30 Nisan 2017 Pazar

Kemal Kurkut’un kırkı çıktı: Annesinin gözlerine bakın, ağıtına kulak verin..!

Diyarbakır Newroz’unda polisler kurşunuyla infaz edilen Kemal Kurkut’un mezarı başında anma düzenlendi. HDP’li vekiller ile olay anını görüntüleyen gazeteci Abdurahman Gök’ün de katıldığı kırk lokmasında ağıtlar yakıldı
Diyarbakır Newroz’unda polis kurşunu ile infaz edilen Kemal Kurkut’un ölümünün üzerinden 40 gün geçti. Kurkut’un ailesi, Malatya’da Kurkut için 40’ıncı gün lokması dağıttı. Kemal için dağıtılan lokma etkinliğine, HDP Urfa Milletvekili Osman Baydemir, HDP Diyarbakır Milletvekili Feleknaz Uca, HDP Eşgenel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın eşi Başak Demirtaş, sanatçı Ferhat Tunç, HDP-DBP İl yöneticileri ve Kemal’in öldürülme anını fotoğraflayan gazeteci Abdurrahman Gök’te katıldı.
21 Mart’da gerçekleşen Newroz kutlamalarına katılmak için Malatya’dan Diyarbakır’a giden 23 yaşındaki üniversite öğrencisi Kemal Kurkut, polis kurşunu ile yaşamını yitirmişti. Diyarbakır Valiliği yaptığı açıklamada Kurkut’un “Canlı bomba” olma şüphesi ile vurulduğunu kaydetti. Dihaber’den gazeteci Abdurrahman Gök’ün olay sırasında çektiği 8 kare fotoğraf, olayın infaz olduğunu gözler önüne serdi
Abdurrahman Gök’ün ‘tanıklık ettiği’ o sekiz kare…
Gök’ün çektiği 8 kare fotoğrafta Kurkut, yarı çıplak bir şekilde polis noktasından öne doğru koşuyordu. O sırada polis arkadan Kurkut’a ateş açıyordu. Kurkut’un öldürülmesi fotoğraflarda kare kare görülüyordu.
Kemal Kurkut’un acılı ailesi, oğulları için dağıttıkları 40’ıncı gün lokmasına gazeteci Abdurrahman Gök’ü özel davet etti. Kemal’in annesi Secan, etkinliğe katılan ve oğlunun öldüğü anını fotoğraflayan Gök’ü karşısında görünce göz yaşlarına hakim olmadı. Gök’e sarılan acılı anne Secan, ‘kurbana te’ (kurban olayım sana) diyerek, ağıt yakarak ağladı.
Baydemir: Kemal bizim misafirimizdi, onu koruyamadık
Kemal’in annesi Secan’ın elini tutarak destek veren HDP Urfa Milletvekili Osman Baydemir, “Kemal kırk milyonun şehididir” dedi. Bu cinayetin üzerinin kapatılmayacağını, hukuk mücadelelerini sürdüreceklerini ifade eden Baydemir, “Bu zulüm zalimin yanına kalmayacak. En büyük öç alma bu topluma adalet armağan etmektir. Biz sizden helallik istiyoruz. Kemal bizim misafirimizdi, onu koruyamadık” diyerek aileye sabır diledi.
Kurkut ailesi, yakınları ve kalabalık bir kitlenin katılımı ile Kemal’in 40’ıncı ün lokması dağıtıldı. Ardından Kemal Kurkut’un Topbaş’ta bulunan mezarı ziyaret edildi.
Kaynak: Dihaber

Yasaklar 1 Mayısın Kutlanmasını Engelleyemez..!



İşçi sınıfının Birlik, Dayanışma ve Mücadele gününde korkan AKP Faşizmi 1 Mayısın 1 Mayıs Alanı Taksimde Kutlanmasına Yasak Koydu..!
1 Mayıs'ta işçi ve emekçilere yasaklanan Taksim'e çıkan yollar saat 5.00'ten itibaren kademeli olarak trafiğe kapatılmaya başlandı.
Korkunun ecele faydası yoktur. İşçiler,emekçiler ve devrimciler yine her yer direniş her yer Taksim şiarıyla faşizmin yasaklarını parçalamaya çalışıyorlar. Kazanan direnen emekçilerin olacaktır. Yasakları parçalamak için sokağa çıkalım,
Taksim 1 Mayıs Alanıdır Emekçilere Kapatılmaz..!

Avukatlardan 1 Mayıs için krizi masası

Avukatlar, yarın gerçekleştirilecek 1 Mayıs etkinliklerinde yaşanabilecek hak ihlalleri ve gözaltılara karşı kriz masası kurdu.Hak ihlalleri için telefonlar ve e-posta'dan avukatlara kolaylıkla ulaşmak mümkün.
Çağdaş Avukatlar Grubu, Katılımcı Avukatlar, İstanbul Özgürlükçü Hukukçular Platformu ve Özgürlükçü Çağdaş Avukatlar, 1 Mayıs İşçi Bayramı'nda yaşanabilecek hak ihlalleri ve gözaltılar için kriz masası kurdu. 
1 Mayıs dolayısıyla kurulan kriz masasına ilişkin avukatların açıklaması şöyle: 
“1 Mayıs günü ve devamında yaşanacak gözaltı, darp ve işkence vb. hak ihlallerine karşı karakollar, hastaneler, adliyeler ve diğer alanlarda gönüllü olarak destek vermek üzere kriz masasının görevde olduğunu duyurur, ihtiyaç halinde tüm yurttaşların aşağıdaki iletişim adreslerine başvurmalarını rica ederiz.
GSM : 0505105 79 17
Tel : 444 52 71 (aradıktan sonra 2’yi tuşlayın)
eposta : 1mayis2017@gmail.com”

Oyuncular Sendikası Genel Başkanı Meltem Cumbul’dan 1 Mayıs çağrısı

Oyuncular Sendikası Genel Başkanı Cumbul, sosyal medya hesabından yaptığı açıklamayla, 1 Mayıs’ta sanatçıların setleri, sahneleri ve stüdyoları tatil etmesi çağrısında bulundu.
Cumbul, Oyuncular Sendikası’nın “1 Mayıs İşçi ve Emekçi Bayramı 2009 tarihinde resmi tatil ilan edilmiştir. 1 Mayıs’ı hep birlikte dayanışma içinde, keyifle kutlayabilmek için setleri, sahneleri ve stüdyoları tatil etmenizi istiyoruz” çağrısını paylaştı.

"Saygı duruşuna ne dersiniz?"

İşverenlere de çağrıda bulunarak çocuk işçiliği eleştiren Cumbul’un son mesajında ise iş cinayetleri ile ilgiliydi. Cumbul, “1 Mayıs 2012’de sette meydana gelen iş cinayetinde set işçisi Selin Erdem, hayatını kaybetmişti. O ve hayatını çalışırken kaybeden

7 bin bekçi ne yapacak?..!

