20 Haziran 2017 Salı

YARGITAY KCK DAVASINDAKİ CEZALARI BOZDU: SUÇ DEĞİL SİYASİ FAALİYET..!

Van’da 2012 yılında “KCK Van Ana Davası” adı altında yürütülen operasyonlarda tutuklanan ve daha sonra tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılan Büyükşehir Belediye Eşbaşkanı Bekir Kaya’nın da aralarında bulunduğu 13 Kürt siyasetçi hakkında verilen hapis cezası, Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nce bozulmuştu. Van 1. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından “Silahlı örgüte üye olmak” iddiasıyla 13 kişiye verilen toplam 150 yıl hapis cezasını temyiz eden Yargıtay, temyiz ilamında emsal karar verdi.
‘Eylemler siyasi parti faaliyetleri’
Davada yargılanan 13 kişinin avukatları, esas hakkındaki mütalaaya karşı savunma vermeyerek, savunma hakkının ihlal edildiği, sanıklar müdafilerine son söz hakkı verilmediği, hükmün gizli tanık ifadesine dayandırıldığı, iletişim kaynaklarının tercüme edilmesi için tarafsız bilirkişi görevlendirilmemiş olduğu, savunma tanıklarının dinlenilmediği, sanıklar Bekir Kaya ve Avukat Cüneyt Caniş hakkında yapılan arama ve el koyma işlemlerinin hukuka aykırı olduğu, anayasaya aykırılık, sanıklarının fiillerinin yüklenen suçu oluşturmadığı, siyasi faaliyet olduğu ve hükümlerin gerekçesiz oluşu ve cezaların belirlenmesinde isabetsizlik bulunduğu gerekçeleriyle temyiz başvurusunda bulunmuştu. Söz konusu başvuruyu değerlendiren Yargıtay, esas hakkındaki mütalaaya karşı savunma şansı verilmeyerek savunma hakkının ihlal edildiği, sanıklara verilen cezanın üst sınırdan verildiği ve neredeyse dosyanın tamamını oluşturan eylem ve etkinliklerinin birçoğunun siyasi parti faaliyeti olduğunu vurgulayarak, dosyayı yerel mahkemeye geri gönderdi.
Tutuklanma gerekçeleri suç olarak görülmedi
Yargıtay’ın kararı bozma gerekçeleri arasında 2012 yılında başlatılan “KCK” operasyonları ve son süreçte tutuklanan Kürt siyasetçilerinin tutuklanma gerekçelerine emsal niteliği taşıyor. Yargıtay, Kürt siyasetçilerinin tutuklanmasına gerekçe gösterilen PKK’lilerin cenaze töreni ya da taziyelerine katılmanın, Newroz, 8 Mart, Anadil Günü, miting gibi etkinlerde yapılan konuşmaların, suç unsuru olamayacağını, siyasi parti faaliyeti kapsamında değerlendirilmesi gerektiğine hükmetti.
‘Suç değil siyasi parti faaliyeti’
Yargıtay’ın bozma ilamında yapılan açıklamada, “Terör örgütü yöneticilerinin talimatı veya KCK sözleşmesi çerçevesinde gerçekleştirilen eylem ve faaliyetlerin siyasi parti çalışması olarak kabulü mümkün değil ise de; bir kısım il ve ilçelerde belediye başkanı ve BDP yöneticisi olan sanıkların siyasi parti faaliyeti olarak değerlendirilebilecek basın açıklamaları, anayasa referandumunu boykot amacıyla miting düzenleme, BDP tarafından organize edilen iki dilli yaşam yürüyüşü ve basın açıklaması, Nevruz bayramı kutlamaları, Kürt dil bayramı, dünya kadınlar günü mitingi, BDP aday tanıtım mitingi, dünya barış günü vesilesiyle miting, terör örgütü propagandasına dönüştürülmeyen insani mülahazalarla gerçekleştirilen taziye ziyaretleri, Van festivali adıyla yapılan etkinlik gibi eylemlerin silahlı terör örgütü faaliyeti kapsamında kabul edilerek eylemlerin örgüt üyeliği suçundan suçun unsurları ve cezanın belirlenmesinde hükme esas alınması” değerlendirmesi ile söz konusu eylem etkinliklerin suç sayılarak ceza verilmesinin kanuna aykırı olduğu vurgulandı.
