31 Ocak 2009 Cumartesi

Fransada emekçinin tepki ve öfkesi sokağa taştı

Fransa 29 Ocak Perşembe günü, bu ülkenin işçi ve emekçi hareketi bakımından tarihi günlerinden birini daha yaşadı. Fransa çapında 2.5 milyon emekçi sokaklara çıktı. Paris’te 300 bin, Marsilya’da 300 bin, Toulouse’da 90 bin, Bordeaux’da 80 bin, Grenoble’de 60 bin kişi olmak üzere, büyük kalabalıklar meydanları doldurdu.
Slogan tekti : “Krizin faturasını biz ödemek istemiyoruz, onu çıkaranlar ödesin”. Talepler çok çeşitliydi : “İş, ücret, sosyal güvenlik, kamu hizmeti…”
Fransa gibi hareketli bir ülke açısından nispeten uzun sayılabilecek bir dönem boyunca önemli bir grev hareketi yaşanmayınca, Sarkozy ve hükümeti, işi küstahlık boyutuna vardırmışlardı. “Fransa artık evcilleşti, grev olsa kimsenin haberi olmuyor!” diye açıktan demeç vermeye başlamıştı Devlet Başkanı. Hükümet ise bu fırsattan faydalanarak, reform adını verdikleri saldırı programını hızla uygulamaya girişmişti.
Eylül ayından itibaren Avrupa ve dünya çapında patlak veren kriz ve sonuçları, emekçiler arasında büyük bir öfkenin birikmesine sebep oldu. Her işçi ve emekçi, ekonomik gelişmenin yönü ne olursa olsun, her halükarda kaybedenin kendisi olduğunu çok açık bir şekilde hissetmeye başladı. Nispi bir refah dönemi yaşansa da milyarları servetine katanlar kapitalistler oluyor. Kriz dönemi yaşansa da yine aynı durum yaşanıyor. Tekellerin kârlarında ufak bir azalma olsa, hemen devlet imdada yetişerek, emekçilerden topladığı vergileri onların kasalarına aktarıyor.
Her halükarda kaybeden emekçi oluyor
En altta kalan yoksullara bu kriz ortamında yardım etmek için 200 avro parayı bulamayan hükümet, bankaları kurtarmak için birkaç gün içerisinde 400 milyar avro bulduğu gibi, “daha fazlası lazımsa, onu da bulmaya hazır olduğunu” deklare ediyor. Tasarruf yapmak lazım diye, bütçede eğitime, sağlığa, sosyal giderlere ayrılan pay önemli ölçüde düşürülüyor. Krizi gerekçe yapan çok sayıda kapitalist, işçi atarak, kısa çalışmaya başvurarak, ücretleri düşürerek veya dondurarak, işletmelerini başka yerlere taşıyarak fırsattan istifade etme peşindeler. Hükümet ise bunu, „Fransız işletmelerin kriz karşısında sağlamlığı” diye övüyor, üstelik bunlara devlet kasasından teşvik dağıtıyor.
Ve bütün bunlar yoksulların, işçi ve emekçi insanların gözü önünde, televizyonlarda tartışılarak oluyor. Bu ise, doğal olarak büyük bir öfkenin birikmesine sebep oldu.
Tüm büyük konfederasyonlar, belirli bir aradan sonra yeniden ortak bir çağrı yayınlayarak genel eylem ve grev çağrısı yaptılar. Dev kitlesel yürüyüşlerin yanı sıra önemli oranda iş durdurma ve grev hareketi de yaşandı. Greve katılım demiryollarında yüzde 41, Telecom’da yüzde 35, Posta’da yüzde 40, okullarda yüzde 65, devlet dairelerinde yüzde 40 ile 45 arası, Paris şehir içi ulaşımda yüzde 48 düzeyinde oldu. Özel sektörde başta otomotiv olmak üzere metal işçilerinin önemli bir kısmı iş bırakarak yürüyüş kortejlerindeki yerlerini aldılar.
Öte yandan FKP’den PCOF’a kadar sol partiler, hareketle dayanışma içerisinde olduklarını ortak bir deklarasyonla ilan ettiler ve yürüyüşlere kitlesel bir katılım gösterdiler.
Sosyalist Parti bile, muhalefet rolünü oynamak, mecliste ve sokakta emekçilerle birlikte olduğunu ilan etmek zorunda kaldı. Samimiyetlerinden kuşku duyulsa bile, bu tutumun emekçiler nezdinde olumlu karşılandığını kaydetmek gerekir.
Peki, şimdi ne olacak?
Uzun yıllardan beri sermaye ve hükümetle işbirliği çizgisine çekilmiş olan sendika yönetimleri eğer, 29 Ocak eylemini, tabandaki bu öfkeyi biraz boşaltmak üzere tertiplemişlerse (ki buna dair belirtiler çokça var), bu hareketin şimdilik somut sonuçlara yol açmasını beklememek gerekir. Hareketin bir güne sıkıştırılması ve devamında ne yapılacağının belirsiz olması, Sarkozy’nin “tamam, şubat ayında sizleri kabul ederim ve görüşürüz” anlamına gelen açıklamasının hemen kabul görmesi, bu yöndeki şüpheleri arttırıyor. Ancak hükümetin “reformları” aynı iştahla yapamayacağına ve her bir adımı atarken iki kez düşünmek zorunda kalacağına kesin gözüyle bakılabilir.
Peki toplumun tümünde ve işçi tabanında, gençlik kitleleri içerisinde gözlemlenen öfke ve mücadele isteği bu şekilde yatıştırılabilir mi? Bu biraz zor görünüyor. Kamuoyu araştırmalarına göre halkın yüzde yetmişinden fazlası, bir miktar mağdur da olmasına rağmen, bu hareketi destekliyor. Milyonlarca emekçi sokağa çıkıyor. Gençlik zaten bir süreden beri kaynıyordu ve şimdi somut eylem hazırlıkları yapıyor. Geçen günlerde 40 üniversiteden 300 dolayında delegenin katıldığı bir toplantıda, üniversitelerde genel eyleme girişilmesi yönünde kararlar alındı. Pazartesi gününden itibaren eylemlerin başlaması bekleniyor.
Bu büyük hareketin bir „öfke boşaltma” operasyonuna dönüşmemesi için, değişik kesimlerdeki hareketin tek bir kanala doğru akıtılması, ortak ve somut birkaç talep etrafında örgütlenmesi ve sonuç alınıncaya kadar sürecek türden eylemlerin organize edilmesi, emekçi açısından tek çıkış yolu olarak görünüyor. Fransa’nın bugünkü koşullarında bunun imkanı var ve 29 Ocak’ta ortaya konan bu ilk büyük çaplı tepki, böyle bir yola girebilir.

Genelkurmay ‘milli menfaat’ mesajı verdi

Genelkurmay Başkanlığı İletişim Daire Başkanı Tuğgeneral Metin Gürak, Türkiye’nin tüm ülkelerle yürüttüğü ikili askeri ilişkilerde “milli menfaatler” doğrultusunda hareket etmenin esas olduğunu savundu.
Genelkurmay Başkanlığı İletişim Daire Başkanı Tuğgeneral Metin Gürak, Türkiye’nin tüm ülkelerle yürüttüğü ikili askeri ilişkilerde “milli menfaatler” doğrultusunda hareket etmenin esas olduğunu savundu.
Genelkurmay Karargahı’nda haftalık basın bilgilendirme toplantısında açıklamalarda bulunan Tuğgeneral Gürak’a İsrail ile ilişkiler de soruldu. Gürak, “Türkiye’nin tüm ülkelerle yürüttüğü ikili askeri ilişkilerde milli menfaatler doğrultusunda hareket etmek esastır” dedi.
Ergenekon soruşturması kapsamında ele geçirilen silahlarla ilgili TSK bünyesinde yürütülen soruşturma ve silah sayımına ilişkin soruyu yanıtlayan Gürak, konuya ilişkin soruşturmanın devam ettiğini belirtti. Tuğgeneral Gürak, “Heron” insansız hava araçlarının Türkiye’ye teslimine ilişkin bir soruyu ise “Heron’larla ilgili olarak Sayın Milli Savunma Bakanımızca bir açıklama yapıldı. Gerekli açıklama yapılmıştır. Projede herhangi bir sorun yok” dedi.
Tiyatro sanatçısı Atilla Olgaç’ın açıklamaları ile ilgili soru üzerine Gürak, Bakırköy’de Cumhuriyet Savcılığınca soruşturma yapıldığını anımsatarak, kendilerinin de konuyu detaylı olarak incelediklerini söyledi. (HABER MERKEZİ)

Lastik-İş Sendikası’nda neler oluyor?

Önce Brisa’dan sonra Pirelli’den işçi atıldı. Bu fabrikalarda örgütlü Lastik-İş Sendikası yöneticileri ise “Rakamın artmasını önledik” diyerek işten atmalara onay verdi. Ancak her iki fabrikada da atılan işçilerin sendika yönetimine muhalif kesimlerden seçildiğinin ortaya çıkması “Lastik-İş Sendikası’nda neler oluyor?” sorusunu beraberinde getirdi.
Lastik-iş Sendikası’nda sanıldığının aksine demokratik bir işleyişin olmadığını belirten Pirelli işçileri, Haziran ayında 5 işyeri temsilcisi ve 1 amatör şube yöneticisinin atılmasının ardından mücadeleci işçilere dönük baskıların arttığını ifade ettiler. Lastik-iş Sendikası yöneticilerinin dönem dönem üyelere dönük fiili saldırılarda da bulunduğunu aktaran işçiler bu saldırılar sonucu 4 işçiye darp edildiğini dile getirdiler.
Pirelli işçisi Ali Ayten, fabrikada iş kartını bastığı zaman işten atıldığını öğrenmiş. “Ben 13 senedir bu fabrikada çalışıyorum. Bir gün olsun devamsızlığım olmadı. Atılan 30 arkadaşımızın hiçbirine de amirleri verimsiz diyemez” diyen Ayten, işten atılmalarının tek nedeninin sendika yöneticilerine karşı gösterdikleri dik duruş olduğunu söyledi. Ayten, sendikacıların kendilerine yakın kişileri koruma altına aldığını diğerlerini ise ellerinin tersiyle ittiklerini anlattı.
Lastik-İş yöneticilerinin, işçilerin çıkarları doğrultusunda bir araya gelmesine tahammül edemediğini vurgulayan 15 yıllık Pirelli işçisi Turgut Bilsim “Sendikacıların korkusu insanlar bir araya gelirlerse oradan bir güç doğacak, o koltuklarda o kadar rahat oturamayacaklar. Bunun ilk örneğini temsilciler işten atıldığında gördük. Pirelli tarihinde ilk kez farklı siyasi görüşlerden temsilciler bir araya gelmişti. MHP’lisi, sağcısı, solcusu birlikte davranabiliyordu. Asıl korkulan ve tahammül edilemeyen bu” diye konuştu.
İşçilere bayram dayağı
Temsilcilerin işten atılmasının ardından mücadeleci işçilere dönük baskıların da artığını anlatan 22 yıllık Pirelli işçisi Fikret Dal, kendisinin işten atılmasının nedeninin de Lastik-İş Genel Başkanı Abdullah Karacan’la yaşadığı tartışma olduğunu söyledi. Dal yaşadıklarını şöyle anlattı: “Temsilsi arkadaşların işten atılmasından sonra Abdullah Karacan’la bir tartışmamız oldu. Üzerime yürüdü, bana vurmaya kalktı. Biz atılan eski temsilcilere destek verdiğimiz için bunları yaşadık. Arkadaşlarımız atıldıktan sonra bizi de diskalifiye etmeye çalıştılar” dedi. Karacan’ın kendisine ağza alınmayacak küfürler de ettiğini belirten Dal sadece kendisinin değil 4 işçinin daha sendika yöneticilerinin fiili saldırısına uğradığını ifade etti. Dal “Artık Pirelli’de işçilerin can güvenliği yoktur. Her iki bayramda da fabrikada işçi dövüldü. Hem işçi dövüyorlar hem de çikolata dağıtıyorlar. İşçilere bayram dayağı” diye konuştu.
Yine 22 yıllık Pirelli işçisi Cemal Kılıç da Lastik-İş yöneticilerinin uyguladığı şiddetten nasibini alan işçilerden biri. Kılıç da sendika genel sekreteri Nuri Serimer tarafından saldırıya maruz kalmış. Kılıç “Nuri Serimer beni temsilcilik odasına çağırıp yumruklamıştır. Ben haksızlığa tahammül eden biri olmadığım için, o işçiyi sattığı için bu saldırıya maruz kaldım” dedi.
Grev oylaması sonrası
15 yıllık işçi İdris Aslan da atılan işçilerin şube ya da genel merkez yöneticileri ile tartışan işçiler olduğuna dikkat çekerek “Ben kendim grev oylamasında şube yöneticisi Erol Erdem’le bizzat tartıştım. O tartışmadan sonra Goodyear’da adam atıldı. Şube Başkanı Hasan Hüseyin Çakar’ın şubede grev oylamasında bağıranların kaydının kameralarda olduğunu ve bunların gününü göreceğini söylediğine bizzat tanık oldum” diye konuştu. Yaşananları “dik duranların boynunu bükme operasyonu” olarak nitelendiren Aslan işyeri temsilcileri atıldıktan sonra bu duruma karşı çıktığı için yeni atanan temsilcilerin üzerine yürüdüğünü, kendisini darp etmeye kalktıklarını ifade etti.
Beni bu hale fabrika getirdi
İşten atılan işçiler sadece sendika yöneticileri ile tartışan, sendika yöneticilerine muhalif olan işçiler değil. Atılan işçilerden iki tanesi çok ciddi iş kazası geçiren ve istirahatlı iken işten atılan işçiler. Bu işçilerden Bayram Aydın 16 yıllık Pirelli işçisi. Çalışırken makinenin arıza yapması sonucu parmakları makine arasında kalan ve şans eseri parmakları kopmadan kurtulan Aydın işten atıldığını banka hesabına para yatırıldığını görerek öğrenmiş.
Yine iş kazası geçiren ve raporlu iken işten atılan Esen Tınaz 12 yıllık Pirelli işçisi. 2006 yılında iş kazası geçiren Tınaz’ın omiriliği iki yerden kırılmış. İki kez ameliyat olan Tınaz kullandığı ilaçlar nedeniyle safra kesesini de kaybetmiş. 26 aydır raporlu olan Tınaz doktorların kendisine işbaşı vermediğini anlatarak “Ben yarımım şu anda beni bu fabrika bu hale getirdi. Sonra da kapı önüne koydu” dedi. (Kocaeli/EVRENSEL)
‘Cevap verme gereği duymuyorum’

İşçilerin iddiaları ile ilgili görüşlerini aldığımız Lastik-iş Sendikası Kocaeli Şube Başkanı Hasan Hüseyin Çakar bu iddiaların gerçeği yansıtmadığını öne sürerek cevap verme gereği bile duymadığını söyledi. Çakar konuya ilişkin değerlendirmesinde şu görüşlere yer verdi: “Bunlarla ilgili konuşmaktan bıktık. Türkiye’de 200 bin işçi çıkarıldı. Hepsi mi sendikaya muhalifti. Her yerde işten atma var. Lastiğe gelince sendika attırdı. Atılan arkadaşlarımıza neden çıkarıldıklarını işverenin vereceği tebligattan öğrenecekler. Pirelli’de bir ay önce 80 kişilik liste vermiş işveren. Öyleyse ben neden uğraşayım bu rakamı indirmek için. Yani fabrikada 30 adam mı muhalifmiş. O kadar mıymış? Bu kadar adamdan ben neden korkayım. Arkadaşlarımız neye inanıyorlarsa inansınlar. Ben cevap verme gereği bile duymuyorum.”

