29 Haziran 2009 Pazartesi

SİVAS DİVRİĞİ KÜLTÜR DERNEĞİNİN 25. PLAV Ve KÜLTÜR ŞENLİĞİ YAPILDI !



Bu yıl 25.incisi düzenlenen Sivas-Divriği Kültür Derneği'nin düzenlemiş olduğu-DİSK'in de organize içinde yer aldığı- Geleneksel Pilav ve Kültür Şenliği” Tekdirdağ- Göktürk beldesinin Kurt kemeri mevkinde geçen yıllara gore katılımın dahada az olduğu, yüzlerçe işçi, emekçi ve devrimci kurumun katılımıyla gerçekleştirildi.
Piknik alanında "25. Geleneksel pilav ve kültür şenliğimize hoş geldiniz”, “2 Temmuz Sivas şehitlerimiz ölümsüzdür”, “Özelleştirmelere karşı kamulaştırma”, “Tuzla Tersanelerinde ölümlere son”, “Parasız eğitim, parasız sağlık”, “ATV-Sabah, DESA, Sinter Metal direnişlerini selamlıyoruz”, “Yönetim Kurulu Üyemiz Mehmet Atay 32 aydınla Sivas'ta katledildi / Divriği Kültür Derneği", “Krizin bedelini ödemeyeceğiz / DİSK” pankartları ve 2 Temmuz mitingine çağrı yapan pankartlar yer alıyordu.
Sunumunu Orhan Aydın ve Şenay Erdoğan'ın yaptığı piknik programı açılış konuşması ile başladı. Açılış konuşmasının ardından, Divriği Kültür Derneği Gitar Topluluğu ve Divriği Çamurlu Köyü Semah Ekibi sahne aldı. Daha sonra, Divriği Kültür Derneği Genel Başkanı Ali Durmuş bir konuşma gerçekleştirdi. Durmuş konuşmasında şunları ifade etti: “Yönetim Kurulumuz, her yıl farklı kurumlarla paylaşma geleneğini bu yıl da DİSK'in katılımı ve birlikte yapma kararı aldık. Dünyada ve ülkemizde yaratılan krizin faturası örgütsüz toplumlarda daha ağır yaşanmaktadır. Toplumda çöküntü ve yalnızlaşmayı öne çıkarmaktadır.” Durmuş'un konuşmasının ardından, Aynur Güneş sahne aldı.
Program, DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi'nin konuşmasıyla devam etti. Çelebi, Divriği Kültür Derneği'nin sadece piknik düzenlemediğini, birlikte birçok mücadeleler verdiklerini belirterek Divriği Kültür Derneği bu yılki 1 Mayıs'a da katıldığını sözlerine ekledi. “Katliamların hesabını hep birlikte soracağız” dedi.
DİSK başkanı Süleyman Çelebi'nin son politik gelişmeler, krizin işçi ve emekçileri derinden vurması yoksuluk, sefalet ve işten atmalara karşı birleşik mücadelenin geliştirilip ileri taşınmasına ve 2 Temmuz Sivas katliamına dikkat çeken konuşmasının ardından, TTB Merkez Konseyi Başkanı Gençay Gürsoy, ÖDP Genel Başkanı Alper Taş ve Bağımsız Milletvekili Ufuk Uras'ın yaptığı konuşmaların ardından, Divriği Kültür Merkezi Kadın Korosu'nun sunduğu müzik dinletisi ile programa ara verildi.
Aranın ardından ikinci bölümde etkin skeç ve konserlerle devam etti.
Afrikadan gelen bir dans topluluğunun sahne alması ile başlayan konser sırası ile Ağır Kapı Roman Orkestrası, Koma Çiya ve Cengiz Özkan, Ferhat Tunç, Ezginin Günlüğün sahne alması ile devam etti. Konser alanı atılan devrimci sloganlar eşliğinde politik etkinlik olarak sürdü . Sivas katliamının ve 35 aydının yakılmasını unutulmadığı ve unutturulmayacağı dillendirilerek Divriği geleneksel plav ve kültür şenliiği, söylenen türküler, çekilen halaylar ve atılan sloganların ardından seneye tekrar buluşulmak üzere sözleşilerek son buldu. Plav ve kültür şenliği etkinliğinde gazetemiz DHB okurları ve birçok devrimci akım stand açtı. Okurlarımız etkinliğe gelen emekçilere sohbet edip, yayın dağımı yaptılar.
Yaşasın Devrimci Dayanışma !
Kahrolsun Faşist Diktatörlük !
İstanbul DHB Okurları

Polis 'dur' durak bilmiyor/ 2

İzmir'de 'dur' ihtarına uymadığı gerekçesiyle aracında polis kurşunuyla öldürülen Baran Tursun davasında sanık polis Oral Emre Atar 2 yıl 1 ay hapis cezasına çarptırıldı.Aynı dava kapsamında delilleri gizlemek ve evrakta sahtecilikten yargılanan 10 polis ise beraat etti.

Polise 'sembolik' ceza

İzmir’in Bayraklı ilçesinde iki yıl önce “dur” uyarısına uymadığı gerekçesiyle açtığı ateş sonucu Baran Tursun’un yaşamını yitirmesine neden olduğu savıyla yargılanan polis memuru Oral Emre Atar’a 2 yıl 1 ay hapis cezası verildi. Olayın ardından delilleri gizlemekle suçlanan 10 polis memuru ise beraat etti. Cezayı 'sembolik' bulan baba Mehmet Tursun, "Baran Tursun davası, yerel mahkemeyle sonuçlanacak bir dava değildir. Oğlumuzu vuran polis beraat bile etse veya 2 bin 1 yıl ceza bile alsa peşini bırakmayacağız" dedi. Baba Tursun, sanık polis ile tanık polisin tutanaklara geçen çelişkili ifadelerinin olduğunu savunarak, mahkemenin gerekçeli kararı ve adli tıp raporlarının sonucu doğrultusunda polis memuru Oral Emre Atar'a verilen 2 yıl 1 ay cezayı hukuki bir isabetsizlik olarak değerlendirdi.

Gerekçeli karar ve Adli Tıp raporları

Mehmet Tursun, dava ile ilgili Karşıyaka 1. Ağır Ceza Mahkemesi'nin gerekçeli kararında "Kurşunun bir yerden sekmediği, sanığın düşerken ya da yere doğru ateş etmediği, sanığın düştüğü sırada tabancasının istemi dışında ateş almasının söz konusu olmadığı kabul edilmiştir" ifadesinin kullanıldığını belirtti. Ayrıca İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Uzmanı Doç.Dr. Nadir Arıcan ile Adnan Menderes Üniversitesi Adli Tıp Anabilimdalı Başkanı Prof. Dr. Ufuk Katkıcı tarafından mahkemeye sunulan adli tıp raporlarında geçen "Yaralanmanın herhangi bir sekme olmaksızın direkt atış sonucu meydana geldiği", atış durumunun ise "Araç sürücüsünün tam arkasından, başının hizasından paralel ve direkt ateş sonucu olabileceği" açıklamalarının bulunduğuna dikkat çeken baba Mehmet Tursun, Karşıyaka 1. Ağır Ceza Mahkemesi'nin "Taksirle adam öldürmek" suçundan sanık polis memuru Oral Emre Atar'ın 2 yıl 1 ay hapisle cezaladırılmasının adalete dayalı bir ceza olmadığını savunarak verilen cezayı eleştirdi.

Cezayı 'sembolik' olarak nitelendiren Tursun, "Baran Tursun davası, yerel mahkemeyle sonuçlanacak bir dava değildir. Dünya ölçeğine götüreceğimiz bir davadır. Oğlumuzu vuran polis beraat bile etse veya 2 bin 1 yıl ceza bile alsa peşini bırakmayacağız. Suçunu itiraf etmelidir, edecektir. Oral Emre Atar ve ailesine sesleniyoruz, adalete teslim olsunlar'' dedi.
Cumhuriyet

Honduras lideri Zelaya Kosta Rika'ya kaçırıldı

Orta Amerika ülkesi Honduras'ın solcu devlet başkanı Manuel Zelaya'yı askerler tutuklayarak Kosta Rika'ya götürdü. Zelaya'nın müttefikleri Chavez ve Morales'ten darbeye sert tepki geldi.

Orta Amerika ülkelerinden Honduras'ta cumhurbaşkanı ile ordu arasındaki anayasa krizi, askeri darbeyle sonuçlandı.

Ülkenin solcu devlet başkanı Manuel Zelaya, tartışmalı anayasa referandumuyla ilgili oylama başlamadan önce askerler tarafından tutuklandı.

Onlarca asker, sabah saatlerinde Zelaya'nın konutunu kuşattı, daha sonra kamyonlara binerek buradan ayrıldı.

Başkent Tegucigalpa'nın dışındaki bir hava üssüne götürülen Zelaya'dan saatlerce haber alınamadı.

Ardından Zelaya'nın Kosta Rika'da olduğu ortaya çıktı.

Kosta Rika Kamu Güvenliği Bakanı Janina del Vecchio, askerlerin evinden alıp tutukladığı Manuel Zelaya'nın kendi ülkesinde bulunduğunu duyurdu.

Merkezi Venezuela'nın başkenti Caracas'ta bulunan uluslararası televizyon kanalı Telesur'a açıklamalarda bulunan Zelaya, ''San Jose'de Kosta Rika'dayım. Kaçırıldım ve bir komplo kurbanıyım. Askeri elit tarafından kandırıldım'' dedi ve ABD Başkanı Barack Obama'dan bunun arkasında olup olmadığını açıklamasını istedi.

Zelaya, ''Eğer Washington bu darbeye destek vermediyse, halkımıza ve demokrasiye karşı bu saldırıyı engelleyebilir'' ifadesini kullandı.

CHAVEZ VE MORALES'TEN SERT TEPKİ

Manuel Zelaya'nın tutuklanmasına en sert tepkiyi müttefikleri Venezuela Devlet Başkanı Hugo Chavez ve Bolivya Devlet Başkanı Evo Morales'ten geldi.

Chavez, Zelaya'nın askerlerce tutuklanmasını ''darbe'' olarak niteledi ve ABD Başkanı Barack Obama'dan bu darbeyi kınamasını istedi.

Bolivya Devlet Başkanı Morales de ''darbeyi'' kınadı ve uluslararası toplumu kınamaya çağırdı.

ABD Başkanı Barack Obama ise Honduras'ta askerlerin Zelaya'yı tutuklamasından derin endişe duyduğunu açıkladı.

Venezuela lideri Hugo Chavez'in müttefiki olan Honduras Devlet Başkanı Manuel Zelaya, yüksek mahkeme, ordu, kongre ve kendi partisinden bazı üyelerin muhalefetine rağmen anayasal reform için referandum yapma sözü vermişti.

Zelaya, geçen hafta görev süresinin 4 yıl uzatılmasını sağlayacak referandumun düzenlenmesi konusunda kendisine yardımcı olmayı reddeden genelkurmay başkanını görevden almıştı.

AA / 28.06.09

Chavez'den ABD'ye: "Tehdit sensin, biz değil"

Venezuela Devlet Başkanı Hugo Chavez, ülkesinin silah almasının ABD'yi endişelendirmemesi gerektiğini belirterek, ABD'ye yönelik, "Tehdit sensin, biz değil" dedi.

Chavez, ülkesinin silah almasının ABD askeri yetkililerince yanlış bir ifadeyle "bölge için tehdit" şeklinde değerlendirildiğini ifade ederek, "ABD'nin Venezuela için tehdit olduğunu ve bu nedenle hükümetin askeri gücünü artırmaya çalıştığını" söyledi.

ABD'nin bu hafta Latin Amerika ve Karayipler'de düzenlediği operasyonlara komutanlık yapan General Douglas Fraser'in, "Venezuela'nın silahlanmasının sorgulanması" yönündeki açıklamasına atıfta bulunan Chavez, "Fraser aynaya bakmalı. General, tehdit sensin" dedi.

CNNTurk / 28.06.09

27 Haziran 2009 Cumartesi

25. Geleneksel Pilav ve Kültür Şenliği

Divriği Kültür Derneği'nin bu yıl 25.'si düzenlenecek olan “Geleneksel Pilav ve Kültür Şenliği”, 28 Haziran 2009 tarihinde Göktürk Köyü Şişli Vakfı Piknik alanında DİSK'in katılımıyla gerçekleşecek.
Sunumunu Orhan Aydın ve Şenay Erdoğan'ın yapacağı piknikte, Ferhat Tunç, Cengiz Özkan, Ezginin Günlüğü, Aynur Güneş, Ahırkapı Roman Orkestrası, Koma Çiya sahne alacak.


Yer:Göktürk Köyü Şişli Vakfı Piknik
Gün.28.Haziran.Pazar Günü

Ücretlere tarihi darbe, sendikalar nerede? -

Açıklanan her veri, krizin gerçek yükünün çalışan sınıfın sırtına acımasızca vurulduğunu bir kez daha doğruluyor. Hatta, TÜlK'in hafta başında yayımladığı, "Kısa Dönemde İş İstatistikleri Sanayide İşgücü Girdi Göstergeleri" istatistiği, 1950'lerden bu yana olmayan bir şeyi gösterdi; Ücretler enflasyondan arındırılmış olarak, yani reel olarak düşmenin ötesinde, "görünen", nominal haliyle de gerilemişti. Bu, tarihi bir olgudur! İlk defa yaşanmaktadır!..

Verilerin böyle çıkması beklenmiyor değildi. Birçok işyerinde - en yakın örneği Erdemir- ücretliler, "ya tensikat, ya tenzilat"a zorlandılar. Ve bırakın ücrete sembolik de olsa zam yapmayı, ücretleri cebri ya da ikna ederek geriye çektirdiler. Bunun sonucudur ki, sanayinin genelinde Ekim 2008'den Mart 2009'a görünen ücretler yüzde 8,5 azaltılmış durumda. Bu tenzilat, sektörden sektöre değişiyor. Örneğin tekstil ve TV üretimi sektörlerinde yüzde 14'ü, otomotivde, metal sektöründe yüzde 13'ü bulmuş.

Bu zoraki indirime bir de enflasyonun aşındırdığını eklemek gerekir. Ekim 2008-Mart 2009 döneminde tüketici fiyatları yüzde 1,5 dolayında arttı. Dolayısıyla görünen ücretler, indirilmiş olmanın yanı sıra yüzde 1,5 da enflasyondan darbe yediler. Sonuçta, 6 ayda sanayi ücretlisinin alım gücünde yüzde 10 gerileme yaşandı. Bu gerileme maden işçilerinde yüzde 14'e yaklaşıyor. Gerileme, tekstil ve elektronik işçilerinde yüzde 16'ya, otomotiv, metal işçilerinde yüzde 15'e yaklaşmış bulunuyor.

Ücretlerdeki bu tarihi gerilemenin yanı sıra Ekim 2008'den Mart 2009'a 710 bin kayıtlı -sigortalı işçinin de işini kaybettiğini bu köşede birkaç kez yazıp durdum. Yani işini koruyabilen "ya tensikat-ya tenzilat" ya da "40 katır -40 satır"dan, ücretlerin indirilmesine rıza göstermiş, ama 710 bin kişi de kapının önüne konmuş. Eski kriz dönemlerinde bu kadar hezimet hatırlamıyorum. Hiç olmasa, krizle birlikte yaşanan enflasyonun etkisiyle göstermece bir zam yapılır ama bu zam enflasyonu karşılayamaz, ancak re-el ücret gerilemesinden söz ederdik. Şimdiki bu da değil. Bırakın enflasyonun götürdüklerini görünen de aşağı itilmiş bulunuyor.

***

Evet, bu ücret budaması ve işçi kıyımı, işçi sınıfının ve varsa sendikalarının hezimetidir!.. .Belli ki en azından sanayide işverenler emek üstünden bütün tasarruflarını yerine getirmişler, istedikleri gibi tensikat da yapmışlar istedikleri gibi tenzilata da zorlamış ve başarmışlar... Bu hezimet, bir sınıf mücadelesinin sonucudur ve çalışan sınıf, varsa sendikaları, bu yaklaşan fırtınaya karşı önlem almamış, kurbanlık koyunlar gibi kafalarını uzatmışlardır.

Ama verilen kurban, ödenen fatura bu kadarla kalacak sanıyorlarsa, aldanıyorlar, işverenler, bu kadar zayıf, güçsüz, örgütsüz yakaladıkları sınıfı, daha da çok yoksullaştırarak suyun üstünde kalmayı hep deneyecekler. Ne yazık ki böyle...

1 Mayıs'tan 1 Mayıs'a Taksim'de militancılık oynamak, sonra da, koca bir sene onun rantıyla geçinmek. .. Konu mankeni olarak sendikacılık yapmak, TV ekranlarında sınıf adına klişe cümlelerle zaman doldurmak... Gerçekte ise hesap ortada.

