Türkiye
devrimci hareketi hem kendi tarihini ve hem de işçi ve emekçi yığınların
mücadele tarih
ne
ayna tutmada ciddi sorunlar yaşadığı bir sır değil. Bir yandan herşeyi kendileriyle
başlatan EMEP-TİKB kanatları, MLKP, TKİP vb gibi kendinden menkul akımlar öte
yandan gelişmeyi dondurup olgulara dogmatik bir hatta bakan ama mükemmeliyetçi
inkarcı akımlarla tarih çarpıtıcılığın da aynı kulvarda buluşan Partizan
kökenli akımlar. Her ne kadar bu cenah içinde İbrahim Kaypakkaya ve önderlik
yaptığı TKP-ML Hareketiyle nostalji dışında ortak hiç bir yanı kalmamış olduğu
halde -buna MKP ve Kuzey Kürdistan Türkiye Bolşevik Parti akımlar örnek
verilebilir- dogmatizmden menkul Özgür Gelecek ve Yeni Demokrasi çevresini
hatırlatmak yerinde olacaktır- hala Kaypakkayacı geçinmeleri tarihe yapılmış
önemli bir haksızlık olarak görülmelidir.
Bir
birlerinin sırtını sıvaslayan ve çıkmaz içinde debelenen bu iki
mükemmeliyetçilik altında inkarcı ve diyalektik materyalizmi açıktan inkar eden
dogmatizmin komünist hareketin doğuşu gelişimi ve partileşme sürecine Leninist
bir hatta bakması mümkün olmamıştır. Durum böyle olunca komünist hareketin
doğuşu, gelişimi ve partileşme sürecini komünist bir bakış açısıyla ele
almayan, her geriye düşüş ve yenilgi döneminin ardından sil baştan yapmışlar ve
hem yığınlar ve hem de kendi kadro ve sempatizanları nezdinden
inandırıcılıklarını darbelemişlerdir.
Devrimci
1960’lı yıllar boyunca işleyen tarihine bakıldığında görülecektir: Atılan her
yeni adım belki bir şeyleri alıp götürmüştür, ama kesin olan odur ki, bir
öncekinin ilerisindedir. İlerleme doğrusal değil sıçramalıdır ve 'TKP-ML''
Hareketi’nin kuruluşu, Türkiye devrimci hareketinde temel bir çizginin, önceki
çizgilerden kopmuş ve artık kendi özgüllüğünü kurmuş bu çizginin de ''ilk
vuruşu'' anlamına geliyor.
TKP-ML
Hareketini, 24 Nisan 1972 yılında Malatya’ya bağlı Kürecik’ nahiyesine bağlı
bir köyde, İbrahim Kaypakkaya önderliğinde bir grup genç devrimci tarafından
PDA - Aydınlık hareketiyle yollarını ayırarak kuruldu. İlk kurucu üç kişi
olmasına rağmen süreç için örgütün önderliği Koordinasyon Komitesi: İbrahim
Kaypakkaya önderliğinde Ali Taşyapan ve Ali Mercan ile kurulmuş ve ardından
Muzaffer Oruçoğlu, Arslan Kılıç, Cem Somel ve Almanyalı Kadir'in katılımıyla bu
sayı 7 kadar çıkmıştır.
Elbette,
devrimci örgütler, genel bir kural olarak genç insanlar tarafından kurulur.
TKP-ML Hareketide bu yolu izleyerek kurulmuştur. Peki Türkiye devrimci
hareketini, TKP-ML Hareketi’ne getiren yol neydi? 60'lı yıllarda devrimci
hareket içinde, bugün de devamlarına tanık olduğumuz iki ayrı çizgi
belirginleşmişti: Milli Demokratik Devrimciler ve Sosyalist Devrimciler,
Türkiye'de devrimci geleneklerin döl yatağı MDD çizgisidir. Ulusal ve
uluslararası devrimci dinamiklere açık olan MDD çizgisi çevresinde gelişen
gençlik hareketinden, zamanla kurumlaşarak örgütsel biçimlere bürünen üç ayrı
çizgi doğdu. TİİKP bir yanı temsil ederken, belli bir gelişmenin sonuçlarını
verebilecek THKP-C ve THKO kuruldu.
TİİKP;
baştan itibaren Sovyetler Birliği'ne karşı oldu ve dünya ölçeğindeki ayrışmada.
ÇKP'nin başını çektiği tarafta yer aldı. TİİKP, MDD çizgisi içinde bir kopuş
temsil etmektedir. MDD çizgisinden kopuş (bu, devrimci bir kopuş olacaktı) bu
gruba nasip olmamıştır.
THKO
ve THKP-C bizzat Perinçek grubunun da sağcı çizgisine ve bir bütün olarak sol
hareketin reformizmine bir tepki olarak kuruldular. THKO ve THKP-C, Türkiye'de
sınıfsal zeminlerde mayalanan devrimci dinamiklerin dolaysız siyasal
yansımalarıdır. Bu gerçekleşmiş devrimcilik, rahatlıkla bir sabit nokta olarak
alınabilir. TİİKP, görece teorik ve sistemli bir bakış açısına sahip ve
Marksizm-Leninizm’in temel terim ve tezleriyle konuşurken, THKO ve THKP-C'nin
içinde olduğu devrimci pratik hattına gelemedi. Bu iki devrimci hareket ise
çeşitli düzeylerde etkilenmelerine rağmen Marksizm-Leninizm’in sistematik
düşünme evrimine girememişlerdir.
İşte,
İbrahim Kaypakkaya ve onun TKP-ML Hareketi, özgül yollarında ilerleyen bu iki
ayrı çizgiye bir üçüncü olarak, gelişmeyi aşamasına götüren kuvvet olarak, bir
moment olarak müdahale ederek ortaya çıktı.
TİİKP
Doğu Anadolu Bölge üyelerinden İbrahim Kaypakkaya'nın önderlik ettiği bir grup
komünist, Nisan 1971'de öne sürdüğü bazı tezlerle muhalefetini belirtir.
Nihayet, İbrahim Kaypakkaya tarafından kaleme alınan ve "DABK Kararı"
adını taşıyan Şubat 1972 tarihli metin, bir yerde muhalefetin ayrılması
anlamına geldi. Pratikte somutlanan temel gerekçe, TİİKP çizgisinin devrimci
olmadığıydı.
İbrahim
Kaypakkaya, sonraki aylarda geliştirdiği tezlerle sadece TİİKP'ten kopmakla
kalmıyor, bir bütün olarak Türkiye devrimci hareketinden kopuyordu. Kaypakkaya,
“eleştiri silahı”nı büyük bir beceriyle kullanıyordu ve sonuçta bütün
enerjisini yönelttiği bir hedef vardı: Kemalizm. ” Şafak revizyonistleri
(TİİKP) kendi boş hayallerini gerçeklerin yerine koymaya çalışıyorlar,
ülkemizde bir yığın revizyonist ve oportünist klik bilhassa Kemalizm konusunda
aynı şeyi yapıyor. Özellikle Kemalizm konusunda, orta burjuvazinin gerçeklere
aykırı idealist yargıları öylesine beyinlere yerleşmiş, beyinlere öylesine tekel
kurmuştur ki, Kemalizm’in komünistçe değerlendirilmesi artık imkansız hale
gelmiştir. (İbrahim Kaypakkaya. Bütün Yazılar.)
Kemalizm’in,
komünistçe değerlendirilmesi gerekmektedir, çünkü Marksist olmanın ilk ve temel
adımı burjuva ideolojisiyle bütün bağları koparmaktan geçer ve Türkiye'de
burjuva ideolojisinin tek belli- başlı biçimi Kemalizm’dir. Kemalizm politik
varoluşlarının çeşitli iç düzeylerinde, sol hareketin (devrimci hareket dahil)
bütün Üyelerini etkisi altına almıştı. Burjuva ideolojisinin özgül biçimi olan
Kemalizm, sol hareket üzerinde etkiler bırakıyordu. THKP- C ve THKO Kemalizm’in
ideolojik reddini gerçekleştirememekle birlikte, politik pratiklerinde onun
dışına çıktıkları için ve o oranda devrimciydiler. Yani ideoloji bire bir
olarak politikaya yansımamıştır. ''Şimdi iyi biliyoruz ki, bizim Kemalizm
konusundaki yargılarımız, Çetin Altan, Doğan Avcıoğlu, İlhan Selçuk'tan tutun
da, TIP, M. Belli, H. Kıvılcımlı, TKP, THKP-C, THKO ve Şafak revizyonistlerine
kadar, bütün burjuva ve küçük burjuva örgüt ve akımlarını ayağa
fırlatacaktır.'' (s. l46.)
İbrahim
Kaypakkaya tespiti koyuyordu: Komünist olmanın ilk ve temel adımı Kemalizm’in
reddedilmesiydi. Lenin'in yöntemiyle “çubuğu tersine büküyor” ve bunu
başarıyordu Kaypakkaya. Bu bağlamda, Kemalizm’in tarihsel karakterinin ne
olduğu değil, bugüne tarihsel etkisinin ne olduğu önemliydi. O, solda etkili
olan birçok eğilimin nedeninin Kemalizm olduğunu belirtiyordu.
Kaypakkaya,
Kürt sorununda ilk defa hakim ulus şovenizmini kırmış ve Marksist-Leninist
konum almış bir enternasyonalist devrimcidir. O, TİİKP'in şahsında bütün
Türkiye solunu, kendi kaderini tayin hakkını Kürt ulusunun ayrı devlet kurma
hakkı olarak anlamadıkları için eleştiriyordu. Ayrılığın propagandasını
öncelikle ezen ulus komünistleri yapmalıydı.