Bekçilerin görevi, “genel kolluk kuvvetlerinin derhal müdahale edemediği hallerde suçlulara müdahale etmek”. Suçlulara müdahale etmekle görevlendirilen ve kendilerine MP5 gibi otomatik silahların da verileceği iddia edilen yeni bekçilerin lise mezunu olmaları ve Türkçe Matematik Genel Kültür sorularının yer aldığı yazılı sınavı geçmeleri ise yeterli bulunacak.
Son yayınlanan Kanun Hükmünde Kararname ile Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde, 7 bin bekçi kadrosu açıldı.
Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde 5 bin bekçi kadrosu vardı; bu alımla birlikte Türkiye genelindeki bekçi kadrolarının sayısı 12 bine yükseldi. Hükümetin kısa sürede bu kadrolara alım yapacağı ifade ediliyor.
ANKARA VE İSTANBUL’DA GÖREV YAPACAKLAR
Daha önce emniyet görevi yapmaktan çıkarılan, emekli olanların yerine yenileri alınmayan bekçilerin henüz emniyet kadrosunda kalanlarının büyük bölümü de Diyarbakır, Hakkari, Mardin, Şanlıurfa ve Şırnak’ta bulunuyordu. Bir kısmı idari görevlere verilen bekçilerin yeni alımlardan sonra hangi görevlere atanacakları birçok soru işaretini barındırıyor. Adana, Mersin, Gaziantep, Hatay, İstanbul ve Ankara gibi büyük illerde öncelikli olarak görevlendirilecekleri ifade edilen yeni bekçilerin eğer tekrar mahallelerde görevlendirilecekler ise bu görevi nasıl yürütecekleri ise henüz bilinmiyor.
SUÇLULARA MÜDAHALE
Geçmişte mahalle ve çarşılarda gezen olan bekçilerin görevi yönetmeliklerinde belirtildiği gibi “genel kolluk kuvvetlerinin derhal müdahalesine imkan bulunmayan hallerde vatandaşların can ve mal güvenliğini sağlayarak, suçluların yakalanmasında güvenlik güçlerine yardımcı olmak” olarak tanımlanıyordu. Bu genelge halen geçerli. Ancak bekçilere ağır silahların da verileceğinin konuşulması üzerine, yeni alınacak bekçilerin nasıl bir eğitim sürecinden geçirileceği de bilinmor. Bunların KHK veya yeni genelgelerle düzenlenebileceğine dair görüşler de var.
LİSE MEZUNU OLMA YETERLİ
Suçlulara müdahale etmekle görevlendirilen bekçilerde aranan şartlar ise lise mezunu olmaları. Başvurucularda, sözlü sınav ile Türkçe, Matematik, Genel Kültür alanlarından soruların yer aldığı yazılı sınavdan da başarılı olma şartı aranacak.

29 Nisan 2017 Cumartesi

ENTERNASYONALİST PROLETARYANIN İSYAN GÜNÜ 1 MAYIS SINIFIN TARİH BİLİNCİDİR..!


1 MAYISIN BAŞKALDIRI TARİHİNDE ÖĞREN DAHA GÜÇLÜ KAVGAYI HARLAMA ZAMANI.!
1 Mayıs, bütün dünyada işçilerinin birlik, dayanışma ve mücadelesini simgeleyen enternasyonalist bir gündür. İşçi sınıfının hak ve çıkarlarını kazanma mücadelesinin içerisinde doğmuş ve işçi sınıfı mücadelesinin sembolü olarak gelenek halini almıştır. Her yıl 1 Mayıslarda dünyanın çeşitli yerlerinde işçiler, din, dil, ırk,cinsiyet ayrımı gözetmeksizin düzenledikleri etkinliklerle 1 Mayıs’ı faşist ve gerici sömürücü güçlere karşı, sömürüsüz ve zulümsüz, eşit bir düzen amacıyla kutlamakta, güncel taleplerini dile getirmekte, insanca demokratik-özgürlükçü ve sosyalist bir sistem kurma savaşımını dillendirmektedir.
Kısacası 1 Mayıs, işçi ve emekçi yığınların, vahşi emperyalist kapitalizmin sömürü ve zulüm düzenine karşı,eşit,özgür ve insanca yaşama mücadelesinin adıdır. 
Uluslararası İşçiler Birliği 1886'da, dünya işçilerine dayanışma ve 8 saatlik işgünü için mücadele çağrısı yaptı 
19. yüzyılda işçiler kol emeğine dayalı çok ağır koşullarda çalıştırılıyorlardı. Öyle ki, çalışma saatleri bazen 18 saati buluyordu. Ortalama çalışma saati ise 16 saatti. Kesintisiz 16 saatlik bir çalışmanın karşılığında aldıkları ücret ise sadece hayatta kalmalarına yetiyordu. Kadın ve çocukların çalışma koşulları ise daha da ağırdı. Kölece çalışma koşullarından onların payına düşen daha fazla, ücret ise hep daha azdı. On binlerce işçi fabrikaların çevresindeki ilkel barakalarda kalıyor, yaşamlarını sağlıksız koşullarda tüketiyorlardı. İşçilerin ortalama yaşam süresi 40 yıl kadardı.
İşçiler bu “yaşam” koşullarına karşı örgütlenmeye başlıyorlar. Önce yardımlaşma sandıkları ve dayanışma örgütleri oluşturuyorlar. Bunlar sonradan sendikal örgütlenmelere dönüşüyor. İlk olarak 1856 yılında Avusturalya’lı işçiler başlatıyorlar mücadeleyi. 8 saatlik işgünü istiyorlar. 1866 yılında Uluslararası İşçiler Birliği (I. Enternasyonal) tüm dünya işçilerine dayanışma ve 8 saatlik işgünü için mücadele çağrısı yapıyor.
1881 yılında 500 bin işçiyi temsilen örgütlü Meslek ve Meslek Birlikleri Federasyonu 8 saatlik işgünü mücadelesini başlatıyor. İşçiler 8 saat uykuya, 8 saat çalışmaya, 8 saat de sosyal faaliyete zaman ayırmak istiyorlar.
1886 yılında ABD’de 1 Mayıs’ta 350 bin işçi greve çıkıyor. Bunun 40 bini Şikago’dadır.
28 Nisan l886′dan itibaren, Chicago’da Milwaukee’de olaylar başlar. Gösterilerin kapsamından dehşete düşen burjuvazi, eylemci işçilere ateş açtırırır ve sekiz işçi öldürülür.
Patronların tepkisi olayları daha da tahrik edecek niteliktedir. McCormick tarım fabrikalarının patronları bin 400 işçiyi sokağa atarak yerlerine grev kırıcı işçileri yerleştirirler.
Grevciler, 3 Mayıs günü, “sarı” olarak nitelendirdikleri işçileri protesto etmek için fabrika çıkışında toplanırlar. Polis oradadır. Çatışma başlar. Polis kurşunlarıyla altı işçi ölür, elli kadarı yaralanır. Oysa işçiler oraya sadece protesto için ve çoğu çocuklarıyla birlikte gelmiştir.
15 bin kadar olduğu tahmin edilen işçi topluluğu, önderlerinin konuşmalarını dinledikten sonra dağılmak üzereyken “beklenmedik” bir durum ortaya çıkar. Polislerin arasına ansızın düşen bir bomba, sekiz kişinin ölümüne ve altmış kişinin yaralanmasına neden olur. Bunun üzerine polis kalabalık üzerine yoğun ateş açar. Bu katliamın kesin bilançosu hala meçhuldür. Ayrıca bombayı kimin attığı da bir türlü tespit edilemez. Ancak o dönem ki işçi dalgasının ezilmesi gerektiği düşünülürse bunun burjuvazinin provokasyonu olduğunu anlamak zor değildir.
Burjuvazi ve hükümeti, bu olayları işçi liderlerini tutuklatma yolunda değerlendirir. Tutuklananlardan sekizi hakkında dava açılır. Bu liderlerden biri olan Parsons, önce cezaevinden kaçar. Ama duruşma günü mahkemeye gelerek “Emeğin hakkı, ezilenlerin özgürlüğü ve yazgılarının düzeltilmesi davası için idam sehpasına çıkmaya da hazır olduğunu” açıklar.
Bombayı kimin attığına dair kesin bir delil bulunamamış olmasına rağmen, yargılanan işçi önderlerinden yedisi ölüm cezasına ve sekizi ömür boyu hapse mahkum edildiler.
Tutuklananlardan Louis Lingg duruşmadan sonra hücresine götürüldü ve bayıltılıncaya kadar dövüldü, ardından ağzında dinamit patlatılarak katledildi. Sondra da intihar ettiği yalanı söylendi. Ölüm cezasına mahkum edilenlerden dördü (Parsons, Spies, Fisher ve Engel), 11 Kasım 1887′de idam edildiler. İdam edilenlerden Spies idam sehpasında “Öyle bir zaman gelecek ki bizim suskunluğumuz sizin bugün ipe çektiğiniz seslerden daha güçlü olacaktır” diyordu.
Albert PERSONS isimli işçi, özür dileme şartıyla affedileceğinin söylenmesi üzerine, mahkeme heyetinin karşısında tarihe geçecek sözlerini söyledi: “Bütün dünya biliyor suçsuz olduğumu. Eğer asılırsam cani olduğumdan değil, emekçi olduğumdan asılacağım.”
İşçi önderlerinin cenaze törenine yüz binlerce insan katıldı. ABD'de yaşanan bu olaylar uluslararası işçi örgütlerini harekete geçirdi. II. Enternasyonal 1889'da Paris'te düzenlediği kongrede, Amerikan işçilerinin mücadelesini desteklemek amacıyla dünya çapında gösteriler düzenledi. 1890'dan başlamak üzere 1 Mayıs'ı da,“Uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü” olarak kabul etti ve 131. yıldan bu yana dünyanın dört bir kıtasın da, işçi ve emekçiler 1 Mayısı isyan günü olarak yaşattı ve yaşamaya devam ediyorlar 
 Yaşasın 1 Mayıs..!
Long Live 1 May..!