Bu hesaptan kimse kaçamaz... Bu hezimetin hesabını birileri çıkıp vermeli, bu tarihi hezimetin hesabı mutlaka sorulmalı...
Mustafa Sönmez
Cumhuriyet / 27.06.09

'Netanyahu'nun şartları ırkçı'

Hamas lideri Halid Meşal, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun çözüm vizyonunu reddetti.

Netanyahu, iki hafta önce, bir Filistin devletinin kurulmasını kabul edebilmeleri için bir dizi koşul öne sürmüş, en başta da kurulacak devletin tamamen silahsızlandırılması gerektiğini söylemişti.

Filistin devletinin ordusu ve hava sahasında kontrolü olamayacağını savunan Netanyahu, ayrıca Filistinlilerin İsrail'i bir Yahudi devleti olarak tanımalarını şart koşmuştu.

Şam'da açıklamalar yapan Halid Meşal, İsrail'in şartlarının "devlet adı altında özerk yönetim" anlamına geldiğini söyledi.

Meşal, Filistinlilerin İsrail'i bir Yahudi devleti olarak tanıması koşulununu da "ırkçı" olarak niteledi ve "Bu koşulun İtalyan faşistleri ya da Nazilerin istediklerinden hiçbir farkı yok" dedi.

Halid Meşal açıklamasında ABD'de Obama yönetiminin Hamas'a karşı "yeni bir dil" kullanmaya başladığını da söyledi.

ABD Hamas'ı bir terör örgütü olarak kabul ediyor ve muhatap saymıyor. Ancak Barack Obama, birçok Filistinlinin Hamas'ı desteklediğini kabul etmişti.

İsrail Başbakanı Amerika Birleşik Devletleri'nden gelen yoğun baskılar karşısında bir Filistin devletini prensip olarak kabul etti.

BBC Turkish / 27.06.09

Polis 'dur' durak bilmiyor/

Güvenlik güçleri için fiilen var olan, yurttaşların "haklarını ihlal etme" ve hatta "öldürme özgürlüğü"ne, 2007 yılında Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu'nda (PVSK) yapılan değişikliklerle yasal dayanak kazandırıldı. Aradan geçen süre boyunca pek çok yurttaş kolluk şiddetine maruz kaldı.

Polis dayağına, kayıplara, işkenceye açık çek

AKP'nin 2007 yılı Haziran ayında Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu'nda (PVSK) yaptığı değişiklikle; polisin kimlik sorma-durdurma, arama ve zor kullanma yetkileri genişletildi. Hem bedensel ve maddi güç, hem de silah kullanımını kapsayan yetkilerinin sınırının genişletilmesi kadar; yetkinin kullanılma koşullarının ve yoğunluğunun belirsizliği, kolluğun takdirine bırakılmış olması da eleştirilere neden olmuştu.

Polisin yetkilerinin artırılmasını amaçlayan yasa önerisi, hukukçularca da kabul görmemişti. Dönemin Çağdaş Hukukçular Derneği Başkanı Hüseyin Biçen ,yetkilerin, 12 Eylül anayasasına bile aykırı olduğuna işaret ederek "Bu 12 Eylül'ün hortlamasıdır. Tam bir polis devleti mantığı ile hazırlanıyor" ifadesinde bulunmuştu.

Eleştirilerin haklılığı değişikliklerin yürürlüğe girdiği 14 Haziran 2007 tarihinden itibaren ortaya çıkmaya başladı. Hükümetin polislerin yetkilerini insan hakları ihlallerine zemin hazırlayan şekilde değiştirmeyi gündeme almasından bu yana, polislerin fiziksel şiddet kullanımı arttı.

Değişiklik; polisin kendi keyfine göre belirlediği kişileri, 'şüpheli şahıs kriterleri' bile aranmaksızın, üst araması yapması, parmak izi alması, fotoğrafını çekmesi; miting, maç gibi yerlerde 'önleme araması' gerçekleştirmesi gibi haklar tanıyor. Bu adı konulmamış büyük gözaltı olarak da değerlendirilebiliyor.

Değişiklik; polisin 'gerekli gördüğü hallerde', sulh idare mahkemesi kararı, kararın gecikmesi halinde ise mülki idare amirinin yazılı emriyle kişilerin üstleri, araçları, evrak ve eşyaları ile birlikte ev ve işyerlerini de arayabilmesinin önünü açtı.

Değişiklik; “Zor kullanma yetkisi kapsamında, direnmenin mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri etkisiz hale getirecek şekilde kademeli olarak artan nispette bedeni kuvvet, maddi güç ve kanuni şartları gerçekleştiğinde silah kullanılabilecek” maddesi ile, işkencenin önü açmaktadır.

Değişiklik; “Şüpheli kişi kimliği açık bir şekilde anlaşılıncaya kadar gözaltına alınacak ve gerekirse tutuklanacak” maddesi ile, kaybetme saldırısına açık çek tanıyor.

Her şey kayıt dışı

Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu'nda yapılan değişikliklerin iskence ve kötü muamele ile polisin özellikle gösteriler sırasında orantısız güç kullanımının önünü açtığı 2008 başta olmak üzere 2009 Ocak, Şubat ve Mart aylarında yaşanan olaylarda da görmek mümkün.

En yüksek değerleri gösteren ağır kaba dayak, aşağılama ve hakaret etme gibi işkence ve kötü muamele yöntemleri ile 2008 yılında ve 2009 yılının ilk üç ayında karakollarda, açık alanda veya sokakta işkence ve kötü muamele gören başvuru sayısının yüksek olması arasında kurulacak doğru orantılı ilişki bize işkencenin gözaltı merkezlerinden sokağa taştığını gösteriyor. Gözaltı merkezlerinde, gözaltı süreci başlatılmadan, defterlere kayıt düşülmeden, arabada, meydanda ya da sokakta kaba dayaktan başlayıp hakaret ve tehdidin kullanıldığı bu işkence vakalarının kaydı olmadığı için hukuki bir süreç başlatılmasının da önü kesilmiş oluyor.

Şikayet olduğunda ise olay dışarıda gerçekleşmiş olduğundan gözaltı merkezi üzerinden işlem yapmak mümkün olmuyor ve işkencenin cezasız kalması kolaylaşıyor. İşkence ve kötü muamele sistematik olarak devam ediyor. İşkence ve kötü muamelenin son bulması için işkence yapan kolluk hakkında etkin bir soruşturma başlatılması için yasal düzenlemelerin acilen yapılması gerekiyor.

Cumhuriyet / 27.06.09

Faşistler Beyazıt’ta Öğrenci Kültür Merkezi’ni bastı

İstanbul Üniversitesi’ndeki faşist saldırılara bugün bir yenisi eklendi. Öğrenci Kültür Merkezi’ni (ÖKM) basan yaklaşık 20 faşist satır ve döner bıçaklarıyla öğrencilere saldırmaya çalıştı.

Bugün (26 Haziran) saat 17.00 civarında meydana gelen olayda faşistlerin, rektörlüğe bağlı ÖKM’ye girmeye çalıştığı fakat öğrencilerin barikat kurarak faşistleri engellediği öğrenildi. Öğrencilere satır ve döner bıçaklarıyla saldırmak isteyen faşistler, bu girişimlerirnin başarısız olması üzerine olay yerinden kaçarak uzaklaştı. Saldırı anında öğrencilerden yaralanan olmadığı belirtildi.

Olay anında ÖKM civarında bir çevik kuvvet otobüsü ve çok sayıda sivil polis olduğunu ifade eden öğrenciler, polisin faşistleri engellemeye yönelik hiçbir girişimi olmadığını ve olayı yalnızca uzaktan izlediklerini söylediler. Öğrenciler, olay anında ÖKM'nin dış kapısının önünde bulunan birkaç sivil polisin faşistlerin satırını gördüğünü ve faşistlerin kaçtığı sırada bu polislerin, saldırganlara satırları saklamaları yönünde işaretler yaptığının çok net bir biçimde görüldüğünü belirttiler.

Öğrenciler, faşistlerin arasında yalnızca Hukuk Fakültesi 1’inci sınıfta okuyan Erdal Öztürk’ün öğrenci olduğunu, faşistlerin geri kalanının ise 35-40 yaşlarında şahıslar olduğunu belirtiyorlar. ÖKM’de saldırıya uğrayan yaklaşık 50 öğrenci toplu bir şekilde okuldan çıktıktan sonra sloganlarla Saraçhane’ye kadar yürüdü.

sendika.org / 26.06.09

Kürtçe örgüt dili mi?

Cezaevlerinde Kürtçe konuşma ve yazışma yasağının nedeni ilginç bir gerekçe ile izah edildi. DTP Hakkari Milletvekili Hamit Geylani’nin soru önergesini cevaplayan Adalet Bakanı Sadullah Ergin, cezaevlerinde “örgütsel bütünlüğü sağladığı” gerekçesiyle Kürtçe konuşmanın yasak olduğunu belirtti. Adalet Bakanı’nın yanıtı akıllara milyonlarca kişinin konuştuğu Kürtçe örgüt dili mi” sorusunu getirdi.
Hükümetin Kürtçe konusunda atılımlar yapmakla övündüğü ve Başbakan’ın daha kısa bir süre önce “Cezaevlerin’deki sorunu da hallediyoru. Çalışmalara başladık” dediği bir dönemde Adalet Bakanı’nın cezaevlerindeki Kürtçe yasağına ilişkin açıklamaları hükümetin samimiyetini bir kez daha gözler önüne serdi. DTP Hakkari Milletvekilli Hamit Geylani’nin verdiği soru önergesini yanıtlayan Adalet Bakanı Sadullah Ergin, “örgütsel birliği sağladığı” gerekçesiyle Türkiye’de 20 milyon civarında insanın kullandığı Kürtçe’nin konuşulmasına, okunmasına ve yazışmalara izin verilmediğini savundu.
TÜRKÇE’DEN BAŞKA DİLE İZİN YOK
Uygulamanın PKK’li tutuklu ve hükümlüler için geçerli olduğunu kaydeden Ergin, PKK’li tutuklu ve hükümlülerin ‘yüksek risk taşıyan mahkumlar olduğunu’ söyledi. Kürtçe dilinde yayınlanan kitap ve dergilerin ise cezaevlerine alınmasını yasaklayan bir hükmün bulunmadığını belirten Ergin, cezaevlerinde insan hakları ihlallerinin yok denecek kadar azaldığını savunarak, bakanlıklarına iletilen insan hakları ihlali iddialarının titizlilikle takip edildiğini ileri sürdü. Ergin, telefon görüşmelerinin Türkçe yapılacağını ancak hükümlünün veya görüşmenin yapılacağı kişinin Türkçe bilmemesi halinde başka dilde konuşmaya izin verileceğini söyledi. Tutuklu ve hükümlülerin Kürtçe telefon konuşmalarının kayıt altına alınmasına devam edileceğini kaydeden Ergin, konuşmaların suç teşkil etmesi durumunda Türkçe’den başka dille konuşmalarına izin verilemeyeceğini belirtti. Ergin, kötü muamele iddiaları ile ilgili olarak ta 2003’ten 2009 yılının mayıs ayına kadar toplamda 1376 personel hakkında soruşturma başladığını söyledi.
DİLE SAYGISIZLIK
Hamit Geylani ise Adalet Bakanı’nın açıklamalarını talihsizlik olarak değerlendirdi. Geylani, herkesin anadilinde örgütlenme hakkına sahip olduğunu ve hayatın her alanında örgütlenmesi gerektiğini kaydetti. Uygulamanın hem dili hem de insan onurunu rencide ettiğini belirten Geylani, cezaevlerinde Kürtçe konuşmak için Türkçe bilmediğinin ispat edilmesinin istendiğini kaydetti. İnsanları bilmediği dilde sorunlarını anlatamayacağına dikkat çeken Geylani, cezaevlerindeki Kürtçe yasak kararının uydurma gerekçelere dayandığını belirtti. Geylani, “Bu dile saygısızlıktır. Bu ülkede resmi olsun, gayri resmi olsun herkes kendini anadilinde ifade etmelidir. Bu dille de kendini örgütlemelidir.apılan uygulamayı siyasi bir yaklaşım olarak görüyorum. Yasadışı örgütleme olarak algılıyorlar. Bu bilime, doğanın akışına, insanın tabiatına aykırı bir şeydir. Zaten cezaevinde bulunanlar bu dili knuştukları ve kendi kimliklerini savundukları için cezaevindeler. Bunlara kalkıp ‘terörist’ demek haksızlık olur” dedi.
İHD’YE YASAK BAŞVURUSU
Diyarbakır D Tipi Cezaevi’nde tutuklu bulunan DTP eş başkan yardımcılarıyla görüş sırasında Kürtçe konuşmalarına izin verilmeyen İsveç Parlamentosu İnsan hakları heyeti üyeleri, İHD Diyarbakır Şubesi’ne başvurdu. Diyarbakır D Tipi Cezaevi’nde tutuklu bulunan DTP eş başkan yardımcılarıyla görüş sırasında Kürtçe konuştukları için konuşmaları yasaklanan İsveç Parlamentosu İnsan hakları heyetinden Yekbun Alp, İHD Diyarbakır Şubesi’ne başvurdu. İsveç Sosyal Demokrat Parlamenteri ve İsveç Parlamentosu İnsan Hakları Komitesi Türkiye Masası Başkanı Anne Ludvigsson, İsveç Sosyal Demokrat Partisi Parlamenteri Yılmaz Kerimov, İsveçli Kürt siyasetçiler Yekbun Alp ve Evin Çetin’in DTP’liler ile görüş sırasında Kürtçe konuşulmasına ‘Kürtçe yasak’ gerekçesiyle cezaevi yönetimi tarafından izin verilmemişti. İHD Diyarbakır Şubesi’ne başvuran Heyet Üyelerinden Yekbun Alp, uygulamanın küçük düşürücü olduğunu belirtti. Başvurunun ardından İHD Diyarbakır Şube Başkanı Muharrem Erbey, Adalet Bakanı Sadullah Ergin’e mektup göndererek cezaevlerindeki yeni düzenlenmelere rağmen Kürtçenin cezaevlerinde halen yasak olduğunu belirtti.