750 Asil Çelik işçisi greve çıktı

Otomotiv ana ve yan sanayi ile makine sektörüne çelik üreten Asil Çelik Sanayi ve Ticaret A.Ş'de, işçiler halaylarla greve başladı.


Birleşik Metal-İş Sendikası Başkanı Adnan Serdaroğlu

Bursa'nın Orhangazi ilçesinde kurulu fabrika önünde toplanan işçiler adına konuşan Birleşik Metal-İş Sendikası Genel Başkanı Adnan Serdaroğlu, Asil Çelik'teki toplu iş sözleşmesi görüşmelerinin 8 Ağustos 2008 tarihinde başladığını, 19 Eylül 2008'de uyuşmazlıkla sonuçlandığını hatırlattı.

İşverenin, görüşmelerin başlangıcından bu yana sendikanın teklifine gösterdiği olumsuz yaklaşımın, arabulucu aşamasında ve grev kararının alınmasından sonra da sürdüğünü belirten Serdaroğlu, ücretlere "sıfır zam" önerisinde bulunan işverenin, yıllık belirlenen sosyal haklara da yüzde 3 ile 9 oranlarında artış teklif ettiğini kaydetti.

Ekonomik krizi gerekçe göstererek, işçileri açlığa ve sefalete sürüklemek isteyen sermaye çevrelerine, şimdi de Asil Çelik işvereninin eklendiğini ileri süren Serdaroğlu, şöyle konuştu: "Bir süredir işçilerin toplu sözleşmeden beklentilerini baskı altına almak amacıyla ücretsiz izin uygulaması yapan Asil Çelik işvereni, krizi bir bahane olarak kullanmakta ve bu gerekçeyle şimdi de işçilerin insanca yaşamak için ücret artışı taleplerine karşılık (sıfır zam) dayatmaktadır. Oysa Asil Çelik, Bursa Ticaret ve Sanayi Odasının, Bursa'daki 250 Büyük Firma Araştırmasına göre, makine metal sektörü içerisinde Bursa üçüncüsüdür. Daha düne kadar işçilerin sırtından, işçilerin çok yoğun çalışmasıyla yüksek oranlarda verimlilik ve büyük kar elde eden işveren, bugün kriz gerekçesiyle işçilerin en temel taleplerini görmezden geliyor. İşçilerin bu yoğun çalışmaları sayesinde her geçen gün büyüyen Asil Çelik işvereni, şimdi krizin faturasını işçilere, çalışanlara kesmeye çalışıyor."

Bu büyük kar oranlarının, 1400 santigrat derecede, adeta cehennem ateşinin karşısında, fedakarca çalışan Asil Çelik işçilerinin emekleriyle yaratıldığını ifade eden Serdaroğlu, ağır ve çok zor koşullarda, ölümle burun buruna gelme pahasına, gece gündüz çalışıp evlerine ekmek götürmeye çalışan işçilerin haklarına sahip çıkma kararlılığında olduklarını söyledi.

Asil Çelik işvereninin, işçilerin haklarına sahip çıkma kararlılıklarını 4 yıl öncesinden bildiğini anımsatan Serdaroğlu, o dönemde de benzer tutum içinde bulunan işverene karşı işçilerin 15 günlük bir grev gerçekleştirdiklerini kaydetti.

Asil Çelik işçilerinin, "Artık yeter" dediğini ifade eden Serdaroğlu, "Bıçak kemiğe dayandı, geri adım atacak yerimiz kalmadı. Haklarımızı gasp ettirmeyeceğiz. Birleşik Metal-İş Sendikası olarak, ekmeğimiz ve onurumuz için sonuna kadar mücadele edeceğiz" dedi.

Daha sonra, 750 işçi adına fabrikanın önüne "Bu iş yerinde grev var" pankartı asıldı.

Kaynak: Birleşik Metal-İş Sendikası

30 Ocak 2009 Cuma

Kriz üç ayda 251 bin kişiyi işsiz bıraktı

Küresel krizin istihdam üzerindeki etkisine ilişkin en kesin veri Sosyal Güvenlik Kurumundan (SGK) geldi. Krizin yoğun bir şekilde yaşanmaya başladığı ekim ayından sonra 110 bini kendi adına bağımsız çalışan ve 141 bini işçi olmak üzere 250 bin 824 kişi işini kaybetti. Üstelik işçilerle ilgili veriler sadece ekim-kasım aylarını gösteriyor. Kayıt dışı çalışırken işini kaybedenler bu rakamlara dahil değil.
SGK’nın yeni yayımladığı aralık ayı verilerine göre, kamu çalışanı, işçi ve kendi adına bağımsız çalışan olmak üzere, çalışmalarından dolayı zorunlu sigortalı olanların sayısı 2008 sonu itibarıyla 13.4 milyon kişi oldu. 2007 sonunda 13 milyon kişi olan bu rakam, yeni sosyal güvenlik yasasından daha az etkilenmek için geçici olarak sigorta yaptıranlarla birlikte haziran ayında 14.1 milyona kadar çıktı.
Geçici sigorta yaptıranların sistemden çıkmasıyla temmuz-ağustos-eylül döneminde ‘zorunlu sigortalı’ sayısı 13.6 milyon düzeyinde stabilize oldu. Buna göre, temmuzda 13 milyon 634 bin, eylülde 13 milyon 550 bin kişi olan zorunlu sigortalı sayısı krizin etkisinin yaşanmaya başladığı ekim ayında 13 milyon 503 bine, kasımda 13 milyon 474 bine, aralık ayında da 13 milyon 371 bin kişiye geriledi. Toplam zorunlu sigortalı sayısı söz konusu üç ay içerisinde 179 bin 719 kişi azaldı.
Fakat krizin kayıtlı istihdam üzerindeki gerçek etkisini görebilmek için hizmet akdiyle, yani işçi statüsünde çalışanlar ile kendi adına bağımsız çalışanlar (eski adıyla Bağ-Kur’lular) açısından ayrı ayrı değerlendirmek gerekiyor. İşçilerin sigorta bildirimleri bir ay geriden geldiği için hizmet akdiyle çalışanlara ilişkin olarak SGK’nın ekim bülteninde yeralan veriler gerçekte eylül ayındaki çalışanların sayısını gösteriyor.

Çocuk sigortalı patlaması
Yeni sosyal güvenlik yasasından etkilenmemek için ailelerin bir yaşındaki çocuklarını bile geçici olarak sigorta yaptırması yüzünden 9,7 milyona fırlayan işçi statüsündeki sigortalı sayısı daha sonra bu kişilerin sistemden çıkması dolasıyla haziran ayında 515,7 bin, temmuzda da 61 bin ağustosta da 10 bin kişi azaldı.
Eylülde normal seyrine çıkarak 9 milyon 164 bin kişiye ulaşan zorunlu sigortalı sayısı ekim ayında 43 bin 703 kişi azalarak 9 milyon 120 bine; kasım ayında ise 97 bin 113 kişi azalarak 9 milyon 23 bin kişiye geriledi. Böylece, kriz dolayısıyla ekim ve kasım ayında hizmet akdiyle çalışan toplam 140 bin 816 kişi işsiz kaldı.
Küçük esnaf da vuruldu
Krizin istihdam üzerindeki etkisini görme çabaları sırasında tüm dikkatler işçiler üzerinde yoğunlaşırken, SGK’nın verileri, kurdukları küçük işyerleriyle kendi kendilerine istihdam yaratan küçük esnaf cephesinde de büyük bir işsizlik sorunu yaşanmakta olduğunu ortaya koydu. SGK’nın verilerine göre, eylül ayında 1 milyon 994 bin kişi olan kendi adına bağımsız (eski adıyla Bağ-Kur’lu) çalışan zorunlu sigortalı sayısı daha krizin ilk ayında 97 bin 761 kişi azalarak 1 milyon 896 bin kişiye düştü. Kasım ayında 1.474 kişi artarak 1 milyon 897 bin kişide kalan bağımsız çalışmakta olan zorunlu sigortalı sayısı, aralık ayında ise 13 bin 711 kişi azalarak 1 milyon 884 bin kişiye geriledi. Böylece bağımsız çalışan zorunlu sigortalı sayısı üç ayda 110 bin 8 kişi azalmış oldu.
Bu gelişmeler sonucu, ekim-aralık arasında 110 bin bağımsız çalışan; ekim-kasım ayında da 140.8 bin işçi olmak üzere kriz dolayısıyla toplam 250 bin 824 kişi işsiz kaldı.
Türkiye’de 2002-2007 arasında 2 milyon 245 bin ile 2 milyon 35 bin kişi arasında değişen bağımsız çalışan statüsündeki sigortalı sayısı, son üç ay içerisindeki gelişmeler dolayısıyla ilk kez 2008 yılında 2 milyon sınırının altına düşerek 1 milyon 884 bin kişiye geriledi.
Bu rakamlar içinde kayıt dışı çalışırken işsiz kalan ya da işyerini kapatanlar ile çırak, isteğe bağlı sigortalı, avukat, noter gibi topluluk sigortası yaptıranlar dahil değil.

SGK 2008’i 25.9 milyar açıkla kapattı
Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) 2008’de 54.5 milyarı prim geliri, 12.7 milyarı ise diğer gelirler olmak üzere toplam 67.3 milyar lira gelir elde etti. Prim gelirlerinin 6 milyar 676 milyon lirası prim affından sağlandı. İlk defa 1 Ekim 2008’den sonra SGK’ya düzenli yapılmaya başlanan devlet katkısından 2008 kasım ve aralık aylarında SGK’ya 1.7 milyar lira aktarıldı.
Buna karşılık SGK’nın 2008 yılındaki toplam harcamaları 93.2 milyar lira oldu. Harcamaların 59.1 milyarı emekli aylığı ödemelerinde kullanılırken, sağlık harcamaları 25.3 milyar lira, diğer giderler de 8.7 milyar lira oldu. Sağlık harcamalarında bir önceki yıla göre artış yüzde 27’ye ulaştı. SGK’nın 2008’deki sağlık harcamaları 20 milyar lira oldu. Sağlık harcamalarının 10.7 milyarı ilaç harcamalarında, 14 milyarı tedavi harcamalarında, 720 milyonu da yolluk ve tedavi araç-gereçlerinde kullanıldı. 2007 yılında 25 milyar 40 milyon lira olan SGK’nın açığı ise 2008’de 25.9 milyar lira oldu.
Bütçeden 2008 yılında SGK’ya toplam 35 milyar lira transfer edildi. Ancak bu paranın SGK’nın açığına kullanılan bölümü 25.6 milyar lira olarak gerçekleşti.
Bütçe transferinin geri kalan 1.7 milyarı devlet katkısı, 5 milyarı emekli bürokrat, asker, yargı mensubu, milletvekili gibi kesimlere yapılan ilave ödemeler ile 65 yaş aylığı ve özürlü aylığı alanlara yapılan ödemeler karşılığı aktarıldı. Emeklilerin vergi iadesi karşılıkları için 2.6 milyar lira transfer edildi. 2009’da SGK’nın 84.4 milyar lira gelire (59.6 milyarı prim geliri) karşılık, 105.7 milyar lira harcama yapması, 21.4 milyar liralık açık vermesi ve bütçeden de 46.7 milyar liralık transfer yapılması öngörülüyor.

9.Dünya Sosyal Forumu Brezilya'da başladı: 150 bin kişi “başka bir dünya” için yürüdü

Neo-liberal küreselleşme politikasına karşı mücadele vermek için 2001 yılından beri düzenlenen Dünya Sosyal Forumlarının (WSF/DSF) dokuzuncusu Brezilya'nın Amazon Yağmur Ormanları Belem (Para) kentinde görkemli bir yürüyüşle başladı.

"Başka Bir Dünya Mümkün" sloganıyla Brezilya'nın Amazon Yağmur Ormanları Belem (Para) kentinde düzenlenen ve Latin Amerika kıtasındaki Kızılderili halklara adanan 9. Dünya Sosyal Forumu yürüyüşüne yaklaşık 150 bin kişi katıldı.

9. Dünya Sosyal Forumu Tertip Komitesi tarafından organize edilen yürüyüşe, Brezilya Komünist Partisi, Brezilya Eko-Sosyalist Ağı, Para Eyaleti Tarihsel Miras Enstitüsü, Para Kızılderili Halklar Forumu, COIAB, Amazon Basin Örgütü (COICA), Andean Kızılderili Koordinasyonu (CAOI), Amapa Eyaleti Siyahi Kadın Enstitüsü (IMENA), Para Eyaleti Afro Hareketi, Acre-Kaxinawa Kızılderi Konfederasyonu (Brezilya), Chiquitana Kızılderi Örgütü (Bolivya), Kürt Çalışma Ağı (Kurdish Network), Kolombiya Ulusal Kızılderili Halklar Örgütü (ONIC), Brezilya Feminist Hareketi, Küba Halklar ile Dayanışma Enstitüsü (ICAP), Duvar'ı Durdur Kampanyası (Filistin), Herriak Aske, Galiza Sempre Vakfı, CIEMEN, CAOI, Küba Devrim Savunma Komitesi, Centro Espirita Casa do Perdao, Intersindical Alternativa de Catalunya, Joseph Irla Vakfı vb. bir çok sivil toplum örgütü, Partiler, dernekler ve kurtuluş hareketleri katıldı.

Forum gündemi yoğun

Öte yandan bugün Universities Federal do Pará (UFPA-Federal Pará Üniversite) ve Federal Rural da Amazônia (UFRA-Federal Amazon Ünivesitesi'nde) 'İklim Değişikliği - Orman Tahribatı', 'Köle İşçiliği', 'Enerji Modelleri', 'Orman'daki Barajlara Karşı Mücadele', 'Ulusal ve Popüler Hükümdarlık - Otonomi ve Çok Uluslu Devletler', 'Hükümdarlık ve Gıda Güvenliği', 'Tarım Ticareti'ne Eleştiri', 'Sosyal Hareketlerin ve Halk İletişimin Kriminalize Edilmesi', 'Dünya Ekonomi Krizi ve Solculuk', 'Orman Koruması, Hidroelektrik Santral Gücü'nün Çarpışması ve Kızılderili Halkların Hakları' vb. çarpıcı başlıklar altında onlarca toplantı, seminer ve atölye çalışmaları düzenlenecek.

5680 hareket katılıyor

Bu arada dün 'Teatro Maria Sylvia Nunes (Estação das Docas)'da 9. Dünya Sosyal Forumu'yla ilgili bir basın toplantısı düzenlendi. Basın toplantısı'nda, DSF'yi izlemek ve katılmak için 150 ülkeden toplam 5680 hareketin, sivil toplum örgütün, sendikanın, hükümet dışı örgütlerin ve derneklerin katıldığı belirtildi.

Gündem Online / Latin Bilgi

AKP'nin patronlara yeni kıyağı; Kısa Çalışma Ödeneği

Hükümet, işçi ve işveren kesiminin temsil edildiği Üçlü Danışma Kurulu toplantısı dün Ankara’da yapıldı. Toplantıda kısa çalışma ödeneği ile ilgili teknik heyet oluşturulması kararlaştırıldı. Alınan bilgiye göre, çalışma ödeneğiyle ilgili olarak Üçlü Danışma Kurulu kapsamında oluşturulan teknik heyet, çalışmalarını uzlaşma ile tamamladı.

