30 Mayıs 2019 Perşembe

SİNAN CEMGİL KADİR MANGA ALPASLAN ÖZDOĞAN NURHAK’A ABİDE KALDI..!


nurhak direnişi ile ilgili görsel sonucu
Sen Ne Zaman Büyüdün?
Eski duvar diplerinde karanlık sular
ay vurmuş gölgelenmiş kuytular
canım oğul güzel yiğit
al gel kanlı gömleğini, sana nasıl kıydılar?
Ben bu yürek yarasını bir gece Elbistan’da duymuştum
bir külüstür mahpushane zindanların en kötüsü
gözlerinin moru vurmuş ak mendillere
bir kelepçe sabahı ki türkülerin en acısı
ben bu yürek yarasını bir gece Elbistan’da duymuştum.
akşamlar bir karakuş gibi sağılıp inerdi tenha yollara
yıldızlar dut kokardı, iğdeler ay kokardı
öflez ışıkları, yol boylarında Osmanlı karakolların
tilkiler üşüşünce akşam yıldızıyla bağlara
kelepçemin karasına bir ak güvercin
nazlı nazlı, canım yiğit, süzüm süzüm canım oğul, gelip konardı
ben bu yürek yarasını bir gece Elbistan’da duymuştum.
Ekmek yedim, su içtim ben nasıl yadsıyayım
nurhak dağlarının hemencecik eteğinde o yerde
toprak kına gibidir etlidir damarlıdır
sanırsın balla yoğrulmuştur kehribar üzümleri
kütükleri Hititlerden, kan gütmesi Osmanlıdan
ekmek yedim, su içtim ben nasıl yadsıyayım
taze peynir gibi taze, sarı yaban gülü selam
ya nasıl yadsıyayım İshaklı selvilerde ay-ışığını
ya bu kanlı gömleği ben kime giydireyim?
ben bu yürek yarasını bir gece Elbistan’da duymuştum.
Sen ne zaman büyüdün de ne zaman kaptırdın gönlünü
o Nurhaklar’a?
Sen daha bebek bebek, sen daha baba baba
canım oğul, o kıraç topraklarımın yabangülü, yiğidim
sen ne zaman büyüdün de düştün yollara
yolunu mavi kargalardan, toylardan sorar oldun?
hala duruyur mu tellerinde o mavi kargaları Maraş topraklarının?
o karamuk çalıları, o çoban döşekleri, o Müslüman kayalar?
beni sordun mu gözüm, o kanlı toprakların menekşeli sabahlarından?
çıkınımda kara zeytin bile yok, kara alman kelepçesi bileklerimde
ben bu yürek yarasını bir gece Elbistan’da duymuştum..
Bileklerim canım oğul yeni yeni başladı sızlamaya
sen büyüdün de demek, düştün de demek o damar damar
kınalı topraklara
tüketmişim yirmi yılı, canım yiğit, bir salkım üzüm gibi
canım oğul, güzel yiğit
al gel kanlı gömleğini, sana nasıl kıydılar!
ben bu yürek yarasını bir gece Elbistan’da duymuştum.
Bundan tam 48.yıl önce Nurhak dağlarında halkların özgürlüğü ve kurtuluşu için silahlı direniş tohumlarını eken ve Deniz Gezmiş, Yusuf aslan ve Hüseyin İnanın idam edilmesinin engellenmesi için Malatya'nın-Kürecik ilçesindeki Amerikan üssünü basmaya giderlerken hain bir pusuda yitirmiş olduğumuz Sinan Cemgil, Alpaslan Özdoğan –Kadir Manga nezdinden tüm devrim ve sosyalizm şehitlerini saygıyla anıyoruz.
Nurhak’ın Solmayan Üç Gülü;
KADİR MANGA, SİNAN  CEMGİL ve  ALPASLAN  ÖZDOĞAN’IN
Kısaca Yaşam ve Mücadelelerinden Öğrenelim..!
44 yıl önce bugün (31 Mayıs 1976) Kürecik Radar Üssü’nü basmak üzere harekete geçen, Nurhak dağlarının Adıyaman Gölbaşı İlçesine bağlı İnekli Köyü mıntıkasında, jandarma ile girdikleri çatışmada yaşamlarını yitiren Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO) önderlerinden SİNAN CEMGİL, ALPASLAN ÖZDOĞAN, KADİR MANGA Hüseyin Cevahir kimdirler: 

SİNAN CEMGİL:
15 Kasım 1944 tarihinde İstanbul’da doğan, 1964 yılında Ortadoğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Mimarlık Fakültesi’ne giren SİNAN CEMGİL burada devrimci siyasetle ilgilenmeye başlayıp aktifleşti. 1965 yılında Şirin YAZICIOĞLU ile birlikte gözaltına alındı, 1969 yılında Şirin YAZICIOĞLU ile evlendi, ODTÜ Sosyalist Fikir Kulübü’nün (SFK) kuruluşuna katılarak bir süre başkanlığını yaptığını ve o arada Türkiye İşçi Partisi’ne (TİP) de üye olduğu.
1968’le birlikte yoğunlaşan öğrenci eylemlerinde, ODTÜ içindeki mücadelesi ve sevilen kişiliğiyle bilinen SİNAN CEMGİL iyi bir propagandist ve ajitatör olmasının doğal önderliğiyle de öne çıkmıştı.  ODTÜ’de Toplumcu Grup içinde yer alan SİNAN CEMGİL’ 1968’de ODTÜ’de boykota ve 1969’da yine ODTÜ işgaline önderlik etti.
Vietnam kasabı olarak bilinen Komer’in ODTÜ’de arabasını yakanlardan birisi olan  SİNAN CEMGİL’ di.  Eylemde birlikte yer aldığı arkadaşı Mustafa Taylan Özgür’ün İstanbul’da öldürülmesinden sonra 1970 yılında doğan oğluna söz verdiği gibi arkadaşı Taylan’ın adını koydu. Sinan THKO’nun kurucu kadroları ve teorisyenlerindendi. Ondan dolayı yoldaşları ve arkadaşları Hoca olarak hitap ediyorlardı Sinan Cemgile.  1971 yılında kırda silahlı gerilla mücadelesini başlatmak amacıyla Nurhak dağlarına giden Sinan Cemgil , 31 mayıs 1971 yılında jandarmalarla girdiği çatışmada  şehit edildi.
KADİR MANGA :
THKO’nun önder militanlarında olan 1947′de Konya’nın Akşehir ilçesinde doğan, ilk ve orta öğreniminin ilk yıllarını Akşehir’de, liseyi İzmir’de bitiren, Erzurum Atatürk Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde okuyan KADİR MANGA, 1969 Aralık sonlarında HÜSEYİN İNAN’ın çağrısı üzerine Filistin’e gidinceye kadar, devrimci eylemlerin aktif örgütleyicisi ve uygulayıcısı oldu. 1969 yılın sonlarından Filistin’e giden KADİR MANGA, orada İsrail’e karşı savaştı. 1 Şubat 1970 tarihinde 16 arkadaşıyla Türkiye’ye dönen MANGA, 11 arkadaşıyla Diyarbakır’da yakalanarak 8 ay Diyarbakır Cezaevinde yattı. Kırda savaşmak için Nurhak dağlarına gitti ve 31 Mayıs 1971 yılında çatışmada katledildi. ”
ALPASLAN ÖZDOĞAN
 3 Mart 1946′da Buca’da doğan ve ODTÜ’de okuyan o dönemde ABD Elçisi Robert Komerin arabasının yakanlardan ALPASLAN ÖZDOĞAN’ yükselen devrimci mücadelenin ön saflarında yer aldı. THKO’nun militanlarından olan Alpaslan Özdoğan Filistin’e gidip El Fetih örgütü saflarında İsrail’e karşı savaşan devrimcilerden biri oldu, Filistin dönüşünde yakalanıp bir süre  Diyarbakır cezaevinde yattığı.
1971’in başlarında Nurhak dağlarına gerilla mücadelesini başlatmak amacıyla giden Alpaslan Özdoğan Kürecik Radar Üssü’ne yapacakları baskına giderken 31 Mayıs 1971 yılında jandarma pususuna düştüler.  Jandarmayla çıkan çatışmada  elde silah direnerek  ölümsüzleşti.

Devrimci Saflarda Kanayan Yara Gerici Şiddet ve Biatçı Kültür Üzerine Birkez Daha ..!


Devrimci saflarda örgüt içi yada dışı infazlar devrimi hareket saflarında hala kanayan bir yara olmaya devam ediyor. Bu işi öncelikle PDA-Aydınlık revizyonizmi İbrahim Kaypakkaya yoldaşı kaçırarak olası direnme halinde katletme kararıyla, devrimci saflarda farklı düşünen yada ayrılanları katletmenin doğru olduğu eğilimi taşıdı. Bu aynı 1970'li süreçlerde devrimci örgütler arasında şiddet olayının yaşandığı bir sır değil. Tartışma toplantılarında Mahir Çayan ve Deniz Gezmiş gruplarının özellikle TİPli ve kendileri gibi düşünmeyen kesimlere karşı şiddeti doğal karşıladıkları ve bir kaç kez üniversitede tartışmalarında İ.Kaypakkaya yoldaş yönelik şiddet içerikli saldırılarda bulundukları sır değildir. Yine Robert Kolejlilerin örgüte ihanet ettiği gerekçesiyle açıktan Adil Ovaloğlu'nun komplocu bir tarzda katledilmesiyle başlayan devrimci saflarda karşı devrimden alınmış çelişkileri ve sorunları şiddetle çözme tutumu daha sonrası yıllarda derinleşerek devam etti. Binleri aşan devrimci yoldaş dedikleri tarafından, ihanet, hain vb. gerçekçi olmayan Dev-Yol-Kurtuluş, Dev-Yol, Dev-Sol, Halkın Kurtuluşu-Devrimci Proletarya ,MLSPB-Çayan sempatizanları, HDÖ-Acil-Halkın Birliği-Partizan (Partizan çevresi 1976 ayrılığında merkeze karşı sıklıkla şiddet uyguladı, geceleri basıp dağıtmaya-devrimci faaliyetleri engellemeye, mezar anmalarında saldırgan ve şiddet uygulayan tutumlarıyla provokasyon yaratan tutumlar içinde oldular), 1977-78de PDA-Aydınlık revizyonistleri H.Kurtuluşu ve Dev-Soldan devrimciler katletti ve devlete yamanarak, ihbarcı karşı devrimci hatta kapaklandı. PKK Kürdistan bizimdir kimse buralarda faaliyet yürütemez anti-demokratik gerici tutumuyla hemen tüm devrimlere savaş açtı. Halkın Birliğinde 6 kişiyi katlederken H.Kurtuluşunda,Dev-Yolda-5 parçacılarda, KUK'ta ve diğer Kürt ulusalcı hareketlerde binlerce devrimcinin katledilmesine imza attı. Partizan kadrolarında birisi Dev-Yolcu bir öğretmeni Dersimde katletti. 
Yine PKK, Öcalan'ın çizgisine karşı çıkıp eleştiren ve yeni oluşumlar içine yönelen Çetin Güngör ve Mehmet Şener başta olmak üzere binleri bulan örgüt içi infazlara imza attı. 
