30 Haziran 2017 Cuma

Kadıköy Nuriye ve Semih için yürüdü: Talepleri kabul edilsin..!

İşlerine geri dönme talebi ile 114 gündür açlık grevinde olan Nuriye Gülmen ve Semih Özakça için bir araya gelen yüzlerce kişi, iki eğitimcinin taleplerinin bir an önce yerine getirilmesini istedi
Nuriye ve Semih ile Dayanışma Platformu, işlerine geri dönme talebi ile 114 gündür açlık grevinde olan Akademisyen Nuriye Gülmen ve öğretmen Semiha Özakça için her Cuma yaptıkları eylemin 4’üncüsünü gerçekleştirdi.
Süreyya Operası önünde bir araya gelen yüzlerce kişi “Açlık grevi 114. gününde” yazan dövizler ve Gülmen ile Özakça’nın fotoğraflarını taşıdı. Yürüyüşe geçen kitle “Nuriye, Semih yalnız değildir”, “Direne direnen kazanacağız” ve “Her yer Yüksel her yer direniş” sloganları atarak Khalkedon Meydanı’na geldi,”Nuriye ve Semih’in talepleri kabul edilsin” pankartını açtı.
“Hükümet Nuriye ve Semih’in hak arama mücadelesini yok saydı”
Nuriye ve Semih için Dayanışma Platformu adına basın açıklaması yapan İpek Bozkurt, OHAL ile birlikte çıkan KHK’larla binlerce kişinin ihraç edildiğini söyledi. Hükümet yetkililerinin Gülmen ve Özakça’nın hak arama süreçlerini yok saydığı ve görmezden geldiğini kaydeden Bozkurt, Özakça ile Gülmen’in sağlık durumu hakkında bilgi verdi. Avukatların verdiği bilgileri aktaran Bozkurt, “Nuriye Gülmen’in kas ve eklem ağrıları artmış durumda. Havalı yatak talebi hala karşılanmamış. Boynunu dik tutmakta güçlük çektiği için kendisine yastıktan bir boyunluk yapmış. Sinir hasarının başladığı tahmin ediliyor” dedi.
Özakça’nın sağlık durumu bilgilerini paylaşan Bozkurt, “Eklem ve kas ağrıları artmış durumda. Kulaklarında ve boğazında yanma olduğu biliniyor. Yastık talebi kabul edilmemiş. Gitarı kendisine hala verilmemiş. Kitap sınırlaması dayatması da devam ediliyor” diye kaydetti.
Yetkililere seslenen Bozkurt, Gülmen ve Özakça’nın neden tutuklandığını sorarak, “Nuriye ve Semih ile birlikte direnen tüm KHK mağdurlarının ‘işimi istiyorum’ talebini açlık ve ölüm ile mi terbiye edeceksiniz” dedi. Bozkurt, Özakça ile Gülmen’in taleplerinin kendi talepleri olduğunu kaydetti.
Daha sonra söz alan ve Gülmen ve Özakça için açlık grevinde olan Avukat Zehra Özdemir, “Müvekkillerimizin tek silahların bedenlerini açlık grevine yatırmaktı. Biz de onların talebini destekliyoruz” diye belirtti.

Adalet Yürüyüşü’ne 1 Temmuz çağrıları: Kadınlar, Gençlik, meclisler, taraftarlar…

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun başlattığı ve kısa süre içinde “adalet” isteyen tüm kesimlerin ilgi gösterip katıldığı Adalet Yürüyüşü, 1 Temmuz’da en kitlesel günlerinden birine tanıklık edecek. Kadın örgütleri, gençlik örgütleri, taraftar grupları, Hayır Meclisleri, yaşam savunucuları, sol-demokrat örgütler adalet için 1 Temmuz’da yürüyüşte olacaklar.

Saray halkın ayağa kalkıp hesap sormasından korkuyor.


Onun için, büyüme ihtimali olan her hürlü sıradan eylemi daha büyümeden polis terörüyle ezip bastırmaya çalışıyor. 
114 gündür işleri, ekmekleri için açlık grevindeki Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın tutuklanmasının tek nedeni bu korkudur.
Açlık grevinin kitle hareketinin bendinin yıkacağından korktukları için sürekli saldırdılar. ve eylem büyümeden bastırıldı. .
OHAL kararnamesi ile gerekçesiz olarak işlerini kaybettikleri için açlık grevine başlayan bu iki direnişçi yürekli insan, cezaevinde adım adım ölüme gidiyor.
Dışarıdaki bir avuç devrimci-demokrat ve ilerici , bu yürekle ağzında sağlık durumlarını takip ediyor.
İşlerine iade edilmesinden korkan AKP iktidarı, yalanla emekçileri aldatmaya çalışıyor. 
Onlar 
Nuriye ve Sedatın direnişi sonucu geri adım atarsak aynı kapıda başkalarının gireceğinden korkuyorlar 
İşin ilginç olan Erdoğan'ın şeflik rejimi artık Türkiye’de her şeye ama her şeye bu pencerede bakıyor.
Hayatın genel akışı çıkar ve menfaat zemini üzerinde yükseliyor.
Hukuk-yargı-adalet yalnızca görünte de var, O görünte ye AKP iktidarının ihtiyacı var;
Çünkü Batı dünyası, olmayan adalete sırf bu yüzden “var” muamelesi yapıyor.
AKP'nin yönettiği Türkiye’de kendi yasaların bile rafa kaldırıldığı , insan hakları ve özgürlüklerin ruhuna fatiha okunduğu , işkencenin sınır tanımadan sürdüğü, demokratik kırıntıların tırpanlandığı sistemin dini gericilik temelinde değiştirildiğini ve daha da kötüye gideceğini çok iyi biliyorlar.
Peki, Türkiye halklarının bu gelişmelerden yeterince haberleri var mı?
Ağırlıklı olarak TV haberleri seyreden, gününün en az 5-6 saati ekran başında geçen emekçiler nereden bilsin.
AKP’nin yandaşı kirli propaganda yayınlarıyla halkın beyni öyle motive edildi ki, bu haberleri veren kanal olsa dahi, ekrana terlik fırlatıp “Türkiye’nin güçlü olmasını istemiyorlar” dış güçler,üst akıl vb. yalanları sıralanıyor
Ktle hareketinde Çok korktukları için, büyüme olasılığı olan en sıradan eylemleri bile devletin güvenliğini tehlikeye düşüyor ,darbecilere ve teröristlere destek veriyor diye ya yasaklanıyor yada bastırıyorlar. Pankart açan, marş türkü, söyleyen gençleri gözaltına alıyorlar. Üç-beş kişi bir araya gelse, diplerinde sivil polis bitiyor. Ankara da olduğu gibi İnsan hakları anıtının etrafı bile, haftalardır bariyerle çevrili.
Sadece Erdoğan’a hakaret davalarında 2016 bilançosu bile yeterli fikir veriyor: 5 bine yakın kamu davası, 1080 mahkumiyet.
Hayır diyen yüzde 50, kendi etrafında gerisin geriye dönse biter bu iş. Onun yarısı, hatta yarısının yarısı bile yeterli. Ama olmuyor. Halk örgütsüz ve dağınık, kendi gücünün bilincinde değil. .
Halk AKP dinci faşizminin baskı ve zulmüne, , itiraz eden bir az sayıdaki insanı uzaktan seyrediyor sadece.
Geçte olsa CHP'nin adalet yürüyüşü suskunluğa karşı toplumsal bir tepki olarak ortaya çıktı. Toplumsal baskı CHP'nin sokakta öcü gibi korkan yönetimini sokağa çıkmaya zorladı. 
Ana Muhalefet yürüdüğü için Sarayın askeri-polisi Adalet yürüyüşüne ilişemediler, HDP’liler yürüseydi daha Ankara’dan çıkmadan gözaltına alınmaları içten bile olmazdı. 
CHP adalet yürüyüşünü belli bir sınır içinde tutmaya ve devlete dokundurmamaya çalışıyor.
Saray ve şürekası Adalet yürüyüşünde oldukça rahatsız. On binlerin sokağa çıkması ve devletle yüz yüze gelmesi Erdoğan kliğini kokutuyor. 
Onun için Adalet yürüyüşüne her fırsatta saldırıyor ve FETOcular ve teröristlere destek veriliyor palavrasıyla itibarsızlaştırmaya çalışıyor. Yandaşları vasıtasıyla, yürüyüş yoluna hayvan dışkısı dökülüyor ve geçilen kentlerde hakaretler örgütleniyor. 
Ayrıca Kerbala da olduğu gibi AKP belediyeleri mola yerindeki suyu kesiyor, 
Yalan tutmayınca da, meşhur “İkinci Dünya Savaşı yıllarındaki ekmek karnesi” haberleri bir kez daha tedavüle sokuluyor.
Yandaşlar her yerde adalet ve özgürlük istemini dillendirmelere saldırıyorlar. 
Zindanlar tıka basa dolu. Binlerce işkence olayı ortada. Onbinlerce işten atılan ve yoksulluğa açlığa mahkum edilen emekçiler-aydınlar. Ve durdurak bilmeden süren faşist baskı ve terör . Bu zulüm düzeni mutlaka halkların birleşik direnişiyle kırılacak ve saraydan hesap sorulacaktır.

