30 Kasım 2009 Pazartesi

Devrimci Halkın Birliği, Merkez Büro’ya hırsız görüntüsü altında polis tacizi ve komplosu!

BASIN AÇIKLAMASI
Devrimci Halkın Birliği, Merkez Büro’ya hırsız görüntüsü altında polis tacizi ve komplosu!

Pazartesi günü sabah saat 9.30 sırasında merkez büro çalışanları işlerinden dolayı dışarıya çıktıkları sırası da han kapalı olmasına ve derginin kapısı kilitli olduğu halde bir saat sonra büroya dönen arkadaşlarımız kapının açık ve büronun karıştırılmış olduğu ve çekmecelerin kurcalandığı, telefonların ve kartların kontrol edildiği ve kasada bulunan 200 TL’nin gasp edilmesiyle karşılamışlardır. Dergimizi çalışanlarına yönelik her hangi bir olumsuz gelişmede polisi sorumlu tutacağımız herkesin bilmesini istiyoruz. Polisin bir çok devrimci kurma komplo tezgahladığını biliyoruz. Daha önceden de merkezi büromuz Beyoğlu’nda hırsızlık görüntüsü altında polislerce talan edilmiş ve büronun bilgi sayarı çalınmıştı.

Polisin bilinen korku yaratma, komplo kurma ve taciz etme taktiklerinden birisidir, hırsızlık görüntüsüyle devrimci kurumları talan etmek ve dinleme araçları koymaktır.

Bir yandan demokratikleşiyoruz palavraları atılırken diğer yandan işçilere, emekçilere ve devrimciler yönelik faşist baskı ve kuşatma Kürtlere yönelik linç saldırıları dur durak bilmeden sürüyor.

Gerçeklerin savunucusu ve sürdürücüsü olan devrimci yayınlar ve kurumlar hedefe alınarak, polis kuşatması genişletilerek, kapatmalar yaygınlaştırılarak, devrimcilerin sesi boğulmaya çalışılıyor. Ne ki faşist diktatörlük ve AKP hükümetinin işçilere, emekçilere, Kürtler ve devrimlere yönelik saldırıları ve korku dağlarını yükseltme çabaları sökmeyecek, devrim, özgürlük ve sosyalizm için dövüşenler devrimci çizgilerinde inatla, ısrarla ve cesaretle yürüyeceklerdir. Polisin dergimize yönelik hırsızlık görüntüsü altındaki taciz ve komplo girişin mini kınıyor, tüm devrimcileri, devrimci sosyalist basına yönelik faşist baskı ve saldırılara ortak tutum almaya çağırıyoruz.

Devrimci ve Sosyalist Basın Susturulamaz!
Polis Saldırı ve Komplolarına Sessiz Kalmayalım!

30 Kasım 2009
DEVRİMCİ HALKIN BİRLİĞİ

Victor Jara'nın katilleri ortaya çıkıyor

Şili'de sosyalist hükümete karşı gerçekleştirilen askei darbenin ilk günlerinde öldürülen müzisyen Jara'nın ölüümüyle ilgili adli tıp raporu da ortaya çıktı.

Şili'de 1973 yılında sosyalist Allende hükümetine yapılan darbenin ilk günlerinde katledilen efsanevi şarkıcı Victor Jara'nın ölümünde sır perdesi aralanıyor. Victor Jara Vakfı, şarkıcının cesedi üzerinde yapılan otopsi sonucunda elde edilen adli tıp raporunun ellerinde olduğunu açıkladı ve bu raporla ilgili bir basın açıklaması yapacaklarını duyurdu. Şarkıcının öldürülmeden önce ellerinin dipçikle kırıldığını, kafa, omuz, kol ve bacaklarına 44 kez ateş edildiğini belgeleyen rapor, davayı takip eden mahkemenin yargıcı Juan Eduardo Fuentes Belmar'a da gönderildi. Yargıç Fuentes 15 Mayıs 2008 tarihinde davayı Santiago Stadyumu'ndaki en üst rütbeli asker olan emekli albay Cesar Manriquez Bravo'yu suçlu bulduğunu söyleyerek kapatmıştı. Ancak şarkıcının dul eşi 82 yaşındaki Joan Jara'nın da kurucuları arasında olduğu Victor Jara Vakfı olayın peşini bırakmadı. Vakfın 2004 yılında Victor Jara Stadyumu adı verilen o stadyumdan kurtulanları ifade vermeye, dolayısıyla mahkemeye kanıt sunmaya ikna etmesiyle, şarkıcının cinayet davası geçen yıl ivme kazandı. Soruşturmayı yürütenler, Pinochet ordusunda görev yapmış yüzlerce eski askeri sorguya çekti, haziran ayında da tam bir otopsi için Jara'nın cesedi mezarından çıkarıldı.

Tetiği çeken "El Loco"

Jara'nın ölümüyle ilgili olarak çoğu eski asker konuşmayı kabul etmezken, darbeden 5 ay önce askere alınan ve o tarihte 18 yaşında olan Jose Paredes Marquez adlı bir asker, cinayeti anlatarak sorumluların adlarını verdi. Paredes'in ifadesine göre Victor Jara 11 Eylül 1973 tarihinde gerçekleşen darbeden bir gün sonra Santiago Stadyumu'na getirildi.

Dört gün süren işkencelerin ardından 17 Eylül 1973 tarihinde yüzü şişmiş ve elleri tüfek dipçiğiyle kırılmış halde stadyumdaki soyunma odalarından birine getirildi. "El Loco" (Deli) lakaplı düşük rütbeli bir subay tabancasını Jara'nın şakağına dayayarak Rus ruleti oynamaya başladı. Ta ki kurşun denk gelip Jara'nın kafatasına saplanana kadar. Jara'nın bedeni sarsılarak yere yığıldı.

Ardından Paredes de içlerinde olmak üzere odadaki askerler tarafından Jara'nın cesedine 43 kez ateş edildi. Aynı odada Jara'nın ölümüne tanıklık eden 14 kişi de geride görgü tanığı bırakmamak için makineli tüfekle öldürüldü. Bu sırada rütbeli subay Nelson Edgardo Haase Mazzei soruşturma masasının arkasında oturuyor ve olan biteni seyrediyordu. Ülkenin orta kısmında marangozluk yapan 55 yaşındaki Paredes bu ifadesinden sonra tutuklanarak cezaevine konuldu.

Joan Jara: "Cinayetin sorumlusu Pinochet ve tüm darbecilerdir"

Ne var ki, bu yeminli ifadesini iki kez imzaladığı halde Paredes, bir grup eski askerin kendisine avukat bulması ve askeri bir cezaevine transfer edilmesinin ardından söylediklerinden vazgeçti. Paredes ifadesini psikolojik baskı altında imzaladığını, o dönem kendi birliğinin başka yerde bulunduğunu, dolayısıyla Jara'nın ölümünü anlatmasının mümkün olmadığını, stadyumun soyunma odasında olanları günler sonra başka bir birlikteki askerlerden duyduğunu söyledi. Paredes kendini savunmak için ayrıca "savaş sırasında verilen emirlere uymak zorunda olduğunu" da ekledi. Jara'nın avukatı Nelson Caucoto ise ifadenin doğru olduğunu belirterek "Ortada bir kurşun varsa, silah da vardır. Erin arkasında rütbeli bir subayın emir var. Subayı bulmaya çalışıyoruz" diye konuştu.

Sanatçının dul eşi Joan Jara da, o dönem verilen emri reddetse ölecek olan Paredes'in, cinayetten sorumlu tutulan tek kişi olmaması gerektiğini belirterek, "Onun suçlu olduğunu düşünmüyorum. Tek suçlu, ölüm ve işkence emrini veren Pinochet ile bundan keyif alan, bunun parçası olan herkes" dedi. Şili'de Augusto Pinochet'in başkanlığındaki 1973-1990 yılları arasındaki askeri cunta döneminde 3 binden fazla insan öldürülmüş, 28 binden fazla kişi işkence görmüştü.

Şili'de askeri darbe

Sosyalist Allende hükümetinin ve Jara'nın kulaktan kulağa dolaşan ve resmi olmayan hikayesi ise şöyledir: 11 Eylül 1973 günü sabahı jetler Şili Başkanlık Sarayı'nın üzerinde uçarken; keskin nişancılar çoktan sarayın çevresini sarmıştı. Tanklar bütün yolları tutmuş, Allende yanlısı tüm radyo istasyonları susturulmuştu. Sabah saatlerinde, Şili'de başkanlık sarayının tanklarla sarıldığının, çeşitli yerlerde çatışmaların meydana geldiğinin haberini alanlar, bulundukları yerlerde radyolarını açtıklarında Devlet Başkanı Salvador Allende'nin vedasına tanık oldular:

"Ülkemin işçileri, Şili'ye ve kaderine güven besliyorum. Hainlerin kendilerini kabul ettirmek istedikleri bu karanlık ve kötü anlarda, er ya da geç yeni bir toplum kurmaya layık insanlar için geniş caddelerin yeniden açılacağını bilmelisiniz. Yaşasın Şili! Yaşasın halk! Yaşasın işçiler! Benim son sözlerim bunlar ve ben kendi kendimi boşu boşuna feda etmediğime inanıyorum. Alçaklığı, vefasızlığı ve hainliği mahkûm edecekler için ölümümün bir ahlâk dersi olacağına eminim..."

Santiago stadyumundan havalanan güvercin

Bu sözlerinden kısa bir süre sonra Allende elinde silahıyla çatışarak öldü. Başkanlık Sarayı'nın düşmesinden sonra Şili sokaklarında bir sürek avı başladı. Allende'nin sosyalist yönetimine gönül vermiş insanlar bir bir toplanmaya başladı. Geniş çaplı gözaltılar, tutuklamalar başlatıldı, üniversitelerden öğrenciler toplandı. Toplananların sayısı o kadar fazlaydı ki, karakollar, hapishaneler hepsini almaya yetmedi.

Bir gün sonra Victor Jara da içlerinde binlerce kişi Santiago Stadyumu'na getirildi. Stadyumda işkenceli sorgular çoktan başlamıştı bile. Ama Victor Jara bunu kabul etmedi. Katledilen yoldaşı Allende'nin acısını duyduğu halde stadyumdakilere güç verebilmek için gitarının tellerine dokundu. Santiago Stadyumu'ndan 'şefkatli bir güvercin' havalanıyordu. Gitarın telleri binlerce kişinin yüreklerini titretiyor, postalların, namluların gölgesinde kıpırdanmalar başlıyordu. Daha önce hiç söylemediği, orada düşünüp yazdığı bir şarkıyı söylüyordu Jara. "Beşbin kişiyiz burada" diye başlıyordu şarkı:

"Beş bin kişiyiz / Kimbilir kaç kişidir / Bütün şehirlerde ve bütün ülkede / Tohum eken ve fabrika işleten / Yalnız burada onbin el"

Pete Seeger: "Victor Jara ölmeyecek!"

Gitarın sesini duyan bir asker Jara'ya yaklaştı. Stadyumdakilere ibret olsun diye tüfeğini, kaldırdı, dipçiğiyle Jara'nın ellerine vurarak parmaklarını kırdı. Ama Jara'yı susturamadılar. Bu sefer var gücüyle Venceremos marşını söylemeye başladı Jara. Üstelik şimdi yalnız da değildi. Stadyumdaki onlarca yüzlerce binlerce ses de Jara'nın sesine katılıyor, Venceremos (Kazanacağız) diye haykırıyordu. Jara'nın istediği de buydu. Generallerin karşısına çıkartıldı Jara 'Bir kez de bize söylesene' dediler. O da öyle yaptı. Önce gitara vuran elleri kesildi Jara'nın, sonra şarkı söyleyen dili. Yetmedi. Jara'nın sesi kurşuna dizilerek kesildi. Ancak Santiago Stadyumu'nda söylenen türkü hafızalara adeta kazındı, dilden dile aktarılarak bugünlere kadar ulaştı.

Victor Jara"nın ölü bedeni dört gün sonra bir sokakta bulundu. Ama efsanesi hiç ölmedi. Zaten ünlü Amerikan folk şarkıcısı Pete Seeger de şöyle dememiş miydi: "Şarkılarını söylediğimiz müddetçe, cesareti içimizde onunkinden daha büyük bir cesaret uyandırdıkça Victor Jara hiç ölmeyecek!"(Bianet - EC/EÜ)

Onur Öymen protestosunun altından 'Liberal Sol Parti' çıktı

Onur Öymen’in açılım sürecini değerlendirirken mecliste yaptığı konuşmada “Dersim’de analar ağlamadı mı?” demesi günlerce gündemi meşgul etmişti. Bu konuşmadan sonra da Özellikle Tunceli(Dersim) başta olmak üzere Aleviler’in yoğun olduğu bölgelerde Onur Öymen’e ve CHP’ye karşı protestolar başlamıştı. Öymen söylediği sözleri Aleviler kabul etmeyebilir…

Ancak bu protestolar o denli örgütlü ve yandaş medya tarafından destekli idi ki amacı konusunda soru işareti yarattı. İsterseniz konuya biraz daha başka bir yerden bakalım…Referans Gazetesi yazarı Cengiz Çandar on gün önce Avrupa’da yayın yapan PKK’ya yakın günlük Yeni Özgür Politika gazetesinin konuğuydu.Şivan Perwer Vakfı için Peterberg’de yapılan toplantıya katılan Çandar’ın konuşmasının ana ekseni Kürt Açılımı üzerineydi.