1990'lı yıllarda örgüt içi sorunları çözemeyen TKP-ML DABK, Kardelen hareketi adı altında işkenceli sorgular sonucu, onlarca kişi hem de TKP-ML'nin öncü kadroları öldürüldü. Özgür gelecek-Halkın Günlüğü arasında yaşanan ayrılıkta H.Günlüğü Ö.Geleceklerin silahlarına el koyup şiddet kullanmada geri durmadılar. Yine Ö.Gelecek ile Uzun yürüyüş arasında yaşanan ayrılıkta, Ö.Gelecek çevresi U.Yürüyüşün başını çeken devrimciler hakkında ölüm kararı aldı ve değişik alanlarda faaliyetleri engellemeye çalıştı. Dev-Sol ayrışmasında D.Karataş'ın başını çeken Yürüyüş ile yollarını ayıran Bedri Yağanın başını çekmiş olduğu gruba karşı yok etme saldırı başlattı ve onu aşkın devrimci hunharca katledildi. Devrimci ailelerin evleri-gecekonduları basıldı ve göçe zorlandılar. 1995 MLKP-KP-İÖ ayrılığında,MLKP ayakta kalabilmenin yolunu burjuvazinin hatta burjuvazinin daha çok faşist kesimlerinin kullandığı karşı devrimci şiddetle ez ve yok et yolunu seçti. Halkın Birliği büroları basıldı yoldaşların kafaları-kolları kırıldı ve eşyaları parçalandı, bazıları hırsızlık yapıp çaldılar MLKP önderliğinin talimatıyla gerçekleştirilen ve yüzleri aşan bu gerici halk düşmanı eylemlerde onlarca devrimcinin kafası kolu kırıldı, arabaları parçalandı, gebe kadınlara bıçak atmaktan geri kalmadılar. 27 Ağustos 1996 yılında MLKP'nin önderliğinin talimatıyla Kemal Yazar ve yanında olan bir yoldaş Almanya’nın Duisburg kentinde kaleşinkoflu suiskaste maruz kaldı. Bu saldırıda Kemal Yoldaş katledilirken yanındaki yoldaş ağır yaralandı. İşin ilginç yanı faşizmin işkence ve zindanlarda katlemediği, vücudu faşizmin kurşunlarıyla delik deşik olmuş Kemal Yazar yoldaş, bir dönemler yoldaş dediklerinin kurşunlarıyla katlediliyordu. Birisi Türkiye de olmak üzere üç yoldaş MLKP önderliğince kaçırılıp faşist yöntemler "örgüt varlığı için ve önderliğin iktidarı için her yol mubahtır" yaklaşımı içinde ihanete zorlandılar. İşin daha da ilginç olanı MLKP tarafından kaçırılan onbeş gün tutsak tutulan yoldaşlardan ikisi kanser hastalığından yaşamlarını yitirdi. Yine Kemal yoldaşın katledildiği suikast eyleminde ağır yaralanan yoldaşı da kanser hastalığında kaybettik. Yüzlerce devrimci bu saldırılarda etkilenerek, devrimci safları terk etti. Düşmanın yapamadığını MLKP önderliği saldırılarıyla yapıyordu. 
Devrimci saflarda bölünme parçalanma devam ettikçe karşı devrimci şiddette sürdü. EMEPten kopup H.Kurtuluşu’nu yeniden geliştirmeye çalışan gruba yönelik saldırısı da bir devrimci kalp krizinde yaşamını yitirdi ve bir çok yerde EMEPliler, H.Kurtuluş'u grubuna saldırdı. Kısacası güçlü olan zayıf olanı ezip politik alanda şiddet saldırıları ve yasaklarla silmeye ve bu yolla ayakta kalmaya çalışma yolunu tuttu. Çünkü bu akımlar kendi görüşlerine güven duymuyorlardı. Öyle olmuş olsaydı halk içinde çelişkilerin çözümünde izlenmesi gereken tartışama-eğitme ve değiştirme yolunu tutarlardı. 
. Yeni Demokrasi Ö.Gelecek ayrışmasında, güçlü olan Yeni Demokrasi zorbalığı geçer akçe kılarken, bir dönem başkalarına şiddeti geçer akçe kılan ve devrimci saflarda yaşanan kirli Susurluk olaylarına sesiz kalıp destek olan Ö.Gelecek çevresi şiddet kendisine dönünce feveran yapmaya başladı. Devrimci saflarda hala kanamaya devam eden sorunları şiddetle ve öldürmekle çözme yöntemi, devrimcilere büyük zararlar vermiş ve yığınların saflarında önemli bir güvensizlik tohumu ekmiştir. Örgütü araç olmaktan çıkarıp amaç haline getiren biatçı kültür binlerce devrimcinin yaşamın mal olmuş ve kitleler nezdinde de temiz devrimcilik kirli hale getirilmeye çalışmıştır. 
Herşeyi kendi iktidarının devamına bağlayan ve fikir tartışmasından kaçarak güçlü zayıfı ortadan kaldırı tutumuna göre hareket eden bir yerde ne eşitli, demokrasi ve nede sosyalizm doğar. Burada olsa olsa burjuvazinin değişik versiyonu bataklık yaratılır. 
Bu bataklığa karşı ilkeli duruş içinde olanlarda vardı. Her koşulda devrimci saflarda erozyona yol açan ve giderilmesi olanaksız gedikler açan, komplocu, provokasyon yüklü ve örgütü amaç haline getiren biatçı politik duruş ve kültüre karşı Halkın Birliği, Yeni Dünya İçin Çağrı ve ODAK dergi çevreleri devrimci yaklaşım içinde oldular ve ilkeli yaklaşımlarıyla bu alanda egemen şiddeti kutsayan gerici egemen eğilimin karşısında durdular. Şuna inanıyoruz ki devrimci saflarda ve örgüt için kopuşmalar da devrimci ilkeleri duruş egemen kılınmadan, emekçilere arasında devrimci ve sosyalistlerin sarsılan güven eksiklilerini aşmaları ve geniş kitleleri kucaklamaları zor ve güç olacaktır. Bir çok akımın PKK'ye öykündüğü koşullarda herşeyi önderlik bilir örgüt- önderlik eşittir halk devrimidir yaklaşımıyla hesaplaşılmadan yeninin yolunu açmak, hayal olmaktan öteye gitmeyecektir.

Dersim Düşmanlığında değişen bir şey yok..!


Aydınlık-Doğu Perinçek’in tezgahında yetişmiş olan Kemalist ulusalcı Soner Yalçın, Tunceli Belediyesin adının, “Dersim Belediyesi” olarak değiştirilmesine en keskin teki koyanlardan birsi oldu. Kuşku yok ki zoraki değiştirilen ve devletin Kürtlere yönelik açmış olduğu inkar ve imha politikasının ifadesi olan Tunceli- Tunç eli-nin adının yeniden Dersim olarak değiştirilmesine faşist dinci kafatasçılardan nasyonal sosyalistleri aynı kulvarda buluşturdu ve belediye başkanı ve meclis üyelerini açıktan tehditte buluşturdu.
Bir süredir sosyal medyanın gündeminde olan ve en son, Atatürkçü Düşüne Derneğinin konuyu yargıya kadar götürmesiyle, Maçoğlu kafatasçı faşist ve Kemalist ulusalcıların hedefi haline geldi.
Kuşku yok ki belediyeye Dersim adının asılmasına ilk tepki veren Bahçeli olduğu ve ardından MHP milletvekillerinden birisi açıktan, Dersim tabelasını aşanlar dedelerinin sonlarını unutmasınlar diyerek, açıktan devlet Dersim tabelasının asılmasına izin vermez ve bunu asanlarda ölümde ölüm beğensin tehdidini savuruyorlar.
Bahçeli, TKP,Sinan Meydan, Fatih Portakal ve milliyetçi/ulusalcı cenah hep bir ağızdan koro halinde, Maçoğlu’a sen fasulyeni, nohudunu ek gerisine karışma demeye gelen tepkilerle, aslında, hızla bir linç kampanyasının fitili ateşleniyor
Soner Yalçın, bütün bu faşist şovenit, inkarcı ve imhacı resmi devlet politikası temelinde tepki verenlerin sözcülüğüne soyunan yazsında, ulusalcı milliyetçi sorularını sol, sosyalist bir sosa batırarak art arda sıralıyor. Maçoğlu’nu suçlayan, köşeye sıkıştırmayı amaçlayan soruları, Perinçek’in ulusalcı çizgisinden kopmadığını, geçmişle bağlarının sürmekte olduğunu açıkça gösteriyor.
Yalçın, art arda sırladığı sorularıyla, egemen etnik, çok bilen, tepeden bakan, hatta bölen Türkçü bir yerden olaya yaklaştığını saklamıyor. Açıkça, Soner Yalçın, buyuran, suçlayan bu dile ne kadar beyaz, ne kadar Türk olduğunu göstermiş olmaktan başka bir şey yapmış olmuyor.
Yalçın, uzun sorularına son verdiği noktada, “Gerici feodalizme sarılıp, Cumhuriyet ve devrimlerine muhalefet ederek komünist olmazsınız!” diyerek, Dersim’in federalizmi, Tunceli’nin ise Cumhuriyet değerlerini ve devrimleri temsil ettiğini iler sürerek son derece saçma ve üniter devleti ve zoraki birliği doğal görme görüşünü pervasızca savunuyor. Bir şehrin, belediyenin adının değiştirilmesiyle, o şehir, o şehrin insanlarının nasıl gericilikle ve/veya modernite ile buluştuğunu açıklamakta kaçınan Yalçın, dönüp komünistlere feodal gericilikle mücadele etmeyi, ulusal burjuvaziyle de kol kola olmayı önerirken, Aydınlık’ın sınıf işbirlikçisi 3-dünya teorisini yeniden ısıtıp piyasaya sürüyor. .
Ancak, farkında mıdır bilinmez, Yalçın’ın can havli ile sarıldığı bu sav, Dersim, söz konusu olduğunda, Dersim katliamı ve sonrasına uygulamaya konan sürgünleri haklı göstermekten başka bir anlama gelmiyor.
Farklı kültürler, inançlar etnik kimlikler karşısında ulusalcı (nasyonalist) refleksler gösteren, burjuva anlamda demokratlığı dahi içselleştirmemiş olanların, Dersimlilere ve komünistlere ilericilik, anti emperyalisttik taslaması da son derece trajik-komiktir.
Dersim’in, Tunceli olarak adının değiştirilmesinin bir bölgenin, bir toplumun geçmişiyle bağını koparmayı, asimilasyonu amaçladığı, asıl itirazın, tam da buna olduğu neden görülmek istenmiyor.
Dersim’e karşı çıkmanın özünde bölgenin geçmiş kültürüne, diline, inançlarına karşı çıkmak olduğu çok açıktır. Egemen, buyurgan dili haklı göstermek için anti emperyalist, sol soslu ulusalcı söylemler, kimseyi kurtarmaya, haklı çıkarmaya yetmediği gibi, ilerici, aydınlanmacı, demokratta yapmaz.

ARTUKBEY TUNCELİ ŞUBESİ'Nİ BOYKOT EDİYORUZ!



Başkan Maçoğlu’ndan Basın Açıklaması:
Kent merkezindeki Mameki Parkı’nda bulunan özel işletmenin yer işgaline yönelik görevini yapan zabıta memurlarımız, gözaltına alınarak Tunceli Emniyet Müdürlüğü’ne götürülmüş ardından biri hariç olmak üzere beş zabıta memuru serbest bırakılmıştı.
Belediye Başkanımız Fatih Mehmet Maçoğlu, gözaltına alınıp serbest bırakılan zabıtalarla ve Zabıta Müdürü ile birlikte konuya ilişkin basın açıklaması gerçekleştirdi.
Belediye binası önünde Başkanımız Maçoğlu’nun yaptığı açıklamada 29.05.2019 tarihinde meydana gelen bir olay hakkında kamuoyunun doğru bilgilendirilmesi ve yapılacak işlemler hakkında bir basın açıklaması yapılması zorunluluğu doğduğunu belirterek basın açıklamasını kamuoyuyla paylaştı:
“Tunceli Belediye Encümeninin 08.05.2019 tarih ve 56 sayılı kararı ile ilimiz genelinde bulunan kaçak yapılaşmaların ve işgallerin ortadan kaldırılması kararı alınmış gereği için Zabıta Müdürlüğüne gönderilmiştir. Zabıta Müdürlüğü tarafından gerekli işlemler yapılmış ve birçok işyerindeki ihlal ve kaçak yapılaşmalar ortadan kaldırılmıştır. Encümen kararında geçen ve Mameki Parkında bulunan Artukbey isimli işyerine 28.05.2019 tarihinde giden Zabıta elemanları gerekli bildirimi yapmış ve 1 gün sonra yani bugün için işyerinde tekrar denetim yapacaklarını ve park alanındaki işgalin sona erdirilmesi gerektiği işyeri sahiplerine bildirilmiştir.
29.05.2019 tarihinde Artukbey adlı işyerine tekrar giden Zabıta memurları, konu hakkında yasal işlemler yapmak amacıyla gerekli tutanak tutma işlemlerine başlamıştır. Bu arada işyeri sahipleri tarafından Zabıta görevlilerine tehdit ve hakaretler yapılmış ve durum işyeri sahiplerince Tunceli Valisine bildirilmiştir.