OHAL kaldırılsın, KHK'lar iptal edilsin. Tutuklu vekiller, yerel yöneticiler, gazeteciler serbest bırakılsın.

Kadınlar 1 Temmuz’da Adalet Yürüyüşü’ne çağırıyor..!

Kadınlar 1 Temmuz’da, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Enis Berberoğlu’nun tutuklanması üzerine başlattığı Adalet Yürüyüşü’ne katılacak. Farklı illerden gelecek kadınlar, eşitlik ve adalet talebiyle yürüyecek. Türkiye Kadın Dernekler Federasyonu ve Halkevci Kadınların katılacağı Adalet Yürüyüşü’ne “Kadınlar susmayacak. Eşitlik ve adalet kazanacak” sloganıyla tüm kadınlar çağrılıyor. Kadınlar ayrıca 6 Temmuz’da Pippa Bacca’nın öldürüldüğü yerden kitlesel olarak katılacak.
“Yaşamımıza sahip çıkıyoruz”

15 Haziran’da Güvenpark’ta başlayan yürüyüşe toplumsal muhalefetin farklı kesimleri “adalet” talebini büyütmek için katılıyor. İlk gününden beri pek çok kadın örgütünün ve demokratik kitle örgütünün katıldığı Adalet Yürüyüşü’ne kadınların ilk kitlesel katılımı 26 Haziran’da olmuştu. Ankara Kadın Platformu, “Başta yaşam hakkımız olmak üzere siyaset yapma hakkımıza, kazanımlarımıza, emeğimize, bedenimize, kimliğimize yönelik saldırıların katlanarak arttığı bir dönem. Şehir merkezlerinde çıplak bedenlerimizin teşhir edildiği, tacize, tecavüze uğradığımız, nefret cinayetlerine maruz kaldığımız, işkenceyle öldürüldüğümüz, parkta, markette, evde, işte, sokakta, otobüste; şort giydiğimiz için, kahkaha attığımız için, spor yaptığımız için saldırıya uğradığımız gerici ve faşizan bir dönem aynı zamanda. Milliyetçi muhafazakar politikalarla devreye sokulan pembe vagon, pembe otobüs gibi tartışmalar ve uygulamalar biz kadınların, toplumsal hayat içinden soyutlanarak, yalnızlaştırılması çabalarıdır. Toprağımıza, zeytinimize, meramıza, belediyelerimize, seçilmişlerimize, bedenimize, işimize, ekmeğimize, kimliğimize, yaşamımıza sahip çıkmak için mücadele ediyoruz. Buradan Türkiye’nin dört bir yanındaki kadınlara sesleniyoruz. Ankara Kadın Platformu olarak; adalete, eşitlik ve demokrasiye en çok ihtiyacı olan, başta kadınları, işçi sınıfını, emekçileri ve gençleri; emek, demokrasi ve laiklikten yana tüm güçleri bulunduğumuz her yerde, bu faşist rejimin inşasına karşı bir araya gelmeye, ortak mücadeleyi büyütmeye çağırıyoruz” diyerek çağrı yapmış ve Adalet Yürüyüşü’nde kadın korteji kurmuştu.

DÜNYA HALKLAR KONFERANSI “DUVARLARIN OLMADIĞI BİR DÜNYA” ÇAĞRISI YAPTI!

Dünya Halkları Konferansının kapanışında toplumsal hareketler “Duvarların olmadığı bir Dünya” çağrısı yaptı. Bolivya Devlet Başkanı Evo Morales, neoliberal küreselleşmenin doğrudan sonucu olan göçmen krizinin sonuç deklarasyonunda yer alması ve  toplumsal hareketlerin ilerici taleplerinin daha fazla gündeme getirilmesi gerektiğine vurgu yaptı.
İki günlük konferansın bitiminde yayınmlanan Tiquipaya Deklarasyonu göçmenliğin suça dönüştürülmesine  karşı evrensel yurttaşlığın kurulması ve duvarların yıkılması çağrısı yaptı.
“İnsanların yer değiştirmesi, insan olmaktan kaynaklanan temel bir eşitlikten beslenen, bir haktır” ibaresi sonuç deklarasyonunda yer aldı.  Bu hakkı savunmasına rağmen deklarasyon insanların çoğunun gönüllü olarak bu hakkı kullanmadıklarının ve koşulların onları göçe zorladığının altını çizmektedir.
“Bizler bu krizin ana nedenlerinin savaş, askeri müdahaleler, iklim değişikliği ve devletler arasında ve devletlerin kendi içlerindeki muazzam ekonomik eşitsizlikler olduğunu biliyoruz.”
Deklarasyonun önemli taleplerinden birisi,  kamu harcamalarının,  savaşa ve göçmenlerin mahkum edilmesine değil, göçmenlerin ve ailelerinin temel haklarını garanti altına alacak entegrasyon programlarına ayrılmasıdır.

16. günden sıcak kareler... 41 derecede Adalet kararlılığı..!


Kılıçdaroğlu yürüyüşün 16'ıncı gününde yollarına inançla, kararlılıkla devam edeceklerini belirtti. Sanatçı Gülriz Sururi ve yazar Zeynep Oral Adalet yürüyüşüne katıldı

Türkiye'nin dış borcu 15 yılın zirvesinde..!

Türkiye'nin brüt dış borç stoku, mart sonu itibarıyla 412,4 milyar dolar, net dış borç stoku ise 266,7 milyar dolar olarak gerçekleşti.
Hazine Müsteşarlığı, 31 Mart itibarıyla brüt ve net dış borç stoku, Hazine garantili dış borç stoku ve kamu net borç stoku verilerini açıkladı.
Bu dönemde Türkiye'nin brüt dış borç stoku, 412,4 milyar dolar oldu, stokun milli gelire oranı yüzde 49,1 olarak hesaplandı.
Türkiye'nin net dış borç stoku da mart sonu itibarıyla 266,7 milyar dolar olarak gerçekleşti, stokun milli gelire oranı yüzde 31,7 olarak kaydedildi. İlk çeyrekte dış borç stoğunun milli gelire oranı ise yüzde 31,7 ile 2003 üçüncü çeyrekten bu yana en yüksek düzeye ulaştı.
Öte yandan, aynı dönemde Hazine garantili dış borç stoku 12,4 milyar dolar olarak gerçekleşti.
Kamu net borç stoku, bu dönemde 232,1 milyar liralık hacme ulaşırken, stokun milli gelire oranı yüzde 8,7 olarak belirlendi

AKP Demek Zam demektir; İstanbul'da toplu ulaşım ücretlerine zam geldi..!

İstanbul'da toplu ulaşım araçlarına zam yapıldı. 1 Temmuz 2017 Cumartesi günü uygulamaya konacak yeni ücret tarifesiyle tam bilet 2,60 TL, öğrenci bileti 1,25 TL, indirimli bilet ise 1,85 TL oldu. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Ulaşım Koordinasyon Merkezi’nin (UKOME) kararıyla tam aylık mavi kart ücreti 205 TL, indirimli aylık mavi kart 125 TL, öğrenci aylık mavi kart ücreti de 85 TL olarak belirlendi.
İstanbulkart ile yapılan kontörlü yolculuklarda ilk biniş ücretleri; tam 2,30’dan 2,60 TL’ye, öğrenci 1,15’ten 1,25 TL’ye, indirimli 1,65’ten 1,85 TL’ye yükseltildi. Yeni tarifeye göre; İstanbulkart ilk biniş ücretleri, tam 2,30 TL’den 2,60 TL’ye, öğrenci 1,15 TL’den 1,25 TL’ye, indirimli 1,65 TL’ den 1,85 TL’ ye çıkarıldı. Aktarmalı biniş ücretleri ise tam: 1,65 TL’den 1,85 TL’ye, öğrenci: 0,50 TL’den 0,55 TL’ye, sosyal Kart: 0,95 TL’den 1,10 TL’ye yükseltildi.
Aylık Mavi Kart ücretleri de tam 185 TL’den 205 TL’ye, öğrenci 80 TL’den 85 TL’ye sosyal kart 110 TL’den 125 TL’ye çıkarıldı. Yapılan düzenleme ile tam için 180, öğrenci ve indirimli gruplar için 200 biniş hakkının tamamıyla kullanılması durumunda kontörlü yolculuklara göre Aylık Mavi Kart fiyat avantajı sağlayacağı bildirildi.
Bir, iki, üç, beş, on geçişlik kartlar ile jeton ücretleri de şu şekilde düzenlendi:
Jeton 5,00 TL
Tek geçişlik bilet: 5,00 TL
İki geçişlik bilet: 8,00 TL
Üç geçişlik bilet: 11,00 TL
Beş geçişlik: 17,00 TL
On geçişlik: 32,00 TL
YANDAŞ MEDYAYA GÖRE ZAM YOK, ÜCRETLER DEĞİŞTİ!

