24 Nisan 2020 Cuma

DOĞUMUNUN 150.YILINDA LENİNİ ANMAK VE ANLAMAK..!


Proletaryanın Kurtuluşuna adanmış Bir Yaşam Lenin’in Yaşamı ve Mücadelesi..
Vladimir İlyiç Ulyanov, bilinen adıyla Lenin (22 Nisan 1870, Simbirsk - 21 Ocak 1924, Moskova) Rus komünist devrimci önder. Marksist-Leninist ideolojinin fikirsel önderi, Ekim Devrimi'nin lideri ve Sovyetler Birliği'nin kurucusu. Sovyetler Birliği Komünist Partisi'nin öncüsü olan Rusya Komünist Partisi (Bolşevik)'nin ilk lideri. Lenin aynı zamanda Marksist teorik ve felsefi yazıların yazarı olarak bilimsel sosyalizmin Marx ve Engels sonrası geliştiricilerindendir. Lenin'in en büyük amacı, kapitalizmin uzlaşmaz sınıf çelişkilerinden proleter bir dünya devrimi oluşturup toplumsal sınıf karşıtlıklarının olmadığı insan toplumunun tarihsel oluşumuna öncülük etmekti. Kendisi, Marksizm üzerine kurulmuş politik ve ekonomik bir teori olan Leninizm'in de kurucusudur. Leninizm, Marksizm’in çağın gereklerine göre hem kuramsal hem politik hem de ekonomik alanda, temel ilkelere bağlı kalarak yeniden uyarlanması olarak anlaşılır. Leninizm kavramı, yeni olgular ve yeni bilimsel gelişmeler doğrultusunda Marksizmin yeniden üretilmesi gereği üzerinden değerlendirilir ve Marksizmin devrimci ve bilimsel özüne uygun olarak geliştirilmesi olarak anlaşılır ve genelde Marksizm-Leninizm olarak anılır.
Leninin yoldaş
Kapitalizmin tarihsel krizine bağlı olarak dünya ölçeğinde yayılan faşist baskı, zulüm ve emperyalist yıkım savaşları devrim için yola çıkmış proleter devrimcilerinin önüne olağan dönemlere kıyasla çok daha ağır ve yüklü görevler koyuyor. Tarihin bu tür kesitleri, devrimci inanç ve iradenin, örgütsel bağlılığın sınandığı denendiği dönemlerdir. Böylesi dönemlerde, işçi sınıfının ve emekçi yığınların mücadele tarihindeki örnek olucu örnekleri hatırlamak, olumsuzlukları aşmak ve yenmek, sosyalist olanı örnek almak ve en zor koşullara meydan okuyarak devrimci yükseliş için hazırlanan komünist önderlerden ders almak büyük bir önem kazanır. Bu bağlamda, işçi sınıfının komünist önderi Lenin’in, onun en yakın mücadele yoldaşı Krupskaya’nın ve benzeri Bolşeviklerin devrime adanmış yaşamları unutulamaz ve unutulmamalıdır.
Komünist Önderlik Devrimci Mücadele İçinde Oluşur ve Gelişir..!
Lenin ve Krupskaya’nın işçi sınıfının kurtuluş kavgasına adanmış yaşamları, bu konudaki pek çok ciddi biyografik çalışmanın yanı sıra Krupskaya’nın anıları sayesinde dünden bugüne ışık tutuyor. Lenin’le birlikte ilmek ilmek örülen örnek bir devrimci mücadele ve yaşamdan doğrudan damıtılmış bu anılar özel bir önem taşıyor. Nadejda Krupskaya (1869-1939), daha gençlik yıllarında Çarlık Rusyası’nın zor koşullarında Petersburg’da devrimci hareket içinde yer alan bir militan kadın savaşçıdır. 1894 yılında Sibirya’da sürgündeyken Lenin’le karşılaşır ve Lenin’in yaşam ve mücadele yoldaşı olarak yıllarını Bolşevik örgütlülüğü inşa etmeye adar.
Krupskaya’nın kaleme aldığı-Leninle Anılar- anılar, onun Lenin’le karşılaştığı 1894 yılından Ekim Devriminin gerçekleştiği 1917 yılına uzanmakta ve 1919 yılına dair bazı anlatımlarla son bulmaktadır. Kuşkusuz ki, tüm bu zaman dilimi Bolşevik mücadele açısından muazzam derecede tarihsel bir önem taşır. Çünkü söz konusu yıllar, işçiler arasında kitle hareketinin gelişimine, yeraltı faaliyetinin en zor koşullarında çelikleşmiş güçlü ve sağlam bir komünist işçi partisinin yaratılışına, işçi sınıfının devrimci bilincinin ve örgütünün güçlenişine sahne olmuştur. Bu tarihsel dönem, Lenin ve Bolşevikler öncülüğünde proleter devrimin zaferiyle sonuçlanan mücadelelerin dönemidir.