Kısa Çalışma Ödeneği’nin 3 aydan 6 aya çıkarılmasını kararlaştıran teknik heyet, ödeme miktarı konusunda da artışa gidilmesini uygun buldu. Halen brüt asgari ücretin yüzde 40-80’i oranındaki çalışma ödeneği miktarı yüzde 50 arttırılarak ödenecek. Yeni düzenlemenin en geç önümüzdeki hafta TBMM’ye gelerek yasalaşması bekleniyor.

Kısa Çalışma Ödeneğinden faydalanmak için şu ana kadar 518 şirket başvuru yaptı
Bilindiği gibi bir süredir patronlar krizi bahane ederek işsizlik fonunda biriken 38 milyar TL’nin kendilerine aktarılmasını istiyordu. AKP Hükümeti de Kısa Çalışma Ödeneği yoluyla şu ana kadar 30 şirkete fondan para aktarmaya başlamıştı. Şu ana kadar fondan faydalanmak üzere 518 şirketin başvuru yaptığı belirtiliyor.

İşsizlik Sigortası Fonu içinde düzenlenen ‘kısa çalışma ödeneği’, genel ekonomik kriz veya zorlayıcı nedenlerle işyerinde en az 4 hafta işin durması veya kısa çalışma hallerinde çalışanların maaşlarının İşsizlik Sigortası Fonu’ndan karşılanmasını öngörüyor.

İşsizlik Fonu Sigortası’ndan bir tek işçiler faydalanamıyor
İşçilerin fondan yararlanmaları içinde çeşitli şartlar getirildi. İşçinin fondan yararlanabilmesi için kendi kusuru olmadan işten atılmış olması gerekiyor. Bütün şartları yerine getiren işçiler ise fondan 180 ile 300 gün arası yararlanabiliyor. Bugüne kadar yaklaşık 38 milyar TL biriken fondan işçilere ödenen miktar ise yalnızca 2 milyar TL. Bugüne kadar toplam 59 bin 382 kişi işsizlik fonundan yaralanabilmek için başvuruda bulunmuş. Sadece eylül, ekim ve kasım ayında işsiz kalanların resmi rakamlara göre sayısı 458 bin kişi. Şu an Türkiye’deki işsiz sayısının yaklaşık 4 milyon 500 bin kişi olduğu tahmin ediliyor

Fon işçilerden kesilen paralardan oluştu
1911 yılında ilk olarak İngiltere’de uygulanmaya başlanan işsizlik fonu uygulaması Türkiye’de ancak 2000 yılından itibaren Ecevit Hükümetine dayatılan uyum programları kapsamında uygulanmaya başlandı. Fonun amacı, işsizlik sigortasına ilişkin kuralları ve uygulama esaslarını düzenlemek ve sigortalılara işsiz kalmaları halinde, bu kanunda öngörülen ödeme ve hizmetlerin yerine getirilmesini sağlamaktı. Fona her ay işçi ücretlerinden kesinti yapılır.

Sendika.Org

Fransa'da kriz nedeniyle genel grev Yapıldı

Fransa'da hem kamu hem de özel sektör çalışanlarının başlattığı bir günlük genel grev ulaşım, eğitim ve sağlık hizmetlerini geniş ölçüde kesintiye uğrattı.

Sekiz ayrı sendikanın çağrısıyla yapılan grev nedeniyle tren seferleri yapılamadı, Paris'teki ikinci büyük havaalanı olan Orly'deki seferlerin üçte biri iptal edildi.

Charles de Gaulle havaalanındaki uçuşlar ise gecikmeli olarak yapılabiliyor.

Grevden okullar, bankalar, hastaneler, postaneler ve mahkemeler de etkilendi.

Sendikalar, ekonomik koşulların bozulmasında krizi iyi yönetememekle suçladıkları hükümetin de payı bulunduğunu savunuyorlar.

Paris'teki BBC muhabiri Emma-Jane Kirby, greve büyük halk desteği bulunduğunu söylüyor.

BBC muhabirine göre, birçok kişi bankaların kurtarılması için milyarlarca euroluk kaynak ayrılırken, zor durumda olan sektörler ve işletmelerin fazla yardım görememesine öfkeli.

Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy geçen yaz, o günlerde Fransa'da bir grev olmasına rağmen kimsenin farkında bile olmadığını söyleyerek kendine övünç payı çıkarmıştı.

Çalışanların bugün düzenlenecek gösterilerde, Fransa'da gitgide kötüleşen ekonomik havayı ve çözüm üretme konusunda yetersiz kaldığını düşündükleri hükümeti protesto etmeleri bekleniyor.

Gelecek yıl işsizliğin yüzde 10'u bulması beklenirken Fransızlar, cumhurbaşkanlarından maliyetleri düşürmeyi hedefleyen reform programından vazgeçip ekonomiyi canlandırma konusuna daha fazla odaklanmasını istiyor.

Kaynak : BBC Türkçe

İBM emekçilerine Türk-İş desteği

Sendikalaşma mücadelesini sürdüren IBM Türk emekçilerinin başlattığı plaza eylemi 8. haftasını geride bıraktı. Bir kez daha Yapı Kredi Plaza önünde toplanan IBM çalışanlarına, Türk-İş’e bağlı sendikaların genel merkez ve şube yöneticileri destek verdi.
Her hafta olduğu gibi 12.00’den itibaren plaza önünde toplanan IBM çalışanları, “IBM’de sendikal haklara saygı istiyoruz” pankartı ve taleplerinin yazılı olduğu dövizler açtılar. Burada konuşan Türk-İş 1. Bölge Temsilcisi Büyükkucak, IBM’de yaşanan sıkıntıların birçok yerde yaşandığını ifade etti. “Beraber yürüdük biz bu yollarda” propagandası yapan hükümet yetkililerinin sıra sendikal haklara gelince maç seyreder gibi baktıklarını belirten Büyükkucak, IBM yetkilileri ve hükümeti sendikal haklara saygı duymaya davet etti.
Hava-İş Genel Başkanı Atilay Ayçin ise AKP iktidarının örgütlü topluma tahammülü olmadığını ifade etti. Yıllardır sözleşme imzaladıkları Teknik AŞ’de yetkilerine itiraz edildiğini ve çalışanlar üzerindeki baskıların arttığını hatırlatan Ayçin, “Ya bizdensin ya değilsin diyenlere boyun eğmeyeceğiz” diye konuştu.
IMB çalışanları adına açıklama yapan Tez Koop-İş 2 No’lu Şube Başkanı Rabia Özkaraca, IBM çalışanlarının mücadelesinin kararlılıkla devam edeceğini belirterek, ortak mücadeleyi yükseltme çağrısı yaptı.
Sloganlarla sona eren eylemde, cumartesi günü Davutpaşa’da meydana gelen ve 23 kişinin yaşamını yitirdiği patlamanın yıl dönümü nedeniyle yapılacak eyleme ve 15 Şubat’ta krize karşı yapılacak mitinge çağrı yapıldı.
Eyleme Tek Gıda-İş, Basın-İş, Tez Koop-İş genel merkez yöneticileri ile Türk-İş’e bağlı sendikaların İstanbul şube yöneticileri de katıldı.

Hak-İş ve TİSK istedi tazminat gündeme geldi

Hükümet, işçi ve işveren konfederasyonlarından oluşan Üçlü Danışma Kurulu kriz gündemiyle toplandı. Toplantıda kısa çalışma ödeneği ele alındı. Hak-İş ve TİSK, diğer toplantılarda kıdem tazminatının ele alınmasını isterken, hükümet de buna destek verdi.
Çalışma Bakanı Faruk Çelik’in başkanlık ettiği toplantıya, TİSK Yönetim Kurulu Başkanı Tuğrul Kudatgobilik, Türk-İş Genel Başkanı Mustafa Kumlu, DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi ve Hak-İş Genel Başkan Yardımcısı Mahmut Arslan katıldı.
Konfederasyonların kısa çalışma ödeneğiyle ilgili önerilerini geçen hafta aldıklarını belirten Çelik, önerileri Bakanlar Kurulu’nda değerlendirdiklerini ve ödeneğin süre ve miktarının iyileştirilmesi konusunda prensip kararı aldıklarını ifade etti.
Yaklaşık 3 saat süren toplantının ardından Bakan Çelik konfederasyon temsilcileriyle beraber bir açıklama yaptı. Toplantıda kısa çalışma ödeneğinden yararlanma şartlarının iyileştirilmesi konusunda toplantıda anlaşmaya varıldığını aktaran Çelik, konfederasyon ve Bakanlık temsilcilerinden oluşturulacak bir teknik heyetin kısa çalışma ödeneğinin hangi şartlarda, ne kadar sürede ve ne miktarda ödeneceğiyle ilgili çalışma yapacağını bildirdi. Heyetin çalışmalarını gün içinde bitirmesini beklediklerini belirten Çelik, bu çalışmanın ardından konfederasyon başkanlarıyla tekrar bir araya gelip çalışmaya son şeklini vereceklerini ifade etti. Çelik, konunun önümüzdeki hafta Meclis’te görüşülerek, karara vardırılmasını amaçladıklarını söyledi.
Kısa çalışma ödeneği dışındaki konuları önümüzdeki Çarşamba günü yapılacak toplantıda değerlendireceklerini bildiren Çelik, önümüzdeki Cuma günü de konfederasyon başkanlarıyla biraraya gelerek çalışma hayatına dair diğer konularda karara varmak istediklerini söyledi.
“Önümüzdeki haftaki toplantının gündeminde kıdem tazminatının olup olmayacağının” sorulması üzerine Çalışma Bakanı Çelik, TİSK ve Hak-İş’in görüşünde kıdem tazminatının gündeme alınmasıyla ilgili talepler bulunduğunu ama Türk-İş’in gündeminde böyle bir değerlendirmenin söz konusu olmadığını söyledi.
Bakanlık olarak herhangi bir konunun kendileri için “konuşulmaz”olmadığına işaret eden Faruk Çelik, “Biz bakanlık bünyesinde, diyalog ortamında her konuyu konuşmaya hazırız. Bugüne kadar birçok konuda da konuşarak mesafe aldık” dedi. (İŞÇİ SENDİKA SERVİSİ)

Yahudi yerleşimi sınır tanımıyor

Aleyhte mahkeme kararı olmasına rağmen yeni yerleşim alanı açmak için her ‘fırsatı’ değerlendiriyorlar
İsrail merkezli barış örgütü Peace Now, (Barış Şimdi) Batı Şeria’daki Yahudi yerleşim yerlerinin 2008 yılında bir öneki dönemlere göre daha hızlı çoğaldığını bildirdi.
Örgüt, “2008 yılında Batı Şeria’daki Yerleşim Çalışmaları” adıyla hazırladığı raporunda, 2008 yılında Batı Şeria’da 1518 yeni yerleşim biriminin inşa edildiğini kaydetti. Raporda, 2007 yılında inşa edilen yerleşim birimi sayısının 800 olduğuna ve 2008’deki artışın yüzde 60 oranında gerçekleştiğine dikkat çekildi.
Rapora göre 2008’de Batı Şeria’da inşa edilen yerleşim birimlerinden 261’i, yerleşim yerlerinin uç noktalarında veya kenar kesimlerinde inşa edildi. Rapora göre kenar mahallelerdekilerin hariç tutulduğu yeni yerleşim biriminin sayısı ise 1217. Bu rakamın 748’ini kalıcı yerleşim birimi, 509’unu ise karavanlar oluşturuyor. Bu rakamlar 2007’de sırasıyla 442 kalıcı yerleşim birimi, 368 karavan şeklindeydi.
Hükümet cesaretlendiriyor
Raporda ayrıca, Migron dahil hiçbir kenar mahallenin boşaltılmadığına dikkat çekildi. Raporda bu yerleşim yerlerinin, İsrail Yüksek Mahkemesi’nin aleyhteki kararına rağmen gerçekleştiği vurgulanırken, “Anlaşılan o ki İsrail hükümetinin, Yüksek Mahkeme’nin Migron’daki yerleşimcilerin boşaltılması ve bu kişilerin Adam yerleşim yerine taşınması kararına uyduğunu duyurması, yerleşimcileri Migron’da inşaat çalışmalarına başlamaları konusunda teşvik etmiş. Çünkü yerleşimcilerin taşınması yıllar alacak” denildi.
Gazze saldırısını fırsat bildiler
Raporda dikkat çekilen başka bir unsur ise İsrail’in 27 Aralık’tan başlayarak 22 gün boyunca sürdürdüğü Gazze saldırıları süresince yerleşimin devam etmiş olması. Kamuoyunun bütün dikkati savaşa yöneldiği sırada yerleşimcilerin bunu bir fırsat olarak değerlendirdiği belirtilen raporda, savaş süresince inşa edilen yeni yerleşim birimlerinin sayısını belirlemenin şu an için zor olduğu kaydedildi. Ancak yerleşim yerlerinin çevresindeki etki alanını genişletmek için yeni yollar açıldığının kesin olduğu aktarıldı.
Rapora göre 2008 yılında Doğu Kudüs’te yerleşim yeri inşa etmek için 1184 ihale açıldı. Bu rakamın 2007 yılında ise 793 olduğu belirtildi. 2007 yılındaki 793 ihalenin 46’sının 2007’nin 11 ayında, geri kalan 747’nin ise aralık ayı içerisinde açıldığı belirtildi. Bu artışın, Annapolis Zirvesi’nden hemen sonra gerçekleştiği vurgulandı.
Obama’nın temsilcisi Ortadoğu’da
ABD’nin yeni Ortadoğu temsilcisi George Mitchell, Ortadoğu gezisine başladı. Bölge turunun ilk ayağında Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek ile Kahire’deki görüşen Mitchell, İsrail ile Hamas arasındaki ateşkesin uzun süreli ve sağlam olmasının son derece önemli olduğunu belirtti.
Daha sonra İsrail’de Başbakan Ehud Olmert ve güvenlik yetkilileriyle görüşen Mitchell, Gazze’de uzun süreli ateşkesin Hamas’ın silah kaçakçılığına son vermesi ve İsrail’in bölgeye uyguladığı ablukayı kaldırmasıyla mümkün olacağını söyledi.
George Mitchell, bölge ve Avrupa'daki temaslarının ardından barış sürecinde yeni adımların ne olacağına ilişkin fikirlerini ABD Başkanı Barack Obama ve Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’a bildireceğini kaydetti.(DIŞ HABERLER)
İsrail, Gazze’deki tünelleri vurdu
İsrail, Mısır-Gazze sınırında erzak ve silah taşımakta kullanıldığı iddia edilen tünellere dün sabah iki hava saldırısı düzenledi. Yetkililer, ölü ya da yaralı olduğuna dair bir bilgi edinemediklerini bildirdiler.
Öte yandan İsrail buldozerleri, önceki gün 1 İsrail askerinin ölümüne, 3’ünün de ağır yaralanmasına neden olan patlamanın ardından, patlamanın olduğu Kisufim geçişi yakınlarında sınırdan içeriye girdiler. İsrail askerleri, Kisufim’daki patlamanın ardından bölgeyi top ateşine tutmuş, 1 Filistinli ölmüş, ayrıca buldozerler yine sınır içinde patlayıcı arama-tarama çalışması yapmışlardı. Ayrıca Han Yunus’ta da bir motosiklet, uçakların attığı füzeyle vurulmuş, 1 Filistinli daha yaşamını yitirmişti.
Görgü tanıkları, İsrail buldozerlerinin sınırdan içeriye girerek geçiş noktası çevresindeki alanda arazi düzenleme çalışması yaptıklarını söylediler.