‘Emsal bir karardır’
Söz konusu kararı birçok davada emsal olarak sunacaklarını belirten Avukat Mesut Beştaş, “Evet emsal bir karardır ama eksik bir karardır. Aslında siyasi bir amaçla gerçekleştirilmiş kimi eylem ve etkinliklerin suç olarak değerlendirilmesi vakası, genel olarak bölgede görülen bir şey. Fakat bunun en somut örneği KCK dosyalarıyla başladı. KCK dosyalarında yine parti faaliyetleri, seçim çalışmaları, aday belirleme, miting çalışmaları, Newroz ve kadınlar gününün kutlanması gibi çalışmalarını KCK faaliyeti olarak değerlendirilip, neticede cezalandırmaya gerekçe olarak gösterildi” dedi.
‘Emsal kararlar var ama hukukta sonuç göremiyoruz’
Siyasi parti faaliyetlerinin suç olarak görülmesinin “KCK” davaları ile başladığını belirten Beştaş, “Siyasi faaliyetlerin suç olarak görülmesine ilişkin geçmişte anayasa mahkemesinin de vermiş olduğu emsal bir karar var. KCK dosyalarından birinde yargılanan bir yurttaş, dönemin BDP’sinin siyaset akademisindeydi ve bunun KCK faaliyeti olduğu iddiası ile yargılanıyordu. Anayasa Mahkemesi’ne başvuruldu. Orada Anayasa Mahkemesi, bir parti faaliyeti olduğunu ve KCK faaliyeti olarak değerlendirilemeyeceğine karar vermişti. Bu nasıl bir sonuç doğurdu derseniz, henüz Türk hukuk sisteminde bir sonuç görmüş değiliz” diye konuştu.
“Hukukta ya da suçların takibinde, eğer amaç gerçekten toplumsal barışı sağlamak ve toplumsal yapıyı korumak ise suç fillerini ortaya çıkarıp cezalandırmak ise farklı bir mecrada yürürsünüz” diyen Beştaş, “Ama eğer amacınız siyasi bir sonuç doğurmaya yönelik olup siyasi partiyi çökertmeye yönelik ise, siz su içmeye bile örgüt mensuplarının yaptığı bir faaliyet diyebilirsiniz. Maalesef o kadar basit diyebileceğimiz birçok husus KCK faaliyeti olarak bugüne kadar değerlendirile geldi” şeklinde konuştu.
‘Yargı kullanılarak muhalefet sindiriliyor’
Kürt siyasetçilerin tutuklanmasında hukukun bir muhalif kanadın ya da siyasi partinin faaliyetlerini sınırlandırma yoluna gitmeye çalıştığına vurgu yapan Beştaş, şu değerlendirmeleri yaptı: “Bugüne kadar ne yazık ki özellikle bölgemizde böyle hususlar ile karşılaşıyoruz. Birçok seçilmiş müvekkilimiz sadece yaptıkları konuşmalar nedeniyle örgüt üyeliğinden, bu yeterli görülmeyip örgüt yöneticiliği hatta bazen örgüt adına suç işlemek yani ağırlaştırılmış müebbet ile yargılanabiliyor. Aslında bunların açık siyasi parti faaliyeti olduğu tartışmasız görülmesine rağmen iktidarın biraz da yargıyı kullanarak muhalefeti sindirme politikası çerçevesinde ne yazık ki halen birçok siyasetçi tutuklu”
Söz konusu kararın gerçekten hukuku gerçekleştirmek, hukukun yaşam bulmasını isteyen davalarda iyi bir emsal olduğunu belirten Beştaş, “İdris Baluken’in dosyasında konuşmalar dışında hiçbir fiiliyatı yok. Zaten grup başkanvekili ve bu konuşmaların çoğunluğu da Meclis çatısında ifade edilmiş. Neticede yasama dokunulmazlığı sabit ama buna rağmen tahliye edilmiyorsa emsalin ne değeri var. Yasanın ya da anayasanın 83/1 maddesinin değeri yok ki. Bunların değeri yoksa emsali nasıl değerlendireceğiz?” diye sordu.
Söz konusu davada Van 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nce şu an tutuklu bulunan Van Büyükşehir Belediye Eşbaşkanı Bekir Kaya, Cüneyt Caniş ile Veli Avcı'ya 15'er yıl, Nezahat Ergüneş, Halis Çakır ve Metin Adugit'e 13’er yıl 6'şar ay, Mehmet Şirin Yıldız, Mihriban Şah ve Murat Durmaz'a 12'şer yıl, İhsan Güler, Abdulkerim Sayan ve Derviş Polat'a 9'ar yıl, Hecer Sarıhan'a da 7 yıl 6 ay hapis cezası verilmişti.
Kaynak: dihaber
Sosyalizme Adanmış Bir Militan Yaşam Clara Zetkin
“Kadının özgürlüğü, tüm insanlığın özgürlüğü gibi, yalnızca emeğin sermayenin boyunduruğundan kurtulmasıyla gerçekleşecektir.”