Tunceli Valisi Tuncay Sonel ekip ve korumaları ile birlikte Artukbey adlı işyerine gelmiş, Zabıta görevlilerinin tuttuğu tutanaklara el koymuş ve tehdit ve hakaretler ile zabıta memurlarını işyeri dışına çıkarmıştır. Burada da zabıta memurlarına karşı baskıcı tavır ve tutumlarını devam ettirmiş ve memurların kamu görevini yapmalarını açık bir şekilde engellemiştir. Bu da yetmezmiş gibi, tüm zabıta çalışanlarının telefon ve kimliklerine el koymak suretiyle gözaltına aldırmıştır. Tunceli Emniyet Müdürlüğüne götürülen zabıta elemanlarımız 1 çalışan hariç tamamı yaklaşık 2 saat sonra hiçbir ifade alınmadan serbest bırakılmıştır.
Zabıta personelimiz, Devlet memurları Kanunu, Belediye Kanunu ve Zabıta Yönetmeliği çerçevesinde kendisine verilen resmi görevi yerine getirmektedir. 3194 sayılı İmar Kanunu 32 ve diğer maddeleri gereğince kaçak işyerleri ve işgal konusunda resmi görevini icra eden zabıta görevlilerinin uğradığı bu saldırı hiçbir şekilde anlaşılamamıştır. Kanunların verdiği yetki ve çizdiği sınırlar içerisinde kamu yararına Tunceli halkına hizmet etmesi gereken Tunceli Valisi Tuncay Sonel’in, Artukbey adlı işyerinin kamuya ait park alanındaki işgali konusunda bu denli tavırlar sergilemesi, memurların görevini yapmasını engellemesi, memurları tehdit etmesi, akabinde gözaltına aldırması kısacası açık bir şekilde görevini kötüye kullanması anlaşılır bir durum değildir. Bu konuda kamera görüntüleri alınmış olup, olay tüm çıplaklığı ile ortaya çıkarılmıştır.
Yaşanan bu olay hakkında görevini kötüye kullanan, özel bir işyeri lehine rant sağlayan ve memurların görevini yapmasını engelleyen tüm görevliler hakkında Cumhuriyet Başsavcılığı nezdinde tüm şikayet ve başvuru haklarımızı kullanacağız.
Halen gözaltında bulunan 1 zabıta memurunun, Fetö Terör Örgütünden kaynaklı arama kaydının olduğu söylenmiş ise de; bu personelin atamasını yapan ve memuriyet asaletini tasdik eden yine Vali /Kayyum Tuncay Sonel’dir.
Belediye sınırlarında bulunan park ve yeşil alanlar ile kamuya ait tüm alanların korunması, imara aykırı yapılaşma ve işgallerin ortadan kaldırılması Belediyenin görev sahasındadır. Halka ait parkların korunması konusunda, Vali dâhil tüm kişi ve kurumları gerekli hassasiyetleri göstermelerini; kural, yönetmelik, kanunlara uymalarını bekliyoruz”

ELEŞTİRİ, HAYATTIR; YAŞATIR!



“Çağdaş yaşamda muhalefeti yapacağı çok şey vardır. Bunların en azı, eleştiri getirmek, soru sormaktır.”[2]
Ortada sistemli, ısrarlı, süreğen bir yanlış var. Coğrafyamızın devrimci-sosyalist örgütlerine, tekil devrimci bireylere, ama aynı zamanda hareketin kendine; ve bu nedenledir ki, kurmayı düşlediğimiz geleceğe zarar veren bir yanlış.
Bu yanlış, örgütlerimiz içinde tek başına ya da ittifaklar içinde çoğunluğu sağlayan bir grubun kendini kayıtsız-şartsız “iktidar”, “iktidar”ı ise, karşısındaki her türlü eleştiri ve itirazı bastırma yetkisi sanması. Bir kez kongre ya da genel kurulda çoğunluğu sağlamak, iktidarın “demokratik” ve dolayısıyla da meşru sayılması için yetiyor; ondan ötesi “merkezî” iradenin tüm kolektiviteye dayatılması olarak anlaşılıyor.
Aksak bir “demokratik merkeziyetçilik” yorumu. Daha da aksak bir “demokrasi” yorumu.
Muhalefetler devirmeye, ele geçirmeye ya da değiştirmeye çalıştıkları iktidara benzerlermiş. Gerçekten de “bizim taraf”ın “bu” demokrasi yorumunun AKP iktidarı ve dahi onun bağrından çıkan Başkan(cı)lık sistemiyle zirve yapan “alaturka demokrasi”den bir farkı yok. Öncesi bir yana, AKP her vesileyle önümüze koyduğu sandıkta çoğunluğu sağlamış olmayı “demokrat”lığın yeterli (hatta tek) ölçütü sayıyor; ve bu sayıltı, her türlü muhalif sesi kovuşturmalar, yargılamalar, işten atmalar, tehdit ve şantajlar, üzerine ne idüğü belirsiz suç çetelerini salmalar ya da çirkef medyası aracılığıyla itibarsızlaştırmalarla bastırmasını “meşru” görmesine gerekçe oluşturuyor.
Biz devrimcilerin, sosyalistlerin “özgürlük” talebi tam da bu eline her çoğunluk sopası alanın muhalifleri, eleştirenleri, itiraz edenleri dövdüğü bir “iktidar” kavrayışına karşı değil mi? Bizim “özgürlük” şiarımız, farklı olanın, farklı düşünenin özgürlüğü değilse nedir?
Bir noktayı vurgulamak istiyorum: eleştiri, muhalif örgütler için sağlıklı ve vazgeçilmezdir. Eleştirilere kulak tıkayan, giderek onları bastıran iktidarlar, sürekli olarak “tek ses”e, monolitizme yönelirler ki bu da yapıları sklerotikleştirir (kireçleştirir), debilleştirir (budalalaştırır), çürütür. İktidarlar ancak kendilerini eleştirilere, karşıt görüşlere, itirazlara, farklı seslere açtıkları ölçüde hayatiyet kazandırırlar örgütlerine ve yönettikleri bünyeye. Bu nedenledir ki özellikle de nihai hedefi tüm iktidar(lar)ın yok olması olan devrimci hareketler, (çoğunlukçuluğa değil) çoğulculuğa alan açacak mekanizmaları yaratmalı, kendilerini eleştirilere kulak vererek hizalamayı becerebilmelidir. Çoğulculuk ve eleştiri, kulak verildiği ölçüde örgütleri “tek doğru ben’im/benim” kibrinden kurtararak geniş bir görüş açısı, farklı sesleri içerebilmenin getirdiği dinamizm ve esneklik sağlar. Eleştiri olmazsa, özeleştiri de olmaz; özeleştirinin olmadığı yerlerde “iktidar”ın korkak bir despota, mütekebbir bir budalaya dönüşmesi kaçınılmazdır.
“Dünya var olduğundan bu yana, hiçbir otorite kendisinin eleştiri konusu yapılmasına istekli görünmemiştir,”[3] der Nietzche, ve ekler Adorno da: “Çünkü eleştiri insanlardan naçizane mülklerini, kendilerini hayırsever hissetmelerini sağlayan örtüyü alır.”[4]
Biliyorum, kimileri böylesi bir formülü “hizipçiliğe” kapı açan bir naiflik olarak değerlendirecektir. Doğrudur, tabii kendimizi de bir “hizip” olarak görüyorsak… Eğer öyleyse, azınlıkta olmuş ya da çoğunlukta, hizip, hiziptir…
Oysa bizim örgütlerimiz, önlerine dar bir “biz”in, bir grubun çıkarlarını, ikbalini ya da “iktidar”dan neyi anlıyorsa onu değil, “eski dünya”yı değiştirme/ aşma faaliyeti olduğu kadar, yeniyi kurma”[5] hedefini koydukları ölçüde “bizim örgütlerimiz” olmaya layıktır. Nihayetinde “sürüye uyarak” risksiz, rahat, ılıman bir yaşam sürebilme ihtimalini tepip gövdelerimizi, canımızı, yaşamlarımızı ortaya koyuş nedenimiz ve bütün örgütlenmelerimizin hedefi, yaşamı eşitlikten, özgürlükten ve kardeşlikten yana değiştirebilme irademiz değil mi?
Bu çabamıza araç olmayacak, bizi “Hep bir ağızdan türkü söyleyip/ hep beraber sulardan çekmek ağı,/ demiri oya gibi işleyip hep beraber,/ hep beraber sürebilmek toprağı,/ ballı incirleri hep beraber yiyebilmek,/ yârin yanağından gayrı her şeyde/ her yerde/ hep beraber!” diyebileceğimiz bir ülküye taşımayan bir örgütü kim neylesin ki?
Örgütün maharetinin “pek çok farklı Evet’i tek bir Hayır” altında birleştirmek olduğunu düşünüyorum, tıpkı EZLN’nin Subcommandante’si Marcos gibi…
Bu da çoğulculuğu, bize yönelen eleştirileri, itirazları salt bir “demokratlık vitrini” ya da bir “hoşgörü” sorunu değil, örgütsel varoluşun olmazsa olmazı saymayı gerektiriyor.
6 Mayıs 2019 11:54:18, İstanbul
Sibel Özbudun
N O T L A R…
[2] Gülten Akın, 42 Gün, Alan Yayıncılık, 1986, s.61.
[3] Friedrich Wilhelm Nietzsche, Tan Kızıllığı, Çev: Hüseyin Salihoğlu- Ümit Özdağ, İmge Kitabevi, 1997.
[4] Theodor W. Adorno, Kültür Endüstrisi – Kültür Yönetimi, Çev: Nihal Ünler-Mustafa Tüzel-Elçin Gen, İletişim Yay., 2007, s.141.
[5] Sibel Özbudun-Temel Demirer, “Örgütlü Mücadele Etiği ve Sosyalist Demokrasi”, Gelecek Dergisi (Kıbrıs), Yıl:3, No:83, Ocak-Şubat 2014… http://www.enyeniortam.com/sibel26.html

17 Mayıs 2019 Cuma

46.YILINDA 18 MAYIS PENCERESİNDE GEÇMİŞE M-L BAKIŞ VE OPORTÜNİZMİN ELEŞTİRİSİ..!

46.YILINDA 18 MAYIS PENCERESİNDE GEÇMİŞE M-L BAKIŞ VE OPORTÜNİZMİN ELEŞTİRİSİ..!
Tarih yaprakları 18 Mayıs 1973’ü gösterirken Diyarbakır zindanında ser verip sır vermeyen komünist önder İbrahim Kaypakkaya yoldaş, faşist cellatlarca katlediliyordu. Kaypakkaya yoldaşın işkencede katledilmesinin üzerinden 46. Yıl geçti. Onu katledenler lanetle anılırken, Kaypakkaya yoldaş milyonların kavgasında ve beyninde umut olmaya devam ediyor.
Katledilmesinin 46.yılında Kaypakkaya yoldaşı anarken, aynı zamanda kurucu önderi olduğu TKP-M-L Hareketi nezdinde, geçmiş sorununa nasıl bir M-L yaklaşım içinde olduğumuzu birkez daha hatırlatmak ve oportünist akımlarla aramızdaki temel farklılıklara yeniden dikkat çekmek yerinde olacaktır. 
Marksist-Leninist hareketin doğuşu ve gelişimine kısacası geçmişin değerlendirilmesine dair inkarcılık, tahrifatçılık ve çarpıtmanın sınır tanımadan sürdüğü ve özellikle Partizan geleneğinde gelen akımların tarih çarpıtıcılığına devam ettiği bugünkü ortamda, gerçekleri anti-Marksist oportünist-revizyonist akımlara karşı birkez daha savunmak , olağanüstü önem taşıyor. Sapla samanın birbirine karıştığı ve Kaypakkaya ve kurucu önderi olduğu komünist hareketle nostalji dışında hiçbir ideolojik-politik ve örgütsel ilişkisi kalmamış olanların, dün dündür bugün bugündür yaklaşımı içinde, geçmişe dair yalan yanlış ve çarpıtılmış görüşler yazıp çizmeleri bu akımların nasıl bir samimeyetsizlik içinde olduklarını gösterir.
Gerçeklerin devrimciler ve emekçilerce bilinmesi bakımından, Kaypakkaya yoldaşa ve onun önderliğinde kurulan ve bir yıllık bir faaliyetin ardından düşman tarafından 1973 yılında çökertilen,1974-75 yılında yeniden örgütlenip ayağa kalkmaya çalışan TKP-ML Hareketinin doğuşu ve gelişimi üzerine yeniden durmak ve haksız, çarpıtılmış ve oportünist tarih yazımının ipliğini pazara çıkarmak bakımından önem taşıyor.