29 Ocak 2009 Perşembe

Sinter Metal işçileri dayanışma gecesi yapıldı

Birleşik Metal-İş, Dudullu'da sendikalı oldukları için işten atılan Sinter Metal işçileri ile dayanışmayı büyütmek için dün akşam Ümraniye Salon Vals'te dayanışma gecesi düzenledi. Demokratik kurumların destek verdiği geceye düzen partilerinin milletvekillerinin katılımı protesto edildi.

Sinter Metal direnişi Dün akşam Ümraniye Salon Vals'te düzenlenen dayanışma gecesi ile daha da güçlendi. “Yaşasın örgütlü mücadelemiz” ve “İşimizi istiyoruz” yazılı pankartların asıldığı solanda yapılan etkinliğe, işçileri aileleri ile birlikte yaklaşık bin 500 kişi katıldı. İşçiler kendilerini yeni hatırlayan burjuva düzen partilerine tepki gösterdi. Etkinliğe DİSK genel merkez yöneticileri, KESK Genel Başkanı Sami Evren ile Genel-İş, Belediye-İş, Petrol-İş, Yapı Yol-Sen ve BES sendikaları, Elektrik Mühendisleri Odası ile ESP'nin de yer aldığı çok sayıda kurum katıldı. Birleşik Metal-İş'in örgütlü olduğu iş yerlerinden işçiler ve direnişteki Gürsaş işçileri de anlamlı gecede yer aldı.

Etkinlik, Sinter Metal işçilerinin 38 gündür kararlı şekilde sürdürdükleri direnişi konu alan sinevizyon gösterimi ile başladı. Etkinliğin açılış konuşmasını ise Birleşik Metal-İş Genel Başkanı Adnan Serdaroğlu yaptı, dayanışma etkinliğinde buluşan işçileri ve aileleri selamladı. Serdaroğlu, Sinter Metal'de yaşanan hukuksuzlara, yasaların göz göre göre çiğnenmesine dikkat çekti. Patronun çiğnemediği hiçbir yasanın kalmadığını belirtti. İşçilere dayatılan kölece çalışma koşullarına karşı sendika hakkına tahammül edilememesini teşhir etti.

Serdaroğlu, Sinter Metal patronunun ekonomik kriz bahanesinin yalan olduğunu söyledi. “Böyle durumlarda en az bir ay önce kitlesel işten atmalar yaşanacaksa patron tarafından tebliğ edilmesi gerekiyor” dedi. Serdaroğlu, mücadeleleri sonucu iş yerine gelen müfettişlerin patrona 140 milyon ceza kestiğini söyledi. “Kendi koydukları yasaları uygulamıyorlar. İşverenin yaptığı tüm hükümler hukuksuzdur” diye konuştu. Serdaroğlu yetkililere seslendi, yasaların çiğnenmesine engel olunmasını istedi. “O yasalar namusunuzdur. Namusunuza sahip çıkın” çağrısında bulundu. Başbakan Erdoğan'ın ekonomik krizi görmeyen açıklamalarına işaret eden Serdaroğlu, “Sen bu şekilde sermayedarların başbakanı olursun ancak” diye konutu. Konuşmasını “Türkiye işçi sınıfına selam” marşıyla bitirdi.

Serdaroğlu'nun konuşmasının ardından kürsüye çıkan burjuva düzen parti temsilcileri işçilerin tepkisi ile karşılaştı. DSP milletvekili Ayşe Jale Aybaş meclise soru önergesi verdiklerini söyledi. Partilerinin direnişlerden doğduğunu ileri sürdü, işçi haklarının görmezden gelinmesinde topu AKP'ye attı. CHP Milletvekili Çetin Soysal söz alınca ise işçiler, protesto başlattı. Soysal'ın sözleri işçilerin yuhalamaları ile kesildi. İşçiler sendikalı olma hakkının Anayasa'da yer aldığını söyleyen CHP milletvekiline 'bizi yeni mi hatırlıyorsunuz' diye tepki gösterdiler. Konuşmasına izin verilmeyen vekile, CHP'li Kadıköy belediyesinin işten attığı işçiler hatırlatıldı. Gerginliğin artması ve işçilerin slogan atmaya başlaması üzerine sendika yöneticileri müdahale etti. CHP temsilcileri salonu apar topar terk ettiler.
Etkinlik direnişteki Sinter ve Gürsaş işçilerinin konuşmalarıyla devam etti. İşçiler mücadelelerini anlattı, dayanışmanın önemine vurgu yaptı. İşçi sınıfının örgütlü gücüne işaret eden işçiler, direnişlerin işçi sınıfına örnek teşkil ettiğini vurguladı. Patronların mücadeleden korktuğunu ifade etti. İşçiler kazanana kadar mücadeleye devam edeceklerini dile getirdi.

Etkinlikte Ali Ekber Eren ve çeşitli sanatçıların sahne aldı, türkülerini işçilerle dayanışmak için seslendirdi. Etkinlik coşkulu halaylarla devam etti. Etkinlikte sık sık “İşgal grev direniş”, “İşçilerin birliği sermayeyi yenecek”, “Direne direne kazanacağız”, “Sinter Gürsaş kazanacak” sloganları atıldı ve işçileirn çoşkusyla gece sona erdi.

İNGİLTEREDE ÜNİVERSİTELER İŞGAL EDİLDİ

İngiltere devletinin Siyonist İsrail'e seyirci kalmasına karşı üniversite işgaline başlayan öğrencilerin eylemi ülkenin dört bir yanına yayıldı. Onun üzerinde okulda işgal eylemi başladı. Gençler, talepler kabul edilene kadar işgallerini bitirmeyeceğini ilan etti

İsrail devletinin resmi olarak kınanması, siyonizmi finanse eden şirketlerden mal alınmaması ve üniversitedeki fazla araç ve gereçlerin Gazze’deki okullara gönderilmesi gibi taleplerle başlayan üniversite işgalleri yayılıyor. İşgal eylemi Manchester, Bradford, Cambridge, Leeds, Oxford, Newcastle, Warwick, SOAS, London School of Economics, King's College London, Essex, Birmingham, Sussex üniversitelerinde sürüyor, BBC Glasgow kanal merkezi de işgal edildi.

Öğrenciler, Başbakan ve Gazze için yardım kampanyası klibini yayınlamayan ve İsrail yanlısı haber yapan BBC televizyonuna kınama mektupları gönderdi.
Gençler üniversite idaresinden taleplerinin yerine getirilmesini istediklerini belirtti. İşgalin ayni zamanda SOAS, Londra Ekonomi Üniversitesi, King’s College London, Birmingham ve Essex Üniversiteleri ile dayanışma içinde olduğunu belirtti.

KGÖ’lü gençlerinde buluşmada yaptıkları açıklamada “Üniversitedeki işgaliniz yeni bir umut olmuştur ve duvarlardaki resimlerle anlattığınız Filistin halkının savaştaki dramı üniversitede bulunan diğer öğrencileri vicdanları ile yüzleştirmiştir. Acının, öfkenin ve umutsuzluğun sebebi bizler değiliz, sebebi faşist siyonizmdir, barbar emperyalizm ve kapitalizmdir. İşgal eyleminizi selamlıyoruz, direnişinizde bir an bile sekteye uğramamanızı diliyoruz.” dediler.

Gençlerin üniversite yönetimine bildirdikleri talepleri ise söyle:

* Sussex Üniversitenin resmî olarak, İsrail’in Gazze halkına, hastanelerine, okullarına, camilerine ve Birleşmiş Milletler barış alanlarına saldırısını ve Gazze’ye girmek isteyen yardım kuruluşlarına sistematik bir şekilde engel olunmasını kınayan bir mektubu İsrail devlet yönetimine iletmesi.

* Sussex Üniversitenin doğrudan veya dolaylı olarak Israil’i finanse eden suç ortakları ile olan anlaşmalarını iptal etmesi ve bunları Öğrenci Sendikasının yıllık raporunda işaretlenmesi.

* İsrail’i finanse eden bu şirketlerin mallarının üniversiteye alınmaması.

* Tubas Al-Quds Acik Öğretim Üniversitesinden ve İsrail askerlerince bombalanan Gazze Üniversitesinden olan toplam 6 öğrenciye burs verilmesi.

* Üniversitede bulunan fazla araç ve gereçlerin (bilgisayar, kitap, vs.) Gazze’deki okullara gönderilmesi ve bütün posta masraflarının üniversite tarafından karşılanması.

* Bu işgalin içinde bulunan ve destekleyen öğrenciler ile ilgili hiç bir yasal, finansal veya akademik sorunların çıkartılmamasını ve Öğrenci Sendikasının işgal boyunca giriş çıkışlarına izin verilmesi.

17 bin kişi ve bir kedi

Tarih 3 Ekim 1993’tü. Saat sabahın üçüydü. Yer; Muş iline bağlı Altınova köyüydü… Serhad bölgesine özgü tipik bir sonbahar sabahıydı. Dışarıda sert ancak açık ve berrak bir hava vardı. Ortalık sakindi. Mekana ve zamana sessizlik egemendi. Köy halkı derin bir uyku içindeydi.

Ortalık sakindi ancak geceyle birlikte askeri bir birlik de köyü kuşatmış, etrafta sessizce mevzilenmişti. Saat üçü geçtiğinde askerlere harekat emri verildi. Askerler dört ayrı koldan gruplar halinde köye girdi. Kısa sürede de köyün bütün evlerini kuşatacak şekilde yeniden mevzilendi.

Kafalarına siyah bere takmış on kişilik bir timse önceden belirlenen bir eve yöneldi. Bu ev dokuz nüfuslu Öğür ailesinin eviydi. Ailenin bütün fertleri evdeydi. Evde olanlar; 50 yaşındaki baba Mehmet Nasır, hamile eşi 40 yaşındaki Ayşe, kızları 17 yaşındaki Sevim, 12 yaşındaki Sevda, 6 yaşında Aycan ile oğulları 7 yaşındaki Şakir, 4 yaşındaki Cihan, 3 yaşındaki Çınar ve bir yaşındaki Şirin’di. Hepsi de derin bir uyku içindeydi.

Yüzlerini bereyle kapatmış tim mensupları Öğür’lerin evine birbiri ardına yangın bombaları atmaya başladı. Kırılan camlardan içeri düşen bombalarla birlikte ortalığı alevler sardı. Hane halkı neye uğradığını şaşırdı. Alevlerin arasında kalmışlardı. Baba Nasır, hamile eşi Ayşe ve çocukları dehşet içinde yerlerinden fırladılar. Canlarını kurtarmak amacıyla dışarı kaçtılar.

Ancak dışarı çıkamadılar. Zira evin etrafında mevzilenmiş askerler dışarı çıkmaya çalışanlara kurşun yağdırmaktaydı. Verilen emir kesindi! Kimse dışarı çıkmayacak, hareket halindeki herkese ateş açılacaktı. Baba Nasır ile büyük kızı Sevim daha kapıya çıkamadan yaralanmışlardı. Evdekiler kurşun yağmuru yüzünden dışarı çıkamadılar. Köy kuşatıldığı, bütün evler sarıldığı ve yaylım ateşi devam etttiği için köyde kimse yerinden kalkamadı. Kurşun yağmuru yüzünden kimse başını kaldırıp da ne oluyor diye bakamadı.

Öğür ailesi saatlerce alevlerin içinde çırpınıp kaldı. Onların kulakları sağır eden feryatlarını duyan olsa da yardım eden olmadı. Ailenin bütün fertleri diri diri yakıldı...

Askerler geri çekilip gittikten sonra yanmış küle dönmüş eve giden köylüler kömür gibi yanmış ve parçalanmış cesetlerle karşılaştılar. Dokuz kişilik aile tanınmayacak durumdaydı…

O gün, yanmış küle dönmüş o evden kömür gibi yanmış bedenlerin ve parçalanmış cesetlerin arasından bir kedinin de cesedini çıkardılar. Bu kedi Nasır Öğür’ün kızı Aycan için Van’dan satın alıp getirdiği, bir gözü çağla yeşili, ötekisi kehribar sarısı olan, uzun tüylü, uzun kuyruklu sütbeyazı Van kedisiydi. Van kedisi sadık, insana bağlı, özverili ve asildi. Sahibine asla ihanet etmez ve koşullar ne olursa olsun evini terk edip gitmezdi. Bu özelliği yüzünden o da hayatını kaybetti. Yangında o da can verdi. Van kedisi arkadaşı Aycan’ı yalnız bırakmamış, onunla birlikte yanmıştı. Aycan‘ın bir kolu yangında kopmuş kedinin sırtına yapışmıştı....

Tarih; 11 Ekim 1993’tü. Saat yine sabahın üçüydü. Yer bu kez Muş iline bağlı Kürt Meydan köyüydü. Köye dört ayrı koldan giren askerler yanıcı özelliği olan kimyasal bir maddeyle kısa sürede köyü yaktılar. ‘İbret-i alem‘ için de üç yaşlı Kürt köylüsünü gözaltına aldılar. Yusuf Söylemez, Fadıl Baran ve Vahdettin Yalçın adlı köylüleri Murat nehrinin kıyısında kurşunladılar. Köylülerden Vahdettin Yalçın katliamdan yaralı olarak kurtuldu. Yakın bir köye sığındı. Oradan Muş Devlet Hastanesi’ne kaldırıldı. Hastahanede gözaltına alındı! Yaşadıklarını kimseye anlatmaması koşuluyla tedavisi yapıldı. Yalçın yaşadıklarını yedi yıl boyunca kimseye anlatamadı. Ülkede Özgür Gündem gazetesi 2000 yılında onunla bir röportaj yaptı. Bu katliam da böylece aydınlandı.

Tarih; 11 Ekim 1993’tü. Saat yine sabahın üçüydü. Yer; Diyarbakır ili Kulp ilçesine bağlı Alaca köyüydü. Köy aynı yöntemle yakıldı. Köylülerden Salih Akdeniz, Behçet Tutuş, Bahri Şimşek, Şerif Avar, Hasan Avar, Mehmet Şah Atala, Nusrettin Yerlikaya, Turan Demir, Celil Aydoğdu, Ümit Taş ve Abdi Yamuk gözaltına alındı.

Gözaltına alınan bu 11 köylü hakkında o güne değin herhangi bir dava açılmamıştı. O geceye değin hiçbiriyle ilgili bir soruşturma dahi yapılmamıştı. Hepsi de işinde gücünde olan; suçsuz günahsız insanlardı. Onların suçu Kürt olmalarıydı. Sadece Kürt oldukları için gözaltına alınan köylüler Kulp kırsalındaki bir mağarada kurşunlandılar. Orada bir çukur açıldı ve hepsi de birbiri ardına o çukurun içine atıldı...

Aradan 11 sene geçtikten sonra 2004 yılında Kulp’a bağlı Keper mezrasına yakın bir mağarada toplu mezar ortaya çıkarıldı. Toplu mezardan alınan kemiklere DNA testleri yapıldı. Test sonucunda bu kemiklerin askerlerin gözaltına aldıkları Alacalı köylülere ait olduğu anlaşıldı...

Altınova’da, Kürt Meydan’da ve Alaca‘da bu mezalimi yapan askerler Bolu Dağ Komanda Tugayı’na bağlıydılar. Köyleri yakanlar, köylüleri kurşuna dizenler bu tugayın askerleriydi. Katliamın emrini verense tugayın komutanı olan Yavuz Ertürk adında ‘Özel Harp’çi bir tümgeneraldi...

