30 Kasım 2017 Perşembe

Duruşmaya bile çıkmadı 35 yıl görüş yasağı verildi..!

Çağdaş Hukukçular Derneği'ne yönelik operasyonlarda tutuklanan avukatlardan Barkın Timtik'e her sabah tekmil vermeyi reddettiği için 35 yıl görüş yasağı verildiği öğrenildi.Timtik henüz hakim karşısına bile çıkmadı.
CHP Ankara Milletvekili Ali Haydar Hakverdi, konuyu bugün Meclis'te gündeme getirdi. ÇHD'ye yapılan operasyonlar sonucu 17 avukatın tutuklandığını anımsatan Hakverdi, onlardan birinin de Bolu T Tipi Cezaevi'ne gönderilen Barkın Timtik olduğunu söyledi. Hakverdi, "Her sabah robokop kıyafetli 10-15 erkek gardiyan grubunun kadınlar koğuşuna girerek tutuklulardan hazırolda tekmil vermelerini istediğini" söyledi. Avukat Barkın'ın bunu reddettiği için her sabah yerlerde sürüklenerek darp edildiğini vurgulayan Hakverdi, şöyle devam etti:
"Üstelik henüz duruşmaya çıkmamışken iki aydır tutuklu olan avukat Barkın Timtik'e her sabah hazırolda tekmil vermediği için şimdiden 35 yıl görüş cezası verilmiştir. İnsani ve ahlaki bir durum mudur bu?"

Devrimci Avukat Kozağaçlı tecrite karşı direniyor..!

KHK ile kapatılan Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) Genel Başkanı Selçuk Kozağaçlı, 19 gündür Silivri Cezaevi’nde özgürlüğünden yoksun. Tek kişilik tecritte. Televizyonu, radyosu, gazetesi hatta saati bile yok. Sesini duyurabileceği mesafedeki bütün koğuşlarda FETÖ tutukluları var. “Ara sıra avukat görüşüne çıkarken sevgili Ahmet Şık’ı, Akın Atalay’ı, Deniz Yücel’i, Bekir Kaya’yı tesadüfen görürsem mutlu oluyorum. Uzaktan selamlaşıyoruz” diyen Kozağaçlı, sabahları ve öğleden sonraları hapishane uygulamalarını protesto eden sloganları ise tek başına attığını söylüyor. Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın avukatı olan Kozağaçlı, Soma davası gibi kamuoyunun yakından takip ettiği pek çok dosyada görev yapıyor. Cezaevinden Cumhuriyet gazetesinin sorularını yanıtlayan Kozağaçlı, “Avukatlığa başladığım 1995 tarihinden bu yana hep aynı şeyle suçlandım: İyi, politik ceza davası avukatlığı yapmak” diyor.
-Gözaltı sürecinizden biraz bahseder misiniz? Herhangi bir işkenceye maruz kaldınız mı?
İşkence kavramı kamu görevlilerinin kamu görevinden aldıkları yetki, güç ve imkânla görevleri sırasında insanlara fiziksel ve paikolojik olarak şiddet uygulaması ise gözaltına alınan herkesin işkence gördüğünü kabul etmek gerekir. Sürekli bir aşağılama ve gerekmediği halde parmak izi, fotoğraf ve biyolojik örnek almak için saldırma, belirsizlik içinde bekletmek gibi uygulamaların hepsi işkence sayılmalıdır. Elektrik verip, falaka atılmasıyla ya da kişinin ifade almak için askıya asılmasıyla sınırlı bir işkence kavrayışından çıkmalıyız. Tutuklandıktan sonra ise Gülhan Soğaltıcı isimli bir kadına tecavüz tehdidi veya girişimi yapıldığına ilişkin duyumlar aldım. Bu da çok bilindik kadına karşı işkence yöntemidir. Yakalama ile başlayan haksızlıkları protesto etmek için gözaltı boyunca yiyecek kabul etmedim ve hiçbir işleme katılmadım. Toplu suçlar açısından anayasanın öngördüğü 4 günlük gözaltı süresi dolunca su almayı da bıraktım. Hukuk dışı KHK’lerin öngördüğü 15 günlük gözaltı süresini tanımıyorum. Benim için 4 günden sonrası insan kaçırma sayılır. Gözaltının 5. gününde savcılığa çıkarılarak tutuklandım.
Bekliyorum
-Cezaevinde günler nasıl geçiyor?
Tek kişilik tecritte tutuluyorum. Havalandırmanın da üstü tel örgülerle kapalı. Televizyonum, radyom, gazetem hatta saatim bile yok. Sesimi duyurabileceğim mesafedeki bütün hücrelerde 15 Temmuz sonrası paralel devlet yapılanması örgütü suçlamasıyla tutuklanmış kişiler var. Ara sıra avukat görüşüne çıkarken sevgili Ahmet Şık, Akın Atalay, Deniz Yücel’i, Bekir Kaya’yı tesadüfen görürsem mutlu oluyorum. Uzaktan selamlaşıyoruz. Sabahları ve öğleden sonraları hapishane uygulamalarını protesto eden sloganları tek başıma atıyorum. Yine avukata gelir giderken de uygulamaları protesto ediyorum. Pek düzenli yapamasam da periyodik kapı dövme eylemlerine katılıyorum. Okuyorum ve bekliyorum.
Suçum iyi avukatlık
-Hakkınızdaki suçlamalarla ilgili neler söylemek istersiniz?
Avukatlığa başladığım 1995 tarihinden bu yana hep aynı şeyle suçlandım: İyi, politik ceza davası avukatlığı yapmak. Bazen bir not bulduklarını, bazen bir itirafçı çıktığını, bazen soruşturma ve kovuşturmadaki davranışlarımın istatistiğini yaptıklarını, girdiğim davaları ve hapishanedeki ziyaretlerimi sınıflandırdıklarını iddia ederler. Ama sonuç olarak suçlama her zaman hükümete karşı siyasal, toplumsal muhalefetin avukatlığını yapmaktır. Savcıdan öğrendiğimiz kadarıyla suçlama yine aynı. Her zaman utandıkları için gizledikleri, bazı büyük suçlarımız bu defa açıkça telaffuz edilmiş. Soma maden katliamı, Ermenek maden katliamı dosyalarında niye işçi ailelerinin avukatlığını yaptığımız açıkça bir suçlama olarak önümüze konmuş durumda. En azından bu utanmazlıkla ilk defa karşılaştığımı söyleyebilirim. Elbette hükümetler patronların adamıdır. Maden patronları hükümetin böyle bir suçlama yapmasını ister. Ama açıkça hükümetin ve savcıların ilk defa hadlerini bu kadar aştığını görüyorum. Nuriye ve Semih’i de başka bir suçlama olarak önüme koydular. Onları artık bütün dünya tanıyor.
Türkiye’de yargı yok
-Müvekkiliniz Nuriye Gülmen savcının tahliye talep etmesine rağmen özgürlüğüne kavuşamadı.