“TKP/ML VE BOLŞEVİZM
..bıraktığı mirası doğru bir temelde değerlendirmek, O’nun kimi hatalarını aşmak ve komünist hareketi daha ileriye taşımak görevine sarılmak yerine; İbrahim Kaypakkaya’nın doğru görüşlerini revize etmeye başladı. 1973 yenilgisi sonrasında partiyi toparlamak amacı ile kurulan Koordinasyon Komitesi, 1974-1975 döneminde, İbrahim Kaypakkaya’nın parti konusunda savunduğu doğru görüşleri redederek partiyi tasfiyeye yöneldi. Koordinasyon Komitesi, Kuzey Kürdistan-Türkiye’de “bir Marksist-Leninist partinin olmadığını“, “birçok Marksist-Leninist grubun olduğunu; TKP/ML’nin de bu gruplardan birisi olduğunu; bu grupların birleşmesiyle partinin yaratılabileceğini“ söylüyor; “parti değil, hareket olunduğunu“ ileri sürüyordu ! Bu kesim ile bu kesime karşı mücadele eden bölge komiteleri arasındaki mücadele 1976’da örgütsel ayrılığa dönüştü. İbrahim’in parti konusunda ortaya koyduğu doğru görüşleri yadsıyan Koordinasyon Komitesi, “TKP/ML Hareketi“ adını alarak yeni bir örgütsel oluşuma evrildi. İbrahim’in mirasının savunucuları ise Koordinasyon Komitesi’nin bu tasfiyeci tutumuna karşı yanıtı İbrahim’in bu konudaki doğru görüşlerine sahip çıkma, pratikte ise 1977’de bir “Örgütsel Konferans“ (Kongre) kararı alıp 1978’de bu konferansı gerçekleştirerek örgütsel birliği sağladılar. 1978’de gerçekleşen TKP/ML Birinci Konferansı (Kongresi) partiye yeniden merkezi bir yapı kazandırdı. Artık parti birbirinden bağımsız hareket eden bölgesel örgütler olmaktan çıkmış, merkezi bir yapıya kavuşturulmuştu. Merkezi Yayın Organı başta olmak üzere çeşitli yayın organları çıkarıldı ve süreç içinde ajitasyon ve propaganda çalışmasını güçlendirerek kitleler içinde kök salmaya başladı
Bolşevik Parti 10 Mayıs 2019 Bildirisinden”
Uzun olmasına karşı yukarıya aktarmış olduğumuz alıntı Partizan cenahının geçmiş soruna dair yalan yanlış ve çarpıtılmış görüşlerin toplamını ifade etmektedir. Peki gerçekler Bolşevik Partinin bildirisine dile getirildiği gibimidir?
Aslında 1976 yılında M-L hareketin hata ve zaaflarının kefareti olarak doğan ve 78’de yeniden merkezileşen Partizancılar, gelinen durumda beş parçaya bölünmüş durumdular. Bu akımlar Yeni Dünya İçin Çağrı, Özgür Gelecek, Halkın Günlüğü, Yeni Demokrasi ve bunlara Devrimci Demokrasiyi de eklediğimizde sanırız tablo tamamlanmış olur. Bu akımlar 1976-81 dönemine kadar aynı örgüt çatısı altında bulunuyorlardı.
Neki 1981 yılında TKP-ML’de Bolşevik Partizan adıyla yurt-dışı merkezli önemli bir kesim koparak yeni bir yönelime girdi. Belkide Partizanın tarihinde dogmatizm ve sübjektivizmden kopup Türkiye gerçekliğine yönelmek zorunda kalan ve bir çok alanda Partizan’ın teorik-politik hattına eleştiri getirerek kopan en ileri akım B.Partizandı. Bolşevik Partizan’ın kopuşunun ardında TKP-ML’de sular durulmadı. Temel ideolojik-politik hatta aynı kulvarda durmalarına karşın, örgütsel sorunlarda farklı yaklaşım içinde olanlar, 1986 yılında TKP-ML DABK olarak ayrılıp yeni bir oluşum olarak yola devam ettiler. Bir dönem Özgür Gelecek ile Halkın Günlüğü çevreleri ortak bir paydada buluşarak birleşmiş olsalar da, 2 yılın ardından daha büyük bir kopuşla iki TKP-ML ortaya çıktı. Aslında TKP-ML'nin ayrılıklarının yada bölünmelerinin temel nedeni, Türkiye devriminin nesnel gerçekliğinin doğru alarak analiz edilerek, devrimin stratejik hattını bu gerçeklik üzerine inşa etmeyi başaramamış olmalarıydı.
Nitekim TKP-ML’de bölünme ve parçalanmalar durmadı. Geçmişin hatasız ve eksiksiz olduğunu kıskançlıkla savunup, emperyalizme bağımlı yarı-sömürge ülkeler, yarı feodal olarak kalır ve devrimin özü köylü toprak devrimi ve devrimin temel gücü köylü kitleleridir, devrimin yolu kırdan şehri doğru gelişen ve iktidarın parça parça alınarak son darbenin şehir ayaklanmalarıyla vurularak iktidarı alacak olan halk savaşıdır, yine proletaryanın komünist partinin oluşumu ve gelişimi sorununda eğer bir örgütün programa tekabül edecek görüşler ve bir miktar yetkin kadro varsa bu örgüt kendisini parti olarak ilan edebilir ve nitekim TKP-ML hareketi Nisan 1972’de kurulduğundan itibaren komünist parti niteliğini taşıyordu vb. görüşlerini savunan, MKP birden bire Türkiye gerçekliğiyle ilişkisi olmayan yarı-sömürge yarı feodal sosyo-ekonomik tahliline bağlı olarak özü köylü toprak devrimi olan demokratik halk devrimi stratejisinden yine sübjektif düşünce tarzının bir başka hali olan Türkiye de kapitalist üretim tarzı egemense, devrimin ilk adımının karakteri sosyalist devrim, iktidarın karakteri sosyalist iktidar olur görüşlerine dümen kırdı.
Daha önceden Özgür Gelecekten kopan Uzun Yürüyüş ve yine Özgür Gelecekten kopan Devrimci Dönüşüm adlı dergi çevreleri de sosyalist devrim fikri temelinde, MKP’ye katılarak Partizan geleneğinde ayrı örgüt olarak yollarına devam edenlerin sayısı azaldı. Ama Türkiye'nin sosyo-ekonomik yapısı kapitalizmin ve haliyle kapitalist üretim ilişkilerinin egemen olduğu bir ülkede sosyalist devrim görüşüne karşı çıkıp, MKP’nin eski görüşlerini savunan Devrimi Demokrasi çevresi ayrı bir örgüt olarak yoluna devam etti.
Özgür Gelecekte yeni kopuşma yaşandı. Bu akımda yine örgütsel pratik sorunlar üzerinde başlayan görüş ayrılığı, yeni bir kopuşla noktalandı. Aslında Partizan geleneğinde sıklıkla karşılaşılan başarısızlığı beş temel belgeyi iyi özümleyip, savunmamaya bağlayan Yeni Demokrasi Özgür Gelecek ayrışması yaşandı. Sayısı azalan TKP-ML yine ideolojik-politik olarak aynı hatta durmalarına karşın aynı isim adı altında adlı örgütler olarak yollarına devam ediyor. Özgürlük Gelecek kesimi ağırlıklı olarak yurt-dışı odaklı olurken, Yeni demokrasi çevresi ise esas olarak ülke çalışmalarında güç elde ederek daha dogmatik ve eskiye öykünen bir çizgide yürüyor. Her iki kesimde aslında daha çok Maocu'luğun çıkmaz sokağına sığınarak çıkış arıyorlar. Ama geçmişin hata ve yetmezliklerine defalarca dönmeye çalışılmış, neki köprünün altında çok sular akmış ve artık suların kirlendiği aynı şeylerin yıllardan bu yana sınıf hareketinden kopuk öncü savaşçı yaklaşımlarla devrimci bir çıkış yolu bulmanın zor ve güç olduğunu, yeni tıkanma ve bölünme-ve parçalanmaların kaçınılmaz olduğunu söylemeliyiz.
Dahası bu yolun çıkış değil, çıkışsızlık olduğunu TKP-ML’deki dogmatizm ve sübjektif düşünce tarzının aşılamaması yeni ayrılıkların yolunu döşedi. Özgür Gelecek çevresi yeni bir bölünmeyle yüz yüze kaldı. TKP-ML saflarındaki ayrışma ve kopuşmalar ağırlıklı olarak örgütsel-pratik sorunlar ve örgütün beş temel belgesini kavrayıp özümleyip-özümleyememe yani Kaypakkaya yoldaşın anlaşılamaması üzerinde yaşanmıştır. Elbette buradan çıkıışın yolu, Türkiye gerçekliğine dönülmesi ve Maocu ideolojik hattan kopulması ve aşılması gerekli kılıyor.
TKP-ML deki amip gibi bölünmeler, genelde başarısızlık üzerinde şekillendi. İşler iyi gittiğinde adeta hizipler federasyonu olan TKP-ML’de sorunlar pek yaşanmıyor, işler iyi gidiyor görüntüsü veriliyordu. Farklı ideolojik-politik ve örgütsel hatta savrulmuş olan bu akımların ortak karakterleri komünist hareketin gelişimi, partileşme süreci ve Türkiye devriminin sorunlarına dogmatik ve sübjektif bir çizgide bakmalarıydı.
Partizan geleneğinde değişik adlar altında bugünde devrimci savaşım içinde olan bu akımların ortak paydaları tarih çarpıtıcılığı ve TKP-ML Hareketi düşmanlığı olmuştur. Dün birlikte oldukları halde bugün değişik çizgileri savunur hale gelmiş olan bu akımların ortak karakterleri, KK önderliğinde 1976 tartışması ve TKP-ML Hareketinin haliyle Kaypakkaya yoldaşın hataları, eksiklikleri ve yetmezliklerini ortaya koyma ve M-L hattı geliştirmeye duyulan rahatsızlık olmuştur. Bu akımların ortak özellikleri 1976 yılı tartışma döneminde ve daha sonrasında da komünist hareketin hatalardan, eksiklik ve zaaflar azade olduğu olacağı yaklaşımından bir türlü kurtulamamalarıydı.
Keza 1976 tartışma kampanyası başlatıldığında sonrasında hizip örgütleyip TKP-ML Partizan şemsiyesi altında toplanacak olan kesimlerin tepkisi, “bunlar İbrahim'i, halk savaşını, Mao'yu, partiyi vb. inkar ve reddediyorlar, Türkiye’yi geri kapitalist ülke olarak tahlil edip sosyalist devrimi savunarak Troçkizm safında yer alıyorlar ve bunlar örgütü tasfiye ediyorlar vb. gibi kirli ve kara propaganda yaparak daha başta tartışmanın önünü kesmeye çalışarak, ayrılığı kışkırtmak şeklinde olmuştur. Onlara göre parti ve kurulmuş, Mao Zedung yarı-sömürge ülkelerde devrimin niteliği, yolu, ittifaklar vb. sorunlarına yeterince yanıt vermişti, Çin şablonunu alıp Türkiye’ye uygulayarak tüm sorunların çözüme kavuşacağını savunuyorlardı.
Bugün politik olarak farklı kulvarlara savrulmuş olan bu akımların hemen hepsininde TKP-ML Hareketinin Nisan 1972 yılında kuruluşunu partinin ilanı olarak görme-göstermeleri aslında meseleyi canalıcı noktadan; yani ideolojik-politik çizgi, örgütsel-pratik çalışmaların düzeyinde kopuk başka noktalara kaydırma ve karanlık bir çember içine hapsetmekti.
Bilindiği üzere edici olan ideolojik-politik çizgidir, bu çizgiye uygun pratik devrimci çalışma gerçekliği karartılır veya gözden kaçırılırsa yapılacak tespitlerin, atılacak adımların doğru ve sağlıklı olması asla düşünülemez. Öte yandan lafla, özü birbirinden ayırt etme yeteneğinde olunması gerekir. Geçmişe sahip çıkma, onu savunma, her lafın başı geçmişe sahip çıkıldığının ilanı ile olmaz. Marksist-Leninist hareketin geçmişine sahip çıkma, Marksist-Leninist hareketin geçmişinden ileriye doğru, doğru devrimci dersler çıkartmakla, geçmişin doğru temelini geliştirip pekiştirmekle olur, Bunu geçmişte de, bugünde gerçekleştiremeyen Partizan cenahının geçmişe sahip çıkması, bu nedenle geçmişi istismar ve geçmişin hataları üzerinde yükselme onu giderek kendi küçük burjuva ideolojisi doğrultusunda daha da sistemleştirme olarak kalmıştır, Partizan cenahının dünden bugüne geçmişe yaklaşımında değişen pek bir şey olmamış, Aslında bu akımlarda geçmişe hatasız ve eksiksiz dogmatikçe sahip çıkma bu nedenle kendi anti -Marksist çizgilerini geçmişi dayanak yapma çabasıyla giriştikleri kof ve kuru ajitasyondan m öte gitmemiştir.