Bolu Dağ Komando Tugayı 1993 baharında bölgeye gönderilmişti. Tugay aylardır Muş-Bingöl- Kulp üçgenindeydi. Tugaya, ‘balığı yakalamak için suyu kurutmak‘ görevi verilmişti. Tugayın birincil amacı PKK gerillasının kitle desteğini kesmekti. Bu amaç doğrultusunda ‘düşman‘ olarak kabul edilen bütün Kürtleri kadın-erkek, yaşlı-çocuk demeden öldürmekti. Bolu Tugayı’nın komutan ve komandoları, bir ulusun varolabilmesi için başka bir ulusun yok edilmesini ve yok edilen ulusa ait toprağın gasp edilmesini meşru bir hak olarak gören ve faşizme ruh veren ‘Kan ve Toprak’ ideolojisiyle eğitilmişlerdi.

Bolu Dağ Komando Tugayı o yıl o üçgende önceden planlanmış ve bir program dahilinde uygulanmış bir dizi katliam gerçekleştirdi. Peş peşe insanlık suçları işledi. Bu yazdıklarım yakın tarihte yaşadığımız vahşetin sadece bir kesitidir. Yakın tarihimizde binlerce böyle suç işlenmiştir. Bu suçların tamamını da Türk devletin ordusu işlemiştir. Ordu planlı ve programlı olarak 17 bin sivil insanı katletmiş, ülkemizi ‘toplu mezarlar ülkesine‘ çevirmiştir. Bunu unutmak; geçmişi unutarak geleceği kurmak ve kardeşçe birarada yaşamak mümkün değildir. Bugün toplu mezarlardan, asit kuyularından, gölet ve barajlardan bu insanların sesleri yükselmektedir. Türkiye bu sesleri artık duymalı ve bu gerçekle yüzleşmelidir. Türk devleti acımasızca katllettiği 17 bin insanla bir kedinin hesabını vermelidir…
GÜNAY ASLAN

Ortalık bomba dolu ama depoda eksik yok

Ergenekon soruşturması çerçevesinde ardı ardına gerçekleştirilen operasyonlarda cephaneliklerin ortaya çıkarıldığı Ankara’da, yakalanma korkusu yaşayanlar ellerindeki bomba ve mühimmatlardan kurtuluyor. Yenimahalle’nin Batıkent semtinde iki ayrı arazide 30 bomba, 15 kutu M-16 ve 461 adet de Kalaşnikof mermisi bulundu.
9 Ocak’ta Gölbaşı yakınlarında 12 Ocak’ta da Sincan’ın Yenikent beldesinde bulunan mühimmatlar üzerinde parmak izine rastlanmaz iken, Türk Silahlı Kuvvetleri de silah depolarında eksik olmadığını tespit etti. Askeri Savcılık konuya ilişkin incelemesini eğitim ve tatbikatlar için birliklere verilen mühimmatları da içine alacak şekilde genişletti.
‘155 Polis İmdat’ hattını arayan bir kişi Batıkent Anıt İş Merkezi karşısındaki arazide, içinde askeri mühimmat bulunan bir poşet olduğunu bildirdi. Belirtilen adrese giden polis ekipleri, poşet içinde 7 adet el bombası, 3 adet tüfek bombası, 10 adet Lancaster bombası, 15 kutu (300 adet) M-16 mermisi buldu. Ankara Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri tarafından el konulan mühimmat incelenmek üzere Kriminal Polis Laboratuvarı’na götürüldü. Polise gelen bir başka ihbar ise yine Batıkent’e ilişkin oldu. Ergazi Mahallesi 1. Cadde’deki arazide inceleme yapan karakol polisi, poşet içinde 461 adet Kalaşnikof mermisi buldu. Sözkonusu mermiler, Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü ekiplerine teslim edilirken bunların da incelenmek üzere polis kriminal laboratuvarına gönderildi.
Kriminal Polis Laboratuvarı’nın, 9 Ocak 2009’de Gölbaşı yakınlarında ve 12 Ocak 2009’da da Ankara’nın Sincan ilçesi Yenikent beldesi sınırlarındaki Zir Vadisi’nde bulunan bomba ve mühimmatlar üzerinde yaptığı parmak izi incelemesi de tamamlandı. Polisin mühimmatlar üzerinde herhangi bir parmak izine rastlamadığı öğrenildi.

Parmak izi bulunamadı
Mühimmatlara ilişkin olarak Genelkurmay Askeri Savcılığı’nın incelemesi ise sürüyor. Türkiye genelindeki tüm silah depolarındaki mühimmatların sayımı gerçekleştirildi ve eksik çıkmadı. Bunun üzerine Askeri Savcılığın, bulunan mühimmatların ‘sarf’ gösterilmiş olabileceği ihtimalinden hareketle eğitim ve tatbikatlarda kullanılan mühimmatlara ilişkin kayıtları da incelemesine dahil ettiği kaydedildi. Askeri Savcılığın incelemesini, titiz bir şekilde sürdürdüğü, mühimmatların kimler tarafından alıkonularak birlik dışına çıkarıldığını tespit için çalıştığı kaydedildi.
Bu arada dün İstanbul’un Sultangazi ilçesindeki boş arazide aralarında M-16 piyade tüfeğine ait fişeklerin de yer aldığı 900’den fazla mermi bulundu.
Radikal

Fransa'da genel grev

Fransa'da bugün hem kamu hem de özel sektör çalışanlarının yapacağı genel grevin ulaşım, eğitim ve sağlık hizmetlerini geniş ölçüde kesintiye uğratması bekleniyor.


Grev (arşiv)
Grevler ülkesi Fransa'da, Sarkozy'ye karşı yapılan en büyük eylemin bugünkü grev olması bekleniyor.

Çağrısı sekiz ayrı sendika tarafından yapılan grevde, işlerinin ve ücret düzeylerinin korunmasını isteyen yüzbinlerce çalışanın sokaklara dökülmesi bekleniyor.

Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy geçen yaz, o günlerde Fransa'da bir grev olmasına rağmen kimsenin farkında bile olmadığını söyleyerek kendine övünç payı çıkarmıştı.

Ancak bu sefer Fransız halkının dörtte üçü ve başlıca tüm sendikaların verdiği destekle grevin etkisi büyük olacak.

Bugün Paris'te tren ve metro hizmetlerinin geniş ölçüde kesintiye uğraması, Fransız Havayolları uçuşlarının yaklaşık üçte birinin iptal edilmesi, okulların ve postanelerin kapanması, hastaneler ve elektrik şirketlerin de grevden etkilenmesi bekleniyor.

Çalışanlar, Fransa'da gitgide kötüleşen ekonomik havayı ve çözüm üretme konusunda yetersiz kaldığını düşündükleri hükümeti protesto edecekler.

Burada pek çok kişi, bankaların kurtarılması için milyarlarca euroluk kaynak ayrılırken, zor durumda olan sektörler ve işletmelerin fazla yardım görememesine öfkeli.

Gelecek yıl işsizliğin yüzde 10'u bulması beklenirken Fransızlar, cumhurbaşkanlarından maliyetleri düşürmeyi hedefleyen reform programından vazgeçip ekonomiyi canlandırma konusuna daha fazla odaklanmasını istiyor.
BBC Türkçe

28 Ocak 2009 Çarşamba

İsrail Gazze'ye girdi!

İsrail askerleri, misilleme tehdidinin ardından güneydeki kasaba Han Yunus'a girdi.

Alınan bilgilere göre, İsrail askerleri Gazze'nin güneyindeki Han Yunus kasabasına girdi.

İsrail uçaklarının da Gazze`de bazı hedefleri bombaladığı bildirildi. Saldırılarda şimdiye kadar iki kişinin yaralandığı bildirildi.

Bu sabah saatlerinde bir İsrail askerinin ölümü, 3`ünün de yaralanmasına neden olan saldırının ardından, İsrail Dışişleri bakanı Ehud Barak "misilleme" tehdidinde bulunmuştu.

Dünya Bülteni

DAVOSDA KRİZ KONUŞULACAK

İsviçre’nin Davos kasabasındaki 39. Dünya Ekonomi Forumu toplantısında bu yıl, “Kriz Sonrası Dünyasının Biçimlendirilmesi” konusu ele alınacak.

İsviçre’nin Davos kasabasında her yıl geleneksel olarak düzenlenen 39. Dünya Ekonomi Forumu toplantısı bugün başlıyor, 28 Ocak-1 Şubat 2009 arasında İsviçre’nin Davos kasabasında yapılacak olan ve “son 40 yılın en önemli ekonomik zirvesi” olarak nitelendirilen Forumda, Türkiye’yi Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın başkanlığındaki heyet temsil edecek.

Devlet Bakanı Mehmet Şimşek ile Dışişleri Ali Babacan’ın da toplantılara katılması bekleniyor. Ayrıca çok sayıda Türk iş adamı, akademisyen ve sivil toplum kuruluşu temsilcisinin de Davos Zirvesi’nde yer alacağı kaydediliyor.

REKOR DÜZEYDE DEVLET BAŞKANI

96 ülkeden, 2 bin 500 katılımcının yer alacağı Davos Zirvesi’nde, ilk kez rekor düzey olarak kabul edilen 41 devlet ve hükümet başkanı katılıyor.

Dünya ekonomisinin en büyük ikinci ekonomik krizinin yaşandığı bu dönemde, dünyanın önde gelen ekonomist, iş adamı, medya temsilcisi ve sivil toplum kuruluşu yetkilisi, krizden çıkış ve kriz sonrası dünya konusunda ortak akıl arayışı gerçekleştirecek.

KRİZDEN ÇIKIŞ İÇİN ELE ALINACAK KONULAR

Mevcut küresel ekonomik krizden nasıl çıkılabileceği ve yeni ekonomik düzenin ne olması gerektiğinin ana konu olarak yer alacağı zirvede, küresel mali sistemin yeniden istikrara kavuşturulması ve ekonomik büyümenin yeniden canlandırılması konusu da ayrıntılı olarak tartışılacak.

Zirvede, kriz sonrası dünyasının yeni değerleri ve liderlik biçimleri ile bilim, teknoloji ve yenilikçi gelecek dalga ekonomik büyüme modelleri de ele alınacak.

YOUTUBE DAVOS ZİRVESİNDE

Bu yılki zirvenin bir yeniliği ise internet dünyasının en tanınmış video kanallarından YouTube ve MySpace’in yer alacak olması. Bu internet kanalları, katılımcılara interaktif tartışma imkanı sağlayacak.

Davos Zirvesi’nde, geleneksel “Davos Ruhu” çerçevesinde, küresel ve bölgesel siyasi sorunlara ve çatışmalara da çözüm aranması bekleniyor.

NTV-MSNBC / 28.01.09

YÜNANİSTANDA TEMİZLİK İŞÇİLERİ KÖLECE ÇALIŞTIRILIYORLAR

Atina'dan Jannis Papadimitru'nun haberi…

Bulgar vatandaşı Konstantina Kuneva, en son Noel parası talebi nedeniyle, çalıştığı temizlik şirketi ECOMET’e karşı mücadele vermişti. Kuneva ve bazı çalışma arkadaşları sendikal faaliyetleri nedeniyle daha önce ölüm tehditleri de almıştı. Sokak ortasında iki erkeğin kezzaplı saldırısına uğrayan Kuneva hala yoğun bakımda. Saldırganların izine ise hala ulaşılamadı. Kuneva’nın avukatı Kostas Papadakis, müvekkilinin sendikal faaliyetlerinden dolayı sendika düşmanlarının saldırısına uğradığını düşünüyor: “Konstantina Kuneva’nın hiç kimseyle kişisel bir sorunu yoktu. Yani bu olayda kişisel bir saldırı olasılığını dışlayabiliriz. Saldırganların, Kuneva’nın sendikal faaliyetlerinden rahatsız olan çevrelerde aranması gerektiğini düşünüyorum.”

Temizlik işçilerinin koşulları zorlu

Tarih bölümünden mezun olan Kuneva’nın üniversite diploması Yunanistan’da işine yaramadı. Çocuğunu tek başına büyüten Kuneva, geçimini sağlamak için geçici işlere bel bağladı. En son iş yeri, Pire'deki ECOMET adlı özel temizlik şirketiydi. Kuneva, burada düşük ücretle çalıştırılan temizlikçi kadınların haklarını savunuyordu. Kezzaplı saldırıdan sadece birkaç gün önce telefonla anonim ölüm tehditleri almış, ancak yılmamıştı.

Yunanistan’da temizlik sektörü, ağırlıklı olarak kadın göçmenler ve kaçak günlük işçilerin çalıştığı düşük ücretli bir iş alanı. Atina İşçi Sendikası Başkanı Stavi Salufaku, sektördeki kötü çalışma koşulları ve düşük ücretlere dikkat çekiyor: “Bir temizlik işçisi ortalama olarak ayda net 570 euro kazanıyor. Bunun yanında tehlike payı olarak ek bir miktar ödeniyor. Ama yasal olarak bu tehlike payını alabilmek için günde altı saat çalışmış olmak gerekiyor. Bu payı ödememek için işverenler günlük çalışma süresini 5,5 saat olarak gösteriyorlar. Temizlikçi kadınların çoğu Yunanca bilmedikleri için bu düzenlemeyi yazılı olarak onaylıyor. Ve buna rağmen günde 8-9 saat çalışmak zorundalar. Pazar günü, gece mesaisi ya da fazla mesai ücretleri ödenmiyor.”

Sendika başkanı da ölüm tehdidi alıyor

ECOMET şirketi Kuneva’ya yönelik saldırıyı sert bir şekilde kınadığını açıkladı. 800 kadın temizlikçi çalıştıran ve yılda 12 milyon euro ciro yapan şirketin müşterileri arasında Yunan Demiryolları, devlet elektrik kurumu ve Atina Belediyesi Toplu Taşıma Hizmetleri de bulunuyor. Bütçe sıkıntısı nedeniyle Yunanistan’da neredeyse tüm kamu kuruluşları temizlik işlerini özelleştirmiş durumda. Atina İşçi Sendikası Başkanı Stavi Salufaku bunun, temizlik işçilerinin çalışma koşullarını daha da kötüleştirdiğini belirtiyor: “Kamu kuruluşlarının, çalışma hukuku düzenlemelerine uyulmasında sorumluluk alması gerek. Bu talebi hep gündeme getirdik. Ama hala bir şey yok. Gerçekte kaç kişinin çalıştırıldığı kontrol bile edilmiyor. Temizlik şirketi kamu kuruluşuna 30 temizlik işçisi göndereceği güvencesini anlaşmada yazılı olarak veriyor, ama iş yerinde sadece 15 kişi görünüyor. Olacak gibi değil. Bu, geri kalan 15 kişinin hiçbir ek ücret ödenmeden fazladan çalıştırıldığı anlamına gelir.”

Kuneva’ya düzenlenen kezzaplı saldırıyı protesto etmek için geçtiğimiz Perşembe günü 400’ü aşkın temizlikçi kadın iş bırakarak Atina’da Çalışma Bakanlığı önünde gösteri düzenledi. Kendisi de ölüm tehditleri alan Kadın Temizlik İşçileri Sendikası’ndan Vlassia Papathanassi, mücadelelerini ne olursa olsun sürdüreceklerini vurguluyor: “Evet, bu tür tehditler alıyoruz. Mahkeme’deyken bile çok sayıda temizlik şirketinden yöneticiler ya da personel müdürleri bize yaptırım uygulama tehdidinde bulundu. Yine de kendimizi cesurca savunacağız. Yapacak başka bir şey kalmadı.."