‘Madımak önünde mahşeri kalabalık olacak’

2 Temmuz 1993’te 2 otel görevlisiyle 25 ‘can’ın katledildiği Madımak katliamı, 16. yılında Ankara ve Sivas’ta mitinglerle anılacak. Alevi Bektaşi Federasyonu (ABF) Genel Başkanı Ali Balkız, bu sene Madımak önünde mahşeri bir kalabalık olacağını ve “Madımak müze olsun” diyeceklerini söyledi.
Madımak katliamında kaybedilenler, “Demokrasi, Laiklik ve İnsan Hakları İçin Mücadele Haftası” adıyla düzenlenen bir dizi etkinlikle anılacak. Etkinliklerin tanıtımı için dün Mülkiyeliler Birliği bahçesinde bir basın toplantısı düzenlendi. Toplantıya Ankara’daki emek, meslek ve kitle örgütleriyle, siyasi parti temsilcilerinin yanı sıra Madımak’ta katledilenlerin aileleri de katıldı.
Pir Sultan Abdal Kültür Derneği (PSAKD) Genel Başkanı Fevzi Gümüş, 16 yıl önce Madımak Oteli’ni yakan; insana, aydınlığa, düşünce özgürlüğüne düşman, ırkçı ve şeriatçı güçlerin, “Şeriat isteriz”, “Cumhuriyet Sivas’ta kuruldu, Sivas’ta yıkılacak” sloganları atarak, savunmasız insanları yakarak katlettiklerini hatırlattı.
‘SÜREÇ İLMEK İLMEK ÖRÜLDÜ’
Toplumsal, inançsal ve kültürel farklılıkları yok sayıp, tek tip yurttaş yaratmaya çalışan egemen zihniyetin ürünü olan katliamın her aşamasının planlandığını, maşa olarak da 2 Temmuz öncesi Sivas’ta konuşlandırılan ırkçı, gerici, şeriatçı, faşist güçlerin kullanıldığını belirten Gümüş, “Madımak Oteli’nin yakılmasına kadar olan tüm süreç ilmek ilmek örülmüştür” dedi.
Katliamın üzerinden geçen 16 yıla rağmen, Madımak’ta yakılan ateşin sönmediğinin altını çizen Gümüş, “Ne ‘Çok şükür yurttaşlarımıza bir şey olmadı’ diyen Çiller, ne ‘Bu kadar ölü futbol maçında bile oluyor’ diyen Mesut Yılmaz, ne ‘Gazanız mübarek olsun’ diyen Temel Karamollaoğlu, ne Sivas katillerinin avukatlığına soyunan Şevket Kazan ne de 8 saat boyunca savunmasız insanların bir otelde kıstırılmasına seyirci kalan SHP-DYP iktidarı unutuldu” dedi.
‘MADIMAK MÜZE OLMALI, OLACAK DA’
Geçen 16 yıla rağmen Madımak’ın hâlâ otel olduğunu, müzeye dönüştürülmediğini kaydeden Gümüş, “Madımak müze olmalıdır, olacaktır” dedi. Bu talebin sadece Alevilerin değil, çağdaşlıktan ve laiklikten yana tüm kesimlerin ve insanlığın vicdanının ortak sesi olduğunu vurgulayan Gümüş, “Bu talep, karanlığa karşı aydınlığı savunanların talebidir” diye konuştu.
Gümüş, “ve bir gün karanlıklar aydınlığa kavuşuncaya; Sivas, Maraş, Gazi, Ümraniye, 1 Mayıs katliamlarını planlayanların gerçek yüzleri ortaya çıkıncaya kadar, Pir Sultan direnişlerinin de bu taleplerinin de süreceğinin” altını çizdi. O güne kadar Sivas katliamının unutulmayacağını, unutturulmayacağını dile getiren Gümüş, “Her yıl olduğu gibi bu yıl da Sivas’ta Madımak Oteli önünde, Ankara’da Kolej Meydanı’nda olacağız” dedi.
‘DÖNE DÖNE PERVANE’
Daha sonra söz alan Ali Balkız ise Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ı hedefine aldı. “Madımak müze olsun” taleplerinin bu yılki anmalarda birinci talep olacağını kaydeden Balkız, “Bir kültür bakanı var ki, evlere şenlik. Bizi çocuk sanıyor. ‘Oradaki kebapçı dükkanını kapattık ya yetmiyor mu? Bütçemiz yok. Gerekirse otelin bir katını kiralar DÖSİMM mağazası yapar, bir de anı defteri koyarız’ diyor” dedi. Bu öneriye itirazlarına bakanın “Saçmalamasınlar” diye karşılık verdiğini de hatırlatan Balkız, 2 Temmuz’un ardından o olay için “İğreniyorum” ifadesini kullanan bakanın, o olaydan iğrenenler için sonradan “Saçmalıyorlar” ifadesini kullandığına dikkat çekerek, “Kültür bakanı bundan vazgeçsin” dedi. İnsanların düşünce ve görüşlerini, hatta din ve mezheplerini bile değiştirebileceğini belirten Balkız, ancak bakan için “Döne döne pervane olmak da bu olsa gerek” diye konuştu.
‘SİVASLILAR DA BİZİMLE OLACAK’
Ülkenin dört bir yanından ve başka ülkelerden aldıkları mesajlara dikkat çeken Balkız, “Bu sene Sivas, Madımak önünde mahşeri bir kalabalık olacak. Madımak’ın müze olmasını isteyecekler. Bu kalabalıkta Sivaslılar da yer alacak. Alevi Sünni Sivaslılarla birlikte Madımak katliamını protesto edeceğiz. Bir kez daha yaşanmasın diye” dedi. (Ankara/EVRENSEL)

‘KAGIT PARÇASI’ iLE ASiMETRiK SAVAS

GENELKURMAY Başkanı Orgeneral Başbuğ, Genelkurmay’da düzenlediği basın toplantısında, ‘AKP’yi ve Gülen’i Bitirme Planı’ başlığıyla yayımlanan belge için “Bir kağıt parçası olduğu ortaya çıktı” dedi. TSK’ya karşı “medya üzerinden asimetrik bir psikolojik harekat” yapıldığını savunan Başbuğ, Başbakan Erdoğan’ın “Umuyorum ki, TSK da gereğini yapacaktır” sözlerine karşılık, gereğini yaptıklarını birkaç kez vurguladı. Başbuğ, Ergenekon soruşturmasını yürüten savcılığın ve emniyetin elindeki belgelerin basına nasıl, kim tarafından ve ne amaçla servis edildiğini de sordu.
BAŞBUĞ:GEREĞİNİ YAPTIK
Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, Taraf gazetesi tarafından yayınlanan ve TSK tarafından hazırlandığı iddia edilen belgeyi “kağıt parçası” olarak tanımladı. Orgeneral Başbuğ, “Hukuk açısından yaşadığımız olayda bugün gelinen noktada, var olduğu iddia edilen belgenin bir kağıt parçası olduğunu, yani bir belge olmadığını Genelkurmay Askeri Savcılığı ortaya koymuştur” dedi.
Askeri savcılığın, kanunlar çerçevesinde incelenmesi gereken tüm hususlarda mevcut bilimsel ve teknik imkanlarını kullanarak bu karara ulaştığını savunan Başbuğ, konuşmasında bu belgenin TSK’yı yıpratmak için ortaya atıldığını öne sürdü. Başbuğ, “Onun için Türk Silahlı Kuvvetleri’nin komutanı olarak açıkça söylüyorum ki, artık Silahlı Kuvvetler üzerinden elinizi çekiniz. Türk Silahlı Kuvvetleri üzerinden kendinizi siyasi olarak tanımlama düşüncesinden ve gayretinden vazgeçiniz” dedi.
Başbuğ konuşmasında, Başbakan Erdoğan’ın, “Umuyorum ki, TSK da gereğini yapacaktır” sözlerine, “TSK gereğini yapmıştır” sözleriyle karşılık verdi.
Türk Silahlı Kuvvetleri’ne karşı medya üzerinden asimetrik bir psikolojik harekat yapıldığını öne süren Başbuğ, konuyla ilgili olarak kamuoyu önünde tartışmayı doğru bulmadığını savundu ve “Bu çerçevede son yaşanan olayları da MGK’ya getireceğiz. Benim başlangıç olarak sizlere söylemek istediğim hususlar bunlardır” dedi.
EMNİYETE SORU
Konuşmasında, Ergenekon savcılarının elindeki belgelerin basına nasıl ve neden ulaştığını da soran Başbuğ, aynı soruyu emniyet için de sordu: “Bakın ben ilk defa bir tabir kullandım. Medya üzerinden asimetrik bir psikolojik harekat yapılıyor. Emniyet Genel Müdürlüğü Kriminal İnceleme Dairesi tarafından bir rapor hazırlandı 20 Haziran’da. 22 Haziran’da gazetelerde. Niçin? Bu soruyu sormak benim hakkım değil mi? Şimdi bunlar elbette bizi de düşündürüyor. Biz düşünmeyle kalmadık burada. Genelkurmay Askeri Savcılığı bunlarla ilgili suç duyurularında bulundu.”
Genelkurmay Başkanlığı ve askeri savcılığın İrticayla Mücadele Planı konusunda üzerine düşen görevi yerine getirdiğini savunan Başbuğ, Ergenekon soruşturmasını yürüten savcılardan da şu talepte bulundu: “Bizim istediğimiz şudur; İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, belgenin gerçek olmadığı noktasından hareketle, bu kağıt parçası kimler tarafından ne amaçla hazırlanmış, bunu bulsun.” (HABER MERKEZİ)

25 Haziran 2009 Perşembe

Sıcak havalarda evrim hızlanıyor

Bilimadamları iklim değişikliğinin memelilerde evrimi moleküler düzeyde hızlandırabildiğini düşünüyor.

Auckland Teknoloji Üniversitesi'nden bir ekibin yaptığı araştırmada, aynı türden olup farklı iklimlerde yaşayan memelilerin DNA'sı karşılaştırıldı.

Araştırmacılar daha sıcak iklimde yaşayan memelinin genetik yapısının daha hızlı değişim gösterdiğini gördü.

DNA'yı oluşturan harf kodlarındaki değişim, yani mutasyon, türlerin evriminde ilk adımı oluşturuyor.

Bilimadamları, tropik bölgelerin canlı türleri açısından zenginliğinin bu teoriyle açıklanabileceğini düşünüyor.

Canlılarda her hücre bölünerek kendi kopyasını çoğaltırken DNA'sının mutasyona uğraması ihtimaliyle karşı karşıya.

Moleküler düzeydeki bu değişim, bazen o canlının sakat kalmasına yol açarken, kimi zamanlarda ise yeni bir avantaj kazandırabiliyor; örneğin ciddi bir hastalığa karşı bağışıklık gibi.

Avantaj sahibi hayvanın daha uzun ve sağlıklı yaşaması, ardında daha çok sayıda çocuk bırakarak bu genin yaygınlaşmasını sağlıyor.

Şaşırtan sonuç

Mikroevrim olarak adlandırılan bu tip küçük değişiklikler ortaya her zaman yeni bir tür çıkartmayabiliyor fakat belirli bir canlı nüfusu içinde farklılıkların çoğalmasına yol açıyor.

Bilimadamları, mikroevrimin sıcak iklimlerde hız kazandığının ilk kez memelilerde kanıtlandığını söylüyorlar.

Memeli hayvanlar sabit vücut ısısına sahip sıcak kanlı yaratıklar olduğu için tropikler ile daha soğuk yerler arasında evrim hızının bir fark göstermeyeceği düşünülüyordu.

Bundan önce konuyla ilgili yapılan deneylerde çevrenin ısısına göre kendi ısısı da değişen bitkiler ve deniz yaratıkları gözlemlenmişti.

Araştırma ekibinin başkanı Len Gillman, bitkiler ve deniz yaratıklarının DNA'sının çevrenin değişen ısısına ayak uydurmasının anlaşılır olduğunu; fakat evrim sürecinin memeli hayvanlarda da iklime göre hızlanıp yavaşladığını görünce çok şaşırdıklarını anlatıyor.

Auckland Teknoloji Üniversitesi ekibi, daha sıcak iklimlerde memelilerin sperm ve yumurtaya dönüşen hücrelerinin daha sık bölünmeye uğradığını, bunun da daha çok mutasyon olasılığını gündeme getirdiğini söylüyor.

Ekip, araştırma kapsamında 130 çift memeliyi soğuk ve sıcak mekanlarda tutarak inceleme altında tuttu.

BBC Türkçe

Asgari ücret Temmuz'da 19 lira artacak

Yılın ikinci yarısında 16 yaşından büyükler için geçerli olacak asgari ücrete, Temmuz ayından geçerli olmak üzere yüzde 4,1 zam yapılacak.

Asgari Ücret Tespit Komisyonu'nun kararı doğrultusunda, 1 Temmuz-31 Aralık 2009 tarihleri arasında geçerli olacak asgari ücrette gelecek ay düzenlenmeye gidilecek.
Düzenlemeyle yılın ilk yarısında 16 yaşından büyükler için yüzde 4,3 artırılan asgari ücrete, yılın ikinci yarısı için yüzde 4,1 zam yapılacak.

Buna göre, halen 16 yaşından büyük bekar bir işçi için brüt 666, net 527,13 TL olan asgari ücret, yüzde 4,1'lik zamla brüt 693, net 546,48 TL'ye yükselecek.
16 yaşından küçük işçiler için geçerli olan asgari ücret ise gelecek aydan itibaren yüzde 4 artırılacak.

Halen 16 yaşından küçükler için brüt 567, net 456,21 TL olan asgari ücret, yüzde 4'lük zamla brüt 589,50, net 472,32 TL olacak.

Kapıcılar için brüt 666, net 566,10 TL olarak uygulanan asgari ücret, brüt 693, net 589,05 TL'ye yükselecek.

KESİNTİLER


1 Temmuz itibarıyla yapılacak düzenleme, asgari ücret üzerinden yapılan kesintileri ve işverene maliyeti de artıracak.

Asgari ücretten 16 yaşından büyük işçiler için yapılan kesinti 146,52, 16 yaşından küçük işçiler için 117,18, kapıcılar için 103,95 TL'yi bulacak.

Asgari ücretin işverene toplam maliyeti 16 yaşından büyük işçiler için 841,99, 16 yaşından küçük işçiler için 754,02, kapıcılar için 841,99 TL olacak.
Yeni asgari ücretle birlikte sosyal sigortalar primine esas kazancın alt ve üst sınırı da değişecek.

Halen asgari ücretin brütü olan 666 TL'ye karşılık gelen prime esas kazancın alt sınırı 693 TL'ye, 4 bin 329 TL olan prime esas kazancın üst sınırı ise 4 bin 504,5 TL'ye çıkacak.

Öte yandan, asgari ücretteki artış, asgari ücrete endeksli olan Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'na göre uygulanacak idari para cezalarında artış yaratacak.

Yeni asgari ücret ile prime esas kazancın alt ve üst sınırları, 1 Temmuz-31 Aralık 2009 tarihleri arasında uygulanacak.

UZLAŞMA SAĞLANAMAMIŞTI


Asgari Ücret Tespit Komisyonunda, bu yıl uygulanacak asgari ücreti belirleme konusunda hükümet, işçi ve işveren kesimi arasında uzlaşma sağlanamamıştı.
Türk-İş, ''önerilerin hükümet ve işveren kesimi tarafından dikkate alınmadığı ve asgari ücretin belirlenmesine yönelik çağrılarının yanıtsız bırakıldığı'' gerekçesiyle komisyonun karar toplantısına katılmamıştı.

Komisyon, hükümet ve işveren kesimi temsilcilerinin oylarıyla 2009'de geçerli olacak asgari ücreti belirlemişti.

AA /

MEĞER BÜTÜN MESELE İLİŞKİLENDİRMEDEYMİŞ

Bilim ve fen ile ilişkin kavramların kadınlardan çok erkeklerle ilişkilendirmesi eğiliminin sonucu olarak, örtük klişelerin de diğer konularda olduğu gibi erkeklerin hanesine artı olarak yazıldığı belirlendi
Yapılan bir araştırma, varolan klişelerin de erkeklerin yararına olduğu sonucunu verdi.
Kadın ve erkeklerin katılımıyla 34 ülkede yapılan araştırmada, ifade edilmesi istenmeyen ya da farkında olunmayan düşüncelerin (örtük klişeler) kız çocuklarını bilim ve matematik alanlarında eğitim görmekten vazgeçirebildiği belirlendi. Bu klişelerin yerleştiği ülkelerde, erkek çocuklarının fen ve matematik derslerinde kızlara göre daha iyi sonuçlar elde ettiği ortaya çıktı.
Araştırmaya imza atan Virginia Üniversitesi profesörlerinden Brian Nosek, araştırmanın yapıldığı ülkelerde halkın bilime ilişkin kavramları kadınlardan çok erkeklerle ilişkilendirmesinin genel bir eğilim olduğuna tanık olduklarını söyledi.

‘UÇURUMLAR PEKİŞİYOR’
Araştırmaya göre ‘erkek çocuğu’, ‘baba’, ‘kız çocuğu’ ve ‘anne’ gibi kelimeler ile ‘fizik’, ‘biyoloji’, ‘kimya’, ‘tarih’, ‘sanat’ ve ‘edebiyat’a ilişkin terimler arasında bağ kurmaları istendiğinde, katılımcılar bilim ya da fenle ilgili terimleri daha hızlı bir şekilde erkeklerle ilişkilendirdi. Özellikle hem kadın, hem de erkek katılımcıların büyük oranda bilimi erkeklerle ilişkilendirmesi araştırmacıları şaşırttı.
Brian Nosek, kültürün, inançlara ve davranışlara biçim vermekte önemli bir güç olduğunu, farkında olunmayan ön yargı, tutum ve inançlar ile bilimsel alanlardaki başarının cinsiyetler arasında uçurumu karşılıklı olarak pekiştirdiğini belirtti.
Profesör Nosek, insanların erkeklerin daha çok bilimsel alanlarda çalıştığını gördükçe, erkeklerin bilime daha yatkın olduğuna ilişkin ön yargı geliştirdiğini vurguladı.
Araştırma Amerikan Bilimler Akademisi’nin PNAS (Proceedings of the National Academy of Sciences) dergisinde yayımlandı.

BİZİM KİMİZ?