Cengiz Çandar, Onur Öymen’in açıklamalarını nasıl değerlendirdiği sorusuna “Bence çok iyi oldu o. Çünkü Maske düştü” cevabını verdi. Çandar bu çıkış sonrası Öymen’e karşı gelişen tepkilerin hedefini şu sert sözlerle anlattı: “CHP kitle tabanı iki şeye dayanıyor. Büyük şehirlerin üst orta sınıflarına. Daha kitlesel tabanı ise Anadolu’daki Alevi kitlesi. Anadolu’daki Alevi kitlesinin CHP’den uzaklaşmasına yol açacağı bir süreç ve CHP’nin güç kaybetmesi puan kaybetmesi, Türkiye’de her şey bakımdan hayırlı olacak….. bu partinin şamar yemesi, güç kaybetmesi, erozyona uğraması, Alevilerin ve Kürtlerin de Türkiye’nin de hayrınadır.”

Odatv’nin de haber yaptığı bu açıklamalar, Onur Öymen’in konuşmalarıyla CHP’den Aleviler’in koparılmaya çalışıldığını gösteriyordu. Nitekim bugün konuya ilişkin ilk işaret geldi.

Bugün Alevi Bektaşi Federasyonu (ABF) Genel Başkanı Ali Balkız’ın Milliyet’te Devrim Sevimay ile bir röportajı yayımlandı. Hatırlanacağı gibi Ergenekon iddianamesinde Ali Balkız’a suikast yapılacağı iddiaları da yer almıştı. Bu iddialar Balkız’ın kimyasını bozmuş olacak ki Balkız yaşanan sürecin sonunda liberallere sıcak mesajlar vermeye başladı. Balkız verdiği röportajda içinde bulunduğu yeni liberal oluşu anlattı. Aleviler’in de bu yeni oluşumda yer alacağını söyleyen Balkız şunları ifade etti:“İlk ne zaman başladınız bu çalışmaya?

Son yerel seçimlerden iki hafta sonra seçim sonuçlarını, Alevilerin rolünü ve taleplerini değerlendiren bir deklarasyon yayımladık. Orada dedik ki “Bu parlamentodan bize umut yok. Oysa bizim sorunlarımız siyasi sorunlardır, siyaset çözecektir ve Meclis’te çözülecektir.” Bunu deyip, tüm Türkiye’deki Alevileri ve sosyal demokratları bu tespitimizi tartışmaya davet ettik. O gün bugündür de tartışıyoruz. Kaç yer gezdiniz?

Sayıyı hatırlamıyorum, ama toplantı yaptığımız il sayısı 22. En son Ankara ve İstanbul kaldı. Şimdi bu ay da onları tamamlayacağız.Kimler var bu partileşme arayışı içinde?

Çeşitli akademisyenlerin (Ahmet İnsel, Mithat Sancar, Fuat Keyman, Erol Katırcıoğlu...) ve Ufuk Uras arkadaşımızın yer aldığı bir çalışma grubu var. Bir başka hareket, 10 Aralık Hareketi (Burhan Şenatalar, İbrahim Kaboğlu, DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi). Bir de SHP yeni arayışlar içersinde. Bu üç hareketin birleşme olasılığı var mı?

Bunların birleşebilme olasılıkları yüksek, olanakları da var. Aynı şeyleri düşünüyorlar çünkü. Bizim de bunlarla birlikte olmak gibi bir amacımız var. Hepimiz diyalog halindeyiz.
2010 veya 2011’deki bir seçime katılabilecek misiniz?

O amaçlanmış vaziyette. Önümüzdeki ocak ayında adı konmuş olur.Hangi partiye alternatif olacaksınız?

Ne AKP’ye, ne CHP’ye, ne MHP’ye, ne de DTP’ye; hepsine. Çünkü biz düzene alternatif olacağız. Bunun için yeni bir sol söylem, sosyal demokrat yeni bir heyecan, yeni bir dil, yeni kadro...” Kısacası önce Ergenekon İddianamesinde bazı idialar ile ardından Onur Öymen’in konuşması bahane edilerek Alevi kesimin önderleri liberallere yaklaştırıldı. Aleviler buradan verilen mesajlar ile Ufuk Uras, Ahmet İnsel, Mithat Sancar, Fuat Keyman gibi liberal isimlerin etrafında hareket etmeye zorlandı. Kısacası Onur Öymen protestosu liberal sol partiye açıldı. (Şahin Çakmaklı / Odatv.com)

"Dinleme kayıtları AKP'ye servis ediliyor"

Avrasya Kamuoyu Araştırmaları Merkezi’nin (AKAM), 2 bin 314 kişi ile yaptığı araştırmada, vatandaşların yüzde 71.6’sının cep telefonu ile yaptıkları görüşmelerde dinlendiğini düşündüğü ortaya çıktı.

AKAM’ın, 24 il merkezinde 2 bin 314 kişi ile yaptığı araştırmada, vatandaşların yüzde 71.6’sı cep telefonu ile yaptıkları görüşmelerde dinlendiğini düşündüğü ortaya çıktı. Araştırmaya göre, katılımcıların yüzde 70.8’i da telefon ve ortam dinlemelerinin yasal olmayan yollarla yapıldığını inanıyor. Vatandaşların, yüzde. 51.8’i dinleme kayıtlarının iktidar partisine servis edildiğine inanırken, yüzde 33.4’ü buna inanmadığını ifade etti. “Fikrim yok” diyenlerin oranı ise yüzde 14.8 olarak gerçekleşti.

AKAM’ın, İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa, Konya, Adana, Antalya, Sakarya, Samsun, Gaziantep, Erzurum, Diyarbakır, Mersin, Kayseri, Eskişehir, Kocaeli, Aydın, Malatya, Van, Tokat, Trabzon, Edirne, Ağrı ve Isparta il merkezlerinde 2 bin 314 kişi ile “dinleme iddialarına” ilişkin yaptığı araştırmaya göre, vatandaşlar arasında, telefon ve ortam dinlemelerini yasal olmayan yollarla da yapıldığını düşünenlerin oranı yüzde 70.8 olurken, buna katılmayanların oranı ise yüzde 29.2 olarak gözlendi. Vatandaşların 82.7’si “Sizce devlet kurumlarının birbirini dinlemesi doğru bir yol mudur?”sorusuna “hayır” yanıtını verirken, yüzde 17.3 ise “evet” yanıtını verdi.

AKP'ye oy verenler de dinlemelere karşıAraştırmaya göre, “Telefon dinlemelerini doğru buluyor musunuz? sorusuna AKP’li vatandaşların yüzde 75.2’si “hayır” yanıtını verirken, CHP’liler de ise bu oran yüzde 99’a çıkıyor. AKP’liler arasında telefonda mahrem konuları konuşurken tedirgin olanların oranı yüzde 42.5 iken, bu oran CHP’lilerde yüzde 66.8, MHP’lilerde 69.6, DTP’lilerde ise 71.5 olarak belirtiliyor.

"Demokrasi geriledi"
Vatandaşların yüzde 60.9’u “AKP iktidarı döneminde hak ihlalleri arttı mı azaldı mı? sorusuna “hak ihlalleri arttı” şeklinde yanıt verdi. Aynı soruya “hak ihlalleri azaldı” yanıtını verenlerin oranı yüzde 32.4 olurken, bu oran “değişmedi” diyenlerde ise yüzde 6.7 oldu. Katılımcılardan AKP iktidarı süresince “demokrasinin geliştiğine” inananların oranı yüzde 31.8 iken, vatandaşların 54.3’ü ise “demokrasinin gerilediğini” savundu.

"Dinleme kayıtları AKP'ye servis ediliyor"
Araştırmaya katılanların yüzde 51.8’i dinleme kayıtlarının iktidar partisine servis edildiğine inanırken, yüzde 33.4’ü buna inanmadığını ifade etti. “Fikrim yok” diyenlerin oranı ise yüzde 14.8 olarak gerçekleşti. Muhalefet partilerinin dinlendiğine inananların oranı ise yüzde 64,5. Vatandaşların yüzde 56.7’si dinleme kayıtlarının iktidar tarafından medyaya servis edildiği iddialarına katılıyor. Bu oran “katılmayanlarda” yüzde 30.4 olarak gözleniyor. “Fikir belirtmeyenler” ise yüzde 12.9. “Muhalif grupların özellikle dinlendiği iddialarına katılıyor musunuz?” sorusuna ise vatandaşların yüzde 64.1’i “katılıyorum” yanıtını veriyor. (soL)

Filistin halkına komünistlerden destek

Filistin Halkıyla Dayanışma Günü'nde dünya komünist partileri İsrail'i kınarken, uluslararası kamuoyunu duyarlı olmaya çağırdılar.

Kanada Komünist Partisi (CPC), Kanada'nın Filistin politikasına karşı bir eylem düzenledi.

Birleşmiş Milletler tarafından düzenlenen Filistin Halkıyla Uluslararası Dayanışma Günü vesilesiyle dün Kanada'nın Manitoba eyaletinin merkezi Winnipeg'de düzenlenen eylemde, Kanada meclisinin İsrail yönetimine tek yanlı desteği protesto edildi. “İşgale son”, “Kanada barışın sesi oldun” yazılı pankartlar taşıyan CPC üyelerine, Manitoba'da yaşayan İsrailliler ve Filistinliler de destek verdi.

Eylemde bir açıklama yapan CPC Manitoba örgütü yöneticisi Darrell Rankin, “İsrail konusunda körlük var. Gözlerimizi açmalı bölgede savaş tehlikesinin kaynağının ne olduğunu görmeliyiz” diye konuştu.

Winnipeg'de göçmen olarak yaşayan İsrailli Arap Tahir İbrahim ise, Filistin halkına desteği nedeniyle İsrail toplumu kendisini “hain” olarak görecekse, bunun bir kendisi için bir gurur kaynağı olacağını söyledi.
İspanyol komünistler de Filistin'in yanında
Filistin halkına dün bir destek de İspanya Halklarının Komünist Partisi'nden (PCPE) geldi.

“Filistin halkının mücadelesi bizim mücadelemizdir” başlıklı yazılı açıklamada, İsrail'in Filistin'deki katliamları hatırlatılarak, İsrail'in bu rahatlığının arasında yabancı devletlerin onayının yer aldığı savunuldu.

Açıklamada, İsrail'in Yahudi çoğunluğun hakim olduğu bir devlet ısrarına dayanan Siyonist bir proje olduğu ve bu nedenle Filistin halkının dünyadaki en “yurtsuz” halk olduğu ifade edildi.
PCPE'nin açıklamasında İsrail hakkında insanlığa karşı suçlardan dava açılması ve Filistin halkının hakları için harekete geçilmesi talepleri de yer aldı.

Harç protestosuna 5 yıl hapis istemi



Foto: Harç protestosuna 5 yıl hapis istemi

ANKARA (29.11.2009)- Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nın Genç Sen'liler hakkında hazırladığı iddianame, Ankara 8. Asliye Ceza Mahkemesi tarafından kabul edildi. Genç Sen'liler, harçlara zam yapılmamasını istedikleri için 5 yıla kadar hapis cezası istemiyle yargılanacak.

Yüzde 500'lük harç zamlarının görüşüldüğü Bakanlar Kurulu toplantısını protesto eden Genç Sen üyelerine dava açıldı. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nın hazırladığı iddianame, Ankara 8. Asliye Ceza Mahkemesi tarafından kabul edildi. Eyleme katılanın da katılmayanın da yargılandığı davaya önümüzdeki günlerde başlanacak.

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nın hazırladığı iddinamede, eyleme katılmayanların da cezalandırılması isteniyor. Öğrencilerin, 19 Ağustos 2009 tarihinde, yüzde 500'lük harç zammına karşı Bakanlar Kurulu toplantısının yapıldığı sıralarda gerçekleştirdiği eylem, iddianamede, “izinsiz toplantı ve gösteri yürüyüşü” olarak geçti. Yüzde 3 memur maaşlarının ardından, harçlara zam yapılmamasını isteyen öğrencilerden 4'ünün, “kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşünün yönetiminde” yer aldığı, 5'inin “izinsiz eyleme müdahale sırasında cebir ve şiddet göstererek polise mukavemette bulunduğu”, 31'inin de “eyleme devam edip dağılmadıkları” ileri sürüldü.