Bazılarının Savundukları Gibi 1972’de M-L Partinin Kuruluşu Gerçekleşti mi ?
1972'Ier de Marksist-Leninist hareket ortaya çıktığında bir çok bakımdan eksik, yetersiz hatalı olsa da, görüşleri sistemli ve bir programa temel teşkil edecek düzeydeydi. Geçmişin değerlendirilmesi ve bu alanda inkarcı ve dogmatik yaklaşımlara karşı mücadele içinde bunları etraflıca ortaya koyduk. Soyutlamalar genel olarak doğru olmasa da, İbrahim Kaypakkaya yoldaşın TİKP programını eleştirisi buna bir kanıt olarak gösterilebilir. Bu program eleştirisi, revizyonist-oportünist programa alternatif Marksist-Leninist bir programın temellerinin ortaya konulmasıdır.
Kaldı ki biz meseleyi salt bu program eleştirisi soyutlaması çerçevesinde ele alamayız. İbrahim Kaypakkaya yoldaş bu program eleştirisini daha sonraki bir dizi yazıda daha da geliştirerek, bir programa temel teşkil edecek görüşler bütününü sistemli hale getirmiştir.
Ancak programa temel teşkil edecek görüşlerin ortaya çıkması eşittir parti gibi bir anlayışta sakat ve yanlış bir anlayıştır, Programa temel teşkil edecek görüşler eşittir Parti anlayışı da parti meselesine bakışta ve yaklaşımda Leninist öğretilerden. uzaklaşıldığını gösterir. Dünyaya, mekanik ve dar kalıplar açısından bakmayı ifade eder.
M-L hareket 1972'lerde partinin üzerinde yükseleceği temel olan programa tekabül eden görüşlerini sistemli hale getirmeyi gerçekleştirdi, ancak partinin kuruluşunu gerçekleştiremedi, O zaman M-L hareketin yapısı, partinin kuruluşunun hazırlık yapısıydı. Merkezi yapısının koordinasyon olarak saptanması ve oluşturulması bunun en açık kanıtıdır. Bu merkezi yapının görevi, ortaya konan M-L çizgi etrafında oluşan veya oluşacak çevreleri M-L hareket çerçevesinde birleştirmek ve bir program ve tüzük hazırlayarak o zamana kadar modern revizyonist ihanetin engellediği partinin kuruluşunu kongreyle resmen ilan etmekti. Fakat izlenen hatalı sol taktik çizgi nedeniyle M-L hareketin uğradığı geçici yenilgi, bu görevin yerine getirilmesini engelledi; ve partinin kuruluşu görevi bugüne kadar gündemde çözülmesi gereken başat bir mesele olarak kaldı,
Programa temel teşkil eden görüşlerin ortaya çıkmasıyla partinin kuruluşu arasında da belli bir süreç vardır. Her ülkede M-L partilerin kuruluşu programın pratiğe sürülmesi, oportünist-revizyonist akımlarla hesaplaşılması, varsa komünist güçlerin tek bir örgüt çatısı altında birleşmesinin sağlanması ve sınıfın öncüleri temelinde fabrika hücre çalışmasının örgütlenmesi ve sınıf içinde kendini üretir hale getirme diyalektik süreçten geçerek gerçekleşmiştir. Bu komünist hareketin doğuşu-gelişimi partinin kuruluş süreci demektir.
Nitekim M-L hareketin geçmişine ilişkin belgelerde örgütün kuruluşunun ilan edildiği Nisan 1972 yılında partinin kuruluşuna rastlamıyoruz. Ve partinin kuruluşunu ilan eden hiçbir belge ve kanıtta yoktur. Aksine M-L hareketten bahsedilmekte ve tüm M-L' ler M-L hareket saflarına çağrılmakta ve o dönemde KK’da görevli olanlarda bunu onaylamaktadırlar.
Aynı zamanda bu doğal ve anlaşılabilir birşeydir. Ama bazıları bugün siyasi hesapları uğruna gerçekleri hayasızca tahrip etmekten çekinmiyorlar. Dün Partizan ve bugün aynı cenahın sürdürücüleri olan Y.Dünya İçin Çağrı, Yeni Demokrasi, Halkın Günlüğü, Özgür Gelecek v.b " ise bu adi tahrifattan kendini aklamak, sözüm ona meşruluklarını ispatlamak için yararlanmaya çalışıyor bu temelsiz iddiaya sarılıyorlar.
Bu temelsiz iddia geçmişte partinin kurulduğu iddiasıdır. Bu tahrif karşısında bizim tarihi gerçekleri ortaya koymamız “parti inkar ediliyor” cinsinden ajitasyon değeri bir ölçüde olan, ama bilimsel ve tarihi temeli hiç olmayan, gerçekle uzaktan yakından bağdaşmayan, yaygarayla karartılmaya çalışılıyor.
Neden? Çünkü ortaya koyduğumuz tarihi ve somut gerçekler, partizan gibi hiziplerin meşruiyetini ortadan kaldırıyor, onların geçmişe sözüm ona sahip çıkmalarının bugün geçmişte ortaya konan M-L çizgiden, apayrı Maoculuğu temel alan, küçük burjuva Sol çizgilerini aklamak amacına hizmet ettiğini ortaya koyuyor.
Bir çok ülkenin tecrübelerine bakarsak, M-L partilerin kuruluşunun ortaya konan M-L bir çizgi etrafında M-L unsurların toparlanması için yürütülen belirli bir mücadele sürecinden geçerek gerçekleştiğini görürüz. Bunu tek başına bir soyutlama olarak ele alırsak dahi bu anlamda da onlar parti öncesi inşa örgütlenmesi sürecini yaşamışlardır. Bu tüm M-L'lerin, M-L hareket saflarında birleştirilmesini parti kuruluşu için mutlak bir şart haline getirmez, Parti inşa örgütlenmesi her ilkenin somut koşullarında kendisine özgü belirli bir süreci kapsar. Bu yapılanmanın görevi öncede belirttiğimiz gibi, program tüzük hazırlamak, oportünizmle hesaplaşıp sınıf hareketine müdahale ederek beli başlı örgütler yaratarak kongreyi hazırlamak ve gerçekleştirmektir.
1972'nin zor koşullarında M-L hareketin karşısındaki esas zorlu görev buydu. O dönemde İ.K, yoldaşın, M-L hareketin çizgisini bir dizi noktada dahada derinleştiren çeşitli yazılar kaleme alması da bu göreve hizmet ediyordu. Bunlar içinde en önemlisi geçmişi M.Suphi'nin TKP'sini değerlendirmeyle, o dönemdeki küçük burjuva akımların eleştirisidir. Bunların bazısı, o dönemin zor koşullarında kayboldu, bazıları ise gerçekleştirilemedi o dönemde temel olan uğraş ortaya konan temellerin daha da geliştirilmesi, bu temel etrafında dürüst ve kararlı devrimci unsurların birleştirilmesi ve bu temel üzerinde, sağlam bir yapının oluşturulmasıydı. Bu meselede o dönemde bazı hatalı anlayışların olduğu da bir gerçektir, Ortaya konan M-L çizgi temelinde ideolojik-siyasi inşanın esas olduğu o şartlarda, dar pratik içine hapsolma şeklinde ortaya çıkan bu hata, izlenen -sol taktik çizgiden bağımsız değildi, Çünkü sol taktik çizgi yapıyı sağlamlaştırmaya, ideolojik-siyasi inşayı geliştirmeye değil, ideolojik-politik geriliğe, güçlerin dağıtılmasına hizmet etmiş ve sonunda yenilgiyi beraberinde getirmiştir.
Ülkemizde yaşanan tarihi-gerçekleri kimse kendi kafasına veya keyfine göre çarpıtmak veya subjektif düşüncesini objektif bir gerçek yerine geçiremez. Ortada olan gerçek partinin kurulmadığı ise, "niye kurulmasın, kurulabilirdi" cinsinden akıl yürütmeler veya, hiçbir ciddi kanıt ileri sürmeden (ki bu konuda böyle bir kanıt gösterilmesi de mümkün değildir), "biz diyorsak, parti kurulmuştur" türünden gülünç iddialar gerçeği tahriften öte bir değer taşımaz, 1972'ler kimsenin bilmediği karanlık dönemler değildir. O dönemin gerçekleri bugün sırda değildir. Ortada yaşanan bir gerçekte varsa, oda partinin kuruluşunun gerçekleştirilemediğidir, Bugün bazılarının " hayır parti kuruldu" demesi bu gerçeği değiştirebilir mi? Yoksa partinin kuruluşunu tarihi gerçekler değilde, bazılarının kendi subjektif düşünceleri mi belirliyor? Onların kendi keyfi değerlendirmeleri ve tahrifleri, gerçekler karşısın da değersizdir,
Kaldı ki aslında parti vardı iddiasını ileri sürenlerde bunun tarihi gerçeklere ters düştüğünün farkında olacaklar ki, 78’de TKP-ML’nin 1.Konferansıyla partinin kurulduğunu, kongreyle kuruluşunu ilan ettiğini açıkladılar. Madem parti kurulmuştu kuruluşunu yeniden ilan etmeye ne gerek vardı? Biz burada bu sözüm ona kuruluşa temel olan çizginin M-L hareketin çizgisine ne denli ters ve anti-Marksist olduğunu bir an için bir kenara bırakıyoruz, Sadece parti kurulmuştu iddiasının çeliştiğini ve iddia sahiplerinin kendi kendilerini tekzip ettiklerini göstermek istiyoruz. Öyle ya kurulan ve var olan birşeyin, tekrar kurulduğunu ilan etmenin bir anlamı olmaz. Oysa bunun gerçekte anlamı, M-L hareketi tasfiyeye girişen dogmatik Maocu kesimlerin kendilerine meşruiyet sağlama amacıyla tarih çarpıcılığına giriştikleri sahtekarca bir manevradır.
1974’lerde M-L Hareket Doğru İşlerliğe Sahip Merkezi Bir Yapı Oluşturamadı
M-L hareket 73’de aldığı darbenin ardından merkezi olarak çökertildi. İçeride yenilgi sürecinden çıkış sorunlarını ele alıp tartışan diri ayakta kalmış, poliste ve zindanlarda olumlu sınav vermiş ileri kadrolardan oluşan bir ve mücadelede kadroları sorgulama-yargılama ve öz-eleştiri süreci başlatılır. Bu komite hemen tüm kadrolarla görüşür, onların düşüncelerini alır ve örgütün yeniden merkezi yapıya kavuşması için yeni bir Koordinasyon Komitesi (KK) oluşturulur. Yeni oluşturulan KK'da eski KK üyelerinden Aslan Kılıç, Muzaffer Oruçoğlu ile İrfan Çelik ve Hikmet Şenses görev alırlar. Ali Taşyapan ilk zaman KK’da görev alma önerisini kabul etmez. KK üyelerinden Almanyalı Mehmet( Kadir ) ve Ali Mercan dışarıda olmalarına karşın, merkezi bir devrimci faaliyet içinde bulunmazlar.
Almanyalı Kadir Almanya'ya döndükten sonra bir daha herhangi örgütsel çalışma içine girmez. Sonrası meçhul. Ali Mercan ise Çukurova da değişik işlerde çalışarak hem kendisini gizler hem de yeni ilişki yaratmaya çalışır. İskenderun Demir Çelik Fabrikasında Elbistan-Kürecik ve Pazarcıkta gelen eskiden tanıdıklarını örgütleyip ayakta tutması daha sonraki dönemde örgütün değişik alanlara yayılmasında önemli etki sağlamıştır. 1975 yılına dek dışarıdaki örgütsel çalışmalar esas olarak ileri sempatizanlar tarafından yürütülmüştür. Haliyle bu durum örgütün gelişip güçlenmesi ve ideolojik birliğinin sağlanmasında olumsuz rol oynamış. 1975 yılında KK üyelerinin çoğunluğunun tahliye olup dışarıya çıkması, örgütün önderliğini dışarıda konumlanmaya ve işlerin buna göre yeniden düzenlenmesine itmiştir.
