31 Ağustos 2016 Çarşamba

Barış Mücadeleyle Kazanılacak ve Korunacaktır..!

1 Eylül 1939, faşist Almanya'nın Polonya’yı işgaliyle başlayan ve 2. Paylaşım Savaşı'na yol açan tarihtir. 1950 Dünya Barış Konseyinin aldığı bir kararla 1 Eylül Dünya Barış Günü olarak ilan edildi ve O günden bu yana  1 Eylül dünyada barış günü olarak  kitlesel eylemlerle kutlana geldi.
Barışın bilince çıkartıldığı ama, geçen yıllara rağmen savaşın yok edilemediği bir gündür 1 Eylül barış günü. ABD’nin egemenliğinde tek kutuplu bir dünyanın ortasında kimyasal silahlar, roketler, füzeler yani 'modern' kan dökme konsepti Suriye de, Irakta, Libya da Afganistan da,Ukrayna da dahası dünyanın dört bir yanında sürüyor.
1945'den bugüne yaşanan 300'e yakın irili ufaklı çatışmada 30 milyonu aşkın insan öldü.  Son savaşlarda ölenlerin %90'ı sivil. Savaşlar sonucunda 6 milyon insan şu anda mülteci. 15 yaşından küçük 250 bin çocuk savaşın içinde. Savaş dönemleri, kadınlara tacizin ve tecavüzün arttığı dönemler. Irakta, Suriye de kadınlar pazarda alınıp satılıyor, tecavüz ediliyor, köle haline getiriliyor. Türkiye’de 15 yıla yakın bir süre yaşanan ve hala süren  savaşta TC’nin Kürt sorununda inkar,imha ve asimilasyona dayanan faşist politikası üzerinde yükseliyordu. 300 milyar dolarlık bir ekonomik kayıp, boşaltılan 4 bin köy, yaşamını yitiren 50 bini aşkın insan, kelle kulak avcılığı, faili meçhul cinayetler, büyük boyutlardaki kirli para trafiği, rüşvet, yolsuzluk, metropollere akmak zorunda kalan kitlesel Kürt göçü, artan işsizlik vb. son yirmi yılı belirleyen gerçeklerdi. Kürt özgürlük hareketini ezmek için kirli savaşa harcanan devasa miktarlardaki paranın emekçiler için kullanıldığında ne kadar önemli işlevler göreceği ise açık bir gerçekti. Toplumsal hayatın bütün düzeylerini etkisi altına alan yozlaşmanın ve fuhuşun kirli  savaştan beslendiği bir diğer olgudur.
TC devleti, Osmanlı'dan devraldığı otoriter ve merkeziyetçi devlet yapısını esas olarak komünist, Ermeni-Rum- Kürtlerin  inkar ve imha politikasına dayandırıyordu. TC devletinin ilanından bu yana geçen 76. yıllık süreç aynı zamanda faşist baskı ve terör politikasıyla işçileri,emekçileri ve tüm muhalifleri de yıldırmanın tarihi oldu. Katliamlar bir birini kovaladı. Maraş’tan Sivas'a, Gaziden Roboski'ye Suruçtan Ankara Gaz rına, Surdan Cizreye katliamlar bir birini kovaladı. Taksim gezi direnişiyle ayağa kalkan işçi ve emekçilere AKP faşizmi azgınca saldırarak 8 kişiyi katletti ve yüzlercesini yakalayıp, yüzlercesini zindana atarak halka yönelik faşist gerici devlet terörünü sürdürdü.
Bu yılda darbe girişimi gerekçe yapılarak AKP’nin faşizmi emekçi yığınlara yönelik faşist dinci  baskı ve terörün yoğunlaştığı ve onurlu barış isteminin polis-jandarma terörü, zulüm, işkence ve zindanla karşılandığı, içte ve dışta halkalara yönelik savaş tamtamlarının çalındığı  gözdağı-tehdit ve keyfi uygulama ve yasakların sınır tanımadan sürdüğü  koşullarda,  1 Eylül barış günü  Türkiye’de  kutlanıyor. Bugün faşist-dinci  baskı, saldırı ve şovenizm dalgasına karşı mücadele daha bir anlam taşıyorsa, işçi ve emekçi yığınlara hakları için mücadele eden Kürt-Alevi ve diğer  emekçilere yönelik  inkar, imha ve asimilasyon politikası demokratik hak  ve özgürlük mücadelesinin gelişiminin önündeki en büyük engeli teşkil ediyorsa; sosyalizmin işçi sınıfı ve emekçiler için bir umut olarak görülebilmesini sağlamak, işçi sınıfını ve emekçi yığınları sosyalizmden ve demokrasiden uzaklaştıran faşist ırkçı, ayrımcı ve şovenizmle yapılan mücadeleyle mümkün olabilir. Barış ve demokrasi mücadelesi bu bağlamda değerlendirilmelidir. Demokrasi ve özgürlük  istemleri  halklarımız için  çözüm bekleyen  başat sorunu olmayı sürdürüyor. Bu bakımdan " Barış Hemen Şimdi " sloganını faşist dinci AKP iktidarına karşı yükselterek  demokrasi ve özgürlük mücadelesini geliştirip ileriye taşımalıyız. Biliyoruz ki ne Türkiye'ye ve nede dünyaya barış kendiliğinden gelmeyecektir.
Barış, savaşın kaynağı olan emperyalist kapitalist sistemi yıkıp  devrim ve sosyalizm savaşımını zafere taşımakla mümkün olacaktır.    
Biliyoruz ki ne barış ve nede politik özgürlükler ve demokrasi ithal edilemeyecek, uzun soluklu  örgütlü bir devrimci mücadeleyle  kazanılacaktır. Bütün özgürlük ve demokrasi kazanımları devrim ve sosyalizm mücadelesinin güçlendirilmesi için seferber etmek demokrasi sorununda tutarlı hatta sahip olmakla mümkündür. 1 Eylül'e düşmanca yaklaşım içinde olarak, yasakların sürmesi, içte faşist baskı-yasak-zulmü sürdüren  ve Ortadoğu da Ceraplusta görüldüğü ibi savaş kışkırtıcısı olan AKP yönetimindeki TC devletinin   barış düşmanı   tutumunun göstergesidir. Şunun altı bir kez daha çizilmelidir ki, barış istemi sadece belli kesimlerin istemi değildir. Barışı, demokrasiyi kazanma ve  özgürleşme mücadelesinin bir olanağı olarak görmek ve emekçi  halklara gerçek kurtuluşun ne olduğunu göstermek, yaratılan olanakların iyi kullanılmasıyla mümkündür.
1 Eylül Dünya Barış günü bu bağlamda ele alınmalıdır . Özgürlük ve  demokrasi mücadelesinin öneminin emperyalizme ve faşizme karşı mücadeleden geçtiği  ve halkların mücadele birliğinin bu temelde oluşacağından hareketle:
Yaşasın 1 Eylül Dünya Barış Günü..!
Yaşasın Halkların Eşitliği,Özgürlüğü ve  Kardeşliği…!
Barış Mücadeleyle Kazanılacak ve Korunacaktır..!
EMPERYALİST KAPİTALİZME ÖLÜM YAŞASIN BARIŞ…
Yaşasın Devrim ve Sosyalizm Mücadelemiz…!
1 Eylül-2016
Halkın Birliği

Emek ve Demokrasi için Güç Birliği’nin çağrısıyla il il 1 Eylül Mitingleri

Emek ve Demokrasi için Güç Birliği, “Faşizme, darbelere, savaşa karşı demokrasi ve barış istiyoruz” sloganıyla 1 Eylül Mitingi’ne çağrı yaptı
ankara-emek-ve-demokrasi-icin-guc-birligi-1-eylül-eylemleri-aciklamasi-27agustos2016
1 Eylül’ün Dünya Barış Günü’nde Emek ve Demokrasi için Güç Birliği’nin çağrısıyla “Faşizme, darbelere ve savaşa karşı demokrasi ve barış istiyoruz”  sloganıyla barış mitingleri düzenleyecek.
15 Temmuz darbe girşimi sonrası ilan edilen OHAL kararların yürürlüğe girmesiyle birlikte İzmir ve Antalya Valiliği tarafından 1 Eylül Mitingleri  gerekçe gösterilmeden yasaklandı.
Türkiye ve Ortadoğu başta olmak üzere dünyada yaşanan savaşlara karşı barış sesini yükseltmek, savaşların olmadığı, insanların ölmeyeceği bir dünya yaratma mücadelesini yükseltmek için 1 Eylül Dünya Barış Günü’nde il il mitingler düzenlenecek.
Emek ve Demokrasi İçin Güç Birliği bileşenlerinin ortak düzenleyeceği il il mitinglerin programları şöyle:
afis1İstanbul
4 Eylül Pazar günü saat 16.00’da Bakırköy Pazar Meydanı
Ankara
3 Eylül Cumartesi 17.30’da Kolej Meydanı
İzmir
1 Eylül Perşembe saat 19.00’da Gündoğdu Meydanı
Eskişehir
1 Eylül Perşembe saat 17.00’da İl Sağlık Müdürlüğü önünde toplanılacak, Adalar Migros’a yürünecek.
Adana
1 Eylül Perşembe saat 17.30’da Uğur Mumcu Meydanı
Çanakkale
1 Eylül Perşembe saat 19.00’da  İskele Meydanı’nda basın açıklaması yapılacak.
Muğla
1 Eylül Perşembe saat 18.00’da Sınırsızlık Meydanı’nda basın açıklaması yapılacak.
Siz de ilinizdeki eylem programını bilgi@sendika.org adresine gönderin, yayımlayalım.