Lenin ve Krupskaya’nın Ekim Devrimini önceleyen ikinci yurtdışı mültecilik yıllarının (1906-1917), bu mücadeleler tarihi içinde ayrı bir yeri vardır. Zira bu yıllar, emperyalist savaş ortamında işçi sınıfının komünist partilerindeki oportünizmin İkinci Enternasyonalin çöküşüne yol açtığı, dünya proletaryasının tamamen yeni sorunlarla karşılaştığı ve yeni yollar bulunmasının zorunlu olduğu, nihayet işçi ve emekçi yığınların katıldığı devriminin ve yeni bir enternasyonalin doğumunun mayalandığı bir dönemdir. Bütün bu dönem boyunca verilen mücadele derinlemesine kavranmadan, Lenin’in Ekim Devriminin ve dünya devriminin önderliğine yükselişinin kavranamayacağını ifade eder Krupskaya. Çünkü önderler mücadelelerin içinde biçimlenir, mücadelelerin içinden çıkarlar ve güçlerini bu mücadelelerden alırlar. Özetle vurgulamak gerekirse, Lenin’in yaşamıyla mücadelesinin nasıl iç içe dokunduğunu anlamadan, işçi sınıfını zafere ulaştıran Bolşevik tarzı kavramak da asla mümkün değildir.
Komünistler Yaşama ve Mücadeleye Adanmışlıklarıyla Öne Çıkarlar..!
Lenin ve Krupskaya’nın sıklıkla vurguladıkları üzere, bir Bolşevik düşünce berraklığına, gerçeği görme yetisine ve kendini boş hayallere, sol yada sağ oportünist lafazanlığa kaptırmama gibi sağlam özelliklere sahip olmalıdır. Komünist devrimci kişiliği bu gibi özellikler temelinde gelişen Lenin’in devrimci iradesi ve devrimci kararlılığı, dün olduğu üzere bugün de tüm proleter devrimcilere örnektir. Genelde Asyatik-doğu toplumlarında geçmişin derin etkileri nedeniyle kişilerin yaşamında plansızlığın, savrukluğun, tembelliğin ağır bastığı yanlış değildi. Rusya da böyle bir ülkedir.
Neki Rusyada, Lenin, Krupskaya, Sverdlov, Stalin vb. gibi Bolşevik öncüler yalnızca dönemlerine değil geleceğe de örnek teşkil eden yeni ve aydınlık bir yol açmışlardır. İşlerin örgütlenme ve yürütülme tarzında Rusya’nın doğu geçmişiyle benzer izler taşıyan Türkiye’de de, proleter devrimcileri açılan bu yoldan yürümeleri mücadelenin olmazsa olmazıdır. İşte bu gelenek, İbrahim Kaypakkaya yoldaştan İrfan Çelike,Münür Dışkayada Ali Aktaşa, Kemal Yazardan Ali Ekber Barışa, Fahri Kaya yoldaşlara uzanan komünist hareketin çizgisinin de mayasını ve gelişiminin özünü oluşturuyor.
Hangi iş söz konusu olursa olsun, kalıcı ve sağlam bir sonuç elde edebilmek için, yeterli çaba sarf edilmeli, ter akıtılmalı, sabırla, inatla, ısrarla ve özenle amaca doğru yol alınmalı. Devrim ve sosyalizm mücadelesinin geneli ve devrimci ve sosyalist kişiliğin oluşturulması açısından da aynı kural geçerlidir. Sabırsız, plansız, özensiz ve azimsiz tarzda iş yapanın anlamlı bir devrimci ürün vermesi ve kendi devrimci dönüşümünü arzulanan şekilde başarması asla mümkün olmayacaktır. Tembel ve plansız, başladığı işi sonuna kadar götürme iradesi göstermeyen, engelleri tanımaz bir hatta yürümeyen insan her zaman başarısızlığına bahaneler uydurma peşinde olur, performans düşüklüğünün suçunu hep koşulların ve başkalarının olumsuzluğuna, dönemin zorluğuna, motivasyon eksikliğine vb. yükler. Sanki devrimci ve sosyalizm mücadelesi yalnızca kolay koşullarda ve kolay dönemlerde yürütülürmüş gibi!