Gülmen ve Özakça davası Türk hukuk tarihinin en büyük skandallarından birisidir. Onlarca kez gözaltına alınmış, haklarında yüzlerce idari para cezası kesilmiş, zaten adli kontrol altında olan ve asla bu tedbiri ihlal etmemiş insanların tutuklanması hukuksal değil, siyasal bir ihtiyacın sonucudur. Direniş karşısında hükümetin çaresizliğini göstermektedir. Haklarında mahkeme kararı ve hatta hiçbir ciddi suçlama bulunmayan bu insanların İçişleri Bakanlığı’nın çıkardığı kitapçık ile terörist ilan edilmeye çalışıldığını görmüştük. Yeni olay ise Adalet Bakanlığı’nın mahkemeye gönderdiği yazıdır. Bu gibi yazıların mahkemeye gönderildiği bu ülkede yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığından söz etmek abes olur. Türkiye’de yargı yoktur. Adliye denilen yer kurgusal görünüm verilmiş, hükümetin idari kararlarının yahut siyasi ihtiyaçlarının icra ve infaz edildiği binalardan ibarettir

Meclis ve Mahkemeler rüşvet ve hırsızlığı biliyordu..!

Rıza Sarraf, ABD’de verdiği ifadede eski Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’a 45-50 milyon avro ve 7 milyon dolar rüşvet verdiğini ileri sürerken, TBMM Soruşturma Komisyonu’nun raporuna giren iddialarda Çağlayan’a verilen rüşvet miktarı 32 milyon 53 bin avro, 6 milyon 766 bin dolar ve 3 milyon 460 bin TL olarak yer almıştı.
Rıza Sarraf’ın ABD’de verdiği ifade, AKP tarafından aklanan 4 bakanla ilgili TBMM Soruşturma Komisyonu’na sunulan belge ve iddialarla örtüşüyor. Sarraf, ifadesinde eski Ekonomi Bakanı Çağlayan’a Halkbank’taki işi almak için 45-50 milyon avroya ek olarak 7 milyon dolar ve yaklaşık 2.5 milyon TL rüşvet verdiğini ileri sürdü, Çağlayan’ın kardeşi Şenol Çağlayan’a ait banka hesabına İran’la ticaret üzerinden gelen 2.4 milyon TL’ye dair banka dekontunu da mahkemeye sundu.
TBMM Soruşturma Komisyonu raporunda yer alan belgelere göre, Rıza Sarraf’tan Şenol Çağlayan’a 2.4 milyon TL’lik tek ödeme gözüküyor. 31 Ekim 2012 tarihinde, Rıza Sarraf’ın ortağı Abdullah Happani’den Şenol Çağlayan’ın Bank Asya’daki hesabına 2.4 milyon TL havale edildi. Kardeş Çağlayan, bu parayı 2 gün sonra Zafer Çağlayan’ın hesabına gönderdi. Çağlayan, komisyona verdiği ifadede, bu havaleyi kardeşinin kendisine şirket satışından kaynaklı alacağı olarak açıklarken, “Bu para, Şenol Çağlayan’ın Simay Altın Ticaret Şirketi’ne bozdurduğu mücevheratın karşılığıdır” dedi. Ancak Şenol Çağlayan’ın savcılığa verdiği ifade ile Çağlayan’ın komisyona yaptığı açıklamalardaki tutarsızlık komisyon raporuna da yansıdı. Kardeş Çağlayan, paranın kaynağıyla ilgili olarak “2012 yılı Ekim ayında geçmiş iş yaşamımda benim yaptığım tasarruf ve eşimin biriktirmiş olduğu bir miktar altın ve ziynet eşyası bozdurma suretiyle bu borcun bir kısmını ağabeyim Zafer Çağlayan’a ödedim. Bu altın ve ziynet eşyalarını bozduracağım zaman yeğenim Salih Kaan Çağlayan’ın düğününde tanıştığım ve altın işleri ile uğraştığını bildiğim Rıza Sarraf ile görüştüm. Kendisi beni Simay Altın Şirketi’ne yönlendirmişti. O tarihte oraya gittiğimde beni karşıladılar ve elimde olan ziynet ve altın eşyalarını teslim aldılar. Hatırladığım kadarıyla ertesi gün altınların bedelini Bank Asya’da bulunan hesabıma gönderdile” dedi.
Komisyona sunulan belgelere göre Şenol Çağlayan, yeğeni Kaan Çağlayan’ın düğününde konuştuğunu belirttiği Sarraf’ın yönlendirmesiyle 31 Ekim 2012 tarihinde Simay Altıncılık’a bozdurdu. Ancak, Zafer Çağlayan’ın komisyona sunduğu belgelere göre oğlu Kaan Çağlayan, 12 Nisan 2013 tarihinde evlendi. MHP başta olmak üzere muhalefet partilerinin komisyon raporuna verdiği muhalefet şerhinde, Sarraf’ın Çağlayan’a verdiği iddia edilen rüşvet miktarları, ABD’deki ifadesinde yer alan miktarlardan daha az olduğu görülüyor. Şerhlerde, Çağlayan yöneticiliğinde Halk Bank Genel Müdürü Süleyman Aslan, Özel Kalem Müdürü Onur Kaya, Mustafa Behçet ve oğlu Salih Kaan Çağlayan’dan oluşan bu grupların Rıza Sarraf’a menfaat karşılığı çeşitli imtiyazlar sağladığı; Gana’dan kaçak yollarla ülkeye sokulmak istenen 1.5 ton altın ile ilgili idari ve adli soruşturmaların engellendiği ve altınların Dubai’ye gidişi ve girişi sağlandığı; Rıza Sarraf tarafından şirket hesabına gelen paraların (döviz veya Türk parası) yüzde 0.4 ve yüzde 0.5’inin Çağlayan’a ödendiği, Rıza Sarraf tarafından Çağlayan’a değişik tarihlerde 32 milyon 53 bin avro, 6 milyon 766 bin 750 dolar ve 3 milyon 460 bin TL verildiği, Rıza Sarraf tarafından Çağlayan’a 300 bin İsviçre Frangı (700 bin TL) değerinde saat verildiği, Çağlayan’ın 106 bin 400 TL değerindeki piyanoyla ilgili mal bildiriminde bulunulmadığı, Çağlayan’ın, bakanlık görevi süresince şahsi ve birinci derecedeki yakınlarının banka hesaplarında büyük miktarda (döviz, Türk Lirası) hareketlerinin olduğu ve bu konudaki yazılı ve sözlü savunmalarında tutarsızlıklar olduğu, Çağlayan’ın bakanlık görevi süresince şahsi ve birinci derecedeki yakınlarının menkul ve gayrimenkullerinde büyük artışlar olduğu, bu konudaki yazılı ve sözlü savunmalarında tutarsızlıklar olduğu iddialarına yer verilmişti.


AKP’nin Her durumda Sahip Çıktığı Rüşvetçi ve Talancı Zarrab..!

