31 Temmuz 2017 Pazartesi

Gülmen ve Özakça'ya Yemek kokulu işkence..!


Nuriye Gülmen’in annesi Cemile Gülmen, “Bizim evlatlarımızı oraya öldürmek için mi götürdüler” diye sordu. Tutuklu eğitimci Nuriye Gülmen ile Semih Özakça, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) talebiyle götürüldükleri Numune Hastanesi’nin raporu doğrultusunda zorla kaldırıldıkları Sincan İnfaz Kampusu Hastanesi’nde kalmaya devam ediyor. Gülmen ile Özakça, AİHM’ni isteğiyle götürüldükleri Numune Hastanesi’nin Sağlık Kurulu Raporu’nda “Mevcut bulgulara göre hayati tehlike arz eder. Hayatını yalnız başına idame ettiremez” tespiti yer almasına rağmen refakat eden kimse olmadan yalnız kalmaya devam ediyor.
Yemek kokusu işkencesi
İkisi de ayrı ayrı 20 metrekare büyüklüğünde, havalandırma bahçesi bulunmayan, pencereleri tel ve mazgallı hastane odalarında kalan Gülmen ile Özakça’nın, gürültü çıkaran bir fanın yakınında kaldıkları için sürekli uğultu çektikleri söylendi. Gülmen ile Özakça’nın odalarının hastane mutfağına yakın olduğu ve bu yüzden sürekli yemek kokusu çekmekten rahatsız olduğu da belirtildi.
‘Devlet çözsün’
Ablası Nuriye’nin Sincan Cezaevi İnfaz Kampusu Hastanesi’ne zorla götürülmesine tepki gösteren Beyza Gülmen, “Biz artık ailesi olarak bu işin bir an önce çözülmesini istiyoruz. Yaptıkları insanlığa ve vicdana sığmaz. 144 gün oldu. Bu insanlar 144 gündür aç. Semih Hoca’yı kayışla bağlayıp hastaneye götürmüşler. Ablamı da yattığı için sarmalayıp götürmüşler. Bir an önce işlerine geri iade edilmesini ve bu açlığın sona ermesini istiyoruz” dedi. Başlarken “Adalete açız” dediklerini anımsatan Gülmen, “Bu sadece onların sorunu olmaktan çıkıp toplumun bir sorunu haline geldi. Bu devletin çözmesi gereken bir sorun haline geldi” ifadalerini kullandı.

Mültecilere su dahi verilmiyordu: Fransa yargısından ‘insanlık ayıbı’na son veren karar..!

Fransa’da mülteciler ‘orman’ adıyla bilinen bir kampın hükümet tarafından verilen bir kararla buldozerlerle yıkılması sonrası tekrar Calais isimli liman kentine gönderilmişti.
Yardım kuruluşları ve ulusal hak savunucuları yüzlerce mültecinin Calais’te yüzleşmek zorunda bırakıldığı ‘pis, kirli ve sefil’ hayat koşullarını şiddetle kınıyordu.
‘İnsanlık dışı muamele yetkililerin başarısızlığıdır’
Fransa’da Danıştay, Conseil d’Etat, İçişleri Bakanlığı’nın yerel mahkemenin mültecilere su verilmesi konusundaki kararı üzerine temyize gitmesinin ardından, gösterilen muamelenin ‘insanlık dışı’ olduğunu söyledi:
Conseil d’Etat insanlık dışı ve küçültücü muameleye maruz bırakılan bu insanların yaşam koşullarının kamu yetkililerinin başarısızlığını ortaya çıkardığını düşünmektedir. Bu eksiklikler temel özgürlüğe yapılmış ciddi ve hukuk dışı ihlallerdir.
Su temininin sağlanması hükmü verilen mahkemeden sonra yapılan açıklamada ‘yerel mahkemenin otoritelere tuvaletler ve banyolar, en önemlisi içmek için su vermelerini emretmeye yetkisi olduğu’ da belirtildi.
Ne olmuştu?
Fransa, Avrupa’daki mülteci krizinden ‘kaçmış’ sadece İtalya ve Almanya’dan gelen sığınmacılar ülkeye mülteci olarak girmişti.
Macron mültecilere ‘onur’la davranılacağını söylerken, hükümeti katı bir duruş sergiledi ve Calais’te yeni bir mülteci merkezinin açılmasını ‘diğer mültecileri mıknatıs gibi çeker’ diyerek reddetmişti.
Geçtiğimiz hafta İnsan Hakları Gözlemevi Calais’te mültecilere sistematik olarak gösterilen polis şiddeti ile ilgili Fransa’ya baskı yaptı.
Yüzlerce insan genişleyen kamp tahrip edilmesine rağmen buraya dönmek zorunda kalmıştı.


Tecavüze değil haberine tahammülleri yok..!

Bir yandan Milli Eğitim dini vakıf ve tarikatlar eliyle dinselleştirilmeye çalışılırken, diğer yandan söz konusu vakıfların yurtlarında ve tarikat kurslarında peş peşe ortaya çıkan yaşanan cinsel istismar ve tacavüz olayları toplum vicdanını yaralamaya devam ediyor.
TECAVÜZLERE DEĞİL, HABER YAPILMASI KONUSUNDA HASSASİYET
Ensar Vakfı'nın Karaman Şubesinin evlerinde 45 çocuğun cinsel istismara maruz kalması ve resmi yetkililerin Karaman'da rezaletin yaşandığı evler hakkında önce 'haberimiz yok' demelerine rağmen Ensar Vakfı'nın bir çok etkinliğine katıldıkları ortaya çıkmıştı.
Ensar Vakfı'nda ortaya çıkan cinsel istismar hakkındaki pek çok haber mahkeme kararı ile engellendi. Kayseri'de Safa Vakfı'na bağlı bir kolejde yaşanan cinsel istismar olayı ile ilgili cumhuriyet.com.tr'de yayımlanan haber de yine mahkeme kararı ile engellendi.


İki kardeşi ezen polislere 15 yıl istendi..!

Şırnak’ın Silopi ilçesinde 3 Mayıs gecesi evlerine giren zırhlı polis aracının altında kalarak uykularında yaşamını yitiren 6 yaşındaki Furkan ve 7 yaşındaki Muhammed Yıldırım kardeşlerin ölümüyle ilgili soruşturma tamamlandı.

Dihaber’de yer alan habere göre zırhlı aracın sürücüsü tutuklu polis memuru Ömer Yeğit ve onu görevlendiren amiri Murat Maden hakkında “taksirle ölüme neden olma” suçundan 2 yıldan 15 yıla kadar hapis istemiyle dava açıldı. Ayrıca şüpheli Yeğit’in ehliyetinin sürücü belgesine 3 yıl süreyle el konulması istendi. İddianamede çocukların annesi Nesime Yıldırım ve babası Mesut Yıldırım müşteki olarak yer aldı. İddianamede kafataslarında kırık olan kardeşlerin “yaşamsal beyin merkezlerinin tahribatı ve kardiyopulmoner arrest olması” nedeniyle yaşamını yitirdiği belirtildi. İddianamede, zırhlı aracın sürücüsü Ömer Yeğit’in olay anında alkollü olmadığının tespit edildiği, olay yerini ve anını gösteren herhangi bir kamera kaydı ve olay anını gören görgü tanığının bulunmadığı belirtildi. Zırhlı araçta yapılan incelemede, üzerinde ve içinde kurulu herhangi bir kamera sisteminin olmadığının tespit edildiği kaydedildi. Kazanın araçta mevcut mekanik, elektronik ve benzeri donanımlarından kaynaklı bir eksiklikten kaynaklanıp kaynaklanmadığının tespiti için atanan bilirkişinin hazırladığı raporda, aracının fren sisteminin bozuk olmadığı, fren sisteminin devreye girmesi için ana güç kaynağının açık olması gerektiği, aracın el freninin olmadığına dair tespitlere yer verildi.