Bu gibi konularda da Lenin’in yaşamı ve mücadelesi biz komünistlere önde gelen bir örnektir. Mücadele aşkıyla ve yaşam coşkusuyla, çalışma azmiyle dolu bu devrimci insan, aslında kendini ne zorlu koşullarda var etmiş, nice sıkıntılara, yokluğa ve sinir bozucu durumlara göğüs germiştir. Bilindiği ve bir çok devrimcinin de yaşamış olduğu gibi, yurt dışındaki mültecilik yılları son derece yorucu ve yıpratıcı yıllardır. Ne var ki Lenin, her türlü zorluğa rağmen gerektiğinde sinirlerini çelik gibi germesini bilen ve hiçbir şeyin mücadele azmini ve devrimci kararlılığını kemirmesine izin vermeyen örnek bir Bolşevik önderdir. O nedenle o zorlu yıllar, Lenin’den kararlı bir önder ve kitleleri zafere ulaştırmak için ihtiyaç duyulan öncü savaşçıyı yaratmıştır.
Krupskaya, ikinci mültecilik döneminde yurt dışında geçen yılların (1906-1917), tüm yıpratıcı yönlerine karşın, Lenin’i bir nebze bile değiştirmediğini anlatır. Lenin tüm zorluklara meydan okuyarak, sırasında bir göz odada az bir yemekle günü geçirmiş fakat yine eskiden olduğu gibi yoğun ve yöntemli çalışmasını sürdürmüştür. Örgütsel sorunlarda en küçük ayrıntıya aynı titiz ilgiyi göstermiştir. Yüz yüze gelinen gerçekler ne kadar acı olursa olsun, onları olduğu gibi kabul ederek mücadeleyi ve yaşamı sürdürme yeteneğinden hiçbir şey yitirmemiştir. Sorunlar ne denli kahredici de olsa, hiçbir zaman kendisini aldatmamak Lenin’in bir özelliğiydi der Krupskaya. Yanı sıra, Lenin elde edilen başarılarla asla sarhoşluğa kapılmamış ve her zaman bir sonraki zor adımın planlanmasına odaklanmıştır.
Devrimci tutum alışı yalnızca gençlik dönemine özgü bir keskinlik olarak algılayan ve yıllar ilerledikçe devrimci öfkesini yitiren kişiler az değildir. Hatta böyleler, etrafımızda hiçte az değil. Zamanla duyguları körelen ve içten içe çürüyen, içi geçmiş çam ağacı gibi etrafta nostalji takılan, yarım yamalak sosyalistlerin aksine, iyi bir Bolşevik militan, içindeki devrimci ateşi her daim körüklemesini bilir.
Nitekim Lenin de, zor yıllara rağmen oportünizmle ve her türlü döneklikle, konforizmle, zamanı boşa harcamakla, günlük yaşamın içinde boğulmakla hep arasına kalın sınır çekmiş, hep aynı heyecan ve tavizsizlikle çürüme ve yozlaşmaya karşı savaşmıştır. Zaman ilerledikçe Lenin’in baskı ve sömürüye karşı duyduğu derin nefret daha da büyümüş ve yaşamını tereddütsüz biçimde proletaryanın davasına adamıştır. Aynı derin inançla bu yola baş koyan Krupskaya, Lenin’in tüm yaşamının bu davaya bağlı olduğunu hatırlatır. Bu varoluş şekli, Lenin için, başka türlüsü mümkün olamayacak derecede doğaldır ve proleter devrimciliğin içselleştirilmesi işte bu şekilde tüm tereddütleri dışlayan bir yaşam ve mücadele algısında somutlanır.
Lenin, devrimci mücadeleyi yaşam sevinci ve geniş bir bilgilenme tutkusuyla birleştirmeyi başaran örnek komünist bir önderdir. Onun ufkunu genişletme çabası, Hegel veya Kant gibi felsefecilerden dönemin ünlü romancıları Tolstoy’a, Puşkin’e vb. uzanan zenginliktedir. Proleter devrimciliği kavrayamayan ve yaşam-mücadele çizgisini kuru bir devrimcilik, yapay bir ciddiyet olarak algılayan küçük-burjuvaları Lenin gibi komünistlerin iç zenginliğini asla anlayamazlar. Keza, Krupskaya, henüz Lenin’i tanımadığı dönemde, bu tipolojide birinin onu kendisine ömründe bir kez bile roman okumamış ve yalnızca ciddi kitaplar okuyan biri olarak tanıttığını belirtir. Daha sonra Lenin’i yakından tanıyan Krupskaya, bu söylentinin aslında ne denli uydurma olduğunu anlayacak ve Lenin’in hoşlandığı klasikleri gece dinlenme saatlerinde defalarca okuduğuna bizzat tanık olacaktır.
