
* Ankara Emniyet Müdürlüğü Asayiş Şube Müdürlüğü’nün 6 Eylül 2016 tarihinde Çankaya, Altındağ, Ulus-Çankırı, Hıdırlıktepe, Sincan, Gölbaşı Yenimahalle’de 8 bin 500 polisle yaptığı bu Huzur Operasyonu’nun amacının Emniyet envanterindeki kayıp silahları bulma arayışına dayandığı iddiaları doğru mudur? (DİHA)