AKP'nin Yandaş Sendikası Memur-Sen TİS Görüşmelerinde Kendi Üyelerine İki Kat toplu İkramiye Ödenmesini İstedi;Bu da Torpil-Sen..!


Yaklaşık 3.2 milyon memur ile 2 milyon memur emeklisinin 2018-2019 yıllarında alacakları zam oranlarının belirleneceği 4. dönem toplu sözleşme görüşmeleri bugün başlıyor. Bir aya yakın sürmesi beklenen görüşmeler için Memur- Sen, Türkiye Kamu- Sen ve KESK taleplerini hazırladı. En fazla üyeye sahip konfederasyon olduğu için masada sendika tarafına Memur-Sen heyet başkanlığı yapacak. Ancak Memur- Sen’in, “kendi üyelerine iki kat toplu sözleşme ikramiyesi ödenmesi” anlamına gelen “ikramiyenin yetkili sendika üyelerine bir kat artırımlı ödenmesi” önerisi ise yasaya aykırı olduğu için eleştiriliyor. Memur-Sen’in talepleri içerisinde bulunan toplu sözleşme ikramiyesinin 77 liradan 102 liraya yükseltilmesi ve yetkili sendikaların üyelerine bir kat artırımlı (204 lira) ödenmesi talebine yönelik tartışmalar sürüyor. Bu öneri 11 hizmet kolunun tamamında da Memur-Sen’e bağlı sendikalar yetkili olduğu için Memur-Sen üyelerine iki kat ikramiye ödenmesi anlamına geliyor. Kamu Görevlileri Sendikaları ve Toplu Sözleşme Yasası’na göre yetkili ya da yetkisiz sendika üyelerine farklı oranda ikramiye verilmesinin mümkün olmadığına dikkat çeken Türkiye Kamu- Sen Başkanı İsmail Koncuk, “Toplu sözleşme ikramiyesinin sendika üyelerine farklı oranda verilmesi ahlaki de değildir” dedi.
Kim ne istiyor?
Masada yer alacak olan 3 memur konfederasyonunun zam talepleri özetle şöyle:
-Memur-Sen: 1. Alternatif: 2018 için yüzde 10 + 6 zam. 2019 için yüzde 10 + 8 zam. 2. Alternatif: 2018 yılı için 1 Ocak’tan geçerli olmak üzere taban aylığa 75 lira zam. Yüzde 7 + 7 zam. 2019 için 1 Ocak’tan geçerli olmak üzere taban aylığa 75 lira zam. Yüzde 7 + 7 zam. 3. Alternatif: 2018 için 1 Ocak’tan geçerli olmak üzere ek ödeme oranlarına 15 puan ilave zam. Yüzde 6 + 6 zam. 2019 yılı için yüzde 10 + 8 zam. Memur-Sen, önerilerinin kümülatif olarak maaşlara en düşüğü yıllık yüzde 16.60 zam anlamına geldiğine dikkat çekti.
-Türkiye Kamu-Sen: 2018 yılı için ocak ayından geçerli olmak üzere seyyanen net 150 lira zam. Yüzde 10 + 10 zam. Bu artışların üzerine ekonomik büyüme ve refah paylarını içeren yüzde 3 zam. 2019 yılı için ocak ayından itibaren seyyanen net 150 lira zam. Yüzde 8 + 8 zam. Yüzde 3 oranında ekonomik büyüme ve refah payı artışı. Türkiye Kamu- Sen’in önerisi 2018 yılının bütününde en düşük dereceli memur maaşı için 738.36 lira, ortalama memur maaşı için ise 920.35 lira zam anlamına geliyor. 2019 yılı için de en düşük memur maaşına 779.78 TL, ortalama memur maaşına ise 965.24 lira zam öngörülüyor.
-KESK: En düşük maaş alan kamu emekçisinin maaşının kira, yakıt, çocuk ve aile yardımı hariç 3 bin 450 liraya çıkarılmasını istiyor. KESK ayrıca 3 bin 450 lira olarak belirlenen kamu emekçilerinin asgari temel ücretine 2018 yılı için, kira yardımı olarak aylık 427 lira, aile/eş yardımı olarak aylık 350 lira, çocuk yardımı olarak 350 lira, brüt asgari ücret tutarında yılda iki ikramiye ve ulaşım için aylık abonman bilet ücreti talep ediyor. Yemek ücreti verilmeyen kamu emekçilerine aylık 335 lira yemek ücreti ödenmesi de KESK’in talepleri arasında yer alıyor.

İSTANBUL’DAKİ "ADALET VE VİCDAN NÖBETİNE" EŞBAŞKAN VE 12 VEKİL KATILACAK..!

HDP’nin ‘adalet ve vicdan’ nöbetinin ilki Diyarbakır’da tutuldu. Nöbetin ikinci ayağı yarın İstanbul’da başlayacak.
Kadıköy Yoğurtçu Parkı'nda tutulacak nöbete katılacak HDP’lilerin isimleri belli oldu. İstanbul’daki nöbete HDP Eş Genel Başkanı Serpil Kemalbay da katılacak.
Kemalbay ile birlikte nöbete katılacak vekillerin isimleri şöyle: Filiz Kerestecioğlu, Sırrı Süreyya Önder, Nadir Yıldırım, Mithat Sancar, Hişyar Özsoy, Ayşe Acar Başaran, Bedran Öztürk, Erdal Ataş, Leyla Birlik, Sibel Yiğitalp, Erol Dora, İbrahim Ayhan.
Kemalbay, Kadıköy Yoğurtçu Parkı'nda yarın saat 12.30'da partisinin Meclis grup toplantısını yapacak. Toplantıyla birlikte bir haftalık nöbetin startı da verilecek.
Nöbete, siyasi parti, sendika, meslek odaları ve sivil toplum örgütü temsilcilerinin yanı sıra ekolojistler, aydın, yazar ve sanatçıların da aralarında olduğu binlerce kişinin katılması bekleniyor.


KADIN AVUKATLAR: YENİ DÜZENLEME ÇOCUK YAŞTA EVLİLİĞİ KOLAYLAŞTIRACAK..!

Diyarbakır Barosu Kadın Hakları Merkezi, Nüfus Hizmetleri Kanunu ve bazı kanunlarda değişiklik yapılmasına ilişkin adli hizmet binasında basın toplantısı düzenledi. Kadın avukatların katıldığı toplantıda konuşan Baro Kadın Hakları Merkezi Sözcüsü Avukat Aslı Pasinli, tasarının 5. maddesine göre, “Sağlık personelinin takibi dışında doğan çocukların doğum bildirimi nüfus müdürlüklerine sözlü beyanla yapılacağına” ilişkin bir düzenleme getirdiğine değindi. Pasinli, bu maddeye dair çekincelerini şu şekilde anlattı: “Dolayısıyla istismara uğrayan kız çocuklarının sağlık personeli tarafından resmi birimlere bildirilmesi zorunluluğu ortadan kaldırılıyor. Bu zorunluluğun kaldırılarak sözlü beyanlara dayandırılması söz konusu doğumların takibinin zorlaştırılması ve istismarın görünmez kılınmasına yol açıcıdır. İstismarcıların tespiti ve yargı önüne getirilmesini zorlaştırıcı bir düzenlemedir.”
'Çocuk yaşta evlenmelerin önünü açıyor'
Yine düzenlemeyle il ve ilçe müftülerinin evlendirme memurları arasına eklenmesi hazırlığını da kaygı verici olarak bulan Pasinli, bunun küçük yaşta evlilikleri kolaylaştırıcı etkiye sahip olacağı uyarısını yaptı. Aynı zamanda evliliklerin bildirilmesi yükümlülüğünün de bu tasarı ile kaldırıldığı için kayıt dışı evliliklere gebe bir uygulama olduğunun altını çizen Pasinli, anayasanın laiklik ilkesine ve Medeni Kanun’a aykırılıklara işaret etti.
‘Tasarı kadın kazanımlarını bertaraf etmektedir’

Tasarının 31. maddesindeki “genel ahlak” ibaresinin dikkat çekici olduğunu kaydeden Pasinli, şunları söyledi: “Bu düzenlemeyle göre Türkiye vatandaşlığına geçme koşulları arasına genel ahlak ölçütü getirilmek isteniyor. Başta kadın mücadelesinin tüm kazanımları adına söz konusu düzenlemenin Anayasa ve medeni kanundaki birçok kazanımı bertaraf edici nitelikte olması ve Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası antlaşmalar açısından kabul edilemez. Cinsel istismarın takibinin zorlaştırıcı belli bir dine mensup makamları ön plana çıkaran bu tasarının yasalaşmasına olan tepkimizi dile getiriyoruz.”