Komünist inanç ve kavrayışını bu zenginlikte üretmesini başaran Lenin, devrimci kararlılık ve azim söz konusu olduğunda, çalışmasına engel olabilecek unsurları gözünü kırpmadan bir yana itecek bir ustalığa da sahiptir. Üstelik daha genç yaşlarından itibaren kendisini bu yönde eğitmiştir. Örneğin, “okul çağındayken buzda kaymayı severdim, ama beni yorup uykumu getirdiği için çalışmalarımı engelliyordu, bu nedenle bıraktım” diye anlatır Krupskaya’ya. Lenin’in örneklediği ve öğütlediği üzere, bir Bolşevik asla çok çalışmaktan korkmamalı ve çalışkanlığını planlılık ve süreklilik temelinde sürdürüp geliştirmelidir.
Lenin’in devrim ve sosyalizm mücadelesi açısından seve seve göze aldığı fedakarlıklar konusunda Krupskaya çok çarpıcı örnekler aktarır. Lenin, davaya engel olduklarını gördüğü en yakın dostlarından bile ayrılma kararlılığını göstermiştir. Buna karşın, eğer mücadele için gerekliyse, dünkü siyasal rakiplerine tereddüt etmeden yeniden ve yoldaşça yaklaşmasını da bilmiştir. Bu siyasal esneklik ilkesiz bir ödün değildir ve yoldaşça yakınlaşma devrimci eleştiri bağlamında söylenmesi gerekenin açıkça ve lafı dolandırmadan söylenmesini asla dışlamaz. Bir proleter devrimci, özelde çevresindeki insan ilişkilerini çalışmalarını aksatmayacak bir sıkılıkla düzenlerken, örgütsel açıdan insan ilişkilerinde son derece esnek, girişken ve insan dostu olabilmelidir. Bu konuda olumlu ve olumsuzundan çeşitli örnekler hatırlanabilir.
Örneğin Rus devrimcilerinin çeşitli Avrupa ülkelerinde geçirdiği mültecilik yılları çok sayıda insanı Rusya’daki mücadeleden kopartıp köksüzlüğe, boşluğa çürüme ve yozlaşmaya sürüklemiştir. Oysa Lenin ve Krupskaya, Rusya’da bağlantılı oldukları kişilerle her zaman sıkı ve sürekli bir ilişkiyi sürdürmüşlerdir. Kilometrelerce uzakta olsalar da Bolşeviklerin yurt dışı ziyaretlerini, yurt dışı çalışma ve toplantılarını bizzat örgütlemişlerdir. Krupskaya, Lenin’in hemen her mektubunda, Rusya’daki yoldaşlardan işçilerle daha çok ilişkiler kurmaları talebinde bulunduğunu ve devrimci bir örgütün gücünün onun ilişkilerinin sayısına bağlı olduğunu vurguladığını hatırlatır.
Küçük-burjuva devrimcisi, yaşamla mücadeleyi iç içe dokumanın komünist insanı var etmek açısından ne denli elzem olduğunu kavrama yetisine sahip değildir. Bu tipoloji, devrimciliği yaşamın ilerleyişine sindirilmiş bir mücadele olarak kavrayamadığından keskinliği yapaydır ve neticede bu yapaylık çeşitli düzeyde kırılmalara yol açar. Olağan dönemlerde fark edilmeyen bu tür olumsuz özellikler zor günlerde hemen ortalığa serili verir. Kişilerin bu temelde yaşadığı örgütsel kopuşların öncesinde, devrimci mücadeleden ruhsal uzaklaşma halini sol lafazanlıkla ve çevresindekilerin devrimciliğini yeterli bulmama tepkisiyle örten bir psikoloji gelişir. Somut eylem yapma olanakları aşırı biçimde kısıtlanan siyasal sürgünler de, içine düştükleri atalet durumuyla başa çıkamamaları halinde benzer psikolojiler geliştirebilirler. Bu duruma sürüklenenlerin, kopuş öncesi oluşan zayıflıklarını keskin devrimci söylemlerle örtmeye çalıştıkları sıkça rastlanan bir durumdur. Bu gibi halleri yansıtan geçmişe ve günümüze dair çeşitli örnekler mevcuttur.
Netice olarak sınıftan kopukluk devrimci lafazanlığı besler. Gerçek devrimci faaliyetin olmadığı koşullarda lafazanlığa dayanan bir aşırı solculuk gelişebilir. Sınıfın canlı yaşamının yapay olana geçit vermeyen doğal kontrol mekanizmasından yoksun kalanlar, kendilerini tatmin için keskinleşebilirler. Fakat gericilik döneminde boşlukta aşırı sol laf üretenler, canlanma dönemi geldiğinde işçi sınıfının yükselen mücadelesine devrimci tarzda ayak uyduramazlar. Böyleleri ya tamamen mücadelenin dışına düşmekte ya da reformist dalgalara kapılıp alabildiğine sağa savrulmaktadırlar. Çeşitli örnekler incelenecek olursa, bu tipolojinin genelde hep uçlarda oynadığı görülecektir. Bunlar devrimcilik adına yaşamdan kopar, fakat yaşamdan koptukça da devrimciliği inkâr noktasına sürüklenirler. Oysa bir sınıf devrimcisi, kendisini gerçekte tarihi yapacak olan işçi sınıfının üstünde ve ondan kopuk görmediğinden ayakları yere basar. Mücadeleyi ilerletmekten ne denli onur duyuyorsa, insan yönünü geliştirmekten, doğadan zevk almaktan ve böylece kendini yenilemekten aynı derecede zevk almasını bilir. İşte mücadele boyunca asıl önemli olan, komünist kişinin bu yetilerini ilerleyen yıllara rağmen yitirmemesi, sol memenin altındaki cevahiri karartmamasıdır.