YPG, Fırat’ın neresinde? –

Türk devletinin Cerablus saldırıları Suriye’nin geleceğini inşada motor rolü üslenen Rojava-Kuzey Suriye Federasyonunu engelleme saldırılarıdır. Bu saldırılar var olduğu müddetçe başta YPG olmak üzere tüm Federasyon güvenlik güçlerinin savunma yapması da meşru ve haklıdır.
Türk devleti ve AKP hükümetinin “Fırat Kalkanı” tiyatrosu ikinci gününde devam ediyor. DAIŞ ile Türk devleti destekli çetelerin bayrak değişimi olarak hafızalara kazınan bu işgalin sonuçları ve yaratacağı olası gelişmeler daha çok tartışılacak gibi.
Fakat bu işgalin sonuçlarından ziyade nedenlerine odaklanmak, Türk devletinin Suriye halklarına dayattığı politikaların yol açacağı sonuçları daha net bir şekilde açığa çıkaracaktır.
Kürdistan’ın parçalanmasına yol açan Sykes Picot Antlaşması’nın yüzüncü yılında, Osmanlı imparatorluğunun başlangıcı sayılan Mercidabık savaşının sonlandığı günde başlatılan bu işgalin direkt Kürtleri hedeflediği açık bir gerçek. Zaten Türk devlet yetkilileri bunu hiçbir şekilde gizlemiyor. Kürdistan’ı halen tümüyle sömürgesi olarak görmesi, kendince işgalin meşruiyet zeminini oluşturuyor.
Zaten Türk devleti yetkilileri, Rojava Devrimi’nin ilk gününden beri Rojava Kürdistan’ında, Kürtlerin öncülüğündeki siyasi bir oluşuma izin vermeyecekleri tehdidini yinelemekten kaçınmıyor. Girê Spî zaferi ardından “Bedeli ne olursa olsun, güneyimizde bir Kürt oluşumuna izin vermeyeceğiz” açıklamasını yapan Erdoğan, dün de PYD Eşbaşkanı Salih Müslim’in “Türkiye, Suriye batağında çok şey kaybedecektir” sözüne atfen, “Size ne olacağının hesabını yapın” diyerek direkt Kürtleri hedef aldıklarını itiraf etmişti.
Açıklamalar bununla da bitmiyor. Türk dışişleri bakanının yaptığı “YPG, Fırat’ın batısına çekilmezse gereğini yaparız” açıklama, Cerablusa sürdüğü çete gruplarını YPG’ye saldırtma tehdidi olarak gündeme oturdu. Türk devletinin bu küstah açıklamalarına YPG Genel Komutanlığı Sözcüsü Rêdûr Xelîl, “Kimse bize kendi topraklarımızdan geri çekilmemizi isteyemez” şeklinde yanıt vermişti.
Her şeyden önce tehditlere konu olan YPG’nin Fırat’ın batısındaki varlığı tümüyle bir faraziyeden ibarettir. Çünkü zaten 23 Ağustos günü, yani Türk devletinin işgal girişiminden bir gün önce YPG bu konuda bir açıklama yayınlamıştı. Bu açıklamada* YPG, QSD bünyesinde, Minbic Askeri Meclisi’ne destek olmak amacıyla katıldıkları Minbic’i özgürleştirme hamlesinde görevlerini başarıyla yerine getirdiklerini ve 15 Ağustos gününden itibaren hareket öncesi üslerine geri çekilmeye başladıklarını kaydetmişti.
Bunun bilinmesine rağmen Türk devletinin bu tehditleri ne anlama geliyor? Kürtleri direkt hedef alan bu açıklamaların aslı nedir?
Birincisi, ciddi bir algı operasyonu ve provokasyonla çatışma zemini yaratmak istemektedir. “YPG, Minbic hamlesinin başındaki taahhütlerini yerine getirmemiştir ve bu bölgede hakimiyet kurmaya çalışmaktadır” algısı yaratarak bir saldırı gerekçesi üretmeye çalışmaktadır.
İkincisi, Minbic’i çete zulmünden kurtaran YPG/QSD/Minbic Askeri Meclisi ve koalisyon güçlerini baskı altına alarak Cerablus işgaline karşı refleks göstermelerini engellemek istemektedir.
Üçüncü ve en önemli nedeni ise Minbic hamlesi ardından yoğunca tartışılan Bab hamlesinin, dolayısıyla Efrin’le birleşmenin önünü almaya çalışmaktadır.
Tüm bunların Suriye’deki savaş ve istikrarsızlık ortamını devam ettirme girişimi olduğu aşikar. Yine Suriye’deki tek güvenli bölgeyi de bizzat katıldığı bir savaşın içine çekme anlamı taşıyor.
Türk devletinin değişik çete grupları ve DAIŞ terörüyle başaramadığını işgalle tamamlamak dışında bir yolu kalmamıştır. Cerablus işgali bunun ilk adımıdır. Nitekim Türk devleti Suriye’de ‘aktif’ olacağı 6 aylık bir planlama sahibi olduğunu deklere etmiştir.
Bu planının ne kadar başarılı olacağı, uygulanabilirlik düzeyi, önümüzdeki günlerde netleşecektir. Yine burada bölgesel ve Uluslar arası güçlerin tavır ve yaklaşımları çeşitli çelişki ve çatışmalara yol açma zeminine de sahip. Fakat bölge halkı ve alandaki dinamiklerin alacağı pozisyon bu güçlerin etkilerinden daha belirleyici pozisyondadır.
Başta YPG olmak üzere Rojava güvenlik güçlerine yönelen askeri ve siyasi saldırılar, yürütülen psikolojik savaş bu pozisyonu sarsma amaçlı düzenlenmiş/düzenlenmektedir. Rejimin Hasekê, DAIŞ çetelerinin Şedadê, Türk devletinin Cerablus saldırıları Suriye’nin geleceğini inşada motor rolü üslenen Rojava-Kuzey Suriye Federasyonunu engelleme saldırılarıdır. Bu saldırılar var olduğu müddetçe başta YPG olmak üzere tüm Federasyon güvenlik güçlerinin savunma yapması da meşru ve haklıdır.
Özcesi, Fırat’ın doğusu veya batısı kavramlarına dayalı bir dayatma, tehdit ve suçlamayla bu meşruiyet ortadan kaldırılamaz. Hele hele ileriki süreçlere damgasını vurması beklenen “Fırat’ın güneyi” kavramsallaştırması bu denli yakınken, bu hiç mi hiç mümkün değildir…
Sinan CUDİ 
 (Yeni Özgür Politika)

Akdoğan'dan barış çağrılarına yanıt: Masa falan yok …

Akdoğan'dan barış çağrılarına yanıt: Masa falan yok kardeşimYalçın Akdoğanbarış çağrılarına yanıt verdi AKP milletvekili veçözüm sürecinde İmralı Heyeti'yle görüşmeleri yürüten eski Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan, barış için yeniden masaya oturulması çağrılarına ilişkin açıklamalarda bulundu.

Akdoğan, "Masa falan yok kardeşim. Böyle bir örgüt bundan sonra bulsa bulsa masanın bacağını bulur" dedi.

Star gazetesinde yayınlanan bugünkü yazısında barış için yapılan çağrılara cevap veren Akdoğan, "Masa falan yok kardeşim, her türlü çözüm girişimini patlattığı bombalarla havaya uçuran, her türlü görüşmeyi silah dayatmasıyla rayından çıkaran gözünü kan bürümüş bir anlayışla neyi görüşeceksiniz" ifadelerini kullandı.

Çözüm sürecindeki koordinasyon görevini üstlenen ve 2015'teki Dolmabahçe mutabakatı deklarasyonunu okuyan heyet içinde yer alan Akdoğan, "İster tek yol silah diyen bir terörist örgüt olarak bakılsın, ister küresel güçlerin maşası ve piyonu olan bir taşeron örgüt olarak… Böyle bir örgüt bundan sonra bulsa bulsa masanın bacağını bulur" dedi.