DW-World / 28.01.09

27 Ocak 2009 Salı

YOLUMUZA IŞIK OLAN ŞEHİTLERİMİZİ MEZARLARI BAŞINDA ANDIK




26 Ocak günü yolumuza ışık olan şehit yoldaşlarımızı Gazi mezarlığında ziyaret ederek andık. Bir grup yoldaş önce Kiliste şehit düşen Müslüm Akyol ve Saim Bozkurt, kanser hastalığında kaybettiğimiz Gazi Akyol yoldaşların mezarlarını karanfilerle süsledik. Ardından bir yoldaş saygı duruşuyla mezar anmasını başlattı. Yumruklarımız havada şehit yoldaşlara selam durduk. Anılarına bağlı kalacağımız sözleriyle konuşmasına devam eden yoldaş, şehitlere bağlı kalmanın ve Onların ideallerini yaşatmanın ne demek olduğunu ortaya koyan konuşmanın ardından hep birlikte atılan “ Şehitlerimiz Ölümsüzdür, yaşasın devrim ve sosyalizm mücadelemiz” şiarlarıyla anma etkinliğimiz sona erdi.
Gazi mezarlığında yatan Dursun Karataş’ın ve diğer devrimcilerin mezarlarını ziyaret edip anıları önünde saygılarımızı dile getirerek, Onlara verdiğimiz devrim sözüne bağlı kalacağımız ve gelecek yıl daha güçlü olarak şehitlerimizi anmaya geleceğimiz sözüyle mezarlıkta ayrıldık. Mezar anmasında yoldaşın yapmış olduğu konuşmanın özetini veriyoruz;
“ Değerli yoldaşlar, emekçiler;
Sosyalizm için ölümü hiçe sayan şehitlerimize bin selam. Sizin için en iyi şiirlerini yazıyor şairlerimiz. Şiir yazıyor sokaklarda, barikatlarda, savaş siperlerinde. Destansı yaşamınızla bayraklaştınız ellerimizde. Bu yürek biraz da sizin için çarpıyor.
Bir Ocak ayındayız yine. Kavgayı yüreklerinin derinliklerinde yeşerterek, toprağa düşenlerleyiz. Sizinleyiz. Sizi tanıştırıyoruz genç yüreklerle. Kavganın tam ortasında, karanlıkları aydınlatıyoruz. Ve siz oluyoruz kavganın en asi nehrinde.
Kavganın gür sesinde emekçilerin öfkesinde ,sizin sesiniz yankılanıyor düşmana atılan her yumrukta. Özgürlük için karşı isyanda, burjuvaziye karşı kinde, emperyalizme karşı öfkede hep siz oluyorsunuz yanı başımızda. Çetin kavgalara soyunuyor bilincimiz.
Her Ocak ayında oturup muhasebe yapıyor yoldaşlarımız. İnşamız muhasebe yapıyor; Paris Komünü’nden Ekim Devrimine, Latin Amerika’dan Irak’a, Yunanistana Filistine ezilenlerin ve sömürülenlerin idealleri için bayraklaşanların bakışları altında. Eğip bükülmeden, her şeyi yalın gerçekliğiyle ele alıyor yoldaşlarımız. Şehitlerimizin uğruna düştükleri, ellerimizde bayraklaşan yayınları kaç kişiye götürdüm? Kaç yoksul sofralara konuk oldum? Kaç yürek aydınlattım? Ocak’ın kavga dolu, yoldaşlık dolu mevsiminden geçiyoruz. Örgütleniyor, kavgaya atılıyor ve daha skı sarılıyoruz kavgaya . Her adım sancılı, her adım acılı; hepsi habercisi oysa ki. Bu sancı, başarının sancısı. Her gün yeniden doğuyoruz, her gün öğreniyor, gelişiyor, öğretiyoruz. Daha bir ustalaşıyoruz kavga içinde. Sizin mirasınızla güçleniyor ışığımız.
Ocak bir aynadır kavgada artık. Kendi gerçekliğiyle yüzleşmek, kendini yeniden örgütlemek, gerçeklerin yakıcı bakışları altında kendini bilince çıkarmaktır, Ocak. Ocak kavgadır. Ocak, Ali haydar Yıldız yoldaşın bedenini siper eden önderlik bilinci, Ali Aktaşın, Kemal Yazarın, Kilis şehitlerinin, Ali Ekber Barış’ın “İlk ben olmalıyım” diyen feda ruhudur. Sözle eylemin uyumudur. Münirin yoldaş sıcaklığı, İrfan Çelik yoldaşın direngenliği, Mustafa Tunç’un emekçiliği, Yücel Hazarın,Meral Yakar ’ın özverisidir. Bir Ocak ayında daha çok onları dinliyoruz, onlardan öğreniyoruz; yoldaşlarının dilinden ve kendi dillerinden. Kavgalarını örnek alacak ve anılarını zafere dek yaşatacağız.

Devrim ve komünizm şehitleri Ölümsüzdür
Faşizme Ölüm Halka Özgürlük!
Yaşasın Proletarya Enternasyonalizmi!
Yaşasın Devrim ve Sosyalizm Mücadelemiz !

DHB İstanbul Okurları

KAVGAMIZIN KIZIL ATLILARINI FRANSA-SEKONTEDE YAŞATTIK



Bir Ocak ayındayız yine. Kavgayı yüreklerinin derinliklerinde yeşerterek, toprağa düşenlerleyiz. Sizinleyiz. Sizi tanıştırıyoruz genç yüreklerle. Kavganın tam ortasında , karanlıkları aydınlatıyoruz. Ve siz oluyoruz kavganın en asi nehrinde sözleriyle konuşmacı yoldaşın saygı duruşuyla başlattığı Fransa-Sekontede şehitlerimizi anma etkinliği yoldaşın şehitleri anma ve anlamanın önemi üzerine yapmış olduğu konuşmayla sürdü. Yoldaş konuşmasında;
“ Ülkemizde işçi sınıfının politik öncüsünün gelişimini önlemek için burjuvazi değişik savaş hilelerine baş vurmuş, olmadık şiddet yöntemleri ile devrimci sosyalizmin bir çok parlak önderini ve örnek militanın imha etme yolunu tutmuştur. İmparatorluğun yüzlerce yıllık yönetim deneyinin mirasçısı burjuvazi gelişkin bir sınıf bilincine ve karşı-devrimci mücadele deneyimine sahiptir. Bir köpek gibi keskin bir burnu vardır ve iyi koku alır. Bilir ki, işçi sınıf ve geniş yığınlar bağımsız bir politik güç olarak örgütlenemezse, direnip karşı koyamaz ya da karşı koysa da ezmek zor olmaz. Daha küçük daha dar bir hedefe saldırarak, proletaryanın komünist öncülerini imha ederek, dağıtarak yığınlar üzerindeki baskı sürekli kılınabilir.
Ülkemizde devrimci sosyalizm, faşizmin azgın saldırıları altında gelişebilmek için büyük çabalar harcamış büyük fedakarlıklara katlanmışlar. Bu çabalar boş değildir, büyük bir davanın zaferi, ancak böylesine büyük özverilerle hazırlanalabilir. Faşizm devrimci ve sosyalizmin en iyi militan ve önderlerinin kanını dökmek ve yok etmek için alçakça cinayetler işlemekten geri durmamıştır. Bu çok iyi biliniyor; bir başka şey daha var, devrimci sosyalizm daha da iyi önderler ve militanlar yetiştirmeyi başararak gelişip güçlenecektir. Devrimci sosyalizmin şehitlerinin kanlarıyla sulanan bu mücadele toprağı proletaryayı zafere götürecek, Öncüsünü yaratacak, daha çok Önder ve militanlar yetiştirererek düşenleri yeri doldurulacaktır.
Marksizm-Leninizm'le donanmış, işçi sınıfının kurtuluşu davasına tutkuyla bağlı, bükülmez önderler ve örnek militanlar kavgada yaşamlarını ortaya koyarken gözleri geride değildi. Davaları, yoldaşları ve daha sonraki devrimci kuşaklar tarafından zafere götürecek komünist hareketin önder ve kadrolarının yüreklerinde ve bilinçlerinde her an yankılanması gereken, ölmez vasiyetlerdi.
İşte onları anmanın ve onlara layık olmanın yolu; mücadelelerinden ve deneylerinden öğrenmek; daha da iyi önderler ve militanlar olmak, davalarını zafere götürmek için sarsılmaz bir tutku, çoşku ve özveriyle teorik ve pratik devrimci çalışmayı yorulmaksızın sürdürmek.

Devrim ve komünizm şehitleri Ölümsüzdür
Faşizmi devrimle ezeceğiz !
Yaşasın devrim ve sosyalizm mücadelemiz !
DHB Fransa- Sekonte Taraftarları

Bolivya'da "sosyalist anayasa"ya halktan ezici onay

Bolivya’da Evo Morales’in iktidara gelmesinin ardından oluşturulan Kurucu Meclis’in üç yıldan bu yana yoğun halk katılımıyla çalışmalarını yürüttüğü yeni anayasanın kabul edilip edilmemesine dönük olarak 25 Ocak’ta gerçekleştirilen referandumdan yüzde 60 “evet” cevabı çıktı. Sosyalist bir toplum inşa etmeye dönük kritik düzenlemeleri içeren anayasanın onaylanması Bolivya ve Latin Amerika tarihinde yeni bir eşiğe işaret ediyor.

Yer altı ve yerüstü kaynaklarının toplumsal yarar yönünde ve devlet kontrolünde bulunmasını düzenleyen anayasada, halkın devlet yönetimine katılımını kurumsallaştıracak eyalet ve mahalle meclislerinin varlığı, büyük toprak parçalarının tek elde toplanamaması, eğitim ve sağlığın her aşamada ve herkese ücretsiz sunulması, ülkedeki 36 ayrı yerli dilinin tanınması, bütün yerli topluluklara atalarının yaşadıkları toprakların tapusunun verilmesi ve özerkliklerinin güvence altına alınması da öngörülüyor.

ABD destekli oligarşik muhalefetin uzun süredir engellemeye çalıştığı referandum zaferi, aynı zamanda Evo Morales’in ve sosyalist hükümetin meşruluğunu da bir kez daha teyit etmesiyle ayrı bir önem taşıyor. Referandumu izleyen uluslar arası gözlemciler, oy verme işleminin tamamen şeffaf ve demokratik bir ortamda yapıldığını rapor ederken, yeni başkan Barack Obama yönetimindeki ABD hükümetinin referandum kararına nasıl bir tepki geliştireceği merakla bekleniyor.

“Devlet başkanı iki dönemden fazla görev yapamaz” maddesini de içeren yeni Bolivya anayasası aynı zamanda eyaletlerin kendi idari ve ekonomik kararlarını almasında geniş bir özerklik alanı da tanımlıyor. Ancak anayasa, muhalif eyalet valilerinin istedikleri ülkeyi istikrarsızlaştırma amaçlı özerklik talebinden daha farklı bir düzenleme öngörüyor.

Buna göre ülkenin doğalgaz, petrol ve madenler gibi stratejik kaynakları üzerinde tasarruf sahibi olan merkezi hükümet olarak düzenlenirken, eyalet valilikleri halkın katılımı, adil bölüşüm ve güvenlik gibi başlıklarda inisiyatif sahibi oluyorlar. İnsan haklarını ayrıntılı biçimde tanımlayan bir “haklar bildirgesi”ne de sahip olan anayasada, yerli halka kendi bölgelerindeki doğal kaynaklardan “öncelikli pay” sağlanırken, yerli dillerinin ve kültürlerinin varlığı devletin güvencesi altına alınıyor, anayasa farklı dillerde eğitim yapılmasını da düzenliyor.

[Latinbilgi – S.T.]