Yandaş medya, İstanbulluların belini büken yüzde 13'lük zama dair haberlerinde 'zam' yerine 'ücret değişikliği' ifadesini kullandı. Yeni Şafak, A Haber, Akit gibi mecraların bu haberleri de sosyal medyada tepki çekti.

29 Haziran 2017 Perşembe

AKP anketinden yürüyüşe büyük destek..!

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun adalet talebiyle başlattığı yürüyüşün başında AKP’nin yaptırdığı ankette toplumda yürüyüşe büyük bir destek olduğu ortaya çıkarken, adalet algısı üzerine gerçekleştirilen ikinci bir ankette ise toplumun yüzde 76’sının Türkiye’de adalet olmadığını düşündüğü ortaya çıktı.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Adalet Yürüyüşü’ne yönelik AKP’nin art arda iki ayrı anket yaptırdığı belirtildi. Yürüyüşün 3. gününde başlatılan anket çalışmalarında iki ayrı konunun topluma sorulduğunu kaydeden CHP İstanbul Milletvekili Barış Yarkadaş, ilk ankette toplumun yürüyüşe nasıl baktığının araştırıldığını ifade etti. Toplumun yürüyüşe nasıl baktığı konusunda yapılan anketin kısa sürede tamamlanarak sonuçlarının AKP’nin yetkili kurullarına sunulduğunu dile getiren Yarkadaş, “Ankette toplumun yürüyüşe olumlu baktığı ve büyük çoğunluğun destek verdiği görüldü. AKP bu anketin sonucuna göre politika belirledi” dedi. Yarkadaş, AKP’nin yaptırdığı ikinci anketin ise Türkiye’deki adalet algısına yönelik olduğunu ifade etti.
AKP’de değerlendirme
Söz konusu ankette toplumun yüzde 76’sının “Türkiye’de adalet olmadığı” görüşünü belirttiğini kaydeden Yarkadaş, bu anket sonucunun da AKP tarafından ciddi bir değerlendirmeye alındığını belirtti. Yarkadaş, şunları dile getirdi: “Ankette bu sonucun çıkmasının etkenleri şunlar: Özellikle KHK ile işinden atılan yüz bine yakın insanın mağdur edilmesi. Bu insanların sorunlarına herhangi bir çözüm bulunmaması. İşten atılmalarının üzerinden aylar geçmesine ve haklarında henüz bir soruşturma bile olmamasına karşın suçlu ilan edilmeleri. Bu kişilerin neyle suçlandıklarını dahi bilmemeleri. Gazetecilerin peş peşe tutuklanması. 15 Temmuz darbe girişiminin ardından tutuklanan ya da gözaltına alınan binlerce kişi hakkında hâlâ iddianamelerin hazırlanmamış olması. Sulh ceza hâkimliklerinin verdiği keyfi kararlar. Sosyal medyada yazılan çizilen her türlü muhalif düşüncenin hakkında soruşturma başlatılması.”
Toplum adalete susadı
CHP’li Yarkadaş, toplumun böyle düşünmesinin haklı sebepleri olduğunu belirterek, “Çünkü toplumun yarısından fazlasının canı adli makamlar tarafından yakılmış durumda. Şu anda Türkiye’de neredeyse her 4 aileden birinin yakını, oğlu, gelini, kuzeni ya KHK ile işten atıldı ya hakkında bir soruşturma açıldı. Bu soruşturmalar adli süreçler bitmek bilmiyor, sonuçlanmıyor. Yüz binlerce kişi bu adaletsizlikten dolayı mağdur. Yürüyüşümüz ve anket sonuçlarından görüldüğü üzere toplum adalete susamış. Toplum artık adalet istiyor ve bizzat iktidar tarafından yapılan adaletsizliklerden bıktığını ortaya koyuyor” diye konuştu.

Beşiktaş ve F.Bahçe'den sonra Galatasaray taraftarları da Adalet Yürüyüşü'ne katılıyor..!

Fenerbahçe ve Beşiktaşlıların ardından Galatatasaray’dan da bir destek ve katılım açıklaması geldi.
TEK YUMRUK’TAN YÜRÜYÜŞ AÇIKLAMASI
Galatasaray’ın muhalif tribün grubu Tek Yumruk, Galatasaraylılara bir çağrı yaparak grup olarak organizasyon düzenlediklerini duyurdu.
Beşiktaş'tan ve Fenerbahçe taraftarları da Adalet Yürüyüşü'ne katılıyor
3 Temmuz kumpasının ardından Bağdat Caddesi'nde 'Adalete Fener Yak' yürüyüşünü gerçekleştiren Fenerbahçeli taraftarlar bu kez Adalet Yürüyüşü'ne katılıyor.
Birçok tribün grubunun ve münferit taraftarların desteğiyle yapılan organizasyonda, Fenerbahçeliler Adalet Yürüyüşü’ne İstanbul yolunda dahil olacak.

Fenerbahçe taraftarları, 3 Temmuz kumpasının yıldönümünde yürüyüşe dahil olarak farklı bir mesaj verecekler.

AKP Yandaşı Eğitim Birsen Yöneticisi “Gübre Uyarıydı, Milletin Sabrını Zorlamayın” Tehdidini savurdu..!

AKP yandaşı Eğitim Bir Sen’in İstanbul 4 No’lu Şube Başkanı Talat Yavuz, Düzc’deki “hayvan gübresi” rezilliğini AKP’lilerin yaprtğımı itiraf edip üzerine bir de tehdit etti: “Gübre Uyarıydı, Milletin Sabrını Zorlamayın”
“Gübre Uyarıydı, Milletin Sabrını Zorlamayın”
Eğitim Bir Sen’in İstanbul 4 No’lu Şube Başkanı Talat Yavuz, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Ankara’dan başlattığı ve bugün 15. gününe giren Adalet Yürüyüşü’ne katılanları tehdit etti. Yavuz, “Gerekirse tatile çıkan üyelerimizi çağırır, meydanları size dar ederiz” derken, “Düzce’de yürüyüş alanına dökülen gübrenin uyarı niteliğinde olduğunu ve ceza evinde hainleri barındıracak çok sayıda yer olduğu” ifadelerini kullandı.
Facebook hesabından yaptığı paylaşımda tehditler savuran Yavuz’un hakaretlerle dolu suç teşkil eden açıklamasının tamamı şöyle:

Gülmen ve Özakça'nın fotoğraf çektirmeleri neden yasaklanıyor?

Yoksulluk Derinleşerek Sürüyor..!

AKP'nin ekonomiyi iyi gösterme çabaları yoksulluk karşısında tutmuyor. Haziran ayında 4 kişilik bir ailenin açlık sınırı bin 508, yoksulluk sınırı ise dört bin 913 lira oldu.
Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (Türk-İş), Haziran ayına ait açlık ve yoksulluk araştırmasının sonuçlarını kamuoyuna açıkladı.
Bu verilere göre, Haziran' ayında 4 kişilik ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için gereken gıda harcaması tutarını ifade eden "açlık sınırı" bin 508 lira 35 kuruş olarak hesaplandı.
Gıda ile giyim, konut, ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer harcamaların toplam tutarına denk gelen "yoksulluk sınırı" ise 4 bin 913 lira 19 kuruş olduğu belirtildi.
Açıklamada, ortalama sebze-meyve fiyatlarının geçen ay ki 4,15 TL'den 4,17'ye yükseldiğine bu yükselişte meyve fiyatlarındaki değişimin belirleyici olduğuna dikkat çekildi.
Ortalama sebze fiyatları Mart ayındaki 4,37 TL'den Nisanda 4,08 TL'ye gerilerken ortalama meyve fiyatları Mart ayındaki 3,57 TL'den sert bir artışla Nisan ayında 4,50 TL'ye yükseldi.
Gıda enflasyonunda son 12 ay itibarıyla artış yüzde 11,71 oldu.