Necmiye Alpay tutuklandı

NECMİYE ALPAYİstanbul 8. Sulh Ceza Hakimliği’nin kapatma kararından sonra hakkında gözaltı kararı bulunan Özgür Gündem Gazetesi Yayın Danışman Kurulu üyesi, dilbilimci, yazar Necmiye Alpay, savcı Umut Tepe’ye ifade verdi. Alpay ifadesinin ardından tutuklanması talebiyle mahkemeye sevk edildi. Alpay, mahkeme tarafından ‘örgüt üyeliği’ iddiasıyla tutuklandı.
Özgür Gündem soruşturması kapsamında daha önce gazetenin Genel Yayın Yönetmeni Zana Kaya, Yazı İşleri Müdürü İnan Kızılkaya ve Yayın Danışma Kurulu üyesi Aslı Erdoğan tutuklanırken, daha sonra ifade vermeye giden gazetenin eski Eş Genel Yayın Yönetmeni Eren Keskin “adli kontrol şartı” ile serbest bırakılmıştı.
16 Ağustos’ta gözaltına alınan Özgür Gündem Genel Yayın Yönetmeni Zana Kaya ve Özgür Gündem Yazı İşleri Müdür İnan Kızılkaya 22 Ağustos’ta tutuklanmıştı.
NECMİYE ALPAY KİMDİR?
Necmiye Alpay, 1946 yılında Balıkesir Sındırgı’da doğdu. 1969 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Doktora derecesini uluslararası iktisat alanında Paris-Nanterre Üniversitesi’nden aldı. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde öğretim üyesiyken 12 Eylül yönetimince tutuklandı ve üç yıl Mamak Cezaevi’nde kaldı. “Kuram” ve Ludingirra dergilerinin kuruluşunda yer aldı. Radikal ve Milliyet gazetelerinin kitap ekinde Dil Meseleleri’ni yazdı. Son olarak Özgür Gündem Gazetesi Yayın Danışman Kurulu üyeliği yapıyordu.

Naşide Göktürk Hayatını Kaybetti

naside-gokturk-21990’lı yıllar, memleketin dönüştüğü yıllar: O güne kadar “Türkçe sözlü hafif Batı müziği” ya da “Türk hafif müziği” olarak adlandırılan tür, yeni bir ivme kazanmış, “Türk popu” olarak anılmaya başlamış ve kendi yıldızlarını yaratmıştı. Birbiri ardına çıkan “yeni” seslerin piyasayı kapladığı dönemdi bu. Naşide Göktürk’ü, bu furyanın bir adım sonrasında tanıdık.
“Yüreğim Rehin”le müzik piyasasına adım attığında köşe başları çoktan tutulmuş, “yıldız”lar kendini belli etmeye başlamıştı. Biraz talihsiz bir zamandı bu ama Göktürk, bunu lehine çevirmeyi bildi. Emin adımlarla yolunda ilerledi ve kendi tarzını ortaya koydu. İkinci albümü “Yüreğim Hâlâ Rehin” adını taşıyordu -ki bunu, müzik piyasasına yapılmış bir nanik olarak algılamak mümkün. Naşide Göktürk, piyasayla içten içe hep dalgasını geçti. Üstelik, piyasayı besleyen isimlerdendi: Şarkılarını, pek çok isim seslendirdi.
Naşide Göktürk’ü, en etkin olduğu dönemde bile televizyonlarda görmedik. Sadece şarkılarıyla adından söz etti -ki olması gereken zaten buydu. Onu farklı bir yere koyan tam da bu. Benim nazarımda “farklı” oluşu, çocukluğumdan bildiğim Erdek için yazdığı şarkıdan ötürü: Marmaris, Çeşme, Alanya gibi “meşhur” yerleri görenlerin aksine, “çiçekli dalları, tertemiz havası”yla Erdek’i anlatması, başlı başına aykırı bir davranıştı. Üstelik tam da sevdiğim muhiti tarif ediyordu: “Mavi yeşil el ele / Güneş deniz iç içe / Yıldızlar parlar gökte / Kalbim Erdek’te…”
Aykırıydı. Kendi bildiğini yaptı. Yolundan sapmadı. Bu yüzden de yaşarken kıymeti pek bilinmedi. Bir dönem Ankara’da bir mekan işletiyordu, gece aleminin tanınmış simalarındandı; bir ara İstanbul’a gitti, döndüğünde ünlü bir şarkıcıydı. Şiir kitaplarını hesaba katmıyorum bile: Sadece şarkıcılığı değil, şairliğiyle de adından söz ettirdi.
Ahmet Kaya şarkılarını bambaşka söylerdi Naşide Göktürk. “Hani Benim Gençliğim”, “Mahur”, “Ağladıkça” ve “Adı Bahtiyar” onun yanık sesiyle bambaşka tınlardı. Ardından bir Ahmet Kaya plağı döndürelim, “Yorgun Demokrat” albümündeki “Bir Veda Havası” ile onu uğurlayalım: “Korkulu geceleri sayar gibi / Birdenbire bir yıldız kayar gibi…”

Yakın zamanda tanıdığımız, birlikte büyüdüğümüz isimlerdendi Naşide Göktürk. Ani vedasının bu kadar koyması belki de bundan.