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Türkiye’de yolsuzluk ve rüşvet gerekçesiyle gözaltına alındığında “Hayır işlerine girdiğini biliyorum” sözleri ile “kefil” olduğu İranlı işadamı Rıza Sarraf’ın 70 gün sonra tahliye edilmesini de “Hak yerini buldu” sözleri ile değerlendirmişti. Tatil için gittiği ABD’de tutuklandığında ise “Ülkemizle alakası yok” dedi ancak yine de onun için Sarraf, “Rıza Bey”di. Tutuklulukta 6 ay geçince Erdoğan “Vatandaşımız olduğu için hukukunu aramak zorundayız. Kaldı ki bir suçu da bulunmuyor” diye konuştu. Tutukluyken ABD’ye nota bile verildi ancak daha sonra ajan olup olmadığı sorgulanmaya başlandı. Önce “itirafçılığa” zorlandığı belirtildi, daha sonra zorlandığı alanın “iftiracılık” olduğuna karar verildi.
İşte AKP’nin yaşanan her duruma göre değişen ‘Rıza’sı:
‘Hayır işlerine girdi’
Erdoğan, Türkiye’de gözaltına alındığında 26 Aralık 2013’te Sarraf için “Altın ihracatı yapan bir zat. Ülkeye katkısının olduğunu, hayır işlerine girdiğini biliyorum” dedi. Tutuklanmasının ardından Sarraf, ticareti ile Türkiye’nin cari açığını kapatan hayırsever olarak tanıtıldı.
‘Hak yerini buldu’
Erdoğan; Sarraf’ın, 17/25 Aralık’tan sonra 70 günlük hapisliğinin ardından “Paralel yargı mesnedi olmayan adımlar attılar. ‘Er geç hak yerini bulacaktır’ diye bir temennim vardı ve hak yerini buldu. Temenni ederim ki buna benzer birçok mağdur olan insanlar vardı. O mağdur olan insanlar da hakkın tecellisiyle bu hapishanelerden bir an önce çıkma imkanı yakalasınlar” ifadelerini kullandı.
Türk bayraklı savunma!
Sarraf, hükümete yakın A Haber’in Türk bayrağı fonlu ekranında kendisini ‘savundu.’ Sarraf, “Ben bir işadamıyım. Değil İran, hiçbir ülkenin işadamı değilim. Ben Türkiye’de, Türkiye ekonomisine ticaretiyle katkı sağlamış bir işadamıyım. 500 bin dolar, 87 milyar dolar... Bu rakamlar nereden çıkıyor? Gözlerim yerinden fırlıyor” dedi.
İhracat şampiyonu Rıza
Sarraf, 21 Haziran 2015’te düzenlenen ve Erdoğan’ın da katıldığı bir törenle ‘ihracat şampiyonu’ ilan edilmişti. Sarraf, ödülünü dönemin başbakan yardımcısı Numan Kurtulmuş, dönemin ekonomi bakanı Nihat Zeybekci ve Türkiye İhracatçılar Meclisi Başkanı Mehmet Büyükekşi’nin elinden almıştı.
‘Ülkemizle ilgisi yok’
Sarraf tatil için gittiği ABD’de tutuklandı. Erdoğan, 29 Mart’ta ABD’ye giderken, “Aslında ülkemizi ilgilendiren bir konu olmadığı gibi, bir kara para aklama konusu mudur değil midir, gerekçesini bilmeden böyle bir değerlendirme yapmayı doğru bulmuyorum. Sarraf ile ilgili varsa bir şey Rıza Bey’in avukatları da kendisini savunacaklardır” dedi. Sarraf’ın tutuklandığı dönem AKP Sözcüsü olan Ömer Çelik, “Amerika’daki bir savcının tasarrufu” diye konuştu.
‘Vatandaşımız, suçu yok’
Erdoğan, Sarraf’ın tutukluluğunun 6. ayında, “Neticede bizim vatandaşımız olduğu için, hukukunu aramak zorundayız. Kaldı ki bir suçu da bulunmuyor” değerlendirmesini yaptı. Erdoğan ayrıca tutuklamanın hangi kurala göre yapıldığını ABD’ye sorduğunu aktardı.
Bozdağ ‘kumpas’a döndü
Tutuklandığı sırada Adalet Bakanı olan Bekir Bozdağ, “Herhangi bir endişemiz yok. Türkiye yaptığı bütün işleri, bugüne kadar anayasa ve hukuka göre yapmıştır; İran’la ilişkiler dahil” dedi. Ancak, duruşma tarihi yaklaştıkça Bozdağ’da “endişe” doğdu. Bozdağ, Hükümet Sözcüsü olarak soruları yanıtlarken, “Sarraf davası, Türkiye’ye dönük açık bir kumpastır. Siyasi bir davadır, hukuki dayanaktan yoksundur. 17/25 Aralık sürecinde FETÖ’nün başaramadığı hukuk darbe teşebbüsünün ABD yargısı eli ile tekrarlanmasından başka bir şey değildir” dedi.
‘Rıza nerede’ notası
Duruşma tarihi yaklaşırken, Sarraf’ın dosyadaki konumunun ‘sanık’lıktan ‘tanık’lığa kaydığı, hem de tutukluluk halindeki durumunun değiştiği haberleri artmaya başladı. Türkiye Sarraf için ABD’ye nota verdi. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, “Notayla sorduk. Bu bizim vatandaşımızdır ve böyle haberler var, bunun durumu nedir. Aradan 3-4 gün geçti. ABD’den herhangi bir ses çıkmadı. Dün itibarıyla arkadaşlarımız tekrar bir notayla, ‘Biz şu tarihli bir notayla sorduk ama sizden dönüş olmadı’ diye sordu. ‘Başka bir yerde. Sağlığı da iyi, güvende, bir sorun yok’ diye genel bir cevap verilmiş” bilgilerini verdi.
‘Canı cehenneme!’

ABD’den gelen Sarraf’ın ‘itirafçı’ olduğu yönünde haberler artarken, AKP’li Mehmet Metiner, “Birileri bizim Rıza Sarraf’ı savunduğumuzu iddia ediyor. Bu ne büyük bir ahlaksızlıktır ya. Sarraf’ın canı cehenneme. Tut ki Rıza Sarraf’ın üzerinden Amerikan ambargosu delinmiş olsun bu Sarraf’ın kişisel suçudur” açıklamasını yaptı.

Erdoğan ve AKP'nin Yeni tetikçisi Doğu Perinçekin Vatan Partisi'nden Rıza Sarraf açıklaması..!

Doğu Perinçek'in başkanlığını yürüttüğü Vatan Partisi'nin Genel Sekreteri Utku Reyhan, ABD'deki davayla ilgili basın açıklaması düzenledi.
Reyhan, ortaya saçılan yolsuzlukları eleştirenlere karşı çıkarak AKP hükümetinin yanında olduğunu "Türkiye’nin egemenliğini tanımayan ve komşularıyla ticaretini “suç” ilan eden bir davaya Türkiye’de alkış tutanların olduğunu görüyoruz. Bunların durumu ibretliktir. Muhalefet edeceğim derken ülkeye ihanet noktasına sürüklenenler vardır." ifadeleriyle deklare etti.
Davada konunun yolsuzluk ve rüşvet olmadığını iddia eden Reyhan, "Zaten Türkiye’deki bir yolsuzluk iddiasının ABD mahkemelerinde görüşülme olanağı yoktur. Eğer bir yolsuzluk suçlaması olsaydı bu ABD mahkemelerinin görev alanına girmezdi" ifadelerini kullandı.