İddianamede, 40 kişi hakkında, 1 yıl 6 aydan 5 yıla kadar hapis cezaları isteniyor.

Genç Sen üyeleri yüzde 500'lük harç zamlarının görüşüleceği Bakanlar Kurulu toplantısı için Başbakanlık önüne yürümüştü. Polis, eyleme saldırmış, Genç-Sen üyesi 14 genci gözaltına almıştı. Gözaltına alınan Genç-Sen'li kadınlar, polis tacizine ve şiddetine uğramıştı.

Mersin ve İstanbul’da polis saldırısı: 2 yaralı



Foto: Mersin ve İstanbul’da polis saldırısı: 2 yaralı Mersin ve İstanbul'da Kürt Ulusal Lideri Abdullah Öcalan'ın sağlık durumuna dikkat çekmek amacıyla yapılan gösterilere polis saldırdı. Mersin'de polis Kürt gençlere silahla ateş etti, iki kişi yaralandı.

Mersin'de Abdullah Öcalan'ın İmralı'daki koşullarını protesto etmek ve PKK'nin 31. kuruluş yıl dönümünü kutlamak amacıyla başlayan gösteriler devam ediyor. Mersin'in Akdeniz İlçesi Çilek Mahallesi'nde yapılan gösterilerde Adana-Mersin Otoyolu ve tren yolu trafiğe kapatılırken, polisin gaz bombaları ve plastik mermilerle saldırısı sonucu çatışmalar yaşandı. Çatışmalar, Yenipazar, Güneş ve Şevket Sümer mahallelerine de sıçradı.

Şevket Sümer Mahallesi'nde bir araya gelen yüzlerce kişi, molotof ve havai fişeklerle Siteler Polis Karakolu'na saldırdı. Polis, gaz bombası ve plastik merminin yanı sıra silahla Kürt gençlere ateş açtı. Polisin karakolun içinden açtığı ateş sonucu Şahin Arslan isimli 16 yaşındaki çocuk, göğsünden ve kolundan aldığı iki kurşunla yaralandı. Şahin, Mersin Devlet Hastanesi'ne kaldırıldı. Ayrıca ismi öğrenilmeyen bir kişinin daha yaralandığı bildirildi.

Çatışmalar nedeniyle Siteler Polis Karakolu'nun bulunduğu cadde savaş alanına döndü. Karakol sokağındaki eylem sonlandırılırken, Şevket Sümer, Yenipazar ve Güneş mahallelerinin ara sokaklarında gösteriler devam ediyor.

Tarsus'un Barbaros, Şahin, Fahrettinpaşa, Gazipaşa, Tozkoparan ve Girne mahallelerinde ve Toroslar'ın Kurdali Mahallesi'nde de polisler gösterilere saldırdı. Kürt halkının, polislere karşılık vermesi üzerine çatışmalar çıktı. Tarsus'taki gösteriler ara sokaklarda devam ediyor, Toroslar ilçesindeki eylem ise son buldu.

İstanbul'da polisle çatışma

PKK'nin 31. kuruluş yıl dönümünü kutlamak ve Abdullah Öcalan'ın İmralı'daki koşullarını protesto etmek amacıyla gösteri yapan halka polisin saldırması sonucunda çatışma çıktı.

Okmeydanı Anadolu Kahvehanesi önünde bir araya gelen kalabalık bir grup, PKK'nin 31. kuruluş yıl dönümünü kutlayarak, Öcalan'ın İmralı koşullarını protesto etti. Havai fişek gösterisi yapan grup, yola molotof atarak yolu bir süre trafiğe kapattı. Tazyikli su ve gaz bombaları ile halka saldıran polise, molotoflarla karşılık verilmesi üzerine çatışmalar başladı. Okmeydanı'nda molotofun isabet ettiği akrep olarak bilinen bir polis aracı yandı, araç büyük oranda hasar gördü. Çatışmalar ara sokaklarda devam ediyor.

29 Kasım 2009 Pazar

Atatürk'ün İslam anlayışı

Diyanet Dergisi'nde Atatürk'ün Peygamber anlayışını inceleyen ve genişçe bir yer verilen yazıda bilinmeyenler gün yüzüne çıkartıldı.

Atatürk'ün dindar olup olmadığı, nasıl ibadet ettiği tartışmalarına Diyanet İşleri Başkanlığı da katıldı. Başkanlık tarafından yayımlanan Diyanet Dergisi bu ayki sayısında ilginç bir konuya yer verdi.

"Atatürk'ün Peygamber anlayışını" irdeleyen yazıda, "Dolmabahçe Sarayı ve Çankaya Köşkü, onun hafızları çağırıp sık sık Kuran okutmasına tanık olmuştur" denildi. Yazıda, Atatürk'ün Cumhurbaşkanı seçilmesinden önce okuduğu bir hutbe örnek gösterildi ve "Atatürk, camide minberde cemaate hutbe okuyan ilk ve tek cumhurbaşkanıdır" denildi. Yazı Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde görev yapan Doç. Dr. Selim Özarslan tarafından kaleme alındı. "Atatürk'ün Peygamber Anlayışı" başlıklı yazıda dikkat çeken bölümler şöyle:

MİNBERDEN HUTBE OKUDU

ATATÜRK'ÜN KURAN'A BAĞLILIĞI: Atatürk'ün Kuran'a bağlılığını ve sevgisini de, Kitab-ı Ekmel yani 'Mükemmel Kitap' olarak isimlendirerek belirtmiştir. O'nun Kuran'a olan muhabbeti her yerde sürmüş, Dolmabahçe Sarayı ve Çankaya Köşkü onun bu sevgisine hafızları çağırarak sık sık Kuran okutmasıyla tanık olmuştur. Yine Kuran ayetleri üzerine araştırma ve incelemeler yapmış, meşhur din bilginleri ve hafızlarla meal ve tefsir konularında fikir teatisinde bulunmuştur.

DİNİ KENDİ DİLİNDE ÖĞRENMEK: Atatürk hadislerin Türkçeye çevrilmesini sağladı. Söz konusu çalışmalarla Müslüman Türk milletinin kendi dinini ana metinlerinden öğrenme imkânına kavuşmasını sağlayan Mustafa Kemal Atatürk olmuştur. Bu çalışmalara ulemadan da tepki gelmiştir. Dönemin sosyal ve politik şartları bu projenin devamlılığına imkân tanımamıştır.

HUTBE OKUDU: Atatürk minberden cemaate hutbe okuyan ilk ve tek cumhurbaşkanıdır. Atatürk'ün din ve Tanrı tasavvurunu en güzel anlatan konuşmalarından biri de 7 Şubat 1923'te, Balıkesir Zagros Camisi'nden yapmış olduğu hutbesidir.

İBADET ANLAYIŞI: Atatürk'ün dinin asıl unsurlarından olan ibadetle ilgili düşünceleri, dinin belirlediği ve Hz. Peygamber'in uygulamasıyla aktüelleştirdiği formel biçimiyle, yaratan-yaratılan arasındaki samimi irtibatı temsil eden ibadet felsefesiyle ahenkli bir uyum halindedir.
İlahiyatçı Doç. Dr. Selim Özarslan'ın makalesinde, "Atatürk camide minbere çıkarak cemaate hutbe okumuş ilk ve tek cumhurbaşkanıdır" deniyor.

Şalit'e karşı 980 tutuklu

İsrail ile Hamas arasında dolaylı tutuklu teatisine ilişkin olarak yürütülen görüşmeler kapsamında, bir anlaşmaya ulaşılması halinde İsrail'in, 2,5 yıl önce kaçırılan askeri Gilad Şalit'in geri dönmesi karşılığında muhtemelen 980 Filistinli tutukluyu serbest bırakacağı açıklandı.
Tutuklu teatisi görüşmelerine ilişkin haberlerde sansür uygulanması ve kamuoyuna İsrail tarafından bilgi verilmemesi üzerine, Almagor Terör Kurbanları Derneği ile bazı aileler tarafından Adalet Yüksek Mahkemesi'ne yapılan başvuruya cevap veren İsrail kamu savcılığı, bir anlaşmanın parçası olarak, isimleri Hamas tarafından iletilen 450 Filistinli tutuklunun prensipte serbest bırakılmasının öngörüldüğünü bildirdi. Kamu Savcılığı ayrıca, İsrail tarafından seçilecek 530 Filistinli tutuklunun da Filistinliler'e jest olarak bırakılacağını bildirdi, ancak "bırakılması öngörülen tutukluların isimleriyle ilgili listenin ve bu konudaki ilkelerin henüz oluşturulmadığını" da kaydetti. Savcılığın açıklamasında, ancak anlaşmanın sonlandırılmasından sonra takasa konu olacak tutukluların isimlerinin yayımlanacağı vurgulandı. Dernek ve aileler, yürütülen tutuklu teatisinde öngörülen kriterleri ve serbest bırakılacakların isimlerinin açıklanması talebinde bulunmuşlardı.

Askeri savcılık, tarafların yabancı arabulucuya, müzakerelerin ayrıntılarının gizli kalacağı konusunda söz verdiklerini, bunun da arabulucunun taraflar arasında etkili müzakereler yapabilmesine imkan vermek amacını taşıdığını kaydetti.

Haberlerle ilgili yayın yasağı konusuna da değinilen açıklamada, kaçırılan askerin geri dönüşüne zarar verebilecek herhangi bir bilginin medyada yayımlanmasına askeri sansürün yasak koymaya yetkili olduğu ifade edildi. Sansür kurumunun ayrıca, Şalit karşılığı ödenecek bedelin yükselmesine neden olabilecek ve devletin güvenliğine zarar verebilecek haberleri yasaklama yetkisinin bulunduğu kaydedildi.

2007 Haziran ayında kaçırılan İsrailli asker Gilat Şalit, o günden bu yana Gazze Şeridi'nde tutuluyor. İsrail ile Hamas arasında, Almanya ve Mısır'ın arabuluculuğunda yürütülen dolaylı müzakerelerin Kurban Bayramı'ndan önce Hamas tarafından sunulan listedeki bazı isimler nedeniyle kilitlendiği bildirilmişti. Ancak görüşmelerin yarından sonra yeniden işlerlik kazanması bekleniyor.

Filistinli bir kaynak, El Cezire televizyonuna Alman arabulucunun İsrail'in nihai önerisine cevabını almak için Hamas liderleriyle görüşeceğini de bildirdi. Aynı kaynak, müzakerelerin Gazze'de sonuçlandırılacağını da belirtti.

Aynı kaynağa göre, son görüşmelerde asıl engel, muhtemel bir anlaşmanın Hamas'ı kuvvetlendirerek Batı Şeria'da El Fetih'in Filistin Yönetimi'ne zarar vereceğini düşünen Amerika oldu. Filistinli kaynak, bu nedenle ABD'nin anlaşmanın ertelenmesini ve değiştirilmesini istediğini ifade etti.

Minareye yasak çıktı

İsviçre'de yeni minare yapımına yasak getirilip getirilmeyeceğine karar vermek amacıyla düzenlenen referandumda, seçmenin yüzde 57'den fazlasının yasağa destek verdiği bildirildi.

Referandumun kesin sonuçlarına göre, konfederasyonu oluşturan 26 kantondan sadece dördü bu yasağa karşı çıktı.

Yorumcuların, bu sonucu "büyük sürpriz" olarak değerlendirdikleri belirtildi. İsviçre hükümeti ve parlamentosu, İsviçre anayasasına, dini özgürlüklere ve ülkenin hoşgörü geleneğine aykırı olduğunu bildirdiği girişimi reddettiğini bildirmişti. BM insan hakları izleme organı da kaygılarını dile getirmişti. İsviçre'de sağ kanattaki İsviçre Halk Partisi ile Federal Demokratik Birlikten bir grup politikacı, referandum yapılması için yeterli imzayı toplamıştı.

Nüfusu 7 milyonu geçen İsviçre'de 300 binden fazla Müslüman yaşıyor. Müslümanların çoğunu Bosna, Kosova ve Türkiye'den gelenler oluşturuyor.
Linçler bir devlet politikası
Foto: Linçler bir devlet politikası-İzmir ve Çanakkale'deki linç girişimleri, son yıllarda başta Kürtler olmak üzere devrimcilere yönelik linç girişimlerini ve ırkçı faşist saldırıları yeniden tartışma konusu haline getirdi. Son 4 yılda 39 linç girişimi yaşandı.

Cumhuriyet mitinglerine en kitlesel katılımın yaşandığı, kemalistlerin kalesi İzmir aynı zamanda Kürtlere yönelik saldırılarla da dikkat çekti. AKP, CHP ve MHP'nin kışkırtmaları sonucu Türkiye'nin değişik il ve ilçelerinde son 4 yılda en az 39 linç girişimi meydana geldi. Devletin, “vatandaş hassasiyeti” veya “münferit olaylar” olarak değerlendirdiği kontrgerilla işi saldırılarda Kürtlerin, evleri, işyerleri, araçları yakıldı; Kürtler linç edilmek istendi.