ÇOĞUMUZ iyi okullarda eğitim görmüş, ülkenin seçkin beyin güçleriyiz. Sonu “Manager” ile biten kartvizitleri tercih eden bizler, kariyer düşkünü olup, toplumsal dayanışmaların dışında kalmayı tercih ederiz. Genelde gün ışığı görmeden, camı açılmayan hastalıklı binalarda beyinlerimizi ve fikirlerimizi kullanarak havuç peşinde koşuşturur dururuz.
Kazandırdığımız sürece işini yapan bir kölenin özgürlüğü kadar özgürüzdür. Daha fazla çalışıp, daha fazla kazandırdıkça mutlu oluruz ve kendimizi başarılı görürüz. Hâlbuki başarılarımız geçici ve sadece olduğu an için geçerlidir. Bizim dünümüz patronlarımızın umurunda değildir. Sorgulanan bugünümüzdür.
Karnımızı doyurmak için değil ama yaşam standardımızı korumak için çalışmak ve boyun eğmek zorundayız. Sürekli stres altında tutarlar bizi. Her daim kendimizi geliştirmemiz gerekir. Eğitimler, kurslar, sertifikalar. 7 gün 24 saat çalışsak da kimseye yaranamayız. Yok edilmiş karakterimiz ve kişiliğimiz ile aslında zavallılarız. Birde şu anti-depresanlar olmasa asıl o zaman görün halimizi. Bireysel özelliklerimiz ve farklılaşan yeteneklerimiz doğamızı rekabetçi kılmıştır. Canım, tatlım ile başlayan iş arkadaşlıklarımız yüzeysel ve sunidir. Çıkar ilişkileri üzerine sahip olduğumuz arkadaşlarımızın kuyusunu nasıl kazacağımızın hesabını yapar dururuz.
Şirket ortamını “Aile ortamı”, patronunu da ebeveyn sanan bizler işten atılınca utanırız, varlığımız sorgulanmış gibi olur. Şaşkın tavuk gibi neye uğradığımızı anlayamayız.
Ne gerekçeler elle tutulur, ne nedenler mantıklıdır. Utanır, sıkılır, dışarı çıkamayız.
Dış görüntümüz toplumdan uzak, sevilmeyen, itici ve güven vermeyen olsa da bizlere gıpta ile bakarlar.
işçi lafı duyduğumuzda gözlerimizin önünde fabrika bacaları tütmeye başlar.
Sosyal sorumluluklarımız futbol ile sınırlıdır. Bazılarımızın tribünlerde özel koltukları vardır. Bağırır, çağırır ve küfür ederek bize baskı uygulayanlardan intikam alırız.
Bizler hak ettiğimizi değil, pazarlık ettiğimizi alarak mağaralarımızda güvenlik içerisinde yaşamaya çalışan beyaz yakalılarız.

BİRİLERİ BEYAZLATILMIŞ KOT GİYERKEN, ONLAR ÖLÜYOR!

Kot kumlama işlemi, kotların beyazlatılması, eskitilmiş görünüm verilmesi için kumun kuru hava kompresörleriyle kotların yüzeyine tutularak aşındırılması işlemine verilen isimdir. Kot kumlama işinde kullanılan bu özel kumun ölümcül silikozis hastalığına sebep olduğu uzun zamandır bilinmekteydi.
Modern üretim yapan ülkelerde özel makineler tarafından yapılan bu işlem, ülkemizde hiçbir iş güvencesi olmayan, sigortasız ve düşük ücretlerle çalışan, neredeyse kullanılan kumdan daha değersiz ve kum zayi olmasın diye havasız kapalı yerlerde çalıştırılan işçiler tarafından yapılmaktaydı. Bugüne kadar 41 kişinin ölümüne neden olan kot taşlama işinde kum, silis tozu veya silika kristalleri içeren madde kullanılması ancak bu yılın Nisan ayında yasaklanabilmişti.
Bugün ise silikozis hastalığına yakalanmış ve tedavi görmesi gereken işçiler, "vaktiyle kot kumlama sektöründe çalışmış olduklarını" kanıtlayabilmek için mahkeme kapılarında yaşam mücadele veriyorlar.
Sorunlarını çözüm bulunmasını isteyen kot taşlama işçileri dertlerini Ankara’ya anlatabilmek http://kotiscileri.org/ adresinde imza kampanyası başlattılar.

ASKERİ HAPİSHANEDE ÖLÜM

Baba: Katiller sokakta geziyor
ADANA’daki askeri hapishanede tutuklu bir erin işkence sonucu öldüğü iddiasıyla haklarında dava açılan yarbay ile 4 astsubay, 25 erbaş ve erin yargılanmasına dün devam edildi.
Er Murat Polat 28 Haziran 2005’te Adana 6. Kolordu Komutanlığı Hapishanesi’ne konuldu. Polat, mahkûm giysisi giymemekte direndiği iddiasıyla asker olan hapishane gardiyanları tarafından sopayla dövüldü. Hastaneye kaldırılan ancak böbrekleri ve akciğeri hasar gören, kaburgaları kırılan Polat, 27 Temmuz 2005’de öldü.
Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki duruşmada, öldürülen Polat’ın davacı annesi Gülşen Polat ve babası Kenan Polat ile tutuksuz yargılanan Yarbay Mustafa S, astsubaylar Önder B, Oktay A, Hasan T. ve Talat G’nin de aralarında bulunduğu sanıkların avukatları hazır bulundu.
Baba Polat, “4 yıldır gidip geliyoruz. Davada tutuklu sanık kalmadı. Katiller sokakta geziyor. Sanıkların tutuklanmasını ve adalet istiyoruz. Sizin evladınız olsa ne yapardınız” dedi. Mahkeme, duruşmayı eksik evrakın tamamlanması için erteledi.

CEZAEVİNDEKİ ÇOCUKLARA ‘HOŞ GELDİN’ DAYAĞI

İHD, Maltepe Cezaevi Raporuna göre; Çocuklara kötü muamele cezaevine girişte başlıyor. Çocuklar önce hoş geldin tacizine ve dayağına maruz kalıyor. Ardından baskı, şiddet ve yasaklar çocuklar cezaevinde kaldıkları sürece devam ediyor.
Kötü muamele, baskı ve açlık grevleriyle gündeme gelen Maltepe Çocuk Hapishanesi'nde İnsan Hakları Derneği öncülüğünde oluşturulan heyet incelemelerde bulundu. Rapora göre, çocuklara şiddet cezaevine girişte başlıyor. Çocukların doktor kontrolünde yapılması gereken ilk muayenelerini, infaz memurları yapıyor ve çocuklar çırılçıplak soyularak onur kırıcı aramalara maruz kalıyor. Aramalar sırasında şiddet de uygulanıyor. Sonrasında ise çocukların ifadelerine göre, infaz memurları ya da diğer çocuklar tarafından, memurların bilgisi dahilinde "hoş geldin dayağı" atılıyor.

TOP ÇATIYA KAÇTIĞI İÇİN SORUŞTURMA
Cezaevinde yaşananlar bunlarla da sınırlı değil. Çocuklar dövüldüklerinde ya da hastalandıklarında rapor almak istediklerinde revire çıkarılmıyor. Sayımlarda sorunlar yaşanıyor, talepleri olduğu halde kütüphane, spor alanları, müzik resim gibi kursların yer aldığı yerlere götürülmüyor. Cezaevine gelen gazete, kitap, dergi ve giysiler keyfi olarak kendilerine verilmiyor. Cezaevinde havalandırma süresi az, radyo ve televizyon yok. Raporda ilginç bir ayrıntı da yer alıyor. Rapora göre Çocuklara çatıya kaçan topu almaya çalıştıkları için soruşturma açılmış ve bir çocuğa kınama cezası verilmiş. Raporun sonuç bölümünde ise, cezaevinde yaşanların münferit olmadığı, merkezi kabul ve onay gördüğü bilgisi yer alıyor.

SAVCILIĞA SUÇ DUYURUSU
İHD İstanbul Şubesi'nde yapılan toplantıda raporu açıklayanlardan İHD Yönetim Kurulu Üyesi Avukat Ahmet Tamer, Maltepe Cezaevi'nde yaşanan kötü muamele ve hak gasplarının sorumlularının yargılanması için Sultanahmet Savcılığı'na 28 Mayıs tarihinde suç duyurusunda bulundukları, fakat henüz her hangi bir cevap alamadıklarını söyledi

‘Yaşını büyütüp yargılıyorlar’
Raporun açıklandığı basın toplantısına, çocuğu Maltepe Cezaevi'nde bulunan Şefik B. de katıldı. Babanın anlattıklarına göre, oğlu W.B, 4 ay önce gözaltına alındı ve tutuklandı. TMK gereğince "örgüte yardım yataklıktan" kendisine dava açıldı. Dört aydır içeride bulunan W.B'nin davası dört ay sonrasında görülecek. TMK mağdur çocuk ilk duruşması için 8 ay beklemek zorunda kalacak. Baba Şefik B ise çarpıcı bir iddiada bulunuyor. Şefik B, "Çocuğum 15 yaşında. Fakat mahkemede daha fazla ceza alması için yaşını büyüttüler. Yaşı 21 olarak gösteriliyor. Elimizde doktor raporları var. Çocuklar hapishanede baskı altındalar. Endişeliyiz." diyor. Şefik B, Maltepe Cezaevine çocuğunu görmeye gittiğinde Kürtçe konuştukları için baskıya maruz kaldıklarını ve konuşmalarına izin verilmediği söylüyor.
OZAN BİLİR
Birgün

12 EYLÜL DARBECİLERİNE MAHKEME YOLU AÇILIYOR

CHP Genel Başkanı Baykal’ın son çıkışından sonra tekrar gündeme gelen darbecilerin yargılanması konusunda konuşan AKP’li Burhan Kuzu, “Geçici maddenin kaldırılmasında bir engel yok” dedi. Eski savcı Sacit Kayasu da işin artık savcılara kaldığını belirtti
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın 12 Eylül darbecilerinin yargılanması gerektiğini söylemesi, darbecileri koruyan 15. maddeyle ilgili tartışmaları alevlendirdi.
Konuyla ilgili gazetemize konuşan AKP Milletvekili ve TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu, 15. maddede tekrar bir değişiklik yapılabileceğini söyledi. Kuzu, “12 Eylül’le ilgili olarak elimizdeki metinde yani 82 Anayasa’sında geçici 15. madde var. 2001 yılında bu değiştirildi. O dönemdeki işlemler aleyhine dava açılabilir hale getirildi. Ama o darbeyi yapanlar ve o dönemde görev alanlar tamamen denetim dışı tutulmuş. Bu kaldırılabilir. Ceza hukuku bakımından zaman aşımı durumu gündeme gelebilir” dedi. Söz konusu maddeyi yeni Anayasa hazırlıklarında da kaldırmış olduklarını ifade eden Kuzu, “Bunu kaldıralım, bunda hiçbir polemik yok. Hiçbir siyasi parti buna ‘hayır’ demez. Çünkü Türkiye’de geçici 15. maddeyi ve 12 Eylül’ü savunan hiç kimse yok” dedi.

KAYASU: ZAMANAŞIMINA UĞRAMADI
12 Eylül darbesini yapan dönemin Genelkurmay Başkanı Kenan Evren hakkında dava açtığı için görevi elinden alınan eski savcı Sacit Kayasu, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ın Anayasa'nın geçici 15. maddesine ilişkin sözlerini olumlu bulduğunu söyledi. Savcı Kayasu, ''Baykal aynı zamanda bir hukukçu. Diğer darbelerden bahsetmedi; ama 12 Eylül'ü dile getirdi. Çünkü diğerleri zaman aşımına uğradı. Ancak 12 Eylül zaman aşımına uğramadı. Toplum olarak artık uyanıp bu iddiaların geçerli olduğunu ve darbecilerin yargılanması gerektiğini duyurmak lazım” dedi. “Başvurmuş olduğum Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, 12 Eylül iddianamesinin geçerli olduğunu kabul etti ve iddianameyi kabul etmek savcıların görevidir” diyen Kayasu şunları söyledi:
“Hukuk 12 Eylül darbecilerin yargılanmasını istiyor. Çünkü bunlar çok büyük insanlık suçları işlediler. Milyonlarca insan mağdur oldu, binlerce insan gözaltında kayboldu, işkencelerden geçirildi. 12 Eylül'ü anlatmaya kelimeler, günler, aylar yetmez. Tüm bunlar için darbeciler yargılanmalıdır.” BirGün

ÖDP GENEL BAŞKANI TAŞ:Baykal’ın önerisini destekliyoruz
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın 12 Eylül askeri darbesinin gündeme getirilebileceğini ve Türkiye’nin askeri müdahaleyle hesaplaşabileceğini söylemesinin ardından 12 Eylül Askeri Darbe’si yeniden gündeme geldi. ÖDP Genel Başkanı Alper Taş, “Baykal’ın önerisini destekliyoruz” dedi.
Taş, “CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın, darbecilerin yargılanmasını sağlayacak Anayasa’nın geçici 15. maddesinin kaldırılması için destek vereceklerini açıklamasını olumlu buluyoruz. Darbecilerin yargılanması demokrasi güçlerinin yıllardır savunduğu, mücadele ettiği bir öneridir. Baykal’ın da bu noktaya gelmesi iyi bir gelişmedir” diye konuştu. 12 Eylül düzeniyle hesaplaşmak açısından darbecilerin yargılanmasının önemli bir adım olacağının vurgulayan Taş, “AKP Hükümeti gerçekten darbecilikle hesaplaşmak istiyorsa zaman kaybetmeden darbecilerin yargılanmasının yolunu açacak düzenlemeyi yapmalıdır. AKP’nin bu kez, ‘bizi engelliyorlar’ gibi diyebileceği hiçbir bahanesi yoktur” dedi. Özlem Zorcan Ankara

CELALETTİN CAN:Hükümetin elini tutan yok ki, yargılasınlar...
78’LİLER Girişimi Sözcüsü Celalettin Can, “Deniz Baykal 12 Eylül darbecilerinin yargılanması için Anayasanın Geçici 15 maddesi kaldırılması gerekiyor diyorsa hükümetin elini tutan yok” dedi. Celalettin Can, “Geçici 15. maddenin kaldırılması darbecilerin yargılanmasını getirmeyecektir. Onları her türlü icraatlarından dolayı yargı yolundan muaf tutan ayrıcalıklı durumlarına son verilecektir. Darbe mağdurlarının yargıya başvuru koşullarını hazırlayacaktır” diye konuştu. Can şunları söyledi: “Sayın Baykal'dan ve hükümetten isteğimiz Ergenekon davasıyla mütekabiliyet kurmadan 12 Eylül darbecilerini yargılayalım. 78'liler bu yargılamaya tanık olmaya, bilgi belge yağdırmaya hazırdır!”

ARAMIZDA

Akdeniz Üniversitesi’nde geçen yıl 6 Nisan’da devrimci öğrencilere saldıran ülkücülere destek amacıyla kampusa gelip tabancayla ateş eden ülkücü provokatör Ömer Ulusoy, serbest bırakıldı

ÜLKEYİ KAOSTAN KORUMUŞ
Geçen yıl nisan ayından beri tutuklu yargılanan Ömer Ulusoy, 5 yıl 9 ay hapis cezasına çarptırıldı. Ulusoy’un yattığı süre göz önüne alınarak tahliyesine de karar verildi. Davanın dünkü duruşmasında tahliye talebini tekrarlayan Ömer Ulusoy, “Ben olmasaydım ülke kaosa sürüklenecekti. Bize saldıranlar ellerinde çiçeklerle gelmiyordu. Ben de Konyaaltı’nda eğlenenlerin arasında ateş etmedim. Pişmanım” dedi.

ADAM ÖLDÜRMEYE TEŞEBBÜS

Mahkeme heyeti, ‘adam öldürmeye teşebbüs’, ‘korku ve panik yaratacak şekilde havaya ateş etmek’, ‘tehdit’ ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar Kanunu’na muhalefet suçlarından 3 yıldan 8 yıla kadar hapis cezası istemiyle yargılanan Ömer Ulusoy’u 5 yıl 9 ay hapis ve 720 lira para cezasına çarptırdı. Ulusoy’un yattığı süre göz önüne alınarak tahliyesine de karar verildi. Ulusoy’un tahliyesi tepki çekti.

ÇAYAN ETHEM

Akdeniz Üniversitesi (A.Ü) Kampusu’ndaki Akdeniz Öğrenci Yurdu’nda Nisan 2008’de yaşanan olaylarda, öğrencilere tabancayla ateş açarken görüntülenen tutuklu sanık Ömer Ulusoy’un tahliyesine karar verildi. Sanık Ömer Ulusoy, 5 yıl 9 ay hapis, 752 TL para cezasına çarptırıldı.
Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) Antalya Şubesi eski Başkanı avukat Münip Ermiş, “Ömer Ulusoy’a verilen cezada tahrik hükümleri uygulandı. Bunu anlamak mümkün değil. Üniversite dışından silahlı olarak olarak okula basmaya geliyorlar. Kararı temyize götüreceğiz” dedi.
Antalya 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davanın 14. duruşması dün gerçekleştirildi. Ulusoy’un avukatı Ayhan Atasayar duruşmada söz alarak sanık Ömer Ulusoy polis tarafından yakalanmadığına, kendi iradesiyle teslim olduğunu dikkatleri çekerek bu durumun kaçma düşüncesinin olmadığını gösterdiğini söyledi. Avukat Atasayar, mahkeme heyetinden Ulusoy’un beraatini istedi.