Reyhan şu açıklamalarda bulundu; "CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun ABD’de görülen davayla eş zamanlı olarak gündeme getirdiği, kamuoyunu ikna etmeyen ve belgeleri basınla paylaşılmayan bu yüzden de “balon” olarak kalan iddialarının da bu operasyonun bir parçası olduğunu söyleyebiliriz. ABD’deki dava için Türkiye’de kamuoyu yaratma görevi bu çevreye verilmiştir. Hem CHP hem de HDP sözcüleri Türkiye’nin egemenliğini tanımayan söz konusu davayla ilgili ısrarla şahsi bir dava algısı yaratmaya çalışmaktadır. Öyle ki bu partilerden bazı milletvekilleri, davayla birlikte ABD’nin AKP’yi iktidardan indireceği ve kendilerini iktidara getireceği hülyalarına bile kapılmışlardır. Bunları uyarıyoruz. Muhalefetle ihaneti birbirine karıştırmayın. Türkiye’de siyaset yapan hiçbir güç, Türkiye’nin egemenliğinin karşısında konumlanamaz."

Zarab Ötmeye Başladı; Vurgun ve Talanın Başında Erdoğan ve Hükümeti Var.!

AKP iktidarıyla birlikte İran ambargosunu delen Reza Zarrab’ın itiraflarda bulunduğu ABD’deki duruşmada yaşananlar dakika dakika Twitter’da paylaşıldı. ABD’li muhabirler Katie Zavadski ve Adam Klasfeld’in duruşma salonundan yazdığı Twitler pek çok kişi tarafından takip edildi. Söz konusu Twitleri çevirmen Seblâ Küçük hemen çevirerek takipçileriyle paylaştı.
Reuters: Zarrab, jüriye Eski AB Bakanı Egemen Bağış’ın Aktif Bank’ta hesap açması için kendisine yardım ettiğini söyledi.
Zarrab: Aktif Bank genel müdürü ile görüşmeden sonra hesap açtım. Hesap 5-10 milyon Euro ile başladı (günlük işlem hacmi)
Zarrab, İran’ın eski cumhurbaşkanı Ahmedinecad ile bağlantısını anlatmaya başladı. Zarrab, Aktifbank ile arasının nasıl açıldığını anlatıyor.
Zarrab: Aktifbank İranlılarla doğrudan çalışıyordu ve ben aradan çıkarıldım.
Soru: Aktifbank gelirinizin önemli bir kısmı mıydı?
Zarrab: Kesinlikle, evet.
Zarrab, Halkbank ile ilişkisini anlatmaya başladı. Zarrab, Halkbank ile ilişkisinin 2012’de başladığını ancak bağlantılarını bundan daha eski bir tarihte kurduğunu söylüyor. Zarrab, Türk işadamı Ahmet Alacacı’nın İran’ın kazançlarının Halkbank’a yatırılması için altın ihracatı sistemini önerdiğini söylüyor.
Zarrab: Eşim Türkiye’de ünlü bir sanatçı olduğu için sürekli göz önünde olan birisiydim.
Zarrab, eşi Ebru Gündeş yüzünden, Süleyman Aslan’ın kendisiyle çalışmadığını, Aslan’a göre kendisinin fazla göz önünde olduğunu söylüyor. Zarrab, bu nedenle Zafer Çağlayan’a gittiğini söylüyor.
Soru: Aslan sizi reddettikten sonra neden Çağlayan ile irtibat kurdunuz?
Zarrab: Çünkü Türkiye’nin ekonomi bakanıydı.
Zarrab: Sanırım Çağlayan’a 45-50 milyon Euro tutarında rüşvet ödedim!
Zarrab, Halkbank işini bağlamaya çalışırken dönemin ekonomi bakanı Zafer Çağlayan’a rüşvet ödemeye başladığını söylüyor. “Sanırım ona 45-50 milyon Euro ödedim” diyor. Ayrıca başka para birimleriyle ödediği tutarlar olduğunu söylüyor. Çağlayan, Zarrab’dan İran ile yapılan işlerden 50-50 kâr payı istemiş.
Soru: Çağlayan’a bu ödemeleri nasıl yaptınız?
Zarrab: Nakit, değerli eşya ve banka havalesiyle.
Soru: Çağlayan’ın ailesine ödeme yapıldı mı?
Zarrab: Yapıldı.
Savcı, İran’la yürütülen ticaretten kâr olarak Çağlayan’ın kardeşine yapılan 2.4 milyon TL’lik ödemenin dekontunu kanıt olarak sundu. Atilla’nın avukatı itiraz etti. Hakim Berman kanıtı kabul ediyor.
Zarrab, altın ticaretini anlatan bir şema çizmek üzere tanık kürsüsünden indi. Zarrab, “İşlem ilk olarak İran’ın Türkiye’ye ham petrol ve doğalgaz satmasıyla başlıyordu.” diyor. İran Ulusal Petrol Şirketi Tüpraş’a petrol, Botaş’a doğalgaz satıyordu.
Zarrab: Tüpraş, Botaş ve İran Ulusal Petrol Şirketi’nin Halkbank’ta hesapları var.
Zarrab, İran’da kurulan Sermaye Exchange adlı bir şirketten söz ediyor. Bu şirket sadece altın ticareti için kurulmuştu ancak işin doğasına uyması için gerçek ticaret varmış gibi gösteriliyordu. Zarrab, Sermaye Exchange’in de Halkbank’ta bir hesabı olduğunu, İran Ulusal Petrol Şirketi’nin (NIOC) buraya para transfer ettiğini söylüyor. Çünkü NIOC, ABD’nin ve BM’nin yaptırımları nedeniyle Halkbank’taki kendi hesabından uluslararası para havalesi yapamıyor.
İran Ulusal Petrol Şirketi’nin (NIOC) paraları Halkbank’ta Sermaye Exchange hesabına geçince, Zarrab’ın şirketi devreye giriyor. “Bir sonraki adımda Sermaye Exchange’in parayı bana vermesi lazım ki uluslararası para transferi taleplerini yerine getirebileyim.”
Sermaye Exchange, Halkbank’a, paranın Zarrab’a ait Safir Altın şirketine aktarılması için talimat veriyor.
Para, artık Zarrab’a ait bir şirketin hesabında görünüyor. Zarrab, bu para karşılığında altın temin eden bir şirket var, diyor. “Safir Altın, parayı, altını temin eden şirkete gönderiyor” ve para Safir Altın’ın hesaplarından çekiliyor. Tüm işlemler Halkbank’ta gerçekleştiriliyor.
