28 Şubat 2009 Cumartesi

Obama çekiliyor gibi yapacak

ABD Başkanı Barack Obama, uzun zamandır beklenen Irak’tan çekilme planının ayrıntılarını açıkladı. Açıklama öncesinde ABD Kongresi’ndeki Cumhuriyetçi ve Demokrat temsilcileri bilgilendiren Obama, Irak’taki ABD askerlerinin yarısından fazlasını Ağustos 2010’a kadar geri çekeceğini söyledi.
Obama, açıklamayı Kuzey Carolina’daki Camp Lejeune askeri üssünde yaptı. Irak’taki çok uluslu işgal askerlerinin komutanı Ray Odierno ve Irak’ın ABD Büyükelçisi Ryan Crocker’in önerdiği belirtilen planın ayrıntıları ise henüz net değil. Ancak ilk aşamada bu yıl sonuna kadar iki muharip tugayın ülkeyi terk etmesinin öngörüldüğü açıklandı. Obama’nın Irak’tan çekilme planı 16 ay içinde bütün muharip güçlerin çekilmesini öngörüyordu, fakat Obama, Pentagon ve CIA ile yaptığı görüşmelerin ardından bu takvimi 19 aya çekti.
50 BİN ASKER IRAK’TA KALACAK
Plan, Irak’ta 35 ile 50 bin arasında asker bırakmayı öngörüyor. Çekilme takvimine Cumhuriyetçiler tam destek verirken, Demokratlar Irak’ta bırakılacak asker sayısının 15 binle sınırlı kalmasını istiyor. ABD Kongresi’nden yayınlanan bir raporda Obama, Irak’ta kalacak askerlerin Irak güvenlik güçlerine yardımcı olacaklarını ve Irak’taki ABD çıkarlarını koruyacaklarını bildirdi. Irak’ta aralık ayında yapılacak seçimlerin ardından çekilmenin hızlanacağı ve 2010 ortasına kadar asker sayısının 50 bine düşürüleceği tahmin ediliyor. Irak’ta halen 142 bin ABD askeri bulunuyor.
Obama, seçim kampanyası boyunca başkan olduğunda ilk yapacağı işlerden birinin ABD askerlerini 16 ay içinde Irak’tan çekmek ve Afganistan politikasına yoğunlaşmak olduğunu söylemişti. Bunun sonucu olarak bu ayın başlarında 17 bin ABD askerinin daha Afganistan’a gönderilmesi kararı alınmıştı.
ŞİDDET ARTARSA ÇEKİLME YOK
Cumhuriyetçi Temsilciler Meclisi Üyesi John McHugh ise Obama’nın, “Irak’taki şiddetin artması” durumunda ABD askerlerinin ülkeden çekilmesine ilişkin planını gözden geçireceğini belirtti.
McHugh yaptığı açıklamada, Irak’taki ABD askerlerinin çekilmesiyle ilgili takvimi açıklayan Obama’nın, Irak’taki durumun kötüleşmesi ve şiddetin artması durumunda bu planını tekrar değerlendireceğini kendisine ilettiğini ifade etti. Obama’nın bu açıklamayı, Başkan Yardımcısı Joe Biden, Savunma Bakanı Robert Gates ve Genelkurmay Başkanı Michael Mullen ile Beyaz Saray’daki görüşmelerinde yaptığını söyleyen McHugh, Obama’nın, askerleri 19 ay içinde çekme seçeneğini tercih edebileceğini kaydetti. McHugh, Obama’nın “bir B planı” bulunduğunu da sözlerine ekledi. (DIŞ HABERLER)

Tuzla tersanelerinde işçi kıyımı sürüyor

Krizin başladığı günden bu yana 15 bine yakın işçinin işten atıldığı Tuzla Tersaneler Bölgesi’nde işçi kıyımı devam ediyor.
Yıldırım Tersanesi’nde çalışan 15 kadrolu işçi iş yok gerekçesiyle dün işten atıldı.
Dok Gemi-İş Sendikası’nın örgütlü olduğu tersanede geçen hafta da 18 işçi işten atılmıştı. İşten atılan işçilerin ücretlerinin ve tazminatlarının ödendiği öğrenilirken işten atmaların devam edeceği belirtildi.

TSK, Türk’ü hedef gösterdi

Genelkurmay İletişim Daire Başkanı Tuğgeneral Metin Gürak, Meclis’te Kürtçe konuşan DTP Genel Başkanı Ahmet Türk’e karşı yargının harekete geçmesinin “doğal bir husus” olacağını savundu.
‘YARGI HAREKETE GEÇMELİ’
Genelkurmay Başkanlığı’nın haftalık bilgilendirme toplantısında konuşan Genelkurmay İletişim Daire Başkanı Tuğgeneral Metin Gürak’ın gündeminde, DTP Genel Başkanı Ahmet Türk’ün Meclis’te yaptığı Kürtçe konuşma ve TRT’nin Kürtçe yayını vardı. Gazetecilerin Ahmet Türk’ün Meclis’te yaptığı konuşmaya ilişkin sordukları soruyu cevaplayan Gürak, “Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir. Herkesin Anayasa ve yasalara uygun şekilde hareket etmesi gerekir” dedi. Gürak, konuşmasının devamında sarf ettiği, “Hukuk devletinde yasalara aykırı hareket edenler karşısında yargının harekete geçmesi de doğal bir husustur” sözleri ise ‘Asker, yargıyı, Ahmet Türk hakkında işlem yapmaya çağırıyor’ yorumuna neden oldu.
TRT’NİN KÜRTÇE YAYININA YEŞİL IŞIK
Gürak, toplantıda ayrıca, TRT’nin Kürtçe yayınına da değindi. ‘Çeşitli kültürel açılımların yapılabileceğini’ söyleyen Gürak, “Üniter devlet ve ulus devlet yapısına zarar vermeyecek şekilde devlet kültürel açılımlar yapabilir” şartını koştu.

Castro yeniden Havana sokaklarında

2,5 yıldır halkın karşısına çıkmayan Küba'nın efsanevi lideri Fidel Castro'nun ilk kez sokağa çıktığı belirtildi.

Küba'ya giderek Fidel Castro'yla görüşen Venezuela Devlet Başkanı Hugo Chavez, "Fidel dışarı çıktı, onu Havana sokaklarında yürürken görenler ağladı" ifadesini kullandı.

Chavez, Castro'nun durumunu çok iyi gördüğünü söyledi. Fidel Castro, Haziran 2006'da geçirdiği bağırsak ameliyatından bu yana halkın karşısına çıkmıyordu.
Fidel Castro sağlık sorunları nedeniyle yetkilerini kardeşi Raul Castro'ya devretmişti.

NTV-MSNBC / 28.02.0

Ölüm kuyuları açılacak

Silopi Cumhuriyet Başsavcılığının bazı kişilerin öldürülerek atıldığı iddia edilen kuyularla ilgili kazı kararı aldığı bildirildi.

Silopi Cumhuriyet Başsavcılığı, 1990’lı yıllarda öldürülen bazı kişilerin Silopi’deki BOTAŞ kuyularına atıldığı iddiasıyla ilgili başlattığı soruşturma kapsamında, kuyuların kazılmasını kararlaştırdı.

-KAZIYA HAVA MUHALEFETİ-

Alınan kararla Silopi Cumhuriyet Başsavcılığı Kaymakamlıktan kazı
için iş makinesi talebinde bulundu. Ancak, savcılığın kuyularda kazı yapılması yönündeki kararının, hava muhalefeti nedeniyle uygulanamadığı bildirildi. Kazı çalışmalarına havanın düzelmesiyle başlanacağı öğrenildi.

-KEŞİF YAPILMIŞTI-

Silopi Cumhuriyet Başsavcısı Atilla Öztürk, Baro Başkanı Nuşirvan Elçi ve 7 avukat, öldürülen kişilerin atıldığı iddia edilen kuyuların bulunduğu bölgede bir süre önce keşif yapmıştı.

Baro Başkanı Elçi, keşfin ardından AA muhabirine yaptığı açıklamada, BOTAŞ tesisi ile Sinan Lokantası’na ait alandaki 2 kuyuda keşif yaptıklarını belirterek, "BOTAŞ tesisleri yaklaşık 80 dönüm olduğu için keşif uzun sürdü. Buradaki keşif sırasında şüpheli gördüğümüz 2 yer ile 1996 ve 2004 yıllarında bir itirafçının beyanları sonucu toplam 3 cesedin çıkarıldığı Sinan Lokantası’ndaki 2 kuyunun açılmasını talep ettik. Buradaki 2 kuyudan biri doldurulmuş, diğerinin üzeri betonla kapatılmış" diye konuşmuştu.

Afrika'nın lider ekonomisi küçüldü

Afrika'nın lider ekonomisi olarak görülen Güney Afrika ekonomisi, 10 yıldır ilk kez küçüldü.

Afrika ekonomisinin lokomotifi olarak görülen Güney Afrika ekonomisi, 10 yıldır ilk kez küçüldü.

Resmi rakamlara göre, ülke ekonomisi 2008'in son üç ayında yüzde 1,8 oranında küçüldü.

2008 genelinde ise ekonominin yüzde 3 büyüme kaydettiği belirtildi. Güney Afrika ekonomisi 2007'de yüzde 5 büyümüştü.

Ülkenin üretimi de son 40 yılın en ciddi düşüşünü kaydetti. Gayri safi yurtiçi hasılanın yüzde 16'sını sağlayan üretim sektöründe, başta otomotiv olmak üzere yüzde 20'yi aşkın daralma oldu.

Özellikle ülkenin zengin doğal kaynaklarını işleten üreticiler de, emtia fiyatlarındaki gerileme ve talep düşüşünden ciddi şekilde etkileniyor.

Son olarak dünyanın en büyük üçüncü platin üreticisi olan Lonmin firması, iki madende toplam 5.500 kişiyi işten çıkaracağını açıkladı.

Geçen hafta da dünyanın en büyük maden şirketlerinden bir diğeri olan Anglo-American, bu yıl 19 bin çalışanını işten çıkaracağını duyurmuştu.

Güney Afrika'nın başlıca kaynaklarından altında da üretim 2008'de yüzde 13,6 azalarak 1922'den bu yana en düşük düzeyine geriledi.

Uzmanlar bu verilerin hükümeti faiz kesintisine sevkedebileceğine inanıyor.

BBC Turkish / 28.02.09

27 Şubat 2009 Cuma

Sendikalar ve CIA’dan kriz uyarısı

Avrupa Sendikalar Konfederasyonu (ETUC) ve Amerikan Merkezi Haberalma Teşkilatı (CIA) tarafından yapılan açıklamalarda, küresel ekonomik krizin ülkelerde “karışıklıklara” neden olabileceği uyarısı yapıldı.
Bütün dünyayı etkisi altına alan küresel ekonomik krizden dolayı işten çıkarmaların 2010 sonuna kadar devam edeceğini öngören ETUC Genel Sekreteri John Monks, işten çıkarılma korkusunun grev ve protestoları beraberinde getireceğini söyledi.
“İnsanlar özellikle bankalara çok kızgın ve işini kaybetme korkusu giderek artmaya başladı” diyen Monks, krizin insanları yavaş yavaş sokağa dökme pozisyonuna geldiğini ifade etti.
MEYDANLARDOLACAK
John Monks, son aylarda İngiltere, Fransa, İtalya, Yunanistan ve Baltık ülkelerindeki protestolar, yasadışı grevler ve sokak çatışmalarının işsizliğin getirdiği sosyal problemlerden kaynaklandığını vurguladı.
Avrupa’da birçok liderin krizden dolayı baskı altında olduğuna işaret eden John Monks’a göre yakında meydanlar protesto ve grevlerden dolayı dolacak.
Krizin etkisinin 2010’un sonuna kadar devam edeceğini öngören ETUC Genel Sekreteri, sosyal patlamanın endişe verici boyutlara ulaşmaması için acil ekonomik tedbirler uygulanması gerektiğini sözlerine ekledi.
CIA’NIN İLK GÜNDEMİ EKONOMİK KRİZ
ABD’deki yeni yönetim tarafından göreve atanan CIA Başkanı Leon Panetta ise gazetecilerle bir araya geldiği ilk toplantısında “bir istihbarat kuruluşu olarak tüm dünyadaki genel ekonomik durgunluğun etkilerine özellikle dikkat etmeleri gerektiğini” dile getirdi.
CIA Başkanı Panetta, ekonomik koşulların Çin, Rusya ve diğer ülkelerin dış politikalarını nasıl etkilediğinin de CIA tarafından bilinmesi gerektiğini savundu.

Sıra birlik hükümetinde

Filistin’deki El Fetih ve Hamas yöneticileri, kendi kontrollerindeki cezaevlerinde tuttukları rakip grup üyelerinin serbest bırakılması konusunda anlaşmaya vardıklarını açıkladılar.
Filistin’deki El Fetih ve Hamas yöneticileri, kendi kontrollerindeki cezaevlerinde tuttukları rakip grup üyelerinin serbest bırakılması konusunda anlaşmaya vardıklarını açıkladılar.
Ulusal birlik hükümeti kurmak üzere Mısır’da bir araya gelen El Fetih ve Hamas, birbirlerine medya aracılığıyla saldırmama konusunda da anlaştılar. Hamas, Gazze’deki bazı El Fetih üyelerine yönelik ev hapsini kaldırırken, El Fetih de tutuklu bulunan 380 Hamas üyesinden 80’ini serbest bıraktı. Filistin parlamentosundaki El Fetih grubunun lideri Azzam el Ahmed ile Hamas’ın üst düzey yetkililerinden Mahmud Zahar yaptıkları açıklamada, “Diyalogların başlangıç aşamasında belli sayıda tutsak serbest bırakılacak” dediler.
İki grup arasındaki gerilim, Gazze’nin iki yıl önce Hamas’ın kontrolüne geçmesiyle çatışmaya kanlı bir dönüşmüştü.
Ulusal birlik hükümeti kurulmasını hedefleyen görüşmelerde 10’dan fazla Filistinli grubun temsil edilmesi bekleniyor. Kurulacak hükümetin geçici olarak görev yapması, yeni başbakanlık ve parlamento seçimleri için hazırlıkları yürütmesi ve Gazze’de yeniden inşa faaliyetlerinin eşgüdümünü sağlaması planlanıyor. Ancak ABD, İngiltere ve Avrupa Birliği’nin Hamas’ı da içeren bir koalisyon hükümetinden çok bir teknokrat hükümeti görmeyi tercih edecekleri ifade ediliyor.
ARA BULUCU MISIR
Filistinli grupların temsilcileri, Mısır istihbaratının karargah binalarında görüşüyor. Daha önceki görüşmelere de katılan General Ömer Süleyman, toplantının açılışında yaptığı ve Mısır televizyonundan canlı yayımlanan konuşmasında, Filistinli grupları partizanlıktan kaçınmaya çağırdı.
Süleyman, Filistinlilere hitaben, “Herkesin gözü üzerinizde, herkes umutlarını size bağladı. Dolayısıyla anlaşmazlığı uzatmayın ve ayrılığı derinleştirmeyin. Bağımsız bir Filistin devleti ümitlerini gerçekleştirmek için safları birleştirin” diye konuştu.
Görüşmelerde, yeniden birleşmeyle ilgili 5 ayrı konuda özel komiteler oluşturulacağını belirten Süleyman, bu komitelerin 8 Mart’ta çalışmaya başlayacağını söyledi.
ABBAS’TAN
BATI’YA ÇAĞRI
İsveç’te hükümet temsilcileri ve ana muhalefet partisi Sosyal Demokrat İşçi Partisi lideri ile görüşen Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas, Filistin halkı için tek umudun El Fetih ile Hamas tarafından kurulacak bir koalisyon hükümeti olduğunu ifade etti. Abbas, Batı’ya böylesi bir hükümeti boykot etmemesi çağrısında bulundu.
Mahmud Abbas’ın görev süresi bir ay önce bitmesine rağmen, İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırı ve katliamları ile Filistinli gruplar arasındaki iç çelişkilerden dolayı seçimler henüz yapılamadı.
Abbas, İsrail ile Hamas arasındaki ateşkesin sürmesinin, İsrail’in Gazze’ye yönelik ambargosunun hafifletilmesinin ve Gazze’nin yeniden inşasının koşulunun da koalisyon hükümetinden geçtiğini vurguladı.
OLMERT’TEN HAMAS’A UYARI
İsrail Başbakanı Ehud Olmert de önceki gün Hamas’a bir çağrıda bulundu. Esir değişimi için kendisinden sonraki başbakanın pek istekli olmayacağını söyleyen Olmert, bu işi kendisi başbakan iken bitirmeleri gerektiğini belirtti. Olmert, İsrail’in Kanal 2 Televizyonu’na yaptığı açıklamada, “Hamas gibi bizim inandığımız temel normlara karşı duyarsız bir grup bile esir olan kendi adamlarının serbest bırakılmasını ister. Ve (Hamas) bu konuda bir anlaşma şansı varsa, bunun benim başbakanlık dönemimde olabileceğini biliyor” dedi.
Ehud Olmert, “Benden sonra işbaşına gelecek başbakanın Gilad Şalit’i kurtarmak için elinden gelen her şeyi yapacağına eminim. Ama yeni başbakan için kendisini destekleyen siyasi güçler kompozisyonu nedeniyle benim yapmak istediğim şeyleri yapmanın zor olacağından korkuyorum” diye konuştu.
Bu arada Olmert’in, İsrailli esir asker Gilad Şalit’le ilgili görüşmeler için görevlendirdiği özel temsilcisi Ofer Dekel, dün Kahire’ye gitti. İsrail ordu radyosu, Dekel’in, beraberinde İsrail’in Hamas ile bir takas anlaşması kapsamında serbest bırakmayı düşündüğü tutukluların yeni listesini de götürdüğünü ve bunu, Mısır İstihbaratı Başkanı Ömer Süleyman’a vereceğini duyurdu.
ESKİ ARA BULUCULAR: HAMAS’SIZ BARIŞ OLMAZ
İsrail ile Filistin arasındaki anlaşmazlığa çözüm bulmak için çalışmış eski ara bulucular, Ortadoğu’da barış için Hamas ile doğrudan temasın gerekli olduğunu belirttiler.
İngiliz Times gazetesine açık mektup yazan eski İsrail Dışişleri Bakanı Şlomo Ben-Ami, Bileşmiş Milletler’in eski Ortadoğu Temsilcisi Alvaro de Soto, Avrupa Birliği’nin eski Bosna Özel Temsilcisi Paddy Ashdown ve Kamboçya’da barış müzakereleri için tayin edilen Avustralya’nın eski Dışişleri Bakanı Gareth Evans, “Hamas’ı dışarıda tutan siyasetin başarısız olduğunu” vurguladı. Açık mektupta, “Eski barış müzakerecileri olarak bizler için sonuç vermeyen tecrit stratejisini terk etmek ve Hamas’ı siyasi sürece dahil etmek, hayati önem taşımaktadır” diyen eski müzakereciler, İsrail’le Filistinliler arasında barışın, Gazze’nin kontrolünü elinde bulunduran ve ekonomik ambargo, boykot ve askeri müdahalelere rağmen destek almayı sürdüren Hamas’sız mümkün olmadığını söylediler.
Açık mektupta, mevcut yaklaşımın işe yaramadığı ve yeni bir strateji bulunması gerektiği belirtildi ve “Evet, çatışmanın son bulması için Hamas İsrail’i tanımalı, ama bu bir siyasi süreçte olmalı” ifadesi kullanıldı.