Kürt siyasetçilerden Öcalan’dan haber alıncaya kadar süresiz açlık grevi kararı

Diyarbakır’da toplanan Kürt siyasetinin tüm bileşenleri, yeni bir dönemin başladığını ve Abdullah Öcalan’dan haber alana kadar süresiz, dönüşümsüz açlık grevine başlayacaklarını açıkladı
DİHA’ya göre; Kürt siyaseti bileşenleri Diyarbakır’da yaptıkları açıklamada Öcalan’dan haber alıncaya kadar açlık grevine başlayacaklarını söyledi. Demokratik Toplum Kongresi (DTK) binası önünde açıklanan deklarasyona, DTK, HDK, KJA, DBP ve HDP eş başkanları ile eş sözcüleri, Kürt siyasetinin seçilmiş tüm vekilleri, belediye eş başkanları, meclis üyeleri, il genel meclis üyeleri, sivil toplum örgütü temsilcileri ve kanaat önderleri katıldı. Halkla birlikte açıklanan deklarasyonu DTK Eşbaşkanı Hatip Dicle okudu.
DTK Eşbaşkanı Hatip Dicle tarafından okunan deklarasyonda, “Gün eylem günüdür” denilerek, 50 kişiyle 5 Eylül’de başlatılacak süresiz dönüşümsüz açlık grevi deklare edildi. Dicle, “Bu açlık grevinin tek talebi vardır; Sayın Öcalan ile hukuk kuralları çerçevesinde görüşme yapılmasıdır” dedi. 5 Eylül’de başlatılacak olan süresiz dönüşümsüz açlık grevi kararı alınan deklarasyonun tamamı şöyle:
Değerli kamuoyu, çok değerli arkadaşlar, saygıdeğer katılımcılar;
Bizler seçilmiş halk temsilcileri, kanaat önderleri ve sivil toplum temsilcileri olarak bu gün sizlerle ve sizler aracılığıyla Hükümetle, son derece önemli gördüğümüz bir mesajı paylaşmak için toplanmış bulunmaktayız.
18 yıla yakın bir süredir İmralı Cezaevi’nde tek kişilik hücrede ağır tecrit koşullarında tutulan Sayın Öcalan’dan tam 510 gündür en küçük bir haber dahi alabilmiş değiliz. 15 Temmuz darbe girişiminin üzerinden de 46 gün geçmiş olmasına, bu süreçte darbecilerin İmralı Adası’na dönük fiili bir girişiminin olduğunun kesinleşmesine rağmen Sayın Öcalan’ın sağlık ve güvenlik durumuna dair bir tek objektif bilgi edinebilmiş değiliz.
Değerli halklarımız;
Ülkemizin en önemli sorunu hiç şüphesiz ki Kürt sorunudur. Yüzyıl önce Ortadoğu, Mezopotamya, Anadolu ve Kürdistan topraklarını burada yaşayan halkların, toplulukların iradesini hiçe sayarak paylaştıran 1. Dünya Savaşı “galipleri”nin el birliği ile yol açtıkları bölgesel sorunlardan da bir tanesidir Kürt sorunu. Maalesef geçen yüzyıl boyunca Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin barışçıl bir çözüm üretmek yerine yok etme politikaları nedeniyle çok kan dökülmesine, çokça canımızın yitip gitmesine yol açmış ve 21. yüzyıla da aynı şiddetle devredilmiş bir sorundur. Yüzyıl boyunca Kürt halkına haklarına kavuşmak için tek seçenek olarak isyan yolu bırakılmış, devlet de bu isyanları bastırmak adına katliam politikalarını tercih etmiştir. Türkün ve Kürdün kan kaybından, can kaybından başkaca da bir şey kalmamıştır geriye. Bizler bu kan deryası içinde hayatta kalmaya ve mücadele etmeye çabalarken, ulusal, bölgesel ve küresel çıkar peşinde koşan güçler de bu çatışmalardan nemalanmış, rantına rant, gücüne güç katmıştır. Kürt sorunu isyan ve bastırma sarmalından çıkamadığı için hep Türkün ve Kürdün payına birlikte zarar gören tarafta yer almak dışında bir şey düşmemiştir.
Değerli halklarımız;
İşte bu kısır döngüyü kırmak, bu kan tezgahını yıkmak ve erdemli bir barışı sağlamak için, bu toprakların savaş üzerine kurulmuş makus talihini değiştirmek için cesur bir siyaset adamı ve halk lideri Sayın Öcalan 2013 Newrozu’nda güçlü bir inisiyatif aldı.
Evet, Sayın Öcalan “Bu gidişata artık dur demenin zamanı çoktan geldi ve geçiyor” diyerek silahların susması, sözün ve siyasetin devreye girmesi çağrısı yaptı. Devlet ve hükümetin de barışa bir şans vermeye yönelişi ile ortaya büyük bir umut ve heyecan çıktı. Gerçekten de kan durdu, silah sustu. Her gün her birimizi derinden yaralayan ölümler son buldu. Asker, polis, gerilla, korucu, sivil, çocuk ölümleriyle fazlasıyla kanamış olan yüreklere bir anda su serpildi. Yüz yıllık savaş ve ölüm girdabından gerçekten de artık çıkılacağına dair bütün toplumda haklı bir sevinç ve mutluluk hakim oldu. Ne yazık ki, 2014 sonlarında sönmeye yüz tutan barış umudu 2015 yazından beri yerini savaşın kıyıcı ve acımasız hakikatine bıraktı.
Ancak değerli kardeşlerim, işte bu barış ihtimalini güçlü bir diyalog sürecine dönüştüren liderden yani Sayın Öcalan’dan 510 gündür tek bir haber dahi alamıyoruz. Savaş ve çatışma bizlerin arzu ettiği, tercih ettiği bir seçenek değildir elbette. Ancak savaşların ve çatışmaların yaşandığı dönemlerin de bir hukuku, bir ahlakı olmak durumundadır. Türkiye toplumuna tam 3 yıl boyunca barış sürecini yaşatan, daha önceki tarihlerde 8 defa ateşkes ilan edilmesini sağlayan, Ortadoğu siyasetine yön veren, Kürt halkının ve dünyanın dört bir yanındaki dostlarının 10 milyon 328 bin 623 imza toplayarak özgürlüğü için “siyasi irade” beyan ettiği bir halk önderine karşı bu yaklaşımın ne ahlaki ne hukuki bir mesnedi vardır. Kendisinin aynı zamanda hukuk ve yasalardan kaynaklı hakları da açıkça yok sayılmakta, İmralı’da hiçbir yasa ve hukuk kuralı tanınmamaktadır. Sayın Öcalan son 5 yıldır hiçbir avukatıyla da görüşememiştir. Hükümet Sayın Öcalan’a adeta bir rehine muamelesi yapmakta ve ceza içinde ceza, tecrit içinde tecrit uygulamaktadır.
Değerli arkadaşlar;
Elbette toplumumuz Kürdüyle, Türküyle bütün kimlik ve inançlarıyla hep birlikte barış içerisinde bir arada yaşamayı fazlasıyla hak ediyor. Bu haklı beklentiyi gerçekleştirmek siyasetçilerin temel görevidir. Bizler de bu görev bilinci ve sorumluluğuyla sizlere layık olmaya çalışıyor, çabalıyoruz. Bir yandan baskılara ve saldırılara karşı direnerek ayakta kalmaya, diğer yandan en küçük bir barış umudunu değerlendirerek çözüm arayışlarımıza devam ediyoruz. Ancak bir halkın ve mücadelenin Önderinden 510 gün boyunca haber alınmasının engellenmesi ve özellikle darbe girişiminden bu yana kendisiyle görüşülmesi taleplerinin ısrarla reddedilmesi bütün barış ihtimallerini maalesef ortadan kaldırıyor. Sayın Öcalan’ın devre dışı bırakıldığı barış arayışlarının nafile bir çaba olduğu geçmiş deneyimlerden anlaşılmıştır. Şimdi Sayın Öcalan’ın siyaseten devre dışı bırakılması niyetini de aşan çok daha ciddi ve tehlikeli bir tutumla karşı karşıyayız. Sayın Öcalan’a dönük bu hukuk ve ahlak dışı uygulamayı sineye çekmemiz beklenemez. Milyonların umut bağladığı bir siyasi Önderi yok saymamızı, kendisinden haber alınmasının bile engellenmesini normal karşılamamızı kimse bizden beklememelidir. 510 gündür sürdürdüğümüz her türlü siyasi, hukuki, diplomatik, insani çaba Hükümet tarafından boşa çıkarılmıştır. Bu nedenle Sayın Öcalan’la avukatları, aile üyeleri veya siyasi bir heyetimiz yüz yüze görüşüp kendisinden sağlıklı bir haber alıncaya kadar yeni bir süreç başlatma kararı almış bulunmaktayız. Bu çerçevede; aramızdan 50 gönüllü arkadaşımız 5 Eylül tarihi itibariyle süresiz dönüşümsüz açlık grevine başlayacaklardır. Bu açlık grevinin tek talebi vardır; Sayın Öcalan ile hukuk kuralları çerçevesinde görüşme yapılmasıdır.
Bu doğrultuda öncelikle ilk çağrımız hükümetedir; bu talebimizin her açıdan; siyasi, hukuki, ahlaki, insani meşruiyetinin gözetilerek hemen yarın yerine getirilmesini diliyor ve bekliyoruz.
Halkımıza ve demokrasi güçlerine de çağrımız şudur; bu son derece makul çağrımıza karşılık verilmemesi durumunda süresiz dönüşümsüz açlık grevine başlayacak olan arkadaşlarımızın etrafında büyük ve görkemli bir sahiplenmeyi gerçekleştirmek üzere herkes hazırlığını ve planlamasını yapmalıdır. Gün eylem günüdür.
Üstelik kendisinden gelecek bir tek sesin yeni umutlar yaratabileceği, yeni kapıların açılmasına vesile olabileceği şu günlerde, barışa, sivil çözüme, hukuka inanan herkesin öncelikle bu tecride karşı çıkması gerektiğinin altını çizmek istiyoruz.
Çok değerli katılımcılar, saygıdeğer halklarımız;
Son olarak şunu belirtmek istiyoruz; öncüsünü ve önderini layıkıyla sahiplenemeyen hiçbir halk onurunu da özgürlüğünü de koruyamaz. Kürt halkının özgürlük mücadelesine eşlik etmeyen hiçbir halk kendisinin özgür olduğundan da söz edemez. Bu bizim için her şeyden önce bir onur meselesidir. Bütün halklarımızı en güçlü şekilde kendi onuruna ve özgürlük hakkına sahip çıkmaya, bize dayatılan bu onursuzluğu kabul etmediğimizi, etmeyeceğimizi bütün dünyanın duyabileceği şekilde haykırmaya çağırıyoruz.
Sizleri en içten duygularımızla selamlıyor, başarı dileklerimizi sunuyoruz.

