30 Ocak 2020 Perşembe

Türkiye proletaryasının komünist önderi Mustafa Suphi ve 14 yoldaşının katledilmesinin 99. yılında özümlenmesi gereken ders ..!

Görüntünün olası içeriği: 2 kişi, şunu diyen bir yazı '28/29 OCAK 1921'i UNUTMA... Kazıdık Onbeşlerin ismini kanlı kızıl bir mermere! Bir çelik aynadır gözlerimiz, Onbeşlerin resmini görmek isteyenlere!'Yıl 1921, 28'i 29 Ocak'a bağlayan gece. O gün Karadeniz suları, Kemalist diktatörlüğün katlettiği Türkiye proletaryasının önderi Mustafa Suphi ve 14 yoldaşın kızıl kanlarıyla rengini değiştirdi. Böylece Türkiye proletaryası daha yeni kurulmuş olduğu ve örgütlerini yaratamamış olan TKP'nin 15 yiğit öncü komünist evladını yitiriyordu.
Kuşku yok ki M.Suphi ve yoldaşlarının hunharca katledilmesi , hiç bir koşullarda devrimci ve komünistlerin burjuvaziye güvenmemesi gerektiğini yakıcı olarak ortaya koyuyordu. M.Suphi ve yoldaşları daha yeni kurulmuş olan ve yönünü emperyalist işgale karşı anti-emperyalist demokratik devrim mücadelesine önderlik etmek için TKP'nin tüm önderlerini ateş hattına sürüyordu. Böylesi bir tutum aslında ne kadar öngörüden uzak ve ne amaçlanırsa amaçlansın pratikte Kemalist burjuvaziye körü körüne güveni ifade ediyordu. M.Suphi ve yoldaşlarının bu tutumu yeni kurulmuş olan komünist partisi için adeta boynunu celebin önüne süren kurbanlığa benziyordu. Kemalistlerin Sovyetler birliği olan iki yüzlü politikasına bakarak her hangi bir önlem almadan TKP'nin tüm önderlerinin açıktan Kemalist burjuvazinin denetimi ve hedefi içinde Türkiye'ye açıktan dönüş yapılması, yeni kurulmuş ve hala hazırda yerel örgütleri yaratılamamış olan TKP'nin objektif olarak tasfiyesine zemin yaratılmıştır. Nitekim M.Suphi ve 14 öncü yoldaşın katledilmesi TKP'yi hem önderliksiz bırakmış ve hemde hızla oportünizme kapaklanarak Kemalist burjuvaziye karşı cepheden devrimci savaşım yürütmesi keten uzaklaşmasına neden olmuştur.
Dahada önemlisi M.Suphi ve 14 yoldaşının katledilmesi 1972 yılında İbrahim Kaypakkaya yoldaşın önderliğinde ikinci kez kurulan TKP-ML Hareketine kadar işçi ve emekçilerin komünist örgütten mahrum kalmasına neden olmuştur.
M.Süphi ve 14 komünisttin Kemalist burjuvazi tarafından Karadeniz de hunharca katledilmesi, devrimci ve komünistlere çıkarılması gereken önemli dersler bırakmıştır. İlk olarak hangi neden ve koşullarda olsun olsun proletaryanın kurtuluşu için savaşan devrimci ve komünistler, sınıf düşmanları burjuvaziye asla güven duymazlar ve onların sınırlarını belirlediği alanlarda hareket etmezler. İkinci olarak en demokratik ortamlarda bile devrimci ve komünistler örgütsel-pratik önlemlerini asla bir yana iterek örgütün ana gövdesini açık alana çıkararak burjuvazinin hedefi haline getirmezler. yani burjuvazinin iktidarı yılmadan en demokratik geçinen devletlerde bile her an herşeyin işçi sınıfı ve devrimci-komünistlerin aleyhine değişeceği bilinciyle her an yer altında geçileceği bilinciyle öncü kadrolarını illegal koşullara göre konumlandırır ve buna göre önlemini alıp ihtiyatını elden bırakmaz.
Neki M-Suphi ve 14 yoldaşının düşmüş olduğu hatalardan Türkiye ve Kuzey Kürdistan devrimci ve komünist hareketi yeterli ders çıkararak bu derslerin ışığında örgütsel-pratik çalışmalarını düzenledi söylenemez.
M.Suphi ve 14 komünistti emperyalistlere şirin görünmek ve anti-emperyalist mücadelenin önderliğini başkalarıyla paylaşmak istemeyen anti-komünist Kemalist burjuvazi tarafından açıktan katlettiği bilindiği halde ne Sovyetler Birliğine 3.Enteranasyonal ve nede yeniden toparlanıp mücadeleye devam eden TKP, Kemalizme karşı kararlı ve ilkeli bir tutum aldı. Göstermelik bir kaç kınamanın ardında Kemalizmle uzlaşma ve sırtına sıvazlama tutumuna devam edildi.