Çünkü İran’ın parası Halkbank’ta. “Bu parayı Halkbank içinde dolaştırarak, artık Halkbank dışına çıkarabileceğimiz bir noktaya yaklaşıyoruz” diyor. “Aslında bu, tasarlanan yöntemlerden biri, çünkü İran Ulusal Petrol Şirketi bu işlemi doğrudan yapamıyor.”
Sıra parayı dışarı çıkarmakta… Bunun için para, Euro veya TL cinsinden Denizbank’a aktarılıyor. Para böylece Halkbank’tan çıkarılmış oluyor.
Zarrab: “İran Ulusal Petrol Şirketi’nin Semaye Exchange’e verdiği havale emri benim ofisime geliyor. Bu bir ödeme emri.”
Zarrab, bu parayla, Royal Group şirketi aracılığıyla altın satın alıyor. Yani para, altına çevriliyor.
Zarrab: Benim adamlarım ellerinde çantalarla Rona Döviz’e gidiyor, çantaları doldurup geliyorlar.
Zarrab: Bu kuryeler çantalardaki altını Dubai’ye götürüyorlar. Ancak Türkiye’de hazırlanan gümrük belgelerinde altınların varış yeri Dubai üzerinden transitle İran olarak gösteriliyor. Ama altın hiçbir zaman İran’a götürülmüyor.”
Altınlar, Dubai’de Zarrab’ın ofisine götürülüyor. Yani Türkiye’de Zarrab’a ait Royal Group’tan alınan altınlar, Dubai’de Zarrab’a ait şirkete götürülüyor.
Zarrab: Artık bu noktada altının satılması ve tekrar nakde çevrilmesi gerekiyor.
Zarrab: (altınlar İran’a götürülmüyor) Çünkü İran’da para veya altına ihtiyaç yok. Bunlarla uluslararası ödemelerin yapılması lazım ve para İran’a girerse bunlarla uluslararası ödeme yapamam.
Zarrab, altını Dubai’de dirheme çevirdiklerini söylüyor.
Dirhemleri Dubai’de, ABD’li Standard Chartered Bankası’nda da hesabı olan bir döviz bürosuna götürüyorlar. Bu arada İstanbul’daki Royal Office’e gelen havale emri, Zarrab’ın Dubai’deki Atlantis şirketine gidiyor. Böylece havale emri ile para bir araya geliyor.
Ardından bu para, İran’ın borçlu olduğu şirketlere gönderiliyor. Bazı işlemler (örn. Çinli şirketlere) Standard Chartered ve diğer bir ABD bankası üzerinden yapılıyor.
Zarrab, tüm bu planın, Halkbank’ta sıkışan İran parasını genel dolaşıma sokarak İran’ın uluslararası borçlarının ödenmesi için tasarlandığını söylüyor.
Hakim Zarrab’a, paranın serbest kalması için kaç farklı işlem yapıldığı soruyor.
Zarrab, “Saymam gerek… En az 10 işlem” diyor.
Eski Halkbank yöneticisi Levent Balkan’ın Zarrab’a gönderdiği bir e-posta inceleniyor.
Mahkemede Zarrab ile Halkbank GM arasındaki telefon görüşmesinin kayıtları inceleniyor. Görüşmenin ilk kısmında, Zarrab’ın Halkbank’tan istediği krediden, ikinci kısmı İran’la ilgili işlemlerden bahsediliyor.
Zarrab ile Aslan arasında telefon kaydının konusu 70 milyon dolarlık bir para transferi. Transfer İran Ulusal Petrol Şirketi’nin hesabından doğrudan Zarrab’ın hesabına yapılmış. Zarrab, bunun “aptalca” olduğunu söylüyor ve bu transferin iptal edilmesini istiyor.
Zarrab, Süleyman Aslan’ın/Halkbank’ın yaptırımları çok iyi bildiğini, hangi işlemlerin bu yaptırımların ihlali anlamına geleceğini bildiğini söylüyor.
Zarrab’a ait Royal Group’ta çalışan Gita Taheri’nin Zarrab’a gönderdiği bir e-posta inceleniyor. Gönderildiği tarih 15 Mayıs 2012. Türkiye Cumhuriyeti’nde verilmiş bir gümrük beyanı. Altın külçelerinin listesi var.
Gümrük beyanında altınların varış yeri olarak “İran” yazıyor.
“Altınları İran’a gönderdiniz mi?” diye soruluyor. Zarrab, “Hayır” diyor.
Zarrab, Halkbank’ın, gümrük beyanında altınların varış yeri olarak “İran” yazmasını istediğini söylüyor.
Zarrab, Süleyman Aslan’ın ve Hakan Atilla’nın kendisinden altınların gideceği yeri “İran” olarak göstermesini istediklerini söylüyor. (Yani yalanı onların söylettiğini kastediyor.)
Başka bir telefon görüşmesi kaydına geçildi. Görüşme, Zarrab’ın “Royal Group’ta benden sonraki ikinci adam” dediği Abdullah Happani ile Zarrab arasında.
Görüşmede Zarrab ile Happani, ABD’nin yaptırımlarındaki değişiklikler nedeniyle gümrük belgelerinde artık altınların varış yeri olarak “İran” yazamayacaklarını konuşuyor. Ne yazacaklarını Halkbank söyleyecekmiş.
Zarrab, kayıtlarda altınları taşımak için artık kurye kullanmak zorunda olduklarını söylüyor. Kuryeler altınları İran’a götürmeyecek, Dubai’de bırakıp geri döneceklerdi.
Zarrab: Bu bizim kararımız, bizim tercihimiz değildi. Halkbank bize öyle talimat verdiği için bunu yapmak zorunda kaldık.
Savcı: Halkbank’tan ne kadar para çektiniz?
Zarrab: Birkaç milyar.
Hakim: Hangi para biriminde?
Zarrab: Euro.
Soru: Bahsettiğiniz birkaç milyar, altın almak için mi kullanıldı?
Zarrab: İran’dan aldığımız ve altın ticareti olarak lanse ettiğimiz uluslararası para transferi talimatlarını gerçekleştirmek için kullanıldı.
Başka bir telefon görüşmesi dökümü. Happani ile Zarrab arasında. Sermaye Exchange’in gönderdiği havale emrinin ödemesinin geciktiğinden çünkü Dubai’nin elindeki dirhemlerin azaldığından bahsediyorlar. (Muhabir, bu ifadeye anlam veremediğini söylüyor)
Zarrab, Türkiye’den altın gönderilmiş gibi gösterilen sahte işlemlerde “Çukurova” kodunu kullandıklarını söylüyor.
Bugünkü duruşma sona eriyor. Zarrab ifadesine yarın devam edecek.