İşte yolsuzluk, işte belgesi!

Saadet Partisi (SP) İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Prof. Dr. Mehmet Bekaroğlu, dün düzenlediği basın toplantısında çarpıcı iddialar ortaya attı. Saadet Partisi İstanbul Adayı Mehmet Bekaroğlu, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde ihalelerde büyük usulsüzlükler yapıldığını iddia etti. Bir işin ihalesi yapılmadan bir firmaya verildiğini Belirten Bekaroğlu, işin yüzde 80’i bittikten sonra yani bir yıl sonra bu iş için göstermelik ihale yapıldığını kaydetti. Olayla ilgili ses kaydı da açıklayan Bekaroğlu, Başbakan Erdoğan’ın sözlerini hatırlatarak “İddia etmiyoruz, yolsuzluğun belgelerini savcılığa veriyoruz” dedi.
Bekaroğlu’nun iddialarına kanıt olarak gösterdiği ilk kamera görüntüsünde, ihale komisyon üyelerinden birisinin çalışma odasında elden dolaştırılarak imza attırılan ihale evrakları görülüyor. Görüntülerin çekildiği yer İhale Komisyon Odası değil. Görüntüdeki komisyon üyesinin, kararların birlikte alınmadığını belirten muhalefet notu koyduğunu ifade eden Bekaroğlu, “Daha sonra o dairenin amiri, evrakları yeniden yazdırıp üyeye imzalatmak için baskı yapmıştır” diye konuştu.
İŞ BİTTİKTEN SONRA İHALE VERİLİYOR
“Yapılan ihale kararları bazen sözleşme yapıldıktan sonra, bazen hak ediş alındıktan sonra, bazen ihalenin verildiği medyaya yansıdıktan sonra, bazen de imalat yapıldıktan aylarca sonra ihale komisyonunca imzalanıyor” diyen Bekaroğlu, ihalenin de iş verilip bitirildikten sonra yapıldığını dile getirdi. Bekaroğlu, bu iddiasına kanıt olarak da bir görüntü izletti. Halkalı Gümrük Yolu 2. Kısım İnşaatı’nı alan Gürhan İnşaat adlı şirketin işe Şubat 2008 tarihinde başladığını söyleyen Bekaroğlu, ihalenin ise Ocak 2009 tarihinde alındığına dikkat çekti. Bekaroğlu, “Şubat 2008’de başlanmış işin ihale ve sözleşmesi 26.01.2009 tarihinde yapılmıştır. Yani ihalenin kimde kalacağı belli olmayan iş 1 yıl önceden firmaya yaptırılmıştır” diye konuştu. Bekaroğlu’nun iddialarına kanıt olarak gösterdiği görüntülerde, adlarını vermediği iki kişi arasında aynen şu konuşmalar geçiyor: “Beni getirip kurtların kucağına attınız, 700-800 milyar da onlara ödedik. Beni işin içine sokmuşsun, metazori ihale olmuş. Ben bu işi yaptım, bir hafta sonra da açılış yapacaklar. Bak, hepimiz aynı taraftayız. Burası siyasi bir yer, her türlü hizmeti size yapıyorum.” Skandal konuşmayla ilgili Bekaroğlu, “Burası dediği İBB’nin Fen İşleri Dairesi. Müteahhit hangi cüretle ‘Burası siyasi bir yer’ diyebilmektedir? Kime her türlü hizmeti yapmaktadır” diye sordu.
SÖZLER VE SORULAR
Görüntülerin devamındaki konuşmaları tek tek aktaran Bekaroğlu, aralarda da bazı sorular sordu. İşte sözler ve Bekaroğlu’nun soruları:
Soru: Yüklenici görevini yapan devlet memuruna hangi cüretle bu lafları etmektedir?
“Cebindeki 8 trilyon parayı sekiz ay önce bağla gelip sekiz ay sonra alırsan…”
Soru: Bu söz işin ihale yapılmadan yükleniciye verildiğinin açık delili değil mi?
“Ben Abdurrahman beye çıktım. Açtı telefonu konuştu, (inşaat) neyse odur dedi.”
Soru: Kim bu katına çıkılan Abdurrahman Bey, kime telefon edip Yüklenicinin işlerini kolaylaştırmasını istiyor?
“O zaman işi yaparken bana kim yap dediyse benim muhatabım o olsun.”
soru: Yükleniciye ihale yapılmadan işi yap diyen kim?
“Ben bu idareye kırgınım en üste kadar söyleyeceğim”
Soru: Acaba bu en üstteki yetkili kim? Sayın Topbaş mı?
“Ben Saraçhaneye gidip beni bu işin içine sokanlara derdimi anlatayım”
Soru: Saraçhane’ye niçin gidiyor, orada kim oturuyor?
“Benim Büyükşehir Belediyesine yıllık cirom 250 trilyon. Yarım kalan işinizi bitirdim.”
Soru: Kimin hangi yarım kalan işlerini bitirmiştir?
UCUZA EN PAHALIYA MAL EDİYOR
İhaleyi alan firmaların en düşük fiyat teklifinde bulunmak için ucuz malzeme gösterdiklerini de iddia eden Bekaroğlu, ancak bu firmaların işi yaparken en pahalı malzemeyi kullandıklarını belirtti. Buna örnek olarak da demirle yapılacak üst geçidin betondan yapılmasını gösterdi.
İddialarını bir bir seslendiren Bekaroğlu, daha sonra da İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın uykularının kaçacağını söyledi. Bekaroğlu, Başbakan Erdoğan’a da çağrıda bulunarak, “Sayın Başbakan, ‘Savcılığa teslim edin’ diyorsun; zaten ettik, bu dosyayı da biraz sonra teslim edeceğiz, bundan emin olun. Ama size de bir sorum var: İstanbul’a yerleştirdiğiniz bu ‘mutemet’ adamların bunları yaptığını bilmiyor muydunuz? Tüyü bitmemiş yetimlerin hakkını gasp eden bu ekiple yola devam mı edeceksiniz, yoksa bunlardan istifalarını isteyecek, Sayın Kadir Topbaş’ı da adaylıktan çekecek misiniz? Bu işin soruşturulması için Mülkiye Teftiş Kurulu’na talimat verecek misiniz, Topbaş’ın yargılanabilmesi için içişleri bakanınız soruşturma izni verecek mi” diye sordu.

Yoksulluk sınırı 2 bin 411 TL

Türk-İş dört kişilik bir aile için açlık sınırını Şubat ayı itibariyle 740 TL, olarak belirledi. Mutfak enflasyonunda yıllık ortalama artış yüzde 10.77 oldu.
Türk-İş, şubat ayında dört kişilik bir ailenin açlık sınırının 740 TL, yoksulluk sınırının ise 2 bin 411 TL olduğunu bildirdi.
Türk-İş’in araştırmasına göre dört kişilik bir ailenin sadece sağlıklı beslenebilmesi için yapması gereken asgari gıda harcaması tutarı olan “açlık sınırı”, şubat ayında da artışını sürdürerek 740.04 TL’ye çıktı. Gıdanın yanı sıra yapılması zorunlu konut, ulaşım, giyim, eğitim, haberleşme ve benzeri harcamalarla birlikte toplam tutar olan “yoksulluk sınırı” da 2 bin 410.57 TL’ye ulaştı.
Türk-İş açıklamasında, yaşanan ekonomik krizle birlikte yaygınlaşan işsizlik ve gelecekle ilgili belirsizliğin, başta çalışanlar olmak üzere dar ve sabit gelirli kesimleri endişelendirmeye devam ettiği ifade edildi. Bu kesimin işlerine ve satın alma güçlerinin korunmasına yönelik artan kaygıların tüketim harcamalarını da olumsuz etkilediği belirtilen açıklamada, bu durumun zorunlu giderler arasında yer alan gıda harcamalarında bile kendini gösterdiğine işaret edildi.
Açıklamada, şöyle denildi: “TÜİK tarafından bu ay açıklanan istihdam ve işsizlik verileri, bu alandaki tehlikeli tırmanışı ortaya koydu. İşsizlik oranının hesaplanmasındaki yetersizlik ve yöntem tercihine rağmen üç milyona ulaşan işsizlerin yüzde 17.5’ini (yaklaşık 524 bin kişi) bu dönemde işten ayrılanlar oluşturdu. İşsiz kalanların sayısı giderek artarken, işsizlik ödeneğine hak eden kişi sayısı ise sınırlı sayıda (işsiz kalanların yaklaşık yüzde 10’u) kaldı. Yaygınlaşan işsizlik, ücret gelirlerindeki gerileme, gelir yetersizliği/yokluğu, dar ve sabit gelirli kesimlerin yaşama koşullarını gün geçtikçe daha da bozmaktadır.”
SADAKA DEVLETİ
Türk-İş açıklamasında, işçi, memur, emekli, esnaf, köylü ve tüm dar ve sabit gelirli büyük bir kesimin gelirinin “insan onuruna yakışır” bir geçim düzeyi sağlamaktan uzak olduğu gibi kriz nedeniyle giderek kötüleştiği de vurgulandı.
Türk-İş’in araştırmasında şu değerlendirmeye yer verildi: “Uygulanması gereken ekonomik ve sosyal politikalar, herkesin çalışarak elde edeceği gelirle kendisinin ve ailesinin geçimini sağlaması temelinde olması gerekmektedir. Yoksulluğu önleyecek yaklaşımlar yerine ‘yardım’ temelinde yaygınlaşan uygulamalar, özellikle yerel seçimle birlikte hız kazanmıştır. Bir bakıma ‘yoksulluk ticareti’ diye nitelendirilebilecek yaklaşımlar sergilenmeye başlanmış, ‘sosyal devlet’ uygulamaları yerini ‘sadaka devlet’e bırakmıştır.” (EKONOMİ SERVİSİ)

Kırk yaş kesilsin baş!

AKP Hükümeti “Yaşam süresi uzuyor” diye emeklilik yaşını 68’e çıkardı. Ancak aynı hükümet, 40 yaşından sonra çalışma yasağı getirilmesine ise göz yumuyor.
AKP Hükümeti “Yaşam süresi uzuyor” diye emeklilik yaşını 68’e çıkardı. Ancak aynı hükümet, 40 yaşından sonra çalışma yasağı getirilmesine ise göz yumuyor.
Çoğu işyerinde bu yasak gizli uygulanırken, Mersin’de bulunan Toros Devlet Hastanesi’nde ise bu resmi evrakla geçti.
“Bu kadarına da pes” dedirten olay, iki yılda bir yapılan temizlik işleri ihalesi sonucu ortaya çıktı. İhale 1 Ocak 2009 tarihinde sonuçlandı ve ihaleyi başka bir firma kazandı.
Ancak ihale şartnamesi çalışanları isyan ettirdi. Çünkü temizlik ihalesi şartnamesine ‘40 yaşın üstündekiler çalışamaz’ şeklinde bir madde eklendi. Hastanenin her türlü temizlik işini yapan emekçilerden 40 yaşını aşan 46 kişi, işsiz kalmakla yüz yüze kaldı.
İddialara göre şartnameye bu maddeyi, hastanenin başhekimi Cavit Göktaş koydurdu.
Hatta Başhekim Göktaş, hastanede yıllardır başta temizlik olmak üzere çeşitli hizmetler veren, gerektiğinde hastabakıcı olarak çalıştırılan 40 yaş üstündeki çalışanları çağırdığı toplantıda, “Arkadaşlar buraya kadar, elinize sağlık” diyerek adeta onlara “yol” verdi.
PROTESTO EDİLDİ
Hastane bahçesinde bir araya gelen SES üyesi kamu emekçileri, hastanenin temizlik işlerini yapan personel, Mersin Tabip Odası yöneticileri, Dev Sağlık-İş Çukurova Bölge Şubesi yöneticileri, doktorlar, Mersin Limanı’nda işten atılan AKANSEL işçileri ve hasta yakınlarının da destek verdiği eylemde bu uygulamayı protesto ettiler.
Açıklamayı okuyan SES Mersin Şube Başkanı Yılmaz Bozkurt, “Emeklilik yaşını 65’e çıkaran Başbakan ve AKP Hükümeti bizi duysun, görsün istedik. Sadece 40 yaşını geçtiğimiz için bizi gömmek isteyenler, elimizden ekmeğimizi, işimizi almak isteyenler var” diye konuştu.
Sağlık hizmetlerinde uygulanan taşeronlaştırmayı “insafsız, ahlaksız sistem” olarak nitelendiren Bozkurt, bu uygulamaya yıllardır karşı çıktıklarını dile getirerek, “Ne yazık ki yine haklı çıktık” diye konuştu.
İŞİMİZDEN VAZGEÇMEYECEĞİZ
“İş, ekmek yoksa barış da yok”, “Direne direne kazanacağız”, “Baskılar bizi yıldıramaz” sloganları arasında sözlerini sürdüren Bozkurt, şöyle konuştu: “Şimdi bize söylenen, yeni şirketin, sırf 40 yaşını doldurdukları gerekçesiyle 46 arkadaşımızı işten çıkaracağıdır. Yani her 3 çalışandan birini sokağa atacaklar. İşimizi kötü yaptığımız, aldığımız yetersiz ücretlere itiraz ettiğimiz, hakkımızı aradığımız, sendikaya üye olduğumuz için de değil.
Sadece ve sadece 40 yaşın üzerinde olduğumuz için bizi sokağa atıyorlar. Aldığımız ücretin kat kat fazlasını emeğimizle hak etmişken; şimdi bize işsizliği, açlığı, sefaleti reva görüyorlar.
Ama yağma yok! Emeğimize ve ekmeğimize sahip çıkmaya kararlıyız. İşimizden vazgeçmeyeceğiz. Emeğimize sahip çıkacağız. Yıllardır döktüğümüz terin hakkından vazgeçmeyeceğiz.”
Konuşmasında Mersinlilere de seslenen Bozkurt, “Bu insanlık dışı uygulamaya karşı bizi yalnız bırakmayın. Hatırlatıyoruz. Siz de bir gün 40 yaşında olacaksınız” dedi. Başta Başbakan olmak üzere hükümete de çağrıda bulunan Bozkurt, şöyle devam etti: “Ya işimize sahip çıkacağız ya da işsizliğimizin sorumlularından her yerde, her alanda hesabını soracağız.” (Mersin/EVRENSEL)
BÖYLE BİR YASA VAR MI?
Bedir Arslan (49 yaşında): Yaşadığım bu olay, rüya değil gerçek. Ama burası Türkiye. Hastanede temizlik elemanı olarak 5 yıldır çalışıyorum. İhale şartnamesinde 40 yaş üstü çalışamaz diye madde koymuş Sayın Başhekim Cavit Göktaş. Bizlerle toplantı yaptı, ‘Arkadaşlar buraya kadar elinize sağlık’ dedi. Hayvanlar yaşlanınca ya dağa salıverirler ya da mezbahaya götürülür. Bizler o sıfatlardan uzağız ama o zaman emekli etsinler ya da bizleri diri diri mezara gömsünler. Bizlere yaşamak için mantıklı bir yol göstersinler. Evime nasıl ekmek götüreceğim, çocuklarıma nasıl örnek bir baba olacağım? Böyle bir yasa var mı Türkiye Cumhuriyeti’nde? Ben işimi istiyorum, namusum ile yaşamak ve de zamanı gelince emekli olmak tabii.
NE YAPMALIYIM
Sevim Avcı (44 yaşında): Toros Devlet Hastanesi’nde 12 yıldır temizlik elamanı olarak çalışıyordum ama şimdi hastanenin başhekimi, bana, ‘Sen 44 yaşındasın çalışamazsın’ diyor. Çalıştığım hastaneye gençliğimi, sağlığımı, umutlarımı, emekli olabilir miyim diye verdim. Tabii bir ben değilim, toplam 46 arkadaşım aynı durumdalar. Sedye ile hasta taşıyorum; yoğun bakımdaki hastaları her sabah kaldır indir, bel fıtığı oldum ama yine de işimi seviyorum. Ben insanları seviyorum, ama ‘40 yaş üstü işçi çalışamaz’ şeklinde bir yasa var mı? Çocuklarıma nasıl ekmek götüreceğim, biliyor musunuz ben mağdurum, ne yapmalıyım?
Kadir Çelik (42 yaşında): Toros Devlet Hastanesi’nde temizlik elamanı olarak 4 yıldır hizmet vermekteyim. Özel sektör olduğu için sürekli ihaleler sebebi ile çok şirketler geldi geçti ama karşımıza ‘40 yaş üstü çalışamaz’ diye bir gerekçe çıkmadı. Bazı arkadaşlarımız 14 yıldır hizmet ile çalışmış, gençliğini, sağlığını kaybetmiş ama içindeki insan sevgisini kaybetmemiştir. Şimdi soruyorum size: Emeklilik yaşı bayanlarda 58, erkeklerde 65. Bizleri yıllarca kullanıp sonra ‘Arkadaş, sen yaşlandın artık bize yaramazsın’ diyorlar. Peki, nerede adalet?