Krupskaya, yaşanan onca acı olaya ve sürgünlüğün yıpratıcı etkilerine karşın Lenin’in doğadan, baharda korulardan, dağ yollarından ve göllerden, büyük kentlerin gürültüsünden ve işçi sınıfı kalabalıklarından eskisi gibi zevk aldığını anlatır. Yalnızca Lenin değil, gerçek bir komünist olmayı başarabilmiş tüm yoldaşları mücadeleyi ve çok çeşitli yönleriyle yaşamı dolu dolu seven insanlardır. Krupskaya da böylesi Bolşeviklerin önde gelenlerindendir. Onun Lenin’i ve devrimci mücadeleyi anlatırken satırlarına eklediği şu yaşam sevinci buna örnektir: Sürgünde kışın donundan sonra doğa gürültülü yaşamıyla bahara dönüşürdü. Egemenliği güçlenirdi doğanın. Güneşin batışı, baharın tarlalarda oluşturduğu geniş su birikintilerinde yüzen yaban kuğuları. Lenin’le birlikte koruluğun kıyısında durur, derenin şırıltısını ve kekliklerin çiftleşme çağrılarını dinlerdik…
Proletarya İçinde Bolşevik tarzda çalışmak
Sınıf içinde devrimci çalışmayı başarıyla yürütebilmek için işçi sınıfının günlük yaşantısını, işçilerin çalışma ve yaşam koşullarını, işçi kitlelerinin ruh halini yakından bilmek ve derinden hissetmek şarttır. Bolşevik tarzda çalışma, küçük-burjuva devrimcisinin aniden parlayıp sönen koşturmacasından veya sınıftan kopuk kahramanca işler yapma anlayışından tamamen farklı bir niteliğe sahiptir. Her zaman vurguladığımız gibi, Bolşevik çalışma tarzı uzun soluklu, planlı, sabırlı, ısrarlı ve azimli bir mücadele anlayışına dayanır. Proleter devrimciler, ilişkiye geçtikleri işçilere ve emekçilere, onların mücadeleci dostları olduklarını en sıcak ve en içten biçimde hissettirerek işçilerin güvenini kazanırlar. İşçi ve emekçilerin sıradan ve küçük görünen ekonomik talepleri için mücadelelerine sahip çıkarak, sınıfın kitlesiyle bağlar kurmayı başarırlar. Bunu kavrayamayan ya da başaramayanlar, işçileri devrimci-sosyalist hedeflere doğru ilerletmeye de muktedir olamazlar. Bu konularda Lenin’in ortaya koyduğu pratik ve gelecek kuşaklara aktardığı dersler son derece eğiticidir.
Krupskaya, işçi çalışmasında onları uyandırmak için gereken ekonomik ajitasyona Lenin’in ne denli önem verdiğini hatırlatır. Lenin’in 1895 yılında yazdığı “Fabrikalardaki İşçilerden Para Cezası Kesilmesine İlişkin Kanun Üzerine Bir Açıklama” adlı broşür bu konuda çarpıcı bir örnek oluşturur. Lenin bu broşürde, ortalama bir işçiye nasıl yaklaşılacağının ve onları ekonomik taleplerinden hareketle adım adım devrimci siyasal mücadelenin kaçınılmazlığı sorununa yönlendirmenin parlak bir örneğini ortaya koymuştur. İşçiler son derece açık dille yazılmış bu broşürü büyük bir ilgiyle okurlarken, aydın kesimden gelenler ise broşürü donuk ve sıkıcı bulmuşlar ve bir kenara itmişlerdir. Krupskaya, kendi mücadele tarihlerinden daha pek çok çarpıcı örnekler verir. İşçilere çay molası olanağı sağlama ve onlara iş sırasında kısa süreli dinlenme hakkı elde etmeye yönelik bir kampanya şeklinde başlayan Bolşevik çalışmalar zaman içinde gelişmiş ve neticede devrimci koşulların da olgunlaşmasıyla işçi kitleleri Bolşevik Partinin öncülüğünde Çarlığı yıkıp işçi iktidarını kurmuştur.