ABD de Freedom House(Özgürlük Evi ): Türkiye'de basın özgürlüğünde 163.Sırada .!

Amerika Merkezli insan hakları kuruluşu Freedom House (Özgürlük Evi) 2017 yılı Basın özgürlükleri raporunu açıkladı. Raporda 199 ülke, basın özgürlüklerinin durumu açısından 0 (en iyi) ve 100 (en kötü) olmak üzere derecelendirildi. Buna göre Türkiye, 76 puanla dünyada 163’üncü, Avrupa’da ise 42’nci ve son sırada yer aldı.
Rapora göre; 2012-2016 yılları arasında notu 20 puan düşerek bu tarih aralığında basın özgürlükleri en fazla gerileyen ülke Türkiye oldu.
Dünya sıralamasında 199 ülke arasında 163. sırada yer alan Türkiye 2017'de Angola, Myanmaz, Çad ve Zimbabve gibi ülkelerinde gerisinde kaldı.
TÜRKİYE ‘ÖZGÜR OLMAYAN’ KATEGORİSİNDE
Raporda ülkeler ayrıca, basın özgürlüklerinde “özgür”, “kısmen özgür” ve “özgür olmayan” kategorilerine göre sınıflandırılırken, Türkiye “özgür olmayan” kategorisine dahil edildi. Bunun yanında Türkiye, 2012-2016 yılları arasında notu 20 puan düşerek bu tarih aralığında basın özgürlükleri en fazla gerileyen ülke oldu. Türkiye 2016 yılında da 5 puan daha düşerek, Burundi, Nauru ve Belize ile birlikte, 6 puan düşen Polonya’dan sonra en çok not kaybeden ülke oldu.
Raporda, Türkiye’nin notunun düşürülmesine gerekçe olarak, 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında çok sayıda baskıcı tedbirin hayata geçirilmesi gösterildi. Sansürün artması, eleştirel ve bağımsız medya kurumlarının kapatılması, gazetecilerin lisanslarının toplu iptal edilmesi, gazetecilere karşı keyfi gözaltı ve şiddet vakalarındaki keskin artış örnek verildi.
‘ZATEN VAHİM OLAN DURUM DAHA DA KÖTÜ HALE GELDİ’
Özgürlük Evi’nin raporunda Türkiye ile ilgili şu yorum yapıldı:
“Türkiye’de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a karşı girişilen 15 Temmuz darbe girişimi, bağımsız, eleştirel medya açısından zaten vahim olan durumu daha da kötü hale getirdi. Başarısız darbe girişiminden sonra ilan edilen OHAL altında çok sayıda medya kurumu kapatıldı, binlerce gazeteci ve medya mensubu işlerini kaybetti ve daha birçoğuna ülkeden çıkış yasağı getirildi.
Gazetecileri Koruma Komitesi’ne göre (CPJ), Türkiye Aralık 2016 itibariyle en az 81 gazeteciyi hapiste tutuyor ve bu, dünyadaki en yüksek rakam. Hükümet ayrıca interneti de baskı altında tutarken, darbe girişimi sırasında sosyal medyaya kısıtlamalar getirdi ve eleştirel görülen web sitelerinin engellenmesi ya da kapatılması talimatı verdi.”
EN ÖZGÜR NORVEÇ, EN KÖTÜ KUZEY KORE
Rapora göre basının en özgür olduğu ülke Norveç, en kötü olduğu ülke ise Kuzey Kore.
Listede ilk baştaki ülkeler sırasıyla Norveç (8 puan), Hollanda, İsveç (11’er puan), Belçika, Danimarka, Finlandiya (12’şer puan), Lüksemburg (14 puan) ve Andorra, İzlanda ve Liechtenstein (15’er puan) olarak sıralanıyor.


Gülmen ve Özakça'nın açlık grevinde risk artıyor..!

Açlık grevlerinin 52’inci gününde ‘ciddi risk’ dönemine giren ihraç edilen eğitim çalışanları Nuriye Gülmen ve Semih Özakça için SES (Sağlık ve Sosyal hizmet Emekçileri Sendikası) Ankara Şubesi’nde basın açıklaması yapıldı.
Ankara Tabip Odası, Türkiye İnsan Hakları Vakfı, Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası Ankara Şube ve Çağdaş Hukukçular Derneği’nin çağrısı ile yapılan basın toplantısında açlık grevindeki eğitimcilerin sağlık durumuna ve girilen kritik evrede karşı karşıya bulundukları sağlık sorunları ve fiziksel hasar riskine ilişkin bilgi verildi.
‘HEPSİ VİCDANIMIZI TEMSİL EDİYOR’
Yüksel Caddesinde eylem yapan kamu çalışanlarına atıfta bulunarak ‘Hepsi vicdanımızı temsil ediyor’ diyen Türkiye İnsan Hakları Vakfı Genel Sekreteri Dr. Metin Bakkalcı toplantıda şunları aktardı:
“Bu arkadaşlarımızdan iki tanesi açlık grevi yapıyor. Bilindiği gibi 51’inci gün açlık grevinde içinde bulunan koşullara bağlı olarak ciddi risk içerir. Biz sağlıkçılar olarak önce yaşam diye yol gösteririz. Aslolan onurlu yaşamdır. Bu arkadaşlarımız da onurlu yaşam için telaş gösteren bir haykırışta bulunan arkadaşlarımızdır.”