26 Şubat 2009 Perşembe

‘Tanırım dürüst biri’

Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin, ilginç değerlendirme ve tespitler yapmaya devam ediyor. Antalya’da yaptığı konuşmada ‘bize oy vermezseniz hizmet alamazsınız’ demeye getiren Şahin, dün de yolsuzluktan tutuklu bulunan bir belediye başkanı için ‘tanırım dürüsttür’ dedi.
Şahin, Bakanlığa gelişi sırasında gazetecilerin Akfırat Belediyesi’ndeki vekaletnamesi ile Antalya Gazipaşa’da yaptığı konuşmaya ilişkin sorularını yanıtladı. Bakan Şahin, CHP İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun söylediklerini televizyondan izlediğini belirterek, gözaltında bulunan belediye başkanı ile ilgili isim vermeden, “Bahis konusu belediye başkanı dürüst, yetenekli, çalışkan bir belediye başkanı olarak, daha önceden tanıdığım bir arkadaşımdır. Akfırat’ta da ondan başkasını tanımam” dedi.
YOLSUZLUKTAN TUTUKLU
“Ben, bir yıl olmuştur bu vekaletnameyi vereli. Ama daha sonra bir suç nedeniyle ciddi bir isnat nedeniyle şu anda tutuklu bulunuyor. Yani bu arkadaşımızın bu ithamlara muhatap olduktan sonra verilmiş bir vekaletname değil” diyen Şahin, Hilmi Yıldız’ın da çalışkan bir arkadaşı olduğunu söyledi.
Şahin konuşmasına şöyle devam etti: “Benim dürüst, yetenekli, çalışkan bir belediye başkanı olarak, daha önceden tanıdığım bir arkadaşımdır. Akfırat’ta da ondan başkasını tanımam. Hikayeyi daha önce anlatmıştım. Formula 1 yarışları için gittiğim Akfırat’ta Ayhan Bermek’in orada bir yazlığı var. Öğle yemeğine davet etmişti, çok güzel bir bahçesi vardı. Buralarda böyle şey var mı?, deyince gelişti işler. ‘Burada buluruz’ deyince, böyle bir süreç başlamıştı. Ben Ankara’dayım, Akfırat’ta Ayhan Bermek gibi bir şey yapmayı önce hayal ettim ama sonradan vazgeçtim. Olay bundan ibaret. Vekaletim onda kalmış.”
CEZASINI HALK VERİR
Bakan Şahin, Antalya’da yerel seçim kampanyasında yaptığı konuşmadan sonra muhalefetten istifa çağrıları geldiğinin anımsatılması üzerine de şöyle dedi: “Bizler aynı zamanda siyasiyiz. Ben Adalet Bakanı’yım ama aynı zamanda bir siyasi partinin mensubuyum ve o siyasi partiden milletvekiliyim. Antalya’da katıldığım toplantılar siyasi toplantılardır. Seçime gidiyoruz. Tabii ki belediye başkan adaylarını desteklemek için bulunuyorum. Açıklama halk tarafından değerlendirilecek. Yanlış bir değerlendirmede bulunmuşsam, halkımızın sağduyusuna güvenin, bunun cezasını verir.
HİLMİ YILDIZ KİMDİR

Tuzla’ya bağlı Akfırat Belde Belediyesi’nin AKP’li eski Başkanı Hilmi Yıldız Ocak 2009’da polisin yaptığı bir operasyonla gözaltına alındı. Gözaltının altında yatan neden ise Formula 1 pistinin yarattığı 20 milyon TL’lik rant kavgasıydı. Pistin yapımının ardından çevrede bulunan araziler birdenbire değer kazandı. Akfırat Belediyesi’ne yapılan operasyon da bunun üzerine geldi. Mehmet Ali Şahin’in vekaletinin bulunduğu Akfırat Belde Belediye Başkanı Hilmi Yıldız ve beraberinde 40 kişi ‘ihaleye fesat karıştırmak, evrakta sahtecilik, tehdit, adam yaralamak, adam kaçırmak, yolsuzluk, irtikap” gibi nedenlerle gözaltına alındı. Yakalananların ev ve işyerlerinde 3 adet M16’ya benzeyen av tüfeği, biri Glock olmak üzere 6 adet tabanca, 145 mermi, 2 adet ruhsatsız av tüfeği, bir gece görüş dürbünü, bir adet kılıç ele geçirildi. Hilmi Yıldız, ‘ihaleye fesat karıştırmak, evrakta sahtecilik, yolsuzluk’ gibi nedenlerden dolayı tutuklandı.

25 Şubat 2009 Çarşamba

YOKSUL ÇOCUKLARINA EĞİTİM YASAK

Türkiye’de kırsal kesimde yayaşan, üç kardeşi olan, anne babası ilkokul mezunu bir kızın liseye gitme olaslığılı yüzde 1-2, en zengin kesim en yoksul kesimin 21 katı eğitim harcaması yapıyor.
Bu rakam Eğitim Reformu Girişimi’nin (ERG) hazırladığı ‘Eğitimde Eşitlik: Politika Analizi ve Öneriler’ raporundan. Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi koordinatörlüğünde yürütülen Eğitim Reformu Girişimi’nce (ERG) hazırlanan rapor dün açıklandı. Açık Toplum Vakfı’nın desteğiyle sürdürülen araştırma kapsamında Galatasaray ve Bahçeşehir Üniversitesi’nden araştırmacılar eğitime erişimde ve başarıda eşitsizliklerin belirleyicilerini araştırdı. TÜİK’in Hane Halkı Bütçe Anketi ve Uluslararası Öğrenci Başarılarını Değerlendirme (PISA) verileri kullanılarak hazırlanan rapor, eğitimin toplumsal eşitsizlikleri azaltabilme imkânından çok uzak olduğunu gösteriyor. Raporun çarpıcı sonuçlarından bazıları şöyle:

Matematik ‘sıfır’
* 15 yaşındaki gençlerin yüzde 32’si okuduğunu anlamamakta , yüzde 52’si basit matematiksel problemleri çözememekte.
* Kırsal kesimde yaşayan, ailesinin geliri sınırlı, üç kardeşi olan, annesi ve babası ilkokul mezunu bir kız çocuğun liseye gitme olasılığı yüzde 1-2 arasında. Oysa kentsel alanda yaşayan, annesi ve babası üniversite mezunu bir erkek çocuğun liseye gitme olasılığı yüzde 68-70.
* En düşük sosyoekonomik düzeydeki öğrencilerin yüzde 51’i meslek liseleri ve çok programlı liselere devam ederken yüzde 5’i Anadolu lisesine gidebiliyor.
* En yüksek sosyoekonomik düzeydeki öğrencilerin sadece yüzde 3’ü meslek liseleri ve çok programlı liselere giderken, yüzde 49’u Anadolu liselerinde eğitim görüyor.
* Babasının ya da annesinin eğitim düzeyi bir yıl daha fazla olan kız çocuklarının eğitime katılım olasılığı oranı yüzde 3 daha yüksek.
* Annenin tek ebeveyn olduğu hanelerde kız çocuklarının ilköğretime katılım olasılığı oranı yüzde 38, ortaöğretime katılım oranı yüzde 69 daha düşük.
* Babası bir yıl daha fazla eğitimli erkek çocuklarının ortaöğretimde eğitime katılım olasılık oranı yüzde 15, kızlarınki yüzde 10 daha yüksek.
* Gelirinin yarısından fazlası tarımdan gelen hanelerde kızların eğitime katılım olasılığı yüzde 19 daha düşük.
* Zorunlu ilköğretimde yüzde 100 okullaşma hâlâ sağlanabilmiş değil. Bölgeler arası farklar artıyor. Güneydoğu Anadolu’nun kırsal kesiminde yaşayan bir kız çocuğunun ilköğretime erişim olasılığı yüzde 48-52’dir.

Diplomasız kızlar
* 15-19 yaşındaki gençlerin yüzde 15’i ilköğretim diplomasına sahip değil. İlköğretim diploması sahibi olmayan her 10 gençten yedisi kız.
* Güneydoğudaki kızların eğitime katılım olasılığı oranı İstanbul’da yaşayan kızlara göre yüzde 50 daha düşük.
* En zengin kesim en yoksul kesimin 21 katı eğitim harcaması yapıyor. En zengin kesimdeki 7-23 yaş nüfusun yüzde 28’i yükseköğretime erişebilirken, en yoksul kesimdeki aynı yaş grubunun yüzde 0.4’ü yükseköğretime erişebiliyor.

Ve öneriler
Raporun sonuç bölümünde “Eğitimde eşitliğin sağlanması hedefi, ulusal planlama belgelerinde daha çok yer almalıdır. Ortaöğretime ve yüksek öğretime erişim ile ilgili açık hedefler konmalı, bu hedefler sürekli izlenmeli ve geliştirilmelidir. Eğitime ayrılan kamu kaynakları artırılmalı ve dezavantajlı bölgeler önceliklendirilmeli. Okul öncesi eğitimin iller temelinde değil, dezavantajlı çocuklar hedef alınarak ve önceliklendirilerek yaygınlaştırılmalı. Genel liseler ve meslek liseleri birbirinden bu kadar keskin biçimde ayrılmamalı, okullar arası kalite farklılıkları giderilmelidir...” denildi.

AHMET TÜRK KÜRTÇE KONUŞTU MECLİS KARIŞTI MASKELER DÜŞTÜ

DTP Eş başkanı Ahmet Türk, 21 Şubat Anadil Günü nedeniyle grup konuşmasını Kürtçe yaptı. DEP Milletvekili Leyla Zana’nın konuşmasından yaklaşık 18 yıl sonra ilk defa Meclis’te Kürtçe konuşuldu. Ancak canlı yayın yapan TRT 3 Meclis tv, Türk’ün konuşması sırasında yayını kesti. Aynı sırada devletin Kürtçe kanalı TRT Şeş’te şarkıcı Rojin, konuklarıyla Kürtçe sohbet ediyordu. Sadece birkaç gün önce ise AKP’li Dengir Mir Mehmet Fırat da New York Times gazetesine Kürtçe propaganda yasağı için “Bunun çok mantıklı olmadığını düşünüyorum. Bir kişi tek bir dil konuşuyorsa oyunu isteyen, onun dilinde konuşabilmelidir” demişti. Fırat, Türkiye’nin değişmekte olduğunu savunmuştu.
BASKILAR NEDENİYLE...
DTP grup toplantısındaki konuşmasına Türkçe başlayan DTP Eş Başkanı ve Mardin Milletvekili Ahmet Türk, “DTP’li milletvekilleri veya belediye başkanları Kürtçe konuştukları için cezalandırılıyor, ancak Başbakan mitinglerde Kürtçe konuşmayı kendine bir hak olarak görüyor. Yani Kürtçe Kürtlere yasak, ancak AKP’ye, devlete serbesttir. Bu ikiyüzlü yaklaşımı kabul edemeyiz. Bizim resmi dilin Türkçe olmasına bir itirazımız olamaz, ancak yerel yönetim gibi, eğitim alanı gibi, basın yayın alanı gibi ya da yerel meclisler gibi alanlarda Kürtçe üzerindeki yasakların kalkması ve Anayasal güvenceye bağlanması talebimizin de son derece gerçekçi bir insani talep olduğunun anlaşılmasını istiyoruz. Bu vesileyle; hem dünya anadil günü olması, hem Kürtçe üzerindeki anlamsız baskı ve yasakların sürüyor olması, hem anadil korkusunun yapay bir korku olduğunu anlatmak açısından, hem de dillerin güzelliği ve kardeşliği inancımızdan hareketle, konuşmamın bundan sonrasını yine benzer şeyleri ifade etmek için kendi anadilimde sürdüreceğim” dedi.
Kürtçe konuşmaya başlayan Türk’ün bu sözleri ayakta alkışlandı.
Ahmet Türk, grup toplantısı çıkışında da gazetecilerin sorularını cevapladı. Türk, bu konuda Meclis Başkanı Köksal Toptan’a bilgi vermediğini söyledi.
Bunun parti kararı olduğunu belirten Türk, “Dillerin zenginliğinden ve güzelliğinden bahsettim. Eğer bu yasaksa o zaman çarşaflı insanların da Meclis’e gelmemesi gerekiyor. Başbakan Kürtçe konuşabiliyorsa ben de konuşurum” dedi.
CEZAİ YAPTIRIM YOK
Türk’ün konuşmasına MHP ve CHP milletvekilleri tepki gösterirken, TBMM Başkanı Köksal Toptan “Cezai yaptırım uygulanmayacak” dedi. Toptan, Trabzon Günleri programında basın mensuplarının sorularını cevapladı. “TBMM’de böyle bir yol açılırsa TBMM de ona göre tedbirini alır. Meclis kürsüsünde Kürtçe konuşulduğu zaman Meclis başkan vekili Kürtçe bilmiyorsa, divan üyeleri, stenegroflar, milletvekilleri Kürtçe bilmiyorsa konuşan hatibin dilini nasıl anlayacaklar? Azınlıkların olduğu ülkelerde bazı önlemler var. Türkiye’nin böyle bir azınlık sorunu bana göre yok. TBMM Başkanlığı’nın yaptığı Anayasa’nın ve siyasi partiler kanunu’nun emrettiği bir iştir. Bundan sonra da böyle bir iş yapılırsa biz yayınları keseriz” dedi. TBMM Başkanlığı tarafından yapılan yazılı açıklamada, Meclis’te Türkçe dışında dil kullanılmaması istendi. “Sayın vekillerimizden ve siyasi parti gruplarından, yasama ve denetim faaliyetlerini Anayasa ve kanunlara uygun olarak devletin resmi dilinde yapmaları hususunda gerekli duyarlılığı göstermeleri beklenmektedir” denildi. (HABER MERKEZİ)

--------------------------------------------------------------------------------
1991’DEN SONRA İLK!..


DEP milletvekili Leyla Zana, 1991 yılında TBMM’deki yemin töreni sırasında Kürtçe konuşmuş, bunun üzerine dokunulmazlıkları kaldırılan DEP milletvekilleri, Meclis’ten atılmışlardı.
Bir sivil polisin Orhan Doğan’ı başından tutarak polis aracına bindirmesi, olayın sembol fotoğrafı olmuştu. 6 DEP’li milletvekili 10 yıl hapis yattı.