O,
Türkiye'de kapitalizmin niteliği ve gelişme doğrultusunu doğru tespit etmiş ve
kapitalizmin gerici tarzda da gelişebileceğini ve feodalizmin tasfiye olabileceğini
belirterek gelecekteki bilimsel çalışmalar ve politik öngörüler açısından zemin
hazırlamıştır. O, bu tespitte de ilk olma özelliğini taşımaktadır. Bu nokta
ileride güçlü tarihsel sonuçlara yol açacaktır. Fakat Kaypakkaya'nın
kapitalizmi kavrayışının Maocu değil Leninist olduğu kuşkusuzdur. Parti,
devlet, mücadele ve devrim konularını da eklersek, TKP- ML Hareketinin '72'deki
politik çizgisinin, diğer sol hareketlerin hayli ilerisinde ve kendi içinde bir
iç tutarlılık bütün oluşturduğunu söylemek, gerçeğin kendisini çıplak olarak
ifade etmekten başka bir şey olamaz.
Bu
ayrımı koyduktan sonra, "somut olarak görme"nin ilk elde mümkün
olamayacağı bir problematiğine gelebiliriz: Kaypakkaya'nın Marksizm’i ile
Maoculuğun ilişkisinin anlamı. Marksizm, bir defada yapılıp bitmiş bir doğma
değildir. Kendisini, teorik olarak tarihsel unsura bağlamış bir öğretidir.
Ortaya çıkışından itibaren bütünlüğünün bir ucunu pratikle organik ilişkisi
teşkil eder. Marksistler ancak çatışmalı ve eksikli bir Marksizm gerçekleştirebilirler.
Tertemiz
bir teori ve bu teorinin "safın" bir uygulanışını arayanlar, sonuçta
''doğru teori''yi yanlış pratik ederler. Bu, aydınca bir arayıştır. Başka bir
dünya, başka bir ülke ve insanlar bulunamayacağına göre, Marksizm özgül
tanımında somut özelliklere yer vermek durumundadır ve zaten tarihsel
materyalizm bu konuyla uğraşır.
1960'lı
yıllarda Uluslararası Komünist Hareket'te büyük bir çatışma yaşanmış ve ÇKP
önderliğinde ve AEP'nin de başlıca tarafını oluşturduğu bir kesim, Modern
Revizyonizmin karşı devrimci kampanyasına karşı durmuştur.
Bu
bir devrimci mücadele hattıydı ve gerçek Marksist-Leninistler, küçük burjuva
devrimcileri ya da devrimci ya da devrimci rüzgâra kapılmış çeşitli burjuva
demokrat akımlarla yan yanaydılar. UKH içinde Mao Zedung Düşüncesi'nin
ideolojik hegemonyası söz konusuydu. İdeolojik düzeyde anti-Marksist olan MZD,
politik düzeyde önemli bir devrimci rol yüklenmişti ve politik mücadelenin çok
öne çıktığı o dönemin uluslararası konjonktüründe, ÇKP ile yan yana olmak ağır
pratik sorunları yol açmıyordu. Yani ideolojik hegemonya politik hegemonya
anlamına gelmiyordu. Dönemin belli başlı komünist partileri ve hareketleri, UKH
şemsiyesi altında mücadele ediyorlardı. Bu durumun en pratik ifadesi,
komünistlerdeki Maocu söylemdi. Uluslararası politik şartlar komünistleri UKH
şemsiyesi dışına çıkmamak durumunda bırakıyordu. İşte buda Kaypakkaya yoldaşın
Maoculuktan etkilenmesini koşuluyordu.
Kaypakkaya'nın
bu tarz bir ''soyutlama gücü'' yapmak için nesnel ve öznel şartları var mıydı?
Hayır! O, Marksizm’i kavrayışını bu - aşamasına geçmek için gerekli hazır
zeminlerden yoksundu. Türkiye toplumu teorik gelenek ve ciddi bir aydın
birikimine hiç bir zaman sahip olmamış ve Marksizm sadece bir takım
eğitilmişlerin kültürel “kazanımı” olmuştur.
Kaypakkaya
Marksizm-Leninizm, güçlü, bir politik geleneğe sahip toplum zemininden kalkarak
pratik - politik düzeyden ulaştı. O, temel tarihsel ayrım çizgilerini çekmeyi
başardı. TİİKP'te bir retorik olan temel Marksist ilkeler Kaypakkaya'da, bir ayağını
da devrimci gençlik hareketine uzatmasıyla can ve kan kazandılar. Bu, teoriyle
pratiğin bir tür birliğiydi ve Kaypakkaya. Bu organik bağdan hareketle diğer
iki devrimci örgütün yapamadığını yaptı. Politik düzeyde inşa ettiği Marksist
kavrayışının yardımıyla, devrimci niteliği pratik mücadeleden ideolojik
mücadele alanına taşıdı. Buradaki en büyük hedefi, güçlü politik etkileri olan
Kemalist ideolojiydi.
Öte
yandan devrimci bir politik hatta sahip olmayan TİİKP-PDA Maocu zeminde
kalırken Kaypakkaya’nın önderliğindeki TKP- ML Hareketi’nde parti, işçi
sınıfının önderliği, faşizm, faşizme karşı mücadele, iktidar ve iktidarın
niteliği, demokratik devrim ve buradan sosyalizm ve geçiş, Kürt sorunu, TKP’nin
değerlendirilmesi, Kemalizm vb. konularında tabuları kırıcı ve ML yolunda
ilerleyici oldu.
Elbette
TKP-ML Hareketi doğduğu koşulların etkisinde azade olmadı. O gençliğinde
getirdiği hatalı tespitler ve değerlendirmeler yaptı. Bunların olması bir
noktada doğaldı. Çünkü komünist hareket hatalara yetmezliklere karşı mücadele
içinde gelişip olgunlaşacak, hatalarından ve eksikliklerinden kurtularak
ilerleyecektir.
Gelişmelerde
bu gerçeği doğrulamıştır. TKP-ML Hareketi'nin hatalı ve yanlış yanlarına
Maocu’luğa kapaklanıp buradan ilerleyerek, Kaypakkaya yoldaşın M-L hattında
kopan TKP-ML kökenli akımların-Partizan kanatlarını hatırlamak yerinde olacaktır-
nasıl bir dogmatizm içinde debelendikleri ve Kaypakkaya yoldaşın M-L bakış
açısıyla bağlarının olmadığını yaşamın kendisi netçe açığa çıkarmıştır.
Mükemmeliyetçilik
görüntüsünde İnkarcılığın ve dogmatizmin çıkmaz sokak olduğunu gelişmeler
yakıcı olarak ortaya koydu ve İbrahim yoldaşa işçi sınıfı içinde çalışmayı
temel almadı vb. değişik cepheden saldıran MLKP, TKİP, TİKB’nin değişik
kanatları ve yine Kaypakkaya yoldaşı savunduklarını söyleyen dogmatik MKP,
Bolşevik Parti ve TKP-ML kanatları vb. gibi akımlarda tarih çarpıtıcılığına
bugünde devam ediyorlar ve görüş değiştirmede parmak ısırtacak bir konumda
duruyorlar..
Kaypakkaya
yoldaşın önderliğinde kurulan TKP/ML Hareketi'nin devamcısı olan Komünist
Parti-İnşa Örgütü (KP-İÖ)'nün görevi, Marksizm-Leninizm’in kavrayışında
tarihsel öğeye daha az yer vermek ve uluslararası komünist hareketin durgunluk
sonlandırmak, Lenin ve Stalin döneminin etkin teorik- politik önderliğini
yaratmak için ve devrim için, bayraklarını daha da yükseklere çekmek olmalıdır.
24 NİSAN AYNASINDA KOMÜNİST HAREKETİN DOĞUŞU
GELİŞİMİ VE OPORTUNİST AKIMLARIN ELEŞTİRİSİ..!
24 Nisan 1972, Türkiye proletaryasının
komünist öncüsünün 2.kez yeniden vücuda getirildiği gündür. Kaypakkaya yoldaş
Nisan 1972 yılında bir grup yoldaşıyla birlikte Türkiye komünist hareketini,
TKP/ML Hareketi şahsında yeniden ayakları üzerine dikti. Ülkemizde
sol hareket üzerinde egemenlik kuran 50 yıllık reformculuğu, revizyonizmi
ve pasifist parlamentarizm geleneğini kırıp, devrimin silahlı
başkaldırıyla gerçekleştirileceğini pratiğiyle ortaya koyarak,
Kemalizm dalkavukçuluğuna, Kürt ulusunu inkar eden Türk şovenizmine,
Şefik Hüsnü TKP’sinin burjuva milliyetçisi oportünist çizgisine,
Sovyet Sosyal emperyalizmine, Troçkizme vb. sınıf dışı akımlara karşı,
kavrayışı ve deneyimi ölçüsünde cepheden tutum alarak, proletarya
ve emekçi yığınların eline nasıl örgütlenip savaşacakları sağlam
bir mücadele silahını tutuşturdu.
Elbette Kaypakkaya
yoldaşın ortaya koymuş olduğu bu M-L’ist görüşler, ilk ve genç olmanın
getirdiği önemli yetmezlikler, eksiklikler ve hatalar taşıyordu. Bunun
böyle olması bir noktada doğaldı da.
Neki Kaypakkaya yoldaş dönemin doruğu
olarak gerçeklere çözümler bulmaya çalıştı. Düşündüklerini ve belirlediklerini
ortaya koyup, pratiğe girişerek teorisini pratiğin deneğine vurdu.
1 yıllık gibi yoğun bir mücadelenin ardından TKP/ML Hareketi, faşizmin
yoğun saldırıları sonucu ağır bir yenilgi aldı. Ama Kaypakkaya’nın
geride kalan yoldaşları pratiğin sonuçlarını irdeleyerek, süreci
gözden geçirerek kapsamlı olarak yargıladı, bu mücadelede bir çok
olumlu-olumsuz sonuçları bulup, ortaya çıkartarak, komünist hareketin
hatalarından arındırılarak gelişip, güçleneceği gerçeğinden şaşmazcasına
hareket ederek, Kaypakkaya yoldaşın eksikliklerini ve yetmezliklerini,
dogmatizm ve inkarcılığa düşmeden, M-L çizgide kararlılıkla yürüyerek
aştı ve O’nun komünist özünü geliştirip, derinleştirerek daha da
sağlam bir hatta çekti.