Nuriye Gülmen: Kaslarımla birlikte adaletin nasıl eridiğini gördüm..!

Akara Barosu Başkanı Hakan Canduran, Antalya Barosu Başkanı Polat Balkan, Van Barosu Başkanı Murat Timur, Diyarbakır Barosu Başkanı Ahmet Özen ve Sakarya Barosu Başkanı Zafer Kazan, ihraç edilen kamu çalışanları Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’yı kaldıkları cezaevinde ziyaret etti. Ziyaretin ardından Özakça ve Gülmen’in avukatı Selçuk Kozağaçlı ile baro temsilcileri Ankara Barosu’nda açıklamalarda bulundu.
‘BU EYLEMDEN VAZGEÇİN DEMEDİK’
Nuriye Gülmen ve Semih Özakça ile iki ayrı grup olarak görüştüklerini belirten Ankara Barosu Başkanı Hakan Canduran, Gülmen ile görüştüğünü ve yanlarında olduklarını aktardı.”Başkaları gibi bu eylemden vazgeçin demedik” diyen Canduran şöyle devam etti:
“Nuriye o kadar güzel bir şey söyledi ki. ‘Kaslarımla birlikte adaletin nasıl eridiğini gördüm ben burada, bunu yaşıyorum’ dedi. Gözlerinde haklılığın ve adaletin tecelli edeceğinin duygusunu gördük. Bu insanların yaşam haklarını ellerinden almayınız.”
‘DAVA USULE AYKIRI VE YOLSUZ EVRAKA DAYALI
Dava süreci ile ilgili bilgi veren Gülmen ve Özakça’nın avukatı Selçuk Kozağaçlı, salıverilme talebinde bulunduklarını ve ayrıca Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesi’ni reddettiklerini aktardı. Mahkemenin oluşturduğu dosya numarasının 23 Mayıs tarihli olduğunu hatırlatan Kozağaçlı, 21 Mayıs tarihinde bu dosya numarasının polis evrakında kullanıldığını saptadıklarını söyledi. Kozağaçlı bunun usule aykırı ve yolsuz evraka dayalı olduğunu belirtti ve şöyle devam etti:
“Anayasa Mahkemesi’ne başvurduk tedbir talebiyle. Açlık grevine hapishanede başlamadılar. Açlık grevinin etkisini azaltmak, sonlandırmak adına tutukladılar. Bize 6 gündür cevap vermiyorlar. Sözleşmenin 39. maddesi gereği AHİM’e de başvurduk. Oradan 24 saat içerisinde cevap gelmesini bekliyoruz.”
‘BAROLARIN SESSİZ KALMASI BEKLENEMEZDİ’

Van Bürosu Başkanı Murat Timur tutuklu bulunan Semih Özakça ile görüştüğünü belirterek şunları söyledi: “Bizler ölüme doğru giden bu açlık grevinde baroların sessiz kalması beklenemezdi. Bu çerçevede Nuriye ve Semih’i ziyaret ettik. Semih’in tek bir talebi var. Adalet istiyor. Bizler hukuk örgütleri olarak 15 temmuzda yaşanan darbe girişimi süreçte hukukun önünde hesaplaşılması gerektiğini savunuyoruz. Bu darbe girişimin hesabını sorması gerekiyor ama gelinen aşamada, bu süreç muhalifleri tasfiye etme sürecine dönüşmemesi gerekiyor

“Senin Yüzünden Tarık Akan’la Küsmüştük”

Hürriyet gazetesine verdiği röportajda tutuklu gazetecilere terörist diyen, “AK Parti sayesinde ifade özgürlüğü ile tanıştık” ifadelerini kullanan Hülya Koçyiğit’e sinema eleştirmeni Atilla Dorsay, T24’deki köşesinden yanıt verdi. Dorsay “Sevgili Hülya… Sahiden böyle mi düşünüyorsun? Tıpatıp iktidarın görüşlerini yansıtan bu sonuçlara nasıl varıyorsun, hangi gazeteyi okuyorsun, hangi köşe yazarlarına bakıyorsun? Cumhuriyet veya Sözcü okumuyor, Halk TV izlemiyor, arada sırada T24’e göz atmıyor olabilirsin. Onca tutuklu gazeteci terörist mi? ” diye sordu.Dorsay, Hülya Koçyiğit’e ” senin yüzünden rahmetli Tarık Akan’la bozuşmuştum” diye hatırlattı.
İşte Atilla Dorsay’In o yazısından ilgili bölümler;
“Hürriyetteki röportajına sağlık haberlerini almak için baktık”
“Ah Hülya Koçyiğit… Hürriyet’teki bayram söyleşinle yaktın bizi. Hürriyet’teki söyleşiye sanki balıklama daldık. Senden son sağlık haberlerini almak için… Ama onunla birlikte hiç beklemediğimiz bir iktidar övgüsüyle, bir Tayyip Erdoğan güzellemesiyle, kolay kolay kabul edilemeyecek siyasal yorumlarla karşılaştık. Ve şaşırdık.
Sevgili Hülya. Oyuncular da elbette siyasete karışabilir. Hatta bence karışmalı da…Halk üzerindeki büyük etki güçlerini insanları daha doğru, daha iyi olanı seçmeye yöneltmek için kullanmalı. Dünya artık ulusal ve de uluslararası siyasette söz sahibi olan ünlülerle dolu. Köşesine kapanıp hiçbir konuda fikir beyan etmeyen, etliye-sütlüye karışmayan gizemli starlar devri çoktan kapandı.
Nitekim sen, daha birçok ünlü isimle birlikte ‘akil adamlar” grubuna katıldığında, kendi adıma çok mutlu olmuştum. Hele ki Kürt Sorunu’nun sadece dağda terorist öldürmekle bitmeyeceğine, Kürt vatandaşlarımızın mutlaka siyasete katılması gerektiğine, o kesimle diyalogun demokrasiye has yöntemlerle kurulmasının şart olduğuna içtenlikle inanmış biri olarak, sana da büyük saygı duymuştum. Recep Tayyip Erdoğan’ı, hele bugün geldiği noktada hiçbir biçimde onaylamasam da, bu ülkede hala yarıya yakın bir kitle gibi sen de onun bir lider olarak sahip olduğu cerbezeye, kitlelere seslenme ve onları ikna etme yeteneğine hayran olabilirsin.”
“Senin yüzünden Tarık Akan’la küs ayrıldık”
“Üstelik ben, daha o dönemde, senin yüzünden rahmetli Tarık Akan’la bozuşmuştum. Çünkü 2014 yılında TÜYAP beni ‘yılın yazarı’ seçtiğinde ve bunun için bir dizi etkinlik düzenlendiğinde, ben ilk panel için seni ve Tarık’ı seçmiş ve size ricada bulunmuştum.
Çünkü aynı yıl çıkan 100 Yılın 100 Türk Filmi kitabımda Tarık tam 9 filmle en başta yer alıyordu. Sense 6 filmle onu izliyordun. Sırf matematik bir seçim yani. Ve ikiniz de lutfedip kabul etmiştiniz.
Ama Tarık son dakikada caydı. Gerekçesi, seninle birlikte olmamaktı. Bu gerekçeyi hiçbir biçimde haklı bulmuyordum. Bulsam bile, son dakikada iptal bana çok saygısızca geliyordu.
Biz seninle o söyleşiyi gayet iyi yürüttük. Ama Tarık’a son derece kırıldım. Ve bunu da açıkça ortaya koydum. Sonradan o vefat ettiğinde (hastalığı için bir geçmiş olsun telefonum dışında) küs ayrıldık. Bunları aslında anılar kitabıma saklıyordum, ancak güncellik beni bu açıklamaya zorladı.
Ama o son konuşmadaki kimi görüşlerine nasıl katılabilirim? Hadi, “başımızda bir diktatör var söylemine katılmıyorum” ya da Kılıçdaroğlu yürüyüşü için “Kendi canlarını yakan bir vakanın üzerine yürümeleri beni heyecanlandırmıyor” sözlerini kale almayalım.”
“Onca gazeteci terörist mi?”
“Ama neredeyse birkaç yüz gazetecinin tutuklanıp içerde tutulduğu ve bunun tüm dünyada basın özgürlüğü denen kavrama vurulmuş en büyük darbe sayıldığı bir ortamda, sen şöyle buyuruyorsun: “Gazetecilik yaptıkları için bu insanların suçlu olduklarına inanmıyorum ben. Terörizme hizmet eden insanlar var. Her kalemi eline alan gazeteci değildir, her gazeteye yazan gazeteci değildir.”.
Sevgili Hülya… Sahiden böyle mi düşünüyorsun? Tıpatıp iktidarın görüşlerini yansıtan bu sonuçlara nasıl varıyorsun, hangi gazeteyi okuyorsun, hangi köşe yazarlarına bakıyorsun? Cumhuriyet veya Sözcü okumuyor, Halk TV izlemiyor, arada sırada T24’e göz atmıyor olabilirsin.
Ama büyük gazeteleri de mi okumuyorsun? En azından bir Ahmet Hakan, bir Mehmet Tezkan, bir Melih Aşık, bir Taha Akyol, bir Sedat Ergin, bir Mehmet Y. Yılmaz, bazen bir Ertuğrul Özkök, hatta iktidar yanlısı olarak bilinen bir Abdülkadir Selvi veya Akif Beki (ki onlar da kimi zaman yapılanları eleştiriyor!) bile okumuyor musun? Kimileri ülkeyi bıçakla böler gibi böldükten sonra ortaya çıkan iki yarının sadece bir yanına mı bakıyorsun?”