ULUSOY: ONLAR DA ÇİÇEKLE GELMEDİ
Daha önceki duruşmalarda yaptığı gibi dünkü duruşma sırasında da tahliye isteğini tekrarlayan Ömer Ulusoy, “Ben ve arkadaşlarıma saldıranlar çiçeklerle üzerimize gelmiyordu. Ben olmasaydım ülke o dönemde kaosa sürüklenecekti. Pişmanım” dedi.

KARAR: ÖNCE HAPİS SONRA TAHLİYE
Kararını açıklayan mahkeme, sanık Ulusoy hakkıdaki kararını açıkladı. Heyetin oy çokluğuyla verdiği kararla, Ulusoy, “İnsan öldürmeye teşebbüs” suçundan 4 yıl 6 ay, tabanca taşıması nedeniyle de, 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun kapsamında 1 yıl 3 ay hapis ve 720 TL para cezasına çarptırıldı.
Mahkeme sanığın, “Suç işlemeye tahrik” suçundan beraatine karar verdiğini açıkladı. Ömer Ulusoy’un, cezaevinde kaldığı günler ve çarptırıldığı hapis cezasını göz önüne bulunduran mahkeme, Ulusoy’un tahliye edilmesini karar verdi.

ARKADAŞLARINA DA PARA CEZASI
Mahkeme, Ulusoy’la birlikte aynı olaydan dolayı yargılanan sanıklardan saldırganlardan Tahir Kara’ya ‘gürültü yapmak’ fiilinden 50 TL, Mustafa Gümüş’e ‘adam yaralamaya teşebbüs’ suçundan 740 TL, Ayhan Sezgin’e ‘suç işlemeye tahrik ve silahlı tehditten’ fiilinden 720 TL, Çağrı Bulut’a ‘silahla yaralamaya teşebbüs’ fiilinden 720 TL, Mesut Göcük’e ‘silahlı tehdit’ suçundan 720 TL, Ali Can Yavuz’a ‘adam yaralama’ suçundan 1.500 TL ve Ahmet Turgut’a ‘silah taşımaktan’ 25 gün hapis ve 80 TL adli para cezası verdi.

5 YIL SONRA CEZALARI KALKACAK
ÇHD Antalya Şubesi eski Başkanı avukat Münip Ermiş, verilen cezalara ilişkin “sanıklar 5 yıl içerisinde suç işlemediği takdirde mahkemenin verdiği bu cezalar ortadan kalkacak” açıklamasında bulundu.

DEVRİMCİ ÖĞRENCİLERE DE CEZA
Avukat Ermiş, aynı olayda saldırıya uğrayan ve Ömer Ulusoy tarafından üzerlerine ateş açılan öğrencilerden Münir Aktan, Ahmet Bekmez, Çağrı Biber, Muzaffer Çelebi, Erkan Yerlikaya’yı da mahkemenin ‘kamu malına zarar vermekten’ 10 ay hapsi cezası verdiğini açıkladı. Ermiş, bu cezaların da mahkemece ertelendiğini belirtti.

ULUSOY’A TAHRİK İNDİRİMİ YAPILDI
Avukat Ermiş’in mahkemenin kararına itirazlarını şöyle dile getirdi:
“Bu dosyada on üç devrimci öğrenci yaklaşık 4 ay tutuklu kaldı. Bu sonuç başından beri söylediğimiz gibi devrimci öğrencilerin tutukluluğun tümden haksız olduğunu göstermiştir. Beraat eden öğrenciler yönünden hazine aleyhine dava açacağız.”
14 duruşmadır mahkeme sürecini takip eden avukat Ömer Ulusoy’a verilen cezada tahrik hükümleri uygulandı. Bunu anlamak mümkün değil. Üniversite dışından silahlı olarak olarak okula basmaya geliyorlar. Öğrenciler bu silahlı gruba karşı koyuncada bu hareketleri tahrik olarak değerlendiriliyor. Kararı bu noktadan temyiz edeceğiz. Zaten mahkeme heyetinde bir üye karara bu noktadan muhalefet etti, tahrik yok” dedi.
Birgün

24 Haziran 2009 Çarşamba

İŞÇi PSiKOLOJi Mi YiYECEK!

‘KRİZ VARSA ÇARE DE VAR’ KAMPANYASININ 4. MESAJI: GÜCÜNE İNAN. DUYURUDA ‘KAMPANYA ÇÖZÜM DEĞİL MORAL GETİRİYOR’ DENİLDİ
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, başlattıkları ‘Kriz varsa çare de var’ kampanyasının dördüncü mesajını İstanbul’dan verdi: “Gücüne inan!”
Mesajın, Trakya’daki üç fabrikasında 1 Ağustos’tan itibaren 4 gün çalışma-3 gün izin uygulaması başlayacak olan, işçisinin sıkıntısı her geçen gün artan Şişecam’da verilmesi oldukça manidardı. Tabiİ ki yapılan konuşmalara bakınca ‘Gücüne güven’ mesajının kesinlikle işçiye verilmediği açıkça görüldü.
Şişecam fabrikasından başta iş dünyasının ‘ağır topları’ olmak üzere, sendika ve patron meslek örgütü temsilcilerine, her kesime seslenen Hisarcıklıoğlu, Türkiye’nin üretimden ihracata, dünya pazarındaki yerine kadar yaptığı büyük atılımları rakamlarla anlattı. Türkiye’deki birçok sektörün dünyada ilk üç içinde yer aldığına dikkat çeken Hisarcıklıoğlu, Türkiye’nin işsizlikte de ilk üçte yer aldığına değinmedi. Bütün ‘parlaklığına’ rağmen istihdam yaratamayan ekonominin, krizle birlikte onlarca işyerinin çok daha az işçiyle, aynı üretimi, üstelik daha az günde (4 gün çalış üç gün ücretsiz izin örneği gibi) gerçekleştirdiği gerçeğini göz ardı ederek şunları söyledi: “En küçük sıkıntıda işçiyi kapıya koymak ne kadar yanlışsa, bütün işverenler kriz fırsatçılığı yaptı, işçileri işten çıkarttı söylemi o kadar yanlıştır. Devir kâr değil, ar devri. Gücüne inan, diyoruz. Bu ülkenin neler başardığını herkese anlatmak istiyoruz.”
Bu sözlerine karşılık kendisine, “Peki bu toplantıya ev sahipliği yapan Şişecam’ın, kârını ve yatırımlarını artırmayı sürdürürken işçilerini üç gün ücretsiz izne göndermesine ‘kriz fırsatçılığı’ demeyeceksek ne demeliyiz” sorumuza cevap vermeyerek, soruyu Kristal-İş Sendikası temsilcisine yönlendirmeyi tercih etti. “Şişecam’ın 2008’deki net kârı 123 milyon dolar oldu. Hani kâr değil ar devriydi” sorusunu da maalesef başarılı yönlendirme hamlesinden dolayı kendisine iletemedik.
PATRONLAR GERÇEĞİN FARKINDA
Şişecam’da kampanyanın 4. ayağını tanıtım adına yapılan toplantıda çok sayıda holding başkanı söz aldı: Sanayi Odası ve TÜSİAD kurucularından İbrahim Bodur. TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ. Zorlu Holding Yönetim Kurulu Başkanı Nazif Zorlu. Çalık Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Çalık. Sanko Holding Yönetim Kurulu Başkanı Abdülkadir Konukoğlu vs...
Patron sözcülerinin hepsi hükümetin paketlerini olumlu karşıladıklarını, devamını beklediklerini söylerken, asıl vurguyu, “Türkiye özel sektörünün, bir önceki 2001 krizinden çok şey öğrendiğine” dikkat çekerek yaptılar. Bu, elbette ki doğru bir vurguydu; bir önceki krizden ülke sermayesinin, ucuz işçi, ucuz ithalat üzerinden kâr elde etme, elde edilen kârları ucuz emeğin olduğu yerlere yatırımlara dönüştürme vb. elde ettiği deneyimleri yadsınamaz.
Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz’ın “Tünel ucundaki ışık, çıkış ışığı mıdır üzerimize gelen trenin ışığı mıdır, bilemiyoruz” şeklindeki cümlesine verdiği cevap da deneyimlerine olan inancı yansıtıyordu. Ev sahibi Şişecam’ın Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Kırman: “Kimileri tünelin karanlığını görür, kimileri ışığı. Ama deneyimliler, gelen trenin ışığını da görür. Ona göre tedbir alır.” Kırman’ın özgüveni boşuna değil. Çünkü, Şişecam’da hayata geçirilen, “bazı fırınlarda yoğun üretimle stok yapıp sonra fırını devre dışı bırakmak, işçiyi 4 gün çalıştırıp sonra 3 gün izne göndermek vb.” uygulamalar, alınması gereken tedbirlere dair ‘alkışlanacak’ bir deneyime sahip olduklarının göstergesi…

PSİKOLOJİK SAVAŞ KİMİNLE?
Patronlar adına tek eleştiri, Türkiye Esnaf ve Sanatkarlar Konfederasyonu Başkanı Bendevi Palandöken’den geldi: “Siz bize bağlısınız, bizle var olursunuz. Ama dışarıdan ucuz ithalatı tercih ediyorsunuz. 5 paketin hiçbiri bizi kapsamadı. Taşınan sanayiciye teşvik var ama orada bulunan esnafa destek yok. Bu anlaşılmazdır.”
İşçi ve memurlar adına konuşanlar ise nedense sermaye temsilcileri gibi kendi sınıfları adına net pozisyon almadılar. Türk-İş Genel Ma
li Sekreteri Ergün Atalay, “Asıl bedeli işçi ödüyor. Söylediklerim asla suçlayıcı değil ama krizle birlikte kimi işçiler köylerine, kimileri akrabalarının yanına, kimileri evlerine yerleştiler” dedikten sonra, bu işçiler adına ne yapacaklarına dair en ufak bir vurgu yapmadı.
Hak-İş Genel Başkanı Salim Uslu ise kampanya ile psikolojik bir duvar ördüklerini, bununla birlikte kapasite kullanımı, işsizlikte küçük bir azalma (yüzde 15.8, dünyada en yüksek ilk 4 ülke arasında…), tüketici güveninde artış gibi kazanımlar elde ettiklerini iddia etti. Kampanyanın krize çözüm olmayacağını vurgulayan Uslu, “Moral etkisi olacak. ‘Pazara değil sokağa çık’ diyenler, kolaycılığa kaçarak kendilerine politik bir fırsat yaratmak istiyorlar. Yaptığımızı anlayabilmeleri için idrak kapasitelerini zorlamalılar” dedi.
Yoksul, dar gelirli işçi, emekçi, emekli, işsiz vatandaşa bakalım. Saydığımız sınıfta yer alanlar bir yıldır işsizliğin patladığı, kredi kartlarının ödenemediği, ceplerdeki paraların alım güçlerinin her geçen gün düştüğü bir ortamda tasarruf mu yapıyorlar? Kimilerinin, yani aylardır işsiz olanların olmayan paraları harcama şansı yok. Veriler, az buçuk geliri olanların, zaten tasarruf etmeyip harcadıklarını ortaya koyuyor. Perakende ciroları 2009 yılı ilk 3 ayında (Ocak-Şubat-Mart) 2008 yılıyla kıyaslandığında gerileme göstermiyor. Geçen yılın aynı dönemine göre binde 2 oranında da artmış görünüyor.
Türkiye’de yaşanan en önemli kriz, sermayenin kriz ortamını fırsat bilerek uzun erimli yapısal düzenlemeler ile doğrudan teşvikler istemeleri. Ucuz, kuralsız ve çok çalışılsın. Kârlar biraz azalınca da işten çıkarmak kolay olsun, kıdem tazminatı vb. maliyeti olmasın... Sermaye kendi geleceğini buradan kurmak istiyor. O cepheden mantıklı. Ama işçi cephesi için aynı şeyi söylemek mümkün değil.
Öyleyse bu kampanya, krizde vurulanları göz ardı etmiyor mu? Psikolojik olarak güçlendirilirken gerçekleri görmesi engellenmiş olmuyor mu? Bu soruları maalesef toplantıda soru-cevap bölümü yapılamadığı için Uslu’ya iletemedik.
MÜCADELESİZ OLUR MU?
Hem Uslu’nun hem de Kamu-Sen Başkanı Bircan Akyıldız’ın önemli bir vurgusu vardı: “Asgari ücret, memur maaşları, işçi ücretleri iyileştirilmelidir. Sabit ve dar gelirli kazandığının yüzde 100’ünü harcar. Maksimum kârdan vazgeçilmelidir.” Bu sözleri sarf edenler, patronlarla ortak çare kampanyası yürütürken, bu söylediklerinin aksine ücretler düşürülürken, dar gelirli kendi haline terk edilirken, söylediklerine sahip çıkarak acaba patronlarla neden karşı karşıya gelmiyorlar?
Kamu işçilerinin yaşadıkları ortada. Hükümet adına görüşmeleri sürdüren Hayati Yazıcı ne diyor: “İşçilere çok verirsek, memurlara kötü örnek olur, onlar da ister.” Kendi durduğu yerden oldukça gerçekçi bir açıklama yapıyor Bakan Hayati Yazıcı. Peki neden ‘İşçi ve emekçilerin gelirler artırılmalıdır ki pazar canlansın” diyenler, bu sözlerden sonra işçi ve memurun ortak hareketini örgütlemiyorlar? Ortak hareket olmayınca söylediklerinin aksi yönde gelişmeler yaşandığını görmüyorlar mı? Ya da kendilerinin gördüklerini emekçilerin görmesini mi istemiyorlar? Bu sorularımızı da maalesef basın toplantısında sendikacılara yöneltemedik.
Toplantı boyunca her konuşmacı sendikalara, sınıf örgütü yerine sivil toplum kuruluşu demeyi tercih etti. Sendikaların da buna uygun davrandığı açıkça görüldü. (İstanbul/EVRENSEL)
PATRONLAR YATIRIMLARA DEVAM EDECEK

TÜSİAD Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ:
Krizle mücadele konusunda atmamız gereken üç önemli adım var. Bunlardan ilki kriz sürecinde hükümet gerçekçi bir analiz yaparak, doğru tedbirleri almalıdır. Bu yönde olumlu adımların olduğunu görüyoruz.
İkinci olarak vatandaşın moralini bozarak eve kapanması değil sokağa çıkması ve tüketimi sürdürmesidir. Son olarak ise yatırımcılara bizlere görev düşüyor. Yatırım konusunda geri adım atmadan, kararlılıkla yatırımlara devam etmeliyiz.
TESK Genel Başkanı Bendevi Palandöken:
Bu yıl krize rağmen 87 bin işyeri açıldı. Esnafa bu dönemde hiçbir kaynak aktarılmadığı gibi teşvik bölgelerindeki illerde de teşvikten yararlanamadılar. Uzun bir süreden beri enflasyon ilk kez tek hanelere inerken, tabanda hâlâ rahatsızlık var. Esnaf rahatsız, çalışan rahatsız. Ticarette de eşitlik olmalıdır.
Zorlu Hlonding Başkanı Ahmet Nazif Zorlu:
Yerli malı tüketimini arttırmalıyız. Türkiye’nin en büyük sorunu istihdam sorudur. Bunun çözümü de çalışmak ve üretmekten geçer.
ATALAY PATRONLARI SUÇLAMIYOR

Türk-İş Genel Mali Sekreteri Ergün Atalay:
Bu kıymetli işverenlerimize bu kampanyaya katkılarından dolayı teşekkür ediyoruz.
Bu krizde herkes bedel ödüyor. İşverenler de malından, parasından bedel ödüyor. Ama asıl sadece kazandığı ücreti olan işçiler ödüyor. Suçlamak için söylemiyorum kesinlikle, son dönemde yüz binlerce işçi işsiz kalarak köyüne, evine, kahvesine döndü. Sizin çabalarınızdan hiç kuşkumuz yok. Ev yandı bari arsayı kurtaralım.
SALİM USLU EYLEM YAPANLARA KIZDI

Hak-İş Genel Başkanı Salim Uslu:
Kriz geleceğimizi tehdit eder hale geldiği için bu platformun içindeyiz. Farklı çıkar örgütlerinin ülke çıkarları ön plana geldiğinde ortak hareket edebilmesi önemli. Kamu toplusözleşmelerinde, emeklilik maaşlarında, asgari ücret de iyileştirme yapılırsa piyasa canlanır. “Pazara değil sokağa çık” diye karşı kampanyalar yapanlar sorumluktan kaçan, kolaycı, politik davranan çevrelerdir. Bu kampanyayı yürütenler idrak yollarını genişletmeliler.
PARANI HARCA ÇAĞRISI

Kamu-Sen Genel Başkanı Bircan Akyıldız:
Kriz varsa çarede var kampanyası çerçevesinde bir çok slogan ile karşınıza çıktık. Bu kampanyada herkesin sorumluluğu paylaşması gerekiyor. Çalışan iş yerindeki samimiyeti ve kazandığını piyasaya sunması ile sorumluluğunu yerine getirmiş olur. Buradan bir kez daha siyasi iktidara harcama çeki talebimizi yeniliyoruz.