Demirtaş'ın yazısı: "Barışı Kurmak"..!

Sosyolojik kavramlar, zamana ve mekâna göre farklı anlamlar taşıyabilirler. “Barışı Kurmak” kavramı da bunlardan birisidir.
Cezaevi koşullarında, kısıtlı imkânlarla avukatlarıma aktarabildiğim kadarıyla bazı röportajlara cevap olmaya çalışıyorum. Röportajların birinde kendim ile ilgili olarak “benim rolüm ve misyonum; savaşı büyütmek değil, barışı kurmaktır” demiştim. Bu tespitimin bazı tartışma ve değerlendirmelere konu edildiğini izliyor ve duyuyorum. Şüphesiz eleştiri mekanizması, örgütlü mücadelemizin temel harcı ve dinamizm kaynağıdır. Tüm bu eleştirilere saygı duyduğumu belirtmekle birlikte, bazı hususlara açıklık getirme ihtiyacı duyuyorum.
Her şeyden önce günümüzde barış kavramı, silahların sustuğu, çatışmanın durduğu anı karşılayan bir kavram değildir. Geçmişte, savaşın bitmesi barışın ortaya çıkması için yeterli görülüyordu. Ancak günümüzde barış hali, daha geniş olarak ele alınmakta, çatışma potansiyelinin da ortadan kalktığı durumu ifade etmektedir.
Savaşın durması, silahların susması ve hatta silahlanmanın bırakılması başlı başına barışın gerçekleşmesi için yeterli değildir. Ekonomik, siyasal, fiziki ve psikolojik şiddetin hüküm sürdüğü devletlerarası ilişkilerde, devlet-toplum-birey, kadın-erkek, yöneten-yönetilen ve işveren-işçi gibi tüm ilişkilerde barışın kazanabilmesi, çatışma potansiyelinin de ortadan kalkmasına bağlıdır.
Prof. Dr. Mithat Sancar bu durumu, negatif ve pozitif barış olarak kavramsallaştırmıştır. Çatışmanın durduğu, ancak çatışmayı yaratan sorunun çözülmediği hale “negatif barış” derken; çatışma potansiyelinin de ortadan kalktığı eşitlikçi, adil bir çözümün üzerine inşa edilmiş hale de “pozitif barış” demiştir. Dolayısıyla günümüzde barış, savaşın bittiği durumlarda kendiliğinden ortaya çıkmadığı gibi çıkması da mümkün değildir. Barış, ancak inşa edilebilir. Bir yandan çatışma ve savaş devam ederken, diğer yandan barışı kurmak, inşası için de özgün ve kararlı bir mücadele yürütmek gerekir.
Demokratik siyaset, kadın hareketi, özgür basın alanı, kültür alanı, demokratik gençlik hareketi, emek hareketi vb. sivil alanlar, barışın inşasından bir bütün olarak ilk elden sorumludurlar. Toplumu ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal açıdan kendi yeterliliğini sağlayabileceği örgütlülükler aracılığı ile bir tür “toplumsal öz savunma” disiplinine kavuşturmak, barışın inşasının bir parçasıdır. Bununla birlikte, sosyo-psikolojik ortamı hazırlamak, uluslararası diplomatik ilişkileri barışın inşası için değerlendirmek, toplumu barış konusunda kitlesel olarak harekete geçirebilmek, barışın inşası konusundaki diğer gereklilikler ve aynı zamanda sorumluluklardır.
Hiç şüphesiz, Kürt Halk Önderi Sayın Öcalan’ın koşulları ve imkânları uygun olsaydı, barışın kurulması ve inşası konusunda herkesten daha etkili ve sonuç alıcı bir çalışma ortaya koyabilirdi. Sayın Öcalan, ağır tecrit koşullarına rağmen 19 yıldır “barışın inşası” konusunda son derece güçlü perspektifler ortaya koymuş, fırsat buldukça da avukatları veya heyetler aracılığıyla bunları pratikleştirmeye çalışmıştır. İmralı’da kendisiyle defalarca yüz yüze görüşme şansı bulanlardan biri olarak, bu muazzam çabaya ve derinliğe bizzat tanıklık ettiğimi de belirtmem gerekir.
Bütün bunlarla birlikte “barışı inşa etme” görev ve sorumluluğunun da Sayın Öcalan’a yüklenmesi hakkaniyete ne kadar uygundur? Sayın Öcalan, ağır tecrit koşullarındayken, “barışı da sen kur” diyerek sorumluluğu kendisine atmak ne kadar ahlakidir?
Elbette ki, Sayın Öcalan’ın bir önderlik rolü ve misyonu vardır. Bu rol tarihseldir, kurumsaldır ve mücadele içinde emekle şekillenmiştir. Sayın Öcalan, önderlik misyonu ile barışın muhatabıdır. Olası müzakerelerin de “baş müzakereci”sidir. Başka muhataplar yaratmaya çalışmak sonuçsuz ve anlamsız kalmaya mahkûmdur.
Barışı kurmak ve barış sürecinin muhatabı olmak, birbirini tamamlayan, bütünleyen, iç içe geçmiş ortak bir barış mücadelesiyle mümkündür. Kavramları yerli yerine oturtmak, kişileri de buna göre değerlendirmek daha doğru olacaktır.
Son zamanlarda açık ve kapalı imalar yolu ile şahsımı ve Sayın Öcalan’ı karşı karşıya getirmeye yönelik sergilenen tutum ve çabalar iyi niyetli değildir. En hafif değerlendirmeyle “gaflet”tir.
Demokratik siyaseti, halkın seçilmiş iradesi olarak hak ettiği saygın konumuna layık bir tutumla değerlendirmek, bütün dostlarımızdan en büyük beklentimizdir. Demokratik siyaseti ve öncülerini hiçleştiren, değersizleştiren anlayışlar sorgulanmaya muhtaçtır.
Her kavramın başına “demokratik” yazmakla demokrat olunmuyor. Demokrasi bir kültürdür, yaşam tarzıdır. Kendinden başlayarak herkesin ve bütün alanların demokrasi ölçüleri çerçevesinde kendini özeleştiriye tabi tutması ve halka hesap vermesi, mücadelemizin hamlesel çıkışları açısından bir lüks değil, zorunluluktur. Niyet okumalar üzerinden değil, pratiklerimiz üzerinden eleştiri geliştirmek, özeleştirilerimizi de pratikte vermek daha anlamlı olur.
İçeride ve dışarıda kahramanca direnen tüm arkadaşlarıma en içten selam ve sevgilerimle.
Selahattin Demirtaş
Edirne Cezaevi


30 Temmuz 2017 Pazar

NURİYE’Yİ ÇARŞAFA SARDILAR, SEMİH’İ DARP EDİP KAYIŞLA BAĞLADILAR..!