Mücadelede teori ile pratiği birleştirmeyi, propaganda ve ajitasyon çalışmasını tek boyutluluğa düşmeden devrimci bir denge sağlayarak yürütmeyi başarmak şarttır. Lenin her vesileyle tek taraflı olmanın temel bir hata olacağını belirtmiştir. Sınıfın öncü unsurlarına devrimci bilinç taşımak adına mücadeleden kopuk bir “devrimci eğitim” noktasına sürüklenenler, olsa olsa, sekter ve kendi içine kapalı küçük çevreler yaratabilirler. Ters uçta ise, sınıfı uyarmak üzere yürütülen ekonomik ajitasyon çalışmasını mutlaklaştıran ve işçilerin siyasal eğitimini sendikal bir aydınlatma faaliyetine indirgeyen ekonomizm eğilimi yer alır. Bütün bu eğilimler vaktiyle RSDİP (Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi) temelinde yürüyen mücadelede somutlanmıştır. Ekonomizm eğilimini eleştiren Lenin, diğer uçta yer alan sınıftan kopuk aydın eğilimine karşı da ödünsüz biçimde mücadele yürütmüştür.
Lenin, 1900’lerin başlarında işçiler arasındaki sosyalist faaliyette Rus sosyal demokratlarının kendilerini yalnızca propaganda çevreleri oluşturmakla sınırladıklarını belirtir. Kitleler arasında ajitasyona başlandığında ise bu defa diğer aşırı uca gidilmiş ve ekonomizme kayılmıştır. Şurası kesindir ki, işçiler mücadeleye kitabi bilgilerin dayatılmasıyla değil, onların yaşam ve çalışma koşullarını ve duygularını bilerek ve bu sayede onlara doğallığı içinde önder olarak çekilebilirler. Ne var ki bunu başarmak adına işçileri yalnızca ekonomik mücadele çerçevesinde bilinçlendirip örgütleyenler ise, en iyi ihtimalle devrimci sendikacılık yapmaktan öteye geçemezler. Oysa proleter devrimcilerinin görevi, işçilerin ekonomik ve yakıcı taleplerini sınıfın kitlesini mücadeleye sevk edecek bir kaldıraç olarak kullanabilmektir. Ekonomik mücadele sayesinde öne çıkan işçileri devrimci bilinçle donatarak sınıfın devrimci partisini inşa etmektir.
İşçi sınıfının öncü komünist partisi, Marksizm-Leninizm temelinde ve sınıf mücadelesinin yasaları gereğince örgütlenen bir partidir. Böyle bir partinin inşası, sınıfın öncü unsurlarını devrimci bilinçle donatıp örgütlemeyi ve bu faaliyete adanmış kadroları gerektirir. Böyle kadrolar da ancak sınıf temelli bir mücadele içinde ve devrimci bir örgütlenmede mutlaka olması gereken gönüllü bağlılık ve disiplin anlayışı sayesinde yetişebilirler.
Aslında nereden bakılırsa bakılsın, komünist parti kurallarının inkârının altında küçük-burjuva okumuşların ideolojik sınıf tavrı yatmaktadır. Bu tür unsurlar ne tam bir sınıf devrimcisi olabilmekte ne de sosyalistlik iddiasından vazgeçmektedirler. Okumuşların üzerine sindirilen burjuva ideolojik etkilerden arınamayan biri, zorlu sınıf mücadelesinin komünist parti yaşamına dayattığı kararlılık ve adanmışlığı fuzuli disiplin olarak algılayacaktır. Ve de bu marazi özelliklerine rağmen devrimci örgütlere musallat olduğunda, orada yalnızca kendini mutlu edecek bir işleyiş arayacaktır. Böyleleri, ileri sürdükleri bahaneler her ne olursa olsun, partiyi burjuva kapitalist sisteme karşı mücadele yürüten bir örgütte olması gereken sıkılığı içinde değil de, üyelerini hoşnut edecek gevşek bir sosyal kulüp olarak kurgulamaya yatkındır.
Oysa gönül ferahlığıyla vurgulamak gerekir ki, Leninist parti anlayışının tüm işleyiş kuralları (disiplin ihtiyacı, demokratik merkeziyetçi işleyiş, denetim, rapor, eleştiri-özleştiri vb.) işçi sınıfının devrimci mücadelesini başarıya ulaştırma amacından kaynaklanır. Ve kesinlikle bu amacın dışında kerameti kendinden menkul kurallar ve dayatmalar olamaz. Komünist parti, sınıfın kendi devriminde başarıya ulaşabilmesi için zorunlu olan bir araçtır ama yalnızca araçtır. Aracın amaçlaştırılması, her alanda olduğu gibi parti söz konusu olduğunda da kesin bir yozlaşma belirtisidir. Proleter devrim amacını benimseyen ve gerçek öznenin işçi sınıfı olduğunu içtenlikle kavrayan kadrolar, ancak bunlar demokratik merkeziyetçiliğin ve parti içi demokrasinin ne olduğunu ve sağlıklı biçimde nasıl işlemesi gerektiğini bilebilirler.