--------------------------------------------------------------------------------
TRT 3’ÜN YAPTIĞI TRAJİKOMİKTİR

DTP Grup Başkanı Ahmet Türk’ün Kürtçe konuşmasını ve TRT 3’te canlı yayının kesilmesini değerlendiren kitle örgütü temsilcileri ve aydınlar, şunları söylediler.
DTP Grup Başkan vekili Selahattin Demirtaş:
DTP olarak yaptığımız çıkış, maskeleri düşüren bir çıkıştı. Devletin AKP eliyle yaptığını iddia ettiği açılımların sahte, Kürtleri kandırmaya yönelik adımlar olduğu, bu konuşma ve buna yönelik tutumla deşifre oldu.
Aydın Çubukçu
(Hayat Televizyonu Genel Yayın Yönetmeni): Başından beri TRT 6’yı değerlendirirken “devlete Kürtçe serbest Kürt halkına yasak” örnekleri veriyorduk. Kürt halkının diline, kültürüne olan saygının nereye kadar olduğu da anlaşılmış oldu. Egemenlerin bir politikası vardır. Ancak kendileri yaparsa meşrudur, ama hakkın sahipleri haklarını kullanmaya kalkışırlarsa her türlü engellemeyle karşılaşmaları da doğaldır. Bunun başından beri böyle olacağını tahmin ediyorduk. Kürtçenin serbestçe kullanılması; siyaset, kültür, felsefe dili olarak işlevlik kazanması, anlaşılıyor ki daha çok mücadele isteyecektir.
Ayhan Yalçınkaya
(Ankara Üniversitesi SBF Öğretim Görevlisi): Kürt dilinin kamusal alana çıkarılması doğrudan doğruya kabul edilmiş. Kamusal alanda onay görmüş, kabul edilmiş bir dilin siyasal alandan kovulması, trajikomik bir durumdur.
Ahmet Abakay
(Çağdaş Gazeteciler Derneği Başkanı): Eğer devletin televizyonu, yani TRT 6, 24 saat yayın yapıyorsa devletin Meclis’inde de Kürtçe konuşulması son derece doğaldır. Meclis başkanının TRT hakkında bir soruşturma açmasını da bekliyoruz.
Prof. Dr. Doğu Ergil: Devletin bir kanalı Kürtçe yayın yapıyor. Başka bir kanal Kürtçe konuşan birini yayınlamıyor. Bu, hâlâ anayasamızın özünü ve yasalarımızın demokrasiyi bütünlüklü bir rejim olarak benimseyip özümseyemediğini gösteriyor. Bu yüzden topyekün doğru dürüst bir anayasa yapıp yasaları buna uydurmamız lazım. Ülkemiz farklı inançlara, kültür kümelerine, dillere sahip. Bunlar yokmuş gibi davrandığımız sürece böyle çelişkiler yaşanacaktır.
Muharrem Erbey
(İHD Diyarbakır Şube Başkanı): Meclis’te Kürtçe konuşarak bu ülkenin bölüneceğine inanmıyoruz. İnsanların kendi anadillerinde kendilerini ifade etmesi en temel insani haktır. Bir yandan TRT 6 kurulur, üniversitelerde Kürtçe bölüm açılımı olurken, diğer yandan bu ülkede en büyük halklardan bir tanesi olan Kürt halkının kendi anadilinde kamusal alanda kendini ifade edememesi sorunu ile karşı karşıyayız
Mehmet Emin Aktar (Diyarbakır Baro Başkanı): TRT 6 gün boyu Kürtçe yayın yaparken, Ahmet Türk’ün konuşmasının kesilmesini doğru bulmuyoruz. bu tavır, devletin ne kadar yasaklayıcı bir tutum sergilediğini gösteriyor. Kürtçe TV’nin politik bir maksatla açıldığı ortaya çıkmıştır. Devlet bu noktada samimiyetsizliğini bir an önce ortadan kaldırmalı.
Semih Oktay (Diyarbakır Demokrasi Platformu Sözcüsü): Erdoğan TRT 6’da kendini ifade ederken ve diğer siyasetçilerin kendilerini ifade etmesinin bir sakıncası olmazken, Ahmet Türk’ün isteklerini ve taleplerini Kürtçe yapması sırasında yayının kesilmesi, antidemokratik bir uygulamadır. (DİHA)

Ortadoğu’da yoğun trafik

İsrail’de hükümeti kurmak için koalisyon görüşmeleri devam ediyor. Ancak bölgedeki tek görüşme, Livni ve Netanyahu arasında değil.
İsrail’de hükümeti kurmak için koalisyon görüşmeleri devam ediyor. Ancak bölgedeki tek görüşme, Livni ve Netanyahu arasında değil. Hamas’ın, Mısır tarafından başlatılan ve
Filistin’deki gruplar arasında uzlaşı sağlanmasını amaçlayan Kahire’deki konferansa bir heyet göndereceği bildirildi. İsrail Başbakanı Ehud Olmert ise Gazze’de ateşkes görüşmelerine katılan arabulucularda değişikliğe gitti. Olmert’in gerekçesi, arabulucunun kendisini eleştirmesi ve sonrasında da özür dilmemesi.
KOALİSYON İÇİN GÖRÜŞME SÜRÜYOR
İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres tarafından hükümeti kurmakla görevlendirilen Likud Lideri Benyamin Netanyahu ile rakibi Kadima lideri Tzipi Livni, ilk görüşmelerinde koalisyon konusunda anlaşmaya varamamış, ancak iki lider, gelecek günlerde yeniden bir araya gelmek üzere sözleşmişti. Livni, mevcut şartlar altında Netanyahu ile koalisyonun mümkün olmadığını söylüyor, ancak Kadima’nın iki numaralı ismi Şaul Mofaz, Likud liderliğinde bir hükümette yer alabileceklerini söyledi.
OLMERT ARABULUCUYU GÖREVDEN ALDI
Öte yandan, İsrail Başbakanı Ehud Olmert, kendisini kamuoyu önünde eleştiren arabulucusunun görevine son vererek, Kahire’de Gazze’de ateşkes ile ilgili görüşmelere katılacak yeni elçilerini belirledi. Olmert, Amos Gilad’dan boşalan arabuluculuk görevine Şin Bet istihbarat ajansı Başkanı Yuval Diskin ve üst düzey yardımcılarından Shalom Turjeman’ı getirdi.
Amos Gilad, Mısır’ın arabuluculuğundaki görüşmelere İsrail adına katılıyordu. Üst düzey bir Savunma Bakanlığı yetkilisi olan Gilad, görüşmelerden dolayı Olmert’i eleştirmişti. Geçen hafta Maariv gazetesine konuşan Amos Gilad, Olmert’in görüşmelere yaklaşımını “tutarsız” olarak nitelemiş ve ateşkesin, esir İsrail askeri Gilad Şalit ile ilişkilendirilmesine karşı çıkmıştı.
Olmert’in yardımcıları da önceki gün yaptıkları açıklamayla, özür dilemeyi reddetmesi üzerine Gilad’ın görevine son verildiğini duyurmuşlardı. Olmert’e yakın kaynaklar, Gilad Şalit’in serbest bırakılmasına yönelik görüşmeleri ise Ofer Dekel’in yürüteceğini kaydettiler.
Olmert’in, Amos Gilad’ın görevine son vermesi Hamas tarafından da tepkiyle karşılandı. Hamas Sözcüsü Fevzi Barhum, “Bu, Siyonist rejimin sükunet veya tutuklu değişimi ile sonuçlanacak bir anlaşmaya ulaşma niyetinin olmadığını gösteriyor” açıklamasını yaptı. Görev değişikliğinin, ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın bölgeye yapacağı ziyaret öncesinde gerçekleşmesinin de önemli olduğu belirtiliyor.
Olmert’in bu atamasının, önümüzdeki haftalarda kendisinin yerine muhtemelen Benyamin Netanyahu’nun geçecek olmasından dolayı İsrail-Filistin görüşmelerini de tehdit ettiği belirtiliyor. Netanyahu’nun, Hamas grubuna karşı ve Mısır arabuluculuğundaki görüşmelerde daha “şahince” bir duruş sergilemesi bekleniyor. (DIŞ HABERLER)

--------------------------------------------------------------------------------
FİLİSTİN’DE BİRLİK HÜKÜMETİ İÇİN

İsrail’de hükümet kurma çabalarının önümüzdeki günlerde de devam etmesi beklenirken, Filistinli gruplar da “birlik hükümeti” için görüşmeye hazırlanıyor.
Hamas yetkililerinin açıklamasına göre grup liderlerinden Musa Ebu Marzuk başkanlığında bir heyet, Kahire’de düzenlenecek konferans kapsamında Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ın El Fetih grubu başta olmak üzere toplamı 13’ü bulan diğer Filistinli gruplarla görüşmelerde bulunacak.
Mısır, söz konusu konferansla Filistin’de bir birlik hükümeti kurulmasını amaçladığını, böyle bir gelişmenin Gazze Şeridi’ndeki ambargonun kaldırılmasına yardımcı olacağını savunuyor.

--------------------------------------------------------------------------------
ABD KUDÜS’E YERLEŞİYOR

ABD Başkanı Barack Obama tarafından Ortadoğu Özel Elçisi olarak atanan George Mitchell için Kudüs’te kalıcı bir ofis açılacağı ileri sürüldü. Arapça yayınlanan El Şark El Avsat gazetesi, ABD yönetiminin Kudüs’te Mitchell için kalıcı bir ofis açmayı planladığını yazdı.
Mitchell, Obama tarafından, İsrail-Filistin arasındaki barış görüşmelerini yeniden başlatmakla görevlendirilmişti. Mitchell’in şubat ayının son haftasında İsrail’e göreve geldikten sonraki ikinci ziyaretini yapmaya hazırlandığı belirtildi.
Bu arada ABD yönetimi, Gazze’nin yeniden imarı için 900 milyon dolar yardım taahhüdünde bulunmayı planlıyor. Paranın Birleşmiş Milletler üzerinden bölgeye aktarılacağı ve militan gruplara dağıtılmayacağı belirtildi. ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın, bu yardım kararını, önümüzdeki hafta Mısır’da Gazze için düzenlenen bağış konferansında resmen açıklayacağı kaydedildi.

5 BİN SLİKOZİSLİ ÖLÜMÜ BEKLİYOR

Kot taşlama atölyelerinde yaşanan insanlık dramının boyutları Ankara Meslek Hastalıkları Hastanesi’nin, Çalışma Bakanlığı’na sunduğu raporda ortaya çıktı. Rapora göre işçilerin ölümüne yol açan ve halk arasında rodeo olarak bilinen yöntemin Türkiye’deki mazisi çok uzun değil. Bu yöntemle sadece yedi yıldır üretim yapılıyor. Ancak sadece yedi yıl kullanılan kumlama yöntemi nedeniyle hastalanan beş bin işçi önümüzdeki yıllarda yaşamını yitirecek.
Kot, metal, cam, diş protezi sektöründe çalışan işçilerin kumla çalışırken maruz kaldığı slikozis hastalığına yakalanmak için, bir işçinin yaklaşık 3 yıl aynı sektörde çalışmasının yettiği belirtildi. Rapora göre kumlama atölyelerinde çalışan 20 binden fazla kişi de belirli düzeyde sağlığını kaybedecek.
‘SAĞLIK TARAMALARI YETERSİZ’
Raporda, 1994 yılından itibaren cam fabrikasında çalışan bir hasta ile ilgili verilen bilgiler hastalığın ilerlemesine nasıl izin verildiğin gösterdi. A.D. adlı hasta 1994 yılından itibaren cam fabrikasında hammadde hazırlama bölümünde çalıştı. Cam işçisinin her yıl akciğer grafikleri çekildi, ilk olarak 1998 yılında basit düzeyde çeşitli tozların ya da kimyasal maddelerin uzun süre solunmasıyla ortaya çıkan soluk alma güçlüğü (pnömokonyoz) tespit edildi. Aynı yıl fabrikada çalışan işçilerin akciğer filmlerinde yapılan incelemede 4 işçide hastalığın ileri safhaları görüldü. İşçilerin hastalığının ilerlemiş olması nedeniyle müdahale edilemedi. A.D.’nin de 2003 yılındaki akciğer filminde hastalığın ilerlediği görüldü. Cam İşçisi A.D. hastalık nedeni ile çalışamaz duruma geldi. “1998 yılında slikozis hastalığı tespit edilmiş olsaydı işgücü kaybının önüne geçilmiş olacaktı” denilen raporda, işyerinde yapılan sağlık taramalarının yetersizliğine dikkat çekildi.
Raporda, diş protezi teknisyenlerinde de “5 yılda 5 vaka ve bir ölüm” görüldüğü belirtilip, diş protez laboratuarlarında düzenli olarak sağlık testleri yapılması uyarısı yapıldı.

--------------------------------------------------------------------------------
ÖZEL SEKTÖR GERÇEĞİ GİZLİYOR

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın 1987’de yapmış olduğu araştırmalara ve 2007 yılında çıkan bir ilaç dergisinin verilerine göre Meslek Hastalıkları Hastanesi’nde test yaptıran işçilerin sağlık durumları daha net ortaya çıkıyor. Özel sektörün işçilerini genellikle Meslek Hastalıkları Hastaneleri dışında tedavi ettirmeleri sağlıklı veriler elde edilmesinin önüne geçiyor.
Türkiye Taşkömürü Kurumu’nda (TTK) çalışan işçilerde görülen Pnömokonyoz, (tozun akciğerde birikimi sonucunda, doku hasarı ile seyreden bir hastalık) vakası oranı yüzde 14 olarak belirtiliyor. Özel sektörde çalışan işçilerin Pnömokonyoz oranı ise yüzde 0 olarak gözüküyor. Rapora göre TTK’ya bağlı işyerlerinden gelen vakaların çoğunlukla çalışma sürelerinin uzun olmasına rağmen, maluliyet düzeylerinin yüzde 14 olduğu belirtiliyor. Raporda “Oysa ki özel sektör madenlerinde, kısa sürede yüksek yoğunlukta toza maruz kalan işçiler sakatlayıcı düzeyde Pnömokonyoz hastası olabilir” deniliyor.