İzmir'de Kürtlere yönelik faşist saldırının ardından Başbakan Erdoğan ve diğer hükümet yetkilileri DTP'yi suçladı. Oysa Kürdistan’da çatışmaların en yoğun olduğu dönemde bile yaşanmayan görüntüler özellikle AKP hükümetinin iş başına gelmesinden sonra arttı. DTP'yi suçlayan Erdoğan 2008 yılında İstanbul'da Kürtlere yapılan pompalı saldırıyı savunmuş ve vatandaşın kendini müdafaa etme hakkı olduğunu söylemişti.

2005 yılında yine Bursa'nın Bozüyük İlçesi'nde yüzlerce Kürdün yaralandığı linç girişimini o dönem Adalet Bakanlığı yapan Cemil Çiçek 'vatandaş tepkisi' olarak yorumlamıştı. DTP'nin geçen yıl Hatay'a yapacağı ziyaret öncesi belediye başkanı tarafından bilboardlara 'Ya sev ya terket' sloganları yazılmış hem hükümet hem de yargı buna sessiz kalmıştı. Kürtlere yönelik linç saldırılarının en yoğun yerlerin başında gelen Bursa, Sakarya ve İzmir'de 'Kürtlerden alışveriş yapmayın' gibi propagandaların yapılması dikkat çekiyor.

Hükümet yetkililerinin açıklamalarıyla teşvik ettiği linç saldırılarının bilançosu ise korkutucu boyutlarda. Son 4 yılda sadece kamuoyuna yansıyan linç saldırısının sayısı 39.

Son 4 yıl içerisinde meydana gelen bazı linç olayları

-6 Nisan 2005'te Trabzon'da bildiri dağıtan TAYAD'lı gençler linç edilmek istendi.

-10 Nisan 2005'te 4 TAYAD'lı gencin tutuklanması üzerine, Trabzon'da basın açıklaması yapmak isteyen TAYAD'lılar yine linç edilmek istendi.

-12 Nisan 2005'te Sakarya'da, TAYAD'lılara yapılan saldırıları protesto etmek için bildiri dağıtan beş genç yüzlerce kişi tarafından linç edilmek istendi.

-21 Ağustos 2005'te İzmir Seferihisar'da 5 Kürt genci PKK'li diye linç edilmek istendi.

-6 Eylül 2005'te Gemlik'te yapılması planlanan ve izin verilmeyen mitinge katılmak için yola çıkan otobüsler Bozüyük'te faşistlerin saldırısına uğradı. Otobüslerdekilerin diri diri yakılmak istendiği olaylarda yüzlerce kişi yaralandı.

-10 Ekim 2005'te Kayseri'de ESP üyesi 15 kişi basın açıklaması yaptı ve faşistlerin saldırısına uğradı.

-2 Kasım 2005'te Rize'de TAYAD üyelerine saldırıldı.

-12 Aralık 2005'te Samsun'da bildiri dağıtan Temel Halklar Federasyonu üyesi dört genç linç edilmek istendi.

-31 Aralık 2005'te Artvin'de bildiri dağıtan iki TAYAD'lı genç dövüldü.

-25 Şubat 2006'da İzmit'te faşistler, bayrağı tekmelediğini iddia ettikleri bir genci linç etmeye kalkıştı.

-31 Mart 2006: Sakarya Üniversitesi'nden dokuz öğrenci, Çark Caddesi'nde duvarlara Mahir Çayan ile ilgili afiş asmaya çalışırken 2 bin kişinin saldırısına uğradı.

-8 Nisan 2006'da Erzincan'da oturma eylemi yapanlar linç edilmek istendi.

-8 Nisan 2006'da Isparta’da bildiri dağıtan gençlere PKK'li oldukları iddiasıyla linç girişiminde bulunuldu.

-12 Mayıs 2006'da Mersin'de, bildiri dağıtan TAYAD'lılar faşistlerin saldırısına uğradı.

-21 Mayıs 2006'da İzmir Kemalpaşa'da Kürtlere saldırıldı. Saldırı esnasında Ülkü Ocakları 2. Başkanı öldü. Bunun üzerine ilçede Kürt kökenli insanlara karşı linç kampanyası başlatıldı. Yaklaşık 100 Kürt ilçeyi terk etmek zorunda kaldı.

2-0 Temmuz 2006'da Kırklareli Kıyıköy'de kamp yapan Temel Haklar ve Özgürlükler Dernekleri Federasyonu üyelerine polis saldırısı ertesinde linç girişiminde bulunuldu.

- 22 Ağustos 2006'da Tokat'a sınav için gelen bir öğrenci, PKK lehine slogan attığı iddiasıyla dövüldü.

- 29 Ağustos 2006'da Konya'nın Bozkır ilçesi'nde Kürt inşaat işçilerine yönelik linç girişimi başlatıldı. Bir işçi linç girişiminden son anda kurtarıldı. 25 işçi ilçe dışına çıkarıldı.

- 30 Ağustos 2006'da İstanbul'da 30 Ağustos kutlama törenlerinde 4 genç 'İsrail Askeri Olmayacağız!' pankartını açtı. Polis bunları ‘vatan haini’ diyerek hedef gösterdi. Bunun üzerine 4 genç linç girişimine maruz kaldı.

- 7 Eylül 2006: Sakarya'nın Akyazı'da bir çay bahçesinde MHP'lilerin fındık işçilere 'Sizler PKK'lisiniz', 'Terörist Kürtler' diyerek saldırdı. 4 Kürt işçi gözaltına alındı

- 5 Haziran 2007: Ahmet Kaya tişörtü giydikleri ve Özgür Gündem Gazetesi okudukları için Diyarbakırlı iki işçi, 500 MHP'li tarafından linç edilmek istendi.

- 26 Kasım 2007: Adapazarı'nda 20 kişi gözaltına alındı. Sağlık kontrolü için Erenler Sağlık Ocağı'na götürülen 20 kişi saldırıya karşı karşıya kaldı.

- 30 Aralık 2007 Polisin Sakarya'da PKK sempatizanı olduğu iddiasıyla gözaltına aldığı 20 kişi muayene için götürüldükleri Erenler Sağlık Ocağı önünde linç edilmek istendi.

- 8 Ocak 2008 Afyon Kocatepe Üniversitesi'nde okuyan 2 Kürt öğrenciyi kaçırarak bir eve götüren ülkücüler, öğrencilere 5 saat boyunca akıl almaz işkenceler uyguladı. Falakaya yatırılan, askıya alınan, kırbaçlanan öğrenciler, boş bir araziye terk edildikten sonra götürüldükleri hastaneden bir aylık 'iş göremez' raporu aldı.

- 27 Nisan 2008: 'Barış ve Kardeşlik Şöleni' düzenleyen DTP'lilere ülkücüler saldırdı, 65 yaşındaki Ebubekir Kalkan kalp krizi geçirerek yaşamını yitirdi.

- 15 Haziran 2008: Kocaeli'nin Gebze İlçesi'nde 12 Kürt işçi 13 Haziran akşamı bir kadına sözlü tacizde bulundukları iddiasıyla linç girişimine maruz kaldı.

- 3 Eylül 2008 Mersin Tepeköy Beldesi'nde şeftali toplamaya giden çoğu kadın 150 Kürt işçi, belde sakinlerinin saldırısına maruz kaldı.

- 1 Ekim 2008 Balıkesir'in Ayvalık ilçesinin Altınova beldesinde gençlerin sözlü sataşmasıyla başlayan ve 2 kişinin ölümüyle sonuçlanan kavganın ardından yaşanan olaylarda, belde de yaşayan Kürt yurttaşların evleri taşlandı, işyerleri talan edildi, arabaları yakıldı.

- 2 Ekim 2008 : Balıkesir'in Ayvalık İlçesi'ne bağlı Altınova Beldesi'nde gürültü yüzünden çıkan kavgada iki kişinin ölümünden Kürtleri sorumlu tutan faşistler toplanarak Kürtlerin sahibi olduğu dükkânları, araçlar taşladı. Bir ev ateşe verildi.

-9 Ekim 2008 Muğla'nın Fethiye ilçesi Karaçulha Beldesi'nde, gençler arasında çıkan kavga yine Kürtlere saldırıya dönüştü. Kürtlerin yaşadığı Cumhuriyet Mahallesi 50 kişilik grup tarafından basılması son anda önlendi

- 6 Kasım 2008: Adana'nın Hadırlı Mahallesi'nde, 18 yaşındaki Tekin Erdik'in emanet aldığı motosikleti çalmaya çalışan ve Kürt olduğu ileri sürülen 3 kişi tarafından bıçaklanarak öldürülmesi, mahalleyi ayağa kaldırdı. Mahallede, Türk bayrakları sallayıp, PKK aleyhine sloganlar atan faşistler, olayla ilgili olarak gözaltına alınan bir zanlıyı linç etmek istedi, jandarmaya ait aracın camlarını kırdı.

- Mayıs 2009: Sakarya’nın Akyazı İlçesi'nde günlerce devam eden gerginliğin ardından 19 Mayıs günü akşam saatlerinde fındık işçilerine yönelik saldırı oldu. 1 Kürt öldürüldü, 2 Kürt’te ağır yaralandı.

- 15 Ekim 2009 Sakarya'nın Arifiye ilçesinde bindiği şehiriçi dolmuşta telefonda Kürtçe konuşan Halis Çelik, araçtakiler tarafından 'Burası Türkiye Kürtçe konuşamazsın' denilerek, linç edilmek istendi. Çelik 15 gün iş göremez raporu aldı.

- 25 Ekim 2009: DTP Konya İl binası önüne gelen 150 kişilik ülkücü bir grubun binanın cam ve kapılarını kırdı.

- 26 Ekim 2009 Edirne İpsala'nın Karpuzlu Beldesi'nde çalışan Ümit Baran ve 2 kardeşi alışveriş yapmak üzere gittiği pazarda telefonlarında Kürtçe melodi çaldığı gerekçesiyle linç girişimine maruz kalmıştı.

- 13 Kasım 2009 Tekirdağ'ın Hayrabolu İlçesi'nde Kürtçe konuştukları gerekçesiyle linç girişimine maruz kalan işçilerden 2'si ağır olmak üzere 6'sı yaralandı. İşçiler ilçede can güvenliklerinin kalmadığını söyledi.

- 17 Kasım 2009: Afyon Kocatepe Üniversitesi'nde bir grup ülkücü faşist Fen-Edebiyat Fakültesi'nde Coğrafya bölümünde okuyan 1. sınıf öğrencisi Ali Canan Hakkarili olduğu için dövüldü.

- 22 Kasım 2009: İzmir’de DTP konvoyuna ulusalcı faşist ve ülkücülerin saldırısı sonucu 20’ye yakın kişi yaralandı.

-26 Kasım 2009 Çanakkale’nin Bayramiç ilçesinde yaklaşık 2 bin 500 kişi Kürtlere linç girişiminde bulundu. Kürtlerin yaşadığı Harmanlık mahallesi önünde toplanan binlerce kişi Kürtlerin ilçeyi terk etmesini istedi.

8 kişi gerilla kıyafeti giydirilip infaz edildi

Foto: 8 kişi gerilla kıyafeti giydirilip infaz edildi
1994 yılında Lice'de Bolu Komando Tugayı tarafından gözaltına alınan 8 kişinin, gerilla elbisesi giydirilip dağda infaz edildiği ortaya çıktı. R.A. adlı köylü, yıllar sonra Cumhuriyet Savcısı'na olayları anlattı.

Amed'in Kulp ilçesinde 13 Mayıs 1994 tarihinde Bolu Komando Tugayı'na bağlı askerler tarafından gözaltına alındıktan sonra infaz edilen ve 2003 yılında kemikleri bir toplu mezarda ortaya çıkan 8 kişiyi en son gören kişi, savcıya ifade verdi. Tanık R.A., gözaltına alınan Ali, Ekrem, Ramazan ve Hasan Bulut ile Mehmet Selim Örhan'ın YİBO'da işkence yapıldıktan sonra gerilla kıyafetleri giydirilip kırsal alanda infaz edildiğini belirtti.

R.A. isimli köylü, İHD Diyarbakır Şubesine başvurarak, 2003 yılında kemikleri bulunan kişileri en son kendisinin gördüğünü belirtti. R.A, İHD'nin yönlendirmesi üzerine, kemiklerle ilgili soruşturmayı yürüten Diyarbakır'daki Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısına tanık olarak ifade verdi.