Kaypakkaya
yoldaş, komünist hareket için ön açıcı oldu, bir çok alanda tabuları
parçalayarak bizlere yol gösterici olduğu gibi, aynı zamanda 1
yıllık gibi kısa bir pratik süreçte yaşadı ve bunun sonuçlarını değerlendirme
fırsatını bulamadan kaypakakya yoldaş faşizmce tehlikeli bulunarak 18
Mayıs 1973 yılında katledildi.
Kaypakkaya yoldaşı ve komünist hareketi
yargılamada, dahası komünist hareketin yakın geçmişini ele alıp değerlendirme
sorunu, devrimci hareket saflarında en fazla tartışılan sorunların
başında geldi. Bu alanda iki eğilim sürekli olarak çatıştı; birincisi
M-L bakış yani olayları ve olguları kendi koşulları içinde ele alıp
değerlendirme ve komünistlerin hatalarını mücadele içinde aşağı
doğrusunun savunucusu ve takipçisi olarak gerçekler üzerinde politika
yapan komünistler ve ikinciside her ne kadar görünüşte farklı yerlerde
duruyorlarmış gibi görüntü içinde olsalarda, geçmişe dogmatik ve inkarcılık
temelinde mükemmelliyetçi bir bakışla olaylara ve olgulara yaklaşımda
idealist bir mevzide buluşan oportünist cenah.
Geçmişin doğru
devrimci bir yaklaşımla nesnel bir zemin üzerinde ele alınmasında
dogmatik ve inkarcı oportünistlerin temel özellikleri, sürekli olarak
düalizm ve keyfiyetçi bir değerlendirme içinde olmalarıdır. Bu akımların hemen tümü, geçmişi değerlendirirken
kendilerine oportünizmi, hoşgörüyü ve uzlaşmacılığı uygularlarken,
başkalarına, abartıcılığı, acımasızlığı, keyfiyetçiliği ve çift
standartçı oportünist yaklaşımları ve değerlendirmeleri uygulamayı
esas almışlardır. Buradan olarak, Kaypakkaya yoldaşın şahsında
1972-79 dönemine inkarcı ve dogmatik bakış açısıyla mükemmeliyetçi
bir konumda durarak gerçekleri çarpıtan ve olguları kendi zemininden
kopararak ele alan dogmatik ve inkarcı oportunist cenah ile komünistler
arasındaki niteliksel yaklaşım ve ayrım çizgisini ortaya koymak
bir kez daha önemi taşıyor.
Komünist hareketin
değerlendirmesinde oportünist mevzide yer alanların, 45. yıl sonra bir arpa boyu bile ilerleyememeleri
ve Kaypakkaya’yı ve 72-79 dönemini sınıfla birleşemediğinden dolayı
eleştirip, mahkum edenlerin bu kadar deney, tecrübe ve birikimin ardından
hala aynı yerde çakılıp kalmaları ve ondan sonrada aymazcasına “
yoktur birbirimizden farkımız ama biz Osmanlı Bankasıyız” sloganı
gibi, sık sık görüş değişikliğine gitmeleri, dün ak dediklerine bugün
kara diyen bu oportünist cenahın, yinede kendilerini yanılmaz komünist
olarak nitelemekten geri durmamamaları dahası bu akımların ne kadar anti-Marksist bir
konumda durduklarını ve diyalektik materyalizmi ne kadar derinden
kavradıklarını ve komünist hareketin doğuşu, gelişimi ve partileşme
sürecine yaklaşımda ne kadar sağlam bir konumda durduklarını
gösteriyor.
İşte oportünist cenahla, komünistlerin
arasında geçmişe yaklaşımdaki temel ayrımları ve gerçek ışığında
kim komünist ve kim değil bağlamında bunları bir kez daha ortaya koymak
ve Marksizm-Leninizm üzerinde şaşmadan ilerlemek gerekiyor.
Geçmişe Bakışta Marksizm-Leninizm ve Oportünist
Bilindiği üzere oportünizmle,
Marksizm arasındaki her ayrımın başlangıç noktası, bakış açısındaki
ayrılıktır. Geçmiş sorununda da bakış açısındaki ayrılıklar ister
ortaya çıksın, ister çıkmasın bu böyledir. Haliyle ayrım olgulara ve
olaylara bakış açısından itibaren başlıyor. Bakış açısı, olgulara
dünya görüşü temelinde yaklaşımın ifadesidir. Mutlaka bir sınıfın
damgasını taşır. Aynı olgulardan hareketle değişik sınıfların
farklı sonuçlara varmalarında belirleyici olan, dünya görüşü ve üzerinde
yükselen bakış açılarındaki farklılıklardır. Marksizm-Leninizm bir
bilim olduğuna göre, bilginin dolayısıyla işçi sınıfının biliminin
hem gelişip zenginleşmesi hemde kavrayışı diyalektik gelişim yasasına
uygun bir seyir izler. Ve Marksizmi-Leninizmin somut şartların somut
tahlili olması gerçeğide burada yatar. Haliyle geçmişe bakış açımızda
bu temele oturmalıdır.
Olgular şartlardan soyutlanamazlar.
Olgular şartları içinde ele alındıklarında içinde barındırdıkları
çelişkiler doğru tahlil edilebilir, şeyler sürekli gelişme ve değişme,
pratikten doğan bilgi, sürekli derinleşme durumunda olduğundan belirli
tarihi, sosyal ve iktisadi şartlar altında doru olan -örneğin serbest
rekabetçi kapitalizm döneminde zamandaş, kıtasal devrim ile dünya
devrimi zafere taşınırken, emperyalizm çaında bu durum değişmiş,
devrim artık emperyalizmin en zayıf halkalarından kırılarak, yani
tek tek ülkelerde devrimler başarıya ulaşarak, dünya proletarya
devrimi başarıya ulaşacak biçimde temel deişiklikler olmuştur.
Yada bir dönem politik koşullardan dolayı geri çekilme taktiği devrimci
bir rol oynarken politik koşulların değişimiyle birlikte geri çekilme
taktii artık devrimci bir rol oynamaktan çıkar, yerini saldırı taktiğine
bırakır. Bu koşullarda devrimci
taktik ilerlemeyi ifade eden saldırı taktiği olacaktır- başka şartlar
altında yanlış olabilir. Buradan hareketle M-L’in bazı şartlarda
doğru olan bir kısım teorik, politik önermeleri farklı şartlarda geçerliliğini
yitirmişti yada yetersiz kalmıştır.
O halde bakış açımızın odağında,
olguları incelerken yer ve zaman kavramında, içinde bulunduğu tarihi,
sosyal koşullardan soyutlamadan ele alma olmalıdır. Haliyle bakış açısı sorunu doğru olarak
kavranmadığında doğru ve sağlıklı tespitlere ulaşmanın olanaksız
olduğuda açık bir gerçekliktir. Dolayısıyla M-L’in kavranışı ve bağını
kuramamak mükemmelliyetçiliğe ve onunla elele giden inkarcılığa
yol açar. İnkarcılık varılan her ileri noktada, her önemli atılımda
geçmişin reddedilmesi olarak belirir. İdealizmden kaynaklanan bu
bakış açısı, diyalektik değil, metafiziktir.
Bakış açısındaki sakatlığın
bir diğer boyutuda, tutuculuk ve domatizmdir. Bu eğilim, ciddi hataların
varlığıyla M-L olma ile bağdaştırılamaz. M-L’istleri hatasız görmeye
ve göstermeye çalışır. Ve dolayısıyla hatalara sıkı sıkıya sarılıp,
onları korur ve çizgi haline dönüşmesini sağlar. Bu eğilimde mükemmelliyetçilikle
aynı özden kaynaklanır ve onun ters yüz edilmiş şeklidir. Aynı zararlı
sonuçlara; kendini aşmamaya ve yozlaşmaya götürür. Bireycilik temelindeki
keyfi yaklaşımlar da inkarcılık yada dogmatizm olarak biçimlenir.
Komünist Hareketin doğuşu ve gelişimi
Bakış açısı üzerinde bu kısa değinmenin
ardından konunun daha iyi anlaşılması için önemli bir görüş ayrılıığnı
ifade eden komünist hareketin doğuşu ve gelişimi üzerinde durarak
görüşlerimizin bir özetini aktarmakta yarar görüyoruz. Önceller olmaksızın,
oluşmaksızın herhangi yeni bir şey oluşamaz, doğamaz. Marksizm-Leninizmin
düşünceleri devrimci demokrasinin saflarında yayılır. Başlıca
olarak bu olayın ilerlemesi komünist hareketin öncüllerini hazırlar.
Komünist hareketin öncülleri
genel bir kural olarak devrimci-demokrasinin safları arasında saklıdır.
Mücadelenin koşulları, bu öncüllerin M-L’ist bilgi birikimini
ilerletir. İlerleyen M-L’ist bilgi birikimi temelinde ve elverişli
koşulların yardımıyla bu öncüllerin bir kısmı kendi kendini, devrimci-demokrasiyi
olumsuzlayarak -yadsıyarak- niteliksel bir sıçramayı gerçekleştirirler.
Böylece devrimci-demokrasi, M-L temelinde yadsınarak aşılmış, eskinin
barında, onun içinde “yeni” vücuda gelmiş, yaşam bulmuştur. Ve böylece
proletarya ideolojisi temelinde komünist hareket doğar.
Devrimci-demokrasinin barından çıkan komünist hareket,
öncelikle onunla kendisi arasındaki ayrım çizgisini ortaya koyar
ki, bu devrimci-demokratik güçler ile kendi arasına bir sınır çekmesi
demektir. Başka bir anlatımla, yeni eilimin doğası gereği özellikle
barında oluştuğu koşullarla kendi arasındaki ayrımı, kendi bağımsız
varlık nedenini ortaya koyma ihtiyacı içindedir. Yeninin, içinde
oluştuğu eskinin izlerini kuvvetli bir şekilde üzerinde taşıması,
oluşum koşulları nedeniyle kaçınılmazdır.