24 Şubat 2009 Salı

Venezuela’da Sİ’nin Zaferi

“Ben bir askerim;sizler, yani halk benim önderimdir. Ben size, eğer beni yarı yolda bırakmazsanız, ben size ömrümün sonuna dek hizmet ederim demiştim. Siz benim kaderimi, politik gelecegimi belirlediniz. Ben de size hizmet etmeye devam edeceğim”. Venezuela Devlet Başkanı Hugo Chavez, Karakas’taki Miraflores Başkanlık Sarayı’nın balkonundan coşkulu kalabalığa bu şekilde sesleniyordu. Anayasal düzenlemenin onaylanmasına ilişkin referandumdan %54,36 oranında Evet (Si) oyu çıkması, Venezuelalılar kadar Başkan Chavez’i de coşkulandırmış durumda. Hayır (No) diyen muhalefet ise, %45,36 oy oranında kalarak başkan Chavez’e yeniden seçilme imkanı tanıyan düzenlemenin geçmesine engel olamadı.
16.949.033 seçmenden yaklaşık 11 milyonunun oy kullandığı seçimler, katılımın yüksekliği açısından geçen yıl Kasım ayında yapılan yerel seçimlerin de üzerine çıktı. 6 milyonun uzerindeki Si-Evet oyu Başkan Hugo Chavez’in siyasi geleceğinin 2013 yılı ile sınırlanmasını engellemiş oldu.
1600 ulusal, 98 uluslararası gözlemcinin eşliğinde yapılan seçimlerin güvenliği için 140.000 ordu mensubu ülke çapında görev yaptı. Özel biyometrik makinalarla yapılan bu seçim, Chavez’in 10 yıllık başkanlığı süresince yapılan 15. seçim olma özelliğini taşıyor. Yaklaşık üç aydır süren yoğun seçim yarışının kilit sorusu ise:
“Cumhuriyet Anayasası’nın Ulusal Meclis tarafindan onaylanmış bulunan 160,162,174,192 ve 230. maddelerinde halk tarafindan seçilmis politikacıların haklarını genişleterek herhangi bir vatandaşın seçimler sonrasında üstlendiği görevi icra süresinin sonunda, aynı görev için anayasal olarak belirlenen süre için yeniden aday olmasına ve seçilmesi durumunda görevi devralmasına izin veren özel düzenlenmeye onay veriyor musunuz?” şeklindeydi.
Yapılan referandum, 1999 (Carta Magna) Anayasası’nda bir değişiklik yapılmasını öngörüyor. Si yani Evet seçeneğinin kazanması durumunda halk tarafından seçilenlerin görev sürelerinin yeniden seçilmeleri durumunda sınırsız olmasına izin veriyor. Si’nin zaferi, Venezuela’nin olduğu kadar tüm Latin Amerika Kıtası’nın da geleceğini belirlemiş oldu. 2008 yılında Ekvator’daki ulusal egemenlik ve sosyal devlet eksenli anayasal düzenlemenin referandumdan geçmesi, Brezilya’da yerel seçimlerde Lula’nın partisinin %70’i bulan oy oranına ulaşması, Bolivya’da Morales’in yerli haklarını koruyan, yerlilerin özerkliğinin sınırlarını genişleten, latifundizme izin vermeyerek yeni bir toprak reformunu öngören Anayasal değişikliğinin %63 oy oranı ile kabul edilmesi, Latin Amerika’nin ilerici hükümetlerin, halk tarafından birkez daha onaylanması anlamına geliyor.Venezuela’daki referandum ise Chavez’in 2013 yılında tekrar başkanlık seçimlerine girmesini belirlemesi anlamında hem Venezuela’daki hem de tüm kitadaki politik sürecin gelecegi acisindan son derece kritik bir öneme sahipti ve Chavez, bu zorlu sinavin ilk etabini gecmis durumda. Latin Amerika’nin ilerici devlet baskanlari da Chavez’i bu zorlu secim yarisinda yalniz birakmadilar. Karakas’ta Subat ayi basinda yapilan ALBA (Alternativa Bolivariana para los pueblos- Halklar icin Bolivarci Alternatif) toplantisina katilan Nikaragua Devlet Baskani Daniel Ortega, Bolivya Devlet Baskani Evo Morales, Honduras Devlet Baskani Manuel Zelaya, Dominik Cumhuriyeti Basbakani Roosevelt Skerrit, Küba Baskan Yardimcisi Jose Machado ile Ekvator Devlet Baskani Rafael Correa, 2 Subat’taki Devrimin 10. yil kutlamalarina katilarak Chavez’e desteklerini acikca dile getirdiler.
%46 gibi aslinda cok da azimsanmayacak oranda “No-Hayir” oyu veren Venezuela’daki Chavez karsitlarinin secim kampanyasi önemli ipuclari tasiyor. 2 Aralik 2007 tarihindeki daha genis kapsamli referandumdan kazancli cikan muhalefetin, bu referanduma da oldukca iyi hazirlandigi söylenebilir. “No es No – Hayir Hayirdir” adi altinda yürüttükleri kampanya boyunca Anayasal Düzenleme adini tasiyan referanduma “Reeleccion Indefinida – Belirsiz bir süre icin Yeniden Secim” demeyi tercih ederek, bu düzenlemenin Chavez’in tiranligi anlamina gelerek demokrasiyi ihlal ettigi vurgusunu öne cikardilar. Ulusal Meclis’in bu tanimlamaya yaniti ise, yayinladiklari bir bildiri araciligi ile öngörülen anayasal düzenlemenin oldukca ve yeterince acik oldugu seklindeydi. Sözü edilen maddelerdeki düzenleme, Ulusal Meclis’in onayi ve 6 milyonun üzerindeki imza ile referanduma tasindi.160. madde 4 yilda bir secilecek eyalet valilerinin, 162. madde yine dört yilda bir secilecek yasama organi üyelerinin, 174. madde dört yilda bir secilecek belediye baskanlarinin, 192. madde bes yilda bir secilecek Ulusal Meclis milletvekillerinin ve 230. madde 6 yilda bir secilecek devlet baskaninin yeniden secilebilmesine imkan taniyor.
Muhalefet, secim kampanyasinin dengesiz bir sekilde yürüdügünü iddia ederek, “Evet” kampanyasinin iktidardaki PSUV (Venezuela Birlesik Sosyalist Partisi) tarafindan devlet olanaklari kullanilarak yürütüldügünü, bu konuda sorusturma yapilmasi gerektigini sürekli dile getirdi. PSUV, yaklasik 3 yil önce Chavez’in Venezuela’daki sosyalist, demokrat ve ilerici parti, kesim ve bireyleri biraraya getirerek kurdugu bir parti olmasindan dolayi varolan sistemle icice gecmis bir örgüt ve bu iddia belli oranda bir gerceklik tasiyor. Ancak muhalefetin, ABD ile olan politik ve finansal iliskileri, Kolombiya paramiliterleri ile siki baglari, terazinin hangi kefesinin agir bastigini aciklamaya yetiyor.
Ulusal Secim Kurulu’nun, televizyon ve radyo gibi yayin organlari üzerinden propanganda yapmalarini engelledigi iddia eden muhalefet, onlarca özel televizyon ve radyo kanali üzerinden Chavez’e ve sosyalizme neredeyse hakarete varan sözler sarf ettigini ve buna karsilik herhangi bir cezai yaptirimla karsi karsiya kalmadigini unutmusa benziyor. Resmi televizyon kanallarinin yayinlari ise ülkedeki güclü muhalefetin varligini görmezden gelen bir mantikla yapiliyor. Muhalefetin etkinliklerinin yer almadigi haber programlari bu yaniyla bir yetersizlik tasiyordu. Resmi televizyon kanallari, secime bir hafta kala muhalefetin Karakas’ta yaptigi mitinge katilimin azligini vurgularken muhalefet bir milyonun üzerinde bir kitleden bahsediyordu. Birkac gün sonra Karakas’ta Chavez yanlilarinin kampanya kapanisi olarak yaptiklari mitingi, resmi kanallar saatlerce gösterirken muhalefet kisa görüntülerle gecistirip neredeyse kimse gitmemis görüntüsü yaratmaya calisiyordu. Her iki tarafin da sergilemis oldugu yayin politikasi, bilgi vermekten cok secim kampanyasina hizmet etmesi acisindan saglikli bilgi verme noktasinda zaaflar tasidi.
Muhalefetin secim kampanyasi boyunca öne cikardigi diger basliklar ise ülkede sürekli artan suc ve cinayet oranlari ile yükselen enflasyon oldu. Muhalefet, Chavez’in ömrü boyunca baskan olarak kalma tutkusu oldugunu iddia ederek, Venezuelalilari buna izin vermemeye cagirdi. Chavez ise, secim slogani olarak “halkin kendisini yönetecekleri belirlemesi ya da görevden almasi icin Evet! Kisiler gelip gecicidir, ancak düsünceler, kurumlar kalicidir” diyerek meselenin kisisel olmadigini vurguladi. Chavez, kendisinin ulusal huzurun, barisin ve ulusal egemenligin teminati oldugunu söyleyerek Venezuela devlet baskanligina yeniden talip oldugunu ifade etti. Rosa Luxemburg’un “Ya Sosyalizm Ya Barbarlik” sözünü tekrarlayarak secimden cikacak Evet’in öneminin altini cizdi.
Muhalefet, secim kampanyasi boyunca sürekli bir kargasa ortami yaratma olanagi aradi. Muhalif üniversite ögrencileri Karakas, Maracaibo, Maracay gibi büyük sehirlerde polisle catistilar. Tas, sopa ve molotof kullanan ögrenciler, belli bi düzeyde de olsa ortami radikalize ettiler. Venezuela polisi ve askerinin üniversiteye girmesi yasak oldugundan güvenlik güclerine saldiran ögrenciler, üniversite iclerine kactilar. Karakas’taki bir üniversite yakinlarinda otoyol kenarindaki calilik bölgenin ögrencilerce yakilmaya calisilmasi, Chavez yanlilarinin karsi propagandasina sebep oldu. Bu olaylardan dolayi yakalanan ve gözaltina alinan ögrenci neredeyse yok denecek kadar azdi. Ancak muhalefet burada da gercek disi propaganda yapmaya devam etti. Hükümet karsiti sagci El Nacional (Ulusal) gazetesinin 7 Subat tarihli basiminin arka sayfasindaki fotograf muhalefetin seviyesini iyice gözler önüne serdi. Ögrencilerin üzerine su sikan polislerin fotografinin üzerindeki “Suclulari cezalandir, Cocuklarimiza Saldirma- Belirsiz Secimlere Hayir” yazan gazete son derece bilincli olarak dezenformasyon yapmis ve Venezuela polisinin sözde siddetini göstermek icin kullandigi fotograf, Almanya’da polisin göstericilere saldirdigi bir eylemden cekilmis fotografti. Polisler Venezuela polisi degil, Alman polisiydi ve Venezuela polisi, bu zaman zarfindaki hicbir ögrenci eyleminde su sikmamisti.
Ic kargasa yaratmaya calisan muhalefet, Karakas /Mariperez’de bulunan Tifaret Israel Sinagogu’na 31 Ocak’ta yapilan saldirinin hükümet tarafindan organize edildigini iddia etti. Chavez’in Israil’in Filistin’e saldirilari esnasinda Israil’in Venezuela büyükelcisini Filistin halki ile dayanisma icin sinirdisi etmesinden yola cikan muhalefet, Sinagog’un duvarlarina kirmizi boya ile “Yahudiler disari” yazilmasini buna dair bir kanit olarak gösterdi. Bu saldirinin failleri yaklasik 2 hafta icinde ortaya cikarildi. Muhalefetin yönettiği bir eyalete bağlı 7 polis, 4 sivil ve Sinagogun güvenlik görevlisinden olusan bir cetenin yaptigi aciklanan saldirinin soygun amacli oldugu ifade edilmesinin yanisira kimi kaynaklar, Kolombiyali paramiliterlerle Israil ajanlarinin ic istikrarsizlik yaratmaya yönelik bir provokasyonu oldugunu belirttiler.
Chavez karsitlarinin ic kargasa yaratma cabalari, muhalefetteki Hristiyan Demokrat parti COPEI tarafindan secimlerde gözlemci olmasi icin cagrilan Avrupa Parlamentosu Milletvekili Ispanyol Luis Herrero ile devam etti. Herrero, 13 Subat Cuma aksami Chavez’e diktatör demek ve referendum öncesi karisiklik yaratmaya kalkismak nedeniyle sinirdisi edildi. Herrero’nun sinirdisi edilmesi, Ulusal Secim Konseyi baskani Tibisay Lucena’nin basvurusu üzerine yapildi. Lucena, Herrero’nun aciklamalarini, secim kurumunun sayginligini zedeleyici bir müdahale olarak degerlendirdi. Herrero, aciklamasinda Venezuelali secmenlere, bir diktatörün hesapli bir sekilde dayatmaya calistigi korku ortamina izin verecek bir sekilde oy kullanmama cagrisinda bulunmustu. Chavez, bu milletvekilinin sinirdisi edilmesinin Ispanya ile olan iliskileri olumsuz yönde etkilememesi umdugunu belirtmisti.
Bu atmosfer icerisinde ve kapi kapi dolasilip, telefon ve internet üzerinden kitleye ulasilan yarisi Chavez’in baskanlik secimlerinde aday olmasina izin veren yasal düzenlemeye onayin 54,36% almasi ile son bulmus oluyor. 15 Subat tarihli köse yazisina “ Bugün 15 Subat, olmak ya da olmamak” diye baslik atan Chavez’in politik yasaminin baskan olarak devam etmesi olanagina, Venezuela halki “Evet” verdi. Ancak Chavez’i bu süre boyunca gercekten de ciddi ve köklü sorunlar bekliyor. 10 yillik iktidari boyunca, cubugu yoksullardan yana bükerek ülke kaynaklarini emperyalistlerin yagmasina izin vermeyen Chavez’e, söylem olarak cokca kullandigi sosyalizmin pratigini hayata gecirmekten baska bir yol kalmiyor. Secim sonrasi yaptigi konusmasinda sosyalizm yolunda yürümeye kendini adayacagini belirten baskan Chavez, ülkedeki yogun suc oranindan dolayi ileri boyutlara ulasmis olan ic güvenlik meselesini ortadan kaldirmak icin mücadele edecegini söyledi. Ülkenin en büyük sorunlarindan biri halindeki ic güvenlik meselesinden bugüne kadar pek bahsetmeyen Chavez, bu sorunu cözme konusunda ciddi ve sonuc alici adimlar atmazsa ülkedeki cürüme ortaminin önüne gecilemez oldugunu görmek zorunda, cünkü resmi rakamlara göre Venezuela’da 2008 yili boyunca yaklasik 14.000 kisi hayatini cogunlugu hirsizlik amacli saldirilarda kaybetti.
2013 yilina kadar, sosyalizmi programatik olarak hayata gecirme sözü veren Chavez, bu zorlu mücadeleyi gercekten örgütlü ve devrimci bir ruha sahip kadrolar yaratmadan gerceklestiremeyeceginden, misyon vb. gibi varolan halk örgütlülüklerini yeniden islevsel hale getirerek Venezuela halkina sosyalizm yolunda caba sarfetmenin yollarini güclendirmek zorunda.
Referandumdan “Hayir” oyunun cikmasi, Venezuela ve Latin Amerika’nin geleceginin oldukca karanlik görünmesi anlami tasiyordu. Chavez iktidari bu ihtimali, 2013 yilindaki secimlere kadar ötelemis durumda. Ülkedeki sinifsal esitsizlige karsi sosyalizm hedefli sürdürecegi mücadelenin basarisi, onu yalnizca baskanliga tasimayacak, olasi karanligi ortadan kaldirma anlaminda büyük deger tasiyacaktir.

Karakas/15 Subat 2009
CANAN ATES

KOLOMBİYA’DA FARC ESİRLERİ SERBEST BIRAKILIYOR

FARC-EP ile Kolombiya’lı senatör Piedad Cordoba öncülüğündeki “Barış isteyen Kolombiyalılar” grubunun görüşmeleri sonucu, FARC’ın elindeki esirlerden 6 kişilik bir grubu 1 Şubat 2009 tarihinden itibaren bırakmaya başladı.
Yaklaşık bir bucuk ay öncesinde senatör Piedad Cordoba öncülüğündeki grup ülkeye barış ortamının getirilmesine katkıda bulunmak amacıyla FARC-EP ile internet üzerinden topladıkları imzalar ile iletişime geçerek, FARC’tan elindeki esirleri tek taraflı olarak bırakmasını talep ettiler. Kısa zamanda sayısı hızla artarak 130 bini bulan imzalara FARC, 6 kişilik bir grubu serbest bırakacağını belirterek karşılık verdi.
Üçü polis, diğeri asker olan 4 rehinenin FARC tarafından teslim edilmesi sürecine direkt olarak Piedad Cordoba, Uluslararası Kızılhaç, Brezilyalı temsilciler ve Barış İsteyen Kolombiyalılar grubundan gazeteci Jorge Rodriguez Botero katıldı. 1 Şubat 2009 tarihinde gerçekleşen esir tesliminin sonrasında Brezilya ordusuna ait helikopter, bırakan esirlerle birlikte Kolombiya’daki Villavicencio bölgesindeki Vanguardia havaalanına beklenilenden çok daha geç indi. Gazeteci Botero’nun Telesur kanalına yaptığı açıklama ile gecikmenin nedeni anlaşıldı. Kolombiya devletinin, kendisinin hiçbir şekilde destekleyici olarak içinde bulunmadığı esir teslimi sürecini sabote ederek esirleri getiren ve koruyan FARC gerillalarına hem havadan hem de karadan saldırı düzenlediği, bir gerillanın ölümüne sebep olduğu esirlerin koruma görevini üstlenen diğer bir gerillayı kaçırdığı ortaya çıktı. Gazeteci Botero, Kolombiya ordusuna ait uçakların bölgede anlaşmaya aykırı olarak uçuşlar yaptığını söylerken, Telesur’a telefonla katılan FARC komutanı Jairo Martinez, Kolombiya ordusunun savaş uçakları ve karadan operasyon düzenleyerek Saul isimli bir gerillayi öldürüp diğer bir gerillayı kaçırdığı ifade etti. Esirleri sağlam ve sağlıklı bir şekilde teslim alan Brezilya ordusu mensuplarına teşekkür eden Martinez, daha önce de “Jaque” isimli operasyonu Kızılhaç amblemleri kullanarak yapan Kolombiya devletini kınamayan Kızılhaç’a güven duymadıklarını belirtti.
Kızılhaç temsilcisi Yves Heller ve bu görüşmelerde hükümeti temsil eden Luis Carlos Restrepo ise yaptıkları açıklamalarda Kolombiya devletinin herhangi bir saldırısı olmadığını iddia ettiler. Restrepo, yaşananlara tanıklığını açıklayan gazeteci Botero’yu eleştirerek bütün bu söylenenlerin onun sorumsuzluluğundan kaynaklandığı bahane ederek detaylı bilgi vermekten kaçındı.
Esirlerin getirilmesine de eşlik eden Piedad Cordoba, 2 ve 4 Şubat 2009 tarihlerinde FARC-EP tarafından serbest bırakılacak olan Meta bölgesi eski valisi olan Alan Jara ve 2002 yılında FARC tarafından kaçırılan 12 milletvekilinden Kolombiya devletinin operasyonu sonucu hayatta kalan tek kişi olan eski milletvekili Sigifredo Lopez’in geri getirilmesi için çalışmalarına devam edeceklerini bildirdi.