Dini bütün Hulusi’den insanlık için büyük adım!

Gençliğinde dinci örgütlenme içinde yer aldığını gösteren fotoğrafları tüm medyaya yayılan Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar, Balyoz kumpasının öne çıkan isimlerinden emekli Kurmay Albay Ali Türkşen’e dava açtı. Dava gerekçesi, “hakaret”!..
Hakaret suçunun işlendiği öne sürülen “suç unsuru”, Ali Türkşen tarafından kaleme alınan ve OdaTV‘de yayınlanan “Şimdi üzülüyor musun Hulusi?” başlıklı yazı.
Yazıdan ilgili bölümü yayınlıyoruz:
“Sevgili Hulusi. Senin için ‘Su uyur, Hulusi Akar,’ diyorlardı. Bu sefer akmak kısmet olmadı da sen de mi uyudun Hulusi. Hani bizler cezaevindeyken 3. Kolordu Komutanıydın da ara ara bizi ziyarete gelirdin. Tek derdin FETÖ’cü çete tarafından iftirayla hapse attırılan teğmenlerinin sabah sakal tıraşlarını düzenli olmalarıydı da bize ne de güzel tavsiyeler verirdin engin tecrübenle Hulusi: ‘Arkadaşlar hapiste ÜBD döngüsüne girmeyin. Nedir ÜBD döngüsü? Üzülmeyin-Büzülmeyin-Düzülmeyin. Üzülürseniz büzülür, büzülürseniz düzülürsünüz. Sonra ne olur? Yine üzülürsünüz.’
Dibindeki emir subayın tarafından esir alınmak, emrindeki komutan müsvettelerinin halkımın üzerine ateş etmelerine engel olamamak nasıl bir duygu, şimdi sen de üzülüyor musun Hulusi? Aman sakın üzülme. Biliyorsun, üzülürsen, büzülür, büzülürsen …, Hulusi. Sen milletin saçı-sakalıyla uğraşıp, arkadaşların hapse girdiği için önün açıldığında, bir gün bunların başına geleceğini hiç düşünmüş müydün Hulusi? İster dava et ister sen de orduevlerine sokma, Allah senin de gani gani belanı versin Hulusi. Utanmadan bir de darbeyi o gün haber aldığınızı ve gerekli emirleri verdiğinizi söylüyorsun. Sende hiç ar haya kalmadı mı, bari kabahatini açık etme, vatandaşına kurşun sıkan hain senin emrini mi dinler Hulusi?”
Aynı yazıda eski Genelkurmay Başkanlarından Necdet Özel’e de hitap eden bir bölüm yer alıyor…
redaktif

AKP KHplarla tasfiye ye Devam ediyor: İki yeni KHK yayınlandı, Onlarca Öğretim üyesi İşten atıldı..!

OHAL kapsamında bugün yeni iki Kanun Hükmünde Kararname (KHK) yayınlandı.
Resmi Gazete'de yayımlanan 689 nolu KHK ile 14 dernek, 1 gazete, 1 dergi, 18 vakıf, 13 özel sağlık kuruluşu kapatıldı. Bunlar arasında Ankara'da Fabrika Kolektif Üretim Merkezi ile Yürüyüş Dergisi ve Van İpekyolu Haber Gazetesi de bulunuyor.
Aynı KHK ile kamudan toplam 3 bin 974 kişi ihraç edildi. İhraçlarda birinci sırayı 1127 kişi ile Adalet Bakanlığı ve bağlı kuruluşlar aldı. Danıştay ve Yargıtay'da toplam 22 kişi ihraç edilirken, HSYK'dan da 6 kişi ihraç edildi.
Hileli seçim sonuçlarını onaylayan YSK'dan ise 6 ihraç var. Orduda da yine ihraçlar yaşandı. Kara, deniz ve hava kuvvetleri ile jandarmadan toplam 1122 kişi ihraç edildi.
YÖK'de de ihraçlar sürdü. 484 akademisyen ile 98 idari personel ihraç edildi.
Milli Eğitim Bakanlığı'nda da 29 kişi ihraç edildi.
Aynı KHK ile 236 kişi işine iade edilirken, bunlardan 18'i akademisyen.
690 sayılı KHK'yla ise çeşitli alanlarda değişiklikler yapıldı. Bunlar arasında "yargı, milli savunma, iç güvenlik, sosyal güvenlik" gibi alanlar da var. Yine evlilik programları da KHK'ya girdi.

Cumartesi Anneleri: Cezasızlık son bulsun..!

Cumartesi Anneleri, kayıpların akıbetini sormak ve faillerin yargılanması talebiyle 631'inci kez Galatasaray Meydanı’nda bir araya geldi. Eylemde “Failler belli kayıplar nerede” pankartı açıldı, kayıpların fotoğrafları taşındı. Eyleme CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, Emek Partisi Genel Başkanı Selma Gürkan, ÖDP Başkanlar Kurulu üyesi Alper Taş, Halkevleri Genel Başkanı Oya Ersoy, DİSK Genel Başkanı Kani Beko, KESK Eş Başkanı Lami Özkan, TTB Merkez Konsey Başkanı Raşit Tükel, kayıp yakınları ve çok sayıda yurttaş katıldı. Bu haftaki eylemde 23 yıl önce gözaltında kaybedilen Ahmet Bulmuş'un akıbeti soruldu.
'ADALET ÜLKEYİ YÖNETENLERİN ELİNDE'
Eylemde ilk sözü gözaltında kaybedilen Kenan Bilgin'in kardeşi İrfan Bilgin aldı. Bilgin, çocuklarını kaybedenlerin yargılanması talebiyle yıllardır mücadele ettiklerini belirterek, ''Aynı acılar bir daha yaşanmasın diye buradayız. Ama bu ülkede adalet kalmamış. Hükümet, 'büyük adalet sarayı' yaptık diyor. Ben saraylara bakmam, içindeki adalete bakarım. Bu ülkede adaleti tecelli edenler siyasi erkler tarafından belirlenmiştir. Bu noktadan sonra adalet adına birşey beklemiyorum. Ülkeyi yönetenlerin elinde adalet'' dedi. Türkiye tarihinin katliamlarla dolu olduğuna değinen Bilgin şunları söyledi: ''Geçen hafta Ermeni katliamında hayatını kaybedenleri andık. Bu hafta ise 1 Mayıs 1977'de öldürülen emekçi kardeşlerimiz anıyoruz. Suruç, Ankara katliamı yaşandı. Bu ülke adaleti sağlamayamamıştır. Adalet bir türlü tecelli etmiyor.''
'BİZ BU ÇİFTE STANDARTI TANIMIYORUZ'
Cemil Kırbayır'ın kardeşi Mikail Kırbayır yaklaşık çeyrek asırdır Galatasaray Meydanı'nda oturduklarını söyleyerek, '''Bizi burda oturtmak zorunda bırakan şu ellerimizdeki hiç yaşlanmayan fotoğraflardır. Bu fotoğraflar devletin elinde keyfi olarak katledilen kardeşlerimizin fotoğrafı. Onların faillerinin bulunması için burda oturuyoruz. 1 Mayıs 1977'de de bu coğrafyada iyiyi, doğruyu, güzel olanı anlatmak için Taksim'de buluşan emekçilerin katledilmesinin 40'ıncı yılı. Gönül isterdi ki 1 Mayıs'ı Taksim'de kutlayalım. Hükümet güvenliği bahane ederek izin vermedi. Hükümet, 335 gün boyunca gece gündür Taksim'in her alanı insanlarla doluyken güvenliği nasıl sağladın. İstediğin kişilere güvenlik sağlıyorsun. Güvenliği sağlayamıyorsan işin ne? Biz bu çifte standartlar içinde buradayız'' diye konuştu. Kırbayır, son olarak 1 Mayıs'ta katledilen emekçileri andı.
'BULMUŞ AİLESİNİN ADALET MÜCADELESİ BİZİM DE MÜCADELEMİZ'