Dink davasında sanıklar birbirine girdi

Hrant Dink davasının duruşmasında sanıklar birbirine girdi. Salonda müdahil avukatlara sözlü sataşmalarını dünkü duruşmada da sürdüren Yasin Hayal’in avukatı Fuat Turgut, “Ergenekon sanığı olmaktan gurur duyarım” dedi.
Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in öldürülmesine ilişkin 8’i tutuklu 20 sanık hakkında açılan davanın 8. duruşmasına tutuklu sanıklardan Ogün Samast, geçen duruşmada olduğu gibi rahatsızlığını gerekçe göstererek katılmadı. İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki duruşmada diğer sanıklar ise hazır bulundu. Önceki duruşmada verdiği ifadelerle tanıktan sanığa dönüşen Yasin Hayal’in ağabeyi Osman Hayal de, dünkü duruşmaya katıldı.
Hrant Dink’in eşi Rakel Dink ve ailesinin yanı sıra TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı ve AKP Mersin Milletvekili Zafer Üskül, AKP İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı, DTP Milletvekilleri Sebahat Tuncel ve Akın Birdal’ın yanı sıra ÖDP Genel Başkanı ve İstanbul Milletvekili Ufuk Uras davayı duruşma salonundan izlediler.
Emniyet kolaylaştırıcı davranmadı
Duruşmaya başlarken, Mahkeme Başkanı davaya ilişkin yazışmalarla ilgili bilgi verdi. İstanbul Emniyeti’ne gönderilmiş olan yazıya gelen yanıtta, Hrant Dink’in kendilerinden koruma talep etmediği gerekçesiyle koruma tahsis edilmediği savunuldu. Emniyet Genel Müdürlüğü ve Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığı ise, kendilerine gönderilen yazılara yanıt göndermemişti. Şu anda yargılanan sanıkların, arkasındaki ilişkilerin ortaya çıkarılması bakımından önemli olan bu talepler konusunda Emniyet birimlerinin kolaylaştırıcı bir tutum içine girmemesi, davayı var olan sanıklarla sınırlamaya yönelik bir tutum olarak algılandı.
Başbakan’ın, Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanı Ramazan Akyürek hakkında, Hrant Dink davasıyla ilgili inceleme başlatılmasına onay vermiş olduğu da hatırlandığında, bu gelişme, Akyürek’in başında bulunduğu dairenin bir ‘direnç’ gösterdiğinin işareti gibiydi.
Turgut Osman Hayal’i de savunacak
Duruşmada ilk ifadesi alınan kişi Osman Hayal’di. Hayal, olayla bir ilgisi olmadığını, kardeşi Yasin Hayal’in ilgisinin ne boyutta olduğunun da net olmadığını öne sürdü.
Mahkemenin Osman Hayal için Baro’dan avukat istemiş olmasına rağmen, Osman Hayal’in avukat olarak kardeşinin Avukatı Fuat Turgut’a vekâlet vermiş olması dikkat çekti. Her ikisinin avukatının da Fuat Turgut olmasının sonuçları Osman Hayal’in ifadelerinde kendisini hissettirdi. Fuat Turgut davanın başından beri, Yasin Hayal’in polis muhbiri Erhan Tuncel tarafından kullanılmış olduğunu ve suçsuz olduğunu öne sürüyordu.
Yumruklar konuştu
Dünkü duruşmada da, Osman Hayal, hem kendisinin, hem de kardeşinin suçsuz olduğunu öne sürüp, “Kardeşim Erhan Tuncel ile tanıştıktan sonra bunlar başına geldi” iddiasında bulundu. Erhan Tuncel de, bu söze tepki gösterince, Yasin Hayal yerinden fırlayarak Erhan Tuncel’e yumruk attı. Tuncel’in de karşılık vermesi üzerine yaşanan bu arbedeye müdahale eden mahkeme başkanı, Yasin Hayal’i duruşma salonundan çıkardı.
Müdahil avukatlardan Arzu Becerik, Osman Hayal’e “Yasin Hayal’in McDonald’s’ı bombaladıktan sonra evinde yakalandığı Hüseyin Özçiçek’i tanıyıp tanımadığını” sordu. Osman Hayal, “İyi tanırım. Trabzon’dan arkadaşım. Görüşüyorduk” dedi. Becerik’in, “Yasin Hayal, bombalamadan sonra neden sizin arkadaşınız olan Özçiçek’in evine geldi?” diye sorduğu Osman Hayal, “Bilemiyorum. Onun evine gelmiş. Çocukluğumuzdan beri tanıdığımız içindir” şeklinde cevap verdi.
Sorulara yanıt vermedi
Osman Hayal, ayrıca Yasin Hayal’i McDonald’s’ın bombalamasından sonra Hüseyin Özçiçek’in evinde gördüğünü ve kendisini teslim etmek istediğini ancak Yasin Hayal’in ayağından yaralı olması nedeniyle birkaç gün geçmesini beklediğini söyledi.
Müdahil Avukatlardan Kemal Aytaç da, İstanbul’da bulunduğu süre içinde Sarıgazi Samandıra’da bir fırında çalıştığını öne süren Osman Hayal’e fırıncılıkla ilgili bazı teknik sorular sordu. Hayal’in bu ayrıntılı sorulara yanıt vermek de zorlanması dikkat çekti. Avukat Aytaç, kendisinin avukatlıktan önce uzun yıllar fırın işçiliği yaptığını, ancak Osman Hayal’in bu konudaki sözlerinin de inandırıcı olmadığını bildirdi. Osman Hayal’in ‘yamak’ sözüne tepki göstermesi üzerine de Aytaç, bunun fırıncılıkla ilgili bir sınıflandırma olduğunu belirtti.
‘Ergenekon sanığı olmaktan gurur duyarım’
Duruşmanın en hararetli bölümlerinden biride bu arada yaşandı. Osman Hayal’in avukatı Fuat Turgut, Müdahil Avukat Kemal Aytaç’a ‘Senden olsa olsa Sarkisyan yamağı olur” diyerek laf attı. Salonda tepki ile karşılanan Fuat Turgut’un bu tutumu ile ilgili söz alan Müdahil Avukat Kezban Hatemi, Turgut’un bu davanın başından beri ırkçılık propagandası yaptığını belirterek, mahkeme başkanından bu konuda bir tedbir almasını istedi. Hatemi, “Eğer böyle devam ederse, bende kendisine bundan sonra Ergenekon sanığı diyeceğim” dedi. Fuat Turgut ise, “Ergenekon uydurmasının sanığı olmaktan gurur duyarım” diyerek Hatemi’ye tepki gösterdi.
Öte yandan duruşma öncesi Fuat Turgut duruşmada müdahil avukatlara hakaret etti. Turgut, gazetecilere Dink’e hakaret eden ve adalet talebini dillendiren aydınları tehdit eden, ırkçı ifadelerle dolu bir metin dağıttı.
Duruşmaya verilen öğle arasının ardından saat 13.15’te yeniden başladı. Bu bölümde de Erhan Tuncel dinlendi.
(İstanbul/EVRENSEL)
Adalet aramaktan yorulmayacağız
Adalet isteyen Hrant’ın arkadaşları bu duruşmada da Beşiktaş Barbaros Bulvarı’ndaydı. Aralarından EMEP Genel Başkanı Levent Tüzel, KESK Genel Başkanı Sami Evren, İHD Genel Merkez Yönetim Kurulu üyesi Ayşe Yılmaz ve SDP Genel Başkanı Filiz Koçali’nin de bulunduğu 500 aşkın kişi “Hepimiz tanığız adalet istiyoruz” yazılı pankart açtı.
Hep bir ağızdan “2 yıl oldu, ne oldu” diye haykıran yüzlerce Hrant arkadaşının sesi ise oyuncu Mahir Günşıray oldu. Basın açıklamasını okuyan Günşıray, “2 yıl geçti Hrant’ın suikastının ardından fakat adalet adına ortada ne var, söylemek çok zor. Suçlular olayın hemen ardından yakalandı ama bir kahraman gibi karşılandılar bu duruma artık bir son verilmeli, bu ayıba artık bir son verilmeli, artık adalet yerini bulmalı” dedi. Dava kapsamında resmi görevlilerin doğru dürüst soruşturulmadığını, cinayette sorumluluğu ortaya çıkan polis görevlilerinin hala görevleri başında olduğunu belirten Günşıray, “sanık sandalyesine asıl sorumlular oturtulmadığı sürece adalet sağlanmayacaktır” diye konuştu. Günşıray, “adaleti önemsiyoruz, adalet aramaktan yorulmayacağız” diye konuştu.
7’nci duruşmada ne oldu?
Dink davasının 7’nci duruşması 13 Ekim 2008 tarihinde görülmüştü. Davada “sanık şov” devam etmiş, sanık ve avukatlarının, kendi aralarındaki polemikler ile Dink ailesine hakaretleri bu duruşmaya da damgasını vurmuştu. Bu duruşmada ‘devlet sırrı’ tartışması da yaşanmış, İstihbarat Müdürü Ramazan Akyürek’in davayı etkilemeye çalıştığına dikkat çekilmişti. Dink cinayetiyle ilgili imha edilen bazı belgelerin Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı'nca Akyürek ile ilgili olabilecek 90 sayfa halinde gönderilmesine rağmen, sadece 16 sayfalık 15 belge dava dosyasına eklenmişti. Duruşmada ayrıca Eski Trabzon Emniyeti İstihbarat Şube Müdürü Engin Dinç’in, “Biz olayı rapor ederek görevimizi yerine getirdik, düşünce halinde iken, olmamış bir eyleme müdahale edemezdik” sözleri ise duruşmayı izleyenleri hayrete düşürmüştü.

Ölüm Allahın emri!

Bebek ölümleri ile gündeme gelen Ankara Dr. Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ndeki sağlık personeli soruşturulmayacak. Valiliğin, hastane yetkilileri için soruşturma izni vermemesinin ardından savcılık da evrakı işlemden kaldırma kararı aldı.
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Dr. Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ndeki bebek ölümleriyle ilgili soruşturmada, Ankara Valiliğinin, Hastane Başhekimi Leyla Mollamahmutoğlu, Klinik Şefi Uğur Dilmen ve doktorlar Filiz Akın Su ile Tülay Akçay hakkında soruşturma izni vermemesi üzerine, evrakın işlemden kaldırılmasına karar verdi.
Tek kuvöze birden çok bebek
İşlemden kaldırma kararında Haki Keşto, Hüseyin Boyraz, Döndü
Boyraz, Gencay Esen ve İsmail Koçak’ın, değişik tarihlerde ve ayrı ayrı Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulundukları anımsatıldı.
Suç duyurusunda bulunan kişiler ifadelerinde, Hastan görevlilerinin, değişik tarihlerde doğan bebekleri başka bebeklerle birlikte aynı kuvözde tutarak hastane virüsünün üremesine neden olduklarını söylediler. Bu taksirli davranışları sonucu bebeklerinin ölmesine sebebiyet verdiklerini belirttiler. Hastane Başhekimi Mollamahmutoğlu, Klinik Şefi Dilmen, uzman doktorlar Su ve Akçay hakkında ‘Görevi ihmal’ ve ‘Taksirle ölüme sebebiyet verme’ gerekçeleriyle yasal işlem yapılması için suç ihbarında bulundukları hatırlatıldı.
Evrak işlemden kaldırıldı
Soruşturma izni istemiyle Ankara Valiliği’ne başvurulduğu anımsatılan kararda, Valilikçe 4483 sayılı Yasa’nın 3. ve 6. maddeleri uyarınca yaptırılan ön inceleme sonucunda; Sağlık Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığınca hazırlanan 15 Aralık 2008 tarihli ön inceleme raporu da nazara alınarak, bebek ölümleri ile hastane yetkili ve görevlilerinin uyguladıkları tedaviler arasında sebep sonuç ilişkisi kurulamadığı, görevli ve yetkililerin, görevi ihmal, tedbirsiz ve dikkatsiz davrandıkları yönünde bir suç unsuru tespit edilemediği, bu nedenle ilgililerin eylemlerinin suç teşkil etmediği gerekçesiyle haklarında soruşturma izni verilmemesine karar verildiği kaydedildi.
İşlemden kaldırma kararında, “Ön inceleme raporu ile ekli belge ve ifade tutanaklarının incelenmesi sonucunda, verilen kararın yerinde olduğu, evrak içeriğine ve olaya uygun düştüğü anlaşıldığından itiraz yoluna gidilmemiştir” denildi. Kararda, “Soruşturma izni verilmemesine bağlı olarak evrakın işlemden kaldırılmasına karar verildiği” belirtildi. Ancak, müştekilerin bu karara itiraz hakkı bulunuyor. (HABER MERKEZİ)
1 ayda 42 bebek öldü
2008 Nisanı’nda Ankara Dr. Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde 42 bebek ölümü meydana gelmişti. Hastane yetkililerinin kamuoyuna yaptığı açıklamalarda, ölümlerin hastane enfeksiyonu ile bir ilgisi olmadığı söylenmişti. Yapılan suç duyuruları sonucu hastane yetkilileri hakkında dava açılması gündeme gelmiş ve soruşturma izni için dosyalar Ankara Valiliği’ne gönderilmişti.

Adalet Bakanı’na duyurulur Kuyular için 47 başvuru

Şırnak’ın Silopi ilçesinde 47 gözaltında kayıp yakını, BOTAŞ ölüm kuyularının açılması için hazırladıkları dilekçeleri Silopi Cumhuriyet Savcılığı’na iletilmek üzere Şırnak Barosu’na verdi
Şırnak’ın Silopi ilçesinde 47 gözaltında kayıp yakını, BOTAŞ ölüm kuyularının açılması için hazırladıkları dilekçeleri Silopi Cumhuriyet Savcılığı’na iletilmek üzere Şırnak Barosu’na verdi. Baro avukatları, dilekçelerin bugün Başsavcılığa verileceğini belirtti.
“Karakutu: Ergenekon`un karanlık ismi Tuncay Güney” isimli kitapta Silopi İlçe idari sınırları içinde yer alan BOTAŞ Askeri Tesisleri’nde JİTEM tarafından 1990’lı yıllarda öldürülen çok sayıda kişinin asitle yakıldıktan sonra gömüldüğü yönündeki iddiaları gündeme gelmişti. Hareket geçen Şırnak Barosu, Silopi Cumhuriyet Başsavcılığına kuyuların açılması talebiyle suç duyurusunda bulunmuştu. Başvuruya olumlu yanıt veren savcılık, BOTAŞ Askeri Tesisleri yakınında bulunan kuyuların açılmasına karar verdi.
Baro, soruşturmanın derinleştirilmesi için 1990’lı yıllarda konuya ilişkin bilgi sahibi olan mağdur ailelerin kendilerine başvurmasını istedi. Silopi’de dün bir araya gelen 47 kayıp yakını, kuyuların açılması talebiyle hazırladıkları dilekçeyi Silopi Cumhuriyet Başsavcılığı’na iletilmek üzere Şırnak Barosu’na verdi. Baro avukatları Aziz Tokay, Şavaş Tanış ve Hüsnü Kaplan, 47 kayıp yakınının dilekçelerini bugün Silopi Cumhuriyet Başsavcılığı’na vereceklerini belirtti.
Kuyuların açılmasını istiyoruz
Babası Nadir Becel’in Cizre’ye bağlı Kocatepe (Bazizke) Köyü’ndeki evinden Cizre Tabur Komutanı “Süleyman Yüzbaşı” tarafından gözaltına alındığını belirten Nasime Nayici, “Bir daha haber alamadık. Babamın cesedinin yıllardır nerede olduğu konusunda bilgi verilmesini istiyoruz. Kayıplarımızın bulunmasını ve faillerinin açığa çıkarılmasını istiyoruz. Bu davanın takipçisi olacağız” dedi. Ağabeyi Mehmet Acar’ın 1994 yılında “Cemal Yüzbaşı” döneminde JİTEM elemanları ve itirafçı olan Abdulhakim Güven ve Bedran tarafından evden gözaltına alındığını belirten Reşit Acar, “O dönem bunlar birlikte karanlık işler yapıyorlardı. Ağabeyimi herkesin gözü önünde aldılar. Herkes bu durumu biliyor. Ağabeyimi aradığımız sıralarda da BOTAŞ kuyuları yakınlarında birçok kafatası ve iskeletleri gördük. Bunları kimse gizleyemez” dedi. BOTAŞ kuyularının açılması halinde bir çok insan cesedinin çıkacağını söyleyen Acar, “Biz de kayıplarımızın bulunması için bu kuyuların açılmasını istiyoruz. Bu kişiler hakkında davacıyız bunlar en ağır şekilde yargılanmalıdır” diye konuştu. (Şırnak/DİHA)
Yardım istemişti!
Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin, BOTAŞ kuyuları ile ilgili geçtiğimiz günlerde Meclis’te yaptığı konuşmasında, “Bana verilen bilgilere göre BOTAŞ’ın alanının çok geniş bir alan olduğu, eğer gerçekten bu konuda bilgisi, görgüsü olanlar varsa, Silopi Cumhuriyet Başsavcılığına başvurup kendilerine yardımcı olması halinde, bu fiziki mekanların kazılarak, iddiaların doğru olup olmadığını araştırabileceklerini ifade ediyorlar(...)Ama siz, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, adli makamlarını, yetkililerini, delilsiz ve mesnetsiz isnat ederseniz, bu sözlerinize bizim verebileceğimiz, söylediğim ifadelerin dışında başka bir cevap olamaz. Eğer nerede, kim ve kimler, asit kuyularında yakılmışsa, lütfen adli makamlara yardımcı olun. Savcılarımıza, hakimlerimize, ilgili mercilere yardımcı olun. Üzerine gitmezsek, gelin burada eleştiri getirin” demişti.
Savcılığın “açılacak” kararı ardından “delil olursa açılacak” şeklinde konuşma yapan Bakan’a Şırnak Barosu tepki göstermişti.

26 Ocak 2009 Pazartesi

OCAK ŞEHİTLERİNİ DUİSBURG'DA ANDIK


Öfkeye dönüştüyse acılarımız

Sığmıyorsak kabımıza

Ve sevdalı olduğumuz halde

Uğrunda ölecek kadar

seviyorsak yaşamı

Unutma ki,

Gelecek güzel günler içindir.

Ve senle gülüm uzaksak birbirimize

Ayrılmamışçasına

Bil ki daha iyi sulamak içindir sevdamızı

Bekle şafağı

Bekle ki, sevdiğim

Tanyerinin kızıllığıyla

koşayım

Sana ve halkıma

Devrim yürüyüşümüzün onuru komünizm şehitlerimizi, bizlere devrettikleri mücadele bayrağı altında yüce görevlerimizin erleri olarak, devrime ve halka bağlılık andımızla 25 Ocak 2009’da Almanya –Duisburg’da andık. Bir yoldaşın saygı duruşuyla başlatıp,şehitlerimizi anma ve Onları anlamanın ne anlama geldiği üzerine konuşmasıyla devam eden anmada yoldaş konuşmasında, bugün devrim ve komünizm şehitlerimizi anarken, şehitlerimizin bizlere emaneti örgütümüzü gözbebeğimiz gibi koruyarak, şehitlerimizin bizlere armağanın onurunu yaşayarak, devrim ve sosyalizm savaşımında alnımız ak, başımız dik bildiğimiz yolda sapmadan yürüyebiliriz.