Jüri ve Zarrab salondan ayrıldıktan sonra, hakim Berman, Zarrab’ın duruşmalara sivil kıyafetle gelmesine olanak veren bir talimat çıkarabileceğini söyledi.

'Türkiye, ifade ve basın özgürlüğünün hızlı gerilediği ülke'..!

Dünya genelinde, gazetecilerin uğradığı şiddet, sansür baskısı ve ekonomik sıkıntılar nedeniyle ifade özgürlüğü ihlalleri son 10 yılın en yüksek seviyesinde.
İnsan hakları savunucusu Article 19 grubu ile V-Dem adlı siyasi ve sosyal veritabanı şirketinin ortak araştırmasına göre Türkiye 2006 - 2016 döneminde ifade özgürlüğünün en çok zayıfladığı ülke oldu.
Türkiye'nin yanı sıra, Brezilya, Burundi, Mısır, Polonya, Venezuela ve Bangladeş de, medyada çeşitliliğin, bağımsızlığın azaldığı ülkeler arasında.
Raporun yazarları, 172 ülkede, 2006-2016 yılları arasında, medyanın yanlı yayınları, yolsuzluk, internet sansürü, adalet, gazetecilere yönelik taciz, toplumsal sınıflar ve cinsiyetler arası eşitlik gibi göstergelerle ölçümleme yaptı.
Raporu aktaran Guardian'ın haberinde Türkiye'yle ilgili şu ifadeler yer aldı:
"Muhaliflere göre, bu yılın Nisan ayına kadar 152 gazeteci hapisteydi. Geçen yılki darbe girişiminden bu yana gazeteler, internet siteleri, televizyon kanalları ve haber ajansları dâhil 170'ten fazla medya kuruluşu kapatıldı. 2500 gazeteci işten çıkarıldı."
Gazeteye konuşan Cumhuriyet gazetesi yazarı Aydın Engin de Türk medyasının daha önce görülmeyen yoğunlukta hükümet baskısı altında olduğunu söyledi.
Engin, "Otosansür olduğunu düşünebilirsiniz ama yanılırsınız çünkü sansür uygulanacak medya kalmadı. Hükümetlerin, büyük şirketlerin ve bankaların dünya genelinde gazetecileri satın almaya çalıştığına tanık oluyoruz. Ama AKP daha akıllıca davranıp gazeteciler yerine, gazeteleri, televizyon kanallarını satın aldı" diye konuştu.
Guardian gazetesine konuşan Article 19 Yöneticisi Thomas Hughes, "Maalesef, bulgularımız ifade özgürlüğünün otoriter rejimler kadar demokratik rejimlerde de saldırıya uğradığını gösteriyor" dedi.
GAZETECİLER TEHDİT EDİLİYOR
Hughes gazetecilerin, korkutularak, dava açılarak ve hatta bazı ülkelerde cinayet işlenerek tehdit edildiklerini söyledi.
Yalnızca Meksika'da 2016 yılında 426 gazeteci saldırıya uğradı.
Telif hakkıGETTY IMAGES
Hughes, İngiltere'de 2016'da parlamentonun onayından geçen ve güvenlik güçlerinin de kişilerin internetteki aktivitelerini takip etmelerini yasal hale getiren 'Araştırma Yetkileri' yasası için de 'otoriter rejimler için bir örnek oluşturuyor ve vatandaşlarının gizlilik ve ifade özgürlüğü haklarını baltalıyor' dedi.
Rapora göre takip ve izleme süreçleri 'şeffaf olmayan' bazı internet şirketlerinin sanal ortamdaki içerikleri denetlemesiyle, internet medyası ve ifade özgürlüğü de daha büyük tehdit altına giriyor.
Raporun verileri, geçen yıl 259 gazetecinin hapse atıldığını, 79 gazetecinin öldürüldüğünü ortaya koydu.
Filipinlerde, Meksika'da, Honduras'ta 'uyuşturucuyla mücadeleyi' eleştiren haberler yapan gazeteciler ve Türkiye'de Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı eleştiren seslere yönelik 'suçlamalar' ve 'gözdağı', raporda kaygı duyulan konular olarak gösterilerdi.
EKONOMİK GÜÇLER, MEDYA ÖGÜRLÜĞÜ İÇİN TEHDİT OLUŞTURURUYOR
Article 19'un araştırması, Tunus, Sri Lanka ve Nepal'de ise ifade özgürlüğünde ilerleme kaydedildiğini belirtiyor.
Gazetecileri Koruma Komitesi (CPJ) de, "gazeteci olmak hiç bu kadar tehlikeli olmamıştı" uyarısı yaptı.
CPJ, ABD Başkanı Donald Trump'ın ülkedeki yayın kuruluşlarını 'yalan haber' yapmakla suçlamasının, basın üzerinde baskı oluşturulabileceği algısıyla otoriter liderlere olumsuz mesaj verdiğini söyledi.
CPJ Başkan Yardımcısı Robert Mahoney, "ABD geleneksel olarak basın özgürlüğünün feneri olmuştur ama Başkan Trump'ın basın karşıtı bir dil kullanması, demokrasilerde basının önemini baltalarken, gazetecileri de tehlikeye atıyor" diye konuştu.
BBC Dünya Servisi Müdürü Francesca Unsworth de, ifade özgürlüğünü desteklemeyen yeni ekonomik güçlerin 21'inci yüzyılda medya özgürlüğün için tehdit oluşturduğunu söyledi.
Unsworth, "Uzak Doğu'da Çin, Vietnam gibi ifade özgürlüğü değerleri gelişimleriyle paralel olmayan ülkelerin yükselişini görüyoruz. Bu bence ciddi bir sorun çünkü 21'inci yüzyıl bu ekonomilere ait ve dünyayı bunlar şekillendirecek" dedi.
Unsworth, Çin'in nüfuzunu Afrika'da ve Karayipler'de artırmak için altyapı yatırımları kadar yerel medyaya da yatırım yaptığını ifade etti.


Kaynak: BBC Türkçe 

Genç işsizlerin üçte ikisi kadın..!

İşsizlikle ilgili konular gündeme geldiğinde özel sektörden aradığı nitelikte kalifiye eleman bulamadığı konusunda açıklamalar yapılıyor. Ancak yapılan bir araştırmaya göre durumun öyle olmadığı anlaşıldı.
Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV) tarafından yapılan araştırmada genç işsizleri oluşturan ana grupta kadınlar yer alıyor. Erkeklerde ise düşük eğitimlilerin işsizliği yüksek.
Yapılan araştırmada genç kadınların iş arama konusunda erkeklerden daha aktif olduğu belirlendi. Ancak işverenler, kadın çalışanı tercih etmiyor. Bunun nedeni olarak ise işverenlerin, genç kadınların evlilik, doğum vb. haklarından çekinmelerinin etkin olduğu gösteriliyor. Eğitimli gençlerin daha iyi iş bulabilme isteği nedeniyle de işsiz kalma sürelerinin uzadığına yer veriliyor analizde.
Yapılan çalışmada genç işsizliği TÜİK 2016 verileriyle yaş grupları, eğitim durumu ve cinsiyete göre analiz edildi. Yaş gruplarında yüzde 21.5 ile en fazla işsizlik 20-24 yaş grubunda. Bu grubun içinde kadınların işsizliği yüzde 26.8, erkeklerin işsizliği yüzde 18.3 düzeyinde.
işsizlik
Eğitim durumlarına göre işsizler sınıflandırıldığında ise en yüksek işsizliğin üniversite mezunları arasında olduğu görülüyor. Ön lisans ve lisans programı mezunu gençler, yüzde 36.7 ile en yüksek işsizlik oranına sahip. Bunu, ortaokul seviyesinde eğitim görenler yüzde 27.9 oranıyla izliyor.
Eğitim grupları içinde de genç kadınların işsizliği daha yüksek. Toplamda genç kadın işsizlerin yarısının (yüzde 49.9) ön lisans ve lisans (2-3-4 yıllık fakülte mezunu) olması dikkat çekiyor. Aynı yaş grubunda eğitim durumları ve cinsiyete göre ayrımda erkeklerin kadınlardan daha yüksek işsizlik oranına sahip olduğu grup yüzde 27.9 ile ortaokul seviyesi mezunlarından oluşuyor
işsizlik
Genç işsizler arasında en yüksek orana sahip kadınlar. Genç kadın işsizler, toplam genç işsizliğinin yüzde 63’ünü oluşturuyor. Analizde, yaygın kanının aksine, yetenek uyumsuzluğunun genç işsizliğindeki ana neden olmadığı yorumu yapılıyor.

