AKP 15.yıllık iktidarı döneminde tarımın
dibine emperyalist tekelleirn lehine kibrit suyu döktü. Tarımda kendi kendine
yeterli önde gelen ülkeler arasında yer alan Türkiye gelinen yerde buğdaydan
arpaya, etten mısıra hemen herşeyi ithal eder duruma geldi. Bu süreç artarak
deavm ediyor.
Nitekim, enflasyonu düşürmek bahanesiyle
canlı büyükbaş hayvanlarda yüzde 135 olan gümrük vergisi oranı yüzde 26’ya,
büyükbaş hayvanların etinde 100-225 arasında değişen gümrük vergisi oranları
ise yüzde 40’a indirildi. Buğdayda yüzde 130 olan gümrük vergisi yüzde 45,
arpada yüzde 130 olan gümrük vergisi yüzde 35, mısırda yüzde 130 olan gümrük
vergisi yüzde 25 oldu. Gümrük vergilerinin indirilmesinin, üreticinin elindeki
hububat fiyatlarını baskılamaktan başka bir yararı olmayacağını belirten CHP
Bursa Milletvekili ve Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu Üyesi Orhan Sarıbal,
“Çözüm üretim maliyetlerinin düşürülmesinde ve üretim planlamasında
aranmalıdır” dedi.
Gümrük ve Ticaret Bakanı Bülent
Tüfenkci, enflasyonun düşürülmesi amacıyla gıdada üretimi korumak şartıyla,
spekülasyonu engelleyecek şekilde ithalat vergilerinin yüzde 70-130’dan yüzde
20-30’a düşürüleceğini açıklamıştı. 27 Haziran 2017 tarihli ve 30107 sayılı
Resmi Gazete’de yayımlanan İthalat Rejimi Kararına Ek Karar ile canlı hayvan,
kırmızı et ve hububatta gümrük vergileri düşürüldü.
27 Haziran 2017 tarihli Resmî Gazete’de
yayımlanan Bakanlar Kurulu Kararı ile canlı büyükbaş hayvanlarda yüzde 135 olan
gümrük vergisi oranı yüzde 26’ya, büyükbaş hayvanların etinde 100-225 arasında
değişen gümrük vergisi oranları ise yüzde 40’a indirildi. Buğdayda yüzde 130
olan gümrük vergisi yüzde 45’e, arpada yüzde 130 olan gümrük vergisi yüzde
35’e, mısırda yüzde 130 olan gümrük vergisi yüzde 25’e indirildi.
EN BÜYÜK SORUN YÜKSEK GİRDİ MALİYETLERİ
Türkiye’nin sahip olduğu tarımsal
potansiyeli yeterince değerlendirememekte olduğunu dile getiren CHP Bursa
Milletvekili ve Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu Üyesi Orhan Sarıbal
“Üretimini ve ihracatını artıramamakta, buna karşılık ithalata bağımlılığı devam
etmektedir” dedi. Gıda güvencesinin ve dış ticaret dengesinin ihracat yönünde
sağlanmasının, ancak üretim maliyetlerinin düşürülmesi, destekleme araçlarının
doğru ve amaca uygun olarak kullanılması ve istikrarlı politikalar izlenmesiyle
sağlanabileceğine dikkat çeken Sarıbal şunları söyledi: “Çiftçimizin en başta
gelen sorunu yüksek girdi maliyetleridir. Türkiye üretimin en önemli girdileri
olan tohum, gübre, tarım ilacı ve mazot bakımından ithalata bağımlıdır. Bu
nedenle dövizdeki yükselme üretim maliyetlerini artırmaktadır. İzlenen
politikalar dışa bağımlılığı azaltmak yerine giderek artırmakta; üretimi
sürdürülemez hale getirmektedir. AKP hükümetlerinin uyguladığı tarım
politikaları, küreselleşen piyasalar ve acımasız rekabet koşulları nedeniyle ürün/girdi
paritelerindeki çiftçi aleyhine gelişmeler; üretim maliyetlerini aşırı şekilde
artırmış, buna karşılık ürün fiyatları reel anlamda yerinde saymış, hatta bazı
ürünlerde gerilemiştir. 1980’li yıllara kadar büyük ölçüde kendini besleyebilen
ülkelerden biri olan Türkiye’de; daha sonra uygulanan neoliberal politikalarla
tarımı çökertme sürecinin temelleri atılmıştır. O yıllarda başlatılan
‘üreticiyi ithalatla terbiye etme’ politikası, günümüzde çok daha vahşi bir
şekilde uygulanmakta; arz eksikliği nedeniyle fiyatı artan her ürünün fiyatının
ithalatla düşürme kolaycılığına başvurulmaktadır. İthalatın çözüm olmadığı
(pirinç, kuru fasulye, sap- saman ve kırmızı ette) defalarca görülmesine rağmen
bu politika ısrarla sürdürülmektedir. Enflasyonu düşürmek bahanesiyle bu
dönemde gümrük vergilerinin indirilmesinin, üreticinin elindeki hububat
fiyatlarını baskılamaktan başka bir yararı olmayacaktır.
ÇÖZÜM MALİYETLERİN DÜŞÜRÜLMESİNDE
Çözümün ‘çiftçiyi terbiye edici’ ithalat
politikasında olmadığını dile getiren Sarıbal, “Üretim maliyetlerinin
düşürülmesinde, destekleme politikasında ve daha da önemlisi üretim
planlamasında aranmalıdır. Hububat ekim alanlarında ortaya çıkan daralmanın
üzerinde önemle durulmalı; çiftçi tarafından boş bırakılan tarlalar yeniden
üretime kazandırılmalıdır. Tarımın en önemli sorununun yüksek girdi
fiyatlarıdır. Öncelikle mazotta ÖTV ve KDV kaldırılmalı; diğer girdilerdeki
vergi yükü azaltılmalıdır. Hububatta 8 yıldan bu yana yerinde sayan destekleme
primleri artırılmalıdır. Türkiye ithalat yaptığı ülkelerin çiftçisini değil,
kendi çiftçisini desteklemelidir” dedi.
TÜRKİYE’DE HAYVAN VARLIĞI YETERSİZ
Türkiye'de hem hayvan varlığının
yetersiz olduğunu dile getiren Orhan Sarıbal, “Hem verimleri düşüklüğü hem de
gerçek üretimin ilan edilenlerin de gerisinde olduğu bilinen bir gerçektir. Son
yıllarda ülkenin gündeminden düşmeyen kırmızı et krizini bu süreçte hızlanmış
ve sorunun yine ithalat yoluyla çözülmesi için, 30 Nisan 2010 tarihli Resmî
Gazete’de yayımlanan kararla EBK’ye sığır eti ithalatı yapma yetkisi
verilmiştir. Geçmişte olduğu gibi, bu girişim de sorunun çözümünün değil
büyümesinin başlangıcı olmuştur. Nitekim aradan altı yıldan uzun bir düre
geçmesine rağmen kriz aşılamamış, hatta büyümeye devam etmiştir” dedi.
7 YILDA 4.2 MİLYON BAŞ CANLI HAYVAN
İTHALATI YAPILDI
Orhan Sarıbal açıklamasında şu verilere
de yer verdi:
2010-2016 döneminde ülkeye ithalat
yoluyla (2 milyonu büyükbaş, 2,2 milyonu küçükbaş olmak üzere) 4,2 milyon başın
üzerinde canlı hayvan girdi. Söz konusu dönemde 3,2 milyar doları büyükbaş, 240
milyon doları da küçükbaş olmak üzere sadece canlı sığır ile koyun ve keçi
ithalatı için toplam 3,4 milyar dolar bedel ödendi.Aynı dönemde (2010-2016)
değişik formlarda (dondurulmuş, soğutulmuş vb.) sığır karkası ithalatı da
yapıldı. Bunun miktarı 217 bin ton, tutarı da 1 milyar dolar civarında oldu.
Eğer ithal edilen sığır eti, sığır başına ortalama 300 kg karkas alınacağı
varsayımı ile hayvana dönüştürülürse, bulunacak sayı yaklaşık 725 bin baş sığır
olacaktır. Dolayısıyla Türkiye 2010-2016 yılları arasında yaklaşık 2,5 milyon
baş sığır ithal etmiştir denebilir. Bu arada 2017 yılında gümrüksüz olarak Et
ve Süt Kurumu tarafından ithal edilmesi öngörülen sığır sayısı da şimdilik 500
bin baş civarındadır.Böylelikle canlı sığır, koyun ve keçi ile sığır eti için
ödenen bedel yaklaşık 4,5 milyar dolar olmaktadır. Bu durumda 2010-2016
arasındaki 78 ayda aylık ortalama 57 milyon dolarlık ithalat yapılmış
demektir.Hayvansal üretimde gıda güvencesinin sağlanabilmesi için ithalattan
vazgeçilmeli; hayvancılık destekleri büyük (endüstriyel) işletmeler yerine
küçük aile işletmelerine yönlendirilmeli; hayvansal ürünlerde piyasa doğru
şekilde izlenmeli, üretici örgütleri güçlendirilmeli, üreticiler iç ve dış
piyasaların insafına terk edilmemelidir.2003-2016 yıllarını kapsayan AKP
döneminde ithal edilen 63 milyon ton hububat için 17,5 milyar dolar ödenmiştir.
Hububat ithalatının 41 milyon tonu buğday, 12 milyon tonu mısır, 4,5 milyon
tonu pirinç ve çeltiktir. Hububatın gıda güvenliğinde vazgeçilmezliği dikkate
alındığında, Türkiye’nin ithalata bağımlılığının arttığı ve giderek gıda
güvenliğini yitirdiği FAO raporlarında da yer almaktadır. Bilindiği gibi
Güney-Güneydoğu’da buğday hasadı tamamlanmıştır. İç Anadolu Bölgesinde hasada
ise yaklaşık 15-30 gün sonra başlanacaktır. Ancak hükümet henüz TMO
aracılığıyla müdahale alım fiyatlarını açıklamamıştır.Tarım bakanı 2003-2016
yılları arasında tarıma 90 milyar TL destek verildiğini belirtmektedir. Buna
karşılık söz konusu dönemde toplam gıda maddeleri ve tarımsal ham maddeler
ithalatı 171 milyar doları aşmıştır. Demek ki Türkiye’de tarımsal destekler,
amaçsız, hedefsiz dağıtılıyor. Bütçeye destekleme için konulan para Bakanlık
tarafından üretime yansıyıp yansımadığına bakılmaksızın (sonuçları analiz
edilmeksizin) çiftçiye dağıtılmaktadır.