Örgütsel pratik çalışmaların başına geçen İrfan Çelik, Hikmet Şenses ve daha sonrasında bunlara katılan Ali Taşyapan örgütte çözüm bekleyen ve sınıf savaşımının gereksinimleri bakımından çözüm bekleyen bir dizi sorunla yüz yüze gelirler. Örgütün çalışmalarını ileriye taşıması için ivedilikle Türkiye gerçekliğinin doğru olarak tahlil edilmesi ve dogmatik-mekanik yaklaşımlardan uzaklaşılması gerekiyordu. Sınıf savaşımı şehir merkezlerinde yoğunlaşmış olmasına karşı örgüt hala kırsal çalışmayı ve köylülük için gerilla savaşına hazırlanmayı merkezde tutuyordu. Yani masa başı tespitler ile sınıf savaşının pratik gerçekliği uyumsuzluk içinde ve aynı zamanda bir çok bölgede farklı ideolojik-politik eğilimler baş göstermişti. Yani ideolojik birlik bozulmuş ve gevşek bir ilişki-bağ söz konusuydu. Örgütün faaliyetlerini merkezileştirmek, yayın çıkarmak ve sınıf savaşımı ve örgütün gereksinimlerini karşılamak için KK’ne yeni üyeler alınır. Önce Ali Mercan eski KK üyesi olarak KK çalışmalarına alınır. Ardından Kel Aziz Vatan, Almanyalı Cemal, Ziya Ulusoy ve H.İbrahim Akyol’la KK güçlendirilir. Ama KK’nın ağır yüklerini omuzlama da zorlanan Ali Mercan geriler ve mücadelenin dışına düşer, Ali Taşyapan kendini yenileyip ileri atılım yapmayı başaramayarak geriye düşer ve KK’dan çıkarılır. Yine yoğun ideolojik-politik savaşımın gelişip güçlendiği ve sınıf savaşımının geniş yığınları önüne katarak gelişip güçlendiği dönemde sağlık ve psikolojik sorunları yaşaması nedeniyle Hikmet Şenses KK’dan çıkarılır.
1976 Tartışma Süreci ve Partizan Ayrılığı
Başta Türkiye devriminin gelişim çizgisi olmak üzere hemen her sorunun tartışıldı 1976 tartışma süreci içinde, başta İstanbul, Yurtdışı ve bazı cezaevleri olmak üzere, tartışmaya katılıp örgütü etkileyip kazanma yerine KK’ya karşı tutum alıp ayrılığı dayattılar. M-L hareketin yeniden inşası döneminde, hareketin sol hata ve zaaflardan kurtulma ve bunları aşarak hareketin M-L hattını güçlendirme adımlarının atıldığı şartlarda hareket içinde hatalara sarılan, bunları kıskançlıkla barındırmayı savunan bir dogmatik-mekanik hizip olarak ortaya çıktılar. Bunların en temel özellikleri, dogmatizm, mekanizm ve sübjektivizmdi.
Dogmatik hizip M-L hareketin programın da ve politik çizgisinde önemli hataların olmayacağı mükemmeliyetçi anlayışla hareket ediyor, komünist hareketin özellikle de onun kurucu önderi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın kavrayışını diyalektik gelişimim yasasının dışında tutuyordu.
1978 yılında örgütlenip politik savaşıma atılan Partizan, M-L hareketin hata ve zaaflarını aşma ve komünist hattını derinleştirme mücadelesini hızlandırdığı bir dönemde M-L-hareketin programatik görüşlerindeki ve politik tahlillerinde ki sol hatalar sarılıp, bunları çizgi haline getirerek ortaya çıkmıştı.
Nitekim Partizan çizgi haline getirdiği sol oportünist hataları daha da geliştirmeye yöneldi. Daha fazla geliştirildiği sol oportünizmle iç içe olan sağ oportünist hatalardı. Tüm keskinliğine ve her dönem silahlı mücadele esastır öncü savaşçı yaklaşımlarına karşın Partizan’ın değişik sorunlardaki sağcı yaklaşımlarını derinleşerek sürmüştür.
Partizan cenahın dünden bugüne kendi hataları ve olumsuzluklarını görerek bunlara karşı savaşım açma yerine esas olarak 1976 ayrılığında suçu KK üzerine yıkarak kolay yoldan işin içinden çıkmaya çalışıyor. Bir kere sıklıkla çarpıtıldığı ve ortada herhangi bir belge olmadığı halde TKP-ML Hareketinin, İbrahim Kaypakkaya yoldaşı haliyle kurmuş olduğu komünist hareketi'de küçük burjuva köylü devrimcisi olarak değerlendirdiği iddiası tümüyle yalandır. Bu yalan yıllardır Partizan cenahınca yenilip durulur. Aynı zamanda belgeler konuşmakta bahseden Bolşevik Parti, Kaypakkaya yoldaşın işkencede katledilmesiyle ilgili yayınlamış olduğu Mayıs 2019 imzalı bildiride aynı yalanları tekrarlanmaya devam ediyor.
1976 ayrılığında KK, TKP-ML Hareketi'nin parti değil partileşme sürecini yaşayan komünist bir hareket olduğunu, dışımızda komünist akımların olabileceğini ve esasta Türkiye de kapitalist üretim tarzının egemen olduğu ve buradan hareketle şehir çalışmasının esas alınması, şehirlerde ise işçi sınıfı içinde çalışmaların esas alınması gerektiğini ortaya koymak ve her dönem silahlı mücadele esastır sübjektif bakış açısının ve diğer sol hatalarına aşılması savaşımı neden komünist hareketi tasfiye edip geriye itsin ki. Bugün Bolşevikler Kaypakkaya yoldaşın hangi tespitlerini savunuyorlar. Dün savunduklarını son on yıl içinde tümüyle terk ederek, sıklıkla görüş değiştirenlerin M-L harekete söyleyecek sözlerinin olmaması gerekiyor. Çünkü Partizan cenahlı akımların hemen hepside Kaypakkaya yoldaşı yalnızca nostalji amaçlı savunmaktadırlar. Buda onların Kaypakkaya mirasını savunmada olumlu bir yerde durmadıklarını gösterir. TKP-ML'nin önderliği , Kaypakkaya yoldaşın komünist hattını gerçekten de özümlemiş olsalardı, 12 Eylül faşist darbesinde, işkence de ser verip sır vermeme Kaypakkaya yoldaşın mirasını bayraklaştırırdı. Neki 12 eylül faşist faşist darbesi döneminde yakalanan TKP-ML MK üyelerinden Süleyman Cihan dışındakilerin hiç biriside işkencede direnememiş ve söylemlerine uygun hareket etmemişlerdir. Demek ki Kaypakakya'ya sahip çıkıp mirasını bayraklaştırmak sözle olmuyor, ideolojik-politik ve pratik duruş oluyor. Bu devrimci duruşu 12 eylül faşist darbesinde pratikte gösteren TKP-ML Hareketi olmuştur. 12 Eylül faşist darbesinde düşmanın eline düşen TKP-ML hareketi MK ve bölge komite üyeleri Kaypakaya yoldaşın kızıl direniş ruhunu kendilerine miras alarak, işkencede örgütsel direniş tavrı göstermişler ve Türkiye'de önderliği polisçe açığa çıkarılmayan tek örgüt TKP-ML Hareketi olmuştur. 
Biliyoruz ki; dürüstlük ve açıklık devrimciliğin mayasıdır. Bundan asla geriye düşememek gerekiyor. TKP-ML Hareketi örgüt olarak hiçbir dönem Kaypakkaya yoldaşı ve önderlik etmiş olduğu TKP-ML Hareketini küçük burjuva devrimci bir örgüt olarak değerlendirmemiştir. TKP-ML Hareketini yayınları ve belgeler ortada duruyor. Bolşevik Parti, TKP-ML Hareketinin hangi merkezi yayınında ve nerede Kaypakkaya’yı küçük burjuva olarak değerlendirdiğini yayımlarsa bizlerde bilgi edinmiş oluruz.
Elbette M-L hareket içinde birçok konuda olduğu gibi, geçmiş sorununda yaklaşan kişiler çıkmıştır. 12 eylül 1980 askeri faşist darbe ve ardından yaşanan yenilgi sürecinin ardından, geçmişin değerlendirilmesi ve Kaypakkaya yoldaşa dair saflarımız da inkarcı ve oportünist görüşlere kapaklananların sayısı daha artmıştır. Ama TKP-ML Hareketi ve onun devamcısı KP-İÖ hiç bir dönem İ.Kaypakkaya yoldaşı ve TKP-ML Hareketini küçük burjuva köylü devrimcisi olarak görmemiştir. Bu iddiaların tümüyle yalan ve çarpıtma olduğunu, birkez daha vurgulamak istiyoruz. Çamur at izi kalır yaklaşımına geçit vermemek gerekiyor. Ayrıca MLKP İbrahim Kaypakkaya ve örgütü TKP-ML Hareketinin 1972-1979 dönemini hiçbir zaman komünist olarak görüp savunmadı. Nasıl ki başka devrimci akımlar sıradan devrimci bir önder olarak Kaypakkaya yoldaşı anıyorlarsa, MLKP’de iş olsun beri gelsin yaklaşımı içinde hareket ederek bu aynı tutum içinde davranmaktadır. Hatta mümkün olduğunca Kaypakkaya'dan uzak durup, unutturmaya çalışıyor.
1974 Yeniden toparlanma Sürecinde Sağlıklı İşlerliğe Sahip Önderlik Oluşturulamadı
M-L hareket yenilgiden sonra 1974 yılında zindanlarda yeniden KK oluşturularak mücadeleye müdahale etmeye yönelindi. Bu dönemde M-L- bir öncü partinin kuruluşu gündemdeydi. Haliyle komünist hareket yenilgiden doğru devrimci dersler çıkararak, yenilgiye neden olan hataları genişçe tartışarak, öz*eleştiri sürecine önderlik ederek hatalarını ve zaaflarını hızla aşmalıydı. Tersine 1974 yılında yeniden merkezi yapıya kavuşan M-L hareket, doğru işlerliğe sahip ve sorunları derinlemesine algılayan bir önderlik oluşturmadı. Sınıf savaşımının sıcaklığı içinde olunmaması ve düşünce tarzında dogmatizm ve mekanizm'in etkisiyle hatalı politik değerlendirmeler ve taktikler
Elbette ağır bir yenilgi alınmıştı bunun çok kapsamlı olarak değerlendirilmesi gerekiyordu. Çünkü M-L hareket genç ve kurulalı bir yıl olmuştu. Bir yıllık yoğun devrimci faaliyetin ardından faşist diktatörlüğün saldırı ve operasyonları sonucu çökertilmiş ve örgütün önderi ve temel görüşlerinin oluşturucu ve kaleme alıcısı olan İbrahim Kaypakkaya yoldaş işkence katledilmişti. Bu örgüt açısından yeri kısa zamanda doldurulması olanaksız olan çok büyük bir kayıptı. Nitekim 1974’ten sonra yeniden toparlanma sürecinde KK görevler üstlenmiş olan ileri kadroların sağdan sola soldan sağa yalpalamaları, Örgütün çizgisine egemen olamama ve özümleyememeyle bağlıydı. Kısacası Kaypakkaya yoldaşın katledilmesinin ardından örgüt önderliği şaşkın ördeğe dönüşmüş ve örgüte önderlik etmede başarılı olamamıştır. Bunu 1973 yenilgisinin ardından yeniden toparlanma sürecinde öncelikle yenilgi ve nedenlerini kapsamlı olarak ele alıp öz-eleştiri yapılmadı.
Bugün hala "geçmişte parti vardı" iddialarını ortaya atan oportünist cenah M-L hareketi yeniden mücadeleye atıldığı dönemde doğru bir rotada ilerletme doğru bir hatta ilerletme, geçmişin sağlıklı bir öz-eleştirisini ortaya koyma, M-L hareketin karşısında güçlükleri ve engelleri aşma azmi ve yeteneği ne sahip değildiler. Çünkü güçlü sağ ve sol oportünist etkiler taşıyorlardı. İleri görüşlülükten yoksundular ve kavranması gereken temel halkayı, parti görevini, partinin kuruluşu görevini, buna bağlı olarak ideolojik-siyasi ve örgütsel inşa görevini tespit edip kavrayamadılar. Geçmişteki sol taktik çizgi bu dönemde de, 1976 yıllara gelinceye kadar büyük ölçüde etkisini korudu aksine daha da geliştirildi.