Açlık grevinin 144'üncü gününde olan Nuriye Gülmen ve Semih Özakça, halen önceki gün gece hücrelerinden zorla çıkartılarak götürüldükleri Sincan İnfaz Kampüsü Hastanesi'nde tutuluyor. Gülmen ve Özakça, hastaneye kaldırıldıktan sonra avukatlarıyla görüştü.
Görüşmeye dair dihaber’e bilgi veren avukat Ebru Timtik, "Nuriye ve Semih hastaneye zorla götürüldü. Nuriye güçsüz ve zayıf durumda. Bu yüzden Nuriye'yi yatağındaki çarşafa sararak götürmüşler" dedi.
Semih Özakça'nın halen fiziki olarak direnebilecek gücü olduğunu belirten Timtik, "Semih'i de darp ederek ve kayışla bağlayarak hastaneye götürmüşler. Biz bu duruma ilişkin tutanak tuttuk ve gereken suç duyurularında bulunacağız" diye konuştu.
Rapora rağmen refakatçi almıyorlar
Timtik, Gülmen ve Özakça'nın tutulduğu hastanenin koşullarına dair "Nuriye ve Semih'in bulundukları yerde havalandırma yok. Küçük bir odada ayrı ayrı tutuluyorlar ve yalnızlar. 'Refakatçileri yanlarında olabilir, yalnız başına kalamazlar' diye rapor verildiği halde iki gündür yanlarında hiç kimse yok" diye aktardı.
'Nuriye ve Semih cezaevine geri dönmek istiyor'
Gülmen ve Özakça'nın açlık grevine devam edecekleri ve herhangi bir müdahaleyi kabul etmediklerinin altını çizen avukat Timtik, "Hastanede tutulmak istemiyorlar. Hastanenin psikolojik durumlarına elverişli olmadığını söylediler. Arkadaşlarıyla beraber kalmak istiyorlar" bilgisini verdi.

Diyarbakırda HDP'nin başlattığı "Vicdan ve Adalet Nöbeti" 6’ncı gününde devam ediyor...!

Halkların Demokratik Partisi'nin (HDP) Diyarbakır Ekin Ceren Parkı'nda gerçekleştirdiği "Vicdan ve Adalet Nöbeti" 6’ncı gününde devam ediyor. Ekin Ceren Parkı’nda günlük basın toplantısında HDP Parti Sözcüsü Osman Baydemir açıklamalarda bulundu. HDP’li vekiller üzerinde “Vicdan ve Adalet”, “Durmayalım durduralım” yazılı yelekler giyerek katıldı.
‘Neden halkın sesinden kokuyorlar?’
Baydemir’in konuşmasının satır başları şöyle:
“Bir kez daha Amed’ten Demirtaş’a, Yüksekdağ’a, gazetecilere, cezaevindekilere binlerce selam gönderiyorum. 10 günden önce daha umutluyuz, mutluyuz. Vicdanın sesi yükseldiği için adalet isteği yankılarını her tarafa yayılıyor. Vicdan ve adalet öyle büyüyecek ki faşizmin maskesini düşürecek. Tahir Elçi Amed’in kalbinde katledildi. 20 ay geçti ve hala katilleri saklanıyor, çıkartılmıyor. Elçi’nin katledilmesiyle tarihte yeni bir faşizm sayfası açıldı. Bir miskal yol alınmadı dosyasında. Bu adalet nöbeti Cizre, Sur, Tahir Elçi için, Emel Çetin, Hakan Aslan içindir. Bir yıldır hala cenazelerini alamadılar. Bu katliamları yapanlar onları kaybettirdi. HDP’nin duruşu açık bir duruştu. ‘Şehirleri yıkarsanız, insanları katlederseniz, kaybedersiniz’ dedik. Bu parkın etrafı ablukaya alınmış. Halkın gelip vekillerini görmesini istemiyor. Neden halkın sesinden, adaletten korkuyorlar? Tek şey ellerinde kalmış, o da baskıdır. Yalan ve dolan bir şey kazandırmaz.
‘Tecrit uygulanıyorsa barış istenmiyor’
OHAL ilan edeceksiniz. KHK ile insanların ekmeklerine el koyacaksınız; ölümle, kanla yeni bir iktidar devşireceksiniz. Öcalan üzerinden tecrit uygulayacaksınız. Faturayı da HDP’ye çıkaracaksınız. Biz buna itiraz edeceğiz. PKK Lideri Abdullah Öcalan özerinde tecrit gösteriyor ki devlet barış istemiyor. Tecrit kaldırılmalı. Tecrit işkencedir. İnsan haklarına saldırıdır. Tecrit son 6 günde biz de yaşadık. Adeta bu alan heronlarla izleniyor. Canlı yayınlarla naklen izlettiriliyor. Bazı medya organları yalan haberler servis ediyor. (Sabah gazetesinin manşet haberinden söz ederek) Hitlerin propaganda bakanı Joseph Goebbels’in yaptığı gibi yapıyorlar. Bir kez daha sesleniyorum; kaldırın bariyerleri, halk nasıl davranıyor görelim. Yalan haberini Newroz’da da yaptılar. Burada muhabirinizi dahi görmedik. Bu fotonun nereden çektirildiğini biliyoruz. Adalet çağrısıyla yüzleşmekten korkuyorsunuz. Bu bir gazete değil. Bu basın hürriyeti değil. Buna rağmen hiçbir gazetenin kapanması, gazetecinin tutuklanmasını istemiyoruz.
‘Durmayacağız faşizmi durduracağız!’
Faşizmi Erdoğan ve hükümeti icat etmedi. Faşizme karşı direniş ve mücadeleyi de biz icat etmedik. Bugüne kadar faşizm yönetimlerde Franco, Saddam kaybetmişse direnenler sayesinde olmuştur. Onun için durmayacağız, faşizmi durduracağız. Faşizm aynı zamanda bir sömürü aygıtıdır. Bugün Mardin’in Mazıdağ ilçesi Şemikan ve Gola Gulê köylerine ‘köyleri boşaltın’ tebligatı yapıldı. Gerekçe fosfat maddesi arayacaklar. O milletin anasına küfür edene peşkeşe çekilmiş. 300 hanelik köyde yaklaşık bin kişi yerinden edilmek isteniyor. Bu aynı zamandan dinden ve ahlaktan ne kadar uzaklaştığının da göstergesidir.
‘Boyunuzun ölçüsünü almadınız mı?’
Dün müzakere sürecinde görüşüne başvurulan DTK bir suç yapılanması olarak gösteriliyor. Viranşehir’de yapılan ‘Mevsimlik göç araştırılması kurultayı’ terör faaliyeti olarak gösteriliyor ve insanlar gözaltına alınıyor. DTK Eşbaşkanı’nın bu alana girmesine izin verilmiyor. ‘Çöktürme Planı’ dediğiniz plan Newroz alanında çökmüştür. Daha 3 ay önce yüzde 68’le boyunuzun ölçüsünü almadınız mı? Yarın Vicdan ve Adalet nöbetini İstanbul’a devredeceğiz. Gelin kaldırın bu bariyerleri görelim halkın gelip gelmeyeceğini. Neden kaldırmıyorsunuz? Çünkü halktan korkuyorsunuz. Bütün aygıtlarınız atanmışlardır. Mücadelemiz, bu ülkenin çocuklarına onurlu bir yaşam bırakana kadar sürecek.
‘Meclis’in itibarı parayla ölçülmez’
Meclis Başkanı’na 5 trilyon araba alındı. Meclis Başkanı diyor; ‘Araba o kadar da para değil.’ Meclis’in itibarını düşünüyormuş. Meclis’in itibarının yerlerde sürünmesinin nedeni nedir biliyor musunuz? İdris Baluken ve Selahattin Demirtaş, imzalarının da olduğu bildiri sonrasında tutuklandı. Meclis’in itibari parayla ölçülmez. Kürsüyle ölçülür, milletvekilin özgürlüğüyle olur. Çağlar Demirel’in annesi ve babası ziyarete geldi ama bu alana alınmadı. Bize küçük küçük notlar, selamlar geliyor. Bu halkın yüreğinin ne için, neden çarptığın çok iyi biliyoruz.
Cümbüşten neden korkuyorsunuz?
Burada birçok eşya her bir milletvekiline, Vicdan ve Adalet Nöbeti’ne zimmetlidir. En çok kriz yaratan, tecridi sağlayan, neredeyse personele fırça atan; üstlere ulaşmış burada bir cümbüş varmış. Muazzam bir kriz haline gelmiş. Adaletten korkuyorsunuz kayyum atıyorsunuz onu anlıyoruz da, yaw cümbüşten neden korkuyorsunuz? Sazdan korktuğunuz için mi korkuyorsunuz. Demirtaş’ın sazından korktuğunuz için mi cümbüşten korkuyorsunuz?
Toprağa verecek tek bir canımız yok. Mutlaka ama mutlaka bu dönemin faşizmi de gerileyecektir.
‘Ey Erdoğan çık özür dile’
Ey Erdoğan çık halktan, Demirtaş’tan özür dile. Gör bak bu gidişat bir hayra yorulabilir. Kinde, savaşta ısrar etme. Çünkü bunun kazananı olmadı. Sende kazanmayacaksın. Bunun sonu yoktur.
Eylemimiz sonlanmayacak. Bayrak İstanbul’a devir edilecek. İstanbul vicdanın sesini yükseltebilecek kadar yükseltecek, sonra Van’a, Van’dan da Ege’ye, İzmir’e taşınacak. Onurlu bir barış sağlanana dek, Sur’daki yıkım durana kadar bu mücadele devam edecek.”