30 Ağustos 2016 Salı

Kontrgerillanın Mavi Kurdelalı Tetikçileri

Kontrgerillanın Mavi Kurdelalı Tetikçileri

Kontrgerillanın Mavi Kurdelalı Tetikçileri

Meclis Başkanı İsmail Kahraman’ın “Che 39 yaşında öldürülen, bizzat kendisinin infazlar yaptığı bir katil kişilik. Bir gerilla. Bolivya’da, Küba’da, Güney Amerika’da faaliyette bulunan bir eşkıya benim liseli gencimin yakasında, göğsünde olamaz. Olmamalı. Bağı yok benimle. Köküm bir değil. Tarihim bir değil. Benim kendi tarihim ve insanlarım var. Onlarla övüneceğim” sözleri eski defterleri yeniden açtırdı.
İsmail Kahramanı’ın MTTB Başkanlığı sırasında Ali Turgut Aytaç ve Duran Erdoğan’ın öldürüldüğü Kanlı Pazar’daki rolü de yeniden hatırlandı. Kanlı Pazar’dan Meclis Başkanlığına giden yolun ayrıntıları Gazeteport’ta ayrıntıları ile şöyle yer almıştı;
Kanlı Pazar’da İsmail Kahraman’ın başkanlığını yaptığı MTTB nasıl rol aldı ve kimler adına cinayet işlediler? Gazeteci Mustafa Hoş’un Erdoğan’ın hayatını anlattığı “Bigboss” kitabında Kanlı Pazar’daki MTTB rolü önemli bir yer tutuyordu. Eski Bakan Yaşar Okuyan o yılları anlatıyordu;
“Komünistler yürüyüş yapıyor, Taksim’i işgal edecekler, biz buna karşı eylem yapacağız,” deniliyordu. Bu bilgiyi bize getirdiler. Biz de merak ettik. Ne yapacaklar, diye bir inceleyelim bakalım dedik. Cumartesi günü Milli Türk Talebe Birliği de, yine oralardan gelen arkadaşlarımız, yöneticiler, dediler ki, “grup olarak buraya kaç kişi katılır?” Federasyon’dan gelip bize sordular. Ne olacak, niye soruyorlar, dedim. “Orada kalabalık olunsun” denildi. “Kaç kişiyseniz size sopa dağıtacağız” dediler. Ben bu sefer daha da tedirgin oldum. O zaman arkadaşlara, “beş yüz kişi deyin” dedim. Katılacağımızdan değil de, “ne olacak,” diye…Yanılmıyorsam “cumartesi günü beşte temsili olarak Türk Talebe Birliği’ne gelin” denildi. Bizim arkadaşlardan yedi sekiz kişi gitti oraya. Şeref Efendi sokak var hemen Milli Türk Talebe’nin yanındaki sokaktı. Oraya iki kamyon yanaştı. Orada -sonradan çıktı tabii- sopalar çıktı balyalar halinde. bir de mavi kurdelelar…”
kanlıpazar4
Yaşar Okuyan’ın dağıtıldığını söylediği mavi kurdelalar niye dağıltılmıştı ve ne işe yarayacaktı. Onun yanıtı Bigboss kitabında şöyleydi;
“Bizim çocuklara dedim ki, “Sopaları alın. Gitmeyeceğiz, ama gitmeyeceğimizi söylemeyin.” Sonra aynı yerde ayrıca bir mavi kurdele dağıtıldı. Kurdeleler ne olacak, diye sorduk. Dediler ki; bu mavi kurdeleleri Taksim’de komünistler meydana girerken yakanıza takın bu iki şeyi gösterir: Birincisi orada bir kargaşa çıkarsa siz birbirinizi tanımış olursunuz. İkincisi de -polislerin de bilgisi var- mavi kurdeleyi takanlar antikomünistler olacak. Nitekim biz ertesi günü oraya yedi sekiz kişi olarak gittik. Yani ülkücüler olarak katılmadık. Uzaktan bakıyoruz. En az yirmi otuz bin kişilik bir kalabalık vardı. Hatta sabah namazından sonra gelenler vardı. Fikir Kulüpleri Federasyonu da Gümüşsuyu’ndan giriş yaptı. Tam Marmara Oteli’nin önüne doğru geldiklerinde daha önce alanda ellerinde sopalarla bekleyenler, gelenlere hücum ettiler. Polis bakıyor, mavi kurdela varsa dost dokunmuyor, kurdele yoksa elindeki copla girişiyor. Biz de dedik ki kurdelelerimizi takalım, çünkü uzak olmamıza rağmen bir grup da bize doğru geliyordu.
Komünizmle mücadele dernekleri vardı. Onların birlikte organize ettiği bir şey. Bundan günler öncesinden de Mehmet Şevki Eygi diye bir gazeteci var. Gazeteden çağrılar yapıyordu. “Komünistler, Moskova uşakları geliyor, dinimize küfrediyorlar” gibi yazılarla belki 10-15 gün boyunca tahrik etmişti. Toplu olarak sabah namazları organize ediyordu. Böyle bir alt yapı oluşturulmuştu. ‘Kanlı Pazar’da, Hürriyet gazetesinde 6–7 sütunu kaplayan bir resim gözümüzün ödündedir hâlâ…
kanlıpazar
Bir şahıs oradaki sol görüşlü bir genci elinde bıçakla, polisin gözünün önünde öldürüyor ve polis seyrediyor. Katiyen müdahale etmediler. İki insanımız orada maalesef bu şekilde öldürüldü. Bu tabi çok derin iz bırakan bir olay. Ben Kanlı Pazar’ı kitlesel bir organizasyon olarak değerlendiriyorum ve bundan sonraki süreci çok önemsiyorum”

Gazi Mahallesinde Polis Terörü

Gazi Mahallesinde Polis TerörüBu gece Gazi Mahallesi’nde halkın kendi emeği ile kurduğu taksi durağı polis tarafından yıkıldı. Aldığımız bilgilere göre aynı saatlerde Gazi Halk Meclisi’nde polis saldırısı olduğu ve buranında yıkıldığı bilgisini aldık. Hasan Ferit Gedik Uyuşturucu ile Savaş ve Kurtuluş Merkezi’ne de polis baskını olduğu belirtiliyor.Yunus Emre son durakta bulunan çay bahçesinin de yıkıldığı belirtiliyor.

Yoga eğitmenine cinsel saldırı davası

Yoga eğitmeniTürkiye Herkes İçin Spor Federasyonu’nun Ankara’da düzenlediği yoga antrenörlüğü kursundaki taciz iddiası mahkemelik oldu. İstanbul Beşiktaş’ta yaşayan 30 yaşındaki N.B., geçen yıl federasyonun sertifika programına katılmak için başvuru yaptı. Gazi Üniversitesi’ndeki eğitime kabul edilen N.B., iddiaya göre eğitmen Boran A.’nın bakışlarına maruz kaldı. Antrenmanları izlemeye giden eğitmen, N.B.’ye “Nerede kalıyorsun? Kalacak yerin var mı?” diye sordu. Sonra da cevap vermeyen genç kadını, dizlerini tutarak taciz etti. N.B. tepki gösterince çıkan tartışmada Boran A., “Doğrunun ne olduğunu öğreteceğim sana, geberteceğim, kaldığın yeri biliyorum” tehditleri savurdu. Kursu bırakan N.B. eğitmenden şikâyetçi oldu. Savcılık soruşturma başlattı. Boran A. antrenmanları özel izinli olarak gözlem amacıyla izlediğini belirtip “N.B., federasyonun işleyişini karıştırmak için şikâyette bulunmuştur. İddialar gerçek dışıdır” dedi. Savcılık eğitmen Boran A. hakkında ‘tehdit, hakaret, cinsel saldırı’ suçlarından 16 yıla kadar hapis talebiyle dava açtı.

Polis Türban Taktı..!

[Haber görseli]
30 Ağustos Zafer Bayramı bu sabah saat 09.30'da Taksim Meydanı'nda düzenlenen törenle kutlandı. Törene İstanbul Valisi Vasip Şahin, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, 1. Ordu Komutanı Orgeneral Musa Avsever, Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan ve CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu katıldı. Tören öncesi çevrede geniş çaplı güvenlik önlemi alındı. Çevreye yerleştirilen özel harekat polisleri güvenliği sağlarken sivil polisler de İstiklal Caddesi'nin girişinde vatandaşlarının üzerini ve çantalarını aradı.

Tören İstanbul Valisi Vasip Şahin'in Atatürk heykeli önüne çelenk bırakmasıyla başladı. Saygı duruşu ve İstiklal Marşı'nın okunmasının ardından tören sona erdi.
Öte yandan törende bir ilk de yaşandı. Emniyet Hizmetleri Sınıfı Mensupları Kıyafet Yönetmeliğinde yapılan değişiklikle, kadın polislerin başörtüsü kullanmasının serbest hale gelmesinin ardından, bir kadın emniyet müdürü törene başörtüsüyle katıldı.

İHD: Operasyonlarda en az 75’i çocuk 320 sivil hayatını kaybetti

ihd-eylem-mansetİnsan Hakları Derneği (İHD) Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi “24 Temmuz 2015-24 Temmuz 2016 Arası Çatışmalı Ortamlarda Meydana Gelen İnsan Hakları İhlalleri Araştırma Raporu”nu açıkladı. Rapora göre, sokağa çıkma yasakları sırasındaki operasyonlarda 75’i çocuk en az 320 sivil yaşamını yitirdi. Raporda yer alan ifadeler şöyle:
Çatışma ve ölümler
* Güvenlik güçleri tarafından gerçekleştiren/gerçekleştirdiği iddia edilen yargısız infazlar sonucu 440 kişi yaşamını yitirdi, 353 kişi ise yaralandı.
* Silahlı çatışmalarda; 422 Güvenlik Görevlisi yaşamını yitirdi. Bin 65 güvenlik görevlisi ise yaralandı. 614 silahlı örgüt militanı yaşamını yitirdi. 17 silahlı örgüt militanı ise yaralandı. 42 sivil, çatışmaların ortasında kalarak yaşamını yitirdi. 75 sivil ise yaralandı.
* Silahlı örgütlerin saldırısı sonucunda; 34 sivil yaşamını yitirdi, 173 sivil ise yaralandı.
* Silahlı çatışma ortamında yaşamını yitiren 15 örgüt militanı, güvenlik güçleri tarafından çıplak olarak teşhir edildi ve cenazelerine işkence edildiği tespit edildi.
Sokağa çıkma yasakları
* Bölgede bulunan kentlere bağlı ilçelerde ve ilçelere bağlı kırsal alanlarda ‘güvenlik veya askeri operasyon yapılacağı gerekçesiyle’ 87 kez, özel güvenlik bölgesi kararları alındı ve ilan edildi.
* Özel güvenlik bölgesi ilan edilen alanlara, sivil yurttaşların giriş-çıkışları yasaklandı. Bölgenin geçim kaynakları çiftçilik ve hayvancılık olması sebebiyle, yasaklar ekonomik mağduriyete yol açtı.
* 9 kente bağlı 35 ilçede sokağa çıkma yasağının ilan edildi. 75’i çocuk olmak üzere 320 kişi yaşamını yitirdi.
* Sınır hatlarında yaşana ölüm ve yaralamalarda ise açılan ateş sonucu 48 sivil yaşamını yitirdi. 60 sivil yurttaş ise yaralandı.
* Mayın ve sahipsiz bomba patlaması sonucu 7 çocuğun yaşamını yitirdi. 28 çocuğun ise kalıcı fiziksel rahatsızlıklar oluşturacak şekilde yaralandı. Biri kadın olmak zere 6 yetişkin yurttaş da yaralandı.
İşkence ve kötü muamele
* Gözaltında birimlerinde 286 kişi işkence ve kötü muameleye maruz kaldı.
* Gözaltı birimleri dışında (ev baskınlarında, sokakta) 161 kişi işkence ve kötü muameleye maruz kaldı.
* Köy Korucuları tarafından 4 kişi işkence ve kötü muameleye maruz kaldı.
* Cezaevlerinde 103 tutuklu-hükümlü tutuklu işkence ve kötü muameleye maruz kaldı.
* 6 kişi kaçırılma ve ajanlık tehditlerine maruz kaldı.
* 31 kişi can güvenliği ile tehdit edildi.
* Toplumsal gösterilerde güvenlik güçlerinin müdahalesi sonucu 99 kişi yaralandı.
Gözaltı ve tutuklamalar
* 275 çocuk ve 7 bin 609 yetişken olmak üzere, toplam 7 bin 884 kişi gözaltına alındı. 81 çocuk ve bin 878 yetişken olmak üzere, toplam bin 959 kişi tutuklandı.
* 4 bin 223 ev veya işyeri, çoğunlukla gece yarısı veya sabaha karşı güvenlik güçleri tarafından basıldı.
İfade ve düşünce özgürlüğü
* 96 adet basılı yayın ve materyal toplatıldı veya yasaklandı. 4 gazete ve yayın organı basıldı. 2 kültürel etkinlik yasaklandı. 123 haber sitesi adresi erişimi engellendi.
* 43 farklı soruşturma dosyası açıldı, toplamda 702 kişi hakkında soruşturma başlatıldı.
* Sendikal grevler ve çeşitli demokratik etkinliklere katıldıkları gerekçesi ile 13 bin 67 kamu emekçisi hakkında idari soruşturma açıldı.
* Düşüncelerini ifade edenlere karşı 15 farklı dava dosyası açıldı, toplamda 59 kişi yargılandı.
* Yargılama aşaması devam eden 60 farklı dava dosyası karara bağlandı, 168 kişi hakkında çeşitli hapis cezaları verildi.
Örgütleme özgürlüğü
* 20 Siyasi parti, 14 Dernek, 14 Eğitim ve Kültür Kurumu, 19 belediye hizmet binası ve eklentileri olmak üzere toplam, 60 kurum ve kuruluş baskına veya saldırıya maruz kaldı.
* 17 Dernek ve 2 Eğitim kültür kurumu kapatıldı.
Toplantı ve gösteri özgürlüğü
* 117 toplantı ve gösteriye, güvenlik güçleri tarafından müdahalede bulunuldu.
* 23 toplantı ve göster0, 748i ise, ilgili yerlerin Valilik ve Kaymakamlıkları tarafından yasakla