28 Haziran 2017 Çarşamba

Nuriye Gülmen: Kaslarımla birlikte adaletin nasıl eridiğini gördüm..!

Akara Barosu Başkanı Hakan Canduran, Antalya Barosu Başkanı Polat Balkan, Van Barosu Başkanı Murat Timur, Diyarbakır Barosu Başkanı Ahmet Özen ve Sakarya Barosu Başkanı Zafer Kazan, ihraç edilen kamu çalışanları Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’yı kaldıkları cezaevinde ziyaret etti. Ziyaretin ardından Özakça ve Gülmen’in avukatı Selçuk Kozağaçlı ile baro temsilcileri Ankara Barosu’nda açıklamalarda bulundu.
‘BU EYLEMDEN VAZGEÇİN DEMEDİK’
Nuriye Gülmen ve Semih Özakça ile iki ayrı grup olarak görüştüklerini belirten Ankara Barosu Başkanı Hakan Canduran, Gülmen ile görüştüğünü ve yanlarında olduklarını aktardı.”Başkaları gibi bu eylemden vazgeçin demedik” diyen Canduran şöyle devam etti:
“Nuriye o kadar güzel bir şey söyledi ki. ‘Kaslarımla birlikte adaletin nasıl eridiğini gördüm ben burada, bunu yaşıyorum’ dedi. Gözlerinde haklılığın ve adaletin tecelli edeceğinin duygusunu gördük. Bu insanların yaşam haklarını ellerinden almayınız.”
‘DAVA USULE AYKIRI VE YOLSUZ EVRAKA DAYALI
Dava süreci ile ilgili bilgi veren Gülmen ve Özakça’nın avukatı Selçuk Kozağaçlı, salıverilme talebinde bulunduklarını ve ayrıca Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesi’ni reddettiklerini aktardı. Mahkemenin oluşturduğu dosya numarasının 23 Mayıs tarihli olduğunu hatırlatan Kozağaçlı, 21 Mayıs tarihinde bu dosya numarasının polis evrakında kullanıldığını saptadıklarını söyledi. Kozağaçlı bunun usule aykırı ve yolsuz evraka dayalı olduğunu belirtti ve şöyle devam etti:
“Anayasa Mahkemesi’ne başvurduk tedbir talebiyle. Açlık grevine hapishanede başlamadılar. Açlık grevinin etkisini azaltmak, sonlandırmak adına tutukladılar. Bize 6 gündür cevap vermiyorlar. Sözleşmenin 39. maddesi gereği AHİM’e de başvurduk. Oradan 24 saat içerisinde cevap gelmesini bekliyoruz.”
‘BAROLARIN SESSİZ KALMASI BEKLENEMEZDİ’

Van Bürosu Başkanı Murat Timur tutuklu bulunan Semih Özakça ile görüştüğünü belirterek şunları söyledi: “Bizler ölüme doğru giden bu açlık grevinde baroların sessiz kalması beklenemezdi. Bu çerçevede Nuriye ve Semih’i ziyaret ettik. Semih’in tek bir talebi var. Adalet istiyor. Bizler hukuk örgütleri olarak 15 temmuzda yaşanan darbe girişimi süreçte hukukun önünde hesaplaşılması gerektiğini savunuyoruz. Bu darbe girişimin hesabını sorması gerekiyor ama gelinen aşamada, bu süreç muhalifleri tasfiye etme sürecine dönüşmemesi gerekiyor

İHD ve TİHV: 1 milyon 890 bin kişinin en temel hakları ihlal edildi..!


Yapılan ortak açıklamada, “İşkenceye ortam oluşturan OHAL derhal kaldırılsın, işkence yasağına mutlak olarak uyulsun” çağrısı yapıldı. 
Birleşmiş Milletler'in (BM) 20 yıl önce bugünü ilan ettiği belirtilen açıklamada, 15 Temmuz Darbe Girişimi sonrası cezaevlerinde, her türlü toplumsal gösterilere müdahale sırasında ya da gündelik olaylarda, resmi ya da resmi olmayan gözaltı ortamlarında işkence ve diğer kötü muamele uygulamalarının arttığı kaydedildi.
'İşkence uygulamalarında artış gözlenmekte'
Sözleşmenin işkenceyi mutlak olarak yasakladığına dikkat çeken TİHV ve İHD, “İnsanlık ailesinin ortak kazanımı olan ve modern insan hakları hukukunun en temel kurallarından birini oluşturan bu yasak, tıpkı köleliğin yasaklanması gibi insanlığın aydınlanma ve modernleşme serüveninin en ayırt edici özelliklerinden biri niteliğindedir. Sözleşmede işkence yasağı tutarlı ve mutlak biçimde ifade ediliyor. Buna karşın maalesef işkence, hâlen dünyanın pek çok ülkesinde devletler tarafından toplumlara karşı insanlık dışı bir cezalandırma ve yıldırma aracı olarak kullanılmaktadır. Son yıllarda sadece otoriter rejimler ve diktatörlüklerde değil, gelişkin demokrasilerde bile işkence uygulamalarında bir artış gözlemlenmektedir” açıklamasında bulunu.
Özellikle Suriye ve Irak gibi uzun yıllardır savaş ve çatışma koşullarına mahkûm olan ülkelerde işkencenin âdeta gündelik yaşamın bir parçası haline geldiğine dikkat çekilen açıklamada, bu yüzden işkencenin önlenmesine yönelik sürdürülen mücadelenin yanı sıra işkence görenlerin fiziksel ve ruhsal tedavi ve rehabilitasyonlarına yardımcı olmanın önemli hale geldiği belirtilerek, “Dolayısıyla ilan edilişinin yirminci yılında ‘26 Haziran İşkenceye Karşı Mücadele ve İşkence Görenlerle Dayanışma Günü’ daha bir anlam ve önem kazanmıştır” denildi.
'1 milyon 890 bin kişinin en temel hakları ihlal edildi'
Türkiye’nin ‘İşkenceye Karşı Sözleşme’yi 1988 yılında kabul ettiğini ve anayasa ile Ceza Kanunu’nda işkenceyi yasakladığını hatırlatan TİHV ve İHD, 2015’in temmuz ayından itibaren başta Kürt illeri olmak üzere OHAL’le hak ihlallerinin dikkat çekti. Açıklamada, OHAL’le işkence ve diğer kötü muamele uygulamaları ve iddialarının önceki dönemlerle kıyaslanmayacak boyutlara ulaştığı ifade edildi.
Kürt illerinde ilan edilen sokağa çıkma yasaklarıyla çok geniş bir nüfusun özgürlüğünden alıkonulduğuna ve en temel haklarının olağanüstü bir biçimde kısıtlandığına, ağır acı ve duygusal tahribat yol açıldığına vurgu yapan TİHV ve İHD, “En az 1 milyon 809 bin kişinin bu yasaklar nedeniyle başta yaşam ve sağlık hakkı olmak üzere en temel hakları ciddi bir şekilde ihlal edildi” açıklamasında bulundu. dedi.
Ayrıca, OHAL döneminde işkence ve diğer kötü muamele uygulamalarının topluma dehşet ve korku yaymak ya da sadece güç gösterisinde bulunmak amacıyla, intikamcı bir zihniyetle alenileştirildiği ve yaygınlaştırıldığına da dikkat çekildi.
OHAL uygulamalarını protesto edip barış, demokrasi ve adalet talebinde bulunan her türlü toplantı ve gösteriye yönelik “işkence” düzeyine varan aşırı ve orantısız güç kullanımı olduğuna da vurgu yapılan açıklamada, ihraç edilen açlık grevindeki tutuklu Eğitimciler Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın onlarca kez darbedilerek gözaltına alınmaları ve tutuklanmaları ile yine kamu emekçisi Veli Saçılık’a yakın mesafeden onlarca plastik mermi sıkılmasının güvenlik güçlerinin kullandığı aşırı ve orantısız gücün işkenceye dönüşmesinin son örneklerini oluşturduğuna değinildi.
'İşkence için zemin oluşturuldu'
Açıklamada, OHAL sürecinde çıkarılan KHK’ler ile işkencenin teşviki anlamına gelen pek çok düzenleme yapıldığı da ifade edildi. Cezaevlerinde kötü muamelenin de sıradanlaştırıldığı vurgulandı.
Kadınlara ve LGBTİ bireylere yönelik eril şiddetin de yaygınlaşarak devam ettiğine, geri gönderme merkezlerinde tutulan mültecilerin işkenceye varan uygulamalara maruz kaldığına vurgu yapılan açıklamada, “Ülkemizde işkencenin bu boyutta olmasının temel nedeni işkence yasağının mutlak niteliği ile bağdaşmayan çok ciddi bir cezasızlık kültürünün varlığıdır. Cezasızlığın bir devlet politikası olması ve her düzeyden devlet ve hükümet yetkilisinin, işkenceyi meşrulaştırıcı söylem ve davranışları bu kültürün güçlenmesine neden olmaktadır” denildi.
Türkiye’deki işkence ve kötü muamele vakalarının uluslararası raporlara da yansıdığına dikkat çekilen açıklamada şu çağrı yapıldı: “İşkenceye ortam yaratan, her türlü denetimden uzak, keyfi kararnamelerle uygulanan OHAL derhal kaldırılmalıdır. Biz işkence yasağını ihlal eden tüm faillerin hiyerarşik sorumluk sırasıyla açığa çıkarılmaları, korunmamaları ve cezasız kalmamaları için inatla işkenceyi belgelemeye ve rapor etmeye, yargının koruyucu kalkanına karşı hukuksal araçlarla mücadele etmeyi sürdüreceğiz.”