Genç kadınların işsizliğindeki ana neden olarak ise işverenler gösteriliyor. İşverenlerin, kadınların sahip olduğu sosyal ve hukuki haklar ve bu hakların iyileştirilmesine yönelik yapılan düzenlemeler nedeniyle kadın çalışan tercih etmeği belirtiliyor araştırmada...

CHP'nin 'Man Adası' için verdiği önerge, AKP oylarıyla reddedildi

CHP’nin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yakınlarının para transferleriyle ilgili belgelerin gerçekliğinin araştırılması için Meclis’e sunduğu araştırma komisyonu kurulması önerisi AKP oylarıyla reddedildi.
Önergeye CHP ve HDP evet oyu verirken MHP çekimser kaldı

29 Kasım 2017 Çarşamba

Eski yasak hortladı: Düğünlerde “Sarı-kırmızı-yeşil” yasağı!

Cizre polisi sarı, kırmız ve yeşil renklerin açılmaması şartı ile düğünlere izin veriyor. İzin almaya giden Cizreliler, zırhlı araçlarla takip ediliyor.
Müzikli düğün yapmak isteyen ailelerin durumu ise biraz daha zor. Müzikli düğün yapmak isteyenler, ilk olarak Cizre Emniyet Müdürlüğü’ne başvurarak izin alıyor. Bazı konularda aileleri uyaran emniyet yetkilileri düğünlerdeki halay başları, halaya katılanların zafer işareti yapmamaları ve araç konvoylarında sarı, kırmızı ve yeşil mendilleri sallamamaları koşuluyla düğünlere izin veriyor.
Düğünde havai fişek patlatılması ya da emniyetin deyişiyle ‘örgütsel şarkılar’ söylenmesi düğüne katılanların gelin ve damat dahil toplu olarak gözaltına alınması anlamına geliyor.
Polis gözetiminde düğün
Düğün sahiplerinin başına gelenler bunlarla sınırlı değil. Uyarıları yerine getireceklerini beyan eden aileler, polisin zırhlı araçlarla düğün kontrolüne tabi tutuluyor.

Cizre Emniyeti tarafından düğünlere gönderilen zırhlı araçlar düğün halayı bitince düğünden ayrılıyor.

İsmail Kahraman'dan Kanlı Pazar'a hazırlık mitinginde ‘Biz yaktık’ itirafı..!