Serbest bırakan eski vali Alan Jara’dan sok sözler

7 yıl 7 ay önce FARC-EP tarafından kaçırılan Meta bölgesi eski valisi Alan Jara’yı getiren Brezilya ordusuna ait helikopter 3 Şubat 2009 tarihinde yerel saatle 14.10 da Villavicencio -Vanguardia Havaalanı’na indi. Esi ve oğluyla kucaklasan Alan Jara’nın ilk sözleri, “Çok mutluyum. Beni buraya getirerek yeniden ailemle birlikte olmamı sağlayan Piedad Cordoba ve Barış İsteyen Kolombiyalılar grubuna teşekkür ediyorum” oldu. Sırtında gerillalara ait olan sırt çantası ve şapkası ile helikopterden inen Alan Jara’nın, 2008 yılında Kolombiya ordusunun şaibeli operasyonu ile getirilen Ingrid Betancourt’un aksine, Başkan Alvaro Uribe ve Kolombiya Ordusu’na teşekkür etmemesi dikkat çekti.
Daha sonra yaptığı basın açıklamasında oldukça neşeli görünen Alan Jara, ülkede yaşanan derin silahlı çatışma ortamından çıkışın Kolombiya devleti’nin uyguladığı savaş yöntemi ile mümkün olmadığını, bundan çıkışın ancak politik yoldan gerçekleşebileceğini vurguladı. Son 7 yıl boyunca günlük yaşamının nasıl geçtiğine dair soruları esprilerle yanıtlayan Alan Jara, Başkan Uribe ile ilgili bir soruyu oldukça ciddi bir şekilde “Tüm kalbimle inanarak söylüyorum ki Uribe bizlerin serbest bırakılması için hiçbirşey yapmadı” şeklinde yanıtladı. Gerilla yaşamının hiç de kolay olmadığını belirten Alan Jara, FARC’a katılımların sürdüğünü ve ülkede eğitim, sağlık, vb gibi pekçok şeyden mahrum ve neredeyse açlıkla karşı karşıya kalan genç nüfusun FARC’a katılmaya devam ettiğini vurguladı. Uribe’nin iddia ettiği gibi FARC’ın büyük darbe alarak yokolmanın eşiğine geldiği tespitinin doğru olmadığını belirten Jara, özgürlüğe kavuşmadan önce teslim bölgesine gelene kadar 7 hafta boyunca Yaklaşık 300 km yürüdüğünü kendisini coşkuyla dinleyen kalabalığa anlattı.
FARC komutanı Mono Jojoy’un, kendisine “Onu ne olursa olsun verdikleri sözü tutarak özgür bırakacakları yere ulaştıracakları”nı garanti ettiğini açıklayan Alan Jara, bu uzun yürüyüş esnasında Kolombiya ordusunun helikopterlerden üzerlerine ateş açtığını, uçaklardan bombalar yağdırdığını, kara operasyonlarının yaşandığını, gerillanın ise kendilerini korumak için onları bulundukları yerden çıkardığını belirtti. Bu sözler Kolombiya devleti ve başkan Uribe’nin yalanlarını birkez daha açığa çıkarmış oldu.
Konusması içerisinde sık sık Piedad Cordoba’ya teşekkür eden Jara, Venezüella Devlet Başkanı Hugo Chavez’e de, 2008 yılındaki esir değişimi sürecine aktif olarak katılıp Clara Rojas’ın serbest bırakılmasını sağlayarak kendilerinin özgürlüğe kavuşmasının temellerini atmasından dolayı teşekkür etti.
Başkan Uribe Alan Jara’yı evinde ziyaret etikten sonra yaptığı basın açıklamasında Jara’nın yeniden özgür olmasından memnunluk duyduğunu belirterek Jara’nın kendisi ile ilgili olarak sarfettiği sözlere değinmemeyi tercih etti. 1 Şubat 2009’daki askeri operasyonu onaylayan Uribe, FARC’ın bulunduğunu bildikleri yerleri bombalamaktan çekinmeyeceklerini, ancak sivilleri bombalamadıklarını” söyleyerek dört esirin teslimi esnasındaki saldırıyı da dolaylı olarak kabul etmiş oldu. Bu saldırıya dair ilk bilgileri veren gazeteci Jorge Enrique Botero ve Hollman Morris’i “terörizmin gazetecileri” olarak tanımladı.
Esir değişimi sürecini ancak bırakılacak olan FARC gerillalarının yeniden dağa geri dönmemeleri şartıyla kabul edebileceğini belirterek, FARC’tan ayrılmak isteyen gerillalara ödül çağrısı yapmaktan geri durmadı.
Esirlerin bırakılmalarını izleyen gazetecilere yapılan saldırı ve baskıyı fotoğraflayan bir gazetecinin tepkisini bastırmak için konuyu değiştirerek, FARC’a gözdağı içeren mesajlar vermeyi tercih etti.
Sözlerini “Barış, politik oportünizmle yönetilen bir süreç olamayacağından bu barış çabalarını takip edeceğim” diyerek noktaladı.
5 Şubat 2009 tarihinde FARC’ın kaçırdığı eski milletvekili Sigifredo Lopez’in Valle del Cauca bölgesinde teslim edilmesi bekleniyor.

4 Şubat 2009, Caracas, Canan Ateş.

İHD: Kuyular açılsın

Şırnak’ın Silopi ilçesindeki BOTAŞ kuyuları önünde oturma eylemi yapan İHD’liler, ‘90’lı yıllarda işlenen birçok cinayetin JİTEM tarafından yapıldığını belirterek, ölüm kuyularının bir an önce açılmasını istedi.
Dün sabahın erken saatlerinde Silopi’ye gelen İHD MYK üyeleri ile İHD bölge temsilcileri, kuyuların açılması için ilk olarak Silopi Cumhuriyet Başsavcılığı ile görüşmek istedi. Görüşme talebini önce reddeden Cumhuriyet Başsavcısı, görüşme için önceden bir dilekçenin yazılması gerektiğini bildirdi.
Başsavcı ile görüşemeyen İHD’liler BOTAŞ önünde basın açıklaması yaptı. Açıklamaya, İHD Diyarbakır Şube Başkanı ve İHD Genel Başkan Yardımcısı Muharrem Erbey, İHD Genel Sekreteri Sevim Salihoğlu, İHD Saymanı Sinem Coşkun, İHD Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölge Temsilcisi Ali Akıncı, İHD Ege Bölge Temsilcisi Necla Şengül’ün de bulunduğu İHD MYK üyeleri ve bölge şubelerinin yöneticileri, DTP Silopi yöneticileri ve Silopi Belediye Başkan Adayı Emin Toğurlu ile kayıp yakınlarının aralarında bulunduğu çok sayıda kişi katıldı.
Açıklamada “Ölüm kuyuları açılsın”, “Ölülerimizin kemikleriyle yüzleşeceksiniz” pankartları açılarak, kayıpların fotoğrafları taşındı. Sık sık, “Kuyular açılsın hesap sorulsun” sloganı atıldı.
DAVALAR SÜRÜNCEMEDE
İHD Genel Merkezi adına basın açıklamasını okuyan Muharrem Erbey, binlerce insanın gözaltına alındıktan sonra öldürülerek
kuyulara atıldığını ifade etti. Nevala Qasaba, Höyük ve Silvan yolu üzerinde yüzlerce cesedin gömüldüğünü hatırlatan Erbey, bunların bir örneğinin ise BOTAŞ kuyuları olduğunu söyledi.
JİTEM eski elemanı Abdulkadir Aygan’ın yaptığı itiraflarında BOTAŞ asit kuyularında yüzlerce kişinin olduğunun dile getirildiğini ifade eden Erbey, bunların aydınlığa çıkması için geldiklerini söyledi. Kürt sorununu demokratik yöntemler dışında çözüm arayarak çözmeye çalışan güçlerin binlerce insanı katlettiğine vurgu yapan Erbey, insanların öldürülmesine dair açılan davaların halen sürüncemede olduğunu ifade etti.
JİTEM CİNAYETLERİDİR
‘90’lı yıllarda JİTEM’in bölgede keyfi olarak insanları gözaltına alıp ardından öldürdüğüne dikkat çeken Erbey, AİHM’e taşıdıkları davalarda Türkiye’nin mahkum edildiğine işaret ederek, buna rağmen kayıpların cesetlerine ulaşılamadığını belirtti. 2007 yılında Ümraniye’de bulunan bombalarla başlayan sürecin ülkedeki karanlık bir Gladio örgütlenmesinin var olduğunu ve bunun Ergenekon çetesine dönüştüğü yönünde olduğunu dile getiren Erbey, davaya eski Başbakan Tansu Çiller, Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş ve Emniyet Müdürü Mehmet Ağar’ın da dahil edilmesi gerektiğini dile getirdi. (ŞIRNAK)
GAZETECİNİN KATİLİ 17 YILDIR BULUNMUYOR

Batman’da uğradığı silahlı saldırı sonucu yaşamını yitiren Yeni Ülke Gazetesi Muhabiri Cengiz Altun’un katilleri 17 yıldır bulunmadı.
Faili meçhul cinayetlerin en çok işlendiği Batman’da 1990-1995 yılları arasında sayısızca insan öldürüldü. Bunlardan biri de 24 Şubat 1992 tarihinde Batman’ın Hacı Şirin Camisi önünde silahlı saldırıya uğrayan ve vücuduna isabet eden 7 kurşunla yaşamını yitiren Yeni Ülke Gazetesi Batman Muhabiri Cengiz Altun.
Anne Türkan Altun, eline aldığı kutuyu açarak, oğluna ait sigara, çakmak, kalem, basın kartı, not defteri, para, öğrenci kimliği ve gazete kupürlerine tek tek bakarak, oğlunun yaşadığı günlere yüreğindeki acıyla sessiz bir yolculuk yapıyor. 17 yıldır sakladığı çakmağı eline alıyor yanmayan çakmağı göstererek “Bu çakmak geçen yıla kadar da çalışıyordu” deyip ağlamaya başlıyor.
17 yıldır gözyaşları dinemeyen Altun, şunları anlatıyor:
“Oğlum çok iyi bir gazeteciydi. Hiç kimseden korkmazdı. Yaptığı haberlerden dolayı çoğu kez tehditler alıyordu. Çoğu kez gözaltına alında ve işkencelerden geçti. 24 Şubat sabahı uyandım. Oğlumun elbiselerini yıkamıştım. Rahatsızdım ilk defa o gün Cengizim’e kahvaltı hazırlamamıştım. Çok ısrar ettim kalk kahvaltı hazırlayayım diye ama reddetti. Ellerini birbirine sürterek ‘Anne bu gün gazetenin manşeti bizim’ diyerek, sevincini dile getiriyordu. Mesleğini çok seviyordu. Her türlü tehlikeyi göze alıyordu. Onun için önemli olan tehditler değildi korkmuyordu onun için önemli olan halkın yaşadığı acıları ne olursa olsun getirip tüm dünyaya yansıtmaktı. 24 Şubat sabahı evden çıktı ve 7 el ateş edilerek katledildi. Oğlum katledildi ve 17 yıldır failleri bulunmadı. Dava açtık ama davada da bir gelişme yok”
Cinayetin aydınlatılmamasına isyan eden anne Altun, oğlunun faillerinin biran önce bulunmasını istedi. (BATMAN)

İşçiye demokrasi yok!

LİMAN-İŞ Sendikası’nın, “Türkiye’de Sendikalaşma ve Özel Sektörde Sendikal Örgütlenme” başlıklı raporu, 12 Eylül darbesinden bu yana sendikal örgütlülüğün giderek küçüldüğünü ortaya koydu. Raporda, “24 Ocak kararları ve 1980’den bu yana adım adım uygulamaya konulan neoliberal politikalar, sendikalaşmaya bir darbe daha vurmuştur” denildi. Rapora göre sendikalaşmanın zayıflamasının temel nedenleri “neoliberal politikalar, özelleştirme, taşeronlaştırma, kayıt-dışı istihdam ve işverenlerin sendikalaşmayı engellemesi.”
Raporda, Uluslararası Çalışma Örgütü’nün standartları kullanılarak, sendikalaşma oranının yıllara göre nasıl seyrettiğine yer verildi. Toplusözleşme hakkına sahip olmalarına rağmen bu hakkı kullanmaları hükümet tarafından fiilen engellenen sendikalı kamu çalışanları (memurlar) kapsam dışı tutuldu. Raporda, Çalışma Bakanlığı’nın açıkladığı yüzde 58 civarında seyreden sendikalaşma oranının gerçeği yansıtmadığı vurgulandı.
Raporda, ILO standartlarına göre Türkiye’deki sendikalaşma hakkına sahip olan nüfusun kamu-özel sektör, kayıtlı-kayıtsız ayrımı yapılmaksızın, ücret, maaş ya da yevmiye karşılığı çalışan herkesi kapsadığı vurgulandı. Gerçek sendikalaşma oranının bu nüfusa ve TİS kapsamındaki işçi sayısına göre hesaplanması gerektiği belirtilen raporda, Türkiye’deki tüm ücretlilerin sendikalaşma oranının, 1988’de yüzde 22 iken, 2002 yılında yüzde 9.5’e gerildiği vurgulandı. AKP hükümeti döneminde düşüşün devam ettiğine dikkat çekilen raporda, 2007’de sendikalaşma oranının yüzde 6.1’e düştüğünün altı çizildi. Raporda 2007 yılı itibariyle toplam sendikalaşabilir nüfusun 13 milyon 573 bin, ancak toplusözleşme kapsamındaki çalışan sayısının 831 bin 335 kişi olduğu kaydedildi.
Raporda, yalnızca SSK’ya kayıtlı işçiler dikkate alındığında da sendikalaşma oranının düştüğü vurgulandı. Rapora göre, SSK’ya kayıtlı işçilerin sendikalaşma oranı 1988’de yüzde 45.7 iken, bu oran 2002 yılına gelindiğinde yüzde 22’ye, 2007 yılında ise yüzde 15.7’ye düştü. Raporda, özel sektörde çalışan işçilerin sendikalaşma oranına da yer verildi. Özel sektörde kayıtlı ya da kayıtsız çalışan tüm işçilerin sendikalaşma oranı 1995 yılında yüzde 7.8, 2002’de yüzde 5.6, 2007’de ise yüzde 3.4 olarak gerçekleşti. (Ankara/EVRENSEL)
ENGELLERİ KALDIRMAK İÇİN 4 ÖNERİ
Raporda, sendikal örgütlülüğün güçlenmesi için 4 temel öneri yer aldı.
* Hükümet yetkilileri sendikal örgütlenmenin engellenmesine kesinlikle izin vermeyeceğini açıkça beyan etmeli ve sendikalaşmayı teşvik eden somut tavır koymalı
* Özelleştirme uygulamalarına derhal son verilmeli, keyfi taşeronlaştırma durdurulmalı ve kayıt dışı istihdam önlenmeli
* Sendikalaşmanın önünü açacak, yasal ve idari düzenlemeler yapılmalı, sendikalaşma, toplusözleşme ve grev hakkının kullanılmasının ö- nündeki engeller kaldırılmalı
* Sendikalar, sendikalaşma önündeki engellerin kaldırılması ve sendikal örgütlülüğün güçlendirilmesi için ortak mücadele ve örgütlenme stratejilerini yaşama geçirmeli

Mayınsız bir Türkiye için

HER yıl dünyada binlerce kişi yaşamını yitiriyor, Türkiye’de de bu sayı hayli yüksek. Bir yılda, büyük çoğunluğunu çocukların oluşturduğu 180 kişi yaşamını yitirdi. Bu masum insanların ölüm nedenleri ise ne trafik kazası, ne de çatışmalar. Neden, imha edilmeyen ‘kara mayınları’.
Rakamlar korkunç tablolar ortaya koyarken, bu tablonun sorumluları büyük bir istikrarla sessiz kalmaya devam ediyor. Hükümetin aksine, bu tabloya sessiz kalmayan kitle örgütleri ise onlara görevlerini hatırlatmakta ısrarlı.
SÖZLER TUTULSUN
12 Mart 2003 tarihinde Mayın Yasağı Anlaşması’na katılmaya karar veren ve 1 Mart 2004’ten itibaren de taraf olan Türkiye, anlaşmanın yükümlülüklerini yerine getirmemekte 5 yılı geride bıraktı. Fakat buna rağmen ne kurbanların sayısı, yeri ve ihtiyaçlarına yönelik veri toplama sistemi oluşturuldu, ne de sivillere yönelik önlemler alınmaya başlandı.
Ürkütücü tabloya ilişkin görüşlerine başvurduğumuz Mayınsız Bir Türkiye Girişimi Sözcüsü Muteber Öğreten, “Çocuklar sokaklarda özgürce koştururken yaşamını yitiriyor, sakatlanıyor, bir daha koşamayabiliyor” sözleriyle durumun vahametini dile getirdi. Toplantılarda siyasetçilerin bol bol Ottowa Sözleşmesi’ne olan bağlılıktan söz edip harekete geçmemelerine sitem eden Öğreten, “Üzerinden 5 yıl geçmesine rağmen hayata geçirilmedi. 3 günde bir kişi yaşamına veda ediyor” diyerek tabloyu özetledi.
Türkiye Sakatlar Derneği Başkanı Şükrü Boyraz ise konuyla ilgili çarpıcı açıklamalarda bulundu. “Türkiye, kurbanların sayısını açıklamıyor, fakat biz dernek olarak her yıl 5 bin adet tekerlekli sandalye bağış yapıyoruz bu insanlara” diyen Boyraz, bu insanların tekrar hayata kazandırılması gerektiğini belirtti.
Öte yandan, Türk Tabipleri Birliği, İstanbul Tabip Odası, Uluslararası Af Örgütü, İnsan Hakları Derneği, Küresel BAK ve MAZLUMDER’in de aralarında bulunduğu birçok kitle örgütü, ‘Topraklarımıza mayın değil barış ekelim’ demek için dün Taksim Hill Otel’de basın toplantısı düzenledi. Açıklamaya Akın Birdal, Ufuk Uras ve Çetin Soysal gibi milletvekilleri de katıldı. Açıklamada, hükümete, bir an önce harekete geçme çağrısı yapıldı.
Toplantıda konuşan parlamenterler şunları söyledi:
*Ufuk Uras (ÖDP ): Mayınsız bir dünya için bütün bu alanların tamamen temizlenip bir barış alanı haline getirilmesi lazım.
*Akın Birdal (DTP ): Sözleşmeler benimsenmiş fakat gereklerinin yerine getirilmesi için bir çaba gösterilmemiştir.
*Çetin Soysal(CHP ): Döşeli mayınların temizletilmesi gerektiğini birçok kez dile getirmemize rağmen hala çalışmalar başlatılmış değil.