Kemalizmde “demokratik devrim “bekleyen TKP, kapaklanmış olduğu revizyonist hattıyla sistemle uyumlu solcu bir çizgide yürürken ve buna göre örgütsel-pratik çalışmalar düzenlerken,1970'li yıllarda itibaren, TKP-TİP gibi revizyonist-reformist legalist akımlara tavır alıp devrimci-komünist bir temelde bu akımların yanlışlarına karşı cepheden savaş açan devrimci akımlar, legal-illegal çalışma ilişkisini sağlam bir eminde oturtamadılar. Ya tümüyle kitlelerden izole kendi içine kapanmış bir yerde halktan da gizlenmeye çalışan sekter illegal çalışmaya yada kitleleri kazanma ve onların içinde erime adına tamamıyla legal-yarı legal örgütlenme ve mücadele içine yönelindi.
Devrimci ve komünist hareket kendinde önce sağlam ve örnek alınacak güçlü bir illegal çalışma deneyimine sahip değildi. 1970-73 iki yıllık hızla yeraltı örgütlenmesine yönelim ve silahlı direnişi örgütleme çabası ardında alınan ağır yenilgiyle kesintiye uğradı., Sağlam yer altı çalışması yaratamadan ağır yenilginin ardında yeniden toparlanma sürecinde örgütlerin merkezi önderlikleri ikinci derece kadrolar ve nispeten zorlu savaşım içinde geçmemiş yeni kuşaklarda oluştu.
Hızla gelişme ve kitleselleşme adına illegaliteyi temel alan ve bunda asla geri adım atmayan bir devrimci örgütsel çalışma yerine ağırlıklı olarak legal-yarı legal örgütler ve çalışma tarzıyla devrimci savaşım örgütlenmeye çalışıldı. 1974-80 arası bir yerde devrimci harekete damgasını vuran yarı-legal*legal çalışma ve eylem tarzı oldu. hemen herkesin bir birini tanııdığı, adlarını bildiği, kimlerin örgütün önemli kadroları konumunda olduğunu bir noktada bilmeyen kimse yoktu. Dernekler, demokratik kurumlar, ve devrimci yayın organları adeta örgütlerin merkezi olarak konumlandıkları ve önemli kadrolarının girip çıktıkları yerler oldu.
Nitekim 12 eylül faşist darbesi devrimci-komünist hareketin faşizme karşı yeraltı örgütlenmesinde nasıl başarısız olduğunu yakıcı olarak ortaya koydu. Bir çok anlı şanlı örgütlerin merkezi yapıları kısa zaman içinde çökertildi ve yüzlerce insan işkencehanelere toplandı, zindanlara kapatılarak ilk bir yıl içinde örgütlerin çoğunluğunun merkezi yapıları ve örgütsel gövdeleri düşman tarafından bilinir hale getirildi. Göstermelik illegal aslında legal çalışmayı temel almış olan örgütlerde çözülen bir kişinin onlarca bazen yüzlerce kişiyi polise verdiğini biliyoruz.
Tüm bunlar bize aslında devrimci ve komünist hareketin M.Suphi ve 14 yoldaşının akibetin de yeterince ders almadıklarını gösteriyordu.
12 eylül 1980 faşist darbesinin ardında yeniden toparlanma sürecinde de devrimci-komünist hareket legal-illegal çalışma üzerine bolca öz-eleştiri yapmasına karşın, bunun gereklerine uygun davranma başarısını göstermedi gösteremedi.
Sözde faşizmin ve anti-demokratik gericiliğin politik olarak egemen olduğu bizim gibi ülkelerde devrimci ve komünist hareket sıkıca illegal temelde örgütlenmeyi önde tutması ve buradan eğilip bükülmeden ilerlemesi zorunluydu. Ama tüm bunların sözde kaldığını teori ile pratik arasında bu alanda da tamamıyla uyumsuzluğun egemen olduğunu söylemeliyiz. Bir yandan hızla kitleselleşme ve erken devrim hayallerinin etkisi öte yandan Kürt ulusal hareketinin baskılanması nedeniyle illegal mücadelenin zorluklarından hızla uzaklaşarak legalizm'in albenisine kapılarak nasıl bir örgüt ve nasıl bir devrimci mücadele yaklaşımından uzaklaşıldığını ve yine eleştirilip mahkum edilen legal yad yarı-legal örgüt ve mücadele yöntemlerine dönüldüğünü görüyoruz.