Cerablus Askeri Meclisi: “Türkiye ordusuyla koalisyon güçlerinin aracılığı ile ateşkes ilan ettik”

cerablus-askeri-meclisi-mansetCerablus Askeri Meclisi, Cerablus’ta “TSK ile Kürt güçler arasında ateşkes” sağlandığı iddialarına açıklık getirdi. Cerablus Askeri Meclisi Genel Komutanlığı tarafından yapılan açıklamada, “Amerika’nın öncülük ettiği uluslararası koalisyonun devreye girmesiyle, akan kanın durması ve sivillerin güvenliğinin sağlanması için Türkiye ordusuyla koalisyon güçlerinin aracılığı ile ateşkes ilan ettik” denildi.
Cerablus Askeri Meclisi’nin açıklaması şöyle:
Amerika’nın öncülük ettiği uluslararası koalisyonun devreye girmesiyle, akan kanın durması ve sivillerin güvenliğinin sağlanması için Türkiye ordusuyla koalisyon güçlerinin aracılığı ile ateşkes ilan ettik.
Bu ateşkes, geçtiğimiz akşam Sacur nehri kıyısındaki güçlerimiz ile işgalci Türk ordusu arasında devreye girmiştir. Ateşkes için devreye giren kesimler bu ateşkesin sürekli olmasını temenni etmekte.
Ateşkesin Türkiye’nin Cerablus işgalini kabul etmemiz anlamına gelmediğini bütün kamuoyuyla paylaşıyoruz.
Kaynak: ANHA

Ücretleri ödenmeyen işçiler mal sevkiyatına engel oldu

Ücretleri ödenmeyen işçiler mal sevkiyatına engel olduAydın'ın Söke ilçesindeki Yenidoğan bölgesinde kurulu olan ve fason üretim yapan Ege 1 Özel Tekstil’de çalışan 60 işçi, aylardır ücretlerini alamadıkları için 3 gündür fabrika önünde eylemde. LC Waikiki’ye üretim yapan Akar Tekstil’in kendi fabrikalarına verdiği işi yaptıktan sonra ücretleri ödenmeyen işçiler asıl çalıştıkları işyeri ile fason iş veren firmanın patronu arasında kaldı. Her iki patron da topu birbirine attı ve işçilerin ücretleri ödenmedi. Bunun üzerine ürettikleri mallara el koyan işçiler, “Ücretimizi ödemeden mallarınızı vermeyiz” diyerek direnişe başladı.

PATRONLAR TOPU BİRBİRİNE ATIYOR, İŞÇİNİN ÜCRETİ ÖDENMİYOR

Yaşananlara ilişkin telefonla gazetemize bilgi veren işçilerden Turgay Aslan, bir buçuk senedir Özel Teksil’de fason üzerine çalıştıklarını belirterek, yıllardır ücretlerde sıkıntı yaşadıklarını, ücretlerinin geç ödendiğini ifade etti: “Bu kez iki aydır ücret alamadık. Akar Tekstil isimli İzmir’in en büyük tekstil firması bizim fabrikaya fason verdi. Bu firmanın patronu Orhan Akar. LC Waikiki’ye üretim yapıyor. Bize en son yaptırdığı ürünler de LC Waikiki’nin. Bizim çalıştığımız EGE 1 Özel Tekstil’in patronu Emel Özel’le anlaştılar biz de diktik. Ama ücretlerimizi alamadık. Akar Tekstil’in patronu Orhan Akar, “Ben sizin patronunuza 220 bin lira ödedim. Ben ödememi yaptım, siz paranızı patronunuz Emel Özel’den alacaksınız dedi. Emel Hanımla konuştuk. Şu gün dedi, bu gün dedi bizi oyaladı. İki ay oldu paramızı vermedi. Biz 3 gündür çalışmıyoruz, grevdeyiz. Kontağı kapattık, fabrika çalışmıyor” dedi.

İŞÇİLER ÜRETTİKLERİ MALLARA EL KOYDU

İş bırakmalarının ardından Akar Tekstil’in patronu Orhan Akar’ın kendileriyle görüşerek, “Sevkıyatım var yetişmesi lazım. Yoksa 900 bin lira yanacak. Sizden ricam malımı çıkarın, ben sizin ödemenizi yapacağım” dediğini aktaran işçi Turgay Aslan, “Biz de bunun üzerine kalkıp insanlık namına çalışmaya devam ettik. Mallarını çıkardık. O gün geldi dedi ki ‘Patronunuz Emel Özel’e verdim paranızı. Emel Özel’e sorduk, ‘bende para yok, madem size Orhan Akar söz verdi onunla halledin’ dedi. Topu birbirlerine attılar. Böyle olunca patronlar sözlerinde durmayınca biz de Orhan Akar için yaptığımız mallara el koyduk. Orhan Akar'la görüşüp, ‘Paramızı verin, biz de sizin mallarınızı verelim’ dedik” şeklinde konuştu.

HAKKIMIZI ALANA KADAR DİRENECEĞİZ

Fabrikanın önündeki bekleyişleri sürerken, patronları Emel Özel’in geldiğini ve Perşembe günü saat 15.00’te saat ücretlerinin dağıtılacağını söylediğini belirten Turgay Aslan, “Biz gelip basının önünde bu açıklamayı yapmasını istedik ama yapmadı. Biz de malı vermedik. Sabaha kadar nöbet tuttuk. En son jandarmayı soktular devreye. Jandarma geldi. Biz Jandarma’ya, ‘Malı vermeyiz, biz haklıyız, hakkımızı istiyoruz’ dedik. Jandarma Akar Tekstil’in patronu Orhan Akar’la görüştü. ‘İşçilere söz vermişsiniz ama ücretlerini ödememişsiniz’ dediler. Herhangi bir müdahalesi olmadı bize Jandarmanın. Bayram öncesi hepimizi mağdru ettiler. Biz hakkımızı istiyoruz. Alana kadar da buradan ayrılmayacağız. Patronun söz verdiği Perşembe gününe kadar bekleyeceğiz. Perşembe günü ne olur göreceğiz. Sözlerini tutmalarını, hakkımızı vermelrini istiyoruz” dedi.

BAZI İŞÇİLER SİGORTASIZ ÇALIŞTIRILIYOR

Fabrikada sigortasız çalışan işçiler olduğunu, işçilerin, ‘bugün yapacağız, yarın yapacağız’ diye kandırıldığını söyleyen Turgay Aslan, “Biz burada 60 işçiyiz. Sendika yok. Bir kısmımız sigortalıyız, bir kısmımızın sigortası yok. Şu ana kadar belki 40 kişi işi bırakıp gitti. İçeride kalan paraları var alamadılar. Bazıları dava açtı” dedi.