TEHDİTÇİ BAKANA İSTİFA ÇAĞRISI

“Hükümetimizle kavga eden, zıtlaşan yerel yönetimler, her projelerini Ankara’dan geçiremiyor” diyen Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’e tepki yağdı. Emek Partisi Genel Başkanı Levent Tüzel, bu sözleriyle ‘Ya bizden yanasınız ya da yoksunuz’ diyen Şahin’in suç işlediğini belirtti. DTP’li Sarıkaya da, bu anlayışın sonuçlarını DTP’nin yönetiminde olan belediyelere yönelik yaklaşımda gördüklerini dile getirirken, ÖDP Genel Başkanı Kozanoğlu, “Bakan bilineni itiraf etti” diye konuştu.
TÜZEL: BAKAN SUÇ İŞLEDİ
Adalet bakanının sözlerinin, Başbakan’ın Diyarbakır’da verdiği mesajı tamamladığını belirten Emek Partisi Genel Başkanı Levent Tüzel, “Bunların söylediği şu: ‘Ancak AKP’ye oy verirseniz size hizmet gelir.’ Bu siyasi bir şantajdır. AKP bu seçimlerden sonra, yerelde ve merkezde iktidarını ve mevcut politikalarını sağlamlaştırmak istiyor” şeklinde konuştu. “Adalet bakanı, hukuku temsil eden kurumun başında duruyor ama bu söyledikleriyle suç işliyor” diyen Tüzel, “Bu, hem bir itirafın dile getirilmesidir, hem de bir suçtur” dedi. Hükümetin bir taraftan halka, ‘Herkesin hükümetiyiz, herkesi kucaklıyoruz’ dediğini belirten Tüzel, “Ama adalet bakanının sözleri başka bir şeye işaret ediyor. Hükümet, ‘Ya benden yanasınız ya da yoksunuz, beni desteklediğiniz sürece benden hizmet alabilirsiniz’ diyor” şeklinde konuştu. Başbakan’ın Diyarbakır mitinginde yaptığı konuşmaya dikkat çeken Tüzel, “Başbakan, sanki kendi kasasından çıkıyormuş gibi, buralara bütçe verdiklerini söylüyor. Bu para zaten halkın parası” dedi. Bu söylemlerin AKP’nin gerçek yüzünü gösterdiğini ifade eden Tüzel, “Halkımız bunların gerçek yüzünü daha iyi görmektedir. Bütün gücümüzle AKP’den kurtulmak üzere mücadelemizi büyütmeliyiz” dedi. Tüzel, Şahin’in istifa etmesi gerektiğini de sözlerine ekledi.
SARIKAYA: BU ANLAYIŞI YAŞIYORUZ
DTP Genel Başkan Yardımcımsı Mustafa Sarıkaya da partilerinin yönetimde bulunduğu 56 belediyenin 5 yılda birçok sıkıntı ile karşı karşıya olduğunu, özellikle, bakanlıklarda ve bakanlıklara bağlı bankalarda yapılan işlemler için birçok prosedür engeline takıldıklarını söyledi. Sarıkaya, “Adalet bakanını açıklaması boşa yapılmış bir açıklama olabilir. Ama doğru bir açıklama” dedi. Yıllardan beri yaşadıkları sıkıntıları bildiklerini ve bunları dile getirdiklerini söyleyen Sarıkaya, adalet bakanının yaptığı açıklama ile bunun bir kez daha ortaya çıktığını belirtti. Sarıkaya, Başbakan’ın seçim alanlarında yaptığı açıklamalarda da adalet bakanını tescil ettiğini kaydetti. Hükümet partisinin, hükümet olmanın imkanlarını da kullanarak, halkın karşısına çıkıp oy isteyebildiğini ifade eden Sarıkaya, “Çıkıp bu şekilde oy talep etmeleri utanılacak bir durumdur” dedi.
KOZANOĞLU: BAKAN BİLİNENİ İTİRAF ETTİ
Adalet Bakanı Şahin’in sözlerinin bir itiraf olduğunu söyleyen, ÖDP Genel Başkanı Hayri Kozanoğlu “AKP’nin, kendinden önceki hükümetler gibi halka değil yandaşlarına hizmet götürdüğü gerçeği itiraf edilmiş oldu” dedi. Şahin’in sözleriyle hükümetin suçüstü yakalandığını dile getiren Kozanoğlu, “Bakanın sözlerini Başbakan Erdoğan’a bir sormak lazım” şeklinde konuştu. Bunun aynı zamanda açık bir tehdit olduğunu söyleyen Kozanoğlu, “Ama halkımız bu tehditlere pabuç bırakmaz. Vatandaş oyuna, onuruna sahip çıkacaktır. Bu seçimlerde bütün ülke AKP zihniyetine bir dur demelidir” dedi. Bu seneki seçimlerin sadece yerel seçim olmadığını ifade eden Kozanoğlu, “Bu seçimler genel seçim öncesi bir hesaplaşma olarak görülmelidir” dedi. (HABER MERKEZİ)
CHP, ERDOĞAN’A ŞAHİN’İN SÖZLERİNİ SORDU

CHP Antalya Milletvekili Hüsnü Çöllü, verdiği soru önergesinde, Başbakan Erdoğan’a, Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’in tepkiye yol açan sözlerini sordu.
Çöllü, Meclis Başkanlığı’na sunduğu soru önergesinde, Şahin’in Antalya’da yaptığı konuşmayı Meclis gündemine taşıdı. Adalet Bakanı’nın “Hükümetimizle kavga eden, zıtlaşan yerel yönetimler her projelerini Ankara’dan geçiremiyor. Maalesef bu Türkiye’nin gerçeği. O nedenle halkıyla, hükümetiyle, devletiyle barışık mahalli yöneticiler işbaşında olursa, bizim sorunlarımız daha çok çözülür” dediğini hatırlatan Çöllü, Başbakan Erdoğan’a şu soruları yöneltti:
*Adalet Bakanı’nın, seçim çalışmalarında yaptığı tehdit içeren bu değerlendirme ne anlama gelmektedir?
*Bu açıklama demokrasi ile bağdaşmakta mıdır? Hükümetiniz ile ‘zıtlaşan yerel yönetimler’ tanımının kapsamı, yalnızca muhalefet partilerinin yönetimde olduğu belediyeler midir?
*İktidarınız döneminde hangi belediyelerin projelerine engel çıkarıldı?
*Yerel seçimlerden sonra da ayrımcılık içeren uygulamalarınızı devam ettirecek misiniz?”
CHP İzmir Milletvekili Ahmet Ersin de yaptığı yazılı açıklamada, “Adalet Bakanı’nın sözleri tüm vatandaşlarımızın AKP’ye biata zorlandığının itirafıdır” dedi. Ersin, Şahin’in artık bakanlık koltuğunda oturmaması gerektiğini kaydetti..
ŞAHİN’İN TARTIŞILAN SÖZLERİ

Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin, önceki gün seçim çalışmaları için gittiği Antalya’da, merkezi hükümetle iş birliği içinde olan belediyelerin daha çabuk çözüm ürettiğini söylemiş ve şöyle devam etmişti:
“Hükümetimizle kavga eden, zıtlaşan yerel yönetimler, her projelerini Ankara’dan geçiremiyor. Maalesef bu Türkiye’nin gerçeği.
O nedenle halkıyla barışık, hükümetiyle barışık, devletiyle barışık mahalli yöneticiler işbaşında olursa, bizim sorunlarımız daha çabuk çözülür.”
AKP Şahin’i, Şahin de kendisini savundu

AKP Grup Başkanvekili Nurettin Canikli, Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin'in, “Hükümetimizle kavga eden, zıtlaşan yerel yönetimler her projelerini Ankara'dan geçiremiyor” sözlerini “Yuvacık Barajı” projesini örnek göstererek savundu.
Meclis'te gazetecilerin sorularını yanıtlayan Canikli, Şahin'in sözlerinin yanlış anlaşıldığını öne sürerek, şöyle devam etti: “Sayın Bakan bir realiteden bahsediyor. Yuvacık Barajı'nın bugün yaşandığını düşünelim. Böyle bir talebin İzmit Belediyesi'nden geldiğini düşünelim. Hazine'nin garantisini istediğini farz edelim. Şimdi Hükümet böyle bir projenin yanlış, kaynaklarının Hazinenin kaynaklarının çok kötüye kullanılacağını, böyle bir projenin yanlış olduğunu ileri sürer ve aralarında bir çatışma çıkarsa işte bir zıtlıktır. Hükümetten böyle bir finansman modeline evet demesi ve Hazine'nin kendisini 3-4 Milyar Dolarlık bir yatırıma sokacak projeyi imza atmasını bekleyebilir misiniz. İşte zıtlaşma budur. Sayın Bakanın söylemek istediği de budur. Sayın Bakanın söylediği projelerle ilgilidir.”
Canikli'nin bu sözleri, AKP ve Hazine'nin, AKP dışındaki partilere ait belediyelerden gelen talepler konusunda zorluk çıkardığı yönündeki eleştirileri akıllara getirdi.
ŞAHİN, SÖZLERİNİN ARKASINDA DURDU
Adalet Bakanı Şahin ise, dün şu açıklamayı yaptı: “Ben burada AK Parti sözünü kullanmadım. Merkezi hükümetten proje yapıp destek isteme konusunda muhalefet partili belediyelerin isteksiz olduğunu söyledim. Merkezi hükümetle işbirliği içindeki belediyelerin daha fazla başarılı olduğunu söyledim. Biz herkesin hükümetiyiz. Belediye başkanları da öyle hareket etmeli. Yerel yönetimlerin isteksizliğini kastettim. Bir parti ismi vermedim.”

23 Şubat 2009 Pazartesi

DTP Hakkâri Adayı Ertaş'ın da başvurusu reddedildi

DTP Hakkâri Belediye Başkan Adayı Selim Ertaş, Esendere Belde Belediye Başkan Adayı Abidin Çoğaç ve Duranmaya Belde Belediye Başkan Adayı Sait Gezer'in adaylık başvurusu reddedildi.

DTP'nin belediye başkan adayları listesini değerlendiren, Hakkâri İl Seçim Kurulu, Hakkâri Belediye Başkan Adayı Selim Ertaş, Esendere Belde Belediye Başkan Adayı Abidin Çoğaç ile Durankaya Belde Belediye Başkan Adayı Sait Gezer 'in başvurularını, 17 Şubat'tan önce haklarında alınan kamu hizmetlerinden men cezalarının kaldırıldığına dair kararı YSK'ya sunmadıkları gerekçesiyle reddetti.

Karara tepki gösteren Selim Ertaş, alınan karırın çalışmalarını sabote etmeye yönelik olduğunu kaydetti. 7 yıl önce kamu haklarından men cezası aldığını, ancak bu kararın süresinin 3 yıl için geçerli olduğunu dile getiren Ertaş, aradan 7 yıl geçmesine rağmen böyle bir kararın alınmasının düşündürücü olduğunu belirtti. Ertaş, bütün baskı ve uygulamalara rağmen mücadelelerini kararlı bir şekilde sürdüreceklerini söyledi.

Dün de DTP Bingöl Belediye Başkanı Adayı Ömer Faruk Ersöz'ün adaylık başvurusu reddedilmişti. DİHA

Bu kez Kürtçe şarkı çalmaya 6 ay hapis cezası

Diyarbakır'ın Ergani ilçesinde Bin Umut Adayları'nın seçim çalışmaları sırasından Kürtçe şarkı çaldıkları gerekçesiyle eski DTP Ergani İlçe Başkanı Ahmet Kınık ve minibüs şoförü Vahap Sancı, 6'şar ay hapis, 450'şer TL para cezasına çarptırıldı. Avukat Mehmet Biçen, verilen cezanın söz konusu bir kişinin DTP'li olmasından kaynaklandığını belirtti.

22 Temmuz 2007'deki genel seçimler öncesinde Bin Umut Adayı DTP Diyarbakır Milletvekili Selahattin Demirtaş'ın seçim bölgesinde DTP Ergani İlçe Başkanı Ahmet Kınık ve minibüs şoförü Vahap Sancı hakkında Kürtçe şarkı çaldıkları için Seçim Kanunu'na muhalefetten dava açıldı. Kürtçe 'Gelsin gelsin, demokrasi gelsin' şarkısı nedeniyle Bin Umut Adayları hakkında her hangi bir dava açılmazken, Sancı ve Kınak hakkında Ergani Sulh Ceza Mahkemesi'nde açılan dava duruşmasında, tutanak tutan polisler tanık olarak dinlendi. Dava dosyasında söz konusu CD bulunmazken, mahkeme hakimi, davanın karara bağlanması için tanık polislerin ifadelerinin yeterli olduğunu söyledi. Kınık ve Sancı, Seçim Kanunu'na muhalefet ettikleri gerekçesiyle 6'şar ay hapis, 450 TL para cezasına çarptıran mahkeme hakimi, 'sanıkların iyi niyetli olmadığını ve bir daha suç işleyebileceğini' ileri sürerek, cezanın ertelenmesine gerek duymadı. Sanık avukatı Mehmet Biçen'in temyiz ettiğini dava, şimdilik Yargıtay'da bekliyor.

'Barıştan yanayız'

Kendisine ceza verilmesinin devletin Kürt halkı üzerinde tecrit uygulama olarak yorumlayan DTP Ergani eski İlçe Başkanı Ahmet Kınık, 22 Temmuz seçimlerinde parti olarak Bin Umut Adaylarını destekleme kararı aldıklarını ve çalışmalarını Kürtçe yaptığını ifade etti. Verilen cezaların kendilerini yıldırmayacağını vurgulayan Kınık, 'Özgürlük ve demokrasi için geri adım atmayacağız. Ne ceza veriyorlar versinler. Ne baskı olursa olsun biz barış ve özgürlükten yanayız' dedi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Kürt sorunun çözümünde samimi olmadığını kaydeden Kınık, TRT Şeş'in yayın hayatına girmesi ile kendilerine verilen cezanın çelişki oluşturduğunu belirtti.

'Bu hukuki anlamda bir skandaldır'

Verilen cezanın Kınık'ın DTP'li olmasından kaynaklandığını belirten Kınık'ın avukatı Mehmet Biçen ise, 'DTP dışındaki siyasal partilerde seçim çalışmalarında Kürtçe'yi kullanılıyor. Ama onlara bu tür cezalar verilmiyor' diyerek, hukukun çifte standart uygulamalarına dikkat çekti. Verilen cezalarda çalınan şarkıların içeriğinde suç olup olmadığı araştırılmadan sırf Kürtçe olduğu için ceza verildiğini belirten Biçen, 'Bu güne kadar bu yasa uygulanmadı ve müvekkilime uygulanmayan bir yasadan dolayı ceza verilmiş' dedi. En zor şartlarda bölgede böylesi bir yasa uygulanmadığını söyleyen Biçen, şunları belirtti: 'Bir yandan TRT 6'nın yayın hayatına girmesi ve bir yandan da bazı üniversitelerde Kürdoloji Bölümü tartışmaları sürerken böyle bir kararın verilmesi hükümetin Kürt sorununun çözümü konusunda da ne kadar samimi olduğunu göstergesidir.' Yapılan yargılamanın eksik bir yargılama olduğunu ifade eden Biçen, 'Çalındığı söylenen kasete dayalı bir suçlama yok ve sadece emniyetin tutuğunu söylediği tutanağa dayanarak bu ceza verilmiştir. Bu hukuki anlamda bir skandaldır' şeklinde konuştu.