Aydınlardan Soylu'ya: Neye imza attığımızı iyi biliyoruz..!

Akademisyen Nuriye Gülmen ve öğretmen Semih Özakça’nın taleplerinin yerine getirilmesi çağrısında bulunan 111 imzacı içinde yer alan aydınlar, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun açıklamalarına tepki gösterdi. Soylu’nun ‘Neye imza attığınızı biliyor musunuz’ sorusuna aydınlar, “Neye imza attığımızı çok iyi biliyoruz. Muhatap bulunabilirse, Semih ve Nuriye’yi ölümün kıyısından çekmek istiyoruz” yanıtını verdi.
111 AYDIN 4 GAZETEYE İLAN VERMİŞTİ
111 aydın Nuriye Gülmen ve öğretmen Semih Özakça’nın açlık grevinin 111’inci gününde, bir ilan yayınlayarak taleplerinin kabul edilmesi için çağrısında bulundu. “Nuriye ve Semih ölmesin. Çalışma hakları geri verilsin” talebinin yer aldığı ilanın yayınlamasının ardından hükümet cephesinden tepkiler gelmeye başladı. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Twitter hesabı üzerinden 111 imzacıya “Neyin altına imza attığınızın farkında mısınız?” diye sordu. Soylu, Gülmen ve Özakça’nın DHKP-C’li olduğunu söyleyerek, şu paylaşımda bulundu: “Başınıza gelen en ufak olayda yardım istediğini polisin bilgisine, istihbaratına ve tespitlerine güvenmiyorsunuz, Savcılara ve hakimlere de güvenmiyorsunuz. Ancak terör örgütü üyelerine güveniniz sonsuz! Hepimizin devletini terör örgütü karşısında hareketsiz ve etkisiz hale getirmek, suçlu göstermek için yola çıkanlar... Neyin altına imza attığınızın farkında mısınız? Peki terör örgütlerine cesaret vermek için bu ilanı yayınlayanlar?"
SOYLU'DAN 111 AYDINA 'TERÖR DESTEKÇİSİ' SUÇLAMASI haberi için tıklayınız
Soylu’nun bu açıklamalarına imzacı aydınlardan tepki geldi. Artı Gerçek’e konuşan imzacılar, “Neye imza attığımızın farkındayız” dedi ve Gülmen ile Özakça’nın taleplerinin karşılanmasını istedi.
BİRDAL: ÖLMELERİNİ İSTEMİYORUZ
111 imzacı arasında bulunan insan hakları savunucusu Akın Birdal, Bakan Soylu’nun “Neyin altına imza attığınızın farkında mısınız?” sorusuna, “Tabii ki neye imza attığımın farkındayım” cevabını verdi. Soylu’nun açıklamasını ayaküstü verilen tepki olarak nitelendiren Birdal, iki eğitim emekçisinin düşünce ve ifade özgürlüğünden ötürü işlerinden edilerek çalışma hakkından yoksun bırakıldığını hatırlatarak, imza gerekçelerini şu şekilde açıkladı: “Bu iki emekçi işlerine geri dönmek istediler ve ne yazık ki bu karşılık bulmadı. Yaşam hakları tehdit altında olan bu iki emekçinin işlerine geri dönmelerini istiyoruz. Ölmelerini istemiyoruz. Bu çok insani ve vicdani bir taleptir. O nedenle seyirci kalamazdık, onların ölümüne… İnsanlık onuru bunu gerektiriyor. Böyle bir durumda dayanışmayı gerektiriyor. Yaşam hakkını korumakla hükümlü olan devletin dikkatini çekmek istedik.”
MUHATAP BULAMIYORUZ
Gülmen ve Özakça’nın sorununun çözümü için defalarca girişimde bulunduklarını ifade eden Birdal, “Bugüne kadar aralarında insan hakları savunucuları, sanatçı ve aydınların olduğu 14 kişilik bir heyet oluşturarak konu ile dizi başvurularımız oldu. Öncelikle Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş ve bir iki bakanla görüşme talebimiz oldu. Ancak ne yazık ki başvurularımıza bugüne değin yanıt alamadık. Yaşam hakkı için, haklar ve özgürlükler için bir muhatap arıyoruz. İşlerine geri dönme noktasında bir güvence verilirse iki emekçiyi ölümün kıyısından çekmek istiyoruz. Bence Semih ve Nuriye şahsında orada insan hakları kıyıdan çekilecek” diye konuştu.
ONLAR İÇİN DE İMZA ATARIZ
İşlerine geri dönmek isteyen eğtimcilerin taleplerinin insani olduğunu ifade eden Birdal, Bakan Soylu’nun tepkisini doğru bulmadığını söyledi. Sadece Gülmen ve Özakça için değil, haksızlığa uğrayan herkes için imza vereceklerini belirten Birdal, şöyle konuştu: “Adalet, insan hakları herkes için gerekli. Bir gün onlar da böyle bir hak ve özgürlüklere gereksinim duyarlarsa biz onlar için de imza atarız. Onlar için de girişimde bulunuruz. O nedenle bir an önce Semih ve Nuriye’nin bu kıyıdan çekilmesini istiyoruz. Devlet, bunu bir yenilgi olarak görmemeli. Tam tersine iki insanın yaşamının kazanılması olarak bakmalı. Bunu kör bir inada dönüştürmemek gerekiyor. Biz 111 arkadaş Nuriye ve Semih’in durumu ile ilgili kamuoyunun dikkatini çekmek istedik. Vicdanlara seslenmek istedik. Kuşkusuz öncelikle bundan etkilenmesi gereken buna karşılık vermesi gereken devlettir.”
TÜRKALİ: ÖRGÜT LAFINI CİDDİYE ALMIYORUM
Sanatçı Deniz Türkali, Soylu’nun Gülmen ve Özakça’yı DHKP-C’li ilan etmesini eleştirdi. “Örgüt laflarını ciddiye almıyorum" diyen Türkali, “Örgüt sözleri sadece safsatadır. Muhtemelen bunu söyleyenler de biliyorlardır. Başka çareleri olmadığı için bunu söylüyorlardır. Nuriye Gülmen’in ‘Eğer ben örgüt üyesi olsaydım, bunca yıldır bir kamu kuruluşunda nasıl görevli olurdum’ açıklaması her şeyi açıklıyor. Örgüt üyesi, parti üyesi ya da kim veya nereden olursa olsun fark etmiyor. Kendine insanım diyen herkesin yüreği, canını ortaya koyanlara sızlar. Politika, siyaset değil, bu metnin altına imza atmak sadece vicdan sorunudur” dedi.
FİNCANCI: BAKAN SOYLU HAKKINDA ‘TEHDİTTEN’ DAVA AÇILMALI
Akademisyen Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı ise “İmzamızın değerini ve neye imza attığımızı bilecek insanlarız” diyerek, Bakan Soylu’nun açıklamalarına tepki gösterdi. Gülmen ve Özakça’nın yargı kararı olmadan Soylu tarafından örgüt üyesi ilan edilmesini eleştiren Fincancı, “Nuriye ve Semih’in henüz yargılaması bile yapılmadan İçişleri Bakanı bu kişileri, ‘örgüt üyesi’ olmakla suçlayarak kendini yargı yerine koymuş oluyor. Bakanın yaklaşımı kabul edilebilir değil. Soylu’nun yaptığı açıklamalardan dolayı aslında kendisine ‘tehdit’ten dava açmamız gerekir” diye konuştu.
ATAY: SANIRIM BİRİLERİ RAHATSIZ OLMUŞ
Bakan Soylu’nun açıklamasını, “Sanıyorum Nuriye ve Semih’in başlattığı ve kitleselleşen bu eylem bayağı canını sıkmış ve ne yapacaklarını bilemez duruma getirmiş” sözleri ile değerlendiren sinema ve tiyatro oyuncusu Barış Atay, “O zaman şunu sormak lazım. Israrla ‘terör örgütü üyesi’ dediğiz insanlar, nasıl olur da bu kadar süre çalışıyorlardı. İçişleri bakanı adli sicil kaydında bile hiçbir şey yazmayan iki insanı neye dayanarak ‘örgüt üyesi’ ilan ediyor. Bu yöntem devletin çok sık başvurduğu algı operasyonudur. Karşımızda tehdidin işe yaracağını zanneden yapı var” dedi.
"İMZAMIZIN ARKASINDAYIZ"
Neyin altına imza attıklarını bildiklerini ifade eden Atay şöyle konuştu: İmzamızın arkasındayız. Nuriye ve Semih’in eyleminin özelinde, artık devletin hiçbir açıklama yapmadan insanların işlerinden koparılmasının ve insanların canına mal olacak hareketler yapmasının protestosunun gerçekleştiği bir dönemde, biz sadece çok insani bir talebin arkasında duruyoruz. Elbette ki yaşamın kutsallığını biliyoruz. Elbette ki insanların ölmesini istemiyoruz. Fakat bununla ilgili karar vermek bize düşen bir görev de değil. Biz onların sesini duyurmakla mükellefiz sadece. Bu insanları neden işten çıkardığınızla ilgili elinizde hiçbir somut delil yokken, bu insanların işine iade edilmesini istiyoruz.
GÜRSOY: İKİ GENÇ İNSANIN ÖLMEK ÜZERE OLDUĞU TELAŞI İÇİNDEYİZ
İmzacılar arasında bulunan Prof. Dr. Gençay Gürsoy, Bakan Soylu’nun açıklamasının kendilerini şaşırtmadığını söyledi. Gürsoy, “Bakanın bu tür beyanatlarına artık alıştık demek istemiyorum ama sıkça tanık olmaya başladık. Biz ne yaptığımızı biliyoruz. Örgüt var mıdır, yok mudur bu bizi ilgilendirmez. Meşru bir talepte bulunan, işlerini isteyen iki genç insanın ölmek üzere olduğunun telaşı içindeyiz. Bu konuda vicdanı olan herkesin bir şey yapması, bir adım atması gerektiği inancındayız. Bildiriye imza atmamızın nedeni de budur” ifadelerini kullandı.
GÜVEN: YAŞAM İÇİN İMZA ATTIM
Gazeteci Banu Güven ise şunları söyledi: “Adalet arayışına desteğin ve yaşama dair desteğin altına imza attım. Göz göre göre iki insanın eriyip, kaybolup gitmesine hiç kimse seyirci kalamaz. Kimsenin vicdanı bunu kaldıramaz diye düşünüyorum. Nuriye ve Semih yaşasın istiyorum. Yaşam için imza attım. Adalet için imza attım. Neye imza attığımı çok iyi biliyorum.