Sendika başkanı Uslu, krizde 169 bin avroluk otomobille geziyor

Küresel krizle birlikte işsizlik artarken, Hak-İş Başkanı Salim Uslu, kendisine bağlı bir sendikanın aldığı 2008 model Mercedes S 320 makam otomobiliyle geziyor. Uslu, yenilenen makam aracının hediye olduğunu savunurken, aracın fiyatının 169 bin avro (371 bin TL) olduğu belirtildi.

Hürriyet Gazetesi’nin internet sitesinde yer alan habere göre Salim Uslu, 1993 model makam aracını hediye edilen Mercedes-Benz S 320 ile değiştirdi. Konuyla ilgili açıklama yapan Uslu, “1993 model bir Mercedes’e biniyordum. Konfederasyona bağlı bir sendika hediye olarak S 320 almış. Bu kimi niye ilgilendiriyor anlamıyorum” dedi. Uslu’ya makam arabası olarak alınan S 320 modelinin fiyatı, özelliklerine ve aksesuvarlarına göre 150-169 bin avro arasında değişiyor. Uslu’nun aracının 2008 model olmasına karşın trafiğe çıkış tarihinin 21 Mayıs olduğu öğrenildi.

‘Güvenli arabaya binmek hakkım’
13 yıldır Konfederasyon Başkanlığı, daha önce de genel sekreterlik yaptığını anımsatan Uslu, “Ne ben ne de diğer yöneticilerim maaş, yolluk, kıdem tazminatı, hizmet tazminatı ya da başka bir ad altında Hak-İş’ten tek kuruş para almıyoruz. Başkanı olduğum Özgıda-İş Sendikası’ndan ne alıyorsam o. Onun dışında hiçbir ad altında Konfedarasyon’dan para almıyorum” dedi. Uslu, öncelikle 1993’te İstanbul’a giderken, 1996’da da Afyon’da kaza geçirdiğini belirtirken, “Güvenli bir arabaya binmek benim de hakkım değil mi? Ayrıca bu arabayı da Konfederasyon’a bağlı bir sendika bana hediye olarak almış. Bu nedenle fiyatını da özelliklerini de bilmiyorum” diye konuştu.

Başkanlar ve otomobilleri
İşveren örgütleri ile işçi sendikaları başkanları ve makam araçları ise şöyle:
* 1 milyon 200 bin üyeli TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu- Mercedes 500 S (2006 model).
* Türkiye İşveren Sendikaları Başkanı Tuğrul Kutadgobilik - Mercedes E-200 (2005 model).
* Türk-İş Başkanı Mustafa Kumlu - Audi A6 (2006 model).
* DİSK Başkanı Süleyman Çelebi Renault Megane 2006. (Radikal)

Yaşamlarında yetişkin dayak atılırken çocuklar

Çalışmaktan simsiyah olmuş, çatlamış elleri metal işleme makinesi üzerinde hızla hareket ediyor. Yüzünde bir ergenden çok, evine ekmek götürme telaşındaki bir yetişkinin ifadesi var. Sırtındaki yük yaşından daha büyük. 19 yaşındaki Turgut Aydın 3.5 sene önce Samsun Çarşamba’dan İstanbul’a gelip kalıpçılık yapmaya başladığında veda etmiş çocukluğuna. Hayatı, haftanın altı günü 10 saat çalıştığı işi ve evi arasında gidip gelmekten ibaret. Kazandığı 600 TL’lik ufacık maaşıyla dokuz kişilik ailesini tek başına geçindiriyor. Turgut, Türkiye’deki 15-19 yaş arasında çalışan yaklaşık 2.5 milyon çocuktan sadece biri. İsimleri farklı olsa da hikâyeleri hep aynı, sorunları ortak: yüzde 64’ü günde 10-11 saat ve ayakta çalışıyor, yüzde 42’si 350-400 TL arasında maaş alıyor, yüzde 56’sı işyerinde şiddet görüyor, iş kazası geçirenlerin oranı ise yüzde 48.
Türkiye’deki 15-19 yaş arası çalışan yaklaşık 2.5 milyon çocuktan 130 bini Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı mesleki eğitim merkezlerine gidebiliyor. Mesleki bilgilerin artırılmasını amaçlayan bu merkezlerde öğrenciler iki üç yıllık eğitim süresi boyunca devlet tarafından sigortalanıyor. Bu merkezlere giden çocuk işçiler şanslı sayılıyor. Ancak Eğitim-Sen İstanbul 2 Nolu Şube’nin İstanbul’da sahada çalışıp bu merkezlerde öğretim gören 300 öğrenci üzerinde yaptığı anket, bu ‘şanslı’ azınlığın sorunlarını da gözler önüne serdi. Veriler şöyle:

11 yaşında işçiler
* Yüzde 44’ü Karadeniz, yüzde 32’siyse Doğu ve Güneydoğu Anadolu kökenli
* Yüzde 52’si evde yedi kişi yaşıyor
* Çalışmaya başlama yaş ortalaması 11
* Yüzde 64’ü günde 10 saat ayakta çalışıyor
* Yüzde 66’sının ailesinde kendilerinden başka bir-iki kişi daha çalışıyor
* Yüzde 25’i boş vakitinde kahveye gidiyor
* Yüzde 42’si 350-400 TL maaş alıyor
* Yüzde 56’sı işyerinde şiddet görüyor
* İş kazası geçirenlerin oranı yüzde 48
* Yüzde 56’sı çalıştıkları yerlerde iş kazalarına karşı yeterli önlem olmadığını düşünüyor
* İş kazalarına karşı uyarı bilgi almadığını söyleyenlerin oranı ise yüzde 56
* Sinemaya ya da tiyatroya gidebilenlerin oranı sadece yüzde 10
* Yüzde 70’i aldığı paranın hepsini ailesine verip içinden harçlık alıyor.

Haftada bir gün genç
Bu istatistiklere konu olan çocuk işçilerden biri de 19 yaşındaki Turgut Aydın. İlkokulu bitirince eğitime devam etmeyen Aydın, kendi deyimiyle, yalnızca haftanın bir günü Fatih Mesleki Eğitim Merkezi’nde ‘ergenliğini’ yaşıyor. Altı kardeşi, anne ve babası ile dedesinden oluşan dokuz kişilik ailesini geçindirmek için 3.5 yıl önce memleketi Samsun Çarşamba’dan tek başına İstanbul’un yolunu tutmuş. Şimdi Arnavutköy’deki halasının yanında kalıyor.
Aydın, Rami Emintaş Sanayi Sitesi’ndeki bir kalıpçıda altı gün, günde 10 saat çalışıyor. Aldığı 600 TL maaşından 100 milyonunu harçlık olarak ayırıp gerisini memleketine yolluyor. Ailesinde başka çalışan yok. Herkes onun eline bakıyor. İki kız kardeşi fakirlikten okuyamıyor. “Okuyup öğretmen olmak isterdim” diyen Aydın küçük omuzlarındaki büyük yükü anlatıyor: “Boğaz’ı bilmiyorum. Bir kez Taksim’e gittim. Çalışmaktan gezmeye fırsat yok. Zaten o kadar param da yok. Sinemaya hiç gitmiyorum. Okula gittiğim gün gencim, öğrenciyim. Hayalim, böyle bir atölye açmak.”
19 yaşındaki Soner Kanat ise Kasımpaşa’daki bir oto tamircisinde günde 12 saat çalışıyor. Tam altı yıldır bu böyle... Fakat son bir yıldır sigortası var. Ağrılı Kanat, altı kişilik ailesinde evi geçindiren üç kişiden biri: “Ailem okutmayacaktı. Para kazanmam gerekiyordu. Aylık 520 TL kazanıyorum. 30 TL’sini harçlık olarak alıp kalanını aileme veriyorum... Burada müşteri geliyor bana ‘Ağabey’ diyor...”

‘Büyük adam gibi hissediyorum’
16 yaşındaki Eyüp Zeybek de daha 16’sında olmasına karşın hayatını oto tamirciliği yaparak kazanıyor. Bir yıl önce eğitimini bırakıp Kasımpaşa’daki bir tamircide işe başlamış. “Okumak istemedim, aileme destek olmak istedim” diyen Zeybek şunları söylüyor:“Günde tam 12 saat çalışıyorum. Ayda 600 TL kazanıyorum. Büyük adam gibi hissediyorum.”

İSYAN DALGASI MOLLALARI VURUYOR

İran’da seçimlere hile karıştırıldığı gerekçesiyle başlayan eylemler devam ediyor. Çatışmalar devam ederken
sol parti ve örgütlerden gösterilere destek geldi. İran Komünist Partisi’nin devamı niteliğindeki Tudeh molla rejimine karşı gösterilerin yaygınlaştırılmasını isterken solcu Halkın Mücahitleri ise bizzat sokaklarda çatışıyor
Cumhurbaşkanlığı seçimi sonrasında, seçimlere hile karıştırıldığı gerekçesiyle reformistlerin sokak gösterilerine sahne olunan İran’da sular durulmuyor. Rejim baskıyı muhalefet ise eylemleri arttırıyor. Çatışmaların bilançosu her geçen gün ağırlaşırken, İran’ın en büyük sol partisi konumundaki Marksist-Leninist İran Kitlelerinin Partisi (TUDEH) yayımladığı merkez komite imzalı açıklama ile göstericilere destek verdiğini açıkladı. Tudeh açıklamasında katil rejim olarak nitelendirilen mevcut molla sisteminin yıkılması için kitlelerin eylemlerinin genişletilerek devam edilmesi çağrısı yapıldı.
Bildiride, dini lider Ayetullah Ali Hamaney’in cuma günkü hutbesinden güç alan milis güçlerin ve güvenlik birimlerinin halka karşı şiddetin dozunu arttırdığı belirtilirken, gönüllü milis güçlerin (Besic) ayaklanmayı bastırma adına her türlü yasadışı yönteme başvurmasının kabul edilemez olduğu açıklandı.
Hamaney’in açıklamasının savaş çağrısı olduğunu söyleyen Tudeh, mollaların kendi rejimlerini kurtarma adına halkı katletmekten kaçınmadıklarını açıkladı. Kitlelerin iktidar onaylı birimlerce katledilmesinin kabul edilemez olduğunu söyleyen Tudeh, yaşanan son olayları 1979’daki devrim sürecine benzetti.

‘EYLEMLER YAYGINLAŞTIRILSIN’
Mollaların vesayeti altındaki rejime karşı 79 devrim sürecindeki gibi çok farklı toplumsal gruplardan insanların bir araya geldiğini söyleyen Tudeh, kadınların, gençlerin, öğrencilerin ve reformistlerin bir araya geldiğini ve bu kgrupların hep birlikte totaliter rejme karşı baş kaldırdığını söyledi.
Tudeh, reformcu lider Mir Hüseyin Musavi’nin tüm itirazlara ve yanlışlıklarına rağmen desteklenmesini istedi. Tudeh, Musavi’nin bu ayaklanmada simgesel bir rolünün olduğunu söyleyerek, bu durumun kullanılması çağrısı yaptı. Ayaklanmaların işçi sınıfıyla buluşturulmasını ve grevlerle desteklenmesini isteyen örgüt, geçmişte yaşananlardan dersler çıkarılması gerektiğini de ekledi.

HALKIN MÜCAHİTLERİ ÇATIŞIYOR
İran solunun bir diğer önemli örgütü Halkın Mücahitleri ise Irak üzerinden bizzat ülkeye girerek sokak çatışmalarına dahil oluyor.
İranlı yetkililer Irak’taki Eşref Kampında eğitim gördükten sonra İran’a giren Halkın Mücahitleri’ne üye eylemcilerin olduğunu ve haftasonunda gözaltına alınan yaklaşık beştüz kişinin arasında çok sayıda örgüt mensubunun olduğunu ileri sürdü. İran İçişleri Bakanlığı yaptığı açıklamada haftasonunda "korsan gösteriye katılarak halkın can ve mal güvenliğini tehlikeye atan, polise mukavemette bulunan 457 kişinin yakalandığını" açıkladı. Bakanlık yakalananların arasında çok sayıda yasaklı örgüt mensubunun olduğunu bildirdi.

ÇOK SAYIDA ÖLÜ VAR
Bakanlık ayrıca başkent Tahran’ın İnkılab Meydanı ve çevresinde yaklaşık 3 bin kişinin katıldığı gösteride belli noktalardan halkın ve güvenlik güçlerinin üzerine rastgele ateş açılması sonucu 13 kişinin hayatını kaybettiği, 20 kişinin yaralandığı belirtti. Hafta sonundaki can kaybı, Musavi yandaşı internet sitelerine göre 150’yi, hastane kaynaklarına görey ise 19’u buluyor.
Olaylarda ayrıca aralarında camilerin de bulunduğu çok sayıda kamu binası, iş yeri ile otobüs durakları ve belediyeye ait araçlar tahrip edilmişti.
Musavi BBC’yi yalanladı
Musavi, İngiliz yayın kuruluşu BBC’nin kendisinin önceki gün Tahran’da yapılan gösteriye katılarak konuşma yaptığına ilişkin haberini yalanladı. İngiliz yayın kuruluşu BBC, önceki gün İran Cumhurbaşkanlığı adaylarından Mir Hüseyin Musevi’nin Tahran’ın Ceyhun Caddesi’nde düzenlenen bir gösteriye katıldığını ve burada göstericilere hitaben bir konuşma yaparak “şehit olmaya hazırım, sonuna kadar direneceğim” dediğini iddia etmişti.BBC’nin haberiyle ilgili olarak İran’dan yayın yapan ‘fararu’ adlı bir internet sitesine açıklamada bulunan Mir Hüseyin Musevi, önceki gün hiçbir yere gitmediğini ve herhangi bir açıklamada da bulunmadığını belirterek BBC’nin haberini yalanladı.İçişleri Bakanlığı’nın seçim sonuçlarına itiraz için gösteri ve yürüyüş düzenlenmesine izin vermemesi üzerine göstericiler yeni protesto yöntemleri geliştiriyor. Reformistler bugünden itibaren araçlarının farlarını yakarak rejimi protesto edecek.
Musavi ‘gösterilere devam edeceğiz’ dedi
Mir Hüseyİn Musavi, gösterilerin bitirilmesine yönelik baskılar karşısında geri adım atmadı, taraftarına, "Gösterilere devam ancak kontrollü olun" çağrısı yaptı. Reformcu aday, gözaltı dalgasını da protesto etti. Musavi, cuma günü dini lider Ali Hamaney’in "İslam rejimi hile yapmaz" sözlerine de cevap verdi. Musavi yazılı açıklamasında, "Yalancıların İslami sistem bayrağını çalmasına izin vermeyin, hilenin kendisi, hile olmadığının kanıtı diye sunulursa, sistemin cumhuriyetçi yönü yok edilir. İslam ile cumhuriyetin birlikte olmayacağı fikri kanıtlanır" dedi.
Anayasanın 27. maddesinin gösteri düzenlemek için önceden izin alınmasına gerek olmadığını söyleyen Musavi, gösterilerine izin vermeyen İçişleri Bakanlığı’nı suçladı.
Hugo Chavez: Dünya İran’a saygı duymalı
Venezuela Devlet Başkanı Hugo Chavez, “Dünyanın İran’a saygı göstermesini” istedi. Haftalık TV programı “Alo Başkan”da konuşan Chavez, “Bazılarının İran devrimini baltalamaya çalıştığını” söyleyerek, 12 Haziran’da ikinci kez başkan seçilen Mahmud Ahmedinecad’a desteğini tekrarladı. “Ahmedinecad’ın zaferi bütün cephelerde kazanılmış zaferdir” diyen Chavez, “İran’ın büyük başkanı Ahmedinecad’a, dini lider Ali Hamaney’e ve İran halkına selam olsun...” ifadesini kullandı. “Bütün dünyanın İran’a saygılı olmasını istiyoruz, çünkü bazıları İran’daki devrim kalesinin altına dinamit koymaya çalışıyorlar” diyen Chavez ABD’yi eleştirdi.
Sarkozy: İran polisinin müdahalesi affedilmez
Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, seçimlerin ardından sokağa dökülen İran halkına yönelik iktidarın katı müdahalesinin affedilemez olduğunu söyledi. Sarkozy İran yönetimini bir an evvel pasif göstericilere şiddet uygulamaktan vazgeçmeye ve yerli ve yabancı medyanın işlerini yapmalarına izin vermesini istedi. Fransız Dışişleri Bakanı Bernard Kouchner de olanlara rağmen İran ile diyalog girişiminin devam etmesi gerektiğini söyledi.
Almanya Başbakanı Angela Merkel’den sond Sarkozy de, İran yönetiminin gösteri yapan muhalefete karşı kullandığı sert müdahalenin ‘affedilemez’ olduğunu söyledi. Katar Emiri Şeyh Hamid bin Halife’nin bugün Paris’e yapacağı ziyaret öncesi demeç veren Sarkozy, nükleer çalışmaları nedeniyle halkını dünyadan izole eden İran yönetiminin gerçeği öğrenmek isteyen halkın elinden en temel haklarını almak istediğini söyledi.
İran Körfez’de hava tatbikatına başladı
Seçimlerden bu yana milyonlarca insanın sokaklara döküldüğü, gösterilerin bitmek bilmediği İran, Basra Körfezi’nde büyük bir hava tatbikatına başladı. İran Silahlı Kuvvetlerinin 2009’daki ilk büyük hava tatbikatı dün başladı. Hava Kuvvetleri Komutanlığının, Basra Körfezi ve Umman Denizi’ndeki tatbikatının üç aşamadan oluştuğu ve dört gün süreceği belirtildi. Hava savunma gücünü takviyeyi, personelin hareket ve hazırlık kabiliyetini artırmayı ve savaş uçaklarının sonraki operasyonlara hazırlanmasını amaçlayan tatbikatta Hava Kuvvetleri envanterinde bulunan F4, F5, F7, F14, Rus yapımı Sukhoi 24 ve Mig 29 savaş uçaklarının görev alacağı kaydedildi.
Birgün