Şehitlerimizin davası, proletarya enternasyonalizmini yol gösterici ilke olarak alma, yalnızca yerkürenin Türkiye ve Kuzey Kürdistan parçasında devrimin ve sosyalizmin ve komünizmin zaferi için mücadele etmekle kalmaz, tüm dünyada her türlü gericiliğin yıkılması, sınıfsız ve sömürüsüz bir toplum düzeninin kurulması için de savaşma, savaşanları destekleme davasıdır. Şehitlerimizin yolu yolumuz, davaları davamızdır. Şehitlerimizi andığımız bugün insanlık, emperyalist barbarlığın ve vahşetin çizmeleri altında ezilmeye devam ediyor. İsrail siyonizmi eliyle Ortadoğuda halkalra gözdağı veriliyor, Emekçi yığınlar, savaşların, işkencenin, korkunun ve açlığın tahakkümü altında ‘ölümden beter’ bir yaşama razı edilmek isteniyor.

Bugün şehitlerimizi bir kez daha anarken, sevgili şehitlerimizin anısı önünde bir kez daha söz veriyoruz. Onların bıraktıkları bayrağa daha sıkıca sarılacak ve erdemleriyle donanararak , hata ve zaaaflarımızdan kurtularak mücadeleyi her bakımdan ileriye taşıyacağız. Söz size şehit yoldaşlar. Ocak şehitleri size söz, sizler rahat uyuyun ebedi yatağınızda. Zor günlerimizde olduğu gibi, zafer günlerimizde de hep aramızda, yüreğimizde ve yanıbaşımızda görevlerimizi denetler olacaksınız. Bütün sıcaklığımızla, kavgada yoldaşlığımızla yanımız da ve kavgamızdasınız.

Devrim davasında şehit düşmek ve tam da budur tarihin burçlarındaki ölümsüzleşmiştir Devrim ve komünizm şehitleri bunu yaptılar ve bize yürünecek devrimci yolu gösterdiler. Bizlerde şehit yoldaşlardan öğrenerek, daha bir inanç ve inatla savaşacağımıza söz veriyoruz sözleriyle konuşmasını bitirdi. Ardından örgütlü devrimci çalışmanın geliştirilmesi ve kitle faaliyetlerinin ileriye taşınması, kendi eksiklik ve zaaflarımızla hesaplaşılması için neler yapılması ve duyarsız, ilgisizlik ve geriye düşmeye karşı nasıl bir devrimci çıkış içinde olmalıyız tartışmasıyla anma etkinliğimiz sona erdi.


Devrim ve Komünizm Şehitlerimiz Ölümsüzdür!

Yaşasın Devrim ve Sosyalizm Mücadelemiz!


Almanya-Dusiburg’da DHB Okurları


İsrail ve BBC’ye tepki sürüyor

İsrail’in Gazze’deki katliamı farklı ülkelerde yapılan eylemlerle lanetlenmeye devam ediyor. Ayrıca İngiliz yayın kurumu BBC’nin, “tarafsızlığına zarar vereceği” gerekçesiyle Gazze’ye yardım kampanyasına yayınlarında yer vermemesi üzerine başlayan tartışma, siyasetçiler ve dini liderlerin de tepkilerini dile getirmesiyle büyüyor.
ITV, Channel 4 ve Channel 5’ın da aynı yöndeki tutumlarını değiştirerek yardım kampanyasıyla ilgili çağrılara yayınlarında yer vermeye karar vermelerinin ardından bu konuda yalnız kalan BBC, 13 yardım vakfının bir araya gelerek hazırladıkları iki dakikalık çağrı filmini yayınlamama kararlılığını sürdürüyor.
Başpiskopos da tepkili
İngiliz Anglikan Kilisesi’nin lider isimlerinin başında gelen York Başpiskoposu Dr. John Sentamu, BBC’yi eleştirirken, “Bunun taraf olmakla, tarafsızlıkla bir ilgisi yok. Bu, tümüyle bir insanlık meselesi” dedi. Çağrının Hamas’a silah yardımı çağrısı olmadığını, tamamen insani yardıma yönelik olduğunu belirten Sentamu, BBC’nin bu talebi reddederek zaten “taraf olduğunu ve tarafsızlık ilkesini çiğnediğini” belirtti.
BBC Genel Merkezi’nin bulunduğu Londra’da bir araya gelen yüzlerce kişi, BBC’nin tutumunu kınadı. “BBC sana yazıklar olsun” sloganları atılan eylemde, BBC binasına ayakkabı fırlatıldı. BBC binası önündeki açıklamanın ardından Londra merkezinde yapılan yürüyüşe ise 5 bin kişi katıldı. İngiltere’nin ikinci büyük kenti Birmingham’da da binlerce kişi Filistin için mitingi düzenledi.
İngiliz Kabinesi’nin Uluslararası Gelişmeler Bakanı Douglas Alexander, halkın BBC’nin bu kararıyla şaşkınlık yaşadığını ve karardan büyük üzüntü duyduğunu belirtti.
İsrail’e öfke dinmiyor
Fransa’nın başkenti Paris’te 20 bin kişi Gazze için yürüdü. İsveç’in Stockholm, Göteborg, Luleo, Karlstad ve Vaxjö illerinde Gazze halkı ile dayanışmak amacıyla gösteriler yapıldı. Stockholm’de “Ambargoyu kaldır, İsrail Haag’da yargılansın” parolası ile yapılan yürüyüşte konuşan Sol Parti lideri Lars Ohly, İsrail katliamlarının ardında ABD’nin bulunduğunu hatırlatarak, katliama sesiz kalan Avrupa Birliği ve İsveç hükümetini eleştirdi.
Norveç’in başkenti Oslo’da Filistin halkıyla dayanışma eylemi yapıldı. Tromsö ve Larvik kentlerinde, Gazze halkıyla dayanışma konseri ve toplantılar düzenlendi. (DIŞ HABERLER)

vİşçiler, kamu emekçileri, üretici köylüler alanda birleştiler

Lüleburgaz Emek Platformu’nun düzenlediği “Krizin Bedelini Ödemeyeceğiz” mitingine, yaklaşık üç bin kişi katıldı.
İşten atmaların yasaklanmasını talep eden işçiler, emekçiler ve üretici köylüler, kriz gerekçesiyle gündeme gelen saldırılara yönelik tepkilerini, attıkları sloganlarla dile getirdiler. Hükümet Konağı’ndan başlayıp Kongre Meydanı’na kadar devam eden yürüyüş boyunca atılan sloganlarla, AKP Hükümeti’ne karşı mücadele edileceği, 29 Mart’ta yapılacak seçimlerde işçi ve emekçi düşmanlarının sandığa gömüleceği vurgulandı.
Petrol-İş, Kristal-İş, Eğitim Sen ve Tüm Köy-Sen’in mitinge katılımı oldukça kitleseldi. Tüm Köy-Sen’le aynı pankartın arkasında yürüyen üretici köylülerin, dövizlerini gündöndü sopalarına takmaları dikkat çekti. Çöp depolama tesislerinin meralarına yapılmasını istemeyen Eskitaşlı köylüleri de Tüm Köy-Sen pankartı arkasında yürüdüler. Emekli-Sen’in tabutla mitinge katılması, çevrede toplananlar tarafından alkışlarla karşılandı.
Kristal-İş Başkanı Bilal Çetintaş, DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi, Tek Gıda-İş Genel Başkanı ve Türk-İş Genel Sekreteri Mustafa Türker, Tüm Köy-Sen Genel Başkanı Şevki Konur’un birer konuşma yaptığı mitingde, ayrıca Petrol-İş Genel Başkanı Mustafa Öztaşkın, KESK Basın Yayın Sekreteri Hüseyin Gürpınar ve Türk-İş 1. Bölge Başkanı Faruk Büyükkucak da kürsüden mitinge katılanları selamladı.
Mitinge Kristal-İş, Petrol-İş, Şeker-İş, Tes-İş, Türk Metal, Harb-İş, Tek Gıda-İş, Çimse-İş, Genel-İş, Emekli-Sen, Eğitim Sen, Tüm Bel-Sen, Yapı-Yol Sen, Tüm Köy-Sen, CHP, ÖDP, EMEP, DİP, İKP, Tekstil İşçileri Derneği, Genç-Sen ve bazı dergi çevreleri de katıldı.
Örgütlenmemiz gerekiyor
Mitinge katılanlardan cam işçisi Taner İşler, “Bu benim ilk mitingim. Bir hayli heyecanlıyım. İşimizi korumaya çalışıyoruz. İşsiz arkadaşların yanında olduğumuzu göstermeye geldik buraya. Bir an önce krizin bitmesini, işten çıkarmaların durmasını istiyoruz” dedi.
Danone işçisi Aziz Mercan da şimdilik fabrikalarında işten atılan olmadığını dile getirerek şöyle devam etti: “Umarım böyle gider. İşten atmalar olmaz. Şu anda tam kapasite çalışıyoruz. Üretimde düşüş yok” dedi.
Efes Pilsen işçisi Şevki Uludere de şimdilik fabrikalarında işten atma yaşanmadığını ifade etti. “Dileğimiz ileride de olmaması. İşsizlik kötü… Herkesin çoluğu çocuğu var” diyen Uludere, işten atmaların genellikle örgütsüz işyerlerinde yaşandığına dikkat çekerek, tüm işçileri sendikalaşmaya çağırdı. Uludere “Örgütlenmemiz, güçlerimizi birleştirmemiz gerekiyor” dedi.
Kışlık yiyecek bitti
Emekli-Sen Lüleburgaz Şube Başkanı Kemal Andoğlu ise alanda taşıdıkları tabutu göstererek, “Bu tabutu, Erdoğan’ı gömmek için yaptık. Boyu da 1.90, tam Başbakan’a göre. Evimizde kışlık yiyecekleri bitirdik. Stoklar kalmadı. Bundan sonra ne alacağız, nasıl alacağız, ne yiyip ne giyeceğiz, şaşırdık” diye konuştu.
Malkara Çavuşköy’den gelen üretici köylü Necdet Yapıcı da krizden ilk etkilenenin üreticiler olduğunu kaydetti.
“Aslında her şeyin başı biziz. Biz ekemezsek, biz üretemezsek ne traktör, ne biçerdöver, ne un, ne sucuk, ne peynir, ne ekmek fabrikası çalışır” diyen Yapıcı, hükümetin önce üretici köylüyü kurtarması gerekirken patronlara destek verdiğini dile getirdi. (Lüleburgaz/EVRENSEL)

İŞKENCEYE SIFIR TOLERANS YALANI

TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu’nun derlediği son beş yıla ait verilere göre 380 polis hakkında idari disiplin işlemi yapıldı. Sonuç: 376’sı yani tam yüzde 98.9’u hakkında cezaya gerek görülmedi.
Bu verilere bir de son yıllarda artan polis şiddeti karşısında uygulanan cezasızlık politikası eklenince, tablo daha da kararıyor. Toplanan verilere göre AKP’nin iktidara geldiği günden bu yana, yani 2003-2008 yılları arasında yapılan idari işlemlerde düşüş var. Öyle ki sadece polis kurşunuyla 36 kişinin yaşamını yitirdiği, gazetelerde her gün işkence ve kötü muamele haberlerinin okunduğu 2008 yılında sadece bir idari soruşturma açılmış. Bu rakamlar, işkencenin geldiği boyutları gözler önüne seriyor.
İşkenceye yüzde 99 tolerans
Komisyondaki veriler şöyle: İşkence suçu nedeniyle 2003’te 181, 2004’te 102, 2005’te 41, 2006’da 28, 2007’de 27, 2008’te bir olmak üzere toplam 380 emniyet personeli hakkında idare tarafından disiplin yönünden işlem yapıldı. İdare, 380 personelden 376’sı (yüzde 99) hakkında ceza tayinine mahal olmadığı kararını verdi. Sadece 1 personel hakkında ‘uzun süreli durdurma cezası’ veren idare, üç personel hakkında ise ‘zamanaşımı’ nedeniyle cezai işleme gerek görmedi.
İşkencede ceza binde beş
Yargı da işkence suçlarında idareden farklı davranmadı. İşkence suçu nedeniyle 2003’te 269, 2004’te 217, 2005’te 71, 2006’da 44, 2007’de 22, 2008’de bir olmak üzere toplam 624 emniyet personeli hakkında adli işlem yapıldı. Yargı, işkence nedeniyle karşısına gelen 624 emniyet personelinden sadece 3’ünü (binde beş) cezalandırdı. Beş yılda işkenceden cezalandırılan üç emniyet görevlisinin üçü de 2003 yılında ceza aldı. 624 personelden 216’sı (yüzde 35) beraat ederken, 334’ü (yüzde 54) hakkında takipsizlik kararı verildi. 71 (yüzde 11) emniyet görevlisinin yargılamaları devam ediyor.
Jandarmadaki durum aynı
Yargı, jandarma görevlileriyle ilgili yargılamalarda da polisinkine benzer kararlar verdi. İşkence suçu nedeniyle 2003’te 77’i, 2004’te 41, 2005’te ve 2006’da 9, 2007’de 8, 2008’de ise 7 olmak üzere toplam 151 jandarma personeli hakkında adli işlem yapıldı. 155 jandarma görevlisinden 83’ü (yüzde 55) yargılandı. Sadece ikisi ceza aldı. Biri yargılama sırasında açığa alınırken, ikisi meslekten çıkarıldı. 63’ü hakkındaki yargılama ise devam ediyor.
İdare cezada cimri
Zor kullanma yetkisinde sınırın aşılması suçu nedeniyle 2003’te 1684, 2004’te 1204, 2005’te 612, 2006’da 645, 2007’de 424, 2008’de 48 olmak üzere toplam 4 bin 617 emniyet personeli hakkında idare tarafından disiplin yönünden işlem yapıldı. Bunlardan 15’i (yüzde 3.2) hakkında af kararı verildi. İdare, 4 bin 506’sı (yüzde 98) hakkında ise ceza tayinine mahal olmadığına karar verdi. 5’i (yüzde 1) hakkında kınama, 39’u (yüzde 1) hakkında kısa süreli durdurma, 2’si (yüzde 5) hakkında uyarma, 26’sı (yüzde 6,5) hakkında ise zamanaşımı kararları verildi. Kötü muamele suçunda da son beş yıllık bilanço farklı bir tablo ortaya çıkarmadı. Kötü muameleden 2003’te 101, 2004’te 147, 2005’te 38, 2006’da 20, 2007’de 15, 2008’de 1 olmak üzere toplam 322 jandarma personeli hakkında adli işlem yapıldı. (HABER MERKEZİ)

Meclis’e de bilgi yok

Trafiği açması için yardım istediği polisten aile boyu dayak yediğini iddia eden Mehmet Şah Araşlı’nın iddiasını konu alan haber üzerine harekete geçen TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Prof. Dr. Zafer Üskül, Beyoğlu Emniyeti’ne çarptı. Üskül, 3 Kasım’da bilgi için aradığı İlçe Emniyet Müdürü Yusuf Yüksel’den bir hafta telefon bekledi. Yüksel dönmeyince Üskül, 10 Kasım’da bir daha aradı. Bu kez Yüksel’i bulamadı. Üskül, 12 Kasım’daki üçüncü arayışında ulaşabildiği Yüksel’den, “Şüpheli polisleri tespit edemedik” yanıtını alınca, son çare olarak sorularını “Konu: Yusuf Yüksel” başlıklı yazıya döküp, İstanbul Valiliği’ne yöneltti. Fakat yanıt değişmedi: “Soruşturma sürüyor.”