8 Ekim 2018 Pazartesi

Enternasyonalist Devrimciliğin Timsali Ernesto Che Guevara Kavgamızda Yaşıyor..!



"Ateşten bir at
taşıyor gerilla heykelini
Sierralar'ın rüzgarı ve bulutu içinde"
Enternasyonalist devrimci Ernesto Che Guevara Arjantin'in önemli şehirlerinden 14 Haziran 1928’de Valle Grande’de dünyaya geldi. Bir mimarın oğlu olan Guevera,1953’te Buenos Aires’te tıp doktoru oldu. Bolivya’daki tarım reformu konusunda incelemelerde bulunan Guevera, 1954’te Guatemala’da Arbenz devrimci hükümetinin yanında yer aldı. Arbenz’in askeri bir darbeyle devrilmesinin ardından Meksika’ya geçen ‘Che’, burada Küba devriminin önderi Fidel ve kardeşi Raul Castro ile tanıştı. Daha sonra Granma gemisiyle Küba'ya hareket etti ve savaşın sonuna kadar en ön safta yerini aldı..
Kasım 1956’da Küba’daki devrimci mücadeleye Arjantinli enternasyonalist bir devrimci olarak katılan Che Guevera, Kasım 1959’da zaferi kazanan devrimci Küba birliklerin başında başkent Havana’ya girdi. Devrim sonrasında Binbaşı Ernesto Che Guevara Havana'nın la Cabana Kalesi'nin komutanlığına getirildi.1959 yılında Küba vatandaşı ilan edildi. Bir süre sonra silah arkadaşı Aleida March ile evlendi. 7 Ekim 1959'da Milli Tarım Reformu Enstitüsü başkanlığına atandı. 26 Kasım'da da Küba Milli Bankası başkanlığına getirildi. Böylece Che ülkenin mali işlerini yüklenmiş oluyordu.
23 Şubat 1961'de Küba Devrim Hükümeti bir sanayi bakanlığı kurarak Che'yi bunun başına getirdi. Ancak Playa Giran çatışması sırasında, tekrar kale komutanlığı görevine getirildi. Daha sonra az gelişmiş ülkelere çeşitli seyahatlar yapan Che, sömürülen halkları ve emperyalistleri daha yakından tanıma fırsatı buldu. Bu durum Che'nin savaşçı yanının tekrar canlanmasına yol açtı.
Artık başka Latin Amerika ülkelerine gidip halkları örgütlemesi gerektiği kararını vermişti.1965 Eylül'ünde Afrikanın yoksul ülkesi Kongoya doğru yola çıktı. 3 Ekim 1965'de Fidel Castro, Che'nin ünlü veda mektubunu Küba Halkı'na okudu.  Kongo da beklediği devrimci gelişmeyi bulamayan Che yönünü Bolivya dağlarına çvirdi.Ve ölüm Che'yi Bolivya'da Higueras yakınlarında yakaladı. Barrientos'un askerleri O'nu 7 Ekim 1967 gecesi Hieguras yakınlarında kıstırdılar. Bacağından ağır bir yara aldı ve Hieguras'da bir okula hapsedildi. Kimsenin karşısında eğilmedi. Ve 9 Ekim günü Barrientos'un kiralık katillerinden Mario Turan'ın dokuz kurşunuyla can verdi.
Che guevera,9 Ekim 1967'de Bolivya dağlarında öldürüldüğünde henüz 39 yaşındaydı. Ama Che Guevera enternasyonal bir devrimci olarak emperyalizme, faşizme ve her türden gericiliğe karşı direnen ,bağımsızlık ve özgürlük için dövüşen işçilerin, emekçilerin ve devrimcilerin örnek aldığı ve mücadeleciğiyle de efsaneleşen devrimci bir önder olarak hep güncel mücadelenin bileşkesi oldu. Onun içindir ki emperyalizm ve burjuvazi bu yürekli devrimci önderi devrimci kimliğinden soyutlayarak aziz derekesine düşürmek için her türlü kirli yöntemi devreye sokmaktan geri durmadı. Onun ölümü üzerinde kendi zaferini şekillendirmek isteyenler, sadece fiziki imhayla o efsanenin yok olamayacağını biliyorlardı. Bu yüzden gerekli tedbirleri almakta gecikmemişlerdi. Vietnam'da, Küba'da aldıkları büyük yenilginin dersleriyle Bolivya dağlarına yürüdükleri gibi, sonrasını da ince hesaplayıp, kendilerine kök söktüren devrimci gerilla liderinin ve onun öngördüğü özgürlük olgusunun üzerine her şeyden fazla yönelmişlerdi. Che'nin temsil ettiği ve imgelediği ruh, tüm devrimcilerin, emekçi kesimlerin, gençliğin ve ezilenlerin bayrağı olurken, ABD güdümlü emperyalist stratejilerin özel aygıtları Che'nin temsil ettiği gerçeğin karşıtını piyasaya sürüyorlardı. Che'yi sıradanlaştırarak karşıt bir anlama dönüştürmek için, özellikle Latin Amerika'dan başlayarak toplumsal çerçevede bir ahlaksal çöküntüsünün temellerini atıyorlardı. Che'yi taparcasına sembolleştirenler, '68 kuşağı biçiminde dünyaya yayılan devrimci dalganın yürütücüleri, emperyalist bir denetim altında çeşitli alışkanlıklara; uyuşturucu, alkol bağımlılığına, düşkünlüklere mahkum oluyor ve emperyalist kültürün egemenliğine alınıyorlardı. Bugün dünya gençliğinin en genel çerçevede içinde bulunduğu olumsuzluğun temelleri böyle atılıyor, köşe taşları bu biçimde döşeniyordu. Bütün devrimci, özgürlükçü eğilimler, karşı devrimin egemenliğine alınıyordu. Aynı yıllarda popüler sanat, post-modernizm vb. ABD merkezli bir kültür olarak ( Disneyland, Marilyn Monroe ve daha sonraları Madonna örneği ) ortaya çıkıyordu. Bir gelişim tarihi olsa da, bunların aynı yıllara tekabül etmesi, elbette sadece tesadüf olarak değerlendirilemez. Çünkü Che'nin Bolivya dağlarında yaralı olarak ele geçirilip kurşuna dizilmesinden sonra, daha şiddetli biçimde Che'nin öngördüğü düşüncelerin, düşlediği geleceğin üzerine saldırmada asıl amaçlanan; toplumsal bir çürümenin yaratılmasıydı. Böyle bir zemin olmadan emperyalist kapitalizmin kendini yaşatması mümkün değildi. Bunun için Che'nin düşlediği gelecek düşüncesine ve temsil ettiği devrimci değerlere yönelirken, emperyalist bir kültür yaratıp, bunu diğer uluslara, halklara dayatmak ve giydirmek gerekliydi. Bu da kendini biraz popüler sanat, biraz post-modernizmde ifade ediyordu.
Sanatı sanat olmaktan, bireylerin yaratıcı gelişimine hizmet etmekten çıkarıp, en basit, en sıradan, en ilkel estetik gereksinimlerini giderecek ve kitleleri egemenlere hizmet edecek tarzda motive edecek bir içerik taşıyan bu yaklaşımlarla birlikte, reklam kültürü de alabildiğine gelişiyordu. Toplumu edilgen "kültür tüketicileri" ya da "neşeli robot" konumuna sürükleyerek kendine göre biçimlendiriyordu. Müzikten sinemaya, resimden kentsel mimariye, televizyondan moda seferberliğine kadar günlük hayatın köklerinde bugün de egemen olan olgu buydu.
Popüler kültür ve post-modernizm, bu yönüyle, dengesiz iktidar ilişkileriyle dolu bir dünyada, ezilen ve sömürülenleri güçten yoksun kılar biçiminde ifade ediliyordu. Zaten post-modernizmin amaç yerine oyun, hiyerarşi yerine anarşi, mevcudiyet yerine yokluk, yaratma yerine yapı bozum, derinlik yerine yüzeysellik, belirlenmişlik yerine belirsizlik, kişisel dil, yazar vari, dağılma, rastlantı ve eklektizmi esas alışı, vb. postmodern kültür için "dışkı kültürü" tanımını tüm haklılığıyla dışa vuruyordu. Tüm bunlar, kapitalist tüketiciliğin beyinsiz hazcılığının kitlelere yansıtılışıydı.
Che Guevera'nın vuruluşu ardından yükselişe geçen bu olgular, Brezilya'da ve diğer Latin ülkelerinde ABD'nin başlattığı yeni toplumsal stratejilere paraleldi. Vietnam yenilgisi ve Che'nin ölümü ardından, resimlerinin dağlardan şehir ve ovalara inip sarmasıyla, emperyalizm yüzüne maskesini yüzüne geçirerek,yeni temel taktiğini yürürlüğe koymaya başlamıştı. Bu anlamda Che'nin ölümü, kendisi için bir dönemin kapanıp,özel savaş döneminin açılışını simgeliyordu.
Nerede bir devrim hareketi varsa, orada Che'nin o ünlü portresi duruyordu. Che'nin, Alberto Diaz Guiterrez tarafından çekilen o portresinin olduğu her yerde,ABD odaklı bir özel savaş yürürlüğe sokuluyordu artık. Popler kültür ve ABD odaklı özgürlük anlayışının binbir çeşit uygulamaları, yarattığı uyuşturucu, alkol bağımlılıkları, hip-hop,rap ve bu tarzların bir çeşidi olan gangsta rap'ın içerdiği sadizm, şovenizm, hapçılık, her türlü şiddet eğilimi, lümpenizm vb. ile genel olarak toplumsal çürüme alanına dönüşüyordu buralar.
Dünyanın en fazla çoğaltılan fotoğrafında hülyalı gözleriyle geleceğe bakan, kızıl beresinin altında dağınık saçları ve yüzündeki ciddiyetle Che, tüm Amerika'ya, Avrupa ve Asya'ya yayılan haşmetiyle, devrimci ruhun ve romantizmin cisimleşmesini temsil ediyordu; özgürlük, eşitlik, direniş ve devrim bu karede odaklanıyordu. Emperyalizm ve gericilik bu bilinçli yüzüne geçirdiği devrim önderleri metaya dönüştürerek azizleştirme, sıradanlaştırma ve sistemle uzlaştırmaya çalışma çabalarıyla, devrimi vurmanın en etkili aracı haline getirmek istiyordu. Efsaneleşen Che portresi, böylelikle Batı'nın neredeyse bütün diskolarını süslemeye başlıyordu. En son Bosna'ya giden mücahitlerin de, İstanbul-Beyoğlu'ndaki ora-bura barlarda eğlenenlerin de tişört deseni oluyordu.Ve ardında bir votka şişesinin etiketine konu olarak gündeme gelen Che portresini, emperyalizm kirletiyordu.
Che'nin ünlü portresi de artık bu reklamcılık stratejilerinin bir parçası olarak öne sürülüyor. Baharatlı votka üreten bir firmanın reklamında kullanılıyor. Onun, o büyük devrimcinin anısına saldırı, hayaline karşı savaş şimdi böyle yürütülüyor. Hemen hemen dünyanın her yerinde afişleri, tişörtleri, odaları, hediyelik eşyaları ve akla hayale gelmeyecek şeyleri süsleyen o ünlü portrenin imgelediği özgürlük, eşitlik, direniş ve yeniyi iade eden devrimci istemleri bir votka şişesiyle manipülasyona uğratılmaya, Che'nin hayali silinmeye ve içerdiği devrimci gerçeklik unutturulmaya çalışılıyor. Oysa, ölümünden birkaç gün sonra Havana Devrim Alanı'nda yaptığı bir değerlendirmede Fidel Castro'nun dediği gibi," sanatçı ölebilir, hele devrimci mücadele kadar tehlikeli bir sanatın sanatçılığıysa; ama hiçbir zaman ölmeyecek olan şey, bütün zekasını emrine verdiği, hayatını feda ettiği sanattır."
Ölümünün ardından 41. yıl geçmesine rağmen, hala bu gibi örneklerle gündeme getirilen ve hemen hemen tüm toplumsal kesimlerce tartışma konusu yapılan Ernesto Che Guevera; hem yaşam tarzı, hem enternasyonalist devrimci pratiğiyle ve hem de eleştirel yaklaşımlarıyla çok yönlü tartışmaların üzerinde yürütüldüğü bir isim olarak, emperyalist kapitalizmin reklam malzemesi haline getirdiği resminin ötesinde bir anlam içeriyor. İşçi sınıfı ve emekçi halklar, devrimci pratiklerinde bunu gösterdiler. Ama yine de emperyalist kapitalizmin bu anlamı bozma girişimi, Che'yi, popüler sanatın reklamcılığının bir malzemesi olarak kullanma girişimi halen sürüyor. Belli ki daha da sürecek. Fakat emperyalizmin Che'yi Che ile vurma, post-modern sanat üretiminin bir nesnesi konumuna getirme oyunları, Che'nin hep devrimci duruşuna takılı kalacak. Ölümsüzlük orada aranacak emperyalizme,faşizme ve her türden gericiliğe karşı mücadelede, devrimcilere, işçilere ve emekçilere savaş çağrısı olan Che Guevera, sol memenin altındaki cevahir olarak mücadelemizde hep yaşıyor ve yaşayacaktır.