EKONOMİ DÜNYA BANKASI: 2009 YILINDA TÜRKİYE YÜZDE 5.5 KÜÇÜLECEK

DB’nin Küresel Kalkınmanın Finansmanı raporuna göre, Türkiye‘nin reel GSYİH’si bu yıl yüzde 5.5 küçülecek. 2010’da yüzde 1,5, 2011’de ise yüzde 3 reel büyüme sağlanacak
Dünya Bankası raporunda Türkiye’deki GSYİH’nın 2009 yılında reel olarak bir önceki yıla göre yüzde 5.5 azalacağı, 2010 yılında yüzde 1,5, 2011 yılında ise yüzde 3 artacağı tahmin edildi. Türkiye, Avrupa ve Orta Asya’da, kısa vadeli borçları rezervlerine oranla en düşük bulunan ülkeler sıralamasında en iyi durumdaki ülke konumunda. Raporda Türkiye’nin cari işlemler açıklarının ise bu yıl ve 2010’da GSYİH’sının yüzde 1.9’u, 2011’de ise yüzde 2’si düzeyinde olacağı tahmin edildi.

TÜRKİYE'DE KRİZE SIFIR ÖNLEM
Krizin aşılması için ülkelerin teşvik paketleri hazırladıkları hatırlatılan raporda, IMF’nin 2009-2010 yılları itibarıyla dünyadaki teşvikler hakkındaki bir çalışmasına değinildi. Çin’in GSYİH’sının yüzde 2.9’u oranında teşvikte bulunduğu, Rusya’nın yüzde 2, Meksika’nın ekonomilerine yüzde 1.5 teşvik yaptıkları belirtilen raporda G-20 ülkeleri arasında en düşük teşvik paketlerinin sırasıyla Hindistan (GSYİH’nın yüzde 0.5), Brezilya (yüzde 0.3) ve Türkiye’de (yüzde 0) saptandığı belirtildi. Raporda, “Bu farklılıkları açıklayan faktörler otomatik istikrar unsurlarının çapı ve her ülkede elde edilebilen mali ortamın boyutudur. Bunlar ülkeden ülkeye değişiklik gösterirler. Örneğin Çin’in görece düşük açığı, düşük kamu borcu ve krizden önceki düşük faiz oranları bu ülkeyi mali açık artışları bazında diğerlerine göre olumlu bir noktada tutmuştur.

YÜKSEK FAİZ ORANLARI RİSKLİ
Ancak bazı ülkeler, onlar için büyük finansman açıklarını daha zor hale getiren büyük kamu borcuyla (Hindistan) ya da yüksek faiz oranlarıyla (Brezilya ve Türkiye) yüklü durumdadır” ifadesi yer aldı. Türkiye’nin ihracatının da dış mamul mal talebindeki azalış nedeniyle yüzde 8 oranında düştüğü belirtilen raporda, “Eylül 2008 ve Mayıs 2009 tarihleri arasında dokuz ülke IMF ile toplam 55.8 milyar dolarlık yardım anlaşmasına vardı. Litvanya ve Türkiye benzer seçenekler üzerinde çalışıyor ve 2009’da IMF’yle bir istikrar paketi imzalayabilirler” denildi.

İŞSİZLİK-YOKSULLUK ARTACAK
Dünya Bankası raporunun “Küresel Ekonomi İçin Olasılıklar” başlıklı bölümünde finansal krizin bir yıldan fazla süren bir finansal çalkantı ardından 2008 Eylül ayında ortaya çıktığı ve reel ekonomi için “küresel bir kriz” haline geldiği belirtildi.
Yüksek gelirli ülkelerle gelişmekte olan ülkelerde ekonomik etkinliğin 2008’in son 2009’un ilk çeyreğinde aniden ve benzer bir şekilde düştüğü belirtilen raporda işsizliğin yükseldiği ve yoksulluğun gelişmekte olan ülkelerde artmaya başladığı, dünyadaki en savunmasız kesimler için yoksulluğun daha da zor koşullar doğurduğu belirtildi. Finansal kriz salgınının yatırımların büyük ölçüde likiditasyonuna, dünya çapında zenginlikte önemli kayıplara, kredi verme koşullarında sıkılaşmaya ve belirsizlikte büyük çaplı bir artışa neden olduğu da bildirildi.

RAPORDAN...
»Ekonomik etkinlikte en keskin düşüş özellikle dayanıklı tüketim malı ve yatırım malı üretmede uzmanlaşmış ülkeler ile önceden oluşmuş ciddi makroekonomik zayıflıkları bulunan ülkelerde yoğunlaştı.
»Düşük gıda ve akaryakıt fiyatları, azalmış ekonomik etkinliğin yoksullaşma etkisini hafifletti ve gelişmekte ülkelerde petrol ithalinin cari işlemler üzerindeki baskısını azalmasına yardımcı oldu. Gelişmekte olan petrol ihraç eden ülkelerin kazançlarında ise gayrı safi iç hasılalarının yüzde 17’si kadar bir azalmaya yol açtı.
»2009 yılında mali dengenin yüksek gelirli ülkelerde gayrısafi iç hasılanın yüzde 3’ü, gelişmekte olan ülkelerde ise yüzde 4’ü dolayında kötüleşmesi bekleniyor.

Ticaret ve hizmet sektörü 5’te 1 küçüldü
KRİZ döneminde yaşanan daralma ticaret ve hizmet sektöründeki cironun azalmasına neden oldu. Ticaret ve hizmette ciro geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 9, bir önceki döneme göre ise yüzde 21.3 azalış gösterdi. En büyük ciro düşüşü motorlu taşıtlarda görüldü.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) 2009 yılının ilk dönemine ilişkin “Üç Aylık Ticaret-Hizmet Göstergeleri”ni açıkladı. Buna göre, üç aylık Ticaret-Hizmet Ciro endeksi, 2009 yılının birinci döneminde, geçen yılın aynı dönemine göre, yüzde 9 azalarak 107.6’ya geriledi. Ciro endeksi bir önceki döneme göre 21.3 azaldı.

EN YÜKSEK DÜŞÜŞ TAŞIT SATIŞINDA
Ciro endeksinde en yüksek düşüş yüzde 20.6 ile motorlu kara taşıtlar, motosikletlerin satışları, bakımı, onarımı, motorlu taşıt yakıtının perakende satışında yaşandı. Bunu yüzde 16.6 ile operatörsüz makine teçhizat ile kişisel ve ev eşyalarının kiralanması, yüzde 11.8 ile toptan ve perakende ticaret, motorlu taşıt, motosiklet, kişisel ve ev eşyalarının onarımı takip etti. Oteller ve lokantalarda ise cironun yüzde 8.3 azaldığı belirlendi.
Ulaştırmada sektöründe ise yaşanan krize rağmen ciro artışı yaşandı. Kara taşımacılığı ve boru hattı taşımacılığının cirosu yüzde 25.8, havayolu taşımacılığının cirosunda yüzde 19.2 artış görüldü.

‘GÜCÜNE İNAN, SÖMÜRÜYE DEVAM’

Üreten Türkiye Platformu’nun “Kriz varsa, çare de var” tragedyasının 4.perdesi “ Gücüne İnan” sloganıyla başladı. Kampanyanın teması, “Haydi Türkiye önce üretmeye, sonra kendi ürettiğini tüketmeye, Türkiye’nin yüzü gülsün” olarak açıklandı. Yani bir tür bayatlamış ‘Forza Türkiye!’
İstanbul’da kampanyanın dördüncü evresini açıklayan TOBB Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu, “Önyargılarımızı bir tarafa bırakmalıyız. Alışılmadık dönemlerde, alışıldık yöntemlerle yola devam etmemeliyiz. Zaman krizi değil, çareyi tartışma zamanıdır” diyerek krizin çıkmasında sorumlu olanların önemsiz olduğu vurgusu yapmaya çalıştı. Krizin çıkışında işverenler olarak kendi hatalarının özeleştirisini yapmaktan kaçınmayı tercih eden Hisarcıklıoğlu, çıkan bu krizin külfetini toplumla paylaşmak istediklerinin mesajını verdi.
“Patronları kriz fırsatçılığı yapmakla suçlamak, krizi bahane ederek işçiyi işten çıkardı suçlaması yapmak doğru değildir.” diyen Hisarcıklıoğlu, bu sürecin müteşebbis ruhun ve işçinin alın terinin oluşturacağı sinerji ile aşabileceklerini söyledi. Hisarcıklıoğlu bir yandan Erdoğan’a yanıt verir gibi görünürken diğer yandan da hükümet politikalarına destek verdi.
TÜSİAD Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ ise, “Bu süreçte psikolojinin ve moralin çok önemli olduğunu biliyoruz. Bu sürecin yönetiminde önemli olan üç saç ayağı var, birinci görev hükümete düşüyor. Hükümet bu süreçte, mevzuat değişikliklerini de içeren ekonomi yönetimini sağlıklı bir şekilde sürdürmeli. İkinci ayak, tüketici yani hane halkı. Bu kesim, evine çekilip moralini bozmamalı ve tüketimini ertelememeli. Üçüncü ayak olarak bizler, yatırımcılar üzerine düşenleri yapmalıyız. Sisteme inanalım ve cesaretimizi kaybetmeyelim” diye konuştu.
4. haftasına girilen kampanyada hala işçi ücretlerinin yükseltilmesi veya sosyal harcamaların artırılmasını içeren bir yaklaşım sergilenmedi. Üreten Türkiye Platformu’nun alım gücünün bu kadar düşük olduğu bir dönemde, “moralinizi bozmayın, alışveriş yapın, iyiye gidiyoruz” diyerek insanlara mavi boncuk dağıtması gerçeklikle pekte uyuşmuyordu.
Ürettiğini tüketen bir Türkiye için, “hak ettiğini kazanan bir çalışan kesimin olması gerekliliğini” Üreten Türkiye Platformu’nun hangi kampanyada vurgulayacağı ise merak konusu. “Bu krizin kaynağını sorgulamayalım, bu krizin baş sorumlusu olan sisteme güvenmeye devam edelim” gibi krize çare aradığını iddia eden söylemler, durumun ne kadar çarpıtıldığını ya da örtbas edilmeye çalışıldığını gösteriyor. Sistemin ve sorumluların sorgulanmasına niyeti olmayanlardan da zaten bundan ötesi beklenemez.

BELEDİYE İŞÇİLERİ HUKUK MÜCADELESİNİ KAZANDI

Bursa’da AKP’li Büyükşehir Belediyesi tarafından haksız yere işten çıkarılan işçiler başlattıkları hukuk mücadelesini kazandı.
Bursa Büyükşehir Belediyesi’nde daha önce sendikalı oldukları için işten çıkarılan işçiler hukuk mücadelesini kazandı. Bursa’da AKP’li Büyükşehir Belediyesine bağlı Bursa Ulaşım AŞ’nin (BURULAŞ) taşeron şirketi Evin Taşımacılık AŞ tarafından 2008 yılında sarı belediye otobüslerinde çalışan 133 işçi, sendika üyesi oldukları gerekçesiyle işten çıkarılmıştı. Türkiye Motorlu Taşıt İşçileri Sendikası (TÜMTİS) üyesi işçiler yaşadıkları süreç sonrası yılmayarak haklarını almak için uzun süre mücadele etti. 2008 yılının haziran ayından beri her pazar günü Heykel’deki Tarihi Büyükşehir Belediye binasının önünde eşleri ve çocukları ile birlikte eylem yapan işçiler, direnişlerinin 370’nci gününde kazandı. 40 işçi haklarını kazanırken diğer işçiler de yasal sürecin sona ermesini bekliyor.

KADINLAR ‘UZUN’ ÇALIŞIYOR

OECD'ye üye bir çok ülkede son yıllarda kadınların çalışma hayatında kalma süresinde artış yaşandı. Türkiye, 2002-2007 dönemindeki 2,5 yıllık artışla bu alanda üçüncü sırada yer aldı
TİSK İşveren Dergisi’nde yayımlanan OECD verilerine göre, Japonya ve Kore dışındaki OECD ülkelerinin genelinde, iş gücünden çekilme (emeklilik) yaşı son 30 yılda ciddi düzeyde düşüş gösterdi.
Bu eğilim, artan yaşam süresi, güçlü iş gücü piyasası koşulları ve yaşlıların çalışması için sunulan etkili finansman teşvikleri sayesinde son yıllarda durakladı ve tersine döndü. Bu gelişmede, bazı ülkelerde resmi emeklilik yaşını artıran politika değişiklikleri de etkili oldu.
1999-2002 ve 2002-2007 dönemleri arasında emeklilik yaşı kadınlar için 13 OECD ülkesinde, erkekler için de 7 OECD ülkesinde 1 yıl arttı.
Kadınların iş gücü piyasasında kalma süresi artış gösteren ülkelerin başını Meksika, Yeni Zelanda ve Türkiye çekti. 2002-2007 döneminde kadınların iş gücü piyasasında kalma süresi Meksika’da 7,8 yıl, Yeni Zelanda’da 2,6 yıl, Türkiye’de 2,5 yıl yükseldi. Erkekler açısından iş gücü piyasasında kalma süresi en fazla Kore, Yeni Zelanda ve İsveç’te arttı. Öte yandan, ülkelerdeki fiili emeklilik yaşı, yasal olarak emekliliğe hak kazanma yaşından farklılık gösteriyor.
OECD ülkeleri arasında gerek kadınlar, gerekse erkekler genel olarak 65 yaşında resmen emeklilik gelirine hak kazanıyor. Fiili emeklilik yaşları ise kadınlarda 62,7, erkeklerde 63,6 seviyesinde bulunuyor.
Ancak Japonya, Kore, Meksika gibi ülkelerde fiili emeklilik yaşı resmi emeklilik yaşını 5 yıl civarında geçiyor. Örneğin, Meksikalı kadınlar emekli olduktan sonra 10 yıl, erkekler ise 8 yıl çalışabiliyor.
Türkiye 2,5 ile üçüncü
Verilere göre, 2002-2007 döneminde kadınların iş gücünden çekilme yaşındaki değişimler şöyle: Meksika 7,8, Yeni Zelanda 2,6, Türkiye 2,5, Hollanda 2,2, Macaristan 2,2, Portekiz 2, İspanya 1,8, Avusturalya 1,5, Belçika 1,5, Finlandiya 1,3, Kore 1,2, ABD 1, Norveç 1, İsveç 0,9, İsviçre 0,8, Almanya 0,8, Japonya 0,8, İngiltere 0,7, Kanada 0,5, Lüksemburg 0,5, İtalya 0,3, Çek Cumhuriyeti 0,2, Fransa 0,1, Yunanistan 0, Danimarka -0,8, Avusturya -1, Polonya -1,1, İrlanda -1,3, Slovakya -1,5, İzlanda -2,5

SAVCILAR: ÇOCUKLARINIZ HAPİSTE BÜYÜYECEK

Mersin’de 4 Nisan 2009 tarihinde yapılan bir gösteriye katılan 4 çocuğa onlarca yıl hapis cezası istendi
İnsan Hakları Derneği (İHD) Adana Şubesi, Mersin'de de yaşları 15 ile 17 arasında değişen 4 çocuk hakkında izinsiz gösteriye katıldıkları iddiasıyla ağır hapis cezaları istendiğini bildirdi.
Nisan'da Mersin'in merkez Akdeniz İlçesi Şevket Sümer, Güneş ve Gündoğdu mahallelerinde protestolar yaşanmıştı.
Mersin Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi ekipleri yaptıkları ev baskınlarında H.G. (15), M.S. (15), İ.E. (16) ve İ.K. (17) isimli çocukları gözaltına almıştı. Gözaltına alınan 4 çocuk tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmıştı.