İşte Alman emniyetine sızan MİT'çi!

MİT ile çalıştığı için görevden alınan Türk kökenli Alman baş komiserin Döndü Yazgan olduğu öğrenildi.
ANF HABER MERKEZİ Pazartesi, 31 Tem 2017, 00:00
Share118TweetE-mailWhatsApp
Özellikle AKP basınında sık sık hakkında övgü yazıları çıkan ve AKP'ye yakın kuruluşların toplantılarına katılan Yazgan, en son Wiesbaden Polisi Uyum Sorumlusu'ydu.
Almanya'da Pazar günleri yayınlanan "Welt am Sonntag" gazetesi dünkü sayısında, Hessen Eyaleti'nde görev yapan Türk kökenli bir başkomiserin Almanya'daki MİT ajanlarıyla sıkça görüştüğünü ve söz konusu polis memurun görevden uzaklaştırıldığını yazmıştı.
Gerçek kimliği açıklanmayan ve "Semra Melek" adıyla anılan Türk kökenli baş komiserin, Frankfurt ve Mainz kentlerindeki Türk konsoloslukları üzerinden MİT ile temasa geçtiği belirtiliyordu. ANF'ye bilgi veren ve isimlerini açıklamak istemeyen Hessen Eyaleti'nden bazı kaynaklar, görevden alının MİT'çi başkomiserin Döndü Yazgan olduğunu bildirdiler.
DİTİB VE KONSOLOSLUĞUN HAS ELEMANIYDI!
Wiesbaden Polisi Uyum Sorumlusu olan Döndü Yazgan'ın son yıllarda AKP rejimiyle kurduğu sıkı ilişkiler dikkat çekiyordu. Özellikle AKP'nin önemli yayın kuruluşlarından biri olan Sabah gazetesinde hakkında sıkça övücü yazılar çıkan Döndü Yazgan, Erdoğan rejiminin Almanya'daki kuruluşları olan Avrupalı Türk Demokratlar Birliği (UETD) ve DİTİB'in has elemanıydı.
Yazgan, AKP rejiminin Almanya'daki kurumu olan DİTİB'in Wiesbaden kentinde bulunan Merkez Camisi'ne sık sık gidiyordu. Başkomiser sıfatıyla DİTİB'in kadın cemaatinin toplantı ve etkinliklerine katılan Yazgan, bu faaliyetlerini sözüm ona "uyum projeleri" adıyla yürütüyordu.
TÜRK POLİSİNİ ALMANYA'YA DAVET ETTİ!
Öyle ki Başkomiser Yazgan, Türk ve Alman güvenlik birimlerinin yürüttüğü ortak çalışmalarda da "köprü rolünü" oynuyordu. En son Aralık 2016'da Mainz ve Wiesbaden kenti emniyet müdürlüklerinin Türk polisleriyle yürüttüğü ortak çalışma Yazgan’ın öncülüğünde gerçekleşti.
9 Aralık 2016 günü Mainz kentinde onun moderatörlüğünü yaptığı “Güvenlik için birliktelik” adlı çalıştaya Türkiye’den Emniyet Genel Müdürlüğü Dış İlişkiler Daire Başkan Yardımcısı İlyas Özgentürk, Asayiş Şubesi Genel Başkan Yardımcısı Raşit Poyraz, Siirt Toplum Destekli Polis Teşkilat Müdürü Mustafa Durmaz ve Çankaya İlçe Emniyet Müdürü Rüstem Özbek katıldı.
Başkomiser Yazgan, AKP'nin lobi kuruluşu olan UETD'nin etkinliklerinde aranan isimdi. Wiesbaden ve çevresinde UETD ile DİTİB'in etkinliklerine katılan Döndü, Eylül 2012'de görev süresi biten Frankfurt'taki Türk Başkonsolosu İlhan Saygılı'nun Türk esnafına veda ziyaretine de UETD Frankfurt görevlisi Abdül Akpınar ile katıldı.
HESSEN EMNİYET MÜDÜRÜ ONA ARKA ÇIKMAK İSTEDİ!
Ankara doğumlu olan ve küçük yaşlarda Almanya'ya gelen Döndü Yazgan'ın polislik kariyeri 1994 yılında başladı. Geçtiğimiz yılın Aralık ayında Türkiye'den emniyet birimlerini Almanya'ya davet etmesinin ardından Alman istihbaratı Yazgan hakkında genişletilmiş güvenlik soruşturması başlattı. Soruşturmanın ardından hazırlanan raporda Yazgan'ın Almanya'daki MİT ajanlarıyla ilişkisine dikkat çekiliyordu.
"Welt am Sonntag" gazetesi dünkü sayısında, söz konusu raporun Alman İçişleri Bakanlığı'na gönderilmesinin ardından Hessen Eyaleti Emniyet Müdürü Sabine Thurau ve Hessen Eyaleti Anayasayı Koruma Örgütü Başkanı Robert Schäfer'in devreye girdiğini devreye girdiğini yazmıştı. Her iki güvenlik şefi Yazgan hakkında raporda yer alan olumsuz ifadelerin çıkarılmasını istemişlerdi.
Ancak raporu hazırlayan birimler Türk kökenli polisin peşini bırakmadı ve yeni bir rapor hazırladı. Sonuç olarak da muhbir polis görevinden uzaklaştırıldı. Gazeteye konuşan ve ismini açıklamayan bir kaynak ise "Polisin kadın olması ona pozitif bir hava kattığı ve gerçek rolünü gizlemesine neden olduğu açık" diye konuşmuştu.
MİT ALMAN İSTİHBARATINA DA SIZMAK İSTEMİŞTİ
Temmuz ayının başında da Almanya'nın iç istihbaratından sorumlu olan Anayasa Koruma Örgütü'ne MİT'in sızmaya çalıştığı açıklanmıştı. MİT'in Alman istihbaratını sızma planının ise Anayasa Koruma Örgütü için çalışmak isteyenler üzerinden yürütmeye çalıştı. Zira istihbarat kurumu son dönemlerde yeni elemanlar almak istemiş ve yapılan incelemede Türkçe konuşan birçok aday dikkat çekmiş.
Bu kişilerin MİT ile bağlantısı olma ihtimali üzerinde duran Alman istihbaratı başvuruları ret etti. Daha önce de MİT birçok kez Alman polisi ve istihbaratına Türk tercümanlar üzerinden sızmaya çalışmıştı. Birçok tercüman deşifre edilerek görevlerine son verilmişti.

ANF

Eğitimin sonu..!