Hiç bir yeni dört başı mamur ve
mükemmel doğmaz, doğamaz. Bu kesinlikle olanaklı değildir ve aksini
iddia etmek idealizmdir. Bağımsız bir varlığa kavuşan yeni, bu noktadan
itibaren bir evrim içine girer. Bu evrim sürecinin özellikle ilk
dönemlerinde bağımsız varlık nedenini koruma, pekiştirme ihtiyacı,
onu eskinin kendi üzerindeki etkilerinden arınmaya yöneltir ve bunda
başarılı olduğu oranda, bu, onun gelişiminin bir itici gücü, dinamiği
olur.
Komünist bir hareketin doğması
nitel bir sıçramayı ifade eder. Komünist hareketin öncelleri, hem
kendi kendisiyle ve hemde içinde oluştuğu koşullarla çelişki içindedir.
Bu çelişkinin doğurduğu mücadele, yeninin oluşumunu hızlandırır;
eskiden devrimci demokrasiden kopuşun koşullarını hazırlar, yeninin
oluşumunun itici gücü; işte eskiye karşı yürütülen bu mücadeledir.
Yeni -komünist hareket- diyalektiğin yasalarına uygun olarak,
Marksizmin-Leninizm’in temelleri üzerinde oluşur. Nicel birikimler, nitel değişimin koşullarını
hazırlar.
Gerekli nicel birikimin oluştuğu
durumda ve elverişli genel koşulların da yardımıyla komünist hareketin
öncelleri, devrimci-demokrasiyi aşarlar, ondan koparlar, bağımsız
bir politik örgütlenmeyi gerçekleştirmek üzere harekete geçerler
ki, nitel sıçrama, yeninin ortaya çıkması burada somutlaşır. Yani
teori de kapitalist mülkiyetin tasfiyesinin öngörülmesinde ve
politikada proletarya diktatörlüğünün savunulmasında ve buna
götürecek bir çizginin izlenmesinde anlatımını bulur.
Komünist hareket, Marksizmin-Leninizmin
yeni girdiği ülkelerde devrimci-demokratik hareketin parçalanma
sürecinde doğacağına göre ki, -genel olan budur- bu parçalanma sürecinde
oluşan komünist hareket, bağımsız politik güç olarak var olabilmesi
için, devrimci demokrasiye karşı ideolojik bir alternatif olmakla
yetinemez; aynı zamanda devrimci-demokrasi, politik bir hareket
olduğuna göre politik bir alternatif olmalıdır, olmak zorundadır.
Komünist hareket çeşitli yollardan oluşabilir. Komünistler
çeşitli örgütlerden, ayrı grup, çevre vb. olarak kopabilecekleri
gibi birbirlerinden habersiz olarak da doğabilir. Yozlaşan bir komünist
partisinden çeşitli komünist grup veya gruplar çıkabilir. Ancak,
komünistler, Marksizmin bir ülkeye ilk girişi sırasında genel bir
kural olarak devrimci demokrasinin içinde oluşurlar.
Komünist hareketin evriminde
çeşitli gelişme ve aşamalar söz konusudur. Komünist hareketin doğuşundan
itibaren partileşme sürecini yaşar, partinin kuruluşuyla partileşme
süreci aşılır. Ve partinin kendisi de çeşitli gelişme aşamalarından
geçer. Komünist hareketin evrimindeki bu gelişme aşamaları, her
ülkede içinde bulunulan koşullarla balıdır ve dolayısıyla bu koşullar
somut olarak tahlil edilmeli, buradan hareketle de her dönemin ayırıcı
çizgilerinin saptanması gerekir. Gerek komünist hareketin bir ülkede
geçirmekte olduğu ve geçireceği gelişme aşamaları ve gereksede
her aşamanın ayırıcı çizgileri, önceden saptanmış kategorik ayrımlar
temelinde yapılamaz.
Her ülkede komünist hareket doğduğunda
partileşme sürecini yaşar. Partileşme süreci, komünist hareketin
gelişmesi, büyümesi, bir parti olarak ileri taşınması ve bir parti
olarak örgütlenmesi sürecidir. Evriminin bu aşamasında da komünist
hareket ne kadar geniş ya da dar olursa olsun, doğası gereği politik
bir kimlik taşır. Eğer daha farklı bir durum olmazsa, o gelişerek, olgunlaşarak
parti haline gelir ve bu evrim, derinliine ve genişliğine, niteliğin
ve niceliiğn gelişmesi süreci olarak çok yönlüdür. Komünist hareketin
evrimindeki aşamalar, aynı nitelikteki bir olgunun olgunluk farklarıyla
ayrılan farklı gelişme süreçleridir. Komünist hareketin evrimindeki
bir gelişme aşamasından bir diğerine geçmesi, komünist hareketin
kendi kendini inkar ederek niteliini değiştirmesi demek değildir.
Peki partileşme sürecinin ayırtedici
özelliği nedir? Marksizmin yeni girdiği ülkelerde, komünist hareket,
devrimci-demokrasinin parçalanması sürecinde oluşacağına göre,
bu oluşum genellikle proletaryanın hareketi dışında gerçekleşir.
Komünist hareket, proletaryanın hareketi dışında doduğu için, komünist
hareketin proletarya hareketinde yalıtılmış olduğu bir dönem yaşar.
Bu dönem, tersinden bakıldığında, komünist hareketin proletarya hareketine
balanması, bilimsel sosyalizmin proletarya hareketine sokulması
ya da proletarya hareketiyle bilimsel sosyalizmin birleşmesi
sürecidir. Bu süreç aynı zamanda programın oluşturulup, derinleştirilmesi
ve varsa komünist güçlerin M-L program etrafında toparlanma sürecidir.
Elbette bütün bu sürecin zafere
taşınması yani komünist hareketin partiyi yakalaması sınıf hareketiyle
birliinden geçer. Komünistliğin denek taşı sorununda temel doğruları
ortaya koyan örgütümüz, bu görüşlerini şu noktada toparladı: Teoride
proletarya diktatörlüğünü ön gören, kabul eden yani proletarya diktatörlüğüne
uygun bir siyaset izleyen pratikte propaganda, ajitasyon, örgütlenme
buna uygun davranan kişi örgüt, parti vb. komünisttir. Söz ile eylem, teori ile pratik arasında
uyum olmalıdır. Yani proletarya diktatörlüğünün kabulü sözde kalmamalıdır.
Kimin komünist olduğu sözle değil, eyleme göre değerlendirilmelidir.
Ve bu tamamen somut bir sorundur.
Dolayısıyla somut koşullar içinde alınmalıdır. Ama teori ile pratik
arasındaki ilişkiyi kurarken diyalektiğin gelişim yasasını kavramak
gerekiyor. Aksi halde, sözle eylem arasındaki ilişkide doğru kavranamaz
ve mekanik benzetmeler yapılarak yanlışlara kapanmak kaçınılmaz
olur. Bu bakımdan teorinin pratie sürülmesi ve pratiğe bire bir yansıması
ve bütünüyle ona hakim olması önemli bir süreci alacaı baştan görülmeli
ve gelişmelere bu pencereden bakılmalıdır. Komünist hareketin ortaya
koyduğu bu M-L’ist görüşler, devrimci ve komünist hareketin olayları
ve olguları hangi yönde deerlendirmesi gerektiinde yol gösterici
olmuştur.
Oportünist Akımlar Ne Dediler Ne Yaptılar
Kaypakaya yoldaşın önderliğinde 24
Nisan 1972 ylında kurulan TKP-ML Hareketine yönelik bir çok akım sağdan ve
soldan ama haksız elştirlerde bulundular. Bu lştirlerin çoğu somut duurmu izah
etmekten ve Leninist bakış açısından uzkatı. Durum böyle olunca bir çok akım geçmişe
yaklaşımda düalizmden kopamadı ve işine geldiği yerde işine geleni
alıp kullanarak seçmeci bir çizgide ilerleyerek, komünist hareketin
gelişim tarihine yaklaşımda anti-Marksist bir konumda yer aldılar.
Keyfi değerlendirmeler ve ilkesiz yaklaşımlar Marksizm-Leninizm olarak yutturulmaya çalışıldı. İnkarcılık
ve domatizm, ‘80 öncesi olduğu gibi özellikle 12 Eylül yenilgisi
ve tasfiyecilikten sonra inkarcılık ve yeniden tarih yazımı devrimci
harekete egemen oldu.
Görüşlerinden 180 derece dönüş
yapanlardan, kendi mücadelesine intikamca saldıranlara
-MLKP, TKİP vb.- kadar çok değişik eskinin devamcısı yeni inkarcılarla karşılaşıldı. Bu yeni türedi inkarcılar eskilerini aratır oldular. Herşeyi kendileriyle başlatan bu oportünistler, ortaya attıkları görüşleri gelinen durumda savunmaktan aciz bir konuma düştüler.
-MLKP, TKİP vb.- kadar çok değişik eskinin devamcısı yeni inkarcılarla karşılaşıldı. Bu yeni türedi inkarcılar eskilerini aratır oldular. Herşeyi kendileriyle başlatan bu oportünistler, ortaya attıkları görüşleri gelinen durumda savunmaktan aciz bir konuma düştüler.
“Gerçek bir Marksist yönelişin
özünü ve esasını, proletaryanın tarihsel rolünü kavrayışı oluşturur.