Çocuk evinde evliliğe kim göz yumdu?

Siirt’te Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na bağlı Başak Çocuk Evi’nde görev yapan psikolog, 3 yıldır aynı çocuk evinde devlet koruması altında olan ve 18 yaşını henüz dolduran M.K. ile evlendi.
​Kurumda kalan M.K. 18 yaşını 8 Temmuz 2016’da doldurdu. İki hafta içinde mahkeme kararıyla devlet korumasından çıkarıldı. M.K. ve Y.G. bugün nikah yapıyor.
2 yıldır kurumda psikolog olarak görev yapan Y.G. ile M.K.’nin evliliğinden çocuk evinin yöneticilerinin de haberi olduğu ve çocuk evinde başlayan “ilişkiyi” onayladıkları iddia ediliyor.
‘İLİŞKİ KURUMDA BAŞLADIYSA BU İSTİSMARDIR’
Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası SES Genel Merkezi bu evlilikle ilgili soruşturma yürütülmesi için Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na ihbarda bulundu.
Konuyla ilgili görüşüne başvurduğumuz SES Genel Hukuk Sekreteri Aylin Akçay, “Çocuğun 18 yaşını doldurup kurumdan ayrılmasından çok kısa zaman sonra gerçekleşen bu evlilik, ilişkinin kurumda başladığını gösteriyor. Bu olayda 18 yaşını doldurmuş iki reşit insanın özgür iradeleriyle aldıkları bir evlilik kararından söz etmiyoruz. Doğrudan devlet koruması altındaki bir çocuğun bakımıyla ilgili sorumluluk sahibi olan bir meslek elemanının mesleki ve etik ilkeleri çiğneyip çocukla ilişki kurmasından, suç işlemesinden bahsediyoruz. Çocuk üstünde sorumluluk ve yetki sahibi olan bir kamu görevlisinin, mesleki ve etik sınırları aşarak kurduğu bu ilişki esasen istismardır. Üstelik, bu kurumlardan sorumlu yetkililerin, kurum sorumlularının bu ilişkiyi onayladığını görüyoruz. Bu ilişkinin kendisinde bir problem görmüyor çocuklardan sorumlu olan yetkililer. Karşı karşıya olduğumuz sorun sadece meslek elemanıyla değil bütün bir kurumun bir hizmet biçimi olarak çocuklara nasıl yaklaştığını gösteriyor” dedi.
SORUMLULAR TARAFINDAN TEŞVİK EDİLEN BİR SUÇ
Bakanlığa ihbarda bulunduklarını, ancak zaten Siirt’te bu evlilikten neredeyse bütün bakanlık yetkililerinin haberdar olduğunu ve bu evlilikte bir sorun görmediklerini dile getiren Akçay, “Bizzat sorumlular tarafından teşvik edilen, onaylanan bir suçtan bahsediyoruz. Bakanlığın kendi sorumluluğu altında bulunan çocuklara nasıl bir yaşam ve gelecek öngördüğünü gösteriyor bu tutum” diyerek Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na bağlı birimleri de eleştirdi. Devlet koruması altında olan bir çocuğun, bu kurumda meslek elemanı olarak çalışan kişi ile evlendirilmesi iddiasının yalnızca evlendirilen çocuk açısından değil, kurumda kalan diğer çocuklar için de endişe verici bir durum olduğunu ifade eden Akçay “Başından itibaren böyle bir ilişki içinde olan, bu ilişkiye göz yuman ve onaylayan herkesin hesap vermesi gerekir” dedi.
‘EVLİLİK İKİ REŞİT İNSANIN KARARI’YMIŞ!
Telefonla ulaştığımız Başak Çocuk Evi Müdür Yardımcısı Gökhan Marakçı, “Çocuk dediğiniz kişi reşit biridir, 1.5 ay önce reşit olmuş ve kurumumuzdan ayrılmıştır. Kararı bizim doğru ya da yanlış diye sorgulama durumumuz yok” dedi. Evlilik kararının iki reşit insanın aldığı bir karar olduğunu, ilişkinin çocuk kurumda devlet koruması altındayken başladığı iddiasının doğru olmadığını söyleyen Marakçı, sorularımızı bakanlık yetkililerinin yanıtlaması gerektiğini, görevde olan bir devlet memuru olarak yanıt veremeyeceğini söyledi.
Psikolog Y.G.’nin facebook sayfasında Hz. Muhammed’in “Ben şu iki zayıfın hakkını yemeyi size haram kılıyorum. Yetim hakkı ve kadın hakkı” sözünü paylaşması da dikkat çekti.


Zindanlarda tırmanan faşizm

faşizm zindanlar ile ilgili görsel sonucuAzap siyasetinin, ekonomisinin ve gündelik nobranlığının biricik mekanları zindanlar, topyekûn kıskaçta... Son otuz yılı baz alırsak bu son 5 - 6 ay kadar hareketli ve tecritsel hallerin olduğu bir dönem yok gibi. 20 - 25 yıldır içeride olan ve neredeyse on zindan dolaşmış arkadaşlar çok rahat söylüyorlar böyle bir dönem görmediklerini...
Öyle ya, hep ‘batıya’ olan sürgünlerin bile anlamı kalmadı. Artık Tekirdağ’dan Edirne’ye sürgün ediyor. Van’dan Erzurum’a, Amed’den Siirt’e ve Antep’e...
Daha çok cezaevi yapmakla övünen egemen akıl, aklını hepten yitirdi. Çünkü „siyasi tutsaklara“ artık ne edeceğini bilmiyor. En son kısmi düzenleme yapıp kırk bin insanı dışarı bırakırken, siyasilerin açık görüş hakkını da bir aydan iki aya çıkardı. Yakında kapalı görüşleri de kaldırır. Beklemedeyiz... 
Yani her şeyin acısını siyasilerden çıkarmaya ant içmişler. Kürtçe güzel bir söz var. Bê minet! diyor. Aynısından...
Şu aralar ne yapmakla meşguller, kısaca değinirsek:
Aşırı yaz sıcaklarında suyu kesiyor, günde sadece birkaç saat su veriyor. Sevk - sürgün listeleri desen çarşaf çarşaf...
Gündelik yaşamı daraltmak, boğmak için akla ziyan ne varsa genelgelerde diz boyu. Misal voleybol topu verilmez. Neden derseniz? Çünkü duvar delinebilirmiş. Ağır su kovasını kaldıran ve belini inciten arkadaş revire çıkarılmaz ve tutanak tutulur. Hatta gardiyan çağırmak için çalınan mazgala sert vuruldu diye tutanak tutulmaya çalışılıyor.
Peki üç kişilik küçük bir odaya kaç kişi sığabilir? Tabii ki üç kişi, zaten oda ona göre yapılmış. Ama mucize bu ya! Şuan yedi kişi kalıyor üç kişilik yerde. Nereye ayak basıyor, yatağı nereye koyuyoruz ne siz sorun ne biz söyleyelim... 
Hasta tutsak arkadaşların durumu en zor olanı. Çok özgün durumları olan pek çok arkadaş bulunuyor. Maalesef sürgün listelerinin de başına bunlar koyuluyor. Yetmiyor; gittikleri yerlerde de hoş geldin dayağı. Devletin hasta tutsak politikasını daha iyi anlamak için şuan Menemen R Tipinde tutulan Ergin Aktaş ve Sibel Çapraz yoldaşların durumuna ve onlara reva görülenlere bakılabilir. Gerçekten bazı arkadaşların durumu insanı lal ediyor. Nasıl anlatacağını bilemiyorsun. Ve bunlar oldukları zindanda öncelikli hedefler. Çünkü ilgili idare onları başından atmak istiyor. Tedavi, ilaç, kontrol ile uğraşmak istemiyor.
Amed’de son üç ayda 400’e yakın arkadaş sürgüne gitti. Diğer tüm illerde de benzer durumlar var. Yine Amed’de kampüs cezaevi inşaatı tam gaz devam ediyor. En ufak bir aksama, zarar vs. olduğunda top siyasi tutsaklara dönüyor dedim ya, açayım biraz daha...
Darbeci mi getirildi? Yer mi yok? Hemen gönder siyasiyi. Tahliyesine üç ay mı kalmış? Tutukludur, mahkemesi buradadır. Boş ver! Gönder... Gönderdiği kim?
Haftada üç gün ve 6 - 7 saat diyalize bağlı yaşayan Celal Şeker, iki ayağı olmayan Mehmet Özen arkadaş, 20 yıldır faşizme dirhem dirhem direnen ve başına su dökemeyen, yemek yiyemeyen Apê Dedo yani M. Emin Özkan...
Kindar, mundar, çirkin ve soğuk canavar devletin çirkef yüzünü en hızlı gösterdiği ve uygulamaya koyduğu alan zindanlar oluyor. Şartlar daha da ağırlaştırılıp, provokasyon ortamı hazırlanırken örgütlü alanları da bir taraftan tasfiye ediyorlar. 
Asgari yaşam düzeyindeki temel hakları da pazarlığa çeviriyorlar... Dışarıda yükselen ahlaksız ve kirli savaşın maskesi zindanda, siyasi tutsaklar şahsında çok net beliriyor, düşüyor. Bu faşizm bugün Hayrilerin, Kemallerin ve Mazlumların canları pahasına yarattıkları „zindan geleneğine“ saldırıyor. 
Teslimiyet istiyor. Dün olmadığı gibi bugün de teslim olunmayacak. 
Bugün çok daha güçlüyüz.  Zindanlardaki sirkülasyon devam ettikçe ve tırmanan savaşla beraber yönelim oldukça zindan da direnecek, sözünü söyleyecektir...,
Yeni Özgür Politika

Haramilerin saltanatını yıkacağız


Türkiye’nin büyük edebiyatçısı, Kürt halkının dostu Vedat Türkali, 97 yaşında hayata veda etti. Ardında tükenmez umudunu, direncini ve en zor dönemlerde bile sürdürdüğü direnişçi dostluğunu bıraktı. KCK, ‘Kürt halkı onu hep sevgiyle hatırlayacaktır’ açıklaması yaptı. 