Sultançiftliği’nde bulunan Orgeneral Eşref Bitlis Ortaokulu yaz dönemi boyunca Hayrat Vakfı’na verilerek Kuran kursuna çevrildi.
Okulda yaz tatili döneminde Kuran kursu açılacağı mayıs ayında okulda asılan afişlerle duyuruldu. Okullar kapanır kapanmaz ise Kuran kursu faaliyete başladı. Birinci sınıf öğrencilerinin dahi yer aldığı kursta, kız ve erkek öğrencilerin sınıfları ayrıldı. Sabah 10.30’da başlayan kurs saat 12.30’da sona eriyor.
Geçen haftalarda ise kurs yönetiminin velilere skandal bir mesaj attığı ortaya çıktı. Velilerden mesaj yoluyla para istediği belirtilen kurs yönetiminin, “Sayın Veli, Hayrat Vakfi Kur’an Kursumuz tamamen ücretsiz olarak hizmet vermektedir. Fakat okul idaresi hizmetli ücretini (2.200 TL) kursumuzdan talep ettiğinden her öğrenci için yarın 20 TL göndermenizi rica ediyoruz’’ ifadelerini kullandığı kaydedildi.
Yüzünü görmedim
Kursa misafir öğrenci olarak katılan 12 yaşındaki bir öğrenci, öğretmenlerin bir çoğunun çarşaf giyindiğini, yüzlerini dahi kapadığını söyleyerek “Bize ders veren öğretmenin sadece gözleri gözüküyordu. Elleri de siyah eldivenle kapalıydı. Yüzünü çok merak ediyordum. Ama bir türlü göremedim’’ dedi. Kuran kursuna başlarda düzenli olarak katılan henüz 8 yaşındaki bir başka öğrenci de derslerde Kuran öğretildiğini aktararak, “Öğretmenimiz erkeklerle konuşmamız gerektiğini, onlara asla güvenmemiz gerektiğini söylüyor. Zaten sınıflarımız ayrı. Erkekleri görmüyoruz” diye konuştu.
Çocuğumu etkilediler
Çocuğun annesi ise şunları anlattı: “Çocuğumun dinini öğrenecek olması güzel bir fikir gibi geldi. Ders içeriklerini öğrendikten sonra çocuğumu kursa göndermeme kararı verdim. Hocaları görünce ise dehşete kapıldım. Giydikleri çarşaflar ürkütücü, çocuğumu etkiliyorlardı. Beyni yıkanan çocuklar, gençler radikal örgütlere katılıyorlar. Bu tarz kursların önüne geçilmeli.”
Velilerden istenen paraya değinen anne “Mesajla para istiyorlar. Ben o paranın kime gideceğini nerden bileceğim” diye konuştu. Konuyla ilgili bilgi almak için aradığımız okul müdür yardımcısı ise sorularımıza cevap vermek istemediğini söyleyerek “Milli Eğitim Müdürlüğü’ne sorun” dedi

Güvenlik görevlisi ‘bu kıyafetle parkta dolaşmana izin vermiyorum’ diyerek saldırdı..!

İstanbul’un Şişli ilçesindeki Maçka Parkı’nda akşam saatlerinde özel güvelik görevlileri parkta oturan kadınlara saldırdı. Bir yurttaşın sosyal medyada yayınladığı görüntülerde; özel güvenlik görevlisinin “Bu kıyafetle parkta dolaşmana izin vermiyorum, memelerini açamazsın” diyerek bir kadını taciz ettiği görüldü. Özel güvenlik görevlisi polis çağırırken, parktaki yurttaşlar, polis ve özel güvenlik görevlilerine tepki gösterdi. Parka gelen polis, güvenlik görevlileri hakkında işlem dahi yapmadı


'Vicdan ve Adalet Nöbeti' 1 Ağustos'ta İstanbul'da Tüm Gücümüzle Destekleyelim..!

İstanbul'da 1 Ağustos’ta Yoğurtçu Parkı’nda devam edecek olan Vicdan ve Adalet Nöbeti’ne katılım çağrısı yapan HDP İstanbul İl eşbaşkanları, “Yan yana taleplerimizi haykırmaya, halaya durmaya, Türkiye’nin toplumsal hakikatini karşılayan o fotoğrafı, birlikte vermeye davet ediyoruz” dedi.
Halkların Demokratik Partisi'nin (HDP) Diyarbakır Ekin Ceren Parkı'nda başlattığı Vicdan ve Adalet Nöbeti’nin bir diğer noktası İstanbul olacak. HDP'li 12 milletvekilin katılımı ile Kadıköy Yoğurtçu Parkı'nda düzenlenecek olan nöbet, 1 Ağustos’ta saat 12.30'da HDP grup toplantısı ile başlayacak. 6 gün sürecek olan nöbete ilişkin HDP İstanbul İl eşbaşkanları Esengül Demir ve Cengiz Çiçek konuştu.
HERKES SESİNİ DUYURABİLECEK
25 Temmuz’da açıkladıkları Demokratik Çözüm Deklarasyonu’nun ardından Diyarbakır’da Vicdan ve Adalet Nöbeti başlattıklarını hatırlatan HDP İstanbul İl Eşbaşkanı Esengül Demir, bunun ikinci adımının İstanbul olduğunu kaydetti. Katılımın güçlü olması için halk toplantıları, kurum görüşmeleri gibi birçok çalışma yürüttüklerini belirten Demir, “Etkinliğe ilişkin bir kriz masası oluşturuldu. Her gün kriz masası bir araya geliyor. Günlük planlama ve değerlendirmeleri yapıyor. 6 gün boyunca her gün halkın gelip ziyaret edeceği, katılacağı bir planlama yapıyoruz. Her gün için farklı başlıklar belirleyeceğiz. Hukukçular, sanatçılar, spor taraftarları, kadınlar, KHK mağdurları, bütün mağdurların sorunlarını gündemleştireceğiz” diye bilgi verdi.
ŞENGAL ANMASI YAPILACAK
3 Ağustos Şengal Soykırımı’na ilişkin de bir planlamalarının olduğunu ifade eden Demir, “Yoğurtçu Parkı’nda 3 Ağustos’ta saat 11.00’de Êzidî kadınların katılımıyla soykırımı da gündemleştirmeyi hedefledik” dedi.
Demir, “Kampanyamızın 3 başlığı olan demokratik siyasete özgürlük, tecrit ve herkes için adalet temalarını bütün bu bir haftalık etkinlik boyunca İstanbul’un ve Türkiye’nin gündemine taşınması için yoğun bir çalışma içindeyiz” diye konuştu.
Herkesi Yoğurtçu Parkı’ndaki etkinliğe çağıran Demir, “İstanbul’da bütün bu iktidarın ve gittikçe de faşist yönelimlerine karşı ve baskılarına maruz kalmış olan bütün kesimlerin oraya gelip kendi seslerini ifade edebilecekleri bir platform oluşturmak arzusundayız” dedi.
‘VEKİLLERİN TALEPLERİ EZİLENLERİN TALEPLERİDİR’
Kampanyanın amacından söz eden HDP İstanbul İl Eşbaşkanı Cengiz Çiçek ise HDP’li vekillerin dile getirdiği taleplerin bir şahıs ve gruba ait olmadığını dile getirerek, “Kurumsallaşan faşizme karşı bütün zarar görenlerin, ötekilerin ezilenlerin talepleridir. Böyle bakmak gerekiyor” diye ifade etti.
‘YAŞAMIN AKTIĞI HER YER BİZİM ÖZGÜRLÜK ALANLARIMIZDIR’
Sadece HDP olarak değil İstanbullular olarak Yoğurtçu Parkı’nda olacaklarını söyleyen Çiçek şunları dile getirdi: “Aslında doğrudan demokrasi, yerinden yönetim dediğimiz olguyu tekrar kendi içimizde yaşamamızın fırsatı olarak görmemiz gerekiyor. Sonuçta bu faşist sistem biz halklara şunu dayatmaktadır. Kendi mekanlarımda tartışırım, kendi mekanlarımda karar alırım, onun dışında size düşen görevler biat etmektir, bu işe boyun eğmektir. Bizler de hayır diyoruz. Sizin burjuva mekanlarınız sizin olsun, sokaklar, caddeler, mahalleler, yaşamın aktığı her yer bizim özgürlük alanlarımızdır. Aslında bu eylemi İstanbullu yurttaşlarımız böyle okumalı ve böyle değerlendirmelidir.”
‘CESARETİ BİRBİRİMİZE BULAŞTIRALIM’
Türkiye’nin içinde bulunduğu gidişattan rahatsız olanlar başta olmak üzere herkese seslenen Çiçek, “Herkesi HDP’li vekillerin etrafında kenetlenmeye, birlik olmaya çağırıyoruz. Binlerce yoldaşımızı, yurttaşımızı Yoğurtçu Parkı’nda yan yana taleplerimizi haykırmaya, halaya durmaya, kendi rengimizle, kendi kimliğimizle birlikte, yani Türkiye’nin aslında toplumsal hakikatini karşılayan, o fotoğrafı birlikte vermeye davet ediyoruz” dedi.
‘FAŞİZMDEN KORKMAK YOK, FAŞİZMİ YIKMAK VAR’