Bu kavrayışa ulaşmış ve dolayısıyla Marksist-Leninist sıfatını
haketmiş bir siyasal hareket, teorik gelişmenin siyasal faaliyetinin
ve örgütsel şekillenişinin odaında yalnızca ve yalnızca işçi sınıfını
koyar. Örgütsel gelişimin, proletaryanın öncüsünü komünizme kazanmayı
ifade ettiği parti örgütünün yaratılmasının proletaryanın bilinçli
kesimini örgütlemek demek olduğu ‘proletaryanın en üst örgütlenme
biçimi olarak parti’ sözünün boş ve rastgele bir söz olmadığı hep unutulmuştur…
Küçük-burjuvazinin bağrında komünist parti inşa etmeye kalkmak, kesinlikle
bir tesadüf, ya da basit bir yanılgı değildir. Bu, Marksizmin-Leninizmin
özü demek olan proletaryanın tarihsel rolünü kavrayamamak demektir…”
(Yakın Geçmişe Genel Bakış ve Program Taslağı s. 20 yıl 1987)
“Partileşme sürecimizin bugün
hala en zayıf sınıf hareketiyle birleşme alanıdır derken biz henüz
fazla bir mesafe alamadığımızı zaten açıklıkla ifade ediyoruz. Fakat
eğer bugüne kadarki tüm çabalarımıza rağmen bugün henüz sınıf hareketi
içinde anlamlı bir mesafe alamadığımız bir gerçekse ve biz sınıf hareketiyle
birleşme ve partimize bu zemin üzerinde bir politik-örgütsel yaşam
alanı yaratmada buna ramen özel bir ısrar gösterebiliyorsak, kendi
başına bu olgu bile, bizim komünist ideolojik kimliğimizin ve sınıf
devrimciliği çizgimizin kanıtı sayılmalıdır.” (Ekim sy.157 Başyazı)
Ekim örgütü, ilk ortaya çıktığı
dönemde genel olarak devrimci ve komünist hareketi sınıf zemini üzerinde
yükselen ve bunun gereklerine göre örgütsel bir inşa çalışması
içinde olmadığından dolayı, lafta ne söylesede pratikte proletaryayı
merkezde tutan bir parti geliştirmediği nedeniyle halkçı popülist
olarak mahkum etmeye çalışanlarda bulundu. Sınıf zemini üzerinde
yükselemeyen hareketlerin ideolojisi ile politikası arasındaki
çelişkiye dikkat çekerek, özellikle TDKP’yi gençlik hareketi zemininde
örgütlendiğinden dolayı acımasızca eleştirdi.
Neki Ekim-TKİP örgütü dün söylemiş
olduğu bu görüşleri kendiside aşamamış ve proletarya partisinin
proletarya hareketinin zemini üzerinde yükselterek, onun ileri öğelerinin
komünist bir örgüt etrafında birleştirilerek gerçek anlamda sınıf
partisinin kurulacağı görüşünden çark etmiştir. İdeolojik önderlikle
sınıf hareketi olduğunu kanıtlamaya çalışacak kadar pusulasını
şaşıran ve bu aynı görüşü başkaları savunduu için onları fütursuzca
eleştiren bu aklı evvel oportünistler, aradan 26 yıl gibi uzun bir
süreç geçtiği halde ve önlerinde yararlanabilecekleri o kadar fazla
ve gelişkin deney, tecrübe ve olanak olmasına karşın, bu kendinden
menkul yeni yetme inkarcılar, söylediklerine uygun bir pratik geliştiremedikleri
gibi, proletaryasız parti kurulabilir fikrinde konaklayarak
50-100 kişilik küçük-burjuvaziden devşirilmiş güçlerle, yani esas
olarak gençlik içinde kalan çalışmalarıyla dün eleştirip, mahkum ettiği,
küçük-burjuva popülizm olarak eleştirdikleri parti fikrine kapaklanmaktan
kurtulamadılar.
Ve Ekim-TKİP örgütü, proletaryadan
ayrı telden çalarak etrafına toplamış olduğu küçük-burjuva sınıf
ve kesimlerinden aşırılmış kadrolarla işçi sınıfının ihtilalci
partisini yaratmaya ramak kaldığından ve dem vyurarak sınıftan kopuk bir kuruluş kongresiyle TKİP adını alarak yeni bir işçi sınıfını öncü tabela
partisini ilan ettmekten kendisni alamdı.. Demek ki TKİP-Ekim örgütü, söylemlerine
uygun hareket etmediği gibi, komünist harekete yaklaşımında da
devrimci bir konumda durmadıığnı ortaya koyuyordu 30 yıl sonrasında Ekim
örgütü sınıftan kopuk TKİP’i kurarak,
sınıfa gideriz tasfiyeci küçük-burjuva fikrinde konaklıyor, böyle kendisine opurtunizmi başkasına Marksizmi uygulama
oportunizminden bir türlü kurtulamıyorud. Daha önce etmiş olduğu iri lafları
yutmaktan ve unutmaktan çareyi buluyorud. Haliyle komünist harekete büyük
laflarla saldırısınında inandırıcı
bir yanı kalmıyorud..
Bu aynı durum, yeni yetme inkarcılardan,
çift standartçılık ve keyfiyetçilikte akıl hocalarını geride bırakan
MLKP’de de görülmektedir. Hemen herşeyi kendisiyle başlatma ve yeninin,
“yeni tarzın” -ki bunun DHKP-C ve PKK kopyeciliği ve karikatüizmi olduğu
su götürmez biçiminde açığa çıkmıştır- kurucusu ve geliştiricisi
olduğu iddiasında bulunan MLKPi, TDKP’den aşırdıkları ve TİKB, TKİP-Ekimle
aynı hatta buluştukları inkarcı görüşlerini, “dün dündür, bugün bugündür”
oportünist görüşlerini pervasızca savunmaya götürmüştür.
Kaypakkaya
yoldaşı ve komünist hareket’in 72-79 sürecini, küçük-burjuva devrimcilii
aşamayan, sınıf hareketini temel alarak bu zeminde komünist hareketi
yükseltmeyen bir süreç olarak görüp mahkum eden bu aklı evvel akım, gelinen
durumda bütün bu söylediklerini unuturcasına aymazca hareket ederek,
“ Ekim devriminin yolunun, yani proletaryayı temel alan bir siyasal,
örgütsel strateji ve taktiğe ilişkin Leninist-Stalinist bakış açısının,
bizim gibi ülkelerde (yani geri bağımlı ülkelerde) geçerli olmadığı
yolundaki önyargının damgasını bastığı THKO-THKP-C ve TKP-ML bu anlayışlarının
doğal ve kaçınılmaz bir sonucu olarak anti-Leninist bir parti anlayışında
konaklanıyorlar.”
“Proletaryanın önderliğini,
esas olarak lafta benimsemiş, proletaryanın yerine teoride köylülüğü
(ki burada üç hareketide aynı kefeye koyarak TKP/ML Hareketi ile
diğer akımlar arasındaki net olan ayrım çizgisini kabaca çarpıtmak
ve Kaypakkaya’nın savunmadığı görüşleri savunuyor göstermek
dürüstlükten öte tarihi gerçekleri çarpıtmak anlamına gelir. TKP/ML Hareketi hiç bir zaman
ve hiç bir yerde teoride köylülüğü temel almamıştır. Bu iddia düpedüz
yazarın Kaypakkaya’ya ve komünist harekete ne kadar düşmanlık içinde
olduunu gösterir. HB) ve pratikte de köylü yıınlarından da kopuk
olan devrimci öncüyü koymuş olan ‘71 devrimci hareketi…” (P. Doğrultu
s. 8, s.5-6)
Yeni yetme oportünist inkarcılığın bir
söyledii diğerini tutmadığından ve yamalı bohça olarak farklı
görüşleri aynı torbada taşıdıından dolayı yazılarında da bu farklılıklar
görülmekte ve tezatlıklarını yakalamak zor olmuyor. Bir yanda sınıf
hareketi üzerinde yükselmeyen ve bunun gereklerine göre pratikte
adımlar atarak siyasal, örgütsel mücadeleyi asıl olarak sınıf içinde
olmayan akımların komünist olamayacaını savunacaksın ve buradan
hareket ederek Kaypakkaya ve TKP/ML Hareketi’ni küçük-burjuva devrimciliği
olarak niteleyeceksin, ondan sonra da tam olarak 40 yıl sonra kalkıp,
sınıftan kopuk ve onu lafta temel alan ve pratikte buna uygun bir mücadele
-örgüt hattında yürümeyen, küçük-burjuvazinin dekalase kesimleri
üzerinde yükselen, esas olarak semt ve öğrenci gençlik zemini üzerinde
oturan MLKP’yi büyük M-L parti olarak niteleyeceksin.? Hemde legalizm
limanına demir atarak.
Böyle keyfiyetçilik
ve çift standartçılık olacak bir şey değildir. MLKP önderleri büyük gürültü kopardıkları ve parti aldı
başını gidiyor havasını bastıkları koşullarda, çok özel koşullarda
gerçekleştirilmiş bir toplantı olarak gösterilmeye çalışılan, 2.
Kongre belgelerinde bu söylediklerinden fersah fersah uzak olduklarını
göstermektedir: “ Komünist partisinin, işçi sınıfı hareketiyle
bilimsel sosyalizmin birliği olduğu yolundaki Marksist-Leninist
öreti tamamen dorudur… Fakat bu birliğin kural olarak komünist partilerin
kuruluşundan önce gerçekleştii ve gerçekleşmesinin zorunlu olduğu,
bundan önce parti kurulmayacaı vb. iddia edilemez. Geçmişte bu yönde
iddiaların ileri sürüldüğü bilinmektedir… Komünist partisi sonuç olarak
bir örgüttür ve kuruluşu sorunu, onu kuranların iradesine balıdır.”
(2. Kongre Belgeleri s. 25) derken MLKP, dün işçi sınıfı partisinin
sınıftan kopuk olarak kurulacağını savunanları parti öretisini
sıradanlaştırarak ayağa düşürmek olarak eleştirip bu yaklaşımları
mahkum ederken, bugün nihayetinde partiyi, komünist hareketin sınıfla
birliğine, yerel örgütler oluşturmasına, kadrolaşmasına vb. bakmadan
bir avuç devrimcinin bir araya gelerek, sınıftan kopuk olarak kendi
iradeleriyle partiyi ilan edeceklerini ilan ederek , komünist işçi
partisini sıradan bir örgüt derekesine düşürerek Maocu parti anlayışlarıyla
aynı kulvarda buluşmuşlarıdır.
