Mustafa Tunç yoldaş tam bir dava
adamıydı. Yoksul bir Kürt çocuğu olarak Elbistan da dünyaya gözlerini açtı,12
eylül faşizminin ünlü işkence merkezlerinden Üsküdar karakolunda günleri bulan
ağır işkencelerden önderi Kaypakkaya’nın ser ver sır verme geleneğini bayraklaştırarak
tutuklanıp Sultanahmet zindanına atıldı. İşkencelerin vücudunda açmış olduğu ağır
tahribat nedeniyle kanser hastalığına yakalandı. Faşist cuntacıların
devrimcilerden intikam almak için Mustafa Tunç yoldaşı bir an önce ölmesi için
aylarca hastaneye sevk etmedi. Devrimcilerin kararlı tutumu sonucu hastaneye
sevk edilen Mustafa Tunç yoldaş 8 Temmuz 1982 yılında ölümsüzler ordusuna katıldı.
Mustafa yoldaş, TKP-ML
Hareketinin emekçi militanlardan önde gelenlerdendi. Devrim için herşeyini
ortaya koyan dur durak bilmeden işin küçüğü büyüğü demden karınca gibi çalışan
devrim hamalı yoldaşlar olur ya işte tamda kendisiydi Mustafa Tunç yoldaş. İllegal
yayınların basımı ve dağıtımı işlerinde sorumluydu. Bir gecekonduda boya,
teksir kağıtları arasında bir an önce bildiri ve yayınların basılıp, paketlenip
gizlilik koşullarına uygun bağlantı yerlerine ulaştırma görevini titizlikle
yapan yoldaşlardandı.
12 Eylül faşizminin gemi azıya
aldığı 1980 faşist darbesinin ardında uzun dönemdir görüşemediğim Mustafa yoldaşla
Beyoğlu'nda tesadüfen karşılaştık. Başka bir randevum olması nedeniyle hızlı hızlı
yürürken kafamı kaldırdığımda uzakta Mustafa yoldaşın geldiğini gördüğüm.
Mustafa yoldaşta beni gördü ve sarılıp merhabalaştı ve birlikte yürümeye başladık.
20-30 metre ilerlemiştik ki etrafımızı tomsonlu sivil polisler sardı." Kıpırdamayın
diyerek "sokakta ortasında üzerimize çullanarak ikimizi de sürekli silah
dipçiğiyle işkence yaparak polis otosuna bindirdiler. Beni polis otosunun arasına
yüzün kuyu yatırıp üzerime oturdular ve ağzımı kapattılar. Mustafa yoldaşı ön
tarafa aldılar ve polisler habire silah kabzasıyla yoldaşa işkence yaparak,
" benim kim olduğumu" ve örgütsel ilişkileri sormaya başladılar. .Ben
polisin baskısında kurtularak "ben kimseyi tanımıyorum, beni neden aldınız"
diyerek bağırarak Mustafa yoldaşa bir birimizi tanımadığımız sinyali verdim.
Polisler hızla bizi hemen yakında olan Dolmabahçe stadyumunu götürdüler.
Dolmabahçe stadyumu boştu. Sanırız polis stadı işkence amaçlı kullanıyordu.
Bizi stadyumdu ayrı ayrı indirip sorular sorup yanıt alamayınca işkence yapmaya
başladılar. Ben Mustafa yoldaşın tartışmasında, ben tanımıyorum, siz yanlış
gördüğünüz vb. sözleriyle beni tanımadığını ve örgütsel bir ilişki içinde olmadığını
polisler söylüyordu. Polisler durmadan yoldaşa işkence yapıyorlardı. Ben başta
tavrımız netçe ortaya koyduğum için başıma silahı dayamış halde bir polis
"sesimi çıkarmamı" belirterek ardında " aslında sizi burada
öldürmek gerekir " sözleriyle infazla tehdit etmeye devam ediyordu.
Yarım saati geçkin bir sorgulamanın
ardında birşey elde etmeyen polisler Mustafa yoldaş ve beni polis otosuna geri
bindirdiler. Mustafa yoldaşa baktığımda kararlı ve direngen güleç yüzünde kan
akıyordu. Polisin istediği yanıtları alamayınca silah Kabzasıyla Mustafa yoldaşın
yüzünü parçalamıştı ve kan akıyordu. Polis otosu ikimizi de bir ana önce işkence
tezgahına çekmek için 2.Şubeye götürürdü ve ikimizde ayrı ayrı işkenceye aldılar.
2.Şubede yolu düşenler bilir, burada işkence 1.Şubedeki işkenceye göre daha
kaba ve hoyratçaydı. Genelde adli tutuklarının sorgulandığı 2.Şubede işkencede
sınır yoktu. falaka, elektrik, askı yanında askıda ellere yada ayaklara bir an
önce sonuç almak için 20 kiloluk tüp bağlanıyor, eller mengeneye sıkıştırılıyor,
tırnaklar çekiliyor. koltuk altı kılları yakılıyor, bolca vücutta sigara
söndürülüyor, uykusuz bırakılıyor ve açık meydanda başkalarının korkutulup
sindirilmesi için işkence yapılıyordu. 2.Şube her gün yüzlerce kişiyle doluyor ,
sabahleyin boşalıyordu. Mustafa yoldaşla bir birimizi tanımadığımız ifademizden
dolayı işkenceden sonra atılmış olduğumu yüzlerce kişinin kaldığı kocaman
gözaltı yerinde bir birimize yaklaşmıyor ve yalnızca uzakta selamlaşıyor ve
gözlerimizle bir birimize moral veriyorduk. Ağır işkenceler sonucu ayaklarımız
parçalanmış ve vücudumuz morarmış şişmişti. İlk 3-4 yoğun işkencelerden
geçirildik ama işkenceciler umdukları sonucu alamayınca ve vücutlarımız işkencede
tanınmaz hal gelince işkenceye ara verdiler. Aradan bir alıp dayak atıp tehdit
edip gözaltı hücresine atılıyorduk. Sonradan anladık ki gözaltı hücresinde
takip edilmişiz ve ilişki içinde olmadığımızı kanaat getirince Mustafa yoldaş
bir süre sonra bırakmak zorunda kaldılar. Ben ise tutuklamam olması nedeniyle
Sağmalcılar cezaevine gönderildim. Mustafa yoldaşla yeniden yolumuz 1982 yılında
Sultanahmet zindanında kesişti.
Mustafa yoldaş Sultanahmet zindanında
kısa bir dönem sonra kanser hastalığına yakalandığı öğrendi. Metanetini hep
korudu ve acılarla kararlı bir savaşım içinde oldu. Faşizmin devrimci
tutsaklara zindan içinde zindan dayanılmaz acılara rağmen Mustafa yoldaş diğer
devrimci tutsalar gibi bedenini çelik bir yay gibi faşizmin karşısına dikti.
Hep yumrukları sıkılıydı, devrimci kavganın zindanlarda yalnız gümbür gümbür
kalp atışlarından duyulan, örgüt ve devrimin eşsiz nabız atışıydı... Şehitlerimize
verdiğimiz sözlerin anısına ayağa kalktığımız zamandı savaşı. Zirvede yaşayan
ruh ve bütün gelecek zamanların özü, zapt edilmez nehirler gibi çağlardı Mustafa
yoldaş. Biliriz ki, bir süreklilik düğümü atılır zamana. Tarih olur o an. Zamanın
adanmış zaman düzlemine geçişidir bu. O'nları O'nlar için yaşadığımız katıksız
bir an'dır, adanmış zamandır... Düşüncelerde, duygularda, yalnızca İbonun,
Ahmet Muharremin Alinin, İrfanın, Meralin, Munir’in, Kemalin, Aliekberin,
Fahri’nin, Toroman’ın, Mustafaların, yani ölümü hiçe sayan şehitlerimizin
eserleri ve kendilerini adadıkları değerler vardır.. Bir de Mustafa gibi güneşe
merdiven kuranların . Bir film şeridi gibi bir gözlerimizin önünden geçer
suretleri. Yüzüne bakarız en sıcak, en ışıklı bakışlarımızla, ama ille de
gözlerine! Göz göze geldiğinde gözlerimiz, yıldırımlar düşürür bakışlarımızın
buluşması.
Öyle güçlü, öyle içten, öyle açık
bakarız ki, bu çelik aynada Mustafa da kendi süretimizdir gördüğümüz. Volkanik
bir potadır buluşma... Abı hayat iksirinin mayalandığı yer ateşle atarız
devrimci varoluş gerçeğimizi... Bütün yabancı maddeleri kavuran, en küçük
sahteliğin sızamadığı, katıksız yüzleşme anıdır, arınma zamanıdır bu. Ancak
güneşe merdiven dayayanların tırmanabileceği bir yükseklik yani. Mustafa da o. İçimizden
kendinde kavgaya taşıyan biri, eşsiz bir yaz günü. Örgütümüzün zindanlar da
kavga bayrağını gönlere çektiğinde 8 Temmuz 1982 de ölümsüzleşti Mustafa Tunç
Nasıl da gençti, nasıl da yürekli. Komünist hareketin militanlığını ve devlete
cephede kafa tutmayı muştuluyordu ölümü... Uğruna kendini adayanlar oldukça nasıl
önlenebilir ki, haklı bir sosyalizm davasının zaferi.
Şimdi fabrikalarda, atölyelerde,
okullarda ve sokaklarda Mustafaların kaldırdığı devrim bayrağı yükseliş
günlerini bekliyor. İşçilere ve emekçilere , kadınlara ve gençlere umudu taşıyan.
Ölülerimiz, vasiyetini anlatıyor zindanda Mustafa'nın bakışları. “Yoldaşlar!
Sahip çıkın ve hep yüksekte tutun, kavga bayrağını". Boran gibi birikip
patlamak ister, derinleşmek ister devrimcilik... Derinleşmenin çelik ifadesidir
adanmış zamanların ateşten potasında arınmak. Devrimcilikte derinleşme arayışı
ve devrimciliğimizi büyütme iddiasıdır, kendimizle yüzleşme hesaplaşma
randevuları. Kararlı ve ısrarlı devrimci duruşu ve İşkencede direnişiyle biz
yoldaşlarına yoldaşlarına örnek olan Mustafa Tunç yoldaşı ölümünün 37.yılında
saygıyla anıyor ve ideallerini zafere taşıyacağımıza söz veriyoruz.