1976'lara kadar M-L hareketin doğru işleyişe sahip merkezi bir yapısının olmaması daha açıkçası gerçekte bir merkezi yapısının yaratılamaması farklı alanlarda farklı anlayış eğilim ve tavırların gelişmesine yol açtı- Örneğin bazı bölgelerde Türkiye faşist diktatörlük yok, halka savaşı geçerli değil, sosyo-ekonomik yapıda kapitalizm egemen derken bir başka bölgede bunun tam tersi görüşler savunuluyordu. Yani örgütte irade birliği zayıflamıştı ve bölgesel eğilimler öne çıkıyordu.
Yine bu dönemde M-L hareket nicelik olarak önemli bir gelişme gösterdi. Fakat bu sağlam bir temele dayanan gelişme değildi. M-L hareket saflarında ideolojik-siyasi seviye düşüktü, Ve nitelik meselesi büyük ölçüde gözardı edilmişti, M-L hareket bu dönemde geçmişten köklü dersler çıkartamadığı gibi, geçmişten getirdiği hata ve zaaflarını gidermede, ideolojik-siyasi çizgisini geliştirme doğrultusunda ciddi adımlar atamadı ve sağlam taktikler geliştiremedi,
Yine bu dönemde bazı gruplar, grup olarak M-L harekete katıldılar. M-L hareket bu grupları kabul ederken, - Robert kolejlileri, daha sonrasında Partizan safların da ayrılan Kurtuluş Bayrağı grubu, Edebiyatçılar gibi- Onlar grup yapılarını M-L hareket içinde de sürdürdüler, ve daha sonra ortaya çıkan hizipçiliğin bayraktarlığını bu gruplarca bireyci mevki düşkünü-ki Partizan ayrılığının ilk dönemlerinde kışkırtıcı rolünü oynayan örgüte sonra katılan grupların ele başlarıydı.
Bu gruplara ilkesiz ve faydacı yaklaşımların daha sonra dogmatik hizipçi tasfiyeciliğin M-L hareket saflarında açtığı azımsanmayacak tahribat oldu.
Başını mevki düşkünü şeflerin çektiği gruplar, M-L hareketin doğru işlerliğe sahip merkezi bir yapısının olmadığı şartlardan bugün "parti vardı" diyen bazılarıyla; oportünist ilkesiz ve faydacı anlayışlarından yararlanarak M-L hareket saflarına sızdılar ve yuvalandılar,
İleri Atılımın Başlangıcı Ve Partizan Hizbi
1976 yılına gelindiği KK genişletilmiş ve sınıf savaşımının sıcak pratiğine müdahale d eder hale gelinmişti. Bu aynı zamanda nispeten işlerliğe sahip bir önderliğe kavuşmuştu. Sınıf savaşımının pratiğini yürüten kadrolar ve sempatizanlar böyle bir atılım için zorlayıcı oluyordu. Tamda bu ortamda geçmişin köklü ve sağlıklı bir öz-eleştirisini yapılma, yanlışları, hatalı atıp, doğru devrimci politika ve taktikler belirleyerek, işçi ve emekçi yığınları devrim için örgütleyip, kavgaya katmak kesin bir zorunluluktu. İşte tamda böylesi bir ortamda örgütte şıçramanın adımı olacak ve irade ve eylem birliğini güçlendirecek dışarıdaki KK’nın çoğunluğunun kararıyla tartışma kampanyası başlatıldı. İşte tamda bu ortamda dogmatik hizipçiler başkaldırdı. Tartışma kampanyasının ilanı, dogmatik hizipçilerin başkaldırısı için bir vesile oldu. M-L hareketin içine yuvalanan çeşitli grupların elebaşları- yurt-dışı, cezaevleri ve İstanbul- peşlerine taktıkları kendi niteliklerine uygun birtakım kişilerle birlikte “parti reddediliyor-halk savaşı rededediliyor, İbrahim yoldaş reddediliyor” yaygarasını bastılar.
Kuşku yok ki tartışma kampanyası metot ve biçim olarak birçok olumsuz taşıyordu. Neki bu başkaldıran hizipçiliği haklı ve meşru göstermezdi. Çünkü ilkeler çerçevesi içeresin de yürütülen eleştir-uyarı ve öz-eleştiri mekanizmasıyla tar tartışma kampanyasının ilanın darbeci olduğu, muhtevanın bazı yanlış anlayışlar taşıdığı ve muhtevanın bütün için bağlayıcı olmadığı konusunda kısa zamanda KK tarafından öz-eleştiri yapıldı.
O zaman dogmatik hizipçilerin üzerinde çok yaygara kopardıkları sosyo-ekonomik yapı tahlilleriydi. Tartışma bu nokta üzerine yoğunlaştı. Onlar bu mesele de ciddi ve tutarlı bir görüş ortaya koymadılar, gülünç ve komik duruma düştüler. Kampanyanın başlamasıyla birlikte İstanbul merkezli dogmatik bir grup fiiliyatta KK’yı tanımadığını ilan etti. Açıktan bu hizipçi ve yıkıcı faaliyetlerini değişik alanlara yayma girişiminde bulundu. Bunu kampanya ilanına karşı yazdıkları bir yazıyla ilan ettiler.
Hizipçi dogmatikler ideolojik-siyasi olarak ciddi ve tutarlı bir yana sahip değillerdi ve tam bir fikir fukaralığı içindeydiler. Bu nedenle yalan ve demagoji geri bilince hitap eden " Mao Zedung , İbrahim Kaypakkaya yoldaş, Halk Savaşı reddediliyor, Türkiye'nin sosyo-ekonomik yapısı kapitalist olarak değerlendirilerek Troçkist sosyalist devrim savunuluyor vb. " kara propagandaya sarıldılar, Onlar geçmişin doğru düzgün bir öz-eleştirisinin yapılmasına karşı çıkıyor, geçmişin hatalarının aşılmasına, doğrularının geliştirilmesine " partinin inkarı ", " İ.K, yoldaşın reddi " olarak tanımlıyorlardı ve geçmişi bütünüyle pur-i pak hatasız olarak görüyorlardı., "Ne savunuyorsanız ortaya koyun" dendiğinde "bizim ortaya koyacak birşeyimiz yok K.K. yoldaşın beş belge yazılarını savunuyoruz" diyorlardı,
Partizan dogmatikleri defalarca disipline, öz-eleştiriye ve ilkeler çerçevesinde mücadele yürütmeye davet edildiler, Ama onlar kampanyanın ilanı ve yürütülüşüne ilişkin hataları kullanarak ve M-L hareketin zaaflarını istismar ederek, hizipçilik ve yıkıcılık yolun da ısrar ettiler, Hatta bunun dozunu dahada artırdılar, özerklik, istediler, federasyon önerdiler.
M-L hareketin 1974'ler de yeniden mücadeleye atıldığı dönemde merkezi bir yapıdan yoksunluğun ve anti-marksist eğilim ve anlayışların yol açtığa hata ve zaafları kullanarak, siyasetsizlikten yakındıkları, kendilerine önderlik yapılmadığını, harekete güvenlerinin olmadığını vurguladılar. Ama ne gariptir ki "siyasetsizliğe' bayrak açma" adı altında yıllarca siyasetsizliğin kalesi durumuna düştüler ve kendiliğindenciliğin girdabında debelendiler. Onlar M-L· hareketin başlattığı ileri atılıma omuz verme, bu atılımın bağrında taşıdığı hatalara karşı ilkeli ve tutarlı bir mücadele yürütme yerine, yıkıcılığı seçtiler, Hiçbir konuda ciddi bir mücadele yürütmediler, hiçbir doğru görüş geliştiremediler, küçük burjuva yapıları gereği yapamazlar da, Bunun yerine kof ajitasyon nağmeleriyle İ.K. yoldaşın görüşlerini bir doğma haline getirdiler, yanlışlara bağnazlıkla sarıldılar ve bu temelde yükseldiler. İbrahim Kaypakkaya yoldaşa sahip çıkmak, Onun adını her lafın başı tekrarlamakla, Onu hatasız görmek- göstermekle veya görüşlerini doğma hali ne getirmekle olmaz.
İ.K. yoldaşa sahip çıkmak, M-L harekete sahip çıkmak, geçmişin düzgün bir değerlendirmesini yapıp, hataları doğru tespit edip, ders çıkararak, doğrulara sarılıp geliştirmekle olur. Peki dogmatikler geçmişin hangi düzgün değerlendirmesini yaptılar? Geçmişin hatalarını doğru tespit ederek, hangi dersleri çıkardılar? Hangi doğruları geliştirdiler? Hayır hiçbirini yapamadılar, Bu yüzdende ideolojik-politik olarak dogmatik-ölü, mekanik dar kalıplar içinde, ilkelliğin çemberinde debelendiler ve halada debeleniyorlar. Yine bu yüzden Marksizm-Leninizm'den giderek daha fazla uzaklaştılar. Küçük burjuva Maocu hat ve sol maceracı anlayışların teori ve pratiğinde kulaç atar hale geldiler. Onlar hiçbir gelişmeyi, ilerlemeyi temsil etmediler ve etmiyorlar. Sistemleştirdikleri çizginin İbrahim Kaypakkaya yoldaşın çizgisiyle, lafta onun adını bol bol anmaları dışında ortak hiçbir yönü yoktur.
Dogmatik Hizipçiler Örgüt Disiplinin Hiçe Saydılar
Dogmatik hizipçiler, demokratik merkeziyetçilik ilkeleri ve disiplini ayaklar altına aldılar, görüş disiplinini öne sürerek "özerklik" ve federasyon gibi örgütsel anarşist görüşler savundular. İlkeler üzerine pazarlığa oturdular, bu pazarlıkta tavizler koparmaya çalıştılar, “özel statü” istediler. Bunlardan bazıları, bir nevi "elçilik" kurumu oluşturdular.
M-L hareket, bunları görüşlerinin örgüt tartışma platformunda ortaya koymaya, ilkelere uyarak görüşlerinin mücadelesini vermeye çağırdı, Eleştirileri bastırma kadrolardan gizleme gibi bir yola asla sapmadı. Aksine kampanyayı düzenli yürüterek bir organ aracılığıyla tüm kadrolara ulaştırma yolunu tuttu ve bu çerçevede kadrolara iletilmesi üzere onlardan görüşlerini istedi.
Fakat onlar kadrolara güvenemediklerinden, ilkelere, disipline uyarak mücadeleye niyetleri olmadığından, ideolojik siyasi olarak acz ve iflas içinde olduklarından buna yanaşmadılar. Sanki reddediliyormuşcasına, "bizim başka bir görüşümüz yok, İ.K. yoldaşın yazılarını savunuyoruz" deyip, işin içinden kolay yoldan çıktılar.
M-L hareket o dönemde faaliyetlerinde çoğunluğun iradesini temel aldı, çoğunluğun görüşlerine bağlı kaldı. Bu konuda düştüğü darbeci hataların öz-eleştirisini yaptı ve düzeltti. Yani tartışma kampanyası bir avuç hizipçi hariç, devrimci kadroların ezici çoğunluğunun arzularını dile getiriyordu ve hata ve yanlışları eleştirilerek, çoğunluğun iradesi doğrultusunda yönlendirildi. Kampanyaya sadece bir avuç hizipçi karşı çıktı ve " Partizan dogmatikleri " İK, yoldaş reddediliyor, Halk savaşı reddediliyor, vb. öte geçmeyen demagoji ve yaygaraya sarıldı, Kampanyaya karşı çıkarak, yıkıcılık bayrağı açmak, ilerlemeye, gelişmeye karşı bayrak açmaktı, Hizipçi dogmatiklerin yıkıcılık bayrağı, M-L harekete, onun disiplinine, çoğunluğun iradesine karşı açılmış kara bir bayraktı, Onlar bunu sözüm ona "İ,K. yoldaşa sahip çıkma" adı altında yaptılar ve böyle yapmaya da mecburdular. Ancak M-L'ler lafla özü birbirinden ayırırlar. Bu bakımdan hizipçilerin dillerinden düşmeyen İ.K, yoldaş lafıyla, bunun ardına gizlenen özü; ideoloji ve siyaseti doğru olarak ayırt ettiler. Sözüm ona İ,K yoldaşa sahip çıkma kılıfı ardındaki ideoloji ve siyaset neydi? Bu, bugün hizipçi dogmatiklerin sistemleştirdikleri çizgiye bakılarak da bu söylenebilir.