R.A., ifadesinde şunları anlattı: “22 Mayıs 1994 tarihinde Bolu Komando Tugayı'na bağlı askerler köye geldi. Eşyalarımızı dışarı çıkarmamızı söylediler. Bütün köylüler eşyalarını dışarı çıkardı. Eşyalarımız yakıldı. Beni ve amcamın oğulları Ş.A., H.A., ve S.A.'yı gözaltına aldılar.”

19 gün boyunca işkence

Gözaltına alındıktan sonra Bolu Dağ Komando Tugayı tarafından kullanılan Yatılı Bölge İlköğretim Okulu (YİBO)'ya götürüldüklerini söyleyen R.A., o tarihte Bolu Komando Tugayına bağlı askerlerin orada kaldığını belirtti. R.A., gözaltındayken yaşadıklarını şöyle anlattı: “Beni okulun büyükçe bir banyosuna bıraktılar. Bu banyoda, benimle birlikte önceden tanıdığım Hasan, Cezayir ve Mehmet Selim Örhan ile gözaltında kaldığım sürede tanıdığım Ekrem, Ramazan ve Ali Bulut, Şemdin Koç, soyadını bilmediğim Ramazan ile adını soyadını bilmediğim ve kendisini Edirneli olarak tanıtan bir şahıs daha vardı. Gözaltında kaldığım sürede toplam 10 kişiydik. Her türlü işkencenin yapıldığı gözaltında 19 gün kaldım.”

R.A., bir gece banyoya gelen askerlerin, gözlerini bağlayarak, banyodan çıkardıklarını anlattı ve şöyle devam etti: “Yaklaşık bir saat sonra gözlerimizi açtılar. Banyoda sadece ben, Ramazan ve Şemdin Koç kalmıştık. Bir ara ben izin alarak tuvalete çıktım. Tuvalete giderken, tuvaletin yanındaki odanın içinde Cezayir'i gördüm. Kendilerine gerilla elbiseleri giydirildiğini, ertesi gün dağa götüreceklerini, orada kameraya çekilip serbest bırakılacaklarını söyledi. Gerçekten de gerilla elbiseleri giydirilmişti. Ancak Cezayir ağlıyordu. Bana 'eğer seni serbest bırakırlarsa akrabalarıma haber ver' dedi. Sabah 06.00-07.00 sıralarında kalktım askerlere sordum. Diğerlerinin götürüldüğünü söylediler. Bir daha da bu kişileri görmedim.”

Kemikleri toplu mezarda bulundu

Bolu Dağ Komando Tugayı ve Lice Jandarma Komutanlığı ile köy korucuları, 13 Mayıs 1994'te Amed'in Lice ilçesine bağlı Entax (Kabakaya) köyüne bağlı Comarl (Esenli) mezrasına baskın düzenledi. Baskında 80 hanelik mezra ateşe verildi ve çok sayıda köylü gözaltına alındı. Gözaltına alınan köylülerden 8'inden o tarihten itibaren haber alınamadı. Ailelerin olayı takip etmesi sonucu 8 kişinin kurşuna dizildikten sonra yakılarak bilinmeyen bir yere gömüldükleri ortaya çıktı. Daha sonra, İHD'nin girişimleriyle Kulp'a bağlı Bağcılar Köyü yakınlarındaki Düzpelit mezrasında 2003 yılında kazı yapıldı. Kazıda bulunan toplu mezarda 8 kişiye ait kemikler ortaya çıktı. İstanbul Adli Tıp Kurumu'nda yapılan DNA testinin sonuçları 2006 yılında çıktı, kemiklerin gözaltına alınan Ali Bulut, Ekrem Bulut, Ramazan Bulut, Ferdi Hasan Bulut ve Mehmet Selim Örhan'a ait olduğu tespit edildi.

Köylülerin gözaltına alındığı tarihte Bolu Dağ Komando Tugayı Komutanı emekli Tümgeneral Yavuz Ertürk idi. Tanık ifadesinin ardından gözler şimdi savcılarda.

Kürt milliyetçi hareketi özür dilemelidir!

Sorun geçiştirilemez!
Kürt milliyetçi hareketin 9 Kasım'da 1 Mayıs Mahallesi'ndeki Anadolu Haklar Derneği'ne ve Gülsuyu Haklar Derneği'ne yönelik gerçekleştirdiği saldırıların üzerinden 20 gün geçti. 20 günün sonunda halen DTP'den gelmiş bir kınama, bir açıklama, bir özür yoktur.

20 gün bir açıklama, bir kınama ve bir özür için sanırız yeterli bir süredir. Böylesine vahim saldırıların yapıldığı bir olayda, aradan 20 gün geçmesine rağmen tek bir kınama yapılmıyorsa, orada bir belirsizlik yoktur.

Saldırılar, "ayları bulacak bir araştırma"yı, gerektirmiyor. Neyi araştıracaklar? Saldırıya uğrayanlar devrimcilerdir. Saldıranlar da bellidir. Evet, DTP'ye bir kez daha soruyoruz:

DTP aradan 20 gün geçmesine rağmen, halen saldırıyı neden kınamamıştır?

Bu basit bir "unutkanlık", "ihmalkarlık" olamaz. Devrimcilere saldırı, sıradan bir olay değildir. Kendileri çok "kanıksamış" olabilirler, ama biz kanıksamıyoruz. Saldırdıkları kurumlardaki devrimcilerin canına kastetmişlerdir.

Sorun, üç-beş "söz geçirilemeyen Kürt genci"nin işi olmadığına, ortada ciddi, planlı bir saldırı olduğuna göre DTP susarak, oyalayarak bir yere varamaz! Asıl olarak DTP'nin bu konudaki "suskunluğu"nun nedeni açıklanmalıdır. Böylesi saldırıların, sola, halkın mücadelesine verdiği zararlar açık ve tartışılmazdır. Bu zararlar, yarattığı tahribatlar bilindiği halde "susmak" nasıl izah edilecektir?

Devrimcilerin komisyonu burjuva komisyonu değildir
Ülkemizde bir sorunu sümen altı yapmanın, "araştırıyoruz, soruşturuyoruz" deyip üstünü kapatmanın en etkili ve kestirme yollarından biri TBMM'de bir komisyona havale etmektir... Nitekim düzen partileri bu yöntemi halka, halkın taleplerine karşı sıkça kullanmışlardır. Hatta zaman zaman oligarşi içi çatışmalarda birbirlerine karşı da kullanmışlardır... O hale gelmiştir ki Meclis komisyonları, düzenin kirini, pasını, suçlarını örtme, aklama veya oyalama yerleri halindedir.

Devrimci ve Demokratik Yapılar Arası Diyalog ve Çözüm Platformu böyle bir yer değildir. Solun sorunları ele alış tarzı da zaten böyle olamaz. Hele yöntem konusunda sol gruplar birbirlerine karşı, halka karşı sorumlu davranmak zorundadırlar.

Devrimci ve Demokratik Yapılar Arası Diyalog ve Çözüm Platformu, platforma katılan her grubun birbirine karşı sorumlu davranması, birbirine karşı açık olması, birbirine hesap vermesi gibi ilkelere ve anlayışa sahiptir.

O nedenle, Devrimci ve Demokratik Yapılar Arası Diyalog ve Çözüm Platformu, bir sorumluluktur. Solun birbirine ve halka karşı sorumluluğudur. Atacağı her adımda Platform'a bu anlayış yön vermektedir.

Platform, kağıt üstünde kurulmuş, sorunları erteleyen, oyalayan bir mekanizma değildir. Devrimci ve Demokratik Yapılar Arası Diyalog ve Çözüm Platformu'na güvenilmek durumundadır. Yine bu Platform'u işletmek, en başta herkesin açık ve sorumlu davranmasından geçmektedir.

DTP, mevcut durumda Platform'un üyesi olmasa da, oluşum sürecinde, yukarıda sıralanan ilke ve anlayışları esas olarak kabul ettiğini açıklamış bir yapıdır. Bugün eğer Platform'un kurduğu komisyon kabul edilecekse, yine bu çerçevede ele alınmalıdır. En başta, Devrimci ve Demokratik Yapılar Arası Diyalog ve Çözüm Platformu'nu sol içi şiddet konusunda bir çözüm platformu olarak görmek kabul edildiğinde, sorunun çözümü konusunda bir adım atılmış olacaktır.

Devrimcilerin oluşturduğu bir komisyon, elbette bu temeldeki sorunları çözmek için oluşturulmuştur. Ayrıca bugüne kadar yaşanan saldırılarda da sol içi komisyon, sorunları çözmek için küçümsenemeyecek bir emek harcamış, sabırla uğraşmıştır. Devrimcilerin elbette çeşitli mekanizmaları, platformları, kendi hukukunu uygulayacak kurumları olmak zorundadır.

O nedenle komisyon üyelerine, "Apocu gençliğin yaptıklarının kendilerini bağlamadığını" söylemek, sorunu yokuşa sürmek, komisyonu devrimci bir kurum olarak görmemektir. Gelinen noktada bu tür açıklamalar inandırıcı değildir.

Demokratik eylem rencide etmez
Halk Cephesi, içinde yer alan derneklere ve devrimcilere yönelik saldırılar sonrası DTP'nin açıklama yapmasını beklemiştir. Ancak DTP açıklama yapmamış, saldırıyı önemsemeyen, görmezden gelen veya oyalayan bir tutum takınmıştır.

Halk Cephesi bunun üzerine DTP ile görüşmüş, DTP'nin özür dilemesini, bir daha saldırı olmayacağına dair güvence vermesini, saldırganları cezalandırmasını istemiştir. Ancak bunlara karşın DTP "susmaya" devam etmiştir. Devrimci kurumlar saldırıya uğrar, yakılırken, devrimcilerin kafası-gözü kırılırken hiçbir şey olmamış gibi davranmışlardır.

Bunun üzerine Halk Cephesi üyeleri, DTP İstanbul İl Başkanlığı önüne giderek, protestolarını dile getirmiş, açıklama ve özür istemişlerdir. DTP'liler ise bundan "rahatsız" olmuşlardır. Saldırıları bir yana bırakmış, saldırıların sonucu kendilerinden özür dilenmesini isteyen devrimcilere "sitem etmekte"dirler!

DTP'liler "böyle eylemlerin -Halk Cephesi'nin eylemlerinin- yapılmasının doğru olmadığını, kendilerini rencide ettiğini" söylüyorlar. Biz demokratik eylem yapıyoruz, rencide oluyorlar; ama onlar baskın yapıyor, biz rencide olmuyoruz!..

Herşey öylesine tersine çevrilmiştir ki devrimcilerin derneklerini basanlar, yakanlar, devrimcilerin canına kastedenler sanki yaptıkları çok normalmiş gibi bunları bir yana bırakıp, kurumları önündeki açıklamadan rencide olduklarını büyük bir pişkinlikle söylüyorlar.

Peki niye rencide oluyorsunuz?
Sol içi şiddetin yöntem haline getirilmesi, devrimcilerin yakılmak istenmesi, sizi rencide etmiyor da bunun hesabının sorulması mı, özür dilenmesinin istenmesi mi rencide ediyor?

"Kurumumuzun önünde basın açıklaması yapılması kurumumuzun basılmasından daha ağırdır diyorlar.".. Bu, çarpık, sol içi şiddeti meşrulaştıran bir anlayıştır. Hayır, biz öyle yapmayacağız.

Kurum önündeki basın açıklaması bir sonuçtur. Devrimcilerin derneklerine çeteci tarzıyla düzenlenen baskınlarla, devrimcilerin gerçekleştirdiği bir protesto eyleminin karşılaştırılması, kıyaslanması bile abestir. Hele ki saldırılarda sorumluluğu bulunan DTP'liler, böyle bir kıyaslama yapma hakkını kendilerinde göremezler. Şimdi DTP'lilerin yapması gereken, öncelikle, yaptıklarının hesabını vermek, özür dilemektir. Ve en önemlisi bu tür tavırları mahkûm etmeli, sola ve halka güven vermelidirler.

Sorunu yaratan kendileridir
DTP'liler saldırılar sonrası kendilerine dönüp, yıllardır "devrimcilere niye saldırıldığını", niye sol içi şiddetten bir türlü çıkamadıklarını sorgulayıp, ciddi bir muhasebe yapmak yerine bir de baskın çıkmaya çalışmaktadırlar.

Saldıranlar, mücadeleye zarar verenler, iktidarı sevindirenler kendileri değilmişçesine, son derece sorumsuz ve pişkince davranmaktadırlar.

"Biz kendi gündemimiz varken böyle bir gündemle uğraşmak istemiyoruz" diyorlar. Bunları duyunca söyleyene dönüp bir kez daha bakmak istiyoruz. Sanki biz yarattık bu gündemi.. Uğraşmak istemiyorsanız niye saldırdınız? O kadar "yoğunken" nasıl devrimcilere karşı böyle planlı saldırılar organize edilebiliyor? O "yoğunlukta", saldırıya zaman bulanlar(!), çözüm için de zaman bulmak zorundadırlar... Ayrıca, saldıracak, yakıp-yıkacaksınız ve hesap vermeye gelince de "bizim gündemimiz var" deyip, hesap vermekten kaçacaksınız!