Yaklaşık 40. yılı aşkındır bu aynı fasit daire içinde dönülüp duruluyor. Devrimci hareketin ana gövdesinin hala legal yarı legal örgütlenme ve çalışma tarzın içinde olması ve yine olumlu pratik örnek olarak gösterilen PKK’nin önderi Öcalan’ın 1998 de Suriye’de yönünü emperyalist mabete yönünü dönüp burada T.C’ye teslim edilmesi süreci bir noktada M.Suphi ve yoldaşlarının hunharca katledilmesinde yeterli ders alınmadığını yakıcı olarak açığa sermektedir. Tüm bunlar devrimci hareketin kendi pratiğinde öğrenerek ilerlemeyi başaramaması hali kaçınılmaz olarak devrimci saflarda umut kırılmasına neden oluyor ve zorlu süreçlerde geçmiş bir çok devrimcinin mücadele saflarında uzaklaşmasına neden olmaktadır
kendisini
Yani M.Suphi ve 14 yoldaşının Kemalist gericiler tarafından katledilmesinin üzerinde 99.yıl gibi uzun bir süreç geçmesine karşın, devrimci ve komünist hareket, burjuvaziye hiç bir biçimde güvenilmeyeceğini ve yine burjuvazinin çizdiği sınırlar içinde kalınarak, devrimi zafere taşıyacak sözü özü bir, yeraltı çalışmasını kendisine temel almış ve her koşulda iktidar hedefine bağlanmış bir komünist partisinin yaratılmasını başaramamış olması, bu konuda çıkarılan derslerin yeterince özümlenemediğini gösteriyor.
Bugün bir çok dergi çevresi ve akımın Mustafa Suphi'ye sahip çıkmaları hiç de gerçekçi değildir. Çünkü Mustafa Suphi yolunda ilerlemek her türden revizyonizme, sınıf uzlaşmacılığına, faşist şovenist saldırılara ve sosyal şovenizme karşı proletaryanın bağımsız devrimci siyasetini kararlılıkla savunmakla mümkündür. Bugün faşist diktatörlüğün işçi, emekçi ve Kürt düşmanlığı yapan ırkçı şovenist politikalarına payanda olanlar ve Kürt sorununda sosyal şovenist bir konumda duranlara, Mustafa Suphi'nin fikirleri değil, Şefik Hüsnü'nün oportünist fikirleri ışık tutmaktadır. Mustafa Suphi yoldaş mücadelesi boyunca emperyalist savaşa karşı ve işbirlikçilerine karşı kararlı bir mücadele yürüterek proletaryanın bağımsız devrimci siyasetini sonuna dek savundu. Çünkü Mustafa Suphi yoldaş proleter enternasyonalist bir komünistti. Bu bakımdan Marksizm-Leninizm’in kendileriyle başladığını iddia edenler, Mustafa Suphi'nin bize bıraktığı değerli mirasa sahip çıkmaları sahtekarlıktan öteye gitmez.
Aynı zamanda Mustafa Suphi'nin çizgisi ile Şefik Hüsnü'nün sosyal şoven çizgisinin aynı kefeye koyanların böyle bir iddiaları da lafızlardan öteye gitmez. Bu komünist mirasa sahip çıkmak bu temelde gelişmek ancak bugün anti.Marksist akımların saldırılarına karşı bu davayı titizlikle korumakla mümkündür. Komünist hareket M-L düşman akımlara karşı mücadele içinde bu değerli mirasın temelinde gelişmektedir. Komünist hareket, bugün M-L kendisiyle başladığını iddia etmekte olan her türden oportünist inkarcılığa karşı mücadele ederek bu mirası titizlikle korumaktadır. Mustafa Suphi yoldaşın fikirleri bugün her zamankinden daha çok bize ışık tutmaktadır. Komünist hareket anti-Marksist akımlara karşı ve inkarcılığa karşı kararlı mücadelesini proletarya partisini kurma tarihi görevini yerine getirecek bu mirasa layık olduğunu ispatlayacaktır.
Türkiye işçi sınıfı ve emekçi halk kitleleri katledilişlerinin 99. yıldönümünde Mustafa Suphi ve 14 yoldaşını unutmayacaktır. Onların mücadeleleri, bugün Türkiye devriminin yolunu aydınlatmakta ve faşist diktatörlüğü yıkma ve işçilerin ve emekçilerin devrimci konseyler iktidarını kurma mücadelesinde, işçi sınıfı ve emekçi halk kitlelerinin elinde kanlarıyla kızıllaşan bir bayraktır. Ve bu bayrak kavgamızda hep dalganacaktır.
M.Suphi ve 14'ler devrimci kavgamızda yaşıyorlar..!