Keza MLKP, dün
Kaypakkaya ve TKP/ML Hareketi’ni sınıfla birleşmeyi merkezde tutmayıp,
pratikte buna uygun hareket etmediği gerekçesiyle eleştirip küçük
burjuva çemberi kırıp, dışına çıkmadıı iddiasıyla eleştirip, mahkum
ederken, bugünkü MLKP, 40 yıl sonra semt ve öğrenci gençlik içinden devşirdiği
küçük burjuva kadrolarla, esas olarak pratik çalışmalarını sınıf dışı
küçük burjuva kesimler içinde -öğrenci gençlik ve semtler gibi yoğunlaştırırken
Marksist-Leninist oluyor ama önünde yararlanacağı her hangi bir deney,
tecrübe ve olanaklar vb. Yok iken ilkliğin ve çocukluğun getirmiş olduğu
nedenlerden dolayı aynı konumda hareket eden Kaypakkaya ve komünist
hareketi çok rahatlıkla küçük-burjuva olarak damgalayarak mahkum
etmeye çalışıyor. Bakalım MLKP 40 yıl sonra örgütsel-politik çalışmanın
merkezinde tuttuğunu iddia ettiği sınıfla birleşmede ne kadar
yol katetmiştir?
“MLKP’nin sınıf
hareketine bağlanmadığı, onun temel zaafı, işçi sınıfıyla bağlarının
fazlasıyla zayıf olmasıdır…” (2. Kongre Belgeleri, s. 27)
“Partimiz edimsel
olarak, yani toplumsal köken itibarıyla işçi sınıfının ‘en bilinçli
azınlığından’ oluştuğu kuşkusuz söylenemez.” (agb. 28)
“Partimiz, kesimsel
çalışma sözkonusu olduunda, özellikle büyük metropollerde güçlerinin
en çounun giderek işçi çalışmasında konumlandırmaya yöneldi… Ancak
sorunda ısrarlı davranılamadı. Gelişmemiz hala cılız ve sınırlıdır…
çok sayıda kadro sınıf çalışmasında görevlendirilsede bunların
önemli bir kesimine gereken işlerlik kazandırıldıı söylenemez… İşçi
ilişkilerimizi örgütlemede belirgin gelişmeler oldu. Ama bu devam
ettirilemedi…” (Agb. s. 51-52)
“Partimiz, komünist
hareketi, bütün varlığı süresince bir gölge gibi izleyen işçi hareketinden
yalıtılmışlık sorununu çözme iddia, görüş açısı ve kararlılığına
sahip olduunu özellikle bundan sonraki pratiğiyle göstermek zorundadır.”
(agb. s. 53)
Daha buraya
aktarmayı gerekli görmediğimiz bir çok değerlendirme ve veriler
çetecilerin söylemleriyle pratikleri arasındaki çelişkinin derinleşerek
sürüp gittiğini ve sınıfı temel alan bir örgütsel, pratik çalışma geliştirmediklerini
göstermektedir. Peki 40yıl sonra Kaypakkaya yoldaş ve daha sonrasında
komünist hareketin yarattığı, fabrika işçi ilişkilerinin onda birisini
bile örgütleme, fabrika ilişkisi yaratma ve hücreleşme, sendikalar
içinde buna uygun hareket etmediği
gerekçesiyle eleştirip küçük-burjuva çemberi kırıp, dışına çıkmadığı
iddiasıyla eleştirip, mahkum ederken, bugünkü MLKP, 40 yıl sonra semt
ve öğrenci gençlik içinden devşirdiği küçük burjuva kadrolarla, esas
olarak pratik çalışmalarını sınıf dışı küçük-burjuva kesimler içinde
-öğrenci gençlik ve semtler gibi yoğunlaştırırken Marksist oluyor
ama önünde yararlanacağı herhangi bir deney, tecrübe ve olanaklar
vb. yokken ilkliğin ve çocukluğun getirmiş olduğu nedenlerden dolayı
aynı konumda hareket eden Kaypakkaya ve komünist hareketi çok rahatlıkla
küçük-burjuva olarak damgalayarak mahkum etmeye çalışıyor. Bakalım
MLKP 26 yıl sonra örgütsel-politik çalışmanın merkezinde tuttuğunu
iddia ettiği sınıfla birleşmede ne kadar yol katetmiştir?
“MLKP’nin sınıf
hareketine bağlanmadığı, onun temel zaafı, işçi sınıfıyla bağlarının
fazlasıyla zayıf olmasıdır…” (2. Kongre Belgeleri, s. 27)
“Partimiz edimsel olarak, yani
toplumsal köken itibarıyla işçi sınıfının ‘en bilinçli azınlığından’
oluştuğu kuşkusuz söylenemez.” (agb. 28)
“Partimiz, kesimsel çalışma söz
konusu olduğunda, özellikle büyük metropollerde güçlerinin en çoğunun
giderek işçi çalışmasında konumlandırmaya yöneldi… Ancak sorunda
ısrarlı davranılamadı. Gelişmemiz hala cılız ve sınırlıdır… çok sayıda
kadro sınıf çalışmasında görevlendirilse de bunların önemli bir kesimine
gereken işlerlik kazandırıldığı söylenemez… İşçi ilişkilerimizi örgütlemede belirgin
gelişmeler oldu. Ama bu devam ettirilemedi…” (Agb. s. 51-52)
“Partimiz, komünist
hareketi, bütün varlığı süresince bir gölge gibi izleyen işçi hareketinden
yalıtılmışlık sorununu çözme iddia, görüş açısı ve kararlılığına
sahip olduunu özellikle bundan sonraki pratiğiyle göstermek zorundadır.”
(agb. s. 53)
Daha buraya
aktarmayı gerekli görmediimiz bir çok deerlendirme ve veriler
MLKP’nin söylemleriyle pratikleri arasındaki çelişkinin derinleşerek
sürüp gittiğini ve sınıfı temel alan bir örgütsel, pratik çalışma geliştirmediklerini
göstermektedir. Peki 40 yıl sonra Kaypakkaya yoldaş ve daha sonrasında
komünist hareketin yarattığı fabrika işçi ilişkilerinin onda birisini
bile örgütleme, fabrika ilişkisi yaratma ve hücreleşme, sendikal
çalışmalar yakalamayı başaramayan MLKP’nin kendisini komünist,
ama gerçek komünistleri küçük burjuva olarak nitelemeye kalkışması
ne kadar doğru ve dürüst bir yaklaşımdır? Bu açıktan “benimse iyidir
ötesi tufandır” biçimindeki küçük-burjuva oportünist inkarcı bir değerlendirme
değil mi?
Nitekim MLKP’nin inkarcı oportünist görüşleri
kendi gerçekliğini kavrama ve değerlendirmede ayak bağı olmuştur
ve gelinen durumda kendi gerçekliğini açıklamada zorlandığı gibi
tam bir çıkmaz yaşamaktadır.
Ülkemizde
küçük burjuvazi, nüfusun en büyük kesimini oluşturan bir sınıftır.
Bu sınıfın çıkarlarını savunan ancak proletarya adına hareket etme
iddiasında olan küçük burjuva grup ve çevrelerin sayısı bir hayli kabarık.
M-L parti öğretisi, bu grup ve
çevrelerin yadsıdıı sorunlardan biridir. Bu gruplar biçimde birbirlerinden ayrılıyor
gözükseler de, özde aynı nokta da birleşmektedirler.
Genel doğruları sıralayan ama
iş ülke somutuna geldiğinde inkarcı anlayış, partinin subjektif
koşullarının hazırlanmasını reddeden tabelacı yaklaşım, M-L parti
öğretisinin günümüzde geçerliliği olmadığı tezleri vb. oportünist
anlayışların bazı örnekleridir. Hepsinin ortak özelliğide
küçük-burjuva bireyci sınıf tavrıdır. Dünyanın merkezine kendilerini
koyarak, kendilerini en büyük M-L ilan etmek amacıyla teoriyi yaratmaya
çalışmak, gerçekleri tarif ederek sözde tesbitler yapmak oportünist
akımların ortak özelliklerinden biridir. Küçük burjuva sınıf tavrının
açık bir ifadesi olan bu yaklaşım tarzı düşünce planında mulaklık ve
teorinin çarpıtılması ile birleşiyor. Sonuçta bütün küçük-burjuva
akımların vardıkları nokta ise, proletarya partisi sorununda anti-Marksizm.
Küçük-burjuva akımlar, Leninist
parti teorisini katlederken partisiz komünist partisi kurulacağı
görüşüyle partinin subjektif şartların tahrifine, reformcu dönüşüm
teorisine kadar bir dizi oportünist görüşler savunmaya götürmektedir.
Elbette bu oportünist cenahın görüşlerini burada tek tek ele alıp eleştirmek
yazımızın hacmini aşacaktır. Ama biz burada oportünist anlayışlardan
ikisi üzerinde duracağız. Bu iki oportünist eğilim, genelde devrimci
hareketin üzerinde birleştii yaklaşımlar olduu için bu eleştirilerimiz
dier akımlar içinde geçerliliini korumaktadır.
Bilindii gibi geçmişe bakış alanında iki akım daha
çok öne çıkarak oportünist görüşlerin sistemli savunucuları olmuştur.
Diğer akımlar, asıl olarak bu iki akımın özellikle de TDKP’nin inkarcı
mükemmelliyetçi görüşlerinin takipçileri olmuşlardır. TDKP ve
TKP-ML bu her biri kendisini dünyanın merkezinde tutma -bunlara daha
sonra TİKB, TKİP, MLKP gibi gruplar da katılmışlar. Ama bütün bu örgütlere
önderlik eden ve anlayış veren eski TDKP oportünizmi olmuştur kendi
gruplarını yanılmaz saymayı, M-L göstermeyi çıkış noktaları yapmaları,
gerçekleri buna göre çarpıtmaları ortak dünya görüşlerinin başlıca
yansımalarındandır. Kendi içinde tutarlı bakış açısına sahip olmamaları,
muğlaklık, eklektizm ve mekanizm içinde yüzmeleri yukarıda belirttiklerimize
eklenmelidir.
Eski TDKP ve diğer inkarcı oportünistleri -ki daha
sonrasında bu çizginin üzerine kapaklanan MLKP, TKİP, TİKB’nin her iki
kanadı vb. akımlar bu inkarcılığın en kaba biçiminin kararlı takipçisi
haline gelmişlerdir- eklektizmlerini teorik yaklaşımdaki mulaklıkla
birleştirmekte, kaba bir inkarcılık olarak biçimlenmektedir. TDKP,
MLKP, TKİP, TİKB vb. mükemmelliyetçi bir yaklaşımla geçmişi bütünüyle
reddederek, komünist hareketin geçmişine hayasızca saldırılara
giriştiler.