Peki bu nasıl bir anlayıştır? Böyle bir anlayışta, halka ve sola karşı sorumluluk duymak yoktur. Halka ve sola karşı, hesap vermek yoktur. Böyle bir anlayış, sorumsuzdur. "Yaparım, yıkarım hesap da vermem" anlayışıdır ki kabul edilemez.

Herkes yaptığının hesabını vermek zorundadır. Halka ve sola karşı duyulan sorumluluk bunu zorunlu kılar. Onun için "bizim gündemimiz var" demek, hiçbir şey dememektir. Gündeminiz varsa o zaman hedefinizde hep iktidar olmalıdır. Devrimciler ve sol değil!

Tehditlerden vazgeçilmelidir!
"Şimdi engelliyorlarmış" ama... Halk Cephesi eylemlerini devam ettirirse, saldırıları engelleyemeyeceklerini söylüyorlar ikide bir....

Peki bu ne demek? Yine mi saldırırız diyorsunuz? Tehdit etmek, doğru bildiklerimizi, ilkeler için verdiğimiz mücadeleyi engelleyemez. Devrimci hareketin, sol içi çatışmalar konusunda tarihi tertemizdir. Bizim sırtımızda bu konuda kamburumuz yoktur. Dün de bugün de hep sol içi çatışmaların son bulması, solun sırtındaki bu kamburundan kurtulması için uğraştık; buna denk düşen sol içi ilişkiler yaratmak için elimizden geleni yaptık ve yapmaya devam ediyoruz.

Bugünkü mücadelemiz de tastamam budur. Sol içi şiddeti, teşhir ediyoruz. Doğrusunu yapıyoruz. Bize değil, "zaten devlet saldırıyor" dediğiniz o devlete karşı durmalısınız. Tehditler, sorunu geçiştirmeler yerine, DTP bu konuda muhasebe yapmalı ve gecikmeden özür dilemelidir. 20 günlük zaman geç kalmış bir süre olsa da bir yerden başlamak mücadelenin ve sol içi ilişkilerin geleceği açısından zorunludur.

Bağımsızlık Demokrasi ve Sosyalizm İçin Yürüyüş / 29.11.09

28 Kasım 2009 Cumartesi

İran kadın hakları savunucusunu idam edecek

İnsan hakları örgütlerine mektup yazan Zeynep Celalyan İran Yüksek Mahkemesi tarafından idam cezasına çarptırıldığını ve bir süre sonra infazının gerçekleşeceğini belirterek destek istedi. Çağrı üzerine harekete geçen Barış İçin Kadın Girişimi, idamın durdurulması için Uluslararası Af Örgütüne başvurarak kampanya başlatacak.

Muhalif kesimlere yönelik idamların son iki yıldır arttığı İran'da bir kadın hakları savunucusu daha idam cezasına çarptırıldı. İran'da cezaevinde bulunan Kürt siyasi tutuklu ve kadın hakları savunucusu Zeynep Celalyan bir süre önce yerel mahkeme tarafından idam cezasına çarptırıldı. Cezası İran Yüksek Mahkemesi tarafından onaylanan Celalyan, ailesi aracılığı ile 26 Kasım'da kadın ve insan hakları örgütlerine mektup yazarak yardım istedi.

Mektubunda Celalyan şunları belirtti: "27 yaşında Kürt kadınıyım, siyasi tutuklu olarak İran hapishanesinde yatıyorum. Hakkımda verilen ölüm cezası, İran Yüksek Mahkemesi tarafından onaylandı. Şu anda çok kötü koşullar altında yaşıyorum. Sürekli bir işkence ve kötü muamele altındayım. Göstermelik bir yargılama yapıldı, bir avukatı dahi olmadan bir kaç dakikalık bir mahkemenin ardından idam cezasına çarptırıldım. Beni savunmak için bir avukatım bile yok. Yargılandığım mahkeme ise sadece birkaç dakika sürdü. Mahkeme bana, 'sen Allah'ın düşmanısın, çok yakında tüm Allah düşmanları gibi idam edileceksin' dedi. Hakimlerin tümü mahkeme sürecinde idam edilmem lehinde oy kullandı. Ben, annem ve ailemden hatır istemek için hakimden izin istedim. Hakim ise, bana 'kapa çeneni' diyerek isteğimi reddetti. Tüm insan hakları savunucularından, kadınlardan bana yapılan haksızlığa karşı çıkmalarını ve yardımcı olmalarını istiyorum."

Celalyan'ın çağrısının ardından çalışma başlatan Barış İçin Kadın Girişimi üyeleri, Uluslararası Af Örgütü'nün de aralarında bulunduğu insan hakları örgütlerine başvuruda bulunarak idamın durdurulması için harekete geçilmesini isteyecek. Kadınlar ayrıca önümüzdeki günlerde Celalyan için Türkiye'de kampanya başlatacak.

E-posta adresi nüfus cüzdanında

Her çocuğun doğar doğmaz e-posta adresi nüfus cüzdanına yazılacak.'Anaposta Projesi' kapsamında, her çocuğun doğar doğmaz nüfus cüzdanında yazılı olan bir posta adresine sahip olacağını bildirdi.

ANAPOSTA PROJESİ
Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK) Başkanı Tayfun Acarer, ''yerli arama motoru'' kurulmasına yönelik çalışmaları 2010 yılında tamamlamayı hedeflediklerini ve ''Anaposta Projesi'' kapsamında, her çocuğun doğar doğmaz nüfus cüzdanında yazılı olan bir posta adresine sahip olacağını bildirdi. BTK Başkanı Acarer, ''Youtube'' ve ''Google'' başta olmak üzere mevcut tüm arama motorlarının yabancı kaynaklı olduğunu hatırlatarak, ''Bu nedenle, şu andaki internet yoluyla yapılan her türlü haberleşme yabancı ülkelere gidiyor, oralardan geri geliyor. İşin bu açıdan bir güvenlik tarafı var'' dedi. Mevcut yabancı arama motorlarının Türkiye'nin ihtiyaçlarına cevap vermediğini, ülke hassasiyetlerine zaman zaman duyarsız kaldığını ifade eden Acarer, Türkçe karakterlerden kaynaklanan sıkıntılar da yaşandığını dile getirdi.

Acarer, şunları kaydetti:''Yerli arama motorunun kurulmasına yönelik çalışmaları 2010 yılında tamamlamayı hedefliyoruz. Çalışmalarımızı, üniversitelerin yanı sıra işletmecilerle birlikte sürdürüyoruz. Yerli arama motorunun Türkiye'nin yanı sıra Türk cumhuriyetleri ile İslam ülkelerinde de çok tutulacağını ve bu ülkelerin bizim arama motorumuza çok daha fazla güveneceğini düşünüyorum.''

E-POSTA ADRESLERİ NÜFUS CÜZDANINA YAZILACAK
Yerli arama motoru kurulması çalışmaları kapsamında ''Anaposta Projesi''ni de yürüttüklerini anlatan Acarer, şöyle konuştu: ''Proje kapsamında, 70 milyon vatandaşımızın her birine 10 GB mail kotası olan bir elektronik posta adresi verilebilecek. Her çocuk doğar doğmaz nüfus cüzdanında yazılı olan bir posta adresine sahip olacak. 70 milyon kişinin TC kimlik numarası eşleşmesi seviyesinde kullanılabileceği bir mobil ağ sağlanmış olacaktır. Yahoo, Hotmail, Gmail gibi yabancı ve güvenli olmayan posta adresleri ve ağları kullanılmamış olacak. İslam ülkeleri ile Türk cumhuriyetleri, Türkiye'nin posta altyapısını tercih edeceklerinden, uluslararası büyük bir ağ ve internet haberleşme ortamı sağlanmış olacak.''

Projenin yazılım altyapısının tamamlandığına ve test uygulamalarının başlatıldığına dikkati çeken Acarer, ''Bu ölçekte geliştirilecek bir projenin uygulamaya sunulması ve ulusal bir e-posta altyapısının kurulması, teknik, ekonomik ve soysal açıdan ülkemize büyük prestij ve kazanımlar sağlayacak'' dedi.

YOUTUBE'DAN TÜRKÇE VERSİYON İSTENDİ
Youtube internet sitesine erişimin 17 Ocak 2008'de Ankara 12. Sulh Ceza Mahkemesinin kararıyla ''Atatürk'le ilgili özel bir kanun'' nedeniyle engellendiğini hatırlatan Acarer, söz konusu engellemenin kaldırılması için Youtube yetkilileri ile pek çok görüşme yapıldığını söyledi. Görüşmelerden 3'üne Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım'ın da katıldığını ifade eden Acarer, ''Bu görüşmelerde, Türkiye'ye özgü, Türkçe bir versiyon geliştirmesi gibi çok makul öneriler getirildi. Son görüşmenin üzerinden 3 ay geçmesine rağmen, Youtube'dan ses seda çıkmadı. Youtube'un bu konuda adım atmasını, çözüm önerisi getirmesini bekliyoruz'' diye konuştu. Acarer, Youtube'un 22 ülke için o ülkelerin dilinde özel versiyonlar geliştirdiğini de kaydetti.

Genelkurmay'dan medyaya sert açıklama

Genelkurmay Başkanlığı'ndan Kafes planıyla ilgili bir açıklama yapılarak, “Ortaya atılan her iddiayı peşinen doğru kabul eden ve bunu başkalarına da kabul ettirmeye çalışan bir zihniyetin mensupları, ısrarla yargı sürecini etkilemek ve soruşturma kapsamında adı geçen herkesi suçlu, her iddiayı doğru kabul eden bir gayret içine girmişlerdir” denildi.

Genelkurmay Başkanlığı'ndan, Kafes planıyla ilgili bir açıklama yapılarak, “Ortaya atılan her iddiayı peşinen doğru kabul eden ve bunu başkalarına da kabul ettirmeye çalışan bir zihniyetin mensupları, ısrarla yargı sürecini etkilemek ve soruşturma kapsamında adı geçen herkesi suçlu, her iddiayı doğru kabul eden bir gayret içine girmişlerdir” denildi.

Genelkurmay Başkanlığı'ndan yapılan açıklamada şunlar kaydedildi: “Halen devam etmekte olan bir soruşturmayla ilgili olarak bazı basın yayın organlarında haberler ve yorumlara yer verildiği görülmektedir.Söz konusu soruşturmaya İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 05 Kasım 2009 tarihinde başlanılmış ve olayın medyaya yansıdığı 19 Kasım 2009 tarihine kadar, 24 askeri personel ifade vermeye gönderilmiştir. Gerçek bu iken, olayın 19 Kasım 2009 günü medyaya servis edilmesinin nedenleri üzerinde düşünülmelidir. Müteakiben 20 Kasım 2009 tarihinde 5 askeri personel daha ifade vermeye çağrılmış, böylece bugüne kadar ifade vermeye gönderilen askeri personel sayısı 29 olmuştur.

İfadesi alınanların çoğu Savcılık tarafından serbest bırakılmıştır. Savcılık tarafından tutuklama istemiyle mahkemeye sevk edilenler de sevk edildikleri mahkeme tarafından serbest bırakılmışlardır. Sadece son gurupta ifade verdikten sonra mahkeme kararıyla serbest bırakılan 3 subayın, Savcılığın istemi üzerine 26 Kasım 2009 günü tutuklanmalarına karar verilmiştir.

Türk Silahlı Kuvvetleri, her fırsatta hukukun üstünlüğüne ve yargıya saygısını ifade etmiş, yargı kararını vermeden insanların peşinen suçlu ilan edilmelerinin evrensel hukuk kurallarına ve masumiyet karinesine aykırı olduğunu vurgulamıştır. Benzer hususlar Başbakanlık tarafından 29 Ekim 2009 ve 19 Kasım 2009 tarihlerinde yapılan açıklamalarda aynı şekilde yer almıştır.

Hal böyle iken, ortaya atılan her iddiayı peşinen doğru kabul eden ve bunu başkalarına da kabul ettirmeye çalışan bir zihniyetin mensupları, ısrarla yargı sürecini etkilemek ve soruşturma kapsamında adı geçen herkesi suçlu, her iddiayı doğru kabul eden bir gayret içine girmişlerdir.

25 Kasım 2009 günü de, konunun farklı boyutlarla basında yer aldığı görülmüştür. 26 Kasım 2009 günü ise son gurupta ifade veren ve mahkeme kararıyla serbest bırakılan 3 subayın, Savcılığın istemi üzerine mahkeme kararıyla tutuklanmalarına karar verilmiştir.