30 Ağustos 2016 Salı | Dizi

Vedat Türkali, 97’sinde koca bir çınar olarak ve son demlerine kadar bir an olsun eğilmeyerek noktaladı yaşamını. Dün, 29 Ağustos’ta, Yalova’da. Türk edebiyatının, Türkiye halklarının bir büyük değeri, ağabeyi, öğretmeniydi.
Türkali, 13 Mayıs 1919 günü, Samsun’da doğdu. Asıl adı, Abdülkadir (Demirkan) Pirhasan’dı. Samsun Lisesi’ni bitirdikten sonra, 1942 yılında, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’ne kaydını yaptırdı. Mezun olduğu yıl, eşi Merih Pirhasan’la evlendi.
Öğretmenliği, Maltepe Askeri Lisesi ve Kuleli Askeri Lisesi’nde yapabildi. 1951 yılında tutuklandı. 9 yıl ceza aldı ancak 7 yılın ardından şartlı olarak salıverildi.
Türk edebiyatının bir diğer büyük ismi Rıfat Ilgaz’la birlikte Gar Yayınları’nı kuran Vedat Türkali, senaristliğe ise 1960 yılında Dolandırıcılar Şahı ile başladı. 

Ödüller, kitaplar...
Türkali, ‘Karanlıkta Uyuyanlar’ filmiyle, 1965 yılının Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi Senaryo Ödülü’nü kazandı. ‘Dallar Yeşil Olmalı’ oyunuyla 1970’te TRT Sanat Ödülü’nü aldı. 1974’te Milliyet Yayınları’nın Roman Yarışması’nda birinci oldu. Aynı yıl, Bedrana filmiyle de Çekoslovakya Karlovy Vary Şenliği Ödülü’ne layık görüldü. 1976’da Orhan Kemal Roman Armağanı’nı kazandı. Altın Portakal’daki ikinci senaryo ödülünü, 1977 yılında, ‘Kara Çarşaflı Gelin’ filmiyle aldı. 2016’da ise Beyaz Martı Edebiyat Onur Ödülü’ne layık görüldü. 
1 Mayıs 2004 - 1 Mayıs 2005 arası, aydınların, sanatçıların, kültür sanat kurumlarının ve insan hakları savunucularının katılımıyla, ‘Vedat Türkali Yılı’ ilan edildi.
Vedat Türkali’nin, her biri derin izler bırakmış Bir Gün Tek Başına, Mavi Karanlık, Tek Kişilik Ölüm, Güven, Yeşilçam Dedikleri Türkiye, Kayıp Romanlar, Yalancı Tanıklar Kahvesi, Bitti Bitti Bitmedi gibi çok sayıda romanı var.
‘Komünist’ adıyla 2001 yılında yayımlanan otobiyografisinde ise çocukluğundan üniversitede (tıpkı Güven romanındaki gibi) TKP’yi arayışına, tutuklanmasına kadarki yaşamını anlattı.

Eğilmedi, bükülmedi
Türkali, neredeyse bir asra uzanan yaşamında, mücadeleden bir an bile geri durmadı. Eğilmedi, bükülmedi, doğru bildiğini her koşulda söyledi. Yapabildiğince, ilerleyen yaşına, tutmaz ayaklarına aldırmadan, eylemlere de katıldı. Bir süre sonra yürüyemez oldu, tekerlekli sandalyesi üzerindeydi ama yine de evine kapanmadı. Hrant Dink katledildiğinde, ‘Hepimiz Ermeni’yiz’ yazan pankartıyla, oradaydı. 2010 yılında, direnişle kazanılmış Taksim Meydanı’ndan, kızıl kazağı içinden gülümsüyordu.
Vedat Türkali’yi çok zaman, Kürt halkının yaşadıklarını anlatırken dinledik. Anlatmakla kalmadı, kavganın tam içinde yer aldı. 2002 yılında, DEHAP’tan aday olmuştu. HDP’nin seçim çalışmalarına da yürekten destek verdi. Cizre’deki katliamlara karşı durmak için yapılan eylemde, yine tekerlekli sandalyesiyle, en öndeydi. “Bu ülkede var olan Kürt, Rum, Ermeni ve tüm halklar özgür olmadıkça barış gelmez” diyordu.

Kazanacağız, başka çare yok
7 Haziran Seçimleri öncesinde, HDP’ye destek için yapılan bir şenlikte söylemişti şu sözleri: “En temel görevimiz bu devletin gerçek bir halk devleti biçimine gelmesi için elimizden geleni yapmaktır. Elimizden geleni de yapacağız. Kazanacağız, dayanışmayla, sevgiyle ve birbirimize güvenerek. Mutlaka kazanacağız çünkü halkların kazanmaktan başka çaresi yok.”
Son söyleşilerinden birinde, “Kendinizi en çok ne zaman özgür hissettiniz” sorusuna, “Daha hiç öyle hissetmedim” demişti büyük usta. Umutsuz olduğundan değil; birkaç soru sonra eklemişti zaten: “Her şeye rağmen umut tabii olacak. Sen çalışıyorsun, düşman da çalışıyor, unutma. Hep sen çalışmıyorsun ki! Düşmanın elinde daha çok alet var, daha çok imkân var ama buna rağmen sen diyeceksin ki, ben senden daha güçlüyüm... Umutsuzluk yok. Dünyada her yere gelecek barış ama hangi ülkeye, hangi şartlarda, bilinmez.”  

29 Ağustos 2016 Pazartesi

Aslı Erdoğan: Her koşulda barışı savunmaya devam edeceğim

Aslı Erdoğan: Her koşulda barışı savunmaya devam edeceğimCHP (Cumhuriyet Halk Partisi) İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, kapatılan Özgür Gündemgazetesine yönelik soruşturma kapsamında tutuklanan Özgür Gündem Gazetesi’nin Yayın Danışma Kurulu üyesi ve gazeteninyazarı Aslı Erdoğan’ı tutuklu olduğu Bakırköy Kadın Kapalı Cezaevi’nde ziyaret etti ve bir saate yakın görüştü.

Duvar'dan Hülya Karabağlı'nın haberinde; Aslı Erdoğan’ın hukuki durumunu konuştukların söyleyen Tanrıkulu, “Aslı Erdoğan öncelikle herkese selam ve sevgilerini gönderdi” dedi.

Erdoğan’ın sona eren tecrit koşullarıyla ilgili “Tecritten koğuşa alınmak nispeten daha iyi” dediğine dikkat çeken Tanrıkulu, yazarın, “Ancak şu da bir gerçek açıklıkla ifade edeyim ben edebiyatçıyım, yazarım. Bunun dışında kalemimden ve düşüncemden başka herhangi bir silahım yok” dediğini söyledi.

Düşüncelerini ifade etmeye devam edeceğini de söylediğini kaydeden Tanrıkulu, “Tutuklu da olsam, içeride de olsam düşüncemi yazmam engellenemez” dediğini aktardı.

‘İNSANLARI SEVDİĞİM İÇİN YAPIYORUM’

Tanrıkulu, Aslı Erdoğan’ın “Her koşulda barışı savunmaya devam edeceğini” söylediğini belirtti ve “Bunu insanları sevdiğim için yapıyorum” dediğini ifade etti.

Sağlık durumuyla ilgili Erdoğan’ın daha kötü koşullarda olanlara dikkat çekerek, “Daha kötü koşullarda olanlar var, onlara nazaran benim sağlık durumumu söylemeyi doğru bulmam” dediğini belirtti.

TANRIKULU: CEZAEVİ ALIŞMASI GEREKEN BİR YER DEĞİL

CHP’li Tanrıkulu, Duvar’a şu değerlendirmeyi yaptı:

“Hukuksal konularda kendisiyle konuştuk. Onun dışında cezaevi hiçbir insanın alışması gerektiği hele hele bir yazarın bulunması gereken bir ortam değil. Yani ikinci dünya savaşından sonra neredeyse tutuklanan gözaltına alınan bir tek edebiyatçı yok. Demokratik ülkelerde böyle insanlar el üstünde tutulurken bizde bu şekilde muameleye tutulmuş olmasını izah etmeyi de burada tutanlara bırakıyorum.”