“Yaşamın olduğu her yerde savaşmak istiyorum” – Clara Zetkin
Clara Zetkin, 1857 yılında Almanya’da doğdu. Babası bir köy öğretmeniydi. O köy¬de büyüdü, köy yaşamını yakından tanıdı. O sıralarda işçiler henüz köy yaşamına sıkıca bağlıydılar.
Clara, köylülerin ve işçilerin durumunu salt kitaplardan değil, yaşamın kendisinden öğrendi. Bunun, daha sonra kendisine çok yararı oldu. O köylülere, kadın ve erkek işçilerin en geri katmanlarına ulaşmayı beceren ender kişilerden biriydi. Clara öğretmen olmaya karar verdi ve kız öğretmen okuluna girdi. Orada Karl Marks ve Fridrıch Engels’in öğretileriyle yüz yüze geldi. İşçi toplantılarına gitmeye başladı ve partinin çalışmalarını tanıdı. Ondokuz yaşında okulu bitirdiğinde, fabrikatör kızara ders vermek zorunda kaldı. Çok istediği köy öğretmenliği ona nasip olmadı.
Clara Zetkin 17 yaşında Almanya’daki kadın ve işçi hareketlerinin içinde yer almaya başladı. Alman Sosyalist İşçi Partisi’ne katılan Clara Zetkin, Bismarck’ın sosyalist çalışmaları yasaklamasından sonra Zürih ve Paris’te sürgün hayatı yaşamaya başladı.
Yasaklar, sürgünler Clara Zetkin’i mücadelesinden geri döndüremedi. Sonraki yıllarda Almanya’da Rosa Lüksemburg’la birlikte sadece kadın hareketinin değil, sosyalist hareketin de önder kadrolarından biri oldu. Almanya’daki Sosyal Demokrat Parti’nin kadınların yaşadığı sorunları anlatmak ve kadın mücadelesini geliştirmek için çıkarttığı “Die Gleichheit”(Eşitlik) gazetesinin editörlüğünü yaptı.
Clara Zetkin, doğumundan dört ay önce New York’ta kadınların yakılarak katledilmesini unutmadı. 26-27 Ağustos 1910 tarihinde Kopenhag’da yapılan I. Enternasyonal’in Uluslararası Kadınlar Konferansı’na Alman Sosyal Demokrat Partisi delegesi olarak katılan Clara Zetkin, verdiği önerge ile 8 Mart’ın Dünya Kadınlar Günü olarak kutlanmasını istedi. Konferansta Clara Zetkin’in önergesi oy birliği ile kabul gördü ve 8 Mart Dünya Kadınlar Günü ilân edildi.
İlk yıllarda Dünya Kadınlar Günü bahar aylarında kutlansa da belli bir günü yoktu. 1921 yılında Moskova’da gerçekleştirilen III. Enternasyonal’e bağlı III. Uluslararası Kadınlar Konferansı’nda Dünya Kadınlar Günü’nün adı Dünya Emekçi Kadınlar Günü olalarak değiştirildi ve bu günün her yıl 8 Mart’ta kutlanmasına karar verildi.
Clara Zetkin I. Paylaşım Savaşı’nda Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’le birlikte Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin savaş politikalarını eleştirerek, savaş döneminde grev yapılamayacağı, savaşın ve hükümetin eleştirilemeyeceği politikalarına karşı tavır aldı.
1919’da kurulan Alman Komünist Partisi kurucuları arasında yer aldı. 1920-33 yılları arasında partiyi Alman Parlamentosu Reichstag’da temsil ederken aynı zamanda Komünist Parti‘nin 1924’ten sonra merkez ofisi üyeliği, 1927 yılından sonra merkez komite üyeliği görevlerinde bulundu.
1933 yılında komplo sonucu Reichstag’ın yakılmasının ardından Sovyetler Birliği’ne gitmek zorunda kaldı. Son günlerini burada geçiren Clara Zetkin 20 Haziran 1933 yılında yaşamını kaybetti.
Dünya komünist hareketinin gelişmesinde, özellikle de kadın hareketinin bugünlere gelmesinde önemli katkıları ve emeği olan Clara Zetkin’in yarattığı değerler bugün de 8 Mart’larda, kadının özgürleşmesi mücadelesinde, barikatlarda, işçi direnişlerinde yaşamaya devam ediyor.

“Kadının özgürlüğü, tüm insanlığın özgürlüğü gibi, yalnızca emeğin sermayenin boyunduruğundan kurtulmasıyla gerçekleşecektir.” – Clara Zetkin