Bizim oportünizme ve inkarcılığa karşı mücadelemizde çoğunluğun iradesine uygun bir mücadeleydi, M-L harekete, onun çizgisine, çoğunluğun iradesine karşı yönelen, uygun fırsat kollayarak tezgahlanan tertip ve saldırıya karşı mücadeleydi. İbrahim'i savunma adına mükemmeliyetçilik adı altında oportünizme karşı M-L hareketin ilkelerini, disiplinini ve çoğunluğunun iradesini hiçe sayan, ayaklar altına alan tasfiyeci faaliyetlerine karşı bir mücadeleydi. Dogmatikler 76 tartışmasından kaçarak, çoğunluğun belirlediği görüşler yerine kendi anti-Marksist azınlık görüşlerini görüşlerini geçirmeye çalıştılar. Bunu başaramayınca yıkıcılık yapıp örgütten kopup gittiler. Ve bu mücadelede Leninist parti öğretisine ve ilkelerine sonuna kadar bağlı kalındı ve bunlar rehber alındı. Dogmatik ve mekanik oportünizm ideolojik-siyasi olarak tartışmadan yenileceği için kaçtı, eleştirileri bastırma, gizleme çabalarına karşı demokratik-merkeziyetçilik ilkelerine bağlı kalınarak doğru M-L görüşleri tüm devrimci kadrolara ulaştırmada sonuna kadar ısrarcı olundu, Buna karşın dogmatikler gibi ideolojik-siyasi mücadeleden yan çizdiler, meseleyi yalan iftira, kişisel saldırı karalama ve demagojiye döktüler, M-L'lere, M-L kadrolara olmadık iftiralar attılar ve hatta fiziki saldırılara yöneldiler.
Dogmatiklerin Ortaya Çıktığı Zemin ve Gelişmeler
1976 tartışmasında kopan dogmatiklerin" parti reddediliyor" çığlıkları da bugünkü gibi koftu. Marksist-Leninist partinin kuruluşu henüz gerçekleşmemişti, bunun gerçekleşmesi önünde bizzat kendileri bir engel olarak duruyorlardı
Dogmatik hizipçilerin Marksist- Leninist saflarda azımsanmayacak tahribata yol açtıklarını söylemiştik. Bu elbette tesadüfen ortaya çıkmadı. Bu M-L hareketin hatalarının kefaretiydi. O dönem de Sol oportünizme karşı mücadele ederken sağ hatalara düşülmesi işlenmesi dogmatiklere karşı mücadeleyi zayıflattı ve Onların demagojilerine malzeme sağladı.
Dogmatik yıkıcılar sonraki gelişmeleri içinde için de ideolojik-siyasi hiç ciddi gelişme kat edemediklerinin ilkesiz ittifaklar oluşturdukları için yanı sıra süreç içinde birbirine düştüler. Bu tartışma-ayrışma içinde yıkıcılığın bayrağını ilk kaldıran ilk kaldıran bazılarının yıldızları söndüğü gibi-, bazıları da soluğu Aydınlık -revizyonizminin kucağında aldılar. İbrahim Kaypakkaya yoldaşa sözüm ona sarılma zıddına dönüştü.
Kendi aralarında dalaşmaları sebebiyle dogmatik hizipler uzun süre kendi aralarında bir birlik oluşturamadılar. En sonunda başını yurt-dışının çektiği grup kendi ideolojik siyasi çizgisi doğrultusunda diğer grupları etrafına topladı ve 1978 yılında TKP-ML’nin kuruluşunu ilan bölgesel dönem sona emiş oldu. TKP-ML’nin bu çizgisi Marksizm-Leninizm'e, uluslararası komünist hareketin genel çizgisine karşıt, küçük burjuva sol bir çizgiydi.
Elbette 76 ayrılığında temel mesele, parti varmıydı, yokmuydu değildi. Esas sorun ideolojik-politik çizgi yani Türkiye sosyo-ekonomik yapısının tahlili ve bunun üzerinde şekillenecek olan devrimin stratejisiydi. Bugün kendisine parti diyen bir çok akım faaliyet yürütüyor. Adeta elimiz atsak partiye dokunuyoruz. Haliyle Türkiye de komünist öncü parti enflasyonu yaşanıyor. Bunların hemen hepsi de işçi sınıfı ve emekçi kitleler arasında ciddiye alınacak, sevgi ve sempati, öncüler arasında sağlam örgütler yaratabilmiş değiller. Yani adı var ama kendisi sınıfla bağları neredeyse olmayan bir yerde kendi çalışıp kendi oynayan konumdalar.
Bir örgütün parti olabilmesi için Burada belirleyici olan savunulan ideolojik-politik çizgisinin yanında sınıf ve emekçi yığınlar arasındaki örgütlüğü ne düzeyde ve sınıf içinde kendi kendisini üretir bir konumuna gelip gelmediğine bakmamız gerekiyor.
Bu nedenle bugün " geçmişte parti vardı" diyenlerin izledikleri siyasi-ideolojik çizgiye ve pratiklerine bakmak bunların işçi sınıfının komünist öncü parti özelliklerinde uzak oldukları görülecektir. Ne Bolşevik Parti, ne MKP, Ne TKP-ML’nin kantları, ne MLKP, ne DKP, ne TKİP. Bunların hiç birisinin de 10 milyonu aşkın bir Türkiye geçekliğinde, hücreler aracılığıyla sınıfın öncülerine bağlanmış orada beslenen ve kendisini sınıf içinde üreten, geniş kitleler arasında sevgi ve sempati yaratmış değil. Komünist parti, program, tüzük ve bir miktar kadroyla ilan edilecek sıradan bir örgüt değildir. Buradan hareket ettiğimizde eğer komünist partinin program yanında programın pratiğe vurularak işçi sınıfın öncü bölüklerini kazanma savaşımında mevziler kazanmamış ve ideolojik-politik hattı ete kemiğe büründürülmemişse oportünist akımların anti-Marksist çizgileriyle, M-L çizgi arasındaki derin fark gözlerden gizlenir ve yok olur. Buda rüzgarlar önünde yaprak gibi sürüklenmeyi beraberinde getirir. Çünkü doğru çizgiyle, yanlış çizgi, teori ile pratik arasında arasındaki fark, daha açıkçası bunun belirleyiciliği, ortadan kaldırılmış olur.
Bu "geçmişte bir partinin var olduğunu” biran için farzetsek dahi doğru ve geçerlidir. Bizim o partiye yaklaşımımız, onun ideolojik-siyasi çizgisi ve bu çizginin pratik-örgütsel alanda yarattığı etki-işçi ve emekçi yığınlara arasında yarattığı örgütsel bağ dan kopuk ele alınıp değerlendirilemez. Bunun aksi bir anlayış, partiyi işçi sınıfından kopuk, hizipler federasyonu gibi ele alan anti-Leninist bir anlayış olur. Bu aynı zamanda M-L bir parti içinde, onun çizgisine ters çizgilerin varlığını tanıyan bir anlayıştır ve Leninist öğretilerden sapmayı ifade eder. Böyle bir yapı, içinde her türden görüşlerin, anlayışların cirit attığı bir arı kovanına benzer.
Geçmişten de dile getirmiş olduğumuz gibi 1976 yılında M-L hareketin sol hatalarının zemini üzerinde ortaya çıkan ve bu hataları çizgi haline getiren dünden bu yana bu alanda bir arpa boyu yol alamayan Partizan cenahı, ne dogmatizm ve mekanizm de ne de Türkiye devriminin temel sorunlarına yanıt olmadığı için başarılı olamamıştır. Hatta gelinen durumda daha da geriye savrulmuştur. Hala bu cenahın, yarı-sömürge yarı feodal, kırdan şehre halk savaşı tezlerini savunuyor olmaları aslında 46.yılından ardında gerçeklerden birşeyler öğrenemediklerini, dogmatizmin ve mekanizmden kopamadıklarını gösterir.
Bu çıkışsızlık ve diyalektiğin inkar edilmesi, Onların kendi aralarındaki oportünist ilkesiz ideolojik-siyasi birliklerinin, süreç içinde nasıl parçalanıp dağıldığını ve bölünmelerin dur durak bilmeden sürdüğünü gösterir. İlkelere ilişkin ayrılıklar, ilkesiz uzlaşmalarla ve disiplin yaftasıyla örtbas edilme çabalarının, hiçte başarılı olunmadığını gösteriyor. Elbette palyatif çözümler geçicidir. Nitekim gelişmeler bu tespitlerimizi yakıcı olarak doğruladı ve Partizanın hizipler federasyonu olduğu süreç içinde birbirinin uçta zıddı örgütler olarak ortaya çıkmaları da bu tespitlerimiz doğrulamaktadır.
Aynı ve benzer şeyler mükemmeliyetçilik adı altında geçmişe inkarcı bir merkezde bakan inkarcı MLKP, TKİP, TİKB, EMEP, vb. cenahı içinde söylemek mümkündür.
Bu gerçekler, rüzgarlara göğüs germe de tasfiyeci tahribatı giderme yolunda her türden zorluk ve engeli aşmada bize güç ve azim veriyor, M-L çizginin mutlaka galebe çalacağına dair inancımızı pekiştiriyor. Bugün her çeşit rüzgara göğüs gerebilmek, zorluklar ve güçlükler önünde gerilememek M-L çizgiyi kavramaya ve bu çizgide sebat etmeye bağlıdır. Bu aynı zamanda ileriye doğru M-L zeminde sağlam adımlar atmanında garantisidir.
SONUÇ:
İşte 1972'lerde gerçekleştirilemeyen, M-L partinin kuruluşunun bugünde gündemdeki bir mesele olarak durmasının gelişim tablosu kısa hatlarıyla böyledir.
1972'lerde "sol" taktik çizgi ve bunun yol açtığı geçici yenilgi sonucu gerçekleştirilemeyen proletaryanın komünist partisinin kuruluşu, 1974'lerden sonraki M-L hareketin doğru bir işlerliğe sahip merkezi yapısının oluşturulamadığı dönemde de sağ ve "sol" oportünist etkiler nedeniyle gerçekleştirilemedi. Çünkü bu dönemde geçmişin düzgün bir muhasebesi yapılmadı, hatalı anlayışlar ve görüşler aşılmadı, doğrular geliştirilemedi. Bundan sonraki dönemde ise oportünizm ve kendi gücüne güven eksikliğinin etkileri ve dogmatik hizbin yarattığı tahribat proletarya partisinin kuruluşu görevinin, geliştirilmesini engelledi. En son olarak partinin kuruluşu için şartların olgunlaştığı, dogmatik hizipçilerin tahribatlarının giderildiği, oportünist düşüncelerle önemli bir hesaplaşmanın yaşadığı dönemde Ağustos 1978 yılında yeni bir ayrışma yaşandı ve bu ayrışma başta İstanbul çalışması olmak üzere değişik bölgelerde örgüt çalışmasına ve sınıf içindeki çalışmaya zarar veren, daha da önemlisi moral motiveyi düşüren, bir çok kadro ve kadro adayını devrimci saflarda kopuşa sürükleyen olumsuzluklar, proletaryanın parti olarak örgütlenmesini darbeleyici olmuştur.
Daha sonraki süreçte, 12 Eylül askeri faşist darbesi ardından yaşanan ağır yenilgi, yeniden toparlanma ve kendi gücüne güvensizliğin yarattığı olumsuzluklar, ilkesiz birlik arayışları ve komünist hareketin tasfiye edilmesi süreci. Ağustos 1995 yılında bir avuç komünistin yeniden komünist hareketi vücuda getirmek için KP-İÖ etrafında birleşerek ileri atılmaları, yarım kalmış proletarya partisini kurma savaşımını tüm zorluklara ve olumsuzluklara karşı sürdürdüklerini gösterir.
Bırakalım çeşitli küçük burjuva tasfiyeci, inkarcı ve mükemmeliyetçi oportünist akımlar, geçmişe salvo atışlara devam etsinler. Bırakalım kof yaygara, demagoji ve tarih çarpıtıcılığıyla gerçekleri tersyüz etmeye devam etsinler.
M-L’ler her türlü rüzgara göğüs gererek, saflarını sağlamlaştırıp, sıkılaştırarak proletarya partisini kurma yolunda kararlılıkla yürüyecektir.
MAYIS-2019
HALKIN BİRİLİĞİ