Açlık grevinin 112'nci gününde de Yüksel eylemi sürdü..!

Nuriye Gülmen ile Semih Özakça’nın açlık grevinin 112’nci gününde bir araya gelen Yüksel Caddesi eylemcileri, "Bizleri çaresizliğe sürüklemek istiyorlar. Boyun eğmeyeceğiz.” açıklaması yaptılar.
Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın açlık grevi eylemi Sincan F Tipi Kapalı Cezaevi'nde 112'nci gününe girerken, Yüksel Caddesi'nde "işimizi geri istiyoruz" eylemi de 232'nci gününde devam ediyor. Her zamanki gibi Yüksel Caddesi'nde bulunan İnsan Hakları Anıtı önünde bir araya gelmek isteyen kitleye polis yine izin vermedi. Polisin izin vermemesi üzerine, Yüksel Caddesi ile Karanfil Sokak’ın birleştiği yerde bir araya gelen eylemciler, burada basın açıklaması yaptı. “Nuriye ve Semih’in açlık grevinin 112’nci günü Nuriye ve Semih işe geri alınsın” pankartını açan eylemciler adına açıklamayı yine KHK ile ihraç edilen Nazife Onay yaptı.
Nuriye Gülmen ile Semih Özakça eylemlerine verilen destek için çevredeki vatandaşlara teşekkür ederek kısa bir konuşma yapan Nazife Onay, “Nuriye ile Semih burada olmasa da onların mücadelesini sahipleneceğiz. Ve hep burada olacağız” dedi. Onay, ihraç edilen 38 kişinin intihar ettiği bilgisini de paylaşarak, şöyle devam etti: “Boyun eğmemizi istiyorlar. Bizleri çaresizliğe sürüklemek istiyorlar. Biz boyun eğersek hakkını bilmeyen milyonlarca insan boyun eğecek. Boyun eğmeyeceğiz.”

Daha sonra yine KHK ile işinden ihraç edilen ve aynı zamanda eylemci olan Mahmut Konuk ise Nuriye Gülmen ile Semih Özakça için Ahmet Arif’ten “Uy Havar” şiirini okudu. Eylemciler daha sonra alandan ayrıldı.

Tarımda İthal dönemi..!