Cumartesi anneleri adına basın açıklamasını Meryem Göktepe okudu. "Ahmet Bulmuş dosyasındaki 23 yılık cezasızlık son bulsun" diyen Göktepe, "631. haftamızda 23 yıldır yargı ve siyaset işbirliğiyle üzeri kapatılmak istenen bir cezasızlık dosyasını kamuoyu ile paylaşıyoruz. Fatım Bulmuş ve çocuklarının ‘Bir mezarımız olsun, bize bu acıları yaşatanlar yargılansın’ diyenlerin seslerini Galatasaray’dan yükseltiyoruz" dedi. Göktepe, "48 yaşındaki Ahmet Bulmuş 1994 yılının Nisan ayında bozuk radyosunu tamirciye götürmek için evinden ayrıldı. Yolda arkadaşı B.G’ye rastladı. Arkadaşının tanıdığı bir tamirciye doğru birlikte yürüdüler. Mardin Caddesi üzerinde bulunan tamirci dükkânına 4-5 metre kala, bölgedeki insanlar için devlet şiddetinin simgesi olan Beyaz Toros marka bir araç yanlarında durdu. Aracın içinden inen silahlı ve telsizli üç kişi Ahmet Bulmuş ve B.G’ye kimliklerini sordu. Kimlik kontrolü sonrasında B.G.’nin kimliği iade edildi. Ahmet Bulmuş ise araca bindirildi. Araç hızla Dörtyol istikametine doğru gitti. Olaya tamirci B.E. de tanık oldu" diye konuştu. Son olarak Göktepe şunları söyledi: "1996 yılının Ocak ayında Silopi Sinan Lokantası’nın bahçesindeki kuyuda 6-7 kişiye ait olduğu düşünülen kalıntılara ulaşıldı. Kuyudan çıkartılan çuvalın içinde kafası olmayan bir beden de bulunuyordu. Bedenin üzerindeki giysiler sağlamdı. Olay yerinde bulunan Fatım Bulmuş bu giysilerden bedenin eşine ait olduğunu teşhis etti. Ancak yoğun korku ortamında resmi bir başvuru yapamadı. Silopi Belediyesi bulunan kalıntıları yer bilgisini açıklamadan toplu olarak Silopi kimsesizler mezarlığına gömdü. 9 - 14 Mart 2009 tarihleri arasında Silopi'deki BOTAŞ tesislerinde iki kuyuda yapılan kazılarda biri kafatası olmak üzere 17 kemik parçasına ulaşıldı. Bunun üzerine Vedat Bulmuş bulunan kafatasının babasına ait olabileceği düşüncesiyle Cizre Cumhuriyet Savcılığına başvuru yaptı. 24.03.2009 tarihinde Vedat Bulmuş Cizre Cumhuriyet Başsavcılığının yürüttüğü soruşturma (2009/430) kapsamında savcıya ifade verdi. İfadesinde Cemal Temizöz’ün babasının kaybından sorumlu olduğunu belirterek olayı anlattı. Aradan 8 yıl geçmesine rağmen maddi gerçeği açığa çıkartacak ve ceza adaletini sağlayacak adli bir süreç işletilmedi, bilinen failleri korundu. Bulmuş ailesinin adalet mücadelesi bizim de mücadelemizdir."