Bu akımlar özellikle
komünist hareketin geçmişine mükemmelliyetçi mevzide saldırırlarken,
gerek kendi geçmişlerini ve gerekse bugün içinde bulundukları durumlarını
ele alırken olabildiine hoşgörülü bir yaklaşımla hareket ederlerken,
sonuçta bütün çabaları her şeyin kendileriyle başladığını, kendileriyle
süreceği iddialarında düğümlenmektedir.
TDKP, Kaypakkaya’dan 7 yıl sonra
bunları savunmaktadır; ve daha sonraki süreçte ve bugüne kadar TDKP
bu görüşlerinin bir çounun özeleşetirisini köklü olarak yapmadıı
gibi kongre bile toplamamıştır, neki, görüşlerini çaktırmadan
oportünist yöntemlerle terkeder gözükmekten geri durmayan TDKP gelinen
durumda likidasyona uramıştır. Fakat tüm bunlara karşın TDKP, kıskançlığını
bu küçük burjuva görüşlerini Marksist olarak göstermeye çalışırken
kendisinden fersah fersah ileride olan Kaypakkaya ve komünist hareketi
küçük-burjuvalıkla suçlamadan geri durmamıştır.
TDKP’nin görüşleri; “ Türkiye emperyalizmin
yarı-sömürgesi altında yarı-feodal bir ülkedir.” (TDKP Kongre Belgeleri,
s. 86)
“Mevcut şartlarda Türkiye devriminin
yolunun genel çizgisi toprak devrimini yürüterek ve köylük bölgelerde
tahkim edilmiş üslere dayanılarak, kırlardan şehirlere gelişen
halk savaşı yoluyla iktidarın parça parça alınması çizgisidir.” (
Parti Bayrağı, s.1, s.20)
TDKP’nin ‘dün dündür bugün bugündür’
oportünist ve çift standartçı yaklaşımlarının kıskançlıkla savunucularından
biriside TİKB ve bugün MLKP’de ifadesini bulan TKİH, EKİM eğilimidir.
Konunun daha iyi anlaşılması bakımından bu akımlardan bazı görüşleri
buraya almayı yararlı bulduk.
TKİH belgelerinden; “Bütün organlar lavedildi. Kollektif
çalışmaya son verildi. İnsanlar kendi başlarına bırakıldı. Karar
alınırken örgütün bir daha ne zaman toplanacaı konusunda bile hiç
bir garanti verilmedi. ( Sınıf mücadelesini tatil eden örgüt komünist
oluyor da, her koşulda düşmana cepheden kafa tutan Kaypakkaya ve
örgütü küçük-burjuva olarak deerlendirilebiliniyor) Hatta açıktan,
‘örgütü bir daha yeniden kuramayacağımız’ dahi söylendi.” (TKİH Genel Toplantı Kararları s. 12, yıl 1984)
“Değerlendirmelerde
eskiyen yanlar da var. Bu eskimeye kısmen 84’ün ağır şartlarının baskısı
altında yapılan subjektif, diğer gruplara karşı aşırı güvensiz yapay,
yer yer kibirli saptamalar, yer yer maddi koşullardaki değişmelere
yol açmıştır.” (Age. s.1. yıl 1990)
“Türkiye’nin
sosyo-ekonomik yapısının yarı-feodal olarak tanımlanması yerine,
bu gerçeğe daha uygun bir biçimde yeni, ‘geri kapitalist’ olarak tanımladığımızı
da ayrıca belirtelim.” (Age. s. 3)
TİKB belgelerinden; “ Toprak ağalığı
ekonomisi yaşamdaki belirleyiciliği konumunu korumaktadır.”
(TİKB Programı, Aktaran Birlik Üzerine, s. 54)
“Kuşkusuz henüz
sınıf temeline oturmayışı, mücadele taktikleri, örgütlenme biçimleri
yeterince gelişmemiş komünist bir örgütte çeşitli darlıklar, sılıklar
ve uzlaşmacı eğilimler görülebilir.” (Orak-Çekiç sy. 70 s. 31)
“TİKB’nin genel
platformu bundan 34 yıl önce yani 1979 yılının ilk aylarında yazıldı.
Dolayısıyla (dikkat edilsin tam 34 yıl sonraki bugün ortada kaç
TİKB kaç TİKB olduğu belli değil. HB) yayınlandığı
dönemin işleriyle beraber hamlıkların ve geçmiş yanılgıların bazı
kalıntılarını taşıyordu. Platformun yazıldıı dönemde hareketimiz
henüz gençti ve doal olarak teorik birikim bakımından bugüne göre daha
geriydi. Platformun üslubunu, çözümlemelerini, derinlik düzeyini
ve formülasyonlarının ifade ediliş tarzını hareketimiz çoktan
açmış bulunuyor, bugün artık…” (Orak-Çekiç s. 74, s.13)
“Programımız
ve bazı konulardaki temel politikalarımızın, kısmi eksiklik ve
yetersizlikleri taşımasının yanı sıra, geçmişin kimi yanlışlarından
ve revizyonist kalıntılardan tümüyle azade olmadıklarını bugün daha
iyi görebiliyoruz.” (TİKB 2. Kongre Belgeleri s. 105)
“Ciddi bir siyasal
kimlikle kitlelerin karşısına çıkabildiğimiz ölçüde bir alternatif
sunmuş oluruz. Bir an önce parti kimliği ile ortaya çıkmamızı gerektiren
temel nedenlerden biri de budur. Kitlelerin ileri kesimlerini, bu
yolla, sosyalizme açık kesimini kastediyorum. Bir an önce parti
kimliğiyle ortaya çıkmamızı gerektiren temel etkenlerden biri de
budur. ( EKİM sınıf hareketinin ayrı yolda kendilerinin hala ayrı
yolda yürüdüklerini ve sınıfla birliği az-çok yakalayamadıklarını
ve sınıf hareketinin bir durgunluk sürecinden geçtiğini söylemektedirler.
HB) Bunu biz, bu ilkel, bu ciddiyetsiz, gelinen yerde bu sorumsuz devrimci
akımlarla araya daha belirgin bir mesafe koymakla mutlaka birleştirmek
durumundayız.” (K. Bayrak sy. 28, s.17)
İnkarcı oportünist
cenahın subjektivizme, küçük-burjuvazinin bireyci sınıf tavrına
dayalı çıkış noktası, onların savunduğu tezler hakkında fikir veren
başlıca noktalardan birisidir. Söylenen tüm bu sözler, yapılan tesbitler,
belirttiimiz çıkış noktasıyla uyum içinde, her şeyin kendileriyle
başladığını ispatlamanın berbat birer aracı olmaktan öte bir anlam
taşımamaktadır. Bazı konuların geçiştirilmesi, eklektizm vb.
tümü bu vaziyeti kurtarma çabasının küçük-burjuva bireyciliğin faturasıdır.
Doğmatik Maocu
TKP-ML ve MKP cenahının geçmişe ve bugüne ilişkin inkarcı oportünist
cenahdan tamamen farklı tespitler yapmaları, bunaların aralarındaki
köklü bir ayrılıktan kaynaklandığını söylenemez. Aksine, komünist hareketin
şahsında geçmişi reddeden inkarcılıkda, yine geçmişi idealize
eden, hataları görmek, kabullenmek yerine bunlara sıkıca sarılarak
komünist hareketi hatalardan azade bir yaklaşım içinde değerlendiren doğmatizmde
aynı temel üzerinde yükselir. Farklılık aynı dünya görüşünün, sınıf
tavrının deişik biçimlerinden ibarettir.
Bilindiği gibi
dogmatik TKP-ML, MKP ve diğerleri Maocu cenahı, Türkiye’de örgütlü komünist
hareketin ikinci kez 1972 yılında TKP/ML Hareketi ile doğduğunu savunmaktadır.
Bu doğru tesbitten hareketle geçmişin hatalarına sıkı sıkıya sarılmaktan
geri durmuyor. Burada TKP-ML, MKP vb. cenahı subjektif unsurun önemini
yadsıyor. Bir komünist partisinin belirli objektif temeller üzerinde
subjektif koşulların olgunlaşmasıyla kurulacağını, subjektif koşulların
mücadele ile olgunlaştırılacağını reddediyor.
Tabiki böyle bir görevden kendisini
azade gören bu oportünistler, parti isminin kullanılmasıyla herşeyin
hallolacağını, parti sorununun çözümleneceğine inanıyorlar.
Partiyi bilinç ve örgütlenme düzeyi oldukça geri bir grup derekesine
düşüren bir anlayışın savunuculuğunu yapmak, partinin kurulması
için en temel hazırlıkları bir yana itmek partinin proletaryanın örgütlü
öncü gücü olduğunu reddetmekle, partiyi sıradan bir örgüt düzeyine
düşürmekle eşitliyor.
İnkarcı ve doğmatik
oportünistler sınıf mücadelesinin gelişim yasasını kavrayamıyorlar.
Bu yasanın kavranmayışı inkarcı oportünist cenahı geçmişi değerlendirirken
mükemmelliyetçilikle birleşip, inkarcılık olarak somutlaştırırken,
yine aynı diyalaktik yasanın kavranmayışı, TKP-ML, MKP vb. Maocu cenahın,
geçmişi idealize ederek sınıf mücadelesinin gelişim yasasının dışına
çıkarmaya, geçmişin hatalarına sarılmaya götürmekte ve dahası
açıka inkarcılığa karşı çıkar görünen TKP-ML, MKP Maocu cenah, 72’den
bu yana bilinç ve örgütlenmedeki gelişmeyi reddederek, inkarcılıın
kaba bir örneğini sergilemektedirler. Aynı biçimde geçmişte ciddi
hata ve zaaflarını kabul etmenin, geçmişi M-L’ist olarak değerlendirmekle
çelişeceğini düşünmekte, mükemmelliyetçiliinin bir başka örneini
sergilemektedir.