'ÖRGÜT ÜYELİĞİ'NDEN HAPİS
İHD Adana Şubesi Başkanı Ethem Açıkalın, CMK 250. madden görevli ve yetkili savcı tarafından hazırlanan iddianamede 4 çocuğa "örgüt üyesi olmak" gerekçesiyle ayrı ayrı 5 yıl ile 15 yıl arası, "Görevli memura görevini yaptırmamak için direnme" suçlamasıyla 2’er yıl, "örgüt propagandası yapmak" suçlamasıyla da 1’er yıl hapis cezası istendiğini belirtti.
İHD Adana Şubesinin verilerine göre, kentte son bir yıl içinde 86 çocuğa toplam 400 yıl 11 ay hapis cezası verildi.

‘EŞİTLİK İLKESİNE AYKIRI’
Açıkalın, “TMK’nun 9. maddesi Anayasanın 10. maddesinde düzenlenen “eşitlik ilkesi” ile de bağdaşmaz niteliktedir. Eşitlik ilkesinin amacı, kişilere yasa karşısında ayırım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir. 18 yaşın altındakiler çocuk sayılmasına rağmen 15 yaşını dolduran çocukların, yetişkinlerin tabii olduğu bir yargılama sistemine dahil edilmeleri eşitlik ilkesinin açık ihlalidir" değerlendirmesinde bulundu.
Çocuklar hakkında açılan davanın 30 Haziran 2009'da Adana 6. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görüleceği duyuruldu. BirGün

ERKEKLER KADINLARDAN DAHA FAZLA SUÇ İŞLİYOR

Adalet Bakanlığı'nın verileri, hapishanelerin tıklım tıklım dolu olduğu gerçeğini ortaya çıkardı. Hapishanelerin kapasitesi 97 bin olmasına karşın Mayıs-2009 itibariyle tutuklu ve hükümlü sayısının 111 bin 709’ye ulaştı.
Adalet Bakanlığı'nın verilerine göre, Türkiye’de 384 hapishanede bulunan 111 bin 709 tutuklu ve hükümlüden 104 bin 872’si erkek, 3.998’i kadın ve 2.839’u çocuk. Bu veriler, bir iddiaya göre, erkeklerin kadınlara göre “suç işleme potansiyellerinin çok yüksek olduğunu” ortaya koyuyor. Hapishanelerde erkek tutuklu ve hükümlü sayısı kadınlara oranla tam 26 kat fazla görünüyor.
Hapishanelerde 2006 yılında 70 bin 477, 2007’de 90 bin 837, 2008’de ise 103 bin 235 tutuklu ve hükümlü bulunuyordu.

SİLAH TAŞIYANLARIN ÇOĞU ERKEK
ANKA’nın haberine göre, erkeklerin iş yaşamındaki ağırlığı gerilim ve sürtüşmelerden daha fazla etkilenmelerini beraberinde getiriyor. Silah ruhsatı alanların ve ruhsatsız silah taşıyanların çoğunluğunun erkek olması da onları suça daha yakın kılıyor. Ataerkil kültür anlayışı içinde yetiştirilmeleri erkeklerin ‘suça’ yatkınlıklarının bir diğer nedenini oluşturuyor.
Araç sürücülerinin yüzde 90’dan fazlasının erkek olması da kazalara karışan, dolayısıyla ‘suç’ işleyen erkek sayısının artması sonucunu doğuruyor. Erkeklerin genetik özelliklerinin de onları daha fazla ‘suç’ işlemeye ittiği öne sürülüyor.

DAVALARLA BİRLİKTE HAPİS DE UZUYOR
Hapishanelerdeki aşırı yoğunlukta, Türkiye’de davaların yıllarca sürmesinin önemli bir rolü var. Nitekim, Mayıs-2009 itibariyle hapishanede kalanların 51 bin 6’sı hükümlü iken, 60 bin 703’ü tutuklu.
Bu tablo, hapishanelerde aşırı doluluk, güvenlik zafiyeti ve insan hakları ihlallerine yol açarken, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde birçok davanın kaybedilmesi ve milyonlarca avro tazminat ödenmesi sonucunu da doğuruyor.

23 Haziran 2009 Salı

İSTANBULDA YAZA MERHABA PİKNİĞİ YAPILDI…!

İstanbul da DHB okurları olarak 06/21/2009 pazar günü , yoldaşlık ilişkilerini geliştirmek dayanışma ve devrimci görevlerimize karşı duyarlılığımızı artırıp ileriye çekmek için ve Yaza merhaba dayanışma pikniği Tekirdağ’ın Ağaçlı köyünde yaptık. Sabahın erken saatlerinde DHB merkezi büronun önünde bulaşarak yola çıktık. Piknik yerine gidene kadar sohbetler edip , devrimci türküler marşlar söyledik. Piknik yerine vardığımızda uygun bir yer bularak önce yerleşimi sağladık ve ardında piknik için hazırlanan programımızı uygulamaya soktuk.
Yaza Merhaba pikniği, bir yoldaşın şehitlerimiz anısına yaptığı saygı duruşuyla başladı ve ardından bir yoldaşın şiir okumasıyla devam eden pikniğimiz, yaza Merhaba pikniğinin anlamı ve önemi üzerine bir yoldaşın sohbetiyle devam etti.
Hepimizin de bildiği üzere faşist baskı, zulüm, dayatma ve ekonomik nedenlerden dolayı her birimiz kasabamız, köyümüz, kentimiz bırakarak buralara geldik. Kuşku yok ki buralara kendi isteğimizle gelmedik. Ama sonuç da şimdi buradayız. O halde işsizliğe, yoksulluğa ve yoksunluğa, ayrımcılığa, itilip, kakılmaya, yozlaştırma, savrulma ve çürümeye karşı örgütlenmeli, kurumsallaşmalı, yardımlaşma ve dayanışmamızı güçlendirerek, sisyasal ve sosyal ilişkilerimizi sıcak tutmalı ve örgütlülüğümüzü geliştirmeliyiz.
Elbette bizlerin yardımı ve dayanışmasıyla, ne işsizlik, ne yoksulluk ortadan kaldırılacak ve nede özgürlüğümüz bir çırpıda elde edilecektir. Ama bir araya gelerek örgütlenip yardımlaşma ve dayanışma çatısı kurmamız İstanbul gibi büyük bir kentin derinliklerinde yaşamak zorunda kalan, işe, ekmeğe, barınmaya, sağlığa-eğitime, kültüre, dayanışmaya ve sosyal ilişkilere daha çok gereksinim duyuyoruz. Hem örgütlenmek, yoldaşlık, dostluk ilişkilerimiz sıcak tutmak, kültürel değerlerimizi, yaşatmak ve insani değerlerimizi geliştirmek bakımdan oldukça birlikte olmak daha bir aciliyet taşıyor. Masa başında, kafeler de oturup, saatlerce ne yapacağımızı konuşup, hiç bir şey yapmamak yerine artık bir araya gelip bir şeyler yapmanın ve acil olarak çözüm bekleyen bazı sorunlara çözüm bulmanın mutluluğu, dayanışması içinde olmalıyız.
İşte DHB bunun için vardır. Sizlerin örgütlenmesi ve insanca yaşamınız için mücadele ediyor. Çok konuşmaktan çıkararak çocuklarımızı, gençlerimizi ve insanlığın geleceği için örgütlenip, yardımlaşma ve dayanışmayı örmeli ve duyarsızlığı, ilgisizliği aşmalıyız. Burjuva kapitalist sisteminin bireyselleştirme, bencil kılma ve yozlaştırarak teslim alma saldırısının karşısında, ancak örgütlenerek mücadele ederek toplumsal, devrimci ve demokratik değerlere sahip çıkarak karşı durabiliriz.
Kendimize güven duymalı örgütlenme, yardımlaşma ve dayanışmanın önemini anlayıp, bunun gereklerini yerine getirmeliyiz. İstanbul’un derinliklerinde emekçiler olarak yitip gitmemek ve bencil-bireyciliğe karşı örgütlenip dayanışmayı yükseltmek için herkes taşın altına eline koymalıdır. Olanaklar birleştirilmeli ve yeni olanaklar yaratılması için yoğun çaba gösterilmelidir. Bireysel çabalar kolektif çabayla birleştirilmeli ve her geçen gün yozlaşma, bencillik, kadercilik ve düşkünlüğe karşı çıkarak, işsizlik ve yoksulluk, baskı ve zulüm pençesinden olan insanlarımıza sahip çıkmalıyız. Durumu aşmanın tek yolu bir araya gelip örgütlenmektir. Haliyle bizler şimdiden örgütlenip, ilişkilerimiz pekiştirmezsek yardımlaşma ve dayanışma ağlarımızı kurmazsak, politik-sosyal ilişkilerimizi sıcak tutmazsak, çocuklarımızı, gençlerimiz ailelerimiz kaybetmek ve parçalanıp geriye savrulmalarını önlemek mümkün olamaz. Örgütsüz ve dağınıklık nedeniyle bir çok gencimizi kaybettiğimiz ve savrulduklarını üzülerek izliyoruz. Daha bu duruma ne kadar seyirci kalacağız.
İşte DHB bu olumsuz duruma müdahale bakımından vardır, EN UZUN YOLLAR İLK ADIMLA BAŞLAR özdeyişiyle örgütlenip mücadeleyi geliştirmeye çalışıyor. Bizlere omuz verip destekçi olursanız göreceğiz ki daha büyük başarıların önü açılacaktır.
Peki biz kimiz? Biz sizlerden biriyiz sadece...Peki Neler Yapmalıyız? Buradan bir örgütlenmeye uzanmak, devrimci bir mevzi yaratmak ve bir araya gelmenin yollarını açmak gerekiyor. Örgütlenmeden ve plan kurulmadan değişim sağlanmaz.
O halde nasıl bir örgütlenmeye gidileceğin yolu aralanmalıdır. İşte DHB sizleirn örgütlenmesi, sömür ve zulümden kurtulmanız için vardır. DHB etrafında dayanışma, ortaklaşa çalışmalar geliştirilmeli, özellikle gençliğe yönelik tuzaklar aşılmalıdır. Ardından öncelikli olarak bir araya gelmeli, kültür sanat çalışmalarına yönelmeli, gençleri başı boş bırakmamalıyız. Ailelere gitmeli düzenli ilişkileri geliştirmeli bir birimize destek olmalıyız.
Amacımız gençlerin, kadınların, emekçilerin bir araya gelmesini sağlamaktır. DHB merkezi Büromuzu geniş bir yere taşıyarak devrimci kültür ve demokratik değerlerimizi korumak, geliştirmek için tiyatro, folklor, dil kursu, söz, gitar vb kursları örgütleyerek gençlerimizi sosyal etkinlikler içine çekmeliyiz.
Elbette bütün bunları acele etmeden adım adım ilerlemeyi hedefliyoruz. Kuşku yok ki en büyük eksiğimiz sizlerden gelecek desteklerle, dayanışmayla tamamlanacak ve aşılacaktır. DHB olarak örgütlenmek ve mücadeleyi geliştirmek için buz kırılıp, yol açılacaktır. Buradan sonrası önem taşıyor. Ne yapılacağını netlik kazanması lazım. En kötü örgütsüzlük en iyi örgütsüzlükten iyidir yaklaşımı bizler yol göstermelidir.. Örgütsüz halkın köle halk olduğunu görüyor ve yaşıyoruz. Yoksulluğu, zulmü, şovenizmi ve halkla arası düşmanlıkları yere çalmak için DHB etrafında örgütlenip safları sıklaştıralım ve geleceğimiz elimize alalım. Dayanışma, paylaşım ve güçlerimizi birleştirme duygusuyla DHB olarak pikniğimize katılıp destek olan, tüm emekçilere, yoldaşlara yeniden hoş geldiniz diyoruz, ortak davamızı devrim ve sosyalizm mücadelesinden başarılar diliyorum.” dedi. Yoldaşın sohbetinin ardından piknikte yemek, söyleşi ve çeşitli sosyal aktivitelerin yanında denize girme gibi imkanında olması dayanışma pikniğine ayrı bir renk kattı. Hep bir ağızdan devrimci türkü ve marşların söylendiği piknikte ortak kurulan sofranın ardından futbol maçı ve denize girme aktiviteleri yapıldı. Her türlü faşist baskı, zulüm ve haksızlıkların egemen olduğu Türkiye de bu türden dayanışma etkinliklerinin düzenlenmesi her bakımdan olumludur. Birçok yoldaşımızın işleri nedeniyle katılmadığı yaza merhaba pikniğimiz devrimci bir havada başladı ve aynı coşkusuyla, mücadele görevlerine daha sarılma çağrısıyla sona erdi.
Yaşasın Devrim ve Sosyalizm Mücadelemiz..!
22.Haziran.2009
İstanbul DHB okurları

DNA testi doğruladı: Ceset Hasan Ergül'e ait

Silopi'de 1995 yılında JİTEM elamanları tarafından kaçırılan Hasan Ergül'ün ailesinin girişimleri üzerine Elazığ'daki kimsesizler mezarlığından çıkarılan cesedin yapılan DNA testinde Hasan Ergül'e ait olduğu belirlendi

14 yıl önce JİTEM elamanları tarafından kaçırılan ve kendisinden bir daha haber alınmayan Hasan Ergül'ün ailesinin yaptığı araştırma sonucunda 14 Nisan tarihinde Elazığ kimsesizler mezarlığındaki mezar açılarak DNA testi için örnekler alındı.

Cesetten numuneleri Hasan Ergül'ün oğlu Velat'ın kan örnekleriyle karşılaştıran Adli Tıp, 'Yüzde 99,99 uyum gösteriyor' dedi. Adli Tıp'ın hazırladığı rapor Elazığ Cumhuriyet Savcılığı'na gönderildi.

Hasan Ergül'ün ailesi, JİTEM tetikçisi Abdulkadir Aygan'ın açıklamaları doğrultusunda yaptığı araştırmanın sonucunda 14 yıl arandan sonra çocuklarının cesedine ulaştı. Elazığ Kimsesizler Mezarlığı'nda yapılan kazıda Hasan Ergül'ün kafatası, ayak ve bacak kısımlarından kemikler bulundu. Alınan kemik örneklerinin yanısıra DNA testi için Hasan Ergül'ün oğlu Velat Ergül'den kan örneği alındı.

Ceset Hasan Ergül'e ait

Alınan numuneler Hasan Ergül kaçırılırken yanında olan oğlu Velat Ergül'den alınan kan numuneleri ile karşılaştırılmak üzere Adli Tıp Kurumu'na gönderildi. Yapılan DNA testinde cesedin Hasan Ergül'e ait olduğu belirlendi. Hazırlanan rapor, geçtiğimiz hafta Elazığ Cumhuriyet Başsavcılığı'na gönderildi.

Ergül'ün ailesi, kayıp kişilerle ilgili soruşturma çerçevesinde tutuklanan Kayseri Jandarma Alay Komutanı Albay Cemal Temizöz ve Koçero Saluci hakkında Elazığ Cumhuriyet Savcılığı'na suç duyurusunda bulunmuştu.

Oğlunun gözü önünde kaçırıldı

5 Haziran 1995'te Hasan Ergül, 3 yaşındaki oğlu İslam'ı Silopi Devlet Hastanesi'ne götürdü. Oğlu ile birlikte köye dönerken, Silopi'nin Cizre'ye doğru olan çıkışındaki bir petrol istasyonunda durdu. Bu sırada, biri beyaz diğeri siyah Renault-Toros marka otomobiller, Ergul'ün traktörüne yanaştı. Araçtan inen telsizli siviller, Hasan Ergul'ü kaçırmak istedi. Aralarında uzun bir süre boğuşma yaşandı. Ergül, kısa bir boğuşmanın ardından oğlunun gözleri önünde otomobile konularak götürüldü ve bir daha kendisinden haber alınamadı.

ANF