AKP’nin yapmaya çalıştığı şeyin halklara korkuyu bulaştırmak olduğunu söyleyen Çiçek, “Hayır bizler cesuruz, cesareti birbirimize bulaştıralım, korkmayalım. O yüzden kampanyamızın sloganı ile halkımıza davetimizi yapalım. ‘Durmayalım durduralım, faşizmi hep birlikte durduralım’ aksi takdirde bu ülke hepimizin cehennemi olacak. O yüzden biz birlikte güçlüyüz. Aslında gerçekten varız. Az da değiliz çoğuz ve tahmin ettiklerinden daha güçlüyüz. Kararlıyız, cesuruz. Sadece tek şeye ihtiyacımız var. Cesaretimizi birbirimize bulaştıralım. Faşizmden korkmak yok, faşizmi yıkmak var. Faşizmi geriletmek var. Faşizm karşısında demokratik seçeneği mümkün kılmak var. Dün bunu yaptık, bugün de yapacağız” diye kaydetti

Açlık grevinin 144. günü: ‘Zorla hastaneye kaldırırken Özakça’yı darp ettiler’..!

Olağanüstü Hal (OHAL) kapsamında yayınlanan Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) ile mesleklerinden ihraç edilen akademisyen Nuriye Gülmen ve öğretmen Semih Özakça’nın tutuklandıktan sonra cezaevinde devam ettikleri açlık grevi eylemi 144. gününde.
Halkın Hukuk Bürosu, dün iki eğitimcinin iradeleri dışında zorla hastaneye götürüldüğünü duyurmuştu.
Avukatları bugün Gülmen ve Özakça ile zorla kaldırıldıkları hastanede görüştü.
Dihaber’de yer alan haberde görüşmeye dair bilgi veren avukat Ebru Timtik, “Nuriye ve Semih hastaneye zorla götürüldü. Nuriye güçsüz ve zayıf durumda. Bu yüzden Nuriye’yi yatağındaki çarşafa sararak götürmüşler” dedi.
Timtik, Özakça’nın ise duruma karşı çıkması üzerine darp edildiğini söyledi. Timtik, “Semih’i de darp ederek ve kayışla bağlayarak hastaneye götürmüşler. Biz bu duruma ilişkin tutanak tuttuk ve gereken suç duyurularında bulunacağız” dedi.
Timtik, Gülmen ve Özakça’nın tutulduğu hastanenin koşullarına dair ise şunları söyledi:
Nuriye ve Semih’in bulundukları yerde havalandırma yok. Küçük bir odada ayrı ayrı tutuluyorlar ve yalnızlar. ‘Refakatçileri yanlarında olabilir, yalnız başına kalamazlar’ diye rapor verildiği halde iki gündür yanlarında hiç kimse yok.
Gülmen ve Özakça’nın açlık grevine devam edecekleri ve herhangi bir müdahaleyi kabul etmediklerinin altını çizen Timtik, “Hastanede tutulmak istemiyorlar. Hastanenin psikolojik durumlarına elverişli olmadığını söylediler. Arkadaşlarıyla beraber kalmak istiyorlar” dedi.

Cumartesi Anneleri Süleyman Cihan İçin “ Katilleri yargılayın ve özür dileyin” Çağrısı Yaptı..!

Cumartesi Anneleri 644’üncü haftasında gözaltına alındıktan 85 gün sonra cenazesi kimsesizler mezarlığında bulunan Süleyman Cihan’ın katillerinin hesap vermesini istedi ve “Devletin suç işleyen mensuplarının yargı önüne çıkarılması ve ailelerden özür dilemesi acıları hafifletecektir” denildi.
Cumartesi Anneleri, kayıpların akıbetini sormak ve faillerin yargılanması talebiyle 644’üncü kez Galatasaray Meydan’ında bir araya geldi. Eylemde “Failler belli kayıplar nerede” pankartının üzerine kırmızı karanfiller ve barışı simgeleyen beyaz tülbent bırakıldı ve kayıpların fotoğraflarının bulunduğu dövizler taşındı. Eyleme bu hafta CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu’da katıldı. Bu hafta Edirne’den İstanbul’a gelirken İstanbul yakınlarında sivil polisler tarafından gözaltına alındıktan 85 gün sonra cenazesi kimsesizler mezarlığında çıkan 31 yaşındaki öğretmen Süleyman Cihan için adalet talep edildi.
‘Sizden korkmuyorum’
23 Şubat 1995’te gözaltında kaybedilen Murat Yıldız’ın annesi Hanife Yıldız ilk olarak konuştu. Hanife 24 Temmuz’da oğlunun doğum günü nedeni ile konuştuğu için Beyoğlu Savcılığı tarafından “Cumhurbaşkanına hakaret” gerekçesi ile hakkında soruşturma başlattığını hatırlattı. “Sözde kaybolan oğlu denildi. Ben o savcıya diyorum söz de kaybolmadı, gözaltında kaybedildi” diyen Hanife, “Savcı bey sen hiç oğlunu kaybettin mi? Oğlun var mı? Sen nasıl sözde oturan dersin. Asıl ben senden şikayetçiyim. İnsan biraz Allahtan korkar. Sizin tek korktuğunuz kişi var, Erdoğan. Ama ben ne sizden, ne de sizin korktuğunuz Erdoğan’dan korkmuyorum. Kaybedeceğim bir şeyim yok” diye belirtti.
‘Özür dileyin acımız hafiflesin’
Süleyman Cihan’ın ağabeyi Ahmet Cihan ise “Ateş düştüğü yeri yakar” diyerek, kaybedilmenin ayrı bir travma yaşattığını ve normal ölümün ötesinde işkence ile öldürülüp, ailesinden gizlenerek defnedilmesi aile çok farklı şeyler yaşattığını söyledi. Mezarı bulunsun, bulunmasın acısını hafifletecek bir tek şey olduğunu ifade eden Ahmet, “Devletin devlet adına suç işleyen mensuplarının suç işledikleri için yargı önüne çıkarılması ve devletin ailelerden özür dilemesi acıları hafifletecektir” dedi.
‘Süleyman’ın annesi ve babasının ömrü yetmedi’
Bu haftaki basın açıklamasını Cumartesi İnsanlarından Mine Nazari yaptı. Gözaltında kaybetmenin insanlığa karşı işlenmiş bir suç olduğunu söyleyen Mine, ” Uluslararası hukuka göre bu suçun etkili bir biçimde soruşturulması ve cezalandırılması devletlerin yükümlülüğüdür. Devlet bu yükümlülüğünü yerine getirsin!” dedi.
Süleyman Cihan’ın 2 çocuk babası olduğunu ve 12 Eylül karanlığında sol bir örgütün yöneticisi olduğu iddiasıyla arandığını kaydeden Mine, Edirne’den İstanbul’a gelirken İstanbul yakınlarında durdurularak gözaltına alındığını ifade etti. Süleyman’ın İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldüğünü dile getiren Mine, ailesi ve avukatlarının hemen, İstanbul Emniyeti 1. Şube, 2. Şube ve Askeri Savcılık nezdinde girişimlerde bulunduğunu ve ancak ailenin tüm girişimlerinin sonuçsuz kaldığını söyledi. Süleyman’ın cenazesinin 85 gün sonra Zindanarkası Mezarlığı’na “meçhul kişi” olarak defnedildiğinin ortaya çıktığını kaydeden Mine, “Bu gerçek karşısında İstanbul Emniyeti Süleyman Cihan’ın öldürülmesi ile ilgili Mehmet Ağar ve İbrahim Şahin’in de imzası bulunan sahte bir belge düzenledi. Belgede o güne kadar gözaltına alındığı reddedilen Süleyman Cihan’ın yer göstermeye götürüldüğü apartmanın 6. Katından atlayarak intihar ettiği yazıldı. Gerçek ise işkenceyle öldürülen Süleyman Cihan’ın cansız bedeninin uzun zamandır kimsenin yaşamadığı bir evin penceresinden atıldığıydı. Otopsi bulguları da bunu gösteriyordu” dedi.
Mine "Baba Ağa Cihan ve anne Şahsenem Cihan’ın ömürleri adalete ve hakikate ulaşamaya yetmedi" denilen açıklama katillerin korunması ve delillerin karartılması teşhir edilerek "Artık yeter! Hukukun işletilmesini, yargının görevini yapmasını istiyoruz! Adalet İstiyoruz! Süleyman Cihan dosyasında adalete ve hakikate ulaşma hakkımızı engelleyen herkesi itham ediyoruz!" ifadeleriyle sona erdi.