AKP 15.yıllık iktidarı döneminde tarımın dibine emperyalist tekelleirn lehine kibrit suyu döktü. Tarımda kendi kendine yeterli önde gelen ülkeler arasında yer alan Türkiye gelinen yerde buğdaydan arpaya, etten mısıra hemen herşeyi ithal eder duruma geldi. Bu süreç artarak deavm ediyor.
Nitekim, enflasyonu düşürmek bahanesiyle canlı büyükbaş hayvanlarda yüzde 135 olan gümrük vergisi oranı yüzde 26’ya, büyükbaş hayvanların etinde 100-225 arasında değişen gümrük vergisi oranları ise yüzde 40’a indirildi. Buğdayda yüzde 130 olan gümrük vergisi yüzde 45, arpada yüzde 130 olan gümrük vergisi yüzde 35, mısırda yüzde 130 olan gümrük vergisi yüzde 25 oldu. Gümrük vergilerinin indirilmesinin, üreticinin elindeki hububat fiyatlarını baskılamaktan başka bir yararı olmayacağını belirten CHP Bursa Milletvekili ve Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu Üyesi Orhan Sarıbal, “Çözüm üretim maliyetlerinin düşürülmesinde ve üretim planlamasında aranmalıdır” dedi.
Gümrük ve Ticaret Bakanı Bülent Tüfenkci, enflasyonun düşürülmesi amacıyla gıdada üretimi korumak şartıyla, spekülasyonu engelleyecek şekilde ithalat vergilerinin yüzde 70-130’dan yüzde 20-30’a düşürüleceğini açıklamıştı. 27 Haziran 2017 tarihli ve 30107 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan İthalat Rejimi Kararına Ek Karar ile canlı hayvan, kırmızı et ve hububatta gümrük vergileri düşürüldü.
27 Haziran 2017 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan Bakanlar Kurulu Kararı ile canlı büyükbaş hayvanlarda yüzde 135 olan gümrük vergisi oranı yüzde 26’ya, büyükbaş hayvanların etinde 100-225 arasında değişen gümrük vergisi oranları ise yüzde 40’a indirildi. Buğdayda yüzde 130 olan gümrük vergisi yüzde 45’e, arpada yüzde 130 olan gümrük vergisi yüzde 35’e, mısırda yüzde 130 olan gümrük vergisi yüzde 25’e indirildi.
EN BÜYÜK SORUN YÜKSEK GİRDİ MALİYETLERİ
Türkiye’nin sahip olduğu tarımsal potansiyeli yeterince değerlendirememekte olduğunu dile getiren CHP Bursa Milletvekili ve Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu Üyesi Orhan Sarıbal “Üretimini ve ihracatını artıramamakta, buna karşılık ithalata bağımlılığı devam etmektedir” dedi. Gıda güvencesinin ve dış ticaret dengesinin ihracat yönünde sağlanmasının, ancak üretim maliyetlerinin düşürülmesi, destekleme araçlarının doğru ve amaca uygun olarak kullanılması ve istikrarlı politikalar izlenmesiyle sağlanabileceğine dikkat çeken Sarıbal şunları söyledi: “Çiftçimizin en başta gelen sorunu yüksek girdi maliyetleridir. Türkiye üretimin en önemli girdileri olan tohum, gübre, tarım ilacı ve mazot bakımından ithalata bağımlıdır. Bu nedenle dövizdeki yükselme üretim maliyetlerini artırmaktadır. İzlenen politikalar dışa bağımlılığı azaltmak yerine giderek artırmakta; üretimi sürdürülemez hale getirmektedir. AKP hükümetlerinin uyguladığı tarım politikaları, küreselleşen piyasalar ve acımasız rekabet koşulları nedeniyle ürün/girdi paritelerindeki çiftçi aleyhine gelişmeler; üretim maliyetlerini aşırı şekilde artırmış, buna karşılık ürün fiyatları reel anlamda yerinde saymış, hatta bazı ürünlerde gerilemiştir. 1980’li yıllara kadar büyük ölçüde kendini besleyebilen ülkelerden biri olan Türkiye’de; daha sonra uygulanan neoliberal politikalarla tarımı çökertme sürecinin temelleri atılmıştır. O yıllarda başlatılan ‘üreticiyi ithalatla terbiye etme’ politikası, günümüzde çok daha vahşi bir şekilde uygulanmakta; arz eksikliği nedeniyle fiyatı artan her ürünün fiyatının ithalatla düşürme kolaycılığına başvurulmaktadır. İthalatın çözüm olmadığı (pirinç, kuru fasulye, sap- saman ve kırmızı ette) defalarca görülmesine rağmen bu politika ısrarla sürdürülmektedir. Enflasyonu düşürmek bahanesiyle bu dönemde gümrük vergilerinin indirilmesinin, üreticinin elindeki hububat fiyatlarını baskılamaktan başka bir yararı olmayacaktır.
ÇÖZÜM MALİYETLERİN DÜŞÜRÜLMESİNDE
Çözümün ‘çiftçiyi terbiye edici’ ithalat politikasında olmadığını dile getiren Sarıbal, “Üretim maliyetlerinin düşürülmesinde, destekleme politikasında ve daha da önemlisi üretim planlamasında aranmalıdır. Hububat ekim alanlarında ortaya çıkan daralmanın üzerinde önemle durulmalı; çiftçi tarafından boş bırakılan tarlalar yeniden üretime kazandırılmalıdır. Tarımın en önemli sorununun yüksek girdi fiyatlarıdır. Öncelikle mazotta ÖTV ve KDV kaldırılmalı; diğer girdilerdeki vergi yükü azaltılmalıdır. Hububatta 8 yıldan bu yana yerinde sayan destekleme primleri artırılmalıdır. Türkiye ithalat yaptığı ülkelerin çiftçisini değil, kendi çiftçisini desteklemelidir” dedi.
TÜRKİYE’DE HAYVAN VARLIĞI YETERSİZ
Türkiye'de hem hayvan varlığının yetersiz olduğunu dile getiren Orhan Sarıbal, “Hem verimleri düşüklüğü hem de gerçek üretimin ilan edilenlerin de gerisinde olduğu bilinen bir gerçektir. Son yıllarda ülkenin gündeminden düşmeyen kırmızı et krizini bu süreçte hızlanmış ve sorunun yine ithalat yoluyla çözülmesi için, 30 Nisan 2010 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan kararla EBK’ye sığır eti ithalatı yapma yetkisi verilmiştir. Geçmişte olduğu gibi, bu girişim de sorunun çözümünün değil büyümesinin başlangıcı olmuştur. Nitekim aradan altı yıldan uzun bir düre geçmesine rağmen kriz aşılamamış, hatta büyümeye devam etmiştir” dedi.
7 YILDA 4.2 MİLYON BAŞ CANLI HAYVAN İTHALATI YAPILDI
Orhan Sarıbal açıklamasında şu verilere de yer verdi:

2010-2016 döneminde ülkeye ithalat yoluyla (2 milyonu büyükbaş, 2,2 milyonu küçükbaş olmak üzere) 4,2 milyon başın üzerinde canlı hayvan girdi. Söz konusu dönemde 3,2 milyar doları büyükbaş, 240 milyon doları da küçükbaş olmak üzere sadece canlı sığır ile koyun ve keçi ithalatı için toplam 3,4 milyar dolar bedel ödendi.Aynı dönemde (2010-2016) değişik formlarda (dondurulmuş, soğutulmuş vb.) sığır karkası ithalatı da yapıldı. Bunun miktarı 217 bin ton, tutarı da 1 milyar dolar civarında oldu. Eğer ithal edilen sığır eti, sığır başına ortalama 300 kg karkas alınacağı varsayımı ile hayvana dönüştürülürse, bulunacak sayı yaklaşık 725 bin baş sığır olacaktır. Dolayısıyla Türkiye 2010-2016 yılları arasında yaklaşık 2,5 milyon baş sığır ithal etmiştir denebilir. Bu arada 2017 yılında gümrüksüz olarak Et ve Süt Kurumu tarafından ithal edilmesi öngörülen sığır sayısı da şimdilik 500 bin baş civarındadır.Böylelikle canlı sığır, koyun ve keçi ile sığır eti için ödenen bedel yaklaşık 4,5 milyar dolar olmaktadır. Bu durumda 2010-2016 arasındaki 78 ayda aylık ortalama 57 milyon dolarlık ithalat yapılmış demektir.Hayvansal üretimde gıda güvencesinin sağlanabilmesi için ithalattan vazgeçilmeli; hayvancılık destekleri büyük (endüstriyel) işletmeler yerine küçük aile işletmelerine yönlendirilmeli; hayvansal ürünlerde piyasa doğru şekilde izlenmeli, üretici örgütleri güçlendirilmeli, üreticiler iç ve dış piyasaların insafına terk edilmemelidir.2003-2016 yıllarını kapsayan AKP döneminde ithal edilen 63 milyon ton hububat için 17,5 milyar dolar ödenmiştir. Hububat ithalatının 41 milyon tonu buğday, 12 milyon tonu mısır, 4,5 milyon tonu pirinç ve çeltiktir. Hububatın gıda güvenliğinde vazgeçilmezliği dikkate alındığında, Türkiye’nin ithalata bağımlılığının arttığı ve giderek gıda güvenliğini yitirdiği FAO raporlarında da yer almaktadır. Bilindiği gibi Güney-Güneydoğu’da buğday hasadı tamamlanmıştır. İç Anadolu Bölgesinde hasada ise yaklaşık 15-30 gün sonra başlanacaktır. Ancak hükümet henüz TMO aracılığıyla müdahale alım fiyatlarını açıklamamıştır.Tarım bakanı 2003-2016 yılları arasında tarıma 90 milyar TL destek verildiğini belirtmektedir. Buna karşılık söz konusu dönemde toplam gıda maddeleri ve tarımsal ham maddeler ithalatı 171 milyar doları aşmıştır. Demek ki Türkiye’de tarımsal destekler, amaçsız, hedefsiz dağıtılıyor. Bütçeye destekleme için konulan para Bakanlık tarafından üretime yansıyıp yansımadığına bakılmaksızın (sonuçları analiz edilmeksizin) çiftçiye dağıtılmaktadır.