Marksizm-Leninizm, tarihi kitlelerin yaptığına derinden inanır ve burjuva kapitalist toplum söz konusu olduğunda da işçi sınıfının devrimci tarihsel misyonunu ödünsüz biçimde savunur. Proletaryanın kapitalist sömürü düzenine son verecek tarihsel eylemini başarıyla yerine getirebilmesi için, öncü nitelikte bir komünist sınıf partisine sahip olması mutlak bir gerekliliktir. Partinin görevi, mücadelede öncü bir rol oynamak, sınıfı devrimci bilinçle donatıp örgütlemek ve onun mücadeleciliğini geliştirerek pekiştirmektir.
Ne var ki mücadeleyi ilerletmek yalnızca kadroların iradi çabasıyla olabilecek bir iş değildir. Kitleleri mücadeleye çekecek nesnel koşulların olgunlaşması gerekir. Kitleler olağan burjuva yönetim dönemlerinde burjuva partilerin oy tabanını oluşturur ve reformcu seçenekleri deneyip tüketmeden de devrim yoluna destek vermezler. O nedenle sınıfın komünist partisinin geniş işçi-emekçi kitlelere sesini duyurabilmesi, onları kucaklayabilmesi için, nesnel koşulların olgunlaşması, devrimci bir durumun oluşması şarttır.
Bu husus ne denli kesin bir kuralsa, gelecek için hazırlanmayan bir komünist partinin kendini devrimci fırtınanın orta yerinde birdenbire yoktan var edemeyeceği de o denli kesin bir kural oluşturur. Sınıfın öncü partisini inşa etmek için, sınıf mücadelesinin görece durgun seyrettiği dönemlerden başlayarak planlı ve kararlı bir hazırlık çalışması yürütülmelidir. Bu konuda işçi sınıfının mücadele tarihi boyunca yaşanmış olumlu-olumsuz deneyimlerin dersleri günümüze de ışık tutuyor. En önemli birkaç hususu kısaca vurgulamak gerekirse, birincisi böyle bir hazırlık faaliyeti olağan parlamenter rejimden olağanüstü burjuva işleyişlere dek tüm siyasal koşullar altında devam ettirilebilmeli. İkincisi, bütün bu hazırlık dönemi son derece azimli, devrimci mücadele konusunda alabildiğine inatçı ve hedefe kilitlenmiş kadroları şart koşuyor. Son bir husus olarak, gericilik günlerinde kaçınılmaz olarak az sayıda öncü işçiyi kapsayabilen devrimci örgütlenme çabasının, devrimci fırtınanın patlak verdiği dönemde kitleleri harekete geçirebileceğini asla unutmamak gerekiyor. Marksizm-Leninizm’in tarihsel iyimserliği bu konuda da proleter devrimcilerinin yolunu aydınlatıyor.
Lenin ve onun dönemindeki Bolşeviklerin mücadelesi ve sınıfın devrimci örgütünü yaratırken uyguladıkları tarz, bugün de Leninist parti anlayışına bağlanan sınıf devrimcileri için son derece önemlidir, eğiticidir ve örnektir. Leninist parti anlayışı kalıplaştırılarak uygulanacak bir model değil, günün somut koşullarında sınıf içindeki devrimci mücadelede yeniden yaratılarak yaşatılması gereken bir ruhtur, özdür. Komünist öncü örgütün yaratılması bağlamında Lenin’in çabasına ve Bolşevik deneyime dair unutulmaması ve takipçisi olunması gereken öylesine çok ve önemli husus var ki. Fakat belki de en önemlileri, Lenin’in tüm mücadelesi boyunca bizzat örneklemiş olduğu üzere, devrime adanmışlığı, zorluklar karşısında yılmamayı, gericilik günlerinde bile mücadele azmini ve tarihsel iyimserliği yitirmemeyi başarmak olsa gerek.
Lenin Çarlık Rusya’sının baskı ve zulmü, ağır sürgünlük koşulları, emperyalist savaş döneminin alevleri karşısında işçi sınıfına güven, devrimci mücadele azmi ve Marksizm-Leninizm’in aşıladığı iyimserlik sayesinde her zaman ters akıntılara karşı yüzmeyi başardı ve bu konuda yoldaşlarına da örnek oldu. Bizler de Lenin’in açtığı yoldan ilerlemeye çalışıp, ters akıntılara karşı yüzmeyi başararak bugünlere geldik. Harcımız devrimci Marksizm-Leninizm ışığıyla ve enternasyonalist komünistlere yaraşır bir tarihsel iyimserlikle karılı. Verili an kasvetli bir tablo sunabilir. Ancak biliyoruz ki, en olumsuz koşullarda bile mücadeleyi sürdürme azmine sahip olanlar, anın karamsarlığına kapılmaksızın mücadeleyi ilerleteceklerdir.
Lenin ve onun dönemindeki Bolşeviklerin mücadelesi ve sınıfın devrimci örgütünü yaratırken uyguladıkları tarz, bugün de Leninist parti anlayışına bağlanan sınıf devrimcileri için son derece önemlidir, eğiticidir ve örnektir. Leninist parti anlayışı kopye yapılarak uygulanacak bir model değil, günün somut koşullarında sınıf içindeki devrimci mücadelede yeniden yaratılarak yaşatılması gereken bir ruhtur, özdür. Komünist öncü örgütün yaratılması bağlamında Lenin’in çabasına ve Bolşevik deneyime dair unutulmaması ve takipçisi olunması gereken öylesine çok ve önemli husus var ki. Fakat belki de en önemlileri, Lenin’in tüm mücadelesi boyunca bizzat örneklemiş olduğu üzere, devrime adanmışlığı, zorluklar karşısında yılmamayı, gericilik günlerinde bile mücadele azmini ve tarihsel iyimserliği yitirmemeyi başarmak olsa gerek.
Lenin Çarlık Rusya’sının baskı ve zulmü, ağır sürgünlük koşulları, emperyalist savaş döneminin alevleri karşısında işçi sınıfına güven, devrimci mücadele azmi ve Marksizm-Leninizm’in aşıladığı iyimserlik sayesinde her zaman ters akıntılara karşı yüzmeyi başardı ve bu konuda yoldaşlarına da örnek oldu. Bizler de Lenin’in açtığı yoldan ilerlemeye çalışıp, ters akıntılara karşı yüzmeyi başararak bugünlere geldik. Harcımız devrimci Marksizm-Leninizm ışığıyla ve enternasyonalist komünistlere yaraşır bir tarihsel iyimserlikle karılı. Verili an kasvetli bir tablo sunabilir. Ancak biliyoruz ki, en olumsuz koşullarda bile mücadeleyi sürdürme azmine sahip olanlar, anın karamsarlığına kapılmaksızın mücadeleyi ilerleteceklerdir.
Lenin ve onun dönemindeki Bolşeviklerin mücadelesi ve sınıfın devrimci örgütünü yaratırken uyguladıkları tarz, bugün de Leninist parti anlayışına bağlanan proleter devrimcileri için son derece önemlidir, eğiticidir ve örnektir. Leninist parti anlayışı kalıplaştırılarak uygulanacak bir model değil, günün somut koşullarında sınıf içindeki devrimci mücadelede yeniden yaratılarak yaşatılması gereken bir ruhtur, özdür. Komünist öncü örgütün yaratılması bağlamında Lenin’in çabasına ve Bolşevik deneyime dair unutulmaması ve takipçisi olunması gereken öylesine çok ve önemli husus var ki. Fakat belki de en önemlileri, Lenin’in tüm mücadelesi boyunca bizzat örneklemiş olduğu üzere, devrime adanmışlığı, zorluklar karşısında yılmamayı, gericilik günlerinde bile mücadele azmini ve tarihsel iyimserliği yitirmemeyi başarmak olsa gerek.
Lenin Çarlık Rusya’sının baskı ve zulmü, ağır sürgünlük koşulları, emperyalist savaş döneminin alevleri karşısında işçi sınıfına güven, devrimci mücadele azmi ve Marksizm-Leninizm’in aşıladığı iyimserlik sayesinde her zaman ters akıntılara karşı yüzmeyi başardı ve bu konuda yoldaşlarına da örnek oldu. Bizler de Lenin’in açtığı yoldan ilerlemeye çalışıp, ters akıntılara karşı yüzmeyi başararak bugünlere geldik. Harcımız devrimci Marksizm-Leninizm ışığıyla ve enternasyonalist komünistlere yaraşır bir tarihsel iyimserlikle karılı. Verili an kasvetli bir tablo sunabilir. Ancak biliyoruz ki, en olumsuz koşullarda bile mücadeleyi sürdürme azmine sahip olanlar, anın karamsarlığına kapılmaksızın mücadeleyi ilerleteceklerdir. İyi doğdun Lenin yoldaş devrim ve sosyalizm için dövüşenlere yol göstermeye devam ediyor