Türk Silahlı Kuvvetleri, adaletin er ya da geç, doğruyu ortaya çıkaracağına inanmaktadır.” (ANKA)

DHF: Protestolar meşrudur

Demokratik Haklar Federasyonu (DHF), üye ve taraftarlarına yönelik ev baskınları ve sonrasında gelişen tutuklama terörü ile ilgili yazılı bir açıklama yaptı. “IMF ve Dünya Bankası Protestoları Meşrudur! Gayrı Meşru Olan Emperyalistler ve Yerli Uşaklarıdır!” başlıklı açıklamada IMF-DB eylemlerinden rahatsızlık duyan emperyalizmin yeminli uşaklarının saldırılarını sürdürdükleri ifade edildi.

IMF-DB uşaklarının ve onların kolluk güçlerinin yalanlara ve tehditlere devam ettiğinin vurgulandığı açıklamada, burjuva medyanın da demagojik haberleriyle saldırıdaki yerini aldığı dile getirildi.

Halk içerisinde devrimci ve demokratik dinamikler barındıran her kesime yönelik açık ve gizli saldırıların yoğunlaştığı bir süreçten geçildiğinin söylendiği açıklama, demokratik haklar mücadelesine yönelen gerici-faşist ablukaya karşı birlikte mücadeleye etme çağrısıyla son buldu.
DHF’nin yazılı açıklamasının tam metnini yayınlıyoruz:

IMF ve Dünya Bankası Protestoları Meşrudur! Gayrı Meşru Olan Emperyalistler ve Yerli Uşaklarıdır!

Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası’nın (DB) toplantıları 6 - 7 Ekim’de, İstanbul’da binlerce kişinin katıldığı eylemlerle protesto edilmiş ve gittiği her yerde dünya halklarının öfkesiyle karşılanan emperyalist haydutlar İstanbul’da da hak ettikleri gibi karşılanmıştı.

Alanlara çıkan binlere, gaz bombalarıyla ve coplarla saldıran kolluk kuvvetleri, haklı ve meşru protesto hakkının kullanılmasına engel olmaya çalışmış ve türlü yalan ve çarpıtma ile gösteriler “suç” olarak gösterilmek istenmişti.

IMF protestoları sırasında göstericilerden onlarcası yaralanırken, 200’e yakını ise gözaltına alınmıştı. Gözaltına alınanlar, gerek gözaltılar sırasında gerekse gözaltı süresince fiili ve sözlü saldırıya maruz kalmış, bazı göstericiler gericilerin, faşistlerin sopalı, bıçaklı saldırılarında yaralanırken kullanılan yoğun gazdan etkilenen İshak Kalvo adlı bir vatandaş ise kalp krizi geçirerek hayatını kaybetmişti.

Kolluk güçleri, yalan ve tehditlerine devam ediyor: IMF ve DB uşakları iş başında!

Emperyalist haydutlara karşı gerçekleştirilen protestoları “provokasyon” ve “suç” olarak nitelendiren emperyalizmin yeminli uşakları saldırılarını sürdürüyor. 20 Kasım Cuma günü evleri basılarak gözaltına alınan 1 üyemiz ve 7 arkadaşımızın, IMF protestolarına katılmakla “suçlandığı” açıklandı.

IMF ve DB uşakları ve efendileri; 6-7 Ekim tarihlerinde İstanbul’da gerçekleştirilen eylemlerden duydukları “rahatsızlıkları” 20 Kasım günü yapılan gözaltılarla gidermeye çalıştı. Kendisini, efendilerine “ispatlama” telaşına giren İstanbul Emniyet Müdürlüğü, İstanbul Valiliği, AKP ve diğer kan emici kesimler yapılan gözaltıları çarpıtarak “sarsılan otoritelerini” kurtarmaya çalışmışlardır.

Gözaltına alınanların henüz savcılık ve mahkeme sorguları sürerken ve “gizlilik” kararı olduğu söylenirken; burjuva medyada “terör örgütü operasyonu” demagojisi eşliğinde “ele geçirilen mühimmatlardan”, “hücre evlerine yapılan baskınlardan”, Federasyon yöneticilerimizden Ali Haydar Ben’in “verdiği bilgiler doğrultusunda operasyonun genişlediğinden”, “havai fişek atan göstericinin yakalandığından” dem vuran haberler gündemin ilk sıralarına yerleştirildi.

Yapılan “operasyonlarda” Ali Haydar Ben adlı üyemiz ve 3 arkadaşımız tutuklanmıştır. Federasyon yöneticilerimizden olan Ali Haydar Ben hakkında, burjuva medyada yapılan “haberler” yalan ve demagojiden ibarettir. IMF ve DB uşakları; Ali Haydar Ben şahsında Federasyonumuza yönelmekte ve güvensizlik yaymaya çalışmaktadır.

Hâkim sınıflar bir kez daha “yasalarının” göstermelik olduğunu ispatlamıştır. Burjuva medya bir kez daha uşaklığını kanıtlamıştır. Federasyonumuz; İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün ve burjuva medyanın yalan ve demagojilerine meydan vermeyecektir!

Tutuklananlar serbest bırakılsın!

Halk içerisinde devrimci ve demokratik dinamikler barındıran her kesime açık ve gizli saldırılarını yoğunlaştıran hâkim sınıflar, demokratik haklar mücadelesinin örgütlü-dinamik güçlerine dönük saldırılarını da aralıksız sürdürüyor.

Federasyonumuza dönük son bir yılda yoğunlaşan baskı ve saldırıların nedeni demokratik haklar mücadelesini geliştirme ve halkla buluşma iradesidir. Bu iradenin ve ısrarın halkın talepleri ile buluşmasından korkuyorlar. Bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da gelişecek tüm saldırılar demokratik haklar mücadelesini yükseltme irademiz karşısında hükümsüz kalacaktır.

Geçtiğimiz günlerde Taksim’de 1 Mayıs eylemlerine katıldığı gerekçesiyle tutuklananlara, IMF ve DB protestolarına katılanlar da eklenmiştir. Hâkim sınıfların; demokratik- meşru eylemlere yönelik saldırıları artarak devam edecektir.

Bir kez daha ilan ediyoruz; IMF ve DB protestoları haklı ve meşrudur! Gayrı meşru olan emperyalistler ve uşaklarıdır! Emperyalist haydutlara karşı 6-7 Ekim tarihlerinde İstanbul’da sergilenen karşı koyuş ezilen milyonların geleceklerini kazanma iradesidir.

Federasyonumuz; tüm gerici saldırılara karşın demokratik-meşru eylem çizgisini savunmaya ve halkın haklı kavgasını örgütlemeye devam edecektir.

Tüm ilerici, demokratik, devrimci kurum ve kişileri; ezilenlerin demokratik-meşru eylemlerine yönelen bu saldırıları lanetlemeye çağırıyoruz!

Bütün duyarlı kesimleri, demokratik haklar mücadelesine yönelen bu gerici-faşist ablukaya karşı birlikte mücadeleye etmeye ve can bedeli kazanılmış hakları korumaya davet ediyoruz.

IMF ve DB uşaklarının yalan ve demagojilerini boşa çıkaracağız!

IMF ve DB protestoları haklı ve meşrudur!

Yaşasın demokratik haklar mücadelemiz!

Baskılar, gözaltılar, tutuklamalar halkın haklı kavgasını engelleyemez!

1 Mayıs ve IMF-DB eylemlerine katıldıkları gerekçesiyle tutuklananlar serbest bırakılsın!

Demokratik Haklar Federasyonu
25 Kasım 2009

Güler Zere özgürlük yürüyüşüne katıldı


Güler Zere'ye Özgürlük Platformu dün akşam İstiklal Caddesi'nde özgürlük yürüyüşüne devam etti. Binlerce ilerici, devrimci “Hasta tutsaklara özgürlük” diye haykırdı, adalet talebini yükseltti. Güler Zere de özgürlük yürüyüşüne katıldı.

Taksim Tramvay Durağı’nda bir araya gelen 3 bini aşkın kişi, “Hasta tutsaklar serbest bırakılsın” yazılı pankart açarak Galatasaray Meydanı'na yürüdü. Yürüyüşün en önünde Güler Zere ve polis kurşunuyla felç kalan Ferhat Gerçek yer aldı. Tecrit karşıtları Esenyurt'ta polislerce infaz edilen devrimci Alaattin Karadağ'ı da unutmadı. Tecrit karşıtları hasta tutsaklar için on dakika oturma eylemi yaptı, türkülerini hasta tutsaklar olmak üzere katledilenler için söyledi.

Zere hasta tutsaklar için mücadele edecek

Galatasaray Meydanı'nda konuşma yapan Güler Zere, mücadeleyi omuzlayanları selamladı. Zere, hala onlarca var olan hasta tutsaklar için aynı şekilde kendisinin mücadele edeceğini söyleyerek, kendisini özgürlüğüne kavuşturanlara teşekkür etti. Platform adına açıklamayı Ölüm Orucu şehitleri Canan ve Zehra Kulaksız'ın babası Ahmet Kulaksız okudu. Kulaksız,“Bizler, bayramın bu ilk gününde, sevdikleri ile bayramlaşma imkanları olmadığı gibi, belki sonraki bayramların sevinçlerini de duyma şansları olmayacak hasta tutsakları hatırlatmak için yürüdük, yürüyoruz” dedi.

Devrimcilere kurşun sıkanlar serbest bırakılıyor

Hasta tutsakların her geçen dakika, biraz daha ölüme yaklaştığını hatırlatan Kulaksız, devletin katletme politikasına dikkat çekti. Bayramın arifesinde Bilecik M tipi hapishanesinde tutuklu bulunan Zeki Dökel'in Adli Tıp Kurumu önünde hayatını kaybetmesi ile birlikte sarsıldıklarını ifade eden Kulaksız, Adli Tıp Kurumunun ağır hasta tutsaklara “Hapishanelerde kalabilir” raporu vermesiyle tıp bilimine aykırı davrandığını söyledi. Kulaksız şöyle konuştu, “Tıp bilimini insanlığın hizmetine sunmak için yemin edenler, bugün efendilerinin talimatlarına uyarak tıp etiğine ve bilime aykırı kararlar veriyorlar. Devrimcileri, demokratları katlediyor, devrimcilere kurşun sıkanları, çetecileri serbest bırakıyorlar.”

Eylemde, “Katil devlet hesap verecek”, “İçeride dışarıda hücreleri parçala”, “Güler Zere onurumuzdur”, “Hasta tutsaklar serbest bırakılsın”, “Adalet istiyoruz” ve “Tecride Hayır”, “Alaattin Karadağ yoldaş ölümsüzdür” sloganları atıldı.

27 Kasım 2009 Cuma

Gerçekler bilinsin yeter!...



Videoda Hakan Akcura’nın sorularına cevap veren "kimlikler", Abdulkadir Aygan, "Abuzer" ve "Serif" (Aziz Turan).

Onur Öymen CHP'nin en namuslu adamıdır

Onur Öymen, Kemal Kılıçdaroğlu'ndan, diğer Alevi CHP'lilerden daha dürüsttür, asıl CHP'li Onur Öymen'dir. Abdullah Öcalan, avukatlarıyla görüştü. Gündeme ilişkin değerlendirmeler yapan Öcalan, AB standartlarına ulaştırılan yeni cezaevini AB'ye şikâyet etti.

HAVASIZ İNSANIN BEYİN HÜCRELERİ ÖLÜR
5 milyon dolar harcanarak 'F tipi'ne dönüştürülen İmralı cezaevindeki yeni koğuşunda "nefes alamadığını" savunan Abdullah Öcalan, "Havasız kalan bir insanın beyin hücreleri ölür. Bu beyin hücrelerinin ölümünü hissediyorum. Burada konsantre olamıyorum." diye konuştu. Yeni cezaevinin yapılmasını CPT (İşkencenin Önlenmesi Avrupa Komitesi) ve AİHM'nin önerdiğini iddia eden Öcalan, "Bana da buradaki koşullarımın eskisine göre daha iyi olacağını belirttiler ama hiçbiri olmadı. Buraya gelip kendi yarattıkları eserlerini görmeliler." dedi.

'BEYİNSEL İŞLEVLERİ' ETKİLENİYORMUŞ!
İmralı'da kendisi için 5 milyon dolar harcanarak özel yapılan AB standartlarına sahip hücresinde "yarı ölü" şekilde yaşadığını öne süren Öcalan havasızlığın "beyinsel işlevlerini etkilediğini" de iddia etti. Öcalan ayrıca daha önceki görüşmelerde "Demokartik açılım" süreci ile ilgili avukatlarına yaptığı açıklamalar nedeniyle 20 gün hücre cezası aldığını söyledi.