Oturma eylemi Yüksekova ve Cizre'de eylemlerini gerçekleştiremeyen Cumartesi Anneleri’nin sesi olunduğu belirtilerek katledilişinin 87. haftasında Tahir Elçi anılarak sonlandırıldı

Güvenlik görevlisi ‘bu kıyafetle parkta dolaşmana izin vermiyorum’ diyerek saldırdı..!

İstanbul’un Şişli ilçesindeki Maçka Parkı’nda akşam saatlerinde özel güvelik görevlileri parkta oturan kadınlara saldırdı. Bir yurttaşın sosyal medyada yayınladığı görüntülerde; özel güvenlik görevlisinin “Bu kıyafetle parkta dolaşmana izin vermiyorum, memelerini açamazsın” diyerek bir kadını taciz ettiği görüldü. Özel güvenlik görevlisi polis çağırırken, parktaki yurttaşlar, polis ve özel güvenlik görevlilerine tepki gösterdi. Parka gelen polis, güvenlik görevlileri hakkında işlem dahi yapmadı.

Cizre asimilasyon kıskacında..!

Sokağa çıkma yasaklarının ardından polis ablukasına alınan Şırnex’in Cizîr ilçesi şimdi de iktidarın asimilasyon kıskacında. Sokaklarında Kürtçe konuşulan kentte özelikle açılan Türkçe, Arapça ve Kuran kursları ile kent tamamen Türkçeleştirilmeye çalışılıyor. Kürtçe eğitim veren dernek, okul ve kreşlerin kapatıldığı kentte, özelikle kayyum atanan belediye ve müftülük aracılığıyla kültürel asimilasyon dayatılıyor. Yüzlerce çocuğa anadilleri Kürtçe ile eğitim veren Nûbihara Biçûkan Çocuk Kreşi, Berîvan ve Melayê Cizîrî ilköğretim okulları Cizîr Belediyesi’ne kayyumun atanması ile kapatıldı. Kayyum kapattığı Kürtçe okulların binalarını AKP Kadın Kolları’nın çalışmaları ve Hür Dava Partisi’nin dini eğitimlerine tahsis etti.
Kayyum-Hizbullah ortaklığı
Daha önce 4 sınıfta 5-7 yaş arası çocuklara anadilde kreş eğitimi veren Nûbihara Biçûkan binasında şimdi aynı yaştaki çocuklara Türkçe, Arapça ve Kuran kursu eğitimi veriliyor. 150 öğrencisi olan Bêrivan İlköğretim Okulu’nda ise küçük yaştaki çocuk ile kadınlara Türkçe, Arapça, Kuran ve dikiş-nakış kursu veriliyor. Özel mülkiyet olduğu için el konulamayan Melayê Cizîrî okul binasının yakınlarında ise yine küçük yaştaki çocuklara eğitim vermesi için Hacı Mahmut Bilen Kuran Kursu faaliyete konuldu. Kurslarda eğitim verenler ise özelikle Hür Dava Partisi’ne yakınlığı ile bilinen kişilerden seçiliyor. Kurs verenlerin maaşları ve kursların giderleri kayyum atanan Cizîr Belediyesi bütçesinden karşılanıyor.
Dışardan getirilen ‘gönüllüler’
Kent polis ablukası altına alındıktan sonra Cizre Müftülüğü, küçük yaşta çocuklara Türkçe Kuran kursu ve dini eğitimi veren 11 kurum açtı. Geleneksel Kürt medreselerinin aksine dini eğitim adı altında Sünni Türklüğün kutsandığı kurumlarda çalışan öğretmenlerin çoğunun farklı kentlerden “gönüllü” olarak Cizîr’e getirilmesi dikkat çekiyor. 6-14 yaş arası çocukların yatılı olarak kaldığı kurslarda verilen eğitim ile çocuklar kültürlerine yabancılaştırılıyor. Çocukların anadillerini kullandıkları mahalle ve evlerinden uzaklaştırılıp yatılı yurtlara alınması asimilasyonun en önemli ayağını oluşturuyor.
Başarılı öğrenciler hedefte
Yatılı kurslara alınan çocukların, Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı okullarda yapılan deneme sınavlarından dereceye girenler arasından seçilmesi ise dikkat çekiyor. Özel açılan kurumların yanı sıra Diyanete bağlı camilerde de yaz tatili kapsamında Kuran kursu eğitimi veriliyor.
Kürtçe seçmeli derste yasak
Kentte yüzlerce kursiyere anadilde eğitim veren Kürt Dilini Araştırma ve Geliştirme Derneği (KURDİ-DER) ise Kanun Hükmünde Kararname ile kapatıldı. Özelikle Kürtçe yazmak isteyenlere ve batıdan gelen memurlara hizmet veren KURDİ-DER’in kapatılması ile onlarca kişinin eğitimi yarım kaldı. Yetkililerin Kürtçe eğitime karşı uyguladığı politikalar tüm resmi kurumlar tarafından sistemli bir biçimde yürütülüyor. Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı okullarda seçmeli ders olarak seçilebilen Kürtçe, öğrenciler tarafından tercih edilse de özelikle Eğitim-Bir-Sene bağlı öğretmenler, bunu Kuran ya da Peygamber Efendimizin Hayatı dersleri ile değiştiriyor.
Belediye’de Türkçe hizmet dönemi
Öte yandan kente daha önce Kürtçe hizmet veren belediye, kayyum sonrası Türkçe hizmet veriyor. Özelikle çarşıda dolaşan zabıtaların Türkçe konuşması tepkiye yol açıyor. Tepki gören zabıta ve personeller ise, Kürtçe konuştuklarında işten atılma riski ile karşı karşıya kaldıklarını ifade ediyor.
Kayyum’dan tarihe saldırı
Mêrdîn Derik’te kayyım özyönetim direnişini bahane ederek ilçede bulunan tarihi evleri yıkma kararı aldı. ‘Evlerde silah var, kimin girdiği belli değil’ denilerek şimdiye kadar tarihi Ermeni evlerinden iki tanesi yıkıldı.
Onarılması beklenirken yıkım kararı alınmasına sert tepki gösteren halk şunları söyledi: “ Bunların kapısı kilitli zaten.insanlar buraya geliyor, geziyor.Bunları görmek için. Yıkmak yerine restore etsinler, daha güzel olur. Silah var denilip tarih mi yıkılır?”
AMED/ŞÛJIN-dihaber