1 Mayıs 1977'de Hayatını Kaybeden 41 Kişi..!


1 Mayıs 1977’de Taksim Meydanı’ndaki kutlamalarda yaşanan katliamın üzerinden 40 yıl geçti.
1 Mayıs 1977’de hayatını kaybedenler her yıl farklı gruplar tarafından Kazancı Yokuşu’nda anılıyor. Ancak kaç kişinin hayatını kaybettiği, hayatını kaybedenlerin isimleri konusunda farklılıklar oluyor.
40. yılda 1 Mayıs 1977’de hayatını kaybedenlerin hayat hikayelerine ulaşmaya çalıştık. DİSK Basın Yayın ve Halkla İlişkiler Dairesi Müdürü Fahrettin Engin Erdoğan’ın Savcılık iddianamesi ve DİSK’in listesini karşılaştırması sonucu ortaya çıkardığı 41 kişilik listeden hareket ettik.
Ulaşabildiğimiz bilgilerle hayatını kaybedenlerin hikayelerine yer veriyoruz. Hikayelerin tamamlanması için desteklerinizi bekliyoruz.
Ahmet Gözükara
34 yaşındaydı. Sultanahmet Ticaret Lisesi’nde öğretmendi. Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği (TÖB-DER) üyesiydi.
Aleksandros Konteas
57 yaşındaydı. İşçiydi.
Ali Sidal
18 yaşındaydı. İşçiydi.
Ali Yeşilgül
Bilgiye ulaşamadık.
Bayram Çıtak
1940 yılında Sivas’ın Şarkışla ilçesi Emlek Hüyük Köyünde doğumlu. Ankara Mamak Derbent İlkokulu’nda öğretmendi. Üç çocuğu vardı. TÖB-DER’li arkadaşlarıyla İstanbul’a gelmişti.
Bayram Eyi
Erzurum doğumluydu. İnşaat ustasıydı. 50 yaşındaydı. Beş çocuğu vardı.
Bayram Sürücü
İşçiydi.
Diran Nigiz
35 yaşındaydı. Bekçiydi.
Ercüment Gürkut
1951 doğumluydu. 1962 yılında Galatasaray Lisesi’ne başladı. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi son sınıf öğrencisiyken 1 Mayıs 1977’de hayatını kaybetti.
Garabet Akyan
İşçiydi.
Hacer İpek Saman
1953 doğumluydu. Öğrenciydi. Halkın Birliği üyesiydi.
Hamdi Toka
35 yaşındaydı. Seyyar satıcıydı.
Hasan Yıldırım
31 yaşındaydı. İşçiydi.
Hatice Altun
21 yaşındaydı.
Hikmet Özkürkçü
39 yaşındaydı. Karamürsel 4 Temmuz İlkokulu’nda öğretmendi. Karamürsel TÖB-DER Başkanıydı.
Oğlu Bülent Özkürkçü 2010'da bianet'ten Burçin Belge'ye verdiği demeçte şöyle diyordu:
"Babam 18 yaşından itibaren hep emekçilerin hakları için mücadele etmiş. Öldüğünde 38 yaşındaydı. Geride dört çocuğunu bıraktı. Hepimiz, böyle bir babanın çocuğu olmaktan onur duyarak büyüdük. 1 Mayıs'ta ablam ve kardeşimle birlikte Taksim'de olacağız."
Hüseyin Kırkın
26 yaşındaydı. Uzel işçisiydi.
Jale Yeşilnil
17 yaşındaydı. Aryamehr Lisesi 3. sınıf öğrencisiydi. Devrimci Liseliler üyesiydi. Arkadaşı Zeki Coşkun, 2010'da Birgün'den Zeynep Kuray'a verdiği röportajda Jale Yeşilnil'i şöyle anlatıyordu:
"Çok narin, tutkulu bir insandı. Karıncayı bile incitmekten korkardı. Çok yardımseverdi. Örneğin fen dersleriyle hiç aram yoktu ve okul başladığından beri hiçbir derse katılmamıştım. O yüzden sınava bir gün kala çok paniklemiştim. Bu halimi gören Jale, beni 2 gün boyunca çalıştırmıştı ve bir dönem hiç girmediğim dersi bana 2 günde verdirmişti. Edebiyata çok büyük ilgisi vardı. İnsani, politik, düzenle alakalı her şeyle ilgilenirdi. Küçücük bir haksızlığa bile tahammülü yoktu."
Kadir Balcı
35 yaşındaydı. Tezgahtardı
Kadriye Duman ( Kıymet Kocamış)
25 yaşındaydı. Hemşireydi.
Kahraman Alsancak
29 yaşındaydı. Uzel işçisiydi.
Kenan Çatak
31 yaşındaydı. Kabataş Ticaret Lisesi’nde öğretmendi.
Leyla Altıparmak
19 yaşındaydı. Hemşireydi.
Mahmut Atilla Özbelen
1 Mayıs 1951’de Ankara’da doğdu. Yıldırım Beyazıt Sanat Enstütüsü’nden mezun oldu. 1972 yılında Milli Eğitim Bakanlığı Ders Aletleri Yapım Merkezi Elektrik bölümüne işçi olarak girdi. DİSK-Türkiye Maden-İş Sendikası üyesiydi. İşyeri işçi temsilciliğine ve lokal başkanlığına seçildi. 1 Mayıs’ta Devrimci Yol pankartı ardından yürüyordu.
Mehmet Ali (Mustafa) Elmas
33 yaşındaydı. Öğretmendi.
Mehmet Ali Genç
60 yaşındaydı. Gece bekçisiydi.
Mehmet Ali Kol 
Bilgiye ulaşamadık.
Meral Cebren (Özkol)
42 yaşındaydı. Hastabakıcıydı.
Mürtezim Ortulu
Bilgiye ulaşamadık.
Mustafa Ertan
Öğrenci
Nazan Ünaldı
19 yaşındaydı. Yabancı diller yüksekokulunda öğrenciydi.
Nazmi Arı
26 yaşındaydı. Polis memuruydu. Bir çocuğu vardı.
Niyazi Darı
24 yaşındaydı. Alanyalıydı. Gazi Üniversitesi Beden Eğitimi Öğretmenliği'nde okuyordu. Aynı zamanda fabrikada çalışıyordu.
Ömer Narman
31 yaşındaydı. Bakırköy Sultan Murat İlkokulu’nda öğretmendi.
Özcan Gürkan
Bilgiye ulaşamadık.
Ramazan Sarı
Bilgiye ulaşamadık.
Rasim Elmas
41 yaşındaydı. Beyoğlu’ndaki bir film şirketinin stüdyolarının elektrik makina aksanıyla ilgileniyordu. Kızı Gönül Kement 2014'te BBC Türkçe'den Rengin Arslan'a verdiği röportajda Rasim Elmas'ı şöyle anlatıyordu:
"Babam 41 yaşındaydı. Film stüdyolarının elektrik makina teknisyeniydi. Hayatına 16 yaşında Beyoğlu’nda sinemalarda çalışarak başlamıştı. Hayatı film oldu gerçekten.”
Sibel Açıkalın
18 yaşındaydı. İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi 1. sınıf öğrencisiydi. İstanbul Yüksek Öğrenci Derneği üyesiydi.
Tevfik Beysoy
Bilgiye ulaşamadık.
Yücel Elbistanlı
Bilgiye ulaşamadık.
Ziya Baki
29 yaşındaydı. Uzel işçisiydi.
Kimliği belirsiz 35 yaşında bir erkek
(BK) Bianet


İsrail'in IŞİD ve El Kaide aşkı!