YENİ KORKUSU: OSMAN ÖCALAN
Abdullah Öcalan son dönemde Türkiye'ye dönmek istediği yönünde mesajlar veren kardeşi ve PKK'nin eski yöneticisi Osman Öcalan hakkında da çok çarpıcı açıklamalar yaptı. Kendisinin tasfiye edilmek istendiğini söyleyen Öcalan ortaya çıkacak boşluğun da 'kaçanlar' ile doldurulacağını savundu. Öcalan, "Beni burada tasfiye edip yerime yeni bir Öcalan koymaya çalışacaklar. Öcalan ismini böyle kullanacaklar." diye konuştu.

CHP'Yİ DE AKP'Yİ DE BAHÇELİ YÖNLENDİRİYOR
Onur Öymen'in Dersim gafıyla ilgili olarak değerlendirmeler de yapan Öcalan, Öymen'i CHP'nin en namuslu adamı olarak nitelendirdi. “Esasen AKP bir adım ileri iki adım geri atıyor. Zik-zak çiziyor. Bahçeli geçmişte olduğu gibi bugün de bir çok şeyin önünde engel olarak duruyor. Bugün CHP’yi de, AKP’yi de aslında bir nevi Bahçeli yönlendiriyor. Bahçeli’nin bu konumunu iyi görmek gerekiyor. Aslında AKP ile CHP de, MHP de hepsi kendilerine biçilen görevi yerine getiriyor.

ONUR ÖYMEN CHP'NİN EN NAMUSLU ADAMIDIR
CHP ile Aleviler elde tutulmaya çalışılıyor, MHP ile de milliyetçi damar elde tutulmaya çalışıyor. AKP ile de Kürtler elde tutulmaya çalışılıyor. CHP’nin halini görüyorsunuz. İşte Dersim hakkında daha önce birçok şeyi dile getirmiştim, şimdi Onur Öymen’in açıklamaları da ortaya çıkardı. Şimdi söylediklerim daha iyi anlaşılıyor herhalde. Mustafa Kemal hakkında değerlendirmelerim de daha iyi anlaşılıyor herhalde. Aslında herkesi Mustafa Kemal’in öldürdüğünü söylüyorlar ancak öyle değildir. Bunlar iyi araştırılmalıdır, iyi bilince çıkarılmalıdır. Aslında Onur Öymen CHP’nin en dürüst, namuslu adamıdır; CHP’nin gerçek politikalarını, gerçek çizgisini açıkça dile getirmiştir. Yine Onur Öymen, Kemal Kılıçdaroğlu’ndan, diğer Alevi CHP’lilerden daha dürüsttür, asıl CHP’li Onur Öymen’dir.

DÜRÜST OLMAYAN KILIÇDAROĞLU'DUR
Dürüst olmayan, namuslu olmayanlar Kılıçdaroğlu gibileridir. Kendi tarihlerine ihanet edenler kendileridir. İşte Almanya’da biliyorsunuz Hitler faşizmini. Yahudileri nasıl katlettiler? Yahudilerin sonu da böyledir. Biliniyor Hitler faşizmi önce komünistleri-sosyalistleri, sonra Kilise rahiplerini ortadan kaldırdı. Dersimlilerin tarihi de buna benzerdir. Bunlar bu zihniyeti, bu katliam zihniyetini savunuyorlar.

BUNLAR AZILI FAŞİSTLERDİR
Bunların hepsi azgın milliyetçidirler, azılı faşisttirler. Dersim, bütün bu kendi üzerinde oynanan oyunları iyi görmelidir, kendilerini bekleyen tehlikelerin farkında olmalıdır. Kendi tarihlerini iyi anlamalıdırlar. Bunu Dersim için diyorum, yine tüm Kürtler için de aynı şeyi söylüyorum. Kendi tarihlerini iyi bilmeliler. Hakeza Muş için, Van için, Urfa için de aynı tehlikelere işaret ediyorum. Kürtlere CHP ve MHP’nin katliamcı politikalarıyla ölümü göstererek, AKP’nin tasfiyeci politikasıyla sıtmaya razı etmeye çalışıyorlar. Böyle bir konsept var.”

Sivas katliamının firarisi Fransa’da

2 Temmuz 1993’te meydana gelen, 37 kişinin öldüğü Sivas Katliamı davası sanığı Cafer Erçakmak’ın Fransa’da yaşadığı, Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) kayıtlarından ortaya çıktı.
Avukat Şenal Sarıhan’ın; arandığı dönemde 5 yıl boyunca Sivas’tan emekli maaşını çektiğini saptadığı Erçakmak hakkındaki “yakalama” kararı, “tutuklama” kararına çevrildi. Adalet Bakanlığı’nın Fransa’dan Erçakmak’ın iadesini talep etmesi bekleniyor. Milliyet'te yer alan habere göre; 16 yıldır bulunamadıkları için haklarında karar verilemeyen 7 firari sanık hakkındaki davada, mağdur avukatı Sarıhan, soruşturmanın genişletilmesi talebinde bulunmuştu. Sarıhan, “TÜİK’in, 19 Eylül 2007’de bir nüfus müdürlüğüne, firari sanık Erçakmak’ın Fransa’da ikamet ettiğini bildirdiğini, nüfus kayıt örneğinde de ikamet adresi olarak Fransa’nın gösterildiğini” mahkemeye bildirmişti. Sarıhan ayrıca Erçakmak’ın, 26 Mayıs 1998’e kadar SSK’dan emekli aylığı aldığını öğrendiklerini mahkemeye iletmişti. Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi de İçişleri Bakanlığı, TÜİK ve SGK’dan bilgi istemişti.

Türkiye'den İran'a jest

Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (UAEK), İran'ı bir uranyum zenginleştirme tesisini gizlice inşa ettiği gerekçesiyle kınayan tasarıyı onayladı. Türkiye'nin çekimser kalması İran'a jest olarak yorumlandı.

UAEK yönetim kurulunun, kurumun Viyana'daki merkezinde dün başlayan olağan toplantısına bugün de devam edildi. Toplantının sabah oturumunda, İran'ın nükleer programına yönelik olarak Almanya'nın sunduğu yeni karar tasarısı oylandı.

Almanya'nın hazırladığı ve UAEK yönetim kurulunda bugün kabul edilen karar tasarısında, İran'ın Kum kentinde uranyum zenginleştirmek üzere inşa ettiği yeni nükleer tesisin varlığını UAEK'ya geç bildirdiğine işaret edilerek, İran'a yaptırım uygulanması için konunun BM Güvenlik Konseyine havale edilmesi talep ediliyor. UAEK ayrıca Iran'ın nükleer projesini derhal durdurmasını da talep etti.

Tasarı, yaklaşık dört yıldır İran'a karşı onaylanan ilk karar tasarısı olma niteliğini taşıyor. Karar tasarısı, aralarında Türkiye'nin de bulunduğu yönetim kurulu asil üyelerinden 34'ünün katıldığı oylamada, 25 lehte oyla kabul edildi.

Oylamada 3 üye ülkenin aleyhte oy kullandığı, 6 ülkenin de çekimser kaldığı bildirildi. Türkiye de oylamada çekimser kaldı. ABD karşıtlığı ile bilinen Küba ve Venezüela ile Malezya ret oyu kullanırken, Türkiye’nin dışında oylamada çekimser kalan diğer ülkeler Afganistan, Mısır, Pakistan ve Güney Afrika oldu. İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad'ın geçtiğimiz günlerde ziyaret ettiği Brezilya'nın da çekimser oy kullanması ise dikkat çekti. Yönetim kurulunda asil üye olarak yer alan Azerbaycan, oylama sırasında salonda bulunmadığı için oylamaya katılmadı.İran konusunun ele alınacağı Başkan Obama ile Başbakan Erdoğan'ın 7 Aralık'taki görüşmesi öncesinde Türkiye'nin BM'de yapılan kritik oylamada çekimser kalmasıyla Ankara İran'a kınama kararını ne destekleyerek ne de karşı çıkarak Batı ile Tahran arasında dengeli bir pozisyon almış oldu.Tasarıya, İran'a yönelik yaptırımlara set çeken Rusya ve Çin'in destek vermesi dikkat çekti. Ancak bunun Rusya ve Çin'in yaptırım konusundaki tutumunu değiştirecekleri anlamına gelip gelmediği bilinmiyor.

Eylül'de İran'ın ikinci bir uranyum zenginleştirme tesisine sahip olduğu ortaya çıkmıştı. Tahran, İran'ın düşük zenginlikli uranyumunun yakıta dönüştürülmek üzere deniz aşırı ülkelere gönderilmesini öngören ABD destekli planı kabule yanaşmıyor.

Başbakan KESK'i açık hedef gösterdi

2.5 milyon memurun yaptığı uyarı greviyle ilgili soruları yanıtlayan Başbakan Erdoğan, grev sorusuna kızdı ve "Biten işi konuşmanın anlamı var mı? Yaptırım olacak. Sami Evren'in Başbakan'ın sözüne baş eğmesini beklemiyoruz hukuka baş eğmesini bekliyoruz" dedi.Erdoğan, Danıştay'ın İmam Hatiplerin önünü açna "katsayı farkı" uygulamasına yönelik iptal kararı için de "Danıştay ideolojik davranıyor" yorumunda bulundu.

DOMUZ GRİBİ AŞISI
"Ben sadece medyadan birşey rica ediyorum. Bu konuyu bu kadar kurcalamasınlar. Devlet çalışıyor. Aşının yan etkileri anlatılıyor. Bu konuyla ilgili olarak isteğe bağlı olarak aşının yaptırılması süreci başlatılıyor. Ben de bazı basın yayın organlarının "Başbakan söyledi" demesi oluyor. Siz soruyorsunuz ben yanıtlıyorum. Medya yardımcı olsun. Gerekli olanı Sağlık Bakanlığı yapıyor. Ben kendimle ilgili olanı kendi istediğim gibi uygulayayım. Kimseye de aşı olacaksın diye diretemem. Bu iki kere iki dört değil. Benim ailemde kimse aşı olmadı."

MEMUR EYLEMLERİNDE KESK'İ İŞARET ETTİ
Başbakan memur eylemleri konusunda soru yönelten gazeteciye şunları söyledi: "Biten işi konuşmanın anlamı var mı? Yaptırım olacak. O kurumların yöneticileri gerekli olan neyse takip edecek. Yasaların çiğnenmesine müsade edilirse ülke yol geçen hanına döner. Sami Evren'in Başbakan'ın sözüne baş eğmesini beklemiyoruz hukuka baş eğmesini bekliyoruz. Biz onların yasa çerçevesinde çalışmasını istiyoruz. Yasal çerçevede çalışmadıklarında bunun bedelini ağır öderiz. Gerginliklerin yaşaandığı bir ülke oluruz. Buna da kimsenin hakkı yok. Yasal olmayan hakları kullanmaya kalkarlarsa biz de yasanın gereğini kullanırız."

"Taksiciler sizi Cumhurbaşkanı olarak görmek istiyoruz demişlerdi" şeklindeki soruya Başbakan "teşekkür ederiz" diyerek yanıtladı.

"DANIŞTAY'IN KARARI İDEOLOJİK BİR KARARDIR"
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Danıştayın, YÖK'ün, üniversiteye giriş sınavında katsayı uygulamasının kaldırılması yönündeki kararının yürütmesini durdurması ile ilgili ''Bu karar tamamıyla ideolojik bir karardır. Dolayısıyla böyle bir ideolojik kararı anlamakta zorlanıyoruz. Bunun kabul edilir hiçbir yanı yok'' dedi.
Başbakan Erdoğan, bayram namazını kıldığı Eyüp Sultan Camisi'nden ayrılırken gazetecilerin gündeme ilişkin sorularını yanıtladı.

Bir gazetecinin, Danıştayın, YÖK'ün katsayı uygulamasını kaldıran kararının yürütmesini durdurduğunu anımsatarak, bu konudaki görüşlerini sorması üzerine Erdoğan, konuyla ilgili YÖK'ün ve ilgili kişilerin gerekli açıklamaları yaptığını söyledi. Aldığı bu kararın, Danıştayın kendi içinde ne denli çelişkili olduğunu gösterdiğini kaydeden Erdoğan, şöyle devam etti: ''Bu konuda yetkili mercinin YÖK olduğunu söyleyen Danıştayın, aynı yıl içerisinde tamamen o aldığı kararı nakseden bir karar alması hiçbir şeyle izah edilemez. Bu karar tamamıyla ideolojik bir karardır. Dolayısıyla böyle bir ideolojik kararı anlamakta ben şahsen zorlanıyorum. Bunun kabul edilebilir hiçbir yanı yok. Yargı organıdır, kararını almıştır ama inanıyorum ki muhatabı olan YÖK de bununla ilgili itirazını yapacaktır, tavrını belirleyecektir. Biz de bu ülkede mağdurların haklarını arama noktasında olan bir iktidar olarak, bir siyasi iktidar olarak, yargı karşısında yapılması gerekenleri aramızda bayramdan sonra değerlendireceğiz.'' (A.A)