Kanlı Pazar döneminde başkanı bulunduğu MTTB’nin olaylarda dahli bulunduğunu öne sürülen ve TBMM’de ikinci kez seçildiği gün protesto edilen İsmail Kahraman, önce kendisine bağlı Basın Yayın Halka İlişkiler Başkanlığı’nca yaptırdığı “Kanlı Pazar’ın olduğu tarihte başkan değildi” açıklaması, belgelerle çürütülünce bu kez de “Bu bilgi sehven açıklamada yer aldı, o dönemde başkandım ama MTTB’nin Kanlı Pazar’la hiçbir ilgisi olmadı. Ayrıca başkanlık yaptığım sürede kanunsuz hiçbir harekette bulunmadım” şeklinde ikinci bir açıklama yaptı.
Bu açıklama da yine belgelerle çürütüldü. Zira gerek Kanlı Pazar’ın tanıkları gerekse İsmail Kahraman’ın görev yaptığı MTTB’nin 49. dönem faaliyet raporunda verilen bilgiler Kahraman’ı tekzip ediyor. İsmail Kahraman’ın açıklamasında akladığı MTTB’nin sicili kendisinden önce de ve kendisinin görev yaptığı dönemde de pek parlak değildi. MTTB’nin ve İsmail Kahraman’ın sicilini hatırlatalım: - 29 Nisan 1960’da yaşanan gençlik olaylarının yıldönümü nedeniyle 29 Nisan 1968’de yapılan izinli mitingde solcu öğrencilere MTTB’liler saldırmış, olaylarda çok sayıda öğrenci ve güvenlik güçleri yaralanmıştır. Başlarında İsmail Kahraman’ın olduğu MTTB’liler önce öğrencilere sonra kendilerine engel olmak isteyen polise saldırmış, ardından da Atatürk heykelini taşlamıştır. (Kaynak Cumhuriyet gazetesi) -28 Temmuz 1968’de, Kanlı Pazar’dan bir yıl önce yine Vedat Demircioğlu’nun öldürüldüğü “6. Filo’yu protesto” olaylarına hazırlık olarak MTTB’nin Cağaloğlu binasına kamyonla sopa istif edildiği haberi basında yer almış, olay yerine gelip incelemelerde bulunan CHP milletvekilleri Orhan Birgit ve İlhami Sancar, İstanbul Valisi Vefa Poyraz’a telgraf çekerek ihbarda bulunmuşlardı.
Telgrafta Poyraz’a şöyle seslenmişlerdi: “Bugün gazetesinin tertip hazırlayan ve kışkırtan yayınlarını ve Valilik binanızın hemen yakınındaki MTTB binasına kamyonla özel surette yapılmış sopalar taşındığını, muhakkak siz de öğrenmiş bulunmaktasınız. İstanbul’da emniyet ve asayişin, yurttaşların can ve mal güvenliğini sağlamak görevini tam olarak yapmazsanız ve bu uyarıya rağmen olaylar çıkarsa, bunun anlamının ancak bu olayların olmasının istendiği şeklinde olacağını bildiririz.” (Kaynak: Cumhuriyet gazetesi) -“Kanlı Pazar”dan iki gün önce 14 Şubat 1969 günü MTTB İzmir İcra Konseyi Başkanlığı’nca yapılan açıklamada “Kanunsuz davranışta bulunulduğu takdirde devrimci gençlerin kellelerini koltuklarına alıp öyle meydana çıkmaları, cevaplarının çok sert olacağı belirtildi. (Kaynak: Cumhuriyet gazetesi) -Kanlı Pazar’ın birgün öncesi olan 14 Şubat 1969’da MTTB ve Komünizmle Mücadele Derneği’nin ortaklaşa düzenlediği “Bayrağa Saygı Mitingi”nde halka, bir gün sonra yapılacak 6. Filo aleyhindeki mitinge “Komünistlere gereken ders verilmek üzere” davet yapıldı. Mitingde konuşan Komünizmle Mücedele Derneği Başkanı İlhan Darendelioğlu, “Memlekete ihanet eden bu hainleri toprağa gömmenin zamanı gelmiştir” derken, kalabalığın ertesi gün Taksim’de toplanmasını istedi.
Gururla savundu
Aynı gün mitingde konuşan İsmail Kahraman Tan Matbaası’nın yakılmasını da gururla savunmuştur. MTTB’nin 49. dönem faaliyet raporunda da yer alan Kahraman’ın miting konuşması şöyle: “6. Filo’nun gelişi ile hadiseleri istismar edip, ahlak dersi vermeye yeltenen ahlaksızlar evvela kendi karılarına sahip olsunlar. Buraya tarihi kararlar almak üzere toplandık. MTTB tarihinde milli heyecanın en güzel ifadesini dile getiren hadiseler vardır. Türk Milliyetçiliğinin büyük hareketlerinde MTTB daima örnek olmuştur. Komünistlerin en azgın bir devrinde Türk gençliği harekete geçmiş, basını, sokakları, bir nevi işgal altında tutan köstebekleri sahnelerden kovmuş, rotatifini başına geçirmiş, sokaktan yuvasına itmiş ve tarihi Tan hadisesini yapmış, komünistliğin mümessilliği haline gelen Tan Matbaası’nı uşakları ile birlikte yerle bir etmiştir. Yine ters çalışan rotatifler vardı, yine sahnelerde ürüyen itler, öten baykuşlar vardı, yine köstebekler yuvalarından çıkmış, sokaklarda, meydanlarda boy göstermekteydi. Artık nush ve nasihat devresini tamamlayan Türk milliyetçiliği önümüzdeki günlerde yeni Tan’lar, yeni hareketler gösterecek, Türkiye’nin sahibinin milliyetçiler olduğunu ispat edecektir.” (Kaynak: MTTB Faaliyet Raporu).
Yaşasın Adalet diye sevindiler
-1 Şubat 1987 tarihli Nokta Dergisi’ne konuşan emekli Yarbay Celal Küçük MTTB’nin Kanlı Pazar öncesi hazırlıklarını şöyle anlatmıştı: “11 Şubat günü MTTB’nin Cağaloğlu’ndaki binasında bir toplantı yapılıyordu. Bu toplantıyı izlemek için binaya gittim. Toplantıda Komünizmle Mücadele Dernekleri’nin şubeleri ve üyeleri de vardı. Kürsüye İlhan Darendelioğlu çıktı. ‘Pazar günü komünistler miting yapacak. Biz bu mitingte savaşacağız. Silahı olan silahıyla, olmayan baltasıyla gelsin’ şeklinde bir konuşma yaptı. Ortalık bir anda elektriklendi. ‘Bu uğurda ilk şehit ben olacağım’, ‘Hayır ben olacağım’ diye bağırışmalar oldu. Resmen ölüm kokusu vardı havada. Ayrıldık. Hemen Kara Harp Akademisi Komutanı Tümgeneral Süleyman Aşiroğlu’na durumu arz ettim. ‘Paşam’ dedim, ‘Korkunç bir durum var. Kan dökülecek. Vali’nin haberi var dediler. Silahlı gelecekler.’ Aşiroğlu Paşa ‘Bu korkunç. Merkez Komutanlığı Kurmay Başkanı Edip Bayoğlu’nu ara, haber ver’ dedi. Hemen Süleyman Aşiroğlu’nun yanından Bayoğlu’na telefon ettik. Ben konuştum. Çok teşekkür etti.” (Kaynak: Nokta Dergisi)
15 Ağustos 1969 günü “Kanlı Pazar” olaylarının tutuklu sanığı MTTB’li öğrenci Ahmet Atılay’ın kefaletle serbest bırakıldığı duruşmayı izleyen 150 kadar MTTB’li “Yaşasın Adalet!” diye bağırmış ve adliyeden MTTB binasına kadar gösteri yaparak yürümüşlerdir. (Kaynak: Cumhuriyet.)
Kanlı Pazar neydi?
6. Filo'nun İstanbul'a gelişini protesto eden Ankara, İzmir, Trabzon ve İstanbul'daki küçük çaplı gösterilerin ardından, öğrenci ve işçi örgütleri 16 Şubat'ta İstanbul'da emperyalizm ve sömürüye karşı bir yürüyüş ve miting yapma kararı aldı. 76 gençlik örgütünün katılacağı gösteri için valilikten gereken izin de alınmıştı.
Emperyalizm karşıtı gösteri yapılmadan önce ortam sağcılar tarafından proveke edildi. 6. Filo Protesto Yürüyüşü'ne karşı, 14 Şubat'ta Komünizmle Mücadele Derneği ile sağ kesimin denetiminde olan Milli Türk Talebe Birliği'nin öncülüğünde "Bayrağa saygı" mitingi düzenlendi.
16 Şubat günü, emperyalizm karşıtı olan göstericiler Taksim'e doğru yürüyüşe geçmek üzere Beyazıt'ta toplanırken "Komünistlere gereken dersi verme" çağrısına uyan sağcılar Taksim Meydan'ına geldiler. Burada toplu kılınan namazın ardından taşlı ve sopalı bir biçimde beklemeye koyuldular.
Beyazıt Meydan'ında toplanan gençlik örgütleri yürüyüşe geçerek Sultanahmet, Sirkeci, Eminönü, Karaköy ve Dolma Bahçe üzerinden Taksim Meydanı'na ulaştılar. Taksim Meydanı'nda polis göstericilerin önünü keserek küçük gruplar halinde alana girmelerine sağladı.
Alana giren emperyalizm karşıtı göstericilere, sağcılar polis barikatını aşarak taşlı, sopalı ve bıçaklı saldırıları oldu. Tekbirler eşliğinde saldıranlar, göstericilerden Ali Turgut Aytaç ve Duran Erdoğan'ı bıçaklayarak öldürdü. Polisler ise olayları izlemekle yetindi.
Amerikan 6. Filo Protestosu'nda gençliğin devrimci önderlerinden, Deniz Gezmiş, Mahir, Çayan İbrahim Kaypakkaya gibi isimler yer alırken, emperyalizm karşıtı göstericilere saldırınlar arasından İsmail Kahraman, gibi isimler yar aldı. Kanlı Pazar diye tarihe geçen o olay hiçbir zaman hafızlardan silinmedi

HDP ve CHP’nin “Man Adası” önergesi AKP’li vekillerin oylarıyla reddedildi..!

HDP Grup Başkanvekili Filiz Kerestecioğlu’nun, “Panama”, “Paradise” ve “Man Adası” belgelerindeki iddiaların araştırılması amacıyla TBMM’ye sunduğu, AKP milletvekillerinin oylarıyla reddedildi. Kerestecioğlu’nun verdiği soru önergesinde “Türkiye’nin son dönemde gündemi en çok meşgul eden konularının başında, siyasetçilerin ve yakınlarının vergi cennetlerine transfer ettiği kazançları ile Türkiye’de elde ettiği kazançları başka ülkelerde kurulan şirketlere transfer etmeleri başlıklı konular gelmektedir. Kuşkusuz ki, vergi cennetlerine bu para transferleri, ülkemizde bunca yoksulluk varken ve yurttaşların sırtında her gün yeni vergiler yüklenirken hem vicdani hem ahlaki hem de hukuki açıdan problemlidir” denildi ve durumun araştırılması amacıyla “Meclis Araştırması” açılması talep edildi.
Önerge AKP’li vekillerin oyları ile reddedildi.
CHP’nin önergesi de reddedildi

CHP’nin TBMM’ye verdiği “Vergi cennetlerine transfer edilen kazançların araştırılması” önergesi de AKP’nin oyları ile reddedildi. Araştırma önergesinin reddedildiğini CHP İstanbul Milletvekili Ali Şeker ve CHP Eskişehir Milletvekili Cemal Okan Yüksel‏, Twitter hesabından duyurdu.