DİHA

Ölümler sürüyor tedbirler unutuluyor

İŞ cinayetlerinin artık alışılagelmiş mekanı Tuzla tersaneleri. Geçtiğimiz günlerde Çiçek Tersanesi’nde elektrik akımına kapılarak yaşamını yitiren Cemil Akgül’ün ardından tersane patronları ve Çalışma Bakanlığı yine tedbirlerin tam olduğundan, işçilere eğitim verdiklerinden bahsettiler. Bu açıklamalar sürerken işçiler de iş güvenliği tedbirlerinin alınmaması nedeniyle ölmeye devam ediyor.
Tersane işçileri, krizin her geçen gün daha da derinleştiği günlerde işsiz kalmamak için patronların her söylediğini yapmak zorunda kaldıklarını anlatıyorlar.
Krizle birlikte patronların iş güvenlikçilerini, iş saha kontrolcülerini, iş güvenlik tedbirinden sorumlu işçileri işten çıkardığı ve böylelikle iş güvenlik tedbirlerini ortadan kaldırdığını aktaran işçiler, çalışma saatlerinin uzatıldığını, ücretlerin yarı yarıya düşürüldüğünü söylüyorlar.
İŞİN BİTMESİ DAHA ÖNEMLİ
Taşeron firma ve ana firmaları eğitimsiz işçi çalıştırdıkları için işçilerin ölümle yüzleştiğini söyleyen Ağca Aksay, hükümetin bir eğitim okulu açması gerektiğini ve işyerlerinde iş güvenlik tedbirlerinin yasal güvence altına alınması gerektiğini dile getirdi.
Burhan Kayalar ise seçimlere aktarılan paranın işçilere ve iş olanaklarına kullanılması gerektiğini kaydetti. Kayalar, dört aydır işsiz olduğunu, yardım adı altında seçim yatırımı yapıldığını, bu paralarla iş güvenlik tedbirleri alınabileceğini ifade etti.
İş güvenliği tedbirlerinin değil, işin bitmesinin patronlar için daha önemli olduğunu dile getiren Ali Kaya, tersaneler bölgesinin kendi başına bir devlet olduğunu, iş güvenlik tedbirlerinin tersanelerde ikinci veya üçüncü plana itildiğini ifade etti. Kaya, işçi ölümlerinin durması, işsizliğin önlenmesi için işçilerin örgütlenmesi gerektiğini bildirdi. (İstanbul/EVRENSEL)
MAKYAJ YAPMAYIN ÖNLEM ALIN!
DİSK Genel Başkan Yardımcısı İsmail Yurtseven, Tuzla’da son dönemlerde yeniden artış gösteren ölümlü iş kazalarıyla ilgili açıklama yaptı. Açıklamasında tersanelerde iş cinayetlerinin sonunun gelmediğini belirten Yurtseven, hükümet tarafından Tuzla ve diğer tersanelerde yaşananlar ciddiye alınmadığı sürece kazaların devam edeceğini belirtti.
Son olarak Elta Denizcilik taşeronunda çalışan Cemil Akgün’ün iş cinayetinde yaşamını kaybettiğini, Yalova’da kurulu Altıntaş Tersanesi’nde ise AB Makine taşeronunda çalışan 3 işçinin yaralandığını açıklayan Yurtseven, göstermelik önlemlerin işe yaramadığını, yaptıkları tüm uyarılara rağmen önlem almayanların kazanın sorumluları olduğunu belirtti. Yurtseven, açıklamasını şöyle sürdürdü: “Bir kez daha tekrar ediyoruz: Tersanelerde, Ağır ve Tehlikeli İşkolu Yönetmeliği uygulanmalıdır. Günlük çalışma saati 7.5 saat olarak acilen hayata geçirilmeli; mola, dinlenme ve tatiller uygulanmalıdır. Sigortalar, ücretlerin ödenmesi, ana firma tarafından güvence edilmeli. Sağlıklı barınma evleri, soyunma dolapları, işkoluna uygun kaliteli yemek verilmeli; revir, doktor ve ambulans gibi sağlık hizmetleri sağlanmalıdır.”

22 Şubat 2009 Pazar

Cumartesi Anneleri: JİTEM'i korumaktan vazgeçin

Kaybedilen yakınlarını aramak için yola çıkan Cumartesi Anneleri, 204. kez Galatasaray Meydanı'nda oturma eylemi yaptı. Bu hafta Avukat Metin Can ve İHD Üyesi Doktor Hasan Kaya'nın akıbetini soran anneler, 'JİTEM'i korumaktan vazgeçin' çağrısında bulundu.

Cumartesi Anneleri, kayıplarının akıbetini öğrenmek için 204. kez Galatasaray Meydanı'nda oturma eylemi yaptı. Kayıp yakınlarının fotoğraflarını taşıyan kayıp yakınları, sorumluların suçlu olan JİTEM'i korumaktan vazgeçmesini istedi. Her hafta bir kayıp hikayesinin anlatıldığı buluşmada bu hafta 1993 yılında kaybedilen İHD Elazığ Şube Başkanı Av. Metin Can ve İHD Üyesi Dr. Hasan Kaya'nın kaybedilme öyküsü anlatıldı. Cumartesi Anneleri'ne destek vermek için eyleme katılan Devlet Tiyatroları Sanatçısı Seray Gözler, açıklama yaptı. Gözler, Can ve Kaya'nın kaybedilme hikayesini şöyle anlattı: '21 Şubat 1993'de gece Hasan Kaya acil hasta var diye çağrıldı. Can güvenliğinden endişe ettiğinden Metin Can ile birlikte gitmeye karar verdi. Sabah olup eve dönememeleri üzerine resmi makamlara durum bildirildi ve bulunmaları istendi. Cevap her zaman ki gibi 'Biz almadık bizde yok' oldu. Bir gün sonra ayakkabıları evlerinin yakınına atılmış olarak bulundu. Ailelerine telefonda işkence sesleri dinletildi. Hemen Ankara'ya bir heyet çıkartıldı. Zamanın İçişleri Bakanı İsmet Sezgin heyete 'Endişe etmeyin bırakacaklar' dedi. 26 Şubat 1993'de işkence edilmiş bedenleri Tunceli Dinar Köprüsü altında ölü olarak bulundu. Metin Can'ın o zaman anne karnında olan bebeği babasını hiç göremedi.'

Olayı itirafçılar da doğruladı

Bu olayın JİTEM mensubu Abdulkadir Aygan'ın itiraflarında da anlatıldığına dikkat çeken Gözler, 'İtiraflarda, Mahmut Yıldırım (Yeşil) ve Mesut Mehmetoğlu adlı JİTEM elemanlarının Metin Can ve Hasan Kaya'yı işkence ederek öldürdüğünü anlattı. Ancak devlet bugüne kadar hiçbir şey yapmadı' dedi. Can ve Kaya'nın AHİM'e giden dava dosyasında Türkiye'nin mahkum olduğunu hatırlatan Gözler, 'Suçluları korumaktan vazgeçin, JİTEM'i korumaktan vazgeçin, toplu mezarların ölüm kuyularının sorumlularını korumaktan vazgeçin Ergenkon'a Fırat'ın berisini de ötesini de dahil edin' diye seslendi.

AKP Diyarbakır mitingi fiyaskoyla sonuçlandı

Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan Diyarbakır'da yaptığı konuşmasında Kürt sorununun çözümüne dönük herhangi siyasi bir mesaj vermezken, kömür yardımlarını savunması ve TRT 6'yı seçim propagandası olarak kullanarak oy istemesi dikkat çekti. Erdoğan, Diyarbakır'a yönelik ayrımcılık yapmadıklarını savunurken, günlerdir hem AKP'nin hem de kamu kurumlarının tüm imkânlarını kullanarak mitinge katılımı sağlamak için yapılan çalışmalar ise fiyaskoyla sonuçlandı. AKP'nin Diyarbakır'da seçim mitingi polisler ve korucularla beraber on bin kişiyi aşamadı.

Erdoğan, Diyarbakır'da katıldığı seçim mitinginde Kürt sorununu yine 'güvenlik ve ekonomik' sorunu olarak dile getirdi. Mitingin düzenlendiği İstasyon Meydanı'nda Türkçe ve Kürtçe 'TRT 6 hayırlı olsun' yazması dikkat çekerken, miting alanında bulunanların büyük çoğunluğunun kırsal kesimden olması ve farklı kentlerden araçlarla getirildi. Yine kentte kamu kurumlarında çalışan işçeler de alana kurum müdürlerinin talimatı ile getirilirken, Süleyman Demirel Kampusu'nda yatılı olarak öğrenim gören öğrenciler de okul müdürlerinin baskısı ile alana toplu hale getirildi. AKP'nin tüm uğraşlarına rağmen ve kamunun tüm imkanlarının seferber etmesine rağmen alanda sayı on bini aşmazken, alanda sorunlarını pankartlarla dile getirmek isteyenleri polisler engelledi. Yine özellikle sahnenin İstasyon Meydanı'nın ortasına konulması ve yan taraflardan kamyonlarla alanın daraltılması ise AKP'nin 'meydan oyunu' yorumlarına yol açtı.

İstasyon Meydanı'nda platform üzerinde eşi Emine Erdoğan ile birlikte çıkan Başbakan Erdoğan, 'Türkiyeli olmak ruhu budur. Mitinge gelmedik sadece. Dev projeler içinde buradayız. Siyasette tek arzumuz insanımıza hizmet etmektir. Gönüller kazanmaktır. Diyarbakır da çıtayı yükselttik. Diyarbakır için Kutbettin Arzu dedik. Bu evladınızı bu sefer güçlü bir iradeyle kucaklayacaksınız. Yegane arzumuz barış içinde demokratik bir yarış olmasıdır' dedi. Geçmiş yılların yanlışını hep birlikte düzelteceklerini ileri süren Erdoğan, '29 Mart büyük Türkiye iradesi sandıktan çok daha güzel olarak çıkacak. Defalarca yüksek gönlünüze gölgelemek isteyenlerin elini boşa çıkardınız. Yıllarca kendilerini gizleyerek haksızlık üretenler deşifre oluyorlar. Yaşanan sürecin adı Türkiye için bir arınma sürecidir. Temiz toplum temiz siyaset temiz yönetim sürecidir. İnanıyorum ki bu arınmayı en çok sizler hissediyorsunuz. Hakkaniyet sahibi olan herkes kabul eder ki bugün ne 1980 yılların kabusu ne 1990'lı yılların karanlık odaları vardır. Karanlık odalardan arınıyor. Biz bu karanlık odak filminin her karesini ezberledik. Suç örgütlerinin hangi aktörleriyle iç içe geçtiğini biliyoruz. Perde gerisinde birbirlerini nasıl beslediklerini biliyoruz artık. Bu ülkenin evlatlarını zehirleyenlerin oyunları akamete uğrayacaktır. Artık bu karanlık filmi izlemek istemiyoruz' dedi.

'Ayrımcılık yapmadık' savunması

'Birlikte kurduğumuz cumhuriyete sahip çıkıyoruz. Demokrasiye inanıyoruz' diyen Erdoğan ise 15 Şubat'ta yaşanan olaylarda DTP binasının gaz bombası ile saldırıya uğramasını ve onlarca insanın yaralanmasını görmezden gelerek, 'AK Parti binasını taşa tutanlar demokrasi ve bu milletin iradesini taşa tutmuş olmuyorlar mı? Esnafa zorla kepenk kapatanlar diğer partilerin adaylarını ailelerini baskılarla tehdit almaya çalışanlar bu millete saygısızlık yapmıyorlar mı? Bu kentin huzur şehri olmasından kimler niçin rahatsız oluyorlar. Biz bize oy vermeyenlerinde hukukunu haklarını korumayı savunmayı asli vazifemiz biliyoruz. Kimsenin ötekileşmesini istemiyoruz' diye konuştu.

Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının ülkesine aidiyetini yaralayan zedeleyen hangi engeller varsa onları ortadan kaldırmak istediklerini söyleyen Erdoğan, 'Vatandaşlar arasında ayrımcılık yapmadık yapmayacağız. 3 kırmızı çizgimizden taviz vermedik vermeyeceğiz. Etnik siyaset ve etnik milliyetçilik yapmayacağız. Çünkü bunlar Türkü

Kürt'ten, Lazı Çerkez'den her birini birbirinden ayırt edip bir birine düşman eden yaklaşımlardır. Bölgesel milliyetçilikte yapmayacağız. Doğuyu batıdan kuzeyi güneyden ayırmayacağız. Çünkü güneydoğuyu kalkıp ta batıya, doğuyu batıya, kuzeyi güneye asla düşman nazarıyla baktırtmayacağız. Aradaki adil dağılımı da gidereceğiz' şeklinde konuştu.

Bir Baykal'a bir DTP'ye yüklendi

Diyarbakır'a gönderilen kaynaklar arasında hiç bir fark gözetilmediğini ifade eden Erdoğan, 2003-2007 arası 307 trilyonun Diyarbakır'a gönderildiğini ileri sürdü. Gerçekçi hiçbir projeni geri gönderilmediğini ifade eden Erdoğan, şunları söyledi: 'Biz diyoruz ki hepimiz bu ülkenin asli unsuruyuz. Kimse kimseye misafir muamelesi yapamaz. Bu ülke bu vatan bu bayrak bizim. Birlikte koruyacağız. Boşaltılan köylere yeniden hayat getirdik. 14 ilde 25 bin haneden 151 bin kişi eskiden yaşadıkları köylere geri döndü. Bunun için 83 trilyon harcama yaptık. Ülke fotoğrafına bütün olarak bakamazsak büyük düşünemeyiz. Marjinal dil ile politika yapanlar marjinal dile teslim olurlar. Bir çeteyi bir ordu gibi gösterirler. Ağaca bakarlar ama ormanı görmezler. Onlar daima küçük olsun benim olsun derler. Siz onların kim olduğunu iyi bilirsiniz. Onlar milletin talepleri karşısında devletimize körlük tavsiye ederler. Demokrasiyi milletten esirgerler. Batıyı kazanalım doğuyu kaybetsek de olur demedik. Sayın Baykal diyor ya, 'Sayın başbakan Diyarbakır'a niye gidiyor.'. Burası benim vatanım. 81 vilayetimden bir tanesi. Nasıl gelmem buraya. Ama Sayın Baykal gibileri Sivas'tan bu tarafa zaten gelmiyorlar ki.'

'TRT 6' Erdoğan'ın seçim malzemesi oldu

Erdoğan, 'Kar maskeleri ardında yüzlerini gizlediler. Bu ülkede sembolik çatışma alanları özellikle korundu. Nazım Hikmetin iade itibarını 60 yıl boyuca tartıştık durduk. Nice gencimiz bu yüzden Türkiye'nin tarihi ile barışamadı. Bu sembolik tartışmalar yüzünden ne şivanlar ne civanlar annelerinden ayrı kaldı. Annelik mezhep, din, etnik ayrıma takılmaz. Biz istiyoruz ki anneler üzülmesin. Gözyaşı dökülmesin. Yavruları da istismar edilmesin. Bu acılara son verilsin artık. TRT şeş be xerbe dedik. TRT Şeş hayırlı olsun dedik. Devlet ve toplumun birlikte güç kazanması kimin oyununu bozdu. Birileri neden bize hayırlı olsun diyemedi. Muhalefet karşı çıktı. Yoksa onlarda buranın CHP'si mi olmak istiyorlar. Onlarda mı sosyal devlet ilkesinin rafa kalkmasını istiyorlar. Onlarda mı demokrasinin güçlenmesinden rahatsız oluyorlar. Baykal'ın avukatlık ruhsatı yakında belki de 29 Mart günü millet eliyle iptal olacaktır' dedi. AKP iktidarında Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi'ne 11.7 milyar YTL'lik yatırım yapıldığını ileri süren Erdoğan, GAP Eylem Planı çerçevesinde 2013 yılına kadar 27 milyar harcayacaklarını iddia eti. Erdoğan, Diyarbakır'a ilişkin ise sözlerini şöyle sürdürdü: 'Diyarbakır'da kalitesiz bir belediyeciliğe mahkum değildir. Diyarbakır'ın modern büyük bir şehir olmasını istiyoruz. Dicle vadisini hayat fışkıran bir mesire yerine çevirmek istiyoruz. Diyarbakır'ı asli hüviyetine ve modern şehre kavuşturmak istiyoruz. Bunlar ideoloji ile olmaz. Bunlar belediyeciliği bilenler tarafından olur. 30 Mart'ta
yeni bir Diyarbakır farklı bir şekilde ele alınacak.

Erdoğan 'kömür'e devam dedi

Kamuoyunda tartışma yaratan çamaşır makinesi ve kömür yardımlarının da devam edeceğini söyleyen Erdoğan, 'Kömür yardımları devam ediyor. Onlar istediği kadar bağırsın çağırsın. Bunlar devam edecek. Şu böyle demiş bunlar bizi ilgilendirmez. Bunları yapacağız. Her yıl ortalama 65 bin ailemize kömür yardımı yaptık. Diyarbakır'ın kendi girişimcileri bile buraya gelemiyor. Gelmiyor. Onun için oylarımızı verirken dikkat edeceğiz' dedi. Daha sonra Arzu'yu sahneye çağıran Erdoğan, Arzu'nun boyunun

kısalığına takılarak, 'Kutbettin Arzu'nun boyunun böyle küçük olduğuna bakmayın. Atom karıncadır. Ben inanıyorum, güveniyorum. Diyarbakır'ı iyi okuyan biri olarak güveniyorum' dedi.

Arzu'dan ilginç sözler

Erdoğan'dan önce konuşan Tarım Bakanı Mehdi Eker ise, AKP'nin Kürt sorununu çözdüğünü ileri sürerek, 'Biz Diyarbakır'da barış içerisinde bir yarış istiyoruz. Diyarbakır'ın 3 temel sorunu vardı AKP gelmeden. Adı konmayan Kürt sorunuydu. Bu sorunu barış içerisinde çözen AK Parti hükümetidir. 10 yıldır Diyarbakır belediyeleri bizden devletten hükümetten bir ayrımcılığa tabii tutulmadan, diğer şehirler kadar yardım destek aldı' dedi. AKP'nin Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Kutbettin Arzu da, 'Ben değişmedim. Hep sizden biri oldum. Diyarbakır'ın kapılarını barışa kardeşliğe açıyorsunuz. Diyarbakır yerel-yönetimlerden 10 yıldır hizmet almamış. 10 yıl laf üretilmiş. Barıştan kardeşlikten söz ediyorlar. Ama siz görüyorsunuz, sizi ötekileştirmiyorlar mı? Dostluğu geliştireceğiz diyorlar. Ama maalesef Kürtlerin bile partisi olamadılar. Kürdün Kürt ile olan kardeşliğini bozdular' diye konuştu. DİHA