IŞİD İsrail aşkı ile ilgili görsel sonucu
Siyasal İslamcılara sorsan her taşın altında Siyonist ve İsrail parmağı ararlar. Söylemde her biri işgale karşı Hanzala’dır!
Ne var ki Suriye krizi İslamcılığın manifestosunu tarumar etti. Gazze’ye vururken “Kahrolsun İsrail”; Şam’ı vururken “Çok yaşa İsrail” nidaları.
1970’lerde silahlı kalkışmaya başladığında Müslüman Kardeşler’in arkasını sıvazlayan tayfadan haberi olanlar için Suriyeli muhaliflerin şimdi nükseden İsrail aşkı pek şaşırtıcı gelmez. Ama bizim diyarda nedense madalyon hep tek yüzlüdür! İkiyüzlülük genel geçer akçe olsa da!
İsrail için terörist örgüt Hizbullah’tır, İslami Cihat’tır ya da Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’dir. IŞİD ve Nusra Cephesi sakıncalıdır ama dost muamelesi görür! Çünkü asıl düşmanının başına beladır. Cihatçıları minnettar eden bu durum sorgulanmaz. Aynı çelişki cihatçı tehdidini tattığı halde Avrupa’da daha da katmerli; buralarda da kimse “İsrail IŞİD ya da El Kaide’yi mi destekliyor” sorusunu ağzına alamaz. İsrail’in bu tehlikeli örgütlerle Golan Tepeleri’nde çevirdiği dümenler BM raporlarına girse bile kimsenin kaşı kalkmaz. Yakın geçmişin malum korkunç günahları yüzünden kimse o topa girmez…
***
İsrail son olarak 27 Nisan’da Şam Uluslararası Havaalanı yakınlarında bir tesisi vurdu. Reuters, İran’ın uçakla gönderdiği silahların hedef alındığını bildirirken Şam’daki kaynaklar askeri bir tesisin vurulduğunu ancak hedef alınan bölgede Hizbullah karargâhının bulunmadığını kaydetti. İsrail İstihbarat Bakanı İsrael Katz “Suriye’deki olay, İsrail’in İran’ın Suriye üzerinden Hizbullah’a gelişmiş silah göndermesini önlemeye yönelik politikasına uygun” diyerek saldırıyı teyit etti.
Geçen ay da İsrail, Palmira’da Tiyas Hava Üssü yakınlarında bir ordu mevzisini vurmuştu. Gerekçe aynıydı: “Hizbullah’a giden İran silahları.”
Palmira’da vurulan askeri noktanın Golan’la ne alakası var? Suriye yönetimine göre ise saldırı Palmira’da sıkışan IŞİD’e verilen destekti.
İsrail daha önce Şam civarında gerçekleştirdiği saldırıları da “İran ya da Suriye’nin Hizbullah’a gönderdiği silahları hedef alıyorum” diyerek haklı çıkarmaya çalışmıştı. Uluslararası sirklerde birçok tarafın gözü kapalı kabul ettiği bir ‘savaş diplomasisi’.
Benyamin Netanyahu hükümeti bu türden bir saldırgan politikayı “İran ve Hizbullah Golan’dan İsrail’e karşı yeni bir cephe açmaya çalışıyor” iddiasına dayandırıyor. Ancak Suriye’deki mevcut güç ve cephe dağılımı bu iddiayı haklı çıkaracak gibi değil. Suriye’de ölüm kalım savaşı verilirken bir de İsrail’e cephe açmak pek akıl kârı değil.
Peki, savaş Suriye-İran ekseni lehine biterse (İsrail’e göre sayıları 20-25 bini bulan) İran destekli unsurlar Golan’ı özgürleştirme hedefine yönelir mi? Elbette kafa yormaya değer bir soru ama şu aşamada ‘İsrail’e cephe açma iddiası’ sadece Tel Aviv’in El Kaide ve IŞİD’in işini kolaylaştıran operasyonlarını örtme çabasından öteye geçemez. Ayrıca Suriye’de İran unsurlarının kalıcı olması konusunda hem yönetim hem de halk arasında kayda değer rezervlerin olduğunu hatırlatalım. Aynı rezervler, İsrail’le ilişkilerini başka bir şeye feda etmeyen Rusya için söz konusu değil. Rusya’nın sahada İran ve Hizbullah’la kurduğu ortaklıkla ilgili İsrail’e verdiği güvenceler de son derece önemli.
***
‘Hedef’ ilişiğinde Hizbullah olsa da saldırılar Lübnan değil Suriye’de gerçekleşiyor. İsrail, Hizbullah’ı parmakla gösterse de bu saldırılarla esasen Suriye’deki savaşta kendi tarafına doğrudan ya da dolaylı olarak katkı sunmuş oluyor.
“İsrail’in kendi tarafı”ndan neyi kast ettiğime gelirsek… Ben geçen ocakta Kuneytra’ya gittiğimde İsrail’in işgal altındaki Golan Tepeleri’nde Nusra Cephesi ve diğer silahlı örgütlere nasıl yardım ettiğine bazı tanıklıklar dinledim. İsrail-Nusra ilişkisi ne bölge insanı için sır ne de BM Ateşkesi Gözlem Gücü (UNDOF) için. UNDOF, İsrail’in sınır hattında silahlı gruplarla ilişkilerini 2014’te BM Güvenlik Konseyi’ne rapor etmişti.
2015’te dönemin İsrail Savunma Bakanı Moşe Ya’alon, Tel Aviv’de bakanlık binasında diplomasi muhabirleriyle sohbet ederken Suriye yönetimine karşı savaşanlara verdikleri desteği şöyle dile getirmişti:
“İki koşulla onları desteklemekteyiz: Sınıra fazla yaklaşmayın ve Dürzilere dokunmayın.”
Bu itiraftan sonra Ya’alon, 22 Nisan 2017’de Kanal 10 televizyonuna verdiği demeçte bu kez İsrail’in IŞİD ile temasına dair bir ifşaata imza attı:
“Suriye’de çok sayıda taraf var: Rejim, İran, Ruslar ve hatta El Kaide ve IŞİD. Bu şartlar altında bir yandan çıkarlarınızı koruyacağınız, diğer yandan müdahil olmayacağınız sorumlu ve dengeli bir politika geliştirmelisiniz. Çünkü İsrail bir taraf adına müdahale ederse bu diğer tarafın çıkarlarına hizmet eder. Bu yüzden İsrail olarak kırmızı çizgilerimizi ilan ettik. Her kim egemenlik hakkımızı ihlal ederse tüm ağırlığıyla bütün gücümüzü anında hissedecektir. Çoğu zaman ateş rejimin kontrolü altındaki bölgelerden geliyor. Ancak IŞİD’in bulunduğu noktalardan saldırı yapıldığında IŞİD hemen İsrail’den özür diledi.”
İsrail medyası “Bizim niye haberimiz yok” diye şaşakaldı. Demek ki IŞİD özrünü iletecek kadar İsrail’le iletişim kanalına sahip.
***
İsrail’in çok fazla kendini ele vermek istemeyen dahlini, Donald Trump’ın güvenli bölgeler oluşturma planlarında da aramak lazım. Tampon ya da güvenli bölge denilince akla hemen Türkiye’nin üzerinde durduğu Azez-El Bab ve İdlib cepheleri akla geliyor. Ancak Amman’da Batılı istihbarat servislerinin kontrolündeki Operasyon Odası’nın pişirmeye çalıştığı plan Dera odaklı. Son zamanlarda Nusra liderliğindeki Tahriru’ş Şam ve müttefiklerinin Dera’da artan saldırıları ile kurtarılmış bölge planları arasında bir bağ olmalı. Suudi finansörlüğünde Doğu Avrupa’dan Suriye’ye silah sevkiyatının arttığına dair haberler de bu planlarla ilgili bulmacayı tamamlıyor. Dera’da bu plan yürüyecekse İsrail de bunun lojistik ve istihbarat ayağında yer alıyor demektir.
İsrail’in cihatçı gruplarla iştigal etmedeki motivasyonunu anlamak için kafa patlatmaya gerek yok. Moşe Ya’alon 19 Ocak 2016’da Tel Aviv’de düzenlenen Ulusal Güvenlik Etüdleri Konferansı’nda “İran karşısında IŞİD’i tercih ederim” demişti. Bunu derken hala Savunma Bakanlığı koltuğundaydı.
İsrail Askeri İstihbarat Şefi Tümgeneral Herzi Halevi de tam altı ay sonra 19 Haziran 2016’da Herzliya Konferansı’nda IŞİD’i neden tercih ettiklerini söylemekten çekinmemişti:
“İsrail, Suriye’deki durumun IŞİD’in yenilgisiyle sona ermesini istemiyor. Süper güçlerin bölgeden çekilerek İsrail’i Hizbullah ve İran’ın karşısında yalnız bırakması İsrail’i güç bir duruma sokar. Kendimizi böyle bir pozisyonun içinde bulmamak için elimizden geleni yapmak zorundayız.”
Suriye’deki kanlı sürecin başından beri İsrail’in çıkarlarıyla ilgisi var. Sahte Hanzalalar bunu görmese de hakikat budur. Doğu’da bu gerçeğe parmak basmak sizi İrancı ve Esadçı yapar, maazallah!
IŞİD korkusunun ulusal politikaları tayin eder hale geldiği Batı’da da kalkıp “İsrail El Kaide ve IŞİD’i destekliyor” demeniz ‘antisemitist’ diye damgalanmanıza yeter. Batılı istihbarat servislerinin Amman Operasyon Odası üzerinden radikallerle çevirdikleri oyunları hatırlatmanız da sizi kurtarmaz!
İsrail’i yönetenlerin itiraf etmekten çekinmediğini söylemenin bile cesaret gerektirdiği bir dünya; ne denli dürüst ne denli insancılsın!
Fehim Taştekin
Gazete Duvar

28 Nisan 2017 Cuma

OHAL'de en çok polis intihar etti

OHAL'de en çok polis intihar etti'FETÖ' üyeliği suçlaması nedeniyle açığa alınan, mahkeme süreçleriyle haklarını aramalarının önüne geçilen 35 kişi intihar etti. Böylece OHAL'in kimi zaman hukuk tanımayan düzenlemelerinin toplumda yarattığı travmanın boyutları da ortaya çıkmış oldu.
CHP Genel Başkan Yardımcısı Veli Ağbaba tarafından hazırlanan rapora göre, intiharların bir bölümü evde, bir bölümü cezaevinde ya da kişilerin çalıştığı kurumlarda gerçekleştti.
İntihar edenlerin büyük bölümünü en çok görevden almaların yaşandığı meslek grupları oluşturuyor. Buna göre, polisler 17 intiharla ilk sırada. Ardından asker, öğretmen ve gardiyanlar geliyor.
Cumhuriyet gazetesinden İklim Öngel'in haberine göre, FETÖ üyeliği kapsamında ihraç edilen veya tutuklanan vatandaşlardan ve yakınlarından, tespit edilebilen 35 kişi intihar etti. Bu intihar vakalarının 13’ü evde, 7’si cezaevinde, 1’i nezarethanede, 1’i yurtta, 8’i çalıştığı kurumda, 5’i dışarıda gerçekleşti. İntihar edenlerden 17’si polis, 4’ü asker, 4’ü öğretmen, 2’si infaz koruma memuru, 1’i rehberlik uzmanı, 1’i kaymakam, 1’i cami imamı, 1’i savcı, 1’i mühendis, 1’i öğrenci, 1’i doktor ve 1’i diş hekimi. İntihar vakalarından bazıları rapora şöyle yansıdı:
LİSTEDE EN ÇOK POLİS VAR
Öğretmen Ergülü Yıldız: 47 yaşındaki Eğitim-Bir-Sen üyesi Yıldız, müdür yardımcılığı yaparken FETÖ üyeliğinden açığa alındı, ardından da gözaltına alınıp adli kontrol şartı ile serbest bırakıldı. Öğretmenler Günü’nde, evinde kendini astı.
Öğretmen Mehmet Karadoğan: Afyon’da görev yaptığı dönemde arkadaşları ile ortak kullandığı internet hattı üzerinden FETÖ ile bağlantılı yasaklı bir siteye girdiği gerekçesi ile açığa alındı. Ağabeyini ziyarete giderken arabasında av tüfeğini çenesinin altına dayayarak intihar etti. Karadoğan’ın cebinden ailesine yazılmış “Beni affedin, doğru olan yol buydu” yazılı bir kâğıt bulundu.
Öğretmen Behçet Emdi: 15 Temmuz’un ardından hemşire eşi ile birlikte ihraç edildi. Gözaltına alınan Emdi, koğuş tuvaletinde kendini ayakkabı bağcığı ile astı.
Polis Muhammet Mertoğlu: 15 Temmuz’da Emniyet Müdürü olan Levent Mustafaoğlu, FETÖ üyesi olmayan polislere “Direnmeyeceksiniz, teslim olacaksınız” diyor ancak ifadelere göre Mertoğlu kabul etmiyor ve direniyor. Darbe girişimi başarısız olunca Mertoğlu, Emniyet Müdürü olarak atandı. Daha sonra Mustafaoğlu ile ilgili soruşturmada odası aranmak istenen Mertoğlu, “Benden de mi şüpheleniyorsunuz” diyerek tabancası ile kendini vurdu.
Polis Hakkı Topal: 2 çocuk babası Topal, açığa alındığını öğrenince aracıyla ormana giderek, kendini astı.
Polis Cahit Korkmaz: Olaydan yarım saat önce çay içtiği mesai arkadaşlarına “Namaz kılıyorum diye beni de FETÖ operasyonlarına dahil ederler mi, hapse atarlar mı, ailem perişan olur mu? ByLock dinlemelerine takılır mıyım, çok korkuyorum” demiş. Namaz kıldıktan sonra dinlenme odasında kalbine ateş ederek intihar etti. Bıraktığı notta, “Sizleri seviyorum, intiharımda sizlerin bir etkisi yok. Sadece korkum beni bu duruma getirdi” yazdığı belirtildi.
Polis Fatih Ezber: Açığa alınan Ezber, ocak ayında görevine iade edildi. Daha sonra Sürmene Emniyet Müdürü olarak atanan evli ve 2 çocuk babası Ezber, arkasında “Ailem ve yakınlarım sizi üzmek istemezdim, beni affedin” yazılı bir not bırakarak beylik tabancasıyla kendini vurdu. Polis Hasan Erkuş: Açığa alındığı duyurulan 9 bin 103 Emniyet teşkilatı mensubu arasında ismini gören TBMM Koruma Daire Başkanlığı’nda görevli polis memuru 23 yaşındaki Erkuş, evinde beylik tabancası ile intihar etti. İntihar etmeden önce yakınlarını aradığı ve sosyal medya hesabına “Ben vatan haini değilim. Vatanıma hiçbir zaman ihanet etmedim” diye yazdığı iddia edildi.
Yarbay Levent Önder: Siirt Valiliği’nden yapılan açıklamaya göre, 15 Temmuz darbe girişimine engel olamadığını düşünerek ve yaşananları hazmedemeyerek ruhsal çöküntü içerisine girdi. Gönüllü olarak savcılığa ifade de veren Önder, sabahın erken saatlerinde beylik tabancasıyla kendini vurdu.
Yarbay İsmail Çakmak: Tutuklandığında verdiği ifadede, alay komutanının toplumsal olay var diyerek Kartal Köprüsü’ne gönderdiğini, darbe girişimini burada öğrendiğini, ardından da birliğe kışlaya dön emri verdiğini belirtmiş. Silivri Cezaevi’nde merdiven boşluğunda kendini çarşafla asarak intihar etti.
Rehberlik Uzmanı Ali Derebaşı: Müdür olan, evli ve 3 çocuk babası Derebaşı’nın eşi FETÖ soruşturması kapsamında açığa alındı. Yeni eğitim yılının ilk günü anaokuluna giden Derebaşı, müdür yardımcısının odasında kendini astı.
Kaymakam Necmi Akman: 17 Temmuz günü görevden alındı. 20 Temmuz günü konutunu koruyan polis memurunun belindeki tabancayı ani bir hareket ile alarak kafasına ateş edip intihar etti. Ailesine yazdığı 6 sayfalık mektupta FETÖ ile ilgisinin olmadığını anlatan Akman’ın, yazdığı notta ailesine kara leke bulaştırmayı kabullenemediği ifade edildi.
Cami İmamı Hasan Taştan: Hakkâri’de öğretmen olan oğlu FETÖ üyeliği suçlaması ile tutuklanınca, cami cemaatiyle yatsı namazını kıldıktan sonra lojmanına gitti, evin kapısına kendini astı.
Mühendis Burak Açıkalın: MİT’in 20 bin kişilik FETÖ listesini örgüte sızdırdığı ve “Fuat Avni” isimli Twitter kullanıcısına bilgi aktaran isimlerden biri olduğu iddia edildi. Tutuklandıktan sonra cezaevinde intihar etti.
Polis Hasan Hüseyin Can: Açığa alındı, daha sonra gözaltına alınıp adli kontrol şartı ile serbest bırakıldı. Ailesi evde yokken tabancası ile intihar etti. Doktor Orhan Çetin: Açığa alındı. Bunalıma giren Çetin, çalıştığı hastanenin 10. katından atlayarak intihar etti.
Doktor Mustafa Sadık Akdağ: Gözaltına alındı, sorgunun ardından serbest bırakıldı. Olayın etkisinden kurtulamayan Akdağ, Trabzon’da kaldığı evde tabancayla başına ateş ederek intihar etti. Akdağ arkasında, “Ölümümden kimse sorumlu değildir. Bana bir suç atıldı. Bu suçu bana atanları Allah’a havale ediyorum” yazan bir not bıraktı.
Öğrenci Kamil İsmail Aydın: Babasının FETÖ operasyonları kapsamında tutuklanması üzerine bunalıma girerek intihar etti. Kamil İsmail Aydın’ın babası olan, İnönü Üniversitesi Tıbbi Pataloji Bölüm Başkanı iken kapatılan Bank Asya’da hesabı bulunduğu gerekçesi ile tutuklanan Prof. Dr. Nasuhi Engin Aydın uzun süreden bu yana cezaevinde bulunuyordu.