Nitekim bu cenah
saflarında sık sık ayrılıkların yaşanması, geçmiş hatalarının pratiğin
verileriyle bilimsel bakışla ele alınıp deerlendirme ve artık
mücadelenin gerisinde kalmış olan sosyal gelişmenin ihtiyaçlarına
yanıt vermekten uzaklaşmış görüşlerini gözden geçirerek, oportünist
ve doğmatik görüşleri aşma yerine, geride kalma ve doğmatikler
eliyle daha da geriye çekilerek, hataları sistemli hale getirerek
çizgie dönüşmüş ve ortaya Maoist ve yaşamın gerçekliliğinden kopuk,
sol oportünist bir çizgi ortaya çıkmıştır. Bu arkadaşlar ekonomik, politik
ve sosyal gelişmenin yasalarını durağan, statik olarak gördüklerinden
dolayı, dün mücadelenin ihtiyaçlarına yanıt veren ama bugün mücadelenin
ihtiyaçlarına yanıt olmaktan geri kalmış görüşlerle mücadele etmeye
çalışırlarsa, sonuçta ortaya ne deve ne kuş gibi ucube bir durum ortaya
çıkar ve TKP-ML, MKP vb Maocu cenahı,
bu olumsuzluğu, geçmişe sahip çıkma adına kıskançlıkla savunmaya çalışarak,
Kaypakkaya yoldaşa saygısızlıkta kusur etmez bir konumda yürmekten
kendisni alamaz.
TKP-ML, MKP
vb. Maocu cenahın her iki-üç yılda bir
önderliklerini oportünist olarak suçlayıp, çizgiden uzaklaştıkları
vb. yönlü eleştirilerde bulunmalarına karşın, yine de TKP-ML’yi
Marksist olarak görmeleri de kendi içinde ne kadar tutarlı bir konumda
durduklarını gösterir.
İnkarcı akımlar geçmişe mükemmeliyetçi
yaklaşırlarken yaşanan bu kadar deney ve tecrübeden sonra kendi durumlarını
ve yakın geçmişlerini değerlendirirken büyük bir hoş görüyle hareket
etmeleri, bu oportünist cenahın ne kadar eklektizm içinde yüzdüklerini
ve diyalektik gelişim yasasını kavramadıklarını gösterir. Dolayısıyla
bu akımların kendi içinde birbirleriyle taban tabana zıt görüşler savunmaları
kaçınılmaz olmaktadır.
Her iki akımın,
dogmatizm ve inkarcılığın ulaştığı noktada aynıdır ; Leninist parti
ilkelerinin ve partileşme sürecine yaklaşımın reddi. TKP-ML, MKP
vb. Maocu cenahın işçi sınıfının öncüsü komünist partiyi sıradan bir grup derekesine
düşürerek, bunu yapmaktadırlar. O,
kendi örgütünü parti olarak ilan etmekle kalmayıp, TKP-ML isminin kullanılmasından
dolayı Türkiye’de partinin 72’den bu yana var olduğunu iddia etmekten
de geri durmuyor. Sınıf hareketinden kopuk ve diğer bir çok görevi yerine
getirmede daha yeni adım atmış ve düşmanın saldırıları sonucu atılan
bu adımların önemli ölçüde bu pratikte denenip sınanmadığı bir durumda TKP/ML Hareketi’nin doğuşundan
itibaren parti olduğunu savunmak, M-L parti öğretisinin kaba reddi
demektir.
İnkarcı oportünist
cenahın savunduğu görüşlerde bütün palavralarına karşın reformcu
dönüşüm teorisi üzerine binerek, sınıftan kopuk parti fikrinde buluşmuşlardır.
Küçük burjuva örgütlerin bölünmeden, parçalanmadan adım adım dönüşerek,
proletarya partisinin sınıftan kopuk olarak kurulup, daha sonra
sınıfla birleşeceği görüşü, TKP-ML, MKP vb. Maocu cenahın ters yüz edilmiş, partiyi sıradan bir
grup düzeyine düşüren, oportünist yaklaşımdan pekte farklı bir yanı olmadığını
gösterir.
Görüleceği gibi
her iki oportünist cenah da sorunu ele alırken çıktıkları temel noktaları
ve ulaştıkları yer hep aynıdır. Çünkü her iki eğilimde aynı dünya
görüşüne ve bakışına sahiptir. Özde aynı olmasına karşın biçimdeki
ayrılıklar, hatta birbirine tamamen ters görünmeleri yanıltıcı olmamalıdır.
Önemli olan, özün kavranmasıdır. Böylece özle biçim arasındaki ilişki
sağlıklı ve doğru kavranabilir. inkarcı oportünist cenahın kafa karıştırma,
sorunu çarpıtma gayretlerinin yoğunlaştığı konuların başına bakış
açısı gelmektedir.
Olguların şartları içinde değerlendirilmesi
gerektiğini, olguların yer ve zaman kavramalarından soyutlanamayacağını
inkarcılar özellikle karartmaya çalışıyorlar. M-L az çok bilen herkesin
kavrayabileceği bu en temel unsurun; bakış açısının geçiştirilmesi
ilginçtir. Genel söylemlerin sürekli tekrarlandığı da hatırda tutulursa
oportünistlerin bilinçli geçiştirme çabaları kolayca görülür. İnkarcıların,
bu alanda ısrarlı çabaları boşuna değildir.
Doğru bakış
açısının devrimci kadrolar ve kitleler tarafından kavranışı, oportünist
manevraların, keyfi değerlendirmelerin önünde engel olacaktır. Hareket
alanlarını sınırlayacaktır. O halde oportünizm için yapılması gereken,
sorunu karmaşıklaştırmak, iyice muğlaklaştırmaya çalışmak
vb.’dir. İnkarcıların yapmaya çalıştıkları da budur. İnkarcıların,
bakış açısı sorununda hemen hiç bir şey ortaya koymadıklarını belirtmiştik.
Bu nedenle bu alandaki eleştirilerimizi, onların çeşitli konulara
ilişkin, değerlendirmelerindeki yansımalarından hareketle yapacağız.
Bu akımların
ortak özelliklerinden biri, keyfiliktir. İnkarcıların sorunu doğru
bakış açısı ile ele alarak olgulara ortak ölçütlerle yaklaştıklarında
oportünist tespitlerinin ne kadar havada kalacağını bilmektedirler.
Oportünist tespitlerine sarılarak, M-L yaklaşımın reddi ise, onun
sınıf niteliğine tamamen uygundur. Bu oportünistler geniş bir manevra
alanına ihtiyaç duyarlar. Bazen mükemmeliyetçiliğin paslı zırhına
bürünerek geçmişe saldırmak, işine gelmediğinde bunu çıkarıp büyük
bir hoşgörü ile hareket etmek için oportünist muğlaklığa ihtiyaç duymaktan
geri kalmazlar.
Olgulara ortak
ölçütlerde, aynı anlayış temelinde yaklaşmak, değerlendirmelerde
buna azami titizlik göstermek, oportünistler için tahammül edilmez
bir şeydir. Kimse böyle bir girişimde bulunmamalıdır. Fakat hayır,
komünistler, inkarcıların sözünü bile etmek istemediği bu ve benzeri
konular üzerinde ısrarla duracaklardır. Bu inkarcı cenahın bırakalım
dünlerini, bugünlerine de baktığımızda ‘72-79’un çok gerisinde
durduklarını görürüz. 20-30 yıllık deney ve tecrübenin ardından bu
akımlar sözlerine uygun bir pratik geliştirmeleri gerekirken, ne
yazık ki, İbrahim Kaypakkaya’nın 72’lerde çözdüğü sorunları ancak
bugün anlamaya başladıkları görülmektedir. Bu akımların kendileri
için uyguladıkları bu oportünist uzlaşmacılık, ‘72-79 dönemine geldiğinde
tersine dönmektedir. Birazcık tutarlılık olabilmesi için ölçütlerin
diğer akımlara da aynı biçimde uygulanması gerekir. Bu temel gerçeği
görmeyecek kadar tutarsızlığa düşmek küçük-burjuvaziye özgü bir
dualizmle, keyfilikle eklektizmle izah edilebilir.
Bu oportünist inkarcı cenah, 30-40
yıl sonra “ sınıf hareketinden kopuğuz” diyerek fergat figan ederlerken
72-79 yılında komünist hareketin neden işçi hareketiyle birleşmediğinden
dem vurarak, bu dönemi basit bir mantıkla küçük-burjuva devrimciliği
olarak mahkum etmeye çalışmaktanda geri kalmamışlardır. Peki bugün
bu inkarcı akımlar komünist hareketi değerlendirmede kullandıkları
ölçütleri neden kendilerine uygulayarak sınıftan kopukluğu aşamadıkları
ve küçük-burjuvazinin dışına çıkan bir örgüt çalışması yaratamadıkları
gerçekliğinden hareketle kendilerini küçük-burjuva olarak mahkum
etmiyorlar?
Evet öyle ama, bu akımlarda ilke
ve istikrar denen bir olay olmadığından dolayı, bunlar için dün dündür,
bugün bugündür. Bunlar genellikle kendilerine
uzlaşmacılığı, liberalizmi, dışındakilerine ise acımasızca
saldırıp, mükemmelliyetçi uygulamayı reva görmüşlerdir. Bu akımların
soruna yaklaşımı konusunda bilinçli sessizlikleri, keyfiliği,
M-L’in en basit gerçeklerinin tahrif edilmesiyle elele gitmektedir.
Oportünist yazarlar, komünist hareketin gelişimini izahta oldukça
sıkıntı çekiyorlar, oportünist tesbitlerini kurtarabilmek amacıyla
yılan eğrileri çiziyorlar. İnkarcı ve dogmatik akımların geçmişe
yaklaşımda çift standartçı tutum ve yaklaşımları,gelinen durumda ayaklat rına
dolaşır hale gelmiştir. Sınıf demişler sınıftan tümüyle uzaklaşmışlar, sınıftan
kopuk parti kurmanın teorsini yapmışlar, ve işin dahada ilginç olanı
başkalarına Marksizmi uygularken kendilerine liberalizmi uygulamaktan beis
görmemişler. Bunun adına da Marksizmi-Leninizmi özümlemek denmiş.