Ne yapsam ne söylesem ve ne düşünsem, nereye gitsem hayat, Yine
de çözüm bekleyen yanların olduğunu biliyorum. Seni köhnemiş bir zindanda
tanıdım. hiç yüzünü görmedim, sesini duymadım ama yazılarını, resimli duygu
yüklü mektuplarını fakslarını okudum ve birde ben gidiyorum ama beni ailemi
unutmayın diyen vasiyetini. 18 Ekim 2001 yılında KP-İÖ'nün 2. grup Ölüm Orucu
savaşçısı olarak zindanlarda dayatılan teslimiyet ve ihaneti parçalamak için,
tam 6 ay bedenini açlığa yatırarak ölümsüzler ordusuna katılan Ali Ekber Barış
yoldaşı anmak, onu anlamak ve genç kuşaklara taşımak, bir yerde silkinip
yenilenmek büyük önem taşıyor.
Bunun içindir ki, her bir yoldaş öncelikle Ali Ekber Barış
yoldaşın yaşamını ve devrimci kavgasını okumalı-ders çıkarmaları ve öncelikle
aynayı kendisine tutmalı, ben ne kadar şehit yoldaşlara sahip çıktım ve Onlara
verdiğim sözlere ne kadar bağlı kaldım sorularını sorup ve yanıt vermelidir Ne
kadar devrimci vicdanımıza dokunduk, ne kadar vefa duygusu içinde olduk.
Hiç yorulmadan dönen bir değirmen taşı olarak gördüm güneşi.
Aynı yerde dönüyordu taşları. Onu çeviren zaman, su olmuştu 24 saatlik
dilimlere bölünüp. Siyah ve beyaz renkli elleriyle hızlı vuruyordu ki taşlara,
hızına yetişmek mümkün değildi. Gecenin gündüzün düşleri arasında, un ufak olan
ömür, uçsa da, kaçsa da toprağa düşüyordu sonuçta.
Yer açmak için yenilerine, yeşillerine süzülerek uçtular. Bazen
sulara, bazen, bazen taşlara, bazen çimenler üstüne. Uzaklaşıp gitti zaman
dönmemek üzere, Onları da katarak önüne…
Ve ben geç kalmıştım, bazı gerçeklerin olduğu gibi
nitelenmesinde: kuşlara, arılara, çocuklara, otlara, deliğinden takırdayan
farelere, yavru kediye, yılana.
Ah yıldızlar. Ne zaman başımı kaldırıp baksam gök yüzüne,
yerinizdesiniz. Attığınız demirlerimi gözlerimize değen ışıklarınız . Öyle ise
sakın toplamayınız halatlarınızı, kendiniz gibi beni de yerime çivilediniz ve
ben geç kalmışım, özlemim durak bilmez yollarında, ihanetin ihanet olduğunu
anlamadan, safça yalanları gerçek olarak algılamaktan, hazırlıksız yakalanıp
yürüdüğümü anlamak için.
İkilerde mi düğümleniyordu yaşam.? Ateş ile su, yer ile gök,
sevgi ile nefret, kadın ile erkek iyi ve kötü hep yan yanamıydı ?.Ben ile ruhun
iç içeliğin de yok muydu bir tersliklerimiz, garipliklerimiz.
Hem cenneti, hem cehennemi mi yaşıyorduk aynı anda. Tutunan
yanımıza kimler egemen olmuştu böyle? Ve tutulamayan yanımızla hangi uzak
ellerde çiçek topluyorduk? Hangi gözlerle sevgi buluyor, hangi yüreklerde aşk
arıyorduk . Uçan böceklere ne zaman boyun eğmişlik böyle?
Hep uzaklarda filizlenen duygular değimliydi bizi kendine çeken?
Ne olduğunu bilemediğimiz düşler, rengini, soluğunu, biçimini öğremediğimiz
yüzler değimliydi.?
Yüreğimizde ona dokuna bilme umudu taşıdık hep. Pusulasız
yollarda, adresiz şehirlerde sokaklar ve evler tanıdık gibi geldi de,
parmağımızı uzatamadık bir kapının ziline.
Dimdik bekledik hep, bize bir ses ‘gel’ desin diye. Ama hiç
yitirmedik içimizdeki özlemi, devrime olan umudu. Şimdinin nasıl dünü varsa,
yarınında bugününü yönelttik özgürlüğe yaşamamız bunun içindir. Mavi bir
çiçeğin kokusunu koklar gibi, pınar başlarında yudumlanan bir avuç soğuk su
gibi, açlığı bastıran bir lokma ekmek gibi, türkü gibi, marş gibi, şiir gibi,
özgürlüğe kanat çarpan kuşlar gibi, hücrede direniş türküsü söyleyen ıslık gibi,
ölüm orucunda milim milim ölüme koşan Ali Ekber Barış yoldaş gibi..
Ey sevgili yoldaş, sen gideli kocaman 18.yıl oldu ama hasretin
bir türlü dinmedi. Nice acılar ve ihanetler yaşadık sensiz. İhanetler zoru
görünce kaçanlar, düzene dönenler . Ama ben seni bir adım gizemime sarıp
doldurdum hep yüreğime. Savaşa ve yıkıma karşı mücadelenin etkisi ve
emekçilerin sokakları canlandıran sonbaharın kasveti ama devrime dönecek olan
devrimci rüzgarın esintisinde, senin umudunu buluyorum yoldaşım. Daha sıkı sarıp
sarmalamakta.
Sevgili Ali Ekber yoldaşım: seni anmak tüm güzellikler için
dövüşmekti. Seni anlamak halkın acılarını ve yoksunluklarını dindirmek için
daha sıkıca sarılmaktı mücadeleye. Seni sevmek daldan kalan sonbahara direnen
son yapraktı, gönülden açan özgürlük kuşuydu.
Adeta trenin köprüden son geçişi, nehrin denize son ulaşmasıydı.
Ellerini üstümden, sesini sesimden, duygunu gözlerinden ve sözlerimden
esirgeme. Seninle yıkılıyım toprak üsten, kar altına, yağmur sularına
karışayım. Kavga olup çıkar başını karın altında, inadına filiz veren
kardelenler gibi. Başını baharda papatyalarla, çiğdemlerle, nergizlerle açtır.
Itır kokayım hep yanında yeniden yeniden. Ama sakın ola bana geç kalma deme.
Bak kara bulutlar dağılıyor, kavga sesleri geliyor her yerde, vasiyetine bağlı
kalıp İnşamız daha da büyütmek için atıyoruz yüreğimizi kavganın kızgın
ateşine.…
Vasiyetini yerine getirmek için bıçağı daha sıkı bileyliyor ve
yarım bıraktıklarını tamamlamak için anılarımızı tazeliyoruz.